84. Bölüm

67-Katı Yapılı Ruhlar

Özlem Durmuş
kumsallardagezen12

 

『Herkes tarafından intihara sürüklenmiş ruhum 』

 

Başka yaşamları kurtarmaya çalışırken kendi yaşamımı öldürmüşüm. Başka yaşamlar zarar görmesin diye en büyük zararı meğerse ben vermişim. Başka yaşamlar kurtulsun diye ben kendimi tutsak kılmışım meğerse.

 

Meğerse ne çok hata yapmışım kendi yaşamıma dair... Ne izler bırakmışım kendimde....

 

Yaşamımıza dair senaryolar farklıydı. Her senaryoda başka mücadeleler vardı. Her senaryoda başka bir acı vardı. Her senaryoda yeni yaşamlara çıkan kapılar vardı. Fakat hepsi aynı hislere çıkıyordu; yaşamımıza dair mücadelerimize...

 

Hisleri öldürdük ; yaşama tutunmak için. Bir yere varmak için.

 

Hisleri öldürdük; ölümden kaçmak için. Bir yere sığınmak için.

 

Hisleri öldürdük ; sevgiyi bulmak için. Bir kalbe yerleşmek için.

 

Hisleri öldürdük ; hayatta bir anıya misafir olabilmek için.

 

Ruhum bir boşlukta takılı kalmış gibi bir arayış içerisinde. Yeni bir yaşam arıyor, aynı yeni bir beden arayışı gibi. Ruhumun yansıması bulutların gölgesi altında dolaşarak kendine yeni bedenler ararken önceki yaşamdan geriye hiçbir şey bırakmak istemiyor. Her şeyi silip atmak için can atmakta. Belki de yeni bir yaşam eski yaşamdan bana kalan her acıyı silip atar, yeni bir başlangıç yapabilir. Kim bilir?

 

Huzuru ararken aslında huzuru yok ederiz. Çünkü o an bulunduğumuz yaşamın bizlere sunacak olduğu güzellikleri geride bırakarak belki de bizler için daha kötü bir seçim yaparız. Belki de en önemlisi bulunduğumuz yaşamın sonuna ulaşmak olamaz mı?

 

Bazen kendimi çok ama çok değersiz hissediyorum. Şu an belki bulunduğum diyarda çok değerli ve önemli biri olabilirim ama ben kendimi öyle hissetmiyorum. Kırmızı bir akide gibi parlak ama vasıfsız biriyim. Kolyem sayesinde herkes tarafından önemli biriyim. Ama kolye olmazsa kimse için bir değerim olmayacak gibi. Ben burada bu kolyeyle var oldum ve sanırım bu kolyeyle de son olacağım. Ne dersiniz?

 

Bir şeyden hep çok korkmuşumdur. Bu ne mi? Bilmediğim bir yaşama ait olmaktansa, yaşadığım ve bildiğim hayata tekrar gelmek isterim. Çünkü bazen bilmediklerin bildiğinden daha korkutucu gelebilir. Benim için de bu korkutucu. Çünkü şu anki yaşamımda darbenin nereden geleceği belli. Çünkü içinde olduğun yaşamın sana ne sunacağı belli ama yeni bir yaşamda sen çok savunmasızsın. Her an her şey olabilir.

 

Ölüm rüzgarı tüm dünyayı bir düzene oturttu. Belki de bu rüzgar benim gelişimle devreye girmişti. Bu düzende benimde bir payım olabilirdi.

 

Düzensizlik aslında bizim dünyanın acımasızlığına karşı başlattığımız bir isyan projesiydi. Bu isyan ne bir çığlıktı ne de bir eylem. Bu zihinlere yerleşen bir düşünceydi. Yavaşça bir zehir gibi insanların varlığına karıştı. Adım adım ilerliyor, istediği o isyanın oluşması için acele etmiyordu. Ve bu sonu görünmez bir hale gelmek için asırlardır ilerliyordu. Belki zamanı bizim yaşadığımız ana denk gelirdi kim bilebilir ki?

 

Hayatımın karanlık kaosu içerisinde uçsuz bucaksız bir yörüngede ilerliyordum. Yolları tel örgülerle örülü, dik yokuşu sürünerek çıktığım bir yoldu benim yolum. Her tel örgü tenimde derin yaralara misafirperverlik yapmıştı. Her an o yaraların açılıp kanaması bende büyük sonu gelmez bir acıyla sınanma sağlanmıştı.

 

Kördür her insan her duyguya karşı ; Ne zamanki onu yaşar, yaşadıkça onu hisseder, işte o an onu tanır. Bende de bu olmuştu. Her duygunun ne yaşattığını onunla tanışana kadar çok iyi tanıyamamıştım. Ve tanıştıktan sonrada ondan kopamamıştım istememe rağmen.

Şimdi bulunduğun yerde sessiz, karanlığın hükmü altında bulunan bu odada bu satırlar zihnimden geçip gidiyordu.

 

Ben hep kendime açık oldum. Hep kendime bir susmadım. Ama dünyaya karşı hep sustum, susturuldum. Bunu kabul ettiğimde oldu etmediğim zamanda.

 

Ahrar 'ın yanından geldiğim andan beri sessizce düşünüyordum. Olanları ve olacakları... Şimdi ne yapmam gerektiğini bulmaya çalışıyorum.

 

Zihnimdekiler ; mabedin şu an ki zihnime düşme nedeni, en kısa zamanda bedel ödemezsem Ahrar' ı tekrar kaybetme ihtimalim. Ve ne bunu kısa sürede halletmek zorundayım. Çünkü ne kadar zamanım olduğunu bilmiyorum. Ne kadar oyalandım bilmiyorum.

 

Bakışlarım omzumun gerisinden yatağın üstüne bırakılmış olan kitaba doğru kaydı. Sayfaları açık olan kitap bana istediğim mabedin özelliklerini anlatıyordu ama bana mabedin nerede olduğunu söylemiyordu. Bu mabedin gerçekliği bile şüpheciydi çoğu kişiye göre ama eğer benim zihnime düşmüşse bu mabed vardı demek oluyordu. Yavaşça önünde durduğum pencereden uzaklaşıp yatağa doğru usulca ilerledim.

 

Yatağın kenarına ulaşınca usulca yatağa oturup kitabın açık olan sayfasını izledim daha doğrusu anlatılan bu mabedin elle çizilmiş resmine baktım. Zihnimde birde kendi kendine yeniden hayat buldu bu çizim. Ben şimdi bu mabedin nerede ol kimden öğrenecektim? Bulunca ne yapacaktım? Hiçbir şey bilmemek deli ediyordu beni. Sıkıntılı bir nefesin ardından sırt üstü yatağa uzanıp bakışlarımı karanlık olan tavana çevirdim. Keza belki de kısa bir sessizlik bana yol gösterirdi olamaz mı?

 

"Sessiz olduğun anlarda tedirgin olduğumu bilmeni isterim." pat diye Rosa 'nın sesini duyunca o an bu cümlesine sesli bir şekilde kıkırdadım.

 

Sonra sinirden bu kıkırtı kahkahalara döküldü ve olduğum yerde sırt üstü uzanmışken katıla katıla güldüm. Belki de dışarıdan beni biri görse deli sanabilirdi ama öyle değildim.

 

"Halbuki gülecek bir şey söylemedim ama sessiz kalmandan iyidir bu halin." demesiyle Rosa anında gülmem durdu.

 

"Ah Rosa bence çok haklısın çünkü ben de sessiz olduğum anlardan tedirgin oluyorum çünkü bunun sonrası benim için hiç güzel kapıları aralamıyor. O kapıdan bana el sallayan sadece acılar oluyor. Ve bu seferde öyle olacak gibi. Neyseki buna da alışığım. Çok canımı yakmaz diye düşünüyorum. "Bu sözlerim en az benim kadar onunda canını sıktığını ve yaşamın bana bu seferde hiç sevmeyeceğim şeylerle sınayacağını bir tek ben değil o da anlamıştı.

 

" Belki de bu sefer düşündüğün gibi olmaz. Hemen karalara bağlama derim. "

 

Bu sözlerin benim için bir anlamı olmadığını o da biliyor. Aslında ikimiz de bizi bekleyen bu bedeli delicesine merak ediyoruz. Tek bildiğim azar azar canım yanacak sonunda daha yoğun bir acı beni sarmalayıp, canımı baya yakacak bunu hissediyorum nedense.

 

"Hadi bu sefer senin dediğini yapalım ve ılımlı düşünelim. Keza olamayacağını ikimizin bilmesine rağmen." dedikten sonra yavaşça doğrulup yanımda duran kitabı ellerimin arasına alıp açık olan sayfada duran yazıları tekrar okudum.

 

Kitapta yazılanlar şuydu ;

 

Mabede ulaşınca en dıştan en içe doğru başlayacak her şey.

 

Bu yazıda tam olarak anlatılmak istenen şey çok açık değildi. Ve bunu anlamak baya zaman alacaktı. Acaba tekrar yeni farklı bir öngörülüyle beni bilgilendirirler miydi? Çünkü kendi başıma pek bir şey başaracağımı sanmıyorumda.

 

Bana bu iyiliği yaparlarsa ne mutlu olurum ama. Tekrar yatağa sırt üstü uzanıp kendi kendime düşüncelere dalıp gitmiştim. Umar en kısa zamanda her şey güzelce sonuçlanırdı.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Ahrar 'dan...

 

Her şey bazen ne anlamsız ne karışık gelir insana. Buraya gelme amacım aslında bana söyledikleri kadını görmek içindi ama her şey hiçte beklenen doğrultusunda ilerlememişti. Emira sandığım gibi çıkmamıştı. Onunla uzun zamandır bir araya gelip konuşmak isterken, bunun bir fırsatını bulduğum andaysa ondan hiç duymayacağım duymayı beklemediğim şeyleri duymuştum. Gerçekten denildiği kadar güçlü mü, yoksa güçlü rolü mü sergiliyor?

 

Çünkü az önce bana bas baya hayatında olmayacağımı söylemişti. Ne kendini açıklama gereği duymuştu ne de benden bir açıklama beklemişti. Lord Yelit bunu mı ima etmişti? Her şeyden her an vazgeçebilir dediği her şeye rağmen benden yani sevdiği adamdan vazgeçmesi mi? Gerçektende ne düşündüğünü ne hissettidiğini kimseye yansıtan biri değil. Her şeyi içinde yaşayan biri olduğunu anlamış oldum.

 

Bazen çok merak ediyorum ona nasıl aşık olduğumu. Onu hangi özelliğini fark ettikten sonra hayatıma aldığımı. Ama bunları hatırlamıyorum ve ondan belki de beni suçlayıcı ya da kendini suçlayacak bir şeyler duymayı beklerken bir anda onun tarafından uzaklaştırılmaya başladım.

 

Beni kendinden uzaklaştırıyor. Neden? Yoksa inancı mı kalmadı? Onu hatırlayacağıma dair inancı mı yok oldu? Yoksa o çoktan mı her şeyi kabullenip geriye çekildi? Hangisi acaba? Emira gerçekten de bu kadar çabuk mu her şeyden vazgeçen biri? Yoksa bu konuda bilmediğim bir şeyler mi var?

 

Kafam karışık ve sorularımı yanıtlayacak tek kişi de bana bir açıklama yapmak istemiyor.

 

Oturduğum koltukta başımı geriye atıp, bakışlarımı tavana çevirdim. Kadınları hiçbir zaman anlamış değildim ama Emira çok farklıydı. Onu anlamak kadar ona hak vermekte zor. Sahi şu an ne yaşıyor acaba? Onun yerine kendimi koyunca ne düşünmem gerektiğini ben bile bilmezken, ondan bir şeyler istemek yanlış mı olur?

 

"En azından artık ona hak verdiğin noktalar var. Hiç yoktan iyidir. Ha bu arada artık her şeyi hatırlamaya başlasan iyi olur. Senin yüzünden kendi Kraliçem'den uzak duruyorum. Emira seni kendine uzak tutmakla yetinmiyor birde Rosa 'yı da benden uzak tutuyor. Onunla konuşamıyorum. Nasıl bir kalkan yaptıysa o kalkanı aşmak çok zor. Senden istediğim bir an önce her şeyi hatırlaman. Malum ben buraya boşu boşuna gelmedim. Kraliçemi görmek adına bu büyüyü kabul ettim ama onca şeyden dolayı ben Kraliçemi göremiyorum. "bir anda Yitik Ruh konuştuğu anda yüzümü asıp yine başlıyor dercesine bıkkın bir nefes verdim.

 

" Kusuruma bakma gidip Emira 'dan Kraliçen' le aranızdaki kalkanı kaldıramasını söylemeyi unuttum kusura bakma. "alaycı sesim ona şu an dediklerinin ne yeri ne de zamanı olduğunu belli ediyordu. Zaten ben hâlâ olan biteni bile anlamamışken birde benden başka şeyler beklemesi aptallıktı.

 

" Anlamını beklemiyordum zaten. Keza sevdiği kadını unutmuş bir adamdan sevdiği kadınla konuşmak isteyen bir ruha yardımcı olmasını beklemek ne aptallık ama!" imalı sözleri canımı daha çok sıkıyordu. Sinirden elim yumruk olduğu gibi sımsıkı elimi sıkmaya başladım. Parmaklarım sertçe avucuma batarken tek istediğim bu belirsizliğin bir an önce son bulmasıydı.

 

Kimse beni neden anlamıyor? İsteyerek yaptığım bir şey değildi bu! Ama herkes hatalı tarafın tek ben olduğumu sanıyor. Tamam Emira büyük fedakarlıklar yapmış olabilir ama ben bu hikayede kötü talihsizliklerle sınanan biriyim. Bende bir an önce her şeyi hatırlamak istiyorum ama olmuyor.

 

Kendi kendime bunları düşünürken birden tekrardan Yitik Ruh konuştu.

 

"Biraz çabalasan ona da razı geleceğim ama sen hiç uğraşmadan bir şekilde hatırlamak istiyorsun ve bu böyle olmaz ki. Şu Emma denen kızla muhatap olduğun kadar bu işle muhatap olmadın. Hem belki de Emira senin şu kızla olan münasebetin yüzünden tüm faturayı sana ve bana da kesmiş olabilir. Senin yüzünden kendi kadınımdan uzak kaldım. Sen senin kadınını unutmuş olabilirsin ama ben hâlâ Rosa'yı seviyorum. Ve biraz acele et yoksa tamamen kaybedeceksin ve artık hatırlaman hiçbir işe yaramayacak. "bunları demesiyle ne demek istediğini anlamamışken sanki benden bir şey sakladığı hissine kapıldım.

 

" Açık olur musun? Ne söylemek istiyorsan söyle, imalı imalı konuşup canımı daha fazla sıkma. "gerilen bedenim, sesimdeki merakı örtmeye, bir anda ortaya çıkan korkumu püskürtmeye yetmedi.

 

Benden bazı şeyler saklanıyor bunu hissediyorum ama tam olarak ne olduğunu anlamıyorum. Sanki söylememek daha iyi düşüncesini bana da aşılamak istiyorlar ama ben her şeyi bilmek istiyorum.

 

"Yakında bizzat öğreneceksin zaten neden şimdi söyleyip sürprizi bozayım ki. Ama sana söylemek istediğim şeyse ; belki de bu hayatta senin için en değerli varlık Emira. Ve sen bunu yakında anlayacaksın. Her şeyden vazgeç ama asla Emira 'dan vazgeçme çünkü hayatının en büyük hatasını yapmış olursun. "bunları söyler söylemez bir anda sırra kadem basar gibi ortadan kaybolup beni yine cevapsız sorularla baş başa bıraktı.

 

Tam olarak ne kast ettiğinide anlamış değilidim ki?

 

Daha fazla odada kalmayıp hızla odadan çıkarak yemekhaneye giden koridorda ilerlemeye başladım.

 

Yemekhanenin kapısının önünde adımlarım durduğu anda aralık olan kapıdan içeri daha girmeden kulağıma Süreyya hanımın sesi ulaşmıştı.

 

"Emira yemeğe gelmeyecek gibi. Zaten pekte burada olmak istemediği belli." dediğini duyduğumda sanki bu cümleleri birlerine bir şeyi belli etmek için söylenmiş gibiydi. Ve o an orada Emma 'nın olduğunu aslında söylenen bu cümlelerin ona söylendiğini anlamış oldum.

 

Konuşmalar devam ederken aralık kapıdan içeri girmiş ve Süreyya hanımın bu imalı cümlesine cevap veren ben olmuştum.

 

"Prenses kendi kararlarını kendi başına alıp ona göre davranıyor, kimin ne yaptığıyla ve ne düşündüğüyle pek ilgilenmiyor. Yani burada herkes ona göre hareket etmeli, diğer türlü olanları pek doğru bulmuyor. Kendi dünyasında kendi piyonlarını yönetme taraftarı. "dedikten hemen sonra hızla her daim oturduğum yere doğru ilerlemiş, üstten herkese kısa bakış atıp anında yerime oturup yemeğini yemeye başlamıştım.

 

Tabi o sırada söylediğim bu sözlere Süreyya hanımdan bir uyarı dolu cümleler duymayı beklerken tam tersi olmuştu.

 

Keyifli sesi kulağıma ulaşmıştı. "Ah demek seni kızdıracak sözler sarf etmiş olmalı, bunu sana ilk zamanlarda da yapardı ve her daim bu halde yemeğe gelirdin. Zaman tekerrür ediyor mu dersiniz Renas hoca?" Bu cümleleri duyunca o an aklıma şu takıldı.

