
『 Zihnimin karanlık duvarlarının çatlakları çıtırdıyor.』
Zihnim benim görünmez hapishanemdi. Her karanlık düşünce duvar oldu bana, her acı dolu anı kelepçe... Zaman bazılarının söylemleri gibi iyileştirmedi beni; aksine, susturduğum, sakladığım ve yok etmeye çalıştığım acıları daha da gün yüzüne çıkardı. Unutmak istediklerimi her geçen gün yeniden hatırlattı. Onca geçmiş, geçmişin tozlu perdeleri arkasında durmadı ve kendini açığa vurdu. Her anı bir acının sessiz çığlıklarını sakladı kuytu köşede. Her anı aslında yaşamın istenmeyen noktalarını ört bas etmedi, onu açığa çıkardı. Kanata kanata, acıta acıta...
Zaman bazen acıları örtmez onu açığa çıkarır. Zaman bazen saklamak için onca uğraş verdiğin şeylerin bir anda tamamıyla bilinmesini sağlar. Sırlar, zamanın acımasız pençesinden kaçamaz ve ortaya serilir. Sırlar seni yok eden olmaz bazen seni güçlendiren bir güç kaynağına dönüşür. Her zaman kötü olan şey seni yıkan şey olamayabilir belki de bir an gelir ve sana ummayacağın bir güç sunabilir. Bunu bilmezsin bile.
Gölgelerin arasında ilerliyorum ; karanlık yol rehberimdi. Her yer sivri camlarla örülü halde bulunuyordu. Her adım bir acı demekti. Her adım bir yara demekti. İlerledim ve yara aldım. İlerledim ve yeni acılar edindim. Bazen kanamadan, acıtmadan yaşam sana bir şey sunmaz. Önce zamanın senden istediği şeyleri yapman gerek sonrasında senin istediklerin sana ulaşır. Bu kural yazılı olmayan bir emirdir.
Gölgelerin arasında ilerliyorum ; zihnim darmadağın. Gölgeler zihnimde bir kaos savaşı başlatmıştı. Ve buradan sağ çıkmak çok zordu. Bir bedel ödemeden kurtuluş karanlığın içerisinde saklıydı. Bir kurtuluş için karanlığa boyun eğmem gerekiyordu. Ya boyun eğecektim ya da son nefsime kadar savaşıp buradan ya galip gelecektim ya da mağlup.
Her şey değişmiş gibi. Artık karanlık bana yol gösteriyor, çünkü ışık hep yüzünü çevirdi benden. Kurtuluşun bazen farklı yoldan sana ulaşacağını bilmen gerek. Ve buna göre bir yol izlemen gerektiği anlarda doğru tercihi yapıp, senden isteneni halletmelisin.
Zihnim karmakarışıktı ; sessizliğin o derin kuyusu içinde boğuluyorum. Kendi içimde kayboldum bir nevi aslında , geri dönmek için gücüm kalmadı ya da geriye dönmek için bir nedenim yokta diyebilirim .Ruhum karanlığın mahzeninde ışığa çıkmayı beklemeyi bıraktı artık. Artık karanlığı yuva bilmeye başladı. Ya da ona uyum sağlamanın bir zarar vermeyeceğini anladı bilemiyorum.
Yalnızlığımın acısını karanlık gecelerde içime ağlaya ağlaya dindirdim. Kimseye sığınmadım. Çünkü kimsem kalmadı. Zaman herkesi ve her şeyi benden almak için her mücadeleyi verdi. Ve bana çıkmaz yollar sundu. Bende bu yolları aşmak yerine olduğum yerde beklemeyi tercih ettim. Sisli, ıssız bir limana sığınan hasarlı bir gemi enkazından farkım yoktu, belki o bile kurtulabilir, yenilendiği anda eskisi gibi denizlerde hakimiyet sağlayabilirdi ama ben hiçbir şekilde onarılmaz ve eskisi gibi güçlü olamazdım. Çünkü eskiden edindiğim güçler yok olmuştu.
Beni en çok sevdiklerimin çabasızlığı kırdı. Beni sevdiklerimin umursamazlığı en çok kanattı. Beni sevdiklerimin beni kolayca gözden çıkarışları en çok mahvetti. Ve ben bu kadar kolayca hayatlarından çıkmanın gerçeğinin altında gözlerimi yaşama yumdum. Belki de ruhum ölmüştü ancak bedenim hâlâ yaşamla bir bağa sahipti. Bu belki de insani olan tek yönümdü.
Yaşam bana çok şey sunduğu gibi çok şeyde aldı. Hemde çok şey.
Kuleye geldiğim anda hemen kısa bir duş almış ve sonrasında avucumda bulunan iki derin yarayla ilgilenmeye başlamıştım. Dikiş gereken bir yaraya sahip olunca avuçlarımaki yaraya dikiş atmaya başlamıştım. Birkaç dakika içinde dikişleri halledip sonraki işleme geçmiştim. Yaralı avucumu sargı bezleriyle sarmaya başlamış, işim bitince olduğum yerden kalkıp odama geri dönmüştüm.
Çünkü bakmam gereken bir şey vardı. Bakalım mabedden ne almıştım?
Odamda bulunan yatağın kenarında bulunan komodinin üzerine bulunan küçük rulo halinde bulunan kağıdı aldığım gibi yavaşça açmaya başladım. Yavaşça sararmış olan bu küçük rulo kağıdını açtığım anda gözlerimin önünde bir çizim göründü. Daha dikkatli bakınca bunun bir harita resmi olduğunu anladım ama bir yerin çizilmiş hali olduğu halde bu haritada neyin çizilmiş olduğunu anlayamadım. Çünkü bir çarpı işareti vardı ve hemen etrafında ormanlık olduğunu fark ettim. Ve başka bir detayda ormanın iki yanında uçurum olduğuydu. Burada bulmam gereken bir şey vardı ama o haritada belli değildi.