 

Bilerek mi acaba o cümleleri Emira söyledi? Bir bildiği mi vardı ve bu şekilde mi beni istenilen duruma getirecekti? Ama o an sanki kendi kendine konuşuyor gibiydi daha doğrusu sahip olduğu Yitik Ruh Rosa 'yla konuşuyordu. Acaba geldiğimi ona demiş miydi? Ondan mı öyle davrandı bana? Kafam karışmıştı o an. Acaba beni manipülasyonla istediği şekilde yönlendirip, bazı şeyleri eski anıları yaşatarak hatırlamamı mı istiyordu?

 

Belki de bana bazı anları tekrar yaşatarak, hatırlamamı bu sayede mi sağlamayı planlıyordu?

 

Gerçekten denildiği gibi çok mu iyiydi istediğini elde etmek konusunda?

 

Bu duyduğum cümlelerden hemen sonra anında suskunluk içerisinde yemeğimi yemiş ve o an çok yemekhanede oyalanmadan odama geri dönmüştüm.

 

Odama gelince başıma musallat olan şu Yitik Ruh 'la konuşmaya çalışmıştım.

 

"Emira hakkında ne biliyorsun?" der demez anında bana bildiği şeyleri sıralamıştı.

 

"Bildiğin gibi kolyenin üçüncü sahibi. Gözü kara biri. İstediği ne varsa onu elde etmek konusunda her şeyi zorlayan biri. Hedefine bir kere kitlendi mi onu alana kadar durmayan biri. Hırslı ama bu kötü bir hırs değil. Azimli, istikrarlı, cesur ve çok güçlü. Bu sahip olduğu kolyenin sunduğu gücü kast etmedim her şeye dayanacak kadar güçlü hemen bir darbede yere düşecek bir kişi değil. Şu dostlarıyla bir araya gelince başına iş alıp duruyor ama buna rağmen onlardan da ayrı kalamıyor. Meraklı değil ama kafasına takılan bir şey mi oldu onu en ince ayrıntısına kadar araştıracak bir yapıya sahip. "dedikten sonra söylediklerini usul usul düşündüm.

 

Sonrasında en başından Emira 'nın yaptığı her şeyi bana birer birer anlattı. Buraya geldiği günden bu güne kadar ne yaptıysa hepsini anında bana aktardı.

 

" Onu tanımlayacak tek bir kelime olabilir. Savaşçı.... Savaşmayı göze alan ve bu uğurda her şeyi yapacak biri. "demiş ve zifiri karanlıkta dışarıyı izlemiştim.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Sızıntı sesleri duyuyordum. Rahatsız bir yerde olduğumu ilk idrak etmiş sonrasında ise sanki bir yerde sere serpe uzanmış olduğumu anlamıştım. Bulunduğum yerin soğuk olduğunu hissetmiştim. Ama yanlış fikirde olduğumu sonradan anladım.

 

Bulunduğun yer değildi soğuk olan, bedenim. Bedenim üşümüş, ısısını yitirmişti. Yavaşça gözlerimi aralayarak nerede olduğumu anlamaya çalıştığım anda kendimi sağ kolumun üzerinde uzanmış bir halde bulmuştum. O an yavaşça bir acının varlığı hissiyle farkındalık yaşamıştım.

 

Sonra usulca uzandığım yerde kıpırdamaya çalışmış, yüzümün önüne gelen saçlarımı ayırıp nerede olduğuma bakmak isterken birden yüzüme avuç içim değdiği anda bir ıslaklık hissi var olmuştu.

 

O an hızla saçlarımı yüzümden çekip, bakışlarımı avuç içime çevirdiğim anda avuç içimde derin bir çizik olduğunu ve avuç içimin kanadığını, hissettiğim acının ona ait olduğunu idrak etmiştim. Sağ dirseğimden destek alıp uzandığım yerde dizlerimin üstünde duracak şekilde oturmuş ve o anın verdiği korkuyla iki elimi yüzüme doğru tuttuğum gibi avuç içlerimde bulunan bu derin kesiklerin nasıl olduğunu anlamaya çalıştım.

 

Ama bir karara varamadım. Sonra yavaşça akan avuç içimi parmaklarımla örtüp, başımı kaldırıp bulunduğum yerin neresi olduğuna bakındım. O an olduğum yeri net görmedim çünkü her yer bulanık ve sislerle çevrili haldeydi. Bakışlarımı aşağı çekince yerde bulunan damlaları fark etmemle bir an şoka girmiş ve bu yerdeki kan damlalarının bana ait olduğu düşüncesiyle yavaşça bulunduğum zemine daha dikkatli bakmıştım.

 

Zemin etrafa göre daha net ve gözle görülecek bir şekildeydi. Damlaları takip eden bakışlarım bir anda ince bir şerit içerisinde kırmızı bir sıvı görünce usulca irkilip bir anda gözlerimi kısarak bu şerit içerisinde bulunan kırmızı sıvının ne olduğunu anlamaya çalışırken başka bir şey fark etmemle olduğum yerde hızla doğrulup, etrafımda usulca daire oluşturacak şekilde dönmüştüm.

 

Etrafımda kocaman bir daire vardı ve bu daire ince derin bir şeritle çizilmişti. İşin garip tarafı ise bu şerit içerisinde bulunan krımızı sıvı bir kanı andırıyordu. Ve bu kanın kime ait olduğunu tahmin etmek çok zamanımı almamıştı.

 

Bu kan bana aitti. Avuçlarımdan akan kanla bu daire şeriti dolup taşmıştı. Dairenin ortasında bulunan yazıları fark etmemle daha yakından yazıları görmek adına oraya doğru ilerledim. Ve yazının tam olduğu kısma gelerek yavaşça yazıyı okumaya çalıştım. Yazı çok açık ve anlaşılırdı.

 

"Bir yasak ardından bir bedel getirtir. Şimdi de sıra bu bedeli ödemekte. Peki bu bedel ne kadar zor olacak? Bu bedeli ödeyecek zamanın ve gücün olacak mıdır? Şimdi yapılan anlaşmanın karşılığını verme zamanı. Zaman seni çağırıyor. Bedel neden karşılık istiyor. Lanetin tesirini yok etme zamanı. Yaşamı kurtarmak ve ölümü yok etme zamanı. Zaman kaybedenlerden değil kazananlardan olma zamanı. Her gelmediğin an bedel anlaşmayı bozacak planlar yapacak. Verilen can yavaşça acıyla sınana sınana alıncak. Bedel üç aşamada tamamlanacak. İlk aşama Mabedin yerini bulmak ve gerekeni yapmak. Mabedin yerini bulunca bedel ödeme başlayacak. "

 

Bu cümleyi yerde okuduğum anda aslında bahsedilen şeyin çoktan harekete geçmem gerektiğini bana aktarmak istediğini anladım. Ama aklıma takılan benim bu mabedi nerede ve nasıl bulabilmeyi başaracağımdı. Ben sadece adını bildiğim bu mabedi hangi vasıtasıyla bulacaktım?

 

Adımlarım yavaşça gerilediği anda yerde bulunan yazı kayboldu ve bir anda kanla dolu olan şerit usulca boşalmaya başladı. Sonrasında ise olduğum andan usulca soyutladım. Ve gerçek dünyaya geri dönüş yaptım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Uyandığım anda çoktan havanın aydınlığa kavuştuğunu fark etmiştim. O kadar saattir yattığımı fark etmem biraz beni şaşırtmıştı. Yavaşça zihnimdeki bulanıklık gidince gördüğüm rüya daha doğrusu öngörülü bana az da olsa çizdiğim yolda bir kılavuz olmuştu. Şimdi tek yapmam gereken şey bu gizli ve bilinmez olan mabedin nerede olduğunu bulmaktı. Bakalım beni nasıl bir süreç bekliyordu? Tek temennim biraz da olsa kolay yoldan bu işi halletmekti. Ama hiçbir zaman bugüne kadar hiçbir işim kolay olmadığı için bununda baya zor olacağını tahmin etmek zor değildi.

 

Biraz değil baya çaba sarf etmem gerekecekti bu mabede ulaşmak için. Yataktan kalkıp banyoya geçmiş oradaki işlerimi hallederek giysi odasında kıyafetlerimi değiştirip, hazır olduktan sonra odadan dışarı çıkmıştım. İstikametim yemekhane değildi. Zaten çoktan kahvaltı edilmiş ve herkes iş başına geçmiş olurdu.

 

Biraz ön bahçede oturup dingin bir zihinle ne yapmam gerektiğini, nereden başlamam gerektiğini düşünmem gerekiyordu. Ön bahçeye çıkınca biraz giriş kapısında durarak nerede oturmam gerektiğini kestirmeye çalıştım. Nedense bugün herkes bahçede bulunuyordu. Sessiz bir yerde bulunmak istediğim için kimsenin bulunmadığı bir yere geçmek istiyorum.

 

Sadece çaprazımda bulunan çardağın boş olduğunu gördüm. Ama orası da çok güneş aldığı için orada bulunmak istemedim. Sonra birden onun yanındaki ağaç ve çalılıklar dikkatimi çekti. Ağacın geniş dalları ve yaprakları gölgelik sağlardı, çalılıksa beni gizlerdi.

 

En iyisi oraya gitmekti. Zaten kimse beni fark etsin istemiyorum. Hızla adımlarım oraya doğru yöneldi. Birkaç adımda vardığım ağacın altına geçmiş ve sırtımı ise çalılıklara çevirmiş bir şekilde oturmuştum. Eh sessiz ve gölgelik. Sırtım bir yere yaslı olmadığından hızla etrafıma bakınıp durmuş bir şey bulamayınca büyü gücümle hemen sırtımı yaslayacak bir taşın olmasını sağlamıştım.

 

Sırtımı taşa yaslamış bir şekilde bacaklarımı boydan boya uzatmışken acıkan midemle hızla kendim için birde kahvaltı tepsisi hazırlamıştım. Yavaşça kahvaltı ederken bir yandan da görmüş olduğum mabedin görüntüsünü zihnimde canlandırmaya başladım.

 

Çünkü kitapta hiç o zemine çizilen daire yoktu. İşin garip tarafı ise neden kanla o ince şeritler dolmuştu? Bir şey daha vardı? Tam olarak benim ne yapmam gerektiğiydi? Çünkü mabedin yerine benim ulaşmam gerekiyordu ve ben bunu nasıl sağlayacağımı da bilmiyorum ki?

 

"Birilerine sor derim." bir anda Rosa konuşunca ona ya öylemi dercesine bir bakış attım.

 

"Sen ne zekisin ama. Sence bu benim aklıma gelmedi mi zeki Yitik Ruh! Ama bundan kimsenin haberi olmasın diye uğraşırken neden kendimi açığa vereyim? Ne zaman bana mantıklı cevaplar vereceksen o zaman konuş derim!" Bu çıkışım onun daha çok bana olan öfkesini arttırdı. Zaten kaç gündür sevdiği ruhla irtibat kurmadığı için bana türlü türlü zorbalıklar yapıp durdu. Birde şimdi bana alaycı cevaplar vermesi canımı sıkıyordu.

 

" Mantık ve sen bence bir arada bile bulunamazsın!" demesiyle histerik bir şekilde güldüm.

 

"Damarıma basma Rosa damarını patlatırım görürsün. Sana bunun açıklamasını yaptım ya! Sana elli kere dedim bu kalkan olmak zorunda yoksa Ahrar her şeyden haberdar olur ve senin o konuşkan Yitik Ruh 'un olanı tamamıyla Ahrar' a anlatır ve ben bunu istemiyorum. Bir süreliğine ayrı kalsan ölmezsin merak etme! Az sabret ben bu bedel işini bir halledeyim ona göre bir şey yapacağım senin içinde. Merak etme onunla doya doya konuşup bir araya geleceksin ama ben bu olanı tamamen hallettikten sonra. "demiş ve sıcak çayımdan bir yudum içerek ondan bir cevap beklemiştim.

 

" Ooo sen bu işi halledene kadar ben onunla konuşmayacak mıyım? Çok acımasız olduğunu söylemiş miydim daha önce? "dediği sırada hızla onu onayladım.

 

" Evet demiştin çok kez. "dedim umursamazca.

 

" Zalim biri olduğunu da eklemiş miydim? "

 

" Evet eklemiştin. "

 

" Duygusuz olduğunu da söylemiş miydim? "

 

" Hemde her saat başı bunu söylemiştin bir ara. "umursamaz sesim, onu kaale almadığımı belli ediyordu. O bana laf sokarken bende yemeğimi sakin sakin yiyordum.

 

" Kalpsiz olduğunu, hiç merhamet sahibi olmadığını, insani duygularının çürüdüğünü de eklemiş olmalıyım. "Bu sözlerine keyifle cevap vermiştim o an.

 

" Eksik söyledin aslında devamında: ' insanın en acımasız haline sahip olduğumu, gaddar olduğumu, bazen benim insan olmadığımı, robot olduğumu, sevgiye saygım olmadığı' gibi bazı laflar da eklemiştin. Bazı kısımları atlamışsam kusura bakma." dememle aniden onun çığırından çıkan ses tonunu duydum.

 

" Sen benimle dalga mı geçiyorsun! "demesiyle başımı beni gördüğünü bildiğimden iki yana doğru salladım.

 

" Ah hayır ben böyle bir şey yapar mıyım hiç! Sadece lafının tam halini sana aktardım o kadar. "Bu umursamaz tavrım onun beni içten içe yakıp kavurma isteğini körüklüyordu biliyorum ama bana istese dahi zarar vermezdi çünkü bu zarardan kendiside etkilenirdi.

 

" Emira sen geçekten küstah birisin! "diye çıkışınca aniden gülümsedim.

 

" Bana bilmediğim bir şey söyle. Bunları çok duydum. Sana tavsiyem özgün ol ve ona göre cümleler bul. "Bu cümlemin ardından kahvaltımı yapmış ve tepsiyi büyü yardımıyla ortadan kaldırıp, büyü gücüyle önümde beyaz çizim kağıtları ve kalemleri olmasını sağlamıştım.

 

" Ne o manzara resmi mi yapacaksın? Halbuki bulman gereken bir mabed var sanıyordum! "diye sinirle sorduğu sorusuna aniden cevap verdim.

 

" Hayır daha çok senin sinirden kırmızıya dönmüş suratını çizmeyi düşünüyorum. Ne dersin yapaym mı? "dememle burnundan solmuş ve olduğu yeri terk edip beni baş başa bırakmıştı.

 

Ah biraz sakinliğe ihtiyacım olduğunu o an anlamış oldum. Şimdi ise paçaları birleştirme zamanı.

 

Zihnimdeki soluk mabedin tamamını dizlerimin üstüne duran beyaz kağıda geçirmeye başladım. Zihnimdeki tüm görüntü yavaşça kağıtta yer aldı. Bu sefer bir bütün olarak her şeyi görme zamanıydı. Çünkü kitapta olmayanı bana öngörülüyle göstermiştiler. Bedelin yakın zamanda yapılması isteniliyordu. Ben büyüyü yapmış ve istediğimi almıştım. Sırada büyünün alması gereken bedele sıra gelmişti.

 

Ve bu bedel hiçte kolay olmayacağını bana çoktan hissettirmişti. Gözlerimi kısarak artık iyiden iyiye tamamlanan çizime bakmıştım. Birkaç son dokunuşla sonunda istediğim görüntüyü kazanacaktı. Ben çizimi yapmaya devam ederken kullaklarıma ulaşan adım seslerini duymamla olduğum yerde huzursuzca kıpırdandım. Şimdi sırası değildi ki! Bezgin bir nefes aldım. Belki de çok durmaz ve giderlerdi diye düşünmüştür ki birden tanıdığım sesi duymak merakımı ortaya çıkarmıştı.

 

Adım sesleri çalılığın arkasında bulunan çardaktan gelmişti. Bu ses Süreyya hanıma aitti. Önce adım sesleri sustu sonrasında kısa bir sessizlik olup hemen sonra konuşma sesleri kulağıma ilişti.

 

"Uzun zamandır bir araya gelip konuşmadık seninle Emma. Eskiden buraya çok sık gelir ve seninle özel konuşurduk." Süreyya hanım bu sözlerini duyan Emma 'nın derin bir iç çekip sonrasında hemen o sakin ama içerli sesi kulaklarıma ulaştı.

 

"Ah evet sizinle her şeyimi paylaşmak benim için çok özledi. Bilmiyorum sizin düşüncelerinize çok değer verir ona göre hareket ederdim. Bundandır sizden hiçbir şey saklamayışım." dedi cümleleri biter bitmez sukunete sığınıp.

 

"Hayallerini en çok anlatırdın. Birde çok sevdiğin aşk hikayelerini anlatırdın bana. Hep öyle bir aşka sahip olmak istediğini dile getirirdin." sesindeki tını Süreyya hanımın bir şeylerin önünü açmak için kullanmak zorunda kaldığı bir çıkış yolu olduğunu sezdim sesinden aniden. Neyi amaçlıyordu? Buradan ne gibi bir amacı vardı?

  

Ah beni ne ilgilendirir ki? Biran önce burayı terk etmem gerekiyor. Bu düşünce den sonra tam olduğum yerde sessizce ayrılmak üzereyken duyduklarım olduğum yerde sessizce kalmamı sağladı.

 

" En çok size sevdiği kadına aşık olan adamların yaptığı şeyleri anlatırdım. Ve en beğendiğim sevdiği kadın için yapılan mabedi size anlatmak hoşuma giderdi." dediği anda kast ettiği mabedin acaba benim aradığım mebed olup olmadığını tarttım zihnimde. Eğer oysa burada istemeye istemeye kalmam lazım. Sessiz olmaya çaba gösterip, konuşmaları dinlemeye devam ettim el mecbur.

 

" Eh hatırlıyorum ama o hikaye pek gerçek değil gibi aslında. Çok inanılmaz şeyler bahsedildiğinden ben gerçekliğini sorguluyorum. Bence sende sorgula." demişti Süreyya hanım bu olayın gerçekliği konusundaki düşüncesinin dile getirirken.

 

O sırada Emma hayallere dalmış gitmiş bir şekilde derin bir iç çektiğini duymuştum. Bu kadar hayalperest olması sadece kaşlarımı çatmama sebep oldu. Bizler gerçek dünya içerisindeyiz . Bence çok fazla hayal kuruyor. Biri ona aniden çakılma ihtimalinin çok yakında olduğunu söylemeli. Her ne kadar sevmesem de kimsenin derin bir hayal kırıklığına uğramasını istemem. Çünkü bunu yaşamış biri olarak söylüyorum ki çok can yakıyor.

 

"Ah aslında bence hâlâ varlığından şüphe duyulan şu mabedin nerede olduğunu bilmek isterdim. Çünkü onca kişi Helen'in ruhunun teslim olduğu yerin o olduğunu söylüyor. Her kitapta yer edinen bu mabed nedendir gerçekliği şüphe içerisinde herkese göre ama ben onun gerçek olduğunu biliyorum ve hissediyorum." bir ara kendimi tutamayıp sen sanmaya devam et demek istedim ama kendimi zor tuttum.

 

Beni ilgilendirmez ne düşündüğü önemli olan şu mabedin neyin nesi olduğunu anlamam. Emma 'nın hayali bir düşün içerisindeymişcesine konuşmasını görmezden gelip dediği mabedin acaba gerçekten de benim aradığım şu mabed olup olmadığını öğrenmem lazımdı ama bunu nasıl öğrenecektim ki? Kitapta hiç bu söylediği ismi duymamıştım. Ya başka bir mabedi kast ediyorsa? O zaman yine kendi kendime bulma işlemine devam etmem lazım. Zaten bir türlü ben uğraş vermeden bir şey direk önüme gelmiyor ki!

 

Emma 'nın bahsettiği benim aradığım şu mabed olmayabilir de. Birden fazla mabed var. Diğerlerinden birini söylüyorda olabilir. Ve maalesef ki bunu anlamak için biraz daha konuşmaları dinlemem lazım. Her ne kadar istemesem de.

 

"Mabedin gerçekliği konusunda bahsedilen şey adamın sevdiği kadın için değil ondan kurtulmak ve sahip olduğu güce kendisi sahip olmak için onu lanetli bir mabedin içerisine hapsettiği de söyleniyor. Yani burada saf bir aşk hikayesi değilde bir ihanetin olayı baş gösteriyor. Bir de bu anlatıyı dikkate al derim. Hem başka ne rivayete göre ise Helen 'in masum biri olmadığıda söyleniyor. Saplantılı aşkı sevdiği adamın her şeyini kaybetmesine sebebiyet verdiği için sevdiği adam tarafından öldürüldü diye bir rivayette var. Belki de bu doğrudur. Ne dersin?" Bu dediğini duyunca olayın üç ayrı şekilde anlatılması baya benide etkiledi.

 

Baya baya birbirinden farklı üç olay vardı ve hangisi tam gerçek bilinmiyordu.

 

Bence benim aradığım bu değildi. Tek bir olay vardı ve bu olay hiçte bu söylenen olaylar arasında yer almıyordu. Eh işin aslını öğrendiğime göre bana yol gözüküyor. İyiden iyiye fark edilmeden buradan tüyme vakti geldi de çatıyor.

 

Beni ikisi fark etmeden gideyim sonra onları bile isteye dinlediğimi sanar ve Emma saçma sapan imalarda bulunur ve bunu hiç istemiyorum. Zaten onu görmeye tahammül edemiyorum artık. Birde burada konuştuklarını duyduğumu öğrense saçma sapan düşüncelere inanıp beni onlarla itham edecek. Bu topa gelmektense yakılmayı tercih ederim. Yavaş ve sessiz olmaya dikkat ederek büyüyle olduğum yerden ayrılacağım an birden Süreyya hanımın söylediklerini tekrardan duymak olduğum yere beni çiviledi.

 

"Bu bir rivayet ve hangisi gerçek bilmiyoruz . Ama şu an bir şeyi biliyoruz. Biliyorsun Emma." demiş ve ardından hemen sanki uzun zamandır söylemek için can attığı cümleleri söylemenin verdiği bir rahatlıkta konuşmuştum. "Ahrar 'ın geçmişini ve şimdiki zamanını biliyorsun." kısa bir sessiz olmuş ve bu sessizlik içerisinde nefes almayı bile kendime yasak kılmıştım. Bakışlarım boşluğa düşmüş olabilirdi ama tüm varlığım arkamdaki konuşmaya kitlenmişti. Merakım beni iyiden iyiye ele geçirmişti.

 

" Evet Ahrar 'ı her şeyiyle çok iyi biliyorum. Onu benim kadar kimse iyi tanıyamaz." diye emin bir sesle konuşması, tek kaşımı çatıp alaycı bir gülümsemenin dudaklarıma yerleşmesini sağlamıştı. Demek onun kadar Ahrar' ı tanıyan biri yok? Neden bu cümlenin baştan sona yalan olduğunu bile bile bu cümleyi kuruyor ki ? Bazen insanın hırsı insanı ne hale getiriyor. Bunu fark etmek bu kadar zor olmamalı!

 

"Yanılıyorsun." düz bir sesle konuştuğunda Süreyya hanım hemen sonrasında kendinden emin bir sesle devam etmişti. "Herkesten daha iyi onu tanıyan biri var. O kişi kim sen çok iyi biliyorsun. Kendini kandırma Emma. Benim senden ricam bunu kendine yapmaman. Anla artık ve kabul et." dedikten sonra hızla devam etti cümlesine. "Amacım kabalık etmek değil ama buraya gelmen hoş olmadı Emma. Yaptığın çok yanlış ve bunu kabul etmen lazım. Yanlış bir zaman diliminde geldin. Hele ki bu zamanda, bu olaylar patlak verirken. Her şeyi bilmene rağmen buraya gelmen herkes için iyi olmadı ." sesindeki rahatsızlık bazı durumların onu da diğer herkes gibi rahatsız ettiğini ve bundan bir an önce kurtulmak için sabırsızlandığını belli ediyordu.

 

Süreyya hanım acaba bu kadar neyden rahatsızdı? Ve diğerleri ilk defa benimde rahatsızlık duyduğum bir konuda rahatsızlık yaşıyordular. Bunu anladığım anda çok garipsedim bunu.

Ben kendi kendime düşünürken birden Emma konuşunca dikkatimi ona verdim.

 

Süreyya hanımın bu çıkışı belki de Emma 'yı utandırır sandım ama bunun tam tersi olarak sanki çok doğru bir şey yapmış gibi bir tavır takındı.

 

"Şansımı denemek istedim. Bu yanlış mı? Kime göre ve neye göre? Kötü birimiyim sizin nazarınızda? Emira' nın sizin için ne kadar değerli olduğunu biliyorum. Ve siz onun yaşadığı rahatsızlık yüzünden bana böyle davranıyorsunuz. Size şunu söylemek istiyorum ; nasıl bir mutsuzluğun içerisinde olduğumu bilmiyorsunuz Süreyya hanım? Yıllardır ne denli acı çektiğimi ve çekmeye devam ettiğimi bilmiyorsunuz. Ve siz bu acının bile benim için çok değerli olduğunu bile bilmiyorsunuz. Ben yanlış bir şey yapmıyorum ki. "diye yakındığı anda aniden Süreyya hanım konuştu.

 

" Hayır yapıyorsun. Bile bile bu durumu kendi lehine çekmeye çalışıyorsun ama bu yanlış. İkisini çıkmaz bir duruma sokuyorsun böyle yaparak. "diye suçlayıcı sesi Emma 'nın yaptıklarının farkında olduğunu ve buna biran önce son vermesini istediğini ele veriyordu.

 

" Hiç anlamıyorsunuz beni. "diye hayıflanması sonrasında kendi yaşadığı hisleri dile getirdi." Gerçeği öğrenince ve ardından Ahrar 'ın kaybını duyunca yıkıldım. Uzun zamandır sevdiğim adam başka bir kadını seviyormuş ve bunu onun ölümünden sonra öğrendim. Ben bu zamana kadar onun kimseyi sevmeyecek olduğu düşüncesiyle ayakta kalmışken, o uzun zamandır buraya yabancı olan bir kadına sevgi beslemiş. "sesindeki acıyı görmemek aptallık olurdu. Onun için ona acı veren bir sevgi içerisinde çırpınıp duruyordu ama kendisine yapılmak istenmeyen şeyi şimdi bana yapıyordu." Onu sevmenin neresi yanlış? "diye sessiz ama derin bir yakarışla konuşmuştu. " Biliyorum dışarıdan yaptığım yanlış ama belki bir umudum olur diye buraya geldim. "demesine karşılık anında Süreyya hanım ona bir hayale kapılmaması için nasihatta bulundu. Her sözü benim için başka bir şaşkınlık ve başka bir farkındalıktı.

 

" Ahrar evvelinde de seni sevmedi ki Emma! Bu şu an olacak bir şey de değil ki. Neden anlamak ve kabul etmek yerine zorluyorsun kaybedeceğini bile bile? Bu yanlış anla ve bir an önce yoluna bak. Hayatını bu imkansız aşk yüzünden heba etme." diye kendince onun yanlışlarını yüzüne bir bir vurdu ve sonrasında ılımlı bir sesle konuştu." Bak Ahrar her şeyi unutmadı sadece Emira 'yı unuttu ama ona rağmen görmüyor musun Emira ortalıkta yokken ya da ortalıkta olduğu anda ona olan bakışını? Her an Emira ne yapıyor onun merakıyla bakışlarını ondan çekmiyor. Sende bunun farkındasın ama bunu görmezden geliyorsun. En çok bunu yaparak kendine zarar veriyorsun ama bunu arka plana atıyorsun. Yapma bunu lütfen. "demiş ve o an yeniden bir sessizlik oluşmuştu ama o ara bir iç çekiş sesi duymam Emma 'nın ağladığını anlamamı sağladı. Ve sanırım o an Süreyya hanım onun göz yaşlarını silmesinde ona yardımcı oluyordu. Emma' nın iç çekişleri devam ederken Süreyya hanım sözlerine devam etmişti.

 

"Sen kabul et ya da etme o yeniden Emira' ya karşı bir şeyler hissediyor. Zihin unutur ama kalp unutmaz. Ve onun kalbi Emira 'yı unutmadı bunun için onu merak ediyor. Sana şunu söylemek isterim ki Ahrar bin kez unutsa da Emira' yı gördüğü her an ona tekrar aşık olur. Çünkü Ahrar ve Emira 'nın ruhları bağlandı. Bu bağı hiçbir kuvvet ayıramaz. Ne sen ne başka biri. Kader bile sadece onları birbirinden uzak tutar ama onların aralarında olan bağı yok edemez. "demesine karşı anında Emma' nın histerik bir kahkahası kulaklarıma ulaştı. Bir anda ağlayışı durmuş ve kahkasına gizlenmiş derin acı ve çaresizlik ortaya çıkmıştı.

 

" Bunu görmediğimi mi sanıyorsunuz? Bunun bende farkındayım! Lanet olsun her şeyi biliyorum ve görüyorum! Ama yapamıyorum! Beni de anlayın! Ben sadece bir an olsun Ahrar 'ın bana karşı bir yakınlık kurması için çabalıyorum ama en yaparsam yapayım olmuyor. Yine de bu arsız gönlüme bir türlü söz geçiremiyorum maalesef. Her şeyin bende farkındayım ama yapamıyorum anlamıyor musunuz? Elimde değil her şeye rağmen ondan uzak kalamıyorum yanında bulunmak acı verse de buradan ve onun yanından gidemiyorum. "Bu sözleri söyledikten sonra hâlâ kulağıma iç çekişleri ulaşıyordu. Süreyya hanımsa sessiz duruyordu duyduklarından sonra. Belki de iki tarafta haklı olduklarını ve şu an yapacak bir şeyleri olamadığını anlamışlardı.

 

" Ben söyleyeceğim şeyleri söyledim. Gerisi senin bileceğin bir şey ." diyen Süreyya hanımın bu sözleri sonrasında bir hareketlilik oldu. Kulağıma ulaşan adım sesleri onun burayı terk edeceğini gösteriyordu. Eh konuşma bittiyse benimde gitme zamanım geldi sayılır.

 

Ben bunları düşünülen birden tek başına olduğunu düşünen Emma 'nın kendi kendine sesli söylediği ve sanki söz verir bir edayla söylediklerini duymam yine hareketsiz kalıp olduğum yerde durmamı sağladı.

 

"Bende her şeyin farkındayım ama bu hiç çabalamayacağım anlamına gelmiyor. Bir şekilde Ahrar' ın benim olması için her şeyi yapacağım. Bu olayı kendi lehime çevirmekten başka bir seçeneğim yok. Ve Emira şunu bilmeli ki Ahrar benim olana kadar durmaya niyetim yok. Her ne kadar beni burada istemiyorsa da kovamaz. Kovarsa Ahrar onun inadına beni kuleye geri getirir ve bu işime gelir. Her türlü aralarında olan bu inat bir şekilde yok olmadan Ahrar 'ı kendime bağlı kılmam lazım. "diye hastalıklı bir düşünce içerisinde söylediklerini duymam büyük bir şaşkınlık yaşamamı ve olduğum yerde tüm bedenimin buz kesmesini sağladı.

 

Bu aşk değildi! Bir saplantıydı bu! Ve bunu anlamıyordu! Emma kendi sonunu kendi getirecekti. Bundan eminim. Sonra birden Emma 'nın da uzaklaşma sesleri kulağıma ulaşınca derin bir nefes alıp olduğum yerde az önce yaşadığım şeyleri sindirmeye çalıştım. Ben az önce ne yaşadım ya! Bu Emma için başka bir boyut haline gelmişti. Sağlıklı düşünmediği gibi birde saçma sapan düşüncelere kapılmıştı. İnanılır gibi değildi! Ahrar nasıl bir belaya bulaşmıştı bilmiyordu. Şimdi onu birde Emma 'nın kötü emellerinden korumam gerekiyordu. Sorunlar bir değil ki! Onca sorun var ve hepsini benim halletmem lazım. Ne yapacağımı şaşırdım!

 

Derin bir nefes alıp şimdi ne yapmam gerektiğini ve nasıl bir çözüm bulmam gerekiyor diye düşünmeye başladım.

 

"Boşuna kendini kasma. Hiçbir şey yapamaz. O kadar yersiz bir özgüveni var ki ona kılımı bile kıpırdatmadan neler yaparım öğrense aklı şaşar. Boşuna kendini yoruyor. Ben onun emellerini öyle bir hüsrana uğratırım ki anlayamaz neyi ne zaman yaptığımı." Rosa 'nın bu söylemini duyunca en çokta kendisi için bu uğraşı vereceğini anlamamak aptallık olurdu.

 

" Tabii ki ona neler yapacağını biliyorum. Sonuçta sevdiğin adamın senden uzak kalmasını istemediğin için en çokta bunları yaparsın. Zaten Emma benim gözümde o kadar da büyütülecek bir yere sahip değil. Kendisi asıl bunları yapınca benim ona yapacaklarımı bir düşünsün de ona göre hareket etsin. Ama şimdi yapmam gereken şeyin ne olduğunu biliyorsun. Önceliğimiz bu sonrasına sonra bakarız. "demiş ve bakışlarımda yatan çaresizlik ve korku ne yapmam gerektiğini bilmediğimi belli etmişti. O an önümde tamamlanmış olan çizime baktım.

 

Bu kadar zor olmamalı bu mabedi bulmak. Sonuçta hayali bir mabed olsaydı onu öngörülüyle görmezdim değil mi? Bu zamana kadar bana ne öngörülüyle gösterildiyse hepsi gerçekleşti. Bu da öyle olacak eminim.

 

Elimde tuttuğum çizimi eninde sonunda çıplak gözle gözle göreceğimden hiç şüphem yok. Ama bunun ne zaman olacağını kestirememek canımı sıkan şey ya.

 

Bence çok yakında her şey ortaya çıkacak. Ama nasıl bir son beni bekliyor emin değilim. Bu zamana kadar hiçbir şey benim için kolay olmadığı için bununda beni epeyce zorlayacağından hiç şüphem yok ne yazık ki.

 

" Yaptığın şey doğru mu sence? "diye bir ses duyduğum anda hemen sağ tarafa doğru başımı çevirdim ve o an Ahrar 'ın omzunu ağacın gövdesine yaslamış ve bana yukarıdan kınayan bakışlarla baktığını gördüm.

 

Ne ara yanıma sessizce, hiç belli etmeden geldi? Hiç fark etmemiştim. Sonra dediklerini idrak etmeye başlayınca neyi kast ettiğini anlamış oldum. Sanırım Süreyya hanım ve Emma' yı dinlediğimi görmüş olmalı. O an utanmadım desem yalan olurdu. Ama benim yapacağın bir şey yoktu. Sonuçta onlar benim olduğum yere geldi ben değil mi? Haksız savunmamı kendim bile yersiz buldum. Bir de o duysa aynı düşünce olurdu.

 

O an utanç içerisinde olmama rağmen hiçbir şekilde suçum yokmuş gibi davrandım. Çünkü adamın yüzüne baka baka ne var dinledim, işime yarayan şeyler öğrendim diyemezdim ya!