Yatağın kenarına oturup düşünmeye başladım. Ne bulmam gerekiyor diye. Çünkü burada her şey açıkça çizili halde bulunurken bulmam gereken şey saklıydı. Ben kendi kendime düşüne dururken birden Ölü Ruh 'un sesi etrafımda yankılandı.
"Ya da saklı değil göz önünde değil bulman gereken şey. Bazı şeyler yer üstünde olmaz. Yer altında da bulunabilir." Bu cümleleri işittiğimde kaşlarımı çattım.
"Yani yerin altında bir şey mi diyorsun? Bir mağara ya da bir krallık olabilir mi? Ya da yeniden bir mabed ama yerin altında bulunan bir mabed?" diye üst üste akılma gelen soruları zikretmiştim.
Sorduğum sorulara cevap almam gecikti. Ölü Ruh birkaç saniyeliğine sessizleşti.
" Sanmıyorum yeniden bir mabede gideceğini. Daha çok başka bir alan olmalı. Çünkü her bedelin farklı bir kademesi olur. Kolaydan zora gibi düşün. En kolayı mabede gitmendi. Orta kolaylık ise şu an gideceğin alan. En zoru ise ne onu bu aşamayı geçince anlayacaksın. "söyledikleri daha çok düşüncelerimin derinleşmesini sağladı.
Çünkü bende tahmin edebiliyorum. Bu kadar kolayca bu işten sıyrılıp gitmeyeceğimi. Zorlanacak olduğumun farkındayım. Ama bu zorluğun derecesini sadece tahmin edemiyorum. Derin bir nefes alıp tekrar konuştum.
"Sen bu harita bulunan yerin neresi olduğunu biliyor musun?" Bu sorumu anında cevaplamış ve beklediğim cevap gelmemişti.
"Hayır nerede olduğunu bilmiyorum ama senin için bulmaya çalışırım. Haritada sende kalsın. İhtiyaç olunca senden alırım." demiş ve sessizliği ardından bırakıp terk etmişti burayı mekansal olarak.
Ölü Ruh gidince bende usulca oturduğum yerden kalkıp odadan çıkmaya hazırlandım. Kapıya doğru ilerliyordum ki bir anda kapımın çalınmasıyla öylece olduğum yerde kaldım. Gelen kimdi acaba? Yavaşça kapıya doğru ilerleyip kapıyı hızla açıp gelenin kim olduğuna baktım. Karşımda bir anda Timur 'u görünce gözlerim irileşti, o an şaşkınlık içerisinde neden burada olduğunu sorguladım. Ben öylece sessizce kapının önünde dikilirken Timur aniden konulmaya başladı.
"Kusura bakmayın aniden böyle geldim. Ama size bir şey sormak için odanıza geldim."dedi ve o an derin bir nefes alıp kendini söyleyeceği şeylere hazırlıyor gibiydi." Aslında sabah erkenden odanıza geldim ama birkaç kere çaldım odanızda yoktunuz sanırım herhangi bir şekilde kapı açılmayınca bu kanaate vardım. "tekrar soluklandı. Sonra usulca bakışlarını gözlerimle kesiştirdi." Amacım rahatsızlık vermek değil. Sadece birkaç gündür aklımda bir şey dönüp duruyor ve sormadan edemeyeceğim için kapınıza geldim. Merakım aslında cesaretimi toplamamı sağladı. Biliyorum haddime değil ama sormadan edemeyeceğim." dediğinde artık sadede geldiği için rahatlamış halini görünce bakışlarım usulca düz hissiz bir hal aldı.
Kollarımı belimin arkasından kavuşturup konuşmasını tamamlamasını bekledim. Ben onun konuşmasını beklerken birden Timur 'un arkasında bir hareketlilik olunca bakışlarımı oraya çevirdim. Biraz ileride kulenin giriş kısmının bulunduğu koridorun başında bir beden gördüm. Beden olduğum alana yaklaştıkça onun kim olduğunu anlamış oldum. Koridorda kendinden emin adımlarla ilerleyen kişi Ahrar 'dı.
Bakışlarıyla bakışlarım kesiştiği anda çoktan aslında benim bulunduğum tarafa baktığını ve karşımda bulunan Timur' a ölümcül bakışlarla baktığını gördüm. Karşımda bulunan Timur odağımın nereye kaydığına bakmak için arkasını döndüğü anda ona doğru ilerleyen Ahrar görmüş oldu. Ahrar 'ı gördüğü anda hemen başıyla işaret verip birkaç adım kenara çekilip, kapının önünden uzaklaştı ve Ahrar' la aramdaki bedenini çekti. Ahrar son adamlarını atıp tamda karşımda durdu. Hiçbir tepki vermeden öylece olduğum yerde durmaya devam ettim.
O anda baştan aşağı Ahrar 'ın beni incelemeye başladığını fark ettim. Benimde onu inceleyip durduğum gibi. Siyah rengin her daim baskın olduğu kıyafetleriyle karşımda duruyordu. Ondaki tek renk sahip olduğu o eşsiz lacivert hareleriydi. Bakışları bir yırtıcının avına kenetlenmiş bakışlarına sahipken, bir bana birde solumda dikilen Timur 'a bakıyor ve neden onun kapının önünde bulunduğunu anlamaya çalışıyordu.
"Bir şey mi diyeceksiniz Renas hoca." Bunu dememle aniden kaşlarını çattı. Ona Renas demem sanki canını sıkmış gibiydi. Ona Ahrar dediğimi biliyordu ve ikinci isimini kullanan kişiler genelde hayatında değer vermediği kişilerdi ve bende onlardan biriymiş gibi davranınca anında bunu yadırgadı. "Bir anda yolunuzu çevirince doğrusu merak ettim." diye tamamladık cümlemi.