 

"Benim bir kabahatim yok. Sonuçta onlar benim olduğum yere geldi. Bile isteye yaptığım bir şey değil ya ." diye gereksiz bir şekilde kendimi savunmam, onun alaycı bir gülümsemeyle bana bakıp, ya öyle mi diyorsun dercesine bakıp, sanki bana hak veriyormuş gibi birkaç saniye kafasını olumlu anlamda sallaması, ardından tekrar onun yumuşak, keyifli sesi kulaklarıma ulaştı.

 

Halim onu baya keyiflendirmişti ve bunu saklamıyor, hatta bu keyfiyle birde benimle uğraşıyordu. Paşamız nedense çok mutlu. Ama ben utanç içinde kırmızıya dönmüştüm kimin umurunda ki! Ağaca yaslı olduğu omzuna doğru başını eğmiş, bana hak veren bir yüz ifadesiyle bakınca, bana hak verdiği düşüncesine kapıldım ta ki cümleleri kulağıma ulaşana kadar.

 

"Sana inanıyorum ama bu onları dinlemediğin anlamına gelmiyor." diye beni yargılayan sesi bir anda kaşlarımı çatarak ona bakmamı sağladı. Ne var yani dinlediysem? Hem bir anda her şey oldu kendi iradem dışında bu olay içerisinde kendimi buldum ve birden olayın dinleyicisi oldum.

 

Bu cümlesi ardından söylediklerine verdiğim tepki omzumu silkmek olmuş sonrasında onun cümlelerine cevap vermek için konuşmuştum.

 

"Ne yapayım o arada kulaklarımı mı tıkamamı bekliyordun?" dedim pat diye aniden. Bu ani çıkışım onun gülümsemesinin daha da genişlemesine sebebiyet verdi. " Alt tarafı kulak misafiri oldum! Abartma istersen sanki görende devlet sırrını duydum sanacak!" olayın bu denli büyümesini saçma bulmuş bir edayla ona bakıp devam ettim konuşmaya. "Onlarda ulu orta yerde konuşmasalardı. Bunun kabahati tamamen onlarda." dedim ama Ahrar bu dediklerime sadece hay hay sen haklısın dercesine rahat bir baş sallamasıyla karşılık vermesi o anda saklı köşelerde saklanan öfkemin açığa çıkmasına sebep oldu. Gözlerimi kısmış, bana yönelik olan bu bakışlarını sorgulamaya başladım.

"Yani suçlu benmişim gibi birde böyle bakmıyor musun sinirlerimi bozuyorsun." diye onu azarlamış ve yaptığının beni rahatsız ettiğini söylemiştim. Baktım beni kaale almıyor beyefendi o anda yüksek orana sahip öfkeme kapılıp saçma sapan girişimlere giriştim.

 

" Kime ne anlatıyorum ki! "diye hızlı hızlı konuşup, yaptığım bu çıkış onun aniden yüz ifadesinin donuklaşmasını sağlamıştı.

 

Burada daha fazla durmanın bir anlamı olmadığını anlayınca harekete geçmiştim, sözlerimden hemen sonra olduğum yerde. Ama göz ucuyla ona bakmaya devam ediyordum. Ve paşamız gayette keyifle olduğu yerde dikiliyordu. Eminim ki içten içe baya gülüyordur. Sırf ben ona kızmayayım diye de yüz ifadesi donuklaşmıştı. Yaptığım çizimi toplamaya ve olduğum yerden ayrılmaya başlamışken birden Ahrar kıkırdamış ve sanki küçük küskün bir çocuğu ikna eden bir tınıda benimle konuşmaya başlamıştı.

 

" Tamam tamam hemen kızma! Sadece ne yapacaksın diye merak ettim söylediklerime karşı. Yoksa gördüm onların senin olduğun yere geldiğini ve seninde tam gitmek üzereyken birden ne duyduysan aniden olduğun yerde merakla kaldığını. Artık ne duydun bilmiyorum ama keyfin iyiden iyiye o anda kaçtı. "cümleleri sonrasında anladığım şey epeydir beni izlediğiydi. Neden peki? Neden beni izledi onca süre? Sonuçta onun merak edeceği biri değilim hayatında. Ben kendi kendime çıkarımda bulunurken aklıma takılan bir şey anında yüz ifademin değişikliğe uğramasına sebebiyet verdi.

 

Bakışlarımı kısarak ona bakınca bir anda neden yüz ifademin değişip durduğunu anlamaya çalışırken aniden konuştum.

 

" Sen onca zamandır beni mi izliyordun?"diye sormamla aniden yüz ifadesi değişti ve o anda sesli bir şekilde öksürdü ve hemen sonra yüz ifadesini toplamaya çalıştı sonrasında hemen düz bir ifadeyle bana bakıp konuştu.

 

O sırada bende yerden doğrulup elimde tuttuğum çizimle yönümü ona dönüp birkaç adım atarak ona doğru ilerledim ve karşı karşıya geldik.

 

" Seni izlediğimi de nereden çıkardın ki ? Bende bahçede bulunuyordu. Hem–" demiş ve tam devam edeceği anda birden bakışları elimdeki çizime kaydığı anda kaşlarını çatıp hemen elimde tuttuğum çizimi işaret etmişti.

 

"Neden bu mabedi çizdin ki?" demesiyle aniden bu sefer merakla bakan ben olmuştum. Bu mabedi biliyor muydu? Umarım biliyordur.

 

"Sen bu mabedi biliyor musun?" diye sorunca yavaşça kafasını salladı aşağı yukarı. "Peki bu mabedin nerede olduğunu biliyor musun?" dedim bu sefer de başka bir soru sorarak. Biliyor Ahrar çünkü bu benim için değil senin için önemli bir şeydi.

 

"Aslında tam yerini değil ama bulunduğu krallığı biliyorum." demişti. O anda az da olsa bir bilgiye ulaşmış olmak bana büyük bir rahatlama sağladı.

 

"Tamam nerede bu krallık?" diye sorunca Ahrar o anda ifadesini değirştip bana bir adım daha atıp aramızdaki masafeyi en aza indirdi.

 

" Sana söylemesine söylerim ama benim bu işten ne gibi bir kazancım olacak?" dediği anda 'hayatın' demek istedim ama diyemedim. Çizim o anda büyüyle elimden yok oldu ve yavaş bir şekilde iki elimi belimin arkasında birleştirip ona kınayan bir ifadeyle baktım.

 

"Ne o her şey senin için kazançtan mı ibaret? İyilik nedir bilmez misin sen?" dedim yargılayıcı bir üslupla. Onun lacivert harelerine baktığımda bir yabancıya bakıyor hissiyle dolup taşmam canımı yakmıştı. Ne çok bana yabancı gelen şeylere sahipti şu an.

 

" Bunu bilmiyor olamazsın? Sonuçta beni tanıyorsun ya bunu isteyeceğimi tahmin etmen lazımdı ." dediği anda beni ne denli yaraladığından habersizdi.

 

Ona kırgın bir bakışla bakmış ve duygularımı saklamadan konuşmuştum.

 

"Benim tanıdığım Ahrar benim için her şeyi yapar bundan bir kazanç elde etmeyi asla düşünmezdi. Hatta bazen ben bile farkında olmadan benim için çok şey yapmıştın. Ama şimdi böyle değil. Bunu çok iyi gösteriyorsun. Ve bir şeyi anlamamı sağlıyorsun. Ben senin fedakarlık özelliğini de ortaya çıkarmış, bencilliğini yok etmişim. Ama şimdi varlığım senden alınınca eski özelliklerin geri gelmiş. "demiştim.

 

Bu sözlerimi duyduğu anda Ahrar o kadar sarsıldı ki bir şey demek için herhangi bir eylemde bulunmadı. Söylediğim şeyler onun için başka bir pencereden bana bakmasını sağladı. Onun ne denli benle yeniden var olduğunu anlamasını sağlamıştı. Birkaç adım geriye doğru çekildim.

 

"Senden bir şey duymak istemiyorum artık. Kendi başıma hallederim. Bu zamana kadar hep yaptığım buydu zaten. Neyse daha fazla seni kendi varlığımla rahatsız etmeyeyim." demiş ve olduğum yerden harekete geçip onun yanından uzaklaşmaya başlamıştım.

 

Çardağın ön kısmına doğru ilerlemiştim ki birden arkamdan onun sesini duydum.

 

" Fahlerno Krallığı'nda aradığın mabed. "

 

Bu cümlesini duyunca yüzümde bir tebessüm oluşmuştu. Zamanla.... Her şey zamanala yerli yerine oturacaktı.

 

Ona dönüp bakmadan konuşmuştum.

 

"Benden bir teşekkür bekliyorsanız bu asla olmayacak." demiştim ve daha fazla olduğum yerde oyalanmadan uzaklaşıp kuleye doğru ilerlemeyi sürdürdüm.

 

Kuleden içeri girince hemen ilk durağım Yasaklı Kütüphane oldu. Bakalım bu krallık nerede ve ne gibi özelliğe sahipti?

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Yasaklı Kütüphaneye geldiğim anda içerideki karanlığı küçük büyüyle aydınlatmak zorunda kalmıştım. Buraya fazla kişi gelemezdi. Gelmek için izin almaları gerekiyordu. Neyseki ben böyle niz izne tabi değildim. Kütüphanenin tam ortasına geldiğim anda bakışlarımı etrafa çevirdim. Şimdi nereden başlamam gerekiyor?

 

"Krallıklarla ilgili bir alan var şu en köşede. Küçük pencerenin olduğu alanda en alt rafta bulunuyor."

 

Rosa 'nın bilgilendirmesiyle anında adımlarımı oraya yöneltim.

 

"Vay buraya hakimiyeti kurmuşsun ben farkına varmadan. Bravo sana. Umarım aradığımız şu krallık bu rafta bulunan kitaplarda yer alıyordur." sözlerimden hemen sonra adımlarımı Rosa' nın dediği alana doğru yönlendirdim.

 

Kütüphanenin sağ tarafına doğru ilerlemiş, küçük pencerenin yanında duran kitaplığa doğru yol almıştım. Kitaplığın olduğu alana gelince hemen kitabın olduğu rafa bakmıştım. Rafta beyaz eski ciltli bir kitap vardı.

 

"Dediğin bu mu?" diye sorunca aniden cevabımı aldım.

 

"Evet aradığın burada olmalı. Değilse başka bir şey yapmamız gerekecek." içimden umarım böyle bir çabaya gerek kalmaz diye dua ede ede rafa doğru yönelip kitabı olduğu yerden alıp, kitabı iki elimle kavrayıp, gözüme kestirdiğim bir masaya doğru ilerledim.

 

Boş masaya geçince ilk iş kitabı aniden açıp içindekileri okumak oldu. Birden fazla adını ilk defa duyduğum krallıkların ismini okurken içindekilerin alfabetik sırasına göre ' f' harfinin olduğu alana gözlerimi çevirdim. İşaret parmağımı sırasıyla yukarıdan aşağıya doğru indirip f harfinde bulunan krallık isimlerini okudum. Sonunda istediğim ismi görünce dudaklarım iki yana kıvrıldı. Sonunda Fahlerno Krallığını bulmuştum. Anında bulunduğu sayfayı açmaya çalıştım.

 

Bulunduğu sayfayı bulunca hemen sayfada yazılanları okumaya başladım.

 

İlk satırlarda işte kuruluşu, krallıkların başında bulunan krallar vs. bulunuyordu. Bunları es geçip hemen benim için önemli olan bilgiyi bulmaya çalıştım. Nerdeyse üç sayfa geçmiş ve krallıklarda bulunan önemli alanlar başlığına denk geldiğim anda aradığım mabedi buldum.

 

Mabed bir kadının sevdiği asma için inşa ettiği bir yerdi. Onun için inşa etmiş ve her gün oraya uğrayarak onun varlığını bu şekilde anmaya çalışmış. Sonrasında birden kadının ortadan yok olduğunu ve sonrasında o sevdiği adamın birden ortaya çıkışı kitapta yer alıyordu.

 

"Nasıl yani? Şimdi kadın ölmüş ve adam mı hayata geri dönmüş? Burada biraz ikilik var." diyen Rosa 'yla anında onu onayladım.

 

"Acaba bir bedel uğuruna mı adam hayata döndü? Belki de kendini sundu bedelde olamaz mı?" dedim kendi kanaatimce.

 

"Emira ama sende büyüde sevdiği adam için bedel ödeyen biri olduğunu biliyorsun. Yok olduğu yazmıyor ki!" demesiyle Rosa anında ona cevap verdim.

 

"Belki de yok olmadı. Sadece görünmez oldu." dememe karşı bu söylediklerim onun kafasını karıştırdı. "Şimdi ne anlatıyorsun diyeceksin. Söyleyeyim Rosa. Sence bu bedel sonunda kim bu büyünün görevini üstlendi? Ve mabed nasıl ayakta duruyor hâlâ? Cevabını veriyorum. Mabette bedel öderken bence bir şekilde kadın bedenini sundu sevdiği adam geri gelsin diye. Bedeni ölü ama ruhu hâlâ hayatta. Yani ruhu o mabed içerisinde sıkıştı. Ve şu an o mabede giderek bende bir bedel ödemem gerekiyor. "düşüncelerimi sesli dile getirmiş ve bu olursa ne olur diye kendi kendime düşünmüştüm.

 

" Her bedel aynı olcak değil ya. Belki de senin ödeyeceğin bedel daha farklı olcak. Bence sen aynı bedeli demeyeceksin. Hem ne belli belki de kadın bedeli yerine getirmedi ve bunun önüne geçmek için kendini feda etmiş olabilir." Bu söylemine karşı bilmiyorum dercesine omzumu silktim.

 

" Her şey olabilir şu saatten sonra. Önemli olansa Rosa benim içerisinde olduğum zaman diliminde ne yapacağımdır."diyerek konuyu kapatıp benim için önem arz eden konuya dönem oldu.

 

Kaldığım yerden kalan bilgileri okumaya başladım. Mabedin tahmini yeri eskiden olan bir arazide bulunuyordu. Ama sonradan arazide koca bir çatırdama sesinden sonra arazi içe çökmüş ve sonrasında bir daha o araziye kimse gitmemiş çünkü çok derin bir çukura sahip olduğu için çoğu kişi için tehlike arz ediyormuş.

 

Bunları dikkate alarak öğrendim bilgilerle bir an önce hareket etmem gerektiğinin farkında olarak bu geceden sonra bunun için bir şeyler yapmam gerekiyordu.

 

Ben kendi kendime düşünürken birden kütüphanenin kapalı olan kapısının arkasından gelen sesler olduğun yerden kalkmamı ve elimde bulunan kitapla aniden kendimi büyüyle görünmez olmamı sağladı.

 

Birden kapı açıldı ve hemen içeriye bir çalışan girdi. Bu kütüphaneden sorumlu olan Henry 'di. Hemen arkasından da içeriye Ahrar girince kaşlarımı çattım. Ne arıyordu burada?

 

Ahrar içeri girip kütüphanede bulunan raflara doğru ilerlerken arkasında bulunan Henry kapıyı kapatmış ve Ahrar' ı burada benimle yalnız bırakmıştı.

 

Neden buraya geldi acaba? Ben kendi kendime burada olma sebebini ararken birden Ahrar gelişi güzel lacivert hareleriyle içeriye üsten bakmış ve bakışlarında yatan kararsızlıkla içeriyi süzmüştü. Her zaman ki gibi simsiyahlar içerisindeki haliyle önümde duruyordu. Uzattığı kirli sakalları, donuk yüz ifadeleri bana eski Ahrar 'ı hatırlatıyordu. Olduğu yerde acelesiz bir şekilde harekete geçti ve gözüne kestirmiş olduğu rafa ilerlerken birden konuşmasıyla olduğum yerde korku içerisinde kaldım.

 

"Senin yüzünden buradayım ve bana yardım edeceğine avel avel bakıyorsun!" sinirli sesi kulağıma ulaşınca işaret parmağımı kendime doğrultup ben mi dercesine karşılık verdim.

 

Ben ona böyle bir şey demedim ki? Ahrar o anda sağ eliyle boynunu sıvazladı. Hareleri hızla içeriye isteksiz bir bakış atıp sonrasında hemen bakışlarını önündeki rafa çevirdi. Hızla alıp verdiği solukları göğsünün şiddetle şişip inmesini sağlıyordu. Neye bu kadar kızmıştı? Sebebi neydi?

 

"Bana Emira 'ya olan kaba davranışımı düzeltmem için öneride bulundun ve sana yardım ederim dedin ama şimdi öylesine kendi kabuğuna çekildin. Şimdi bana yardım et ve bu koca kütüphanede dediğin kitabı ona vermemi sağla!" buyurgan sesi bir an önce bu işten kurtulmak için can atıyordu. Ama nedense bakışları şu anda tam tersini yansıtıyordu. O kitabı biran önce bulup bana vermek istiyordu. Acaba ben mi yanılıyorum yoksa?

 

Bir anda içeride Yitik Ruh 'un o bariton, keskin ve iç karartan sesi duyuldu.

 

"Biraz kendin çabala belki de sana kitabın yerini söylerim. Belki bu sayede artık kıza kaba davranmayı kesersin. Biraz nezaketen de olsa ona ılımlı davransan bir yerin incinmez ya da o kaf dağında olan egon yerle bir olmaz. Kız her şeye rağmen sana iyi davranıyor ama sen ne yapıyorsun! "Rosa 'nın sevdiği şu Yitik Ruh' un bu şekilde bir yaklaşımı Ahrar 'a karşı olduğunu bilmiyordum. Bildiğin benim gönlümü alsın diye ona fikirde bulunuyor gibi duruyordu.

 

Fakat onca deneyimim olduğu için bunu benim için değil de Ahrar' ın huyuma giderek ona iyi davranıp bu sayede kendisi kendi emeline ulaşmak için yaptığını biliyorum.

 

"Görende Emira 'yı düşünür sanır. İşin gücün şu ruha ulaşmak değilde ne!" diye çıkışınca Ahrar hemen yanıtı verdi şu bencil Yitik Ruh.

 

"Sonuçta Rosa onun bedeninde ve bu Emira' yı da umursamam gerektiğini gösteriyor." demesiyle 'ya çok sağ ol az da olsa bir yönden umurunda olduğum için ne kadar mutlu oldum' demek istedim. Bakışlarımı kısıp anında Rosa 'ya seslendim. Kurmuş olduğum kalkan bizi onlardan saklıyordu. Bir kere daha kendimle gurur duydum. Çok doğru bir karar almıştım.

 

"Şu Yitik Ruh sevdiceğinin ne kadar bencil olduğunu atlamışsın bana o kadar ondan bahşetmiş olmana rağmen." Bu cümlelerimde yatan ikaz Rosa 'ya bir uyarı ve bir daha Ahrar' ın bazı özelliklerini eleştirirken bana iki de bir nasıl böyle bir adamı sevdin demesine karşı bir uyarıydı.

 

" Ne var sanki Ahrar konu senken her şeyi önemserdi. O sana karşı iyiydi. Diğerlerine eski nevale bir insan değil miydi?" Bu dediğine bir şey diyemedim çünkü doğruydu. Ahrar gerçekten şu Yitik Ruh 'la ortak özelliklere sahipti.

 

"Tamam onu bunu boş ver ve bir an önce şu kitabı bulup şu lanet olası yerden ayrılmak istiyorum." dediği anda Yitik Ruh' un dediği cümle nefes almamamı sağladı.

 

"Demiyorsun Emira 'yı bir an önce görmek istiyorum. Ona bu kitabı verdiğin an alacağı o yüz ifadesi ve mutlu olunca yüzünde oluşacak gülümsemeyi görmek için can attığını bilmiyorum sanma." Yitik Ruh bunları dediği anda hemen bakışlarımı pür dikkat Ahrar' a çevirdim. Ve bu cümlelerle takınacağı yüz ifadesini görmek istedim. Nefesimi tutmuş ve bir bir verdiği tepkiye odaklandım.

 

O an duydukları Ahrar 'da kaşlarınım çatılmasını sağladı sonrasında bakışları kısıldı ve Yitik Ruh' un dediği şeyleri düşünmeye başladı. Zihninde söylediklerini tartıyor gibi geldi bana o an. Sonra Ahrar derin bir nefes alıp sol eliyle uzun sakallarını sıvazladı. Lacivert irisleri usulca kitapları taradı ve dudaklarından hiç beklemeyeceğim cümleler döküldü.

 

"Onu kırdığımı fark ettim. Mavi hareleri kırıldığı anda donuk bir ifadeye dönüşüyor ve o an herkese bariyer kuruyor, kimse ne hissettiğini anlamasın diye. Ve kimse onun ne düşündüğünü anlamasın diye. Bilmiyorum ama onu kırdığım her an kendime kızıyorum ve yaptığım şeyden pişmanlık duyuyorum. Acaba onu unutmadığım anlarda da hep onu kırıyor muydum? Eğer böyle bir şey yapmışlığım varsa onun gönlünü nasıl alıyordum? "diye saf düşüncelerini söylediği anda bu saydam hali ona olan tüm bariyerlerimi yıkıp geçti. Ona olan hislerim açığa çıktı.

 

" Sanmıyorum onu fazla kırdığını. Kırmışsan bile anında telafi etmişsin şu an bile onu hatırlamadığın halde anında onun gönlünü almak için uğraş veriyorsan önceki Ahrar bunu yapmaya cüret etmiyor ve dikkat ediyor olmalı." Bu Yitik Ruh 'un sözleri Ahrar 'ın derin bir nefes almasını sağladı.

 

" O halde ona yardımcı olacak kitabı ona bulmalı ve ona vermeliyim. Umarım bulur ve ona ulaşmasını sağladığım an işine yarar ve bu sayede bana olan kırgınlığı yok olur. "der demez harekete geçti ve gözüne kestirmiş olduğu rafa doğru ilerledi.

 

Ahrar aradığı her neyse onu ararken buradan hiç istemesem de gitmek zorunda olduğum için mecbur ayrılmam gerekiyordu.

 

Yasaklı Kütüphane'den çıkmış odama geçtiğimde aniden Rosa 'nın tiz sesi kulaklarıma ulaştı.

 

"Neden söylemedin kitabı bulduğunu ya da onun sende olduğunu belli etmeyi?"

 

"Bilmiyorum belki de biraz benim için çabalaması hoşuma gitti. Hem biraz çabalasın. Ne var ki sonunda aradığını bulmayacak ama yine de zamanını ayrıp benim için bir şey yapacak. Belki de bu sayede biraz da olsa Emma 'nın etrafında olmaz ve az da olsa Ahrar tek kalarak benim de içimin rahat etmesini sağlar. "dedim cevabı anında söylerken.

 

" Hım bu açıdan hiç düşünmemiştim. Aslında haklısın o sülük Emma' da biraz uzak dursunlar ve belki de ben bir şey yapar bu olayın onun kulağına gitmesini sağlarım. Bu sayede o da nerede durması gerektiğini anlar. Tamam bence çok mantıklı bir karar almışsın seni tebrik ediyorum. " diyince onun bu söylemine sadece başımı inanılmazsın dercesine sallamış ve kendi işime odaklanmıştım.

 

Adımlarım şöminenin önünde duran tekli koltuklara doğru yönelmişti. Tekli koltuğa oturup kitabı dizlerimin üstüne bıraktım. Kitabı yeterince incelemiştim. Sırada o yere gidip o mabedi bulma zamanıydı.

 

"Ne zaman gitmeyi düşünüyorsun?" Bu soruyu duyduğum anda bilmem dercesine omzumu silktim.

 

"Her hakkında pek bilgim yok. Ve orayı bulunca ne yapacağımı bilmiyorum. Şu an nasıl bir yol izlemem gerek emin değilim. Belki de biraz düşünmeli ve ona göre hareket etmeliyim. Sende bu konuda bana yardımcı olur musun?" dediğim anda anında beni onayladı.

 

Rosa gittiği anda bende kendi kabuğuma çekildim. Bir şekilde bu işi halletmem gerek. Düşüncelere dalmışken aklıma kütüphanedeki olay geldi. Her ne kadar aramız şu an iyi olmasa da benim için yaptığı şey beni çok mutlu etti. Sözleri zaten ayrı beni mutlu etmişti. O an ona sımsıkı sarılmamak için kendimi zor tuttum.

 

Bir an gerçekten eski Ahrar vardı sanki karşımda bunu hissetmiştim. Ve onu ne kadar özlediğimi fark ettim bir daha. Eskiden onun varlığının yanında bana olan sevgisi de vardı. Ben ve Ahrar hiçbir zaman tam anlamıyla bir çift olamamıştık ama onca şeye rağmen bir arada olduğumuz anlar benim için çok kıymetliydi. Ahrar 'ın bana olan sonsuz desteği vardı. Belki de onca şeyle ettiğim mücadelede benim güç kaynağım sadece oydu. Ve şu an onun için yine bir şeyler yapıyordum ama şu an güç kaynağım eskisi gibi değildi. Belki de ondandır bu kadar anında geriye düşmelerim.

 

Başımı arkaya yatırıp koltuğun kenarına yasladım. Onca şey var halletmem gereken ve ben nereden başlayıp, bitirmeliydim emin olamıyorum. Elimdeki kitabı anında önümdeki sehpanın üstünde bırakıp ayağa kalktım. Belki de yarın erkenden krallığa bir ziyaret yapmalıydım. Sonrasını orayı gördükten sonra düşünmeliyim.

 

Giysi odasına geçip banyoda kısa bir duş alıp akşam olana kadar biraz dinlenmek istiyorum. Sonra yarın için hazırlık yapacaktım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Denilene göre ; iki ruh bir araya geldiği anda tüm evren engelleri yok eder, onları kendileriyle baş başa bırakırmış. Evren onlar için yeni bir düzen kurarmış. Bu ruhlara özgü bir armağanmış.

 

Denilene göre ; iki ruhtan biri en dayanılmaz acılara baş ederken diğer ruh tek bir acıyla yerle bir olurmuş. Onu kurtaransa her acıyla sınanan ruh olurmuş. Onca acıya rağmen diğer yarısı olan ruh için yeni acılarla baş etmekten çekinmezmiş.

 

Denilene göre ; her daim en çok seven değil en çok fedakarlık yapan ilk hayattan ayrılan olurmuş. Bedenini ilk terk eden ruh yaşama veda ederek diğer ruhu yapayalnız bırakanmış. Acı dolu bir gerçek değilde ne?

 

Dünyanın en hassas parçalanbilen kalbine sahiptim belki de. Ondandır her şey sonrasında tüm hislerimin yavaşça kalbimi terk edişi. Ondandır hislerimi muhafaza edişim. Ondandır sevgiden kaçışım. Ondandır hayatta hep sevgiyle sınanışım. Sevinin benim için en büyük mücadele oluşu. Her şeyden korkmayan ben hislerimden korkuyorum. Çünkü bana en çok zarar veren olduğu için. Çünkü en derinden beni yaralayan o olduğu için. Korkuyorum çünkü biliyorum sonumun ne hale geleceğinizi belki de. O son beni bulamasın diyedir belki de bu çırpınışlarım kim bilir?

 

Hiç saydınız mı? Kaç gece ağladığınızı? Kaç gece nefessiz kaldığınızı? Kaç gece ölmek istediğinizi ? Ben saydım. Kaç gece ağladığımı. Kaç gece nefessiz kaldığımı. Kaç gece ölmek istediğimi. Kaç gece acıdan yerle yeksan olduğumu. Kaç gece hüngür hüngür ağlayarak bu son olsun diye çığlıklar attığımı. Sonra ne mi oldu. Başa sardı her şey. Yeniden...Aynı yerden defalarca kez aynı acıyla sınandım, yaralandım, kanadım... Değişen bir şey olmadı. Ama değiştiren çok oldu. Her acı yeni bir deneyimdi. Her acı yeni bir bariyerdi. Her acı yeni bir kimlikti. Her acı yeni bir kişiliğe açılan kapıyı araladı. Hiçbirini seçemedim. Yeniden her daim kendim olmaya devam ettim.

 

Her acıydı beni mahveden ama her acıydı bana güç katan. Nasıl olurda bir yerden mahvederken bir yerden de ayağa kaldıran? Nasıl olurda bir yerden eksiltirken bir yerden fazlasıyla veren? Tuhaf... Yaşamım tuhaflıklarla dolu. Her an her şey yaşayabilecek bir yaşama sahibim. Her an yaşamdan derin bir acı alacak biriyim. Her an yaşamdam güzel bir nasihat alacak kıvamdayım. Yaşamın sundukları hiç bitmiyor ve hiçte bitmeyecek gibi.

 

Akşam olduğu anda odamdan çıkmış yemekhanenin yolunu tutmuştum. Hiç istemesem de yemeğe katılmam gerekiyordu. Koridorda ilerlerken biraz ileride ellerinde şakayık çiçeği gördüğüm bir kadın çalışanı durdum.

 

"Ah bu çiçekleri nereye götürüyorsun?" dediğim anda çalışan anında sorumu cevapladı.

 

"Süreyya hanım bu gece yemekhanede bu çiçeklerin olmasını istedi." Bunu demesiyle anında ya öylemi dercesine bakmış sonrasında kollarında duran şakayık demetinden altı adet şakayık çiçeğini almıştım rica ederek.

 

Çalışan kadın yanımdan ayrıldığı anda parmaklarım arasında duran altı adet şakayık çiçeğini kendim için taç yapmaya başladım. Ben koridorda durmuş, şakayık çiçeklerinin sapını birbirine bağlayıp kendim için taç yapmaya çalışadururken adım sesleri duymamla bakışlarımı yukarı kaldırıp bana doğru gelen kişiye baktım. Gelen kişi Süreyya hanımdı. Bakışlarında ne yaptığımı anlamaya çalışan bir ifade yer alıyordu. Birkaç adımda yanıma ulaşmış ve karşımda dikilmişti.

 

"Emira ne yapıyorsun burada koridorda durmuş?" merakla sorduğu soruyla cevap vermeden hemen önce sonunda bitirmiş olduğum şakayık tacını kafama yerleştirip ona gülümserken cevabı verdim.

 

"Bu akşam yemekhanede şakayık çiçeklerinin masada bulunmasını istemişsiniz. Bende görünce dayanamadım ve kendim için bir taç yapmaya karar verdim. Hem kıyafetimle de uyumlu oldu. Beyaz şakayık çiçekleri ve siyah kıyafetim." diyişimle Süreyya hanım Ah seninle ne yapacağım dercesine başını sallamış ve elini koluma yaslayıp ilerlemem için işarette bulunmuştu.

 

" Onca taca sahipsin, onca buraya ait kıyafetlerin var ama hiçbirini takmamak konusunda bu kadar ısrarın ne anlamıyorum." bu hayıflanmasına karşılık sadece istemiyorum dercesine omzumu silktim .

 

Süreyya hanım gerçek anlamda buraya ait olmamı istiyordu dış görünüşümle ama ben o kıyafetler arasında kendimi tuhaf hissediyorum ve giymesem daha rahat olacağımı bildiğim için giymemeyi tercih ediyorum. Nadiren bazı anlarda giymişliğim var ve o anlarda bile kendimi tuhaf hissediyordum.

 

"Size daha önce de söylemiştim. O kıyafetler içerisinde rahat değilim ve onları giymek beni rahatsız ediyor. Bence ben bu kıyafetlerimle kaldığım yerden devam edeyim." diye kibarca bu isteğinin benim tarafımdan asla yerine gelemeyeceğini bir kere daha dile getirmiştim.

 

Başımı ona doğru çevirmiş vereceği tepkiyi izlerken bir yandan da Süreyya hanımın adımlarına eş değer bir şekilde ilerliyordum. Süreyya hanım söylediğim cümleden sonra sadece yapacağım bir şey yok, sen nasıl istersen öyle olsun bakalım anlamında başını sallamış ve bu konuyu daha fazla uzatmadan yan yana benimle yemekhaneye doğru ilerlemişti. Yemekhanenin olduğu koridora ayak bastığımız anda Süreyya hanım tekrar konuşmuştu.

 

"Buraya geldiğin andan beri hep odanda ya da başka bir yerdesin. Eskisi gibi beni ziyarete gelmiyorsun." Bu haklı yakınmasına o an hemen cevap veremedim. Haklıydı. Neredeyse günlerdir sadece odam ve bahçe arasında mekik dokuyordum. Uzun zamandır herkesi boşalmıştım. Varisler ve Dennis 'i bile en son Victoria' nın düğününde görmüştüm. Baya oldu onlarla bir araya gelemeyişim.

 

"Kusura bakmayın son zamanlarda çok fazla şey yaşadım ve bu hayatımdaki bazı şeylerin biraz olsun aksamasına sebebiyet verdi. Ama en kısa zamanda her şey eskiye dönecek. Bunun sözünü verebilirim size.."bu cümleleri söylediğim anda Süreyya hanım öyle olsun bakalım demiş ve daha fazla bu konuyu üstelememişti.

 

Sonunda yemekhaneden içeri girmiş ve yavaşça oturacağımız masaya doğru ilerlemeye devam etmiştik. Bense o anda içerideki yoğun çiçek manzarasına bakmıştım. Yemekhanede bulunan tüm masada şakayık çiçeklerinin bulunduğu vazolar masada bulunuyordu. Bazı vazolar ise etraftaki duvara asılı rafların üstünde duruyordu. Bu gece için baya özenilmişti.

 

Masa örtüleri simsiyahtı, masadaki tabaklar, bıçaklar, çatallar, bardaklar, peçeteler bembeyazdı. Şakayık çiçeklerinin içinde olduğu vazolar siyahtı. İşin garip tarafı bugün yemekhane perdesi bile değişmiş ve bembeyaz devasa yere kadar uzanan perdeler asılmıştı. Soft bir ışık vardı içeride. Yukarıda asılı olan üç büyük avizenin içerisinde yer edinen mumlar bile siyah renge sahipti.

 

Bu gece konsept beyaz ve siyah renkti. Kuledeki çalışanlar bugün haddinden fazla özenenmişti bu görüntü için. Şaşkınlığımı yarıda kesip Süreyya hanım adımlarını takip edip masadaki yerime geçtim. Şansa bakın ki yemekhanenin konseptine baya uygun giyinmiştim. Göz ucuyla buradakilere bakmıştım ve herkesin kendisi veya yanındakiyle olan meşguliyetini görmüştüm. Masaya yaklaşıp kendi yerime geçtiğim anda masadakilerin biz oturduktan sonra yemeğini yemeye başladığını fark ettim. Herkes yemeği yemek için Süreyya hanımın gelmesini bekliyor olmalıydı.

 

Bende ufaktan boş tabağıma bir şeyler doldurmaya başlarken birden o rahatsız edici sesi duymamla aniden iştahım yavaşça kayboldu.

 

"Bu gece yemekhane ortamı çok güzel duruyor." diyen Emma 'yı masadakilerden bazıları sesli bir şekilde onaylamıştı.