Başını dikleştirip önce üsten solumda duran Timur 'a bir bakış attı ve hemen sonra bana çevirdi bakışlarını. Yüz hatlarını inceldiğim anda kirli sakallarınna rağmen çene hatlarını görmek kaçınılmaz oldu. Çenesini sımsıkı sıkmış, donuk yüz hatlarına rağmen bakışları yaşadığı tüm hisleri açıkça belli ediyordu. Ama onu susturan şey yüzünden hiçbir şekilde hislerini tam anlamıyla yansıtamıyordu.
Ona olan bu soğuk yaklaşımlarım onu garip bir şekilde rahatsız ettiğini anladım. Bakışları benim üzerimde dururken usulca başını iki yana salladı. Onu susturan şey geçen akşam ona dediklerimdi. Ve bundan dolayı istemediği halde bana bir şey diyemiyor sadece hislerini yansıtıyordu.
"Peki o halde sizi yolunuzdan etmeyeyim. Akşam yemeğine gecikmenizi istemem malum bekleyenler vardır." diye üsten üsten ona imalı sözlerimi sarf etmiş ve onun tüm tutuncak dallarını kırmış, herhangi bir şekilde hesap sormak için arayacağı yollara barikatlar kurmuştum.
Ahrar bir şey diyemeden yavaşça arkasını dönüp olduğu yerden uzaklaşmaya başladığı anda birkaç saniye onu arkadan izlemiştim. Sonrasında başımı Timur 'un olduğu alana çevirmiştim.
Timur ona baktığımı fark ettiği anda hemen tekrar karşıma geçmiş ve yarım kalan cümlesini devam ettirmişti. Timur konuşurken ben göz ucuyla sol tarafa bakmıştım. O anda Ahrar sinirli ve büyük adımlarla koridoru hızla aşmış ve yemekhanenin kapısının önüne saniyeler içinde ulaşmıştı. Birkaç saniye olduğu yerde dikildiğini hemen ardından da içeriye girdiğini görmüştüm. Görüş açımdan çıktığı anda odağımın tam anlamıyla Timur 'a vermiştim.
"Aslında amacım hesap sormak değil sadece dediklerinizden sonra bazı araştırmalar yapınca, aradığınız şeyi bulmuş oldum. Biliyorum haddime değil ama belki yardımcı olurum diye kendimce bir takım araştırmalar yaptım." diyerek ne anlatmaya çalıştığını anlamaya çabaladım.
İki elimi aniden yukarı kaldırdım.
" Bir dakika! "demiş ve devam etmiştim. O sırada Timur 'da sargı bezleriyle sarılı olan ellerimi fark etmişti. Kaşları yukarı doğru kavislenmiş ve merak içerisinde yaralı ellerime bakmıştı. Herhangi bir şey diyemeyeceği için sessizce konuşmama devam etmemi bekledi." Tam olarak ne anlatmak istiyorsan açıkça, cümlelerini dolandırmadan anlatır mısın? Çünkü ne dediğini anlamış değilim. Kafam karıştı çünkü." demiş ve susmuştum.
Ben susunca aniden tamam derecesine başını aşağı yukarı sallmıştı.
"Araştırdığınız mabedin sebebini istemeden öğrendim. Yaptığınız yasaklı büyü yüzünden bir bedel ödemeniz gerekiyor." demiş ve devam etmişti birkaç saniye ellerime baktıktan sonra. "Hatta ödemeye başladınız bile. Ben bana sorduğunuz o mabedin var olma sebebini araştırdım ve bazı şeyleri bu sayede anlamış ve bulmuş oldum." dediğinde artık tam anlamıyla ne kast ettiğini anlamış oldum.
Herkesten saklı tuttuğum şeyi biliyordu.
"Bildiklerini kimseye söyleme." dedim buz gibi bir sesle. Sesimde bunu yaparsa bir yaptırım olacağını belli eden bir ses tonuyla konuşmuştum. "Kimse bunu bilmiyor. Kimseye şimdilik söylemek gibi bir riske girmedim. Çünkü üzerinde kumar oynamaya bile risk alamayacağım bir kişinin yaşamı var. Bu öğrenilipte bir risk ortaya çıkarsa yapacağım şeylerin sonuçlarını üstlenmem." diye sertçe konuşmuş asla taviz verme niyet etmeyeceğim konuyu açıkça ortaya çıkarmıştım.
" Ne düşündüğünüzü biliyorum Prenses. Size şunu söylemek istiyorum asla ama asla sizi zora sokacak herhangi bir şey yapmak gibi bir niyetim yok. Sadece öğrendiğim bir şeyi dile getirmek için karşınıza çıktım." diyince devam et derecesine bir işaret verdim." Sanırım yaptığınız yasaklı büyü fazlasıyla riskli ve bundan dolayı bedel kısmını sorunsuz halletmeniz gerek. Eksiden olan bir büyüyü sizde denediniz ve bunu Sırlar Kitabı'nı kullanarak yaptınız. Size diyeceğim tek şey çok zor bir bedel kısmının içerisinde olduğunuzu bilmeniz. Ve araştırmalarıma sığınarak şunu söylemek istiyorum siz bir bedelle değil üç bedel ödeyerek Renas hocayı bu durumdan ancak kurtarabilir ve onun için yapmış olduğunuz büyüyü sağlayabilirsiniz. İlk büyü sizin ruhunuz için ikincisi getirdiğiniz iki ruh için üçüncüsü ise bu yaptığınız anlaşma için bir bedel. "dediği anda söyledikleri sarsılmamı sağladı.