 

Bense bakışlarımı olabildiğince herkesten uzak tutarak kendi yemeğime çevirmiştim. Tabağıma aldığım yiyecekleri yavaşça parmaklarım arasında tuttuğum çatal ve bıçakla parçalarken, sofrada konuşulan konuya olan isteksizliğime rağmen konuşmaları duymak zorunda oluyordum. Şimdi neden çoğu zaman buraya gelmekteki isteksizliğimi anlamış oldum.

 

Çatalın ucundaki lokmayı ağzıma alıp usulca çiğnerken birden ismimi duyunca tabağıma çevrili bakışlarımı usulca ismimi zikreden Emma 'ya çevirdim.

 

Yine bakışlarında yatan hırs, haset ve nefret ifadesiyle bana bakıyordu. Lokmamı usulca çiğnerken onu baştan aşağı inceledim. Üzerinde tenine asla uymayan ve çok sırıtan lacivert bir elbise vardı. Abartılı makyajıysa onun yaşını olduğundan büyük göstermişti. Şu an gözlerim bu gördüğüm göz kirliliğinden dolayı kan akıtıyordu.

 

"Her zamanki gibi çok sessizsiniz Prenses Emira." diye giriş cümlesini zikretmiş sonrasında aldığı geçişle söylemek istediği art niyetli cümleleri zikretmişti. "Bilmesek sizi burada zorla tutuyoruz sanır. Duruşunuzda böyle bir iz var." demesiyle anında ona sahte bir tebessümle gülmüş ve cümlelerine karşılık vermeye hazırlanmıştım.

 

"Herkes bilir ki kimse beni istemediğim yerde tutamaz. Ve herkes şunu da bilir ki istenmediğim yerde bir dakika bile durmayacağımı." diye ona meydan okuyan sesimle ve bakışlarımla karşılık vermiştim. Bu cümlelerim aslında hedefinin o olduğunu anında anladı ama anlamaza yattı çıkarı için.

 

" Ah özgürlüğüne bu kadar düşkün olan bir prensesi burada ne tutuyor? Sonuçta sizin ait olduğunuz yer burası değil yaşadığınız yer." dediğinde aslında buraya ait olmadığımı değilde biran önce buradan kendi ülkeme dönmemi istediğini söylüyordu.

 

"Bunu bana ait olmadığı yerde günlerdir duran kişi mi söylüyor? Ne tezatlık ama? Kendinizle çelişiyorsunuz." demiş ve ona çevrili olan soğuk bakışlarımı çekip önümdeki su bardağına çevirmiş, parmaklarımla kavradığım su bardağından birkaç yudum su içmiştim.

 

" Buraya sevdiğim insanları ziyaret etmeye geldiğimi bildiğinizi sanıyorum. "diye bana buradaki bulunma amacını söylediği anda su bardağını yerine koyup sırtımı sandalyeye yavaşça yaslayıp usulca bakışlarımı ona çektim. İlk an cevap vermedim ve ona isten bir bakış attım ve cümlesine düz, sakin bir ses tonuyla cevap verdim.

 

" Ben sizin aksinize neden burada olduğunuzu biliyorum ama siz hâlâ benim buradaki ne konumumu ne de bulunuşumu kavramış değilsiniz. Sanırım bazı şeyleri yanlış anlayan ben değil sizsiniz." diye konuşup ifadesiz halimle ona birkaç saniye daha baktıktan sonra uğradığı o dumur ifadesi ve benim ona olan galibiyetimin onda yarattığı öfkeyi daha fazla izlememiştim. Onu yok saymaya devam etmiştim hep yaptığım gibi.

 

Aslında anlaması gerekiyordu benim için o şu an hiçbir şekilde kaale almayacağım biri olduğu ve varlığının kendim için tehdit olarak görmediğimi. Söylediğim cümlelerden sonra uzun bir sessizlik olmuş ve herkes yemeğini sessizce kaldığı yerden yemeye devam etmişti. Taki aldığı mağlubiyeti daha sindirmeden Emma 'nın tekrardan konuşmasına kadar.

 

"Nedense konumunuza göre hareket etmiyor, ona göre davranmıyor, ona göre bir görünüşte bulunmuyorsunuz. Dışarıdan biri size baktığında sizi halktan biri sayar. Kimse bu kulenin bir prensesi olduğunuzu sanmaz. Bir prenseste bulunacak hiçbir şey şu an üzerinizde yok. Ne bir elbise... "demiş ve üzerimdeki siyah elbiseye bakmış sonrasında devam etmişti cümlesine" Ne bir taç... "yavaşça bakışları başımda duran şakayık çiçeğinden yaptığım taca çevrilmiş ve küçümseyen ifadesiyle halimi hor görmüştü." Bunlara sahip olmadığınız için dışarıdan kimse sizi konumunuza göre değerlendiremez. "demiş ve ışıltılı bakışlarıyla beni küçümsemesinin verdiği hazla beni izlemişti.

 

" Bunları taşımıyor oluşum bunlara sahip olmadığım anlamına gelmiyor. Her daim olmadığım biri gibi görünmeye çalışmadım. Herkes beni dış görünüşümle tanımadı. Yaptığım şeylerle tanıdı. Duruşumla tanıdı. Kuruduğum cümlelerle tanıdı. Ve hiçbir zaman sahip olmayacağım şeyler için uğraş vermedim. Kendimi bu kadar küçük düşürmedim. Kimseyle rekabet içerisinde olmadım. Çünkü kendimin farkındayım. Ve sahip olduğum şeyleri kimsenin gözüne gözüne sokmak gibi bir düşüncem yok. Ve sahip olduğum şeyleri kaybetmek gibi bir vurdumduymazlığım da yok. "dedikten sonra ona haddini bildirmiş olmanın keyfiyle yemeğime kaldığım yerden devam ettim. Zaten sonra da bir daha konuşmadı.

 

O an masadaki kişilerin hallerinden bana Rosa bahsetti. Her ne kadar ben onları görmüyor olsam da Rosa hepsinin benim cümlemden sonra bana olan bakışlarını bana tek tek aktarmıştı. Hepsinin bendeki bu sakinlik ve kendinden ödün vermeden Emma 'ya had bildirmemi bıyık altından memnuniyetle karşıladığını iletmişti.

 

Hatta Ahrar' ın benim konuşmamdan önce Emma' ya olan o kızgın bakışın sonradan cümlelerimi duymasıyla yavaşça dudaklarının kırılmasını ve lacivert harelerindeki ifadenin değişmesine neden olduğunu söyledi. Keşke o an çaktırmadan baksaydım dedim kendi kendime ama bunu yapsaydım, dediğim şeylerin onun için olduğunu anlardı. Olabildiğince altı kapalı bir şekilde ona Ahrar 'ın bana ait olduğunu söylemiştim. Umarım Ahrar anlamamıştır.

 

Yemek yenmeye devam ederken masadakiler daha fazla ben ve Emma arasında olan gerilim devam etmesin diye başka bir konu açmışlardı. Eminim ki bu Süreyya hanımın bana çaktırmadan yaptığı bir şeydi. Çünkü biliyordu eğer Emma bu konuşmasını sürdürmeye devam etmesi takdirinde bende onu alttan almayarak ona haddini bildirecek ve burada bir olay çıkarmadan geceyi bitirmeyeceğimi biliyordu.

 

Elimde olamadan yaptıklarım yüzünden suçlanacak değilim diye düşünüyorum. Hem bu kadın yeterince burada zaman geçirdi. Bildiğiniz kuleye yerleşti. Ben bile onun kadar burada düzen kurmuş değilim. Anlamadığım bunun ailesi filan yok mu? Hiç mi bir işi yokta uzun zamandır burada kalıyor anlamış değilim. Ben bile çoğu zaman başımdaki işlerden dolayı ara sıra yemekhaneye geliyorum, kuleye dönüyorum ama o her daim insanlarla iç içe, hiç kendi odasına çekilmiyor, hiç başka bir şeyle uğraşmıyor.

 

Boşa geçmiş bir ömür mü daha kötü dersiniz yoksa boşa geçmiş onca değerli zaman mı? Ben ikincisi daha kötü derim. Çünkü yaptıklarınız ömrünüzü şekillendirir ama Emma bunun için herhangi bir şey yapmıyor. Zihnimin köşelerinde saklı düşünceler açığa çıkarken daha fazla düşünmek istemediğim için masadaki konuya odaklandım.

 

Arın hoca masada bir öğrenci hakkında konuşuyor, diğer eğitmenlerde onun dediklerini kendi düşünceleriyle destekliyordu. Duyduğum kadarıyla başarılı bir öğrenciydi. Yoksa onca kişi ne demeye onu övsün ki? İşin doğrusu merak ettim bu öğrenciyi. Çünkü olabildiğince kendimi buradaki eğitim derslerinden soyutlamış olduğum için en son ne gibi eğitim dersleri veriliyor bilmiyordum. Hatta son zamanlarda burada ne oluyor onu bile bilmiyorum desem yalan olmaz. Çoğu şeyden fazlasıyla uzak kalmışım desenize.

 

Yemeğim bitince bakışlarımı masada hâlâ konuşmaya devam eden Arın hocaya çevirdim.

 

"Bence biraz daha üzerine düşülse ve başka yerlerde de eğitimini tamamlasa çok iyi bir eğitimle bizi bile geçecek potansiyele sahip." Bunu demesiyle masadaki bazıları onu onayladı. Tek kaşımı çatıp bahsettiği bu kişiyi daha çok bilme istediğimi arttırdı Arın hoca.

 

Demek burada sadece eğitime kendini verenler de oluyordu. Çoğu öğrenci burada sadece eğitimini tamamlamak için uğraşıyor, fazla ve onun için önemli olacak bilgileri edinmek gibi bir uğraşlara pek girmiyorlardı. Hepsi için büyük öneme sahip olacak bu bilgiler onlar için pek değer arz etmiyor maalesef ki.

 

Eğitmenlerden yeni kuleye gelen kadın eğitmen Eva hanım da Arın hocayı destekleyen cümlesi masada ses buldu. "Ah çok doğru söylüyorsunuz Arın hoca. Geçen derste daha önce değinmediğim konuya yönelik olan bilgisi beni hayran bıraktı kendisine. Çok başarılı ve çok azimli bir öğrenci kendisi." diyerek bir kez daha şaşkın şaşkın konuyu dinlememi sağladı.

 

Vay canına demek bilgilere aç bir insan. Doğrusu ismini merak ettim. İsmini anmadan onun hakkında bahsettikleri için kim olduğunu da anlayamazdım ki.

 

Bir anda masanın başında oturan ve uzun zamandır hiç konuşmayan Turul bey konuşunca masadaki çoğu kişi konuştuğu anda ona bakışlarını çıkardı. Bense hâlâ masadaki Arın hocaya bakıyor ve bu kadar övdüğü kişi kim diye düşünüyordum.

 

"Bu kadar mest edilen öğrenci kim doğrusu merak ettim. Bu kulede bu kadar öğrenmeye istekli olan bir kişi vardı. Ondan başka kimse bu kadar bir şeyleri öğrenmek ve onu faaliyete sokmak için bunca uğraş vermedi bu zamana kadar." dediği anda Turul bey kimden bahsettiğini merak ettim.

 

Çünkü hiç buradaki herhangi bir öğrenci ile sohbeti olduğunu ya da destek verdiği bir öğrenci olduğunu görmemiştim. Ben saf saf etrafıma bakıp kimi kast ettiğini anlamaya çalışırken hiç ummadık bir şey oldu. Bakışlarımı ona usulca çıkardım ve bahsettiği kişi kim anlamak için ona baktım. Belki de buradaki eğitmenlerden biriydi belki de.

 

Ve o an bakışları benim üzerimde olduğunu anladığım anda dumura uğramış halimle masadakilere dönen bakışlarım çoğu kişinin Turul bey gibi bana baktığını fark ettiğim an, zihnimde ışık yanmıştı. Bahsettiği kişinin ben olduğumu anlamıştım oldum. Ne yani beni takdir mi etmişti onca kişi arasında? Vay canına bunu gerçekten beklemiyordum. Ben eski öğrencilerini kast ettiğini düşünmüştüm. Bir ara Süreyya hanımın olduğu tarafa kayan bakışlarım onunda bana baktığını ve benimle iftihar eden bir annenin bakışıyla baktığını anlamamla Turul beyin gerçekten sözlerinde ciddi olduğunu ve bu yönümü takdir ettiğini anlamış oldum.

 

O an yaşadığım utançla bakışlarımı herkesten çekip önüme çevirmiştim. Hâlâ şu an yaşadığım şeylere inanamıyorum. Kim derdi Turul beyin beni onca zaman sonra öveceğini. Zaman sen nelere kadirsin. Tekrar bir konuşma olduğu anda üzerimdeki bakışların çekildiğini hissedince rahat bir nefes alıp konuşan Arın hocaya odaklandım. Ama hâlâ kalbim hızla atıp duruyordu.

 

"Ah o öğrenci Timur Herfah. Bildiğiniz gibi kendisi " Fahlerno Krallığı'ndan geldi. Çok başarılı bir aileye mensup. Ve bir o kadar da zeki biri öğrenci—"dediği anda Arın hoca o an krallık ismini duymamla aniden bakışlarım parladı. Arın hoca konuşmaya devam ederken ben aniden Rosa' yla iletişime geçtim.

 

" Bana şu çocuğu bulsana. Şu an burada mı değil mi öğren benim için. "der demez anında Rosa tamam demiş ve ben bakışlarımı anında karşımda duvara asılı olan aynaya çevirmiştim.

 

Ve sırasıyla arkamdaki masalarda oturan kişiler üzerine bakışlarımı gezdirmeye başladım. Sırasıyla herkesi inceliyor ve şu an yansıttığı hal ve hareketlerinden aradığım kişiyi bulmaya çalışıyordum. Bakalım bulacak mıydım Rosa 'dan önce. Neredeyse beş dakika boyunca arkamdaki görebildiğim herkesi incelmiş ve kim olabilir diye tek tek elemiştim. Ta ki en arkadaki masada köşede oturmuş, arkadaş grubu arasında elinde tuttuğu kitapla grup içerisinde konuşan bir kişiyi pür dikkat dinleyen birini görene dek.

 

O anda birden Rosa 'da konuşmuştu."Aradığın en arka masada bulunan şu kızıl saçlı çocuk.." demesiyle ona teşekkür etmiştim.

 

"Ros çocuk masadan kalkınca haberim olsun. Şu an onu izlemem dikkat çekebilir." dedikten sonra yavaşça bakışlarımı aynadaki yansımasından çekip önüme çevirmiştim ki birden rastlantı olarak Ahrar 'la bakışlarım kesişti. Bana dikkatle bakıyor ve bir şeyleri anlamaya çalışıyordu. Lacivert irisleri bana ne çeviriyorsun dercesine bakarken ve ona bomboş bakarak hiçbir şey yokmucasına davranıyordum. Lacivert irisleri avına kitlenmiş bir şekilde bana kitlenmişti ve her hareketimi izlemesi normalde beni germesi gerekirken ona sakince son kez bakıp bakışlarımı önüme çevirmiştim.

 

Her ne kadar Ahrar 'ın bana baktığını bilsem de ona bakmamaya özen gösterip, tüm ilgimi Rosa' dan gelecek habere vermiştim. Zaten sonrasında Ahlas beyin Ahrar 'la konuşmasıyla ister istemez Ahrar' ın dikkati dağıldı ve bakışları benden uzaklaştı.

 

"Masasından kalkmaya hazırlanıyor." diyen Rosa 'ın uyarısıyla yavaşça olduğum yerden ayağa kalktım.

 

Ben kalkıp masayı terk etmeye hazırlanırken şu Timur denilen kişi çoktan yemekhane çıkışına ilerlemişti. Bende olabildiğince dikkat çekmeden olduğum yerden ayaklanmış, herkese baş işaretiyle kısa bir selam verip olduğum yeri terk etmiştim. Büyük adımlarla yemekhane çıkışına doğru ilerlemiştim.

 

Birkaç adımda yemekhane kapısına ulaşmış ve dışarı çıkınca birkaç adım ötede Timur denilen şu adamı görünce önce koridoru bakışlarımla taramış kimse olmadığını görünce koşar adımlarla ilerlemiş ve ona yetişemeyeceğimi anlayınca ismiyle ona seslenişimle anında arkasına bakmasıyla beni gördüğü gibi olduğu yerde durmuştu. Bende sonunda onu durdurmanın verdiği rahatlıkla derin bir nefes alıp yavaşça ona doğru ilerlemiştim. Timur denilen şu adamın karşısına geçip çokta oyalanmadan konuşmaya başlamıştım.

 

"Kusura bakmayın sizide yolunuzdan ettim. Ama sormam gereken bir şey var ve bu konuda bana yardımcı olabileceğinizi düşünüyorum." demiş ve konuya dank diye giriş yapmıştım. " Fahlerno Krallığı'ndan olduğunuzu duyunca bir şey sormak için sizi durdurdum." demiş ve ona aradığım mabedi ve onun hakkında edindiklerimi anlatmaya başlamıştım. Ben anlatırken ister istemez onunla göz göze geldiğim her an adamın bakışlarında yatan hayranlık ve mutluluk görülmeyecek gibi değildi.

 

" Ah şu platonik aşıklarından biri çıktı Timur. Çocuk sana içi gidercesine bakıyor." diyen Rosa 'yı kaale almayıp hızla demek istediklerimi aktarmış ve Timur' dan o mabedin yerini nasıl bulabileceğimi sormuştum.