Bende tek bir büyüyle sınırlı olmadığını biliyorum ama ilk bedel benim ruhum, ikincisi ise getirdiğim iki ruh için ve sonuncusu ise büyü için olacağını düşünmemiştim. Bu söyledikleri aydınlanmamı sağladı.
Kendimi toparlayıp anında konuşmaya devam ettim.
"Bu dediklerin aramızda kalsın zaten koruma büyüsü yaptığım için kimse bu anıya ben izin vermedikçe ulaşamaz. Bu konuda düşüncelerini paylaştığın için teşekkür ederim. Gerisi benim yapmam gereken şeyler. Her şey için teşekkür ederim." demiş ve usulca onun yanından ayrılıp hızla odamın kapısını kapatarak yemekhanenin yolunu tutmuştum. Zihnimde ise söylenen cümlelerin çınlaması vardı.
Ben koridorda ilerlerken bir yandan da Rosa 'yla konuşmaya başlamıştım.
" Dediklerini duydun. Sence tam anlamıyla üç aşamada mı bu bedel kısmı hallolacak?" diye sorunca anında sorumu yanıtladı.
"Bilmiyorum ki." demiş ve sonrasında devam etmişti. "Bu olasılıklar arasında." dediği anda bunun ihtimali bana derin bir iç çekişle geri dönmüştü.
"Son zamanlarda çok şey üst üste geldi. Hangi birine odaklanmam gerektiğini bilmiyorum." demiş ve açık olan kapıdan içeriye usulca girmiştim.
İçeri girdiğimde çoktan herkesin yemekhaneye geldiğini ve yemeklerin yendiğini görmüştüm. Yine her zamanki gibi çok geç gelmiş ve çoktan yemek faslı başlamıştı.
Yemek yenilecek masaya yaklaşmaya başladığım sırada yanından geçtiğim her masadaki kişilerin bakışlarının bende olduğunu fark edince, neye baktıklarını anlamaya çalıştığım sırada, bakışların yaralı ellerimde olduğunu fark ettim. Ellerimin durumunu unutmuştum onların bakışlarına kadar. Herkes gördüğü için artık gizleyecek bir şey de kalmamıştı. Umursamadan yemek yiyeceğim masaya doğru ilerlemeyi sürdürdüm.
Masada oturacağım sandalyenin arkasına durunca hızla yaralı olan avuçlarımın ağrısına rağmen parmaklarımla sandalyeyi biraz geriye doğru çekip hemen ardından sandalyenin yanından geçip üzerine oturmuş ve usulca sandalyenin kenarından tutarak öne doğru usulca çektikten sonra bakışlarımı masada bulunan yiyeceklere çevirmiştim. Ben ne yemem gerektiğine karar verirken bir anda sağ tarafımdan gelen sesle bakışlarım yiyeceklerden uzaklaşmıştı.
Süreyya hanım sorduğu soru masada yankı bulmuştu. "Ellerine ne oldu Emira ?" sesindeki merak dikkatimden kaçmamıştı. Bakışları kısılmış ve ellerimin ne sebeple bu halde geldiğini sorgulayan bir ifadeyle bana bakıyordu. Bakışlarımı ondan uzlaştırmış ve yaralı avuç içlerime çevirip kısa bir bakış atmışım.
Gelişi güzel avuç içime bakıp sonra bakışlarımı tekrar Süreyya hanıma çevirmiş ve düz bir sesle sorusuna yanıt vermiştim.
"Küçük bir dikkatsizlikten kaynaklanan bir yara." diye kısaca cevapladım. Kimseye bu yaranın altında yatan nedeni söylemeyeceğim için kendimce yara için kısa bir nedene değinmeden cevap vermeyi tercih etmiştim. Ben Süreyya hanımın konuşmasını beklerken o sırada masada ummadığım kişi konuşmuştu. Bu sefer şaşırma sırası bana geçmişti.
"Hep böyle dikkatsizliklerden dolayı kendinize zarar mı verirsiniz?" diyen Ahrar 'ın sesini duyunca yavaşça bakışlarımı ona çevirdim. Nedendir bilmiyorum ama bakışlarında hem merak hemde yer yer öfke yer ediniyodu. Bu ilgisi dikkatimden kaçmadı. Merakına anlam vermiyor olabilirim ama öfkesinin sebebi bence az önce gördüğü görüntü olabilirdi. Timur 'un yanıma gelmesinden hiç mi hiç hoşnut değildi.
Bir an önce benden yanıt bekleyen ifadesini görünce alaycı bir bakışla ona bakıp sorduğu soruya cevap vermiştim.
"Herkes hatalar yapar ve bunun bedelini öder. Bende şu an bununla sınanıyorum. Bu benim hep yaptığım bir şey ama siz bunu nereden bileceksiniz ki değil mi? Sonuçta siz beni tanımıyorsunuz?" sözlerim ona duracağı yeri bildirmiş, kim olduğunu unutmaması gerektiğini söylemişti.
Sonuçta beni hatırlamıyorsa hesap soran bir hakka sahip olduğunu da düşünmemeliydi. Vermiş olduğum bu cevap Ahrar 'ın sormak için zaman kolladığı tüm yollara engel teşkil etmesiyle, Ahrar o anda yavaşça geriye çekilerek, ona vermediğim geçiş iznini aşmayı aklından çıkarmıştı.
Bakışlarım kısa bir süre daha üzerinde oyalandı sonra ondan uzaklaşan bakışlarımı boş tabağıma yavaşça yerleştirmeye çalıştığım yiyeceklere odaklandı.
Birkaç dakika süren sessizliği hiç konuşmasını istemediğim kişi bozdu. Neyseki bana sataşmak yerine saçma sapan bir konu açmakla uğraştı. Sanırım üzerimde oluşan bu ilgi ve alakadan rahatsız olmuş olmalı ki böyle bir yol denemişti. Açmış olduğu konu yakınlarda düzenlenecek baloyla alakalıydı. Bildiğim kadarıyla her sene bir krallıkta yapılan bir gelenek haline gelmiş maskeli baloydu. Her krallıktan gelenlere daha çok gösterişli bir şölene dönüyordu. Bu sefer ev sahipliği yapılacak krallık kimdi merak etmiştim.
"Bildiğiniz gibi yakında üç sende bir olan maskeli balo var. Bu sefer düzenlenecek olduğu yer burası." dediği anda Emma duyduklarım sonrasında bakışlarımı anında Süreyya hanıma çevirdim.
Bundan bana hiç bahsetmemişti. Bildiğim kadarıyla bundan kesinlikle haberi olmalıydı. Ona baktığımı fark edince anında bana döndü bakışları. Bakışlarımda neden bunu ben bilmiyorumdan çok umarım bu baloya gelmem istenilmeyecek ifadesi yer alıyordu. Ben Süreyya hanıma bakmaya devam ederken Emma konuşmasını devam ettirmişti.
"Merak ediyorum bu maskeli konseptin konusu ne olacak?" dediğinde Emma yanıt almak isteyen bir sesle.
O an içimden sinsi yılanlar konsepti demiştim. Bakışlarım onu bulduğu anda bu yersiz heyecanı sadece gözlerimi devirmemi sağladı. Görende meraklısı sanacak diyeceğim de öyle. Bunca işin gücün arasında umarım bu baloya katılmam istenmez. Çünkü hiç karışmam gibi bir niyetim yok. Umarım diğerleride bu isteğime saygı duyar. Ben içimden kendi kendime konuşurken bir anda Turul beyin gür sesi masada yankı buldu.
"Bu Emira 'nın ilk maskeli balosu. Bence konsept ve renk seçimi ona ait olmalı." dediği anda hızla bakışlarım önümden masanın başında duran Turul beye çevrildi.
Nasıl ya! Saçmalık değil mi? Neden şimdi? Ve neden ben?
Tam geri çevirmek için konuşacakken anında Turul bey beni nereden vuracağını iyi bildiği için anında elimi kolumu bağlayacak o sebebi öne sürerek konuştu.
"Bu krallığın prensesi olmanın yanına tüm krallıklar adınada bir prensessin. Bence bunu sen yapmalısın. Hem Süreyya çok memnun olacak. Genelde o bunlarla alakadardır. Ama senin oluşun onun omuzlarındaki bu yükün el değiştirmesine sebebiyet verecek. Ve ayrıca düzenleyeceğin davetinde çok ses getirecek olmasından hiç şüphem yok. "dediği anda Süreyya hanıma yardım isteyen bakışlarla bakmanın çok geç olduğunu anladım çünkü bu cümleler onu gayette memnun ettiğini görmüş oldum.
Şimdi ben nasıl hayır diyeceğim! Zaten yapmam gereken onca şey var. Birde bunlarla mı uğraşayım! Başkalarım her ne kadar bunu istemediğini belli etsede dışarıdan sakin bir halde Turul beye doğru dönmüş bir halde konuşmuştum.
"Bu davet için ne kadar zamanım var?" diye isteksizce konuşmuştum.
"Bir ay süren var."denildiği anda başımı anladım dercesine aşağı yukarı sallamıştım. Ben hâlâ içerisinde olduğum durumu sorgularken bir anda masada Emma 'nın sesi yankılandı.
" Ah isterseniz size yardım edebilirim. "diyince sahte bir tavırla ona sert bir üslupla cevap vermiştim.
" Gerek yok. "pat diye onun önerisini geri çevirmiş ve devam etmiştim."Kendi işimi her daim kendim görürüm. Yardım isteyeceğim bir nokta olursa zaten dostlarıma sorarım. Onlar varken yabancı kişilerden yardım kabul etmem." diye ona burada bir misafir ve benim için bir yabancı olduğunu açıkça belli etmiştim. Bu cümleyi duyunca sinir olmasına rağmen bunu saklamış ve yalancı bir sakinlikle tabii sen nasıl istersen öyle olsun demişti.
İlgim ve alakam sorulan yeni soruyla Emma 'dan başka yöne kaymıştı. Süreyya hanım bana ne gibi bir konsept yapmak istediğimi sorunca daha karar vermediğimi ve biraz zamana ihtiyacım olduğunu söylemiştim. Sonra da yemeğimi sessizce yemeye başlamıştım.
Aklımdaki tek şey daha önce yapılmamış bir konsepti. Akıllara asla gelmemiş bir konsept seçmek istiyorum. Akıllarda kalıcı olacak bir konsept. Her ne kadar istemesem de ilk başta sonradan bana verilen bu görevi layığıyla yerine getirmek istiyorum. Biraz üzerine düşünüp güzel bir şey bulmam gerek. Ama ondan önce yerine getirmem gereken bir bedel aşaması vardı.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Kuleden ayrılmış ve yalnız olacağım bir yere gelmiştim. Burası yeni keşfettiğim bir deniz kenarıydı. Kasabadan uzak olduğu için geceleri pek insan gelmezdi buraya. Burayı bulduktan sonra en yakın zamanda gelmeyi istemiştim ve bu zaman o zamandı.
Her şey ardı ardına gelmişti. Son zamanlarda fazlasıyla bazı meselelere yoğunlaşmış ve her şeyden el etek çekmiştim. Buraya biraz da aslında kafa dinlemek için gelmiştim. Dingin bir zihinle biraz olsun yaşamdan uzak kalıp kendime odaklanmak istemiştim. Çünkü son zamanlarda yaşadığım şeyler öyle hafife alınacak şeyler değildi. Zaman hızla geçip giderken arkasından bazen çaresizce bakmakla yetiniyorduk.