 

Timur konuşurken onu üstten biraz incelemiştim. Kızıl saçlı oluşunun yanında gözleri ve burnunun çevresinde çilleri de vardı. Bembeyaz bir tene sahipti. Uzun yapılı vücudu, kemikli yüz hatlarıyla mankenleri aratmayacak bir hali vardı. Üzerinde beyaz gömleği ve siyah pantolonu ona serseri bir hava katmıştı. Elinde tuttuğu kitabı ve parmaklarındaki dövmeleri ona farklı bir aura katıyordu. O da benim ona baktığım gibi inceliyordu ama ben onu gizli gizli incelerken o bas baya rahat bir şeklide inceliyordu.

 

" Aslında mabedin vardığından emin değil kimse. Çoğu kişi orayı ziyaret etmek için her şeyi yaptı ama bulunduğu düşünülen yere bir türlü inmek için alan yok. Büyü ile bile oraya geçiş yapılamıyor. Yani kendi uğraşınızla gidebilirseniz oraya inebilirsiniz diğer türlü işiniz çok zor. "dediği anda başımı anladım dercesine salladım. O an ben kendi kendime düşünürken onun o hayranlıkla bakan bakışları altında biraz kendimi rahatsız hissetmiştim. Her ne kadar mesafeli durmak ve kendini ele vermemek için uğraşsa da bariz hali ve tavrı her şeyi belli ediyordu.

 

"Tamam sağ ol bilgilendirdiğin için beni."dediğim anda rica ederim demiş ve susmuştu. O an ne diyeceğimi bilemediğim için genel bir yorumda bulunup olduğum yeri terk etmeyi düşündüm." Bu arada başarılarının konuştuğunu bilmeni isterim. Çoğu eğitmen bu başarın için seninle gurur duyuyor. "demiş ve o an kahverengi hareleri onun hakkında olan övgülerle değil de benim onun başarısına duyduğum için mutlulukla parıldamıştı.

 

" Sizin gibi değerli bir kişinin benim başarılı olduğumu dile getirmesi benim için çok kıymetli. Olabildiğince her şeyde en iyisi olmak için çaba sarf ediyorum." dediği anda ona anladım dercesine tekrar başımı aşağı yukarı sallamıştım.

 

"O zaman ben seni daha fazla tutmayayım işlerin vardır. Yardımların için çok teşekkür ederim. Bana çok yardımcı oldun." demiş ve o an da onun daha çok içten gülümsemesine sebebiyet vermiştim.

 

"Yardımım dokunduysa ne mutlu bana. Asıl ben teşekkür etmeliyim. Onca gücünüze rağmen benim gibi sıradan bir insanın bilgisinden istifade etmek istiyorsunuz." demesiyle anında mahcup olup küçük bir tebessümle ona bakmıştım.

 

"Kendini bu kadar önemsiz sayma." dedikten sonra aramıza mesafe açınca anında gitmem gerektiğini ona bildirmiştim. Timur 'sa yaptığım şeyi anlamamış gibi olduğu yerde dikilirken birden Rosa konuşmuştu.

 

" Ah nasılda sana yardım edebildi diye mutlu oldu. Gözlerindeki aşk nasılda belli oluyor. Sana olan sevgisi bence yadsınamaz bir gerçek ama bir gerçek daha var ki. Tüm konuşmalarınıza tanık olan Ahrar 'ın bu adama yönelik olan nefreti. Şu an onu parçalamış istercesine bakıyor. "dediği anda bakışlarımı hızla yemekhanenin olduğu tarafa çevirdim ve yemekhanenin kapısının önünde dikilen Ahrar' la çevrildi gözlerim.

 

Ben ona bakarken o bana tezat pür dikkat Timur 'a bakıyordu. Sanki zihninde ona bir son yazmıştı ve onu nasıl gerçekleştirmesi gerektiği hakkında kendi kendine öneride bulunuyor bir hale sahipti. Onu hiç bu kadar öfkeli görmemiştim buraya son gelişimden itibaren. Herhangi bir şey olmaması adına Timur' a iyi akşamlar dilemiş ve gitmesi gerektiğini bu sefer daha gözle görünür bir şekilde belli etmiştim.

 

Sonunda anladığı anda yavaşça yüzündeki tebessümü yok olmuş ve usulca baş işaretiyle beni selamlayıp olduğu yerden ayrılmıştı. Timur uzaklaşınca bende bakışlarımı bana doğru gelmekte olan adama çevirmiştim. Ahrar olduğu yerden büyük adımlarla bana doğru ilerlemiş, karşıma geçince anında öfke saçan bakışlarını bana dikmiş ve sakin kalmaya çalışırken düşüncelerini dile getirmişti.

 

"O adamla ne konuştun? O iğrenç gülümsemesi nedendi?" diye üst üste sorduğu soruları duyunca konuşmanı başından değil de sonunda bizi duyduğunu anladım. Hiç bir şekilde istediğini yapmadım ve anlamaza yatıp vurdumduymaz bir tavır takındım.

 

"Hiç öyle genel bir konu hakkında konuşuyorduk." dedim safa yatarak. "Neden sordunuz Ahrar hoca?" diye ona sınır koyan bu cümlem daha çok çileden çıkmasına sebep oldu ama olabildiğince daha ılımlı ve beni kırmamaya çalışarak konuşmak için çabaladı.

 

Çünkü biliyordu ki herhangi bir yanlışında anında ona görünmez duvarlar koyar ve onu aşmasını engellerdim. Bunu bildiği için olabildiğince bana ılımlı bir şekilde yaklaşıyor ve tüm öfkesini gizliyordu. Sanki bana ılımlı haliyle yaklaşacak eğer benden cevap almazsa hemen Timur 'la konuşup tüm öfkesiyle onunla konuşacak gibi duruyordu.

 

"Bildiğim kadarıyla buradaki kimseyle hiçbir muhatabın fazla olmadığını, olabildiğince kendi başına takıldığını ve işlerini kendin hallettiğini duydum." dediğinde aniden tek kaşımı çatıp ona sorgulayan bir ifadeyle baktım.

 

"Sorabilir miyim bunları neden bildiğinizi daha doğrusu nereden öğrendiğinizi? Çünkü unutmuşsunuzdur diye söylüyorum beni ve benim hakkımda olan biteni hatırlamıyorsunuz!" diye çıkıştım. Bu tavrım onu az da olsa öfkesinden uzaklaştırmıştı. "Ah!" demiş sonrasında devam etmiştim. "Sahi unutmuşum sizin bazı şeyleri çarçabuk unutan bir yanınız olduğunu. Şimdi siz bunu kimden öğrendiğinizide unutmuş olmalısınız." demiştim bazı kelimeleri vurgulayıp, ona olan kırgınlığımı dile getirmiştim. Bakışlarımda yatan tahammülsüzlükle ve bu konuşmanın canımı sıktığını belli eden yanımla.

 

" Hep bunu mu ima edeceksin? "diye sorunca hiç ona devam etme fırsatını vermeden sorusuna yanıt verdim.

 

" Evet. "demiş ve işaret parmağımı ona doğru tutmuştum." Unuttuğunuz bir şey var Ahrar hoca siz her şeyi değil sadece beni unuttunuz. Size hesap sorma hakkımı böylelikle almış oldunuz. Aynısı sizin içinde geçerli. Malum buraya geldiğiniz andan beri Emma 'yla olan yakınlığınıza ben laf etmeye cüret etmiyorsam sizde bunu yapmalısın! Yani bayım bana ahkam kesmek için bir hakka sahip değilsiniz. "dedikten sonra ona olan soğuk bakışlarımı boşluğa çevirdim.

 

" Bazen şu sakin ama içinde fırtınalar yatan halin beni sinir ediyor. Normal insanlar gibi davranmıyorsun. Kim olsa belki de başka şekilde davranırdı. Ama senin şu yalancı vurdumduymaz halin insanın elini kolunu bağlıyor. Ne yapsam ne desem anında beni geri püskürtüyorsun. Ne yapsam bana olan bu buzdan duvarların yıkılır?"der demez anında ona içtenlikle gülümsedim. Ve o an bu gülümsemem ondaki tüm hırçın dalgaları yerle bir etti. Lacivert irisleri bir mucizeye bakan bir ifadeye bana baktı.

 

" Her şeyi hatırladığını an bu buzdan duvarlarda yıkılacaktır. "demiş ve o anda tebessümüm yok olmuştu. Yok olan tebessümüm onun bakışları dakika ifadenin değişmesini sağladı. Oyuncağı elinden alınan bir çocuk gibi isteksizce baktı bana." O zaman ben sizi daha fazla tutmayayım. İyi akşamlar Ahrar hoca. "demiş ve ona son kez bakıp odama doğru yol almıştım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Ahrar 'ın yanından ayrılıp odama geldiğim anda odanın ortasında durmuş ve derin bir nefes alıp az önceki ona olan sert çıkışımın bende yarattığı hislerle baş ediyordum. Her ne kadar ona karşı soğuk olmaya çalışsam da bazen her şeyi boş verip ona sımsıkı sarılmak istiyorum. Ve daha ne kadar ondan uzak durup, hissiz bir ruh durumunda kalmaya devam ederim bilmiyorum. Çünkü ona olan özlemim her geçen gün beni mahvediyor.

 

Nefes alıyorum ama sanki yaşamında bir şeyler eksik ve bu eksiklik Ahrar 'ın sevgisi. Ben onun o şefkatli, aşk dolu bakışlarından çok uzağım ve bu belki de enerjimin düşmesini sağlıyor. Günler geçiyor gidiyor ama ben hâlâ biçare umutlarla onun her şeyi hatırlayacağı anı bekliyorum. Belki olcak belki de olmayacağını. Ahrar buraya geleli çok oldu ama hiçbir zaman geçmişe dair bir şeyler hatırladığını ya da bir şekilde onda eski Ahrar 'ı görmüşlüğüm olmadı.

 

Sanki bir daha hatırlamamak üzere her şeyi unutmuştu. Kalbimde başlayan ve bir daha dinmeyecek hissi veren bu ağrıyla olduğum yerden ayrılıp giysi odasına doğru yol aldım. Daha fazla bazı şeyleri ertelemenin anlamı yok biran önce şu bedel kısmını bitirmeli ve Ahrar 'ı bu durumdan kurtarmalıyım. Giysi odasına geçince üzerime rahat edeceğim kıyafetler seçmeye başladım. Dolaptan siyah bir deri boğazlı, uzun kollu bir tutum, siyah dizlerime kadar uzanan düz taban bir çizme , ve siyah uzun bir pelerin aldım. Bunları giydikten sonra saçlarımı omzumun gerisinden örmüş sonrasında kendim için bazı savunma aletleri edinmştim.

 

Bir kılıç ve kabasını belimde duran kemerle tutturmuş, sonrasında iki adet küçük sivri uçlu bıçaklardan birini tam çizmeni içerisine yerleştirp diğerini kolumdaki küçük kemerli bölmeye yerleştirip buradaki işimi tamamlamıştım. Akşam olduğu için şu an herkes kendi odasına çekilmiş olmalı. Bazıları ise ön bahçede çardak kısmında olabilir. Ama şu an zemin kat fazlasıyla sessizdir. Kimseye görünmeden burayı terk etmenin bir tek yolu var oda açacağım portaldan gitmek istediğim yere ulaşmak.

 

En doğru çıkış yolu bu olduğu için hemen kendim için bir portal açmış ve oradan gitmek istediğim alana geçmiştim. Portaldan diğer alana geçiş yaptığım anda kendimi zifiri karanlık bir yerde bulmuştum. Her yer öyle karanlıktı ki adım atmaya bile çekiniyordum. Bildiğim küçük bir büyüyle etrafımda küçük iki adet ışık topu oluşturmuş ve önümün aydınlığa kavuşmasını sağlamıştım az da olsa.

 

Bulunduğum yer düzlük bir çimenlikti. Etrafta herhangi bir yerleşke yoktu. Acaba doğru mu geldim diye tereddüt ederken birden ileride bir uçurum kenarı görünce doğru yerde olduğumu anladım. Harekete geçip ileride olan uçuruma doğru ilerledim. O sırada etrafa çevrili olan bakışlarım herhangi bir tehlike olup olmadığını kontrol ediyordu. Şu anlık bir sıkıntı bulamamıştım.

 

Düz otlarla çevrili zeminde ilerlerken yavaşça artık yeşillik alan azalmaya ve tamamen toprak zemin üzerinde ilerlemeye başlamıştım. Sonunda uçurumun kıyısına geldiğim anda adımlarım durdu. Çok fazla yaklaşmak sorun yaratırdı. Her an uçurumun kenarı çökme ihtimaliyle boşluğa düşebilirim. Yavaşça bakışlarımı aşağı inmemi sağlayacak bir şey aramaya koyuldu. Yavaşça uçuruma yakın olmamaya dikkat ederek aramaya başladım.

 

Nerdeyse bu koca uçurumun tamamını yarım saate yakın etrafında dolanmış ama herhangi bir şekilde aşağı inecek ne bir basmak ne başka bir şey bulmuştum. Bir ara yerde bulduğun bir taşı uçuruma atmıştım ama taşın düşme sesi duyulmamıştı. Bu da bana derin bir uçurum olduğu kanaatini doğurmuştu.

 

Nasıl aşağı ineceğimi düşünmeye başlamıştım. Yaşadığım kafa karışıklığı sebebiyle yere oturmuş, bıkkın bir ifadeyle etrafa bakıyor bazen bakışlarımı gökyüzüne çeviriyordum. Burası olduğundan fazla sessiz ve ıssızdı. Derin bir nefesle ciğerim şişerken ben ne yapacağımı bilmemenin verdiği sıkıcılıkla yerdeki küçük taşlarla oynamaya başlamıştım. Normal olarak çoğu yeri gezmiş biri olarak her daim bir çıkış yolu bulurdum ama burada öyle bir şey yok. Atlamasına atlarım da sonunda başıma gelen şeyler yüzünden aksilik yaşamaman adına mantıklı davranmam gerektiğini düşünüyorum.

 

Ayaklarımı uzatıp sırt üstü kendimi yere serdim. Kollarımı iki yana açmış bir vaziyette öylece sere serpe yerde uzanmıştım. Şimdi ne yapacağım? Yaşadığım bıkkınlıkla ayaklarımı üst üste yere vurup durmuştum. Üç kere üst üste zemine sertçe vurduğum ayaklarım bir anda zeminde bir sarsıntı oluşturdu.

 

O anda yanlış bir şey yaptığımdan bir şeylerin ters gittiğini anlamış oldum. Olduğum yerden kalkıp hızla geriye doğru kaçmak için harekete geçeceğim anda birden uzandığım yerde bir çatırdama sesi oluştu ve o an yer ikiye ayrıldığı anda bedenim toprakta oluşan o boşluktan aşağı doğru düşmeye başladığı anda yaşadığım korkudan ağzımdan yüksek bir çığlık nidası kopmuş ve her yerde yankı yapmıştı.

 

Sertçe sırt üstü düşerek tek gördüğüm yavaşça gökyüzünün küçülmesi ve yavaşça karanlığın her yeri sarmalamasıydı. Saniyeler içinde hızla düşüşüm bir anda sırtımın sertçe yere çarpmasıyla sonlanmıştı. Sırtımı yere sertçe çarpmamla acıyla çığlık atmamı sağlamıştı. Daha yumuşak bir düşüş olamaz mıydı?

 

Sırtımda her an daha çok acının artmasıyla olduğum yerde iki büklüm bir şekilde durmuştum. Sağ elim sırtıma gitmiş, sol elimle yerden destek alarak yavaşça doğrulmaya çalışmıştım. Çünkü uzanmak daha çok sırtımın ağrımasına sebep oluyordu. İçerisi aydınlık değildi. Anında yeniden iki adet ışık topu oluşturup etrafın aydınlığa kavuşmasını sağladım. Şimdi daha netti nerede olduğum ve nereye düştüğüm.

 

Düştüğüm alana kısaca baktığım anda buranın küçük bir duvarda olan bir oyluk olduğunu anladım. Düştüğüm yerde herhangi bir çukur bile yoktu. Bildiğiniz tavan kendi kendine kapanmıştı. Hayır anlamıyorum neden böyle bir giriş olur ki? Amaç insanların yara alması mı? Oturduğum yerden acıyan sırtıma dikkat ederek doğrulamaya ve dizlerimin üstüne bu küçük alandan yavaşça dışarıya çıkmaya çalıştım.

 

Işık topları benden önce çıkmış ve dışarıyı aydınlatmıştı. Küçük çukurdan çıkınca birden onunda yavaşça kaybolduğunu gördüm. Şaşkınlıkla etrafımda olup biteni anlamaya çalıştım. Bir şeyler yardım ediyor ama acımadan yardım ediyordu. Işıkların aydınlatıp durduğu alana bakınca önümde etrafı ağaçlarla çevrili bir patika yolu görmüştüm. O zaman iş başa düştü. Yürüyüp yolun sonunda ne olacağını görmem gerekiyordu.

 

Uzun bir müddet aynı görünen yolda ilerlemiş herhangi bir şey görmemiştim.

 

'"Bu durum sıkıcı bir hal aldı. Bir an önce bu durum çözüme kavuşması gerek." dediği anda sesli bir nefes verdim.

 

"Ah Rosa sen demesen ben zaten bunun bilincinde değildim sağ ol ya. Sence onca şeyi ne için yaptığımın farkında değil miyim sanıyorsun? Hem ben senin karın ağrını biliyorum. Bir an önce Ahrar her şeyi hatırlasın ve aramız düzelsin ki sen de sevdiceğinle bir araya gel. Bunu istediğini bilmiyor muyum sanıyorsun. Nankör ruh biraz beni düşün? Hep kendini düşünmek zorunda değilsin! "diye tüm gerçekleri bir bir ona hatırlatmış arada lafımı esirgemeden de söylemiştim.