Ben de şu an bu haldeyim. Onun için biraz durup doğru adımlar atmak için gücümü ve irademi yenilemem lazım. Çünkü önümde bir çıkılmaz sokak vardı ve ben bu sokağı kendi hünerlerimi kullanarak aşmam gerekiyordu. Bana verilen şu haritanın nereye ait olduğunu bulmam lazım, bulduktan sonra yapmam gereken şeyi yapıp sonrasında beni bekleyen şeyin ne olduğunu bilip sonra kaldığım yerden yola devam edip etmeyeceğimi öğrenmem lazım. Sonra bana verilen şu balo görevini yerine getirmek için harekete geçmem gerekiyor.
Ne de çok yapmam gereken şey var değil mi? Bunca şeyin arasında ise yaşam içerisinde bir şekilde hayatın bana sunduklarıyla günyüzüne çıkmaya çalışıyorum. Başımı yukarı kaldırdığım anda gökyüzünde bana göz kırpan parlak yıldızları incelemeye başladım.
Bazen sadece öylece etrafı izlemek ve bunun verdiği hislerle zaman içerisinde nefes almak ve öylece hiçbir şey yapmadan durmak istiyorum. Çok şey istemiyorum ama bunlar dışında bana çok fazla şey sunuluyor. Buraya gelişimden bu yana hiç zihnimden bile geçirmediğim şeyleri yaşadım. Hiç beklemeyeceğim şeylere tanık oldum. Hiç ummadığı şeylerle mücadele ettim ve hiç ummadığı kayıplar verdim.
Eski beni bazen özlüyorum. Ya da eski bendeki insanların hallerini özlüyorum. Bilimiyorum ikisi de olabilir aslında. Çünkü çok şey değişti. Çok yokl kat ettim o günden bu yana. Onca şeye tanık oldum. Onca şeyleri sindirdim. Onca şeylere alışmak zorunda bırakıldım.
Yaşam dar ve kısıtlı ve ben bu yaşama neler sığdırdım neler. Her şeyi gördüm her şeyi yaşadım. Derin bir iç çekip üzerinde oturduğum kaya üzerinde dizlerimi kendime çekip, çenemi dizlerime yasladım. Kollarımı bacaklarıma sarıp küçüldükçe küçüldüm. Öylece denize yansıyan ay ışığının vurduğu sulara baktım. Rüzgar hafifçe esiyor, dalgalar usulca sahile vurup duruyordu. Kimse yoktu. Rüzgar bile sessizlik yemini içerisinde sessizce hareket ediyordu. Gözlerimi kapayıp birkaç saniye yaşadığım bu anı hissetmeye başladım. Bazen sadece böyle anılar içerisinde bulunmak çok iyi geliyordu.
"Uzun zamandır seni ilk kez bu kadar dingin bir halde gördüm. Bazen kendine zaman ayırman gerekli." diye konuşan Rosa 'nın sesini duyunca gözlerimi açtım ve derin bir iç çekerek konuşmaya başladım. Sesim düz, sakin ve hisleri açığa vuran bir tınıdaydı.
"Zaman bunu engelliyor. Sende biliyorsun ki son birkaç aydır neler yaşıyorum. Ya da son iki yıldır... Bunca olup biten şeyin arasında bu aklıma hiç gelmiyor çünkü yapmam gereken şeyler bana bunun varlığını unutturuyor. Şikayetçi miyim dersen evet derim. Ama bunun için bir şey yapacak güce sahip değilim. "dedikten sonra dalgın dalgın denizi izlemeye devam ettim.
" Zaman geçip gidiyor belki fazlasıyla yoğun bir yaşama sahip olabilirsin ama bu demek olmuyor ki kendini hayattan soyutlaman gerekiyor. Yaşamın hislerine teslim olmaktan çekinme. "demiş Rosa ve bu söylediklerinden sonra birkaç saniye sessizce öylece olduğum yerde oturmaya devam etmiştim.
" Merak ettiğim bir şey var. "diye devam edince söyle dercesine başımı salladım." Balo işini ne yapacaksın? "dediği anda bu balonun onun için hiçte önemsiz olmadığını anladım. Merak ettiğine göre bu konuda bana söylemek istediği şeyler vardı.
" Bilmiyorum şu an aklımda bir fikir yok. Üzerine hiç düşünmedim. Ama bunu sorduğuna göre senin bir önerin mi var? "diyince anında onun canlı, hoş ve mutlu kıkırtısı kulaklarıma geldi.
" Ah aslında iki fikir var aklımda ama hangisini sen kabul edersin bilmiyorum. "diyince ona fikrini sunmasını hangisi kafama yatarsa onu seçebilirim dememle başlamıştı. Heyecanla aklından geçen balo konseptini anlatmaya.
Rosa 'nın ilk anlattığı konsept konusu hiç aklıma yatmamıştı ama sonradan diğer söylediğini beğenmiş ve bunun olması üzerine karar kılmıştık. Sonra konu konuyu açmış ve öylece saatlerce bir Rosa bir ben kendi anılarımızı birbirimize anlatmaya ve gülüp şakalaşmaya başlamıştık. Neredeyse sabah olana kadar sahil kenarında oturmuş, her şeyden kendimizi soyutlamıştık. Sanki hiçbir şey yokmuş gibi. Sanki çok sıradan yaşamlara sahip iki kişiymiş gibi hissetmiştim o an. Ama tabii her şeyin bir sonu olduğu gibi bununda sonlandırıldığı anda sahil kenarından ayrılıp kuleye geri dönmek zorunda kalmıştım
─⊹⊱☆⊰⊹─
Ahrar....
Burada Süreyya hanımla konuştuktan sonra vermek istediğim derslerden birinden çıkar çıkmaz anında çalışma odama geçmiştim. Burada ders vermeye başladığım anda bu odadan bana ait olduğunu söylemiş olduklarından itibaren burada çoğu zaman bulunur, bazı işlerimi burada hallederdim. Sandalyeye gerisingeri yaslanmış ve dalgın bakışlarımı boşluğa çevirmiştim.
Bazen neden hâlâ burada kaldığımı anlayamıyorum. Bir zorunluluk muydu burada bulunmam yoksa bir şey mi beni burada tutuyordu? Çünkü buraya gelirken hiç bu kadar uzun bir süre burada bulunacağımı düşünmemiştim. Zaten Emira 'yla iletişim kurmak çok zordu. Beni gördüğü her yerde yok sayıyordu beni.
Sanki orada değilmişim gibi. Uzun zamandır onunla bir iletişim kurmaya çalışıyorum ama o hep bir şekilde bunu engelliyor. Onu ara sıra kulede görüyorum. Zamanının çoğunu ya odasında ya da dışarıda geçiriyordu. Nadir anlarda onu kulede görürdüm. Bunu merak edip birine sormak istemiştim ve ilk aklıma gelen Süreyya hanım olmuştu. Onunla konuştuğum an zihnimde canlanmıştı.
"Emira sandığın gibi burada öyle bulunup zaman harcayacak biri hiç olmadı. İlk geldiği anlarda alması gereken dersleri aldıktan sonra tekrar ortalıktan kaybolurdu. Ve onu nerede olduğunu nereye gittiğini bilemezdik. İlk başlarda zaten Varisler ve Victoria 'yla çok yakın değildi. Sonradan dost oldular. Ve ondan sonra hep birlikte bir yerlere gidip geldiler. Birçok yeri keşfe çıktılar. Tabii her gittikleri yerde sorun çıkmadı değil. "dediği anda merak içerisinde ne gibi bir sorun olduğunu merak etmiştim.
" Başlarına bir bela mı geldi? "demiştim aklıma gelen senaryolarla.
Gülerek başını iki yana sallamıştı Süreyya hanım." Ah daha çok onlar bela açmıştı orada bulunanlara. Girdikleri her yerde bir olay çıkartıp, orada bir anda herkesin onlara karşı cephe almasını sağlamış olduklarını söyleyebilirim. Hatta bir ara Emira bir kadını timsahlarla dolu bir nehre atmıştı. Bunu kadın kuleye ziyaret etmeye geldiği anda Emira 'yı gördüğü anda öğrendik.. "dediği anda olduğum yerde şaşkın şaşkın ona bakıp tedirgin bir sesle konuşmuştum.
" Bile bile bir kadını mı attı timsahlarla dolu nehre? "dedim inanması güç bir şekilde. Hiç böyle bir şey yapacak birine benzemiyor. Bu kadar zalim miydi yoksa diye kendi kendine Süreyya hanım konuşunca onun hakkında yanlış bir kanıya varmış olduğum fark ettim.
" İşin aslı şu ki Emira yanlışlıkla kadının düşmesini sağlıyor ama sonradan güçlerini kullanarak nehirde bulunan timsahların taşa dönmesini sağlıyor. Aslında ister istemez bir bela içerisinde oluyor o ve arkadaşları ama hep birlikte sonradan kendilerini p beladan çekip alıyorlar. "
Bu anıyı ilk öğrendiğimde onun şu anki yaşamından çok farklı birine dönüştüğünü fark ettim. Tekti artık. Kimseyle pek konuşmuyor, pek kimseyle bir şeyler yapmaya çalışmıyordu.
Yalnız olmayı o mu seçmişti yoksa buna mecbur mu kalmıştı? Bu soruyu bir ara Lord Yelit vle konuşmak istediğim anda koridorda Turul beyle karşılaşmış ve ona sormuştum. Beni odasına davet ederek sorularıma yanıt vermişti.
İlk başta çok Emira 'yı sevmediğini, her bulduğu fırsatta onu eleştirip yargıladığını söylemişti. Ama sonradan bu en son gelişen olaylardan sonra Emira' ya büyük bir saygı duyduğunu, onun hakkında yanlış kanıya vardığını dile getirmişti. Savaş anından bahsettiği anda Emira 'nın yaşadığı acıyı kelimelerin bile tarif edemeyeceğini söylemişti. Sorumun cevabını ise yalnız olmayı o tercih etmişti demişti. Benim kaybımın hemen ardından burayı terk edip kendi ülkesine gittiğini ve uzun bir süre kimseyle iletişim kurmadığını söylemişti. Yaşadıklarının onda yarattığı bu şey aslında onu böyle soğuk, mesafeli kılmıştı demişti.
Biraz daha konuşup sonrasında yanından ayrılmıştım. Odama geldiğimde ise benim ölüm haberimin onu ne denli etkilediğini şimdi şimdi anlamıştım. Belki de ondandır bana olan bu tavrı. Bana bu kadar sevgi besleyen, onun için ne kadar değerli olmama rağmen sadece onu unutmam ona büyük bir acı vermiş olmalı ki mesafeli bir şekilde ancak benimle konuşuyordu.
Kim olsa karışıma geçtiği gibi bağırıp çağırıp durur ama o sadece yaşadığım için bile mutlu olup beni sıkmadan hayatıma devam etmemi seyretti. Ona olan saygım ve merakım her geçen gün daha çok artıyordu. Onu merak ediyorum. Ama bu merak benim onun hayatında oluşumla gerçek kimliğini açığa vuran Emira 'ya yönelikti.
Ve de o eskisi gibi arkadaşlarıyla başına bela açan Emira' ya yönelik. Onun o hallerini merak ediyorum. Çoğu zaman yaptıkları şeylerden sonra açtıkları portaldan yemekhaneye geçiş yapıp orada kendilerini açığa vuruyorlarmış. O anlarda nasıl davrandığını merak etmiyor değilim.