 

" Ben nankör bir ruhsam, sende acımasız bir insancıksın! Sevdiğimden beni ayırıyorsun! "diye beni suçlayıcı ses tonunda konuşunca aniden yürümeyi kesmiş ve yüksek sesle tüm sabırsızlığımla konuşmuştum.

 

" Sana elli kere dedim ya bunu yapmamın sebebini. Bunu anlamayacak kadar kıt beyinli misin sen? "demiştim çığırından çıkmış bir halde.

 

" Hah birde kıt beyinli olmamışlığım vardı onu da oldum! Sensin asıl aptal. Benim kadar zeki bir ruh bulamazsın sen. "diye çıkışınca aniden cevap verdim.

 

" İşte asıl fark bu ben insanım sende bir ruh. Burada zeka farklılığı ortaya çıkıyor. Yani ben ruhların zekasını karşılaştıramam. Ama seni tandığım için hayatımda şu an kıt beyinli ruh sen varsın canım. "demiş ve onu birkaç saniye susturan bu cümlemden hemen yararlanıp hızla konuşmaya kaldığım yerden devam ettim. " Hem yeter artık bu saçma sapan olan konuşmaya son verelim. Çünkü şu an önemli bir şey için uğraşıyorum ve zamanımı çalıyorsun. Senden ricam bu konuyu başka bir zamanda tartışmak olur mu?" demiş o daha cevap vermeden yürümeye devam ederek bu uzun ve yorucu yolu ilerlemeye devam ettim.

 

Her ne kadar konuşmasada sinirden deliye döndüğünü ve içinde bana söylemek için can attığı cümlelerin onu yiyip bitirdiğini biliyordum. Ama şu an ikimiz için önemli olan bir şey olduğundan şu an başka bir şeyin önemi olamadığını biliyordu.

 

Neredeyse birkaç metre daha ilerlemiş sonra önüme çıkan bir düzlük alanla etrafımı artık daha net seçebilmiştim. Işık toplarını çoğaltıp etrafa yayılmasını ve böylece daha net her şeyi görebilmemi sağlamıştım. Bu düzlük alanda yıkık dökük harabeler bulunuyordu. Bu yıkık dökük harabeler düzlük alan boyunca ilerliyordu. Bakışlarımı ileriye daha çok odaklandığı anda bu harabelerin bir dağın etrafında bulunduğunu fark ettim. O an aklıma acaba bu dağın üzerine mabedin olup olmayacağını düşüncesi doğunca aniden koşar adımlarla ilerlemeye başladım. Harabelerin arasından hızla koşuya ve dağın olduğu alana doğru ilerlemeye çalışıyordum.

 

Birkaç metre daha ilerlemiş, yolun yarısını ya koşarak ya da yürüyerek ilerlemeye çalışmıştım. Sonunda dağın olduğu alana yaklaşmış ve hemen dağın zirvesinden eteklerine doğru inen merdivenlerin başına geçmiştim. Başımı göğe kaldırıp merdivenin sonunu görmeye çalıştım ama göremedim. Dağ baya yüksekti. Bu merdivenleri çıkarken epey yorulacaktım. Yeterince yol yürümüş ve haliyle epey yorulmuşken şimdi merdiven çıkmak bana zor gelmişti.

 

El mecbur bu basamakları çıkıp dağın tepesine ulaşmam gerekecekti. Zaten haberin olduğu düzlük alanın sonunda uçurumun dik yokuşları bulunuyordu. Yani uçurumun dibine çökmüştü ve dağ hâlâ aynı konumunu koruyordu. Burada biraz tezat bir şey vardı. Ne yani daha öncesinde bu dağ toprağın altında mı bulunuyordu? Harabe evler mabedin etrafında mı vardı? Cevapsız kalan sorularımı es geçip basamakları çıkmaya başladım.

 

Uzun bir süreden sonra hâlâ basamakların yarısına ulaşabilmiştim. Ve bir ara aşağı baktığım anda epey bir yükseklikte olduğumu anlamıştım. Daha çıkacak yolumun olması canımı sıkıyordu. Nerdeyse iki saate yakın basamakları çıkmayı bitirmiş ve sonunda istediğim alana geçmiştim.

 

Düzlüğe çıktığım anda beni geniş taştan bir zemin karşıladı. Sandığım gibi dağın tepesi eğri büğrü değildi. Dağın tepsinin aslında yuvarlak bir zemin olduğunu daha iyi baktığım anda fark ettim. Geniş düz taşın üzerindeki ayaklarımı hareket ettirirken bir yandan da daha detaylı bir şekilde mabedi incelemeye başladım. Şu an mabedin etrafı sislerle çevrili halde duruyordu.

 

Mabedin yıkık sütunları üzerindeki işlemeleri incelerken aklıma taş zeminin üzerindeki yazı geldi. Acaba onu şu an yine görecek miydim? Yavaşça önümde taşlarla örülü yolu ilerlemeye başladım. Buraya adım attığım anda içimde birden meydana gelen bu his beni az da olsa ürkütmüştü. Sonunda taş zemin üzerineki ilerlemem durdu. Ve sonunda mabedin geniş ve uzun basamakları önüme çıktı. Usulca basamakları tırmanmaya başladım. Son basmaağa geldiğim anda beni bekleyen girişteki kısımda tamda beklediğim yazı bulunuyordu.

 

"Bedelin ilk ânı senden dökülen kanla olur. Bir kan bir hayat demek. Sunağı kendi kanınla ödüllendir. Bir ruh ancak bir ruhtan alınan bedelle hayatta kalır."

 

Yazıyı olduktan sonra ilk an yerimden hareket etmeden mabedi inceledim daha yakından. Toplam sekiz sütun vardı ; geniş, yazılar ve sembollerle işlenmişti. Mabedin üstü yoktu açık halde duruyordu. Sanırım tavanı yıkılmış olmalıydı. Mabedin tam ortasında duran geniş düz dikdörtgen şeklindeki alan dikkatimi çekti. Hemen onun bulunduğu zeminin üzerindeki kalın içe oyuk olan şeritli daire dikkatimi çekti.

 

Yavaşça dairenin dışından içeriye geçtim ve mabede tam içerisinden bakmaya devam ettim. Etrafımda usulca döndüm ve buradaki amacımı anlamaya çalıştım. Şu an ne yapmam gerektiğini bilmiyorum. Nasıl bir yol izlemem gerek? Bakışlarımı anında zemine çevirdim ve dairenin içerisinde kalan simgelere baktım. Hepsi el çizimiydi. Buraya bazı semboller ve sözler yazılmıştı. Ne anlama geldiğini dili okuyamadığım için bilmiyordum. O anda yavaşça mabedi gezintiye çıktım.

 

"Sanıldığı kadar eşsiz değil. Bence onu eşsiz yapan içersinde verilen bedel olmalı." dediğimde kendi kendime o an birden mabedin içerisinden bir ses yankısı kulağıma ulaşmıştı. İlk an Rosa sansamda hayır o değildi. Sonradan kurduğu cümleler benim onun başka birisi olduğunu anlamamı sağlamıştı.

 

" Haklısın."demişti bir ses sonra aniden devam etmişti cümlesine." Burası o kadar da matah bir yer değil. Burayı özel kılan uğruna verdiğin ya mücadele ya da bedeldir. Peki sen ne vermeye hazırsın prenses? Bu arada şu Yitik Ruh'u aramaya kalkma şu an ona ulaşamazsın. Burada ben ve sen tekiz."

 

Bunları dediğinde o an Rosa 'yı saf dışı bıraktığını anlamış oldum. Ses bir kadına aitti. Sandığım kişiye aitti hemde.

 

" Benden ne istiyorsun? Buraya gelmemi isteyen sensin. O büyünün bedelini sen belirliyorsun artık. Şimdi söyle bana ödeyeceğim bedeli." diye sert ve korkusuz bir sesle konuşmuş , ona bir an önce bana benden ne istediğini açıkça söylemesini istemiştim.

 

"Sabırsız bir Prenses 'e göre çok iyi başarılar sergilemiş olman takdire şayan bir şey." dediği anda eski yapmış olduklarıma gönderme yaptığını anlamış oldum. "Senden ne mi istiyorum? Çok zor bir şey ya da çok kolay bir şey. Bunu belirleyecek olan günün sonunda istediğimi yapıp yapmaman belli edecek." dedikten sonra birkaç saniye susmuş ve hemen sonra konuşmaya devam etmişti. "Önündeki şu zeminin üzerinde duran şeyi görüyor musun? İşte orada vereceğin bedelden sonra sana verilecek bir şey olacak. "dediğinde hemen bakışlarımı görmemi istediği yere çevirdim.

 

" Orada ne var? "dedim hemen merakla.

 

" O işin sonunda belli olacak. Önemli olan şu an senin bedeli yerine getirecek irade ve güce sahip olup olmamanda. Şimdi içersinde durduğun dairenin oyuğunu görüyor musun? "diye sorunca anında başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım." İşte o dairenin içerisindeki oyuğun içerisine iki avucundan akan kanı damlat. Oyuk dolduğu anda zeminde bir büyü sözleri belirecek. Sonra o büyü sözlerini oku ve bedelin bu kısmını tamamla. Sonra dediğim yerden bir şey çıkacak ve onu alıp burayı terk edeceksin. "

 

Bunları dedikten sonra anında ortadan kaybolmuştu. Olduğum yerde kafa karışıklığı içerisindeyken ona üst üste soru sormuştum.

 

" Hadi ama bana elimi neyle kesmem gerekiyor onu demedin? Hem o dikdörtgen bölümde ne çıkacak? Ne bedelin ilk aşaması? Daha kaç aşama olacak? Büyü sözleri ya işe yaramazsa ne yapacağım?" üst üste sorduğum sorular yanıtsız kalınca sinirden olduğum yerde kısık sesle çığlık attım.

 

Hemen sonra dediklerini yapmaya koyuldum. İlk önce avuç içlerime çizik atmak için bir şeyler aramaya koyuldum. Ama herhangi bir şey bulamadım. Olduğum yerden etrafa bakınıp durdum bir şey bulmak adına. Saniyelerle yarışıyor gibi elim ayağıma dolanmıştı.

 

Hızla gözlerimi etrafımda taradım ve sonunda sütunlardan aşağı düşmüş olan bir parça taşı görünce hemen oraya doğru ilerledim ve taşı olduğu yerde aldığım gibi hızla tekrar dairenin içerisine geri döndüm. İlk öncelikle dairenin oyuk kısmını inceledim. Çok derin değildi. İki elimden akacak kanla elbet bir şekilde dolacaktır.

 

Hızla ilk önce sağ elimin avucuna çizik atınca kısık bir inleme dudaklarımdan döküldüğü andan hemen sonra devam ettim. Sonra sol elimin avucuna derin bir çizik atıp ikisininde kanamasını sağladım. O an kanayan avuçlarımın acısını ilk an duyumsamadım ama sonradan acı yavaşça kendini belli etti. Ve her geçen zamandan sonra acı daha çok artmaya başladı. Ama umursamadım.

 

İki avucumdan akan kan damlaları oyuk içerisine damladığı anda birden mabedin içerisinde yüksek bir çınlama sesi duyuldu. O an bu çınlama yüzünden gözlerim istemsizce kapanmış ve sonrasında tekrar açılmıştı. Avucumdan akan kan damlaları usulca oyuk içine dolup dairenin içerisinde yok alırken, ben akan kanıma bakıyordum.

 

Birkaç saniye sonra tüm dairenin oyuğu kanımla dolmuştu. Bakışlarımı dairenin içerisine çevirdiğim anda yavaşça zeminde beliren yazıyı gördüm. Yazıyı görünce hemen olduğum yerden kalkıp hızla yazının olduğu alana doğru ilerledim. Bir yandan da akan iki avucumu pelerinimden kesmiş olduğum parçayla sarıyordum. Yavaşça yazının olduğu kısma gelince dizlerimin üstüne çöküp yazıyı okumaya başladım.

 

Bakışlarım daha önce aşina olmadığım ama dilini şu an okuyabildiğim harflere baktı. Ve sonunda harfler birleşerek kelimeleri, kelimeler birleşerek cümleleri oluşturdu. Ve bende onları sesli bir şekilde okudum. Okumaya başladığım anda etrafımda kuvvetli bir rüzgar esmeye ve sisleri dağıtıp, etrafıma kara bulutları getirmeye başladı büyü sözleri. O an her yer karardı. Aynı zihnimdeki ışığın karardığı gibi. Aynı hislerin kendini yok etmesi gibi bu büyü sözleride bendeki bazı hisleri yok etti.

 

"Saklı bir ruh, ölü bir bedene misafir oldu. İki farklı zihin bir bedene mühürlendi. İki farklı anı bir bedende yaşam oldu. Güçler birleşti bir araf ortaya çıktı. Karanlık, zifiri bir hal aldı. Yaşam için kurallar çiğnendi. Yaşam için yasaklı lanetler gerçek kılındı. Bir yaşam için en büyük bedel o yaşam için bedel olmak ve acılıyla sınanmak. Bedel en büyük zorluğu aşmak ve onu yok olmaktan kurtarmak. Sınırları aşmak bazen sınrısızlığın ortaya çıkmasını sağlamak, gizli kapıları aralayıp tehlikeyi dışarı salmaktır. Şimdi tehlike çok yakında. Onu bul ve yok et. Yoksa yok olan sen olacaksın zamanla ya da onun ellerinde. "

 

Büyü sözleri bitince o anda daire içerisine bulunan kanımın etrafa krımızı bir ışık yansıttığını görmüştüm. Sonrasında bir anda önümdeki dikdörtgen kısmın yavaşça çatırdayıp ikiye ayrıldığını gördüm. İkiye bölünüp yere düşen taşın içerisinde sakladığı bir rulo halinde olan küçük eski bir kağıt parçasıydı. Yavaşça o kağıt parçasının olduğu alana doğru ilerledim. Kağıdı olduğu alandan aldığım anda birden geriye doğru hızla çekilmem ve olduğum mekandan ayrılmam el zamanlı oldu. Kendimi o anda ilk an uzandığım ve yere düşmeden önce bulunduğum yerde uzanır vaziyette buldum.

 

Elimde tutmaya devam ettiğim kağıtla yavaşça uzandığım yerden doğrulup yaşadıklarımı sindirmeye başladım. Ben kendime gelmeye çalışırken o anda Rosa 'nın sesini duydum. Ne olmuştu az önce bana?

 

Olduğum yerde birkaç dakika durmuş, yaşadığım şeyleri sindirmeye çalışmıştım. Sonra kendime gelince olan biteni Rosa' ya anlatıp hemen açmış olduğum portaldan kuleye geçiş yapmıştım.

 

 

Bölüm : 12.02.2025 22:42 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Özlem Durmuş / Ölümün Melodisi *Varta* / 67-Katı Yapılı Ruhlar
Özlem Durmuş
Ölümün Melodisi *Varta*

19.11k Okunma

4.17k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
1- Ruha Hapsolmuş Cesetler2 - Ruha Hapsolmuş Karanlık3-Ruh Sürgünü4-Kayıp Misafir5-Kader Çarkları6-Gerçeğin Yazgısı7-Sır Portresi8-İç Hesaplaşmalar9-Zaman Göstergesi10-Gizli Süliet11-Ölüm Sihri12-Soğuk Bakışlar13 - Çığlık Sesleri14-Karanlık Şafak15 - Ezberbozan Haller16-Günyüzü17 - Günahsız Ruh18 - Kör Gerçek19 - Çöl Nefesi20-Uyum21-Ayna Arkası22-Teni Tırmalayan Fısıltı23-Büyük Karar24 - Yaşam Çığlıkları25-Eksik Cümleler26 - Kısıtlı Zaman27-Ruhun Nefesi28-Siyah Alev29 - His Kesiği30-Küle Dönen Hayatlar31-İslerin Sardığı Zihin Bağları32 - Yanmak ve Yadırgamak33-Geçmişe Saklı Ruhlar34-Işığı Sönük Zihinler35-Kan Bağları ve Kader Çarkları36-Yaşamın Kırık Aynası37-Tökezleyen Ruh ve İncinen Kalp38-Mekanik Düşünceler39-Hazin Hayal Kırıklığının Çığlığı40-Gerçeğin Acı Döngüsü41-Ölüm Düşü42-Yarım Bırakılmış Hisler43-Yollar ve Roller44-Patlama Senfonisi45-Koma Uykusu46-Gece ve His47-Nefes Girdabı48-Kehanetin Yazgısı49-Ruhlar Vadisi50-Fısıltılar ve Çığlıklar51-Yarılan Dünya52-Zamanın Kaybettiği İnsanlar53-Can Acıtan ve Can Avutan54-Eskiler ve Daha Öncekiler55-Yaşama Direnen Cesetler56-Acının Bağırışları57-Arafta Takılı Kalan Ruhlar58 - Kasırgalar ve Fırtınalar59 - Acının Geceye Sığınışı60-Uyuşuk Zihinler ve Ruhlar61-Cinayet Melodisi62 - Donuk Tabiatlı Kalpler63 - Ölüm ve Ayrılık64-Yaralar ve Yananlar65-İzlerin Yaşamı66 - Zaman Sancısı67-Katı Yapılı Ruhlar68 - Geceye Sızan Acılar69 - Kırık Ruh70-Özgür Ruh (Final).
Hikayeyi Paylaş
Loading...