Başımı iki yana gülerek salladım. Ah her hali merak uyandırıcı bir kadın. Çok güzel olduğunu ifade etmeden geçemem. Duru, saf ve temiz hali yanında güzel masmavi gözleri ve o beyaz teni ve parlak göz alıcı sarı saçlarıyla çok dikkat çekiyordu. Zaten çoğu an yemekhaneye geldiği anda ona dönen bakışları görüyordum. Herkes ona hayran hayran bakıyordu. Hele ki bu son anda yanında gördüğüm şu Timur denilen çocuk.
En son onun odasında Emira 'yla konuşurken görmüştüm. Ve ne denli bir istekle onu yok etmek istediğimi bilemezdi kimse. Ne hakla onunla konuşmak için o saatte odasına gelirdi? Eminim ki bu yersiz bir cesaretle yaptığı bir şeydi çünkü buraya geldiğimden beri Emira' yı izliyorum ve buradaki kimseyle muhatap olmuyor, belli başlı kimselerle konuşuyor ve bunların arasında burada eğitim gören çalışanlar yok.
Zaten orada sessizce ayrılıp gitmek çok canımı sıkmıştı ama bununda elbet bedeli ödetilmişti. Timur 'a verdiğim bir görev daha doğrusu canını okuyacak bir görev vermiştim ve bu sayede bir daha Emira' nın etrafında dolanmaya cesaret etmeyecekti.
Keyifle olduğum yerde başımı geriye attım ve aklımdan artık hiç çıkmayan Emira 'yı düşünmeye başladım. Son zamanlarda çok fazla zihnimi işgal ediyordu. Hiçbir şey yapmasına gerek bile kalmıyordu. Süreyya hanımın sözleri gerçekten de doğruydu. Emira ve ben birbirimize ruhlarımızla bağlıydık. Her ne kadar onu unutmuş olsamda bu onu yok sayacağım anlamına gelmiyordu. Orada tüm konuşmaları dinlediği anda verdiği yüz ifadeleri zihnime kazınmıştı.
En çokta Emma 'nın en son dediği o saplantılı cümleleri onun canını sıkmıştı. Ama sonradan hiçbir şey olmamış gibi devam etmişti. Bazen onu gerçekten kolay kolay tedirgin edecek bir şey olmayacağını düşünüyorum. Kendine o kadar güveniyor ki bu yersiz bir güven değil. Sahip olduğu şeyler konusunda asla tereddüt dahi etmiyor. Asla kendini ucuz oyunlar içerisinde olmasını sağlamıyor buna da izin vermiyor.
Asla lafını esirgemedem dostdoğru ne düşündüğünü ifade ediyor ve asaletinden ödün vermeden kuruduğu cümlelerle karşısında bulunan kişinin mağlup olmasını sağlıyordu. Asla sahip olduklarını göz önüne sunmuyor, kendinden asla ödün vermeyerek istenilen değilde olduğu kişiyle bulunduğu ortamdan dikkat çekiyordu.
Şimdi şimdi aslında neden herkes tarafından bu kadar konuşulduğunu neden bu kadar seveni ve nefret edeni olduğunu anlamıştım. Sevilme nedeni bu kendine has özellikleriydi. Nefret edilme sebebi ise onu çekemedikleri içindi.
Emira başlı başına mükemmel bir detaydı ve kalbinin sahibinin ben olmam bana büyük bir mutluluk verdiğini inkar etmem. Lord Yelit 'in sözlerini şimdi tüm gerçekliğiyle anlıyordum. Emira benim yaşamıma yön veren ve beni karanlığımdan çekip çıkarandı. Şimdi bunların gerçekleriyle ona karşı tavrım değişiyor ve her an onun yanında olmak istiyordum ama inatçı kadın bunu engelliyordu.
Kendince beni cezalandırıyordu ve bunun için ona bir şey demek yanlış olurdu. Çünkü haklıydı. Ve onca şeye rağmen benden vazgeçmediği için ona büyük bir teşekkür borçluyum.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Kuleye geç gelmiştim. Kahvaltıya katılmadan direk bahçeye geçmiş ve orada bulduğum bir ağacın dibine oturup elimde tuttuğum haritayı inceleme başlamıştım. Harita net bir bilgi vermediğinden tam olarak nerede neyi bulmam gerekiyor anlamamıştım. Bıkkınlıkla bakışlarımı bahçeye çevirmiş ve biraz uzaktaki çalışanların bahçe işleriyle ilgilenmesini izlemeye başlamıştım.
Herkes kendi işine odaklanmış, tüm yaşamını yapması gereken şeyler çerçevesinde şekillendiriyordu. Uzun zamandır gerçek anlamda normal insan gibi davranmadığımı fark ettim. Bizimkilerle de uzun zamandır irtibata geçmemiştim. Davet öncesinden belki kuleye gelirlerdi ama onların yanımdaki varlığını özlemiştim. Şimdi herkes kendi yaşamına çekilmiş ve onca işin arasında günleri devirip duruyordu.
"Neden onları kuleye davet etmiyorsun erkenden?" diyince Rosa söylediklerini düşündüm. Davet etsem anında gelirlerdi. Peki onları davet ettiğim anda bu işlere yoğunlaşmış olduğum anda onları boşlardım ve bu hoş olmazdı.
"Gelseler bile onlara layığıyla zaman ayıramam ki." dedim basitçe.
"Hım bence ayırabilecek zamanın var. Çoğu anında onlarla konuşup başka şeylerle de ilgilendiğini biliyorum. Hem zaten bu sana bir öneri değildi söylediğim. Onları çoktan davet ettim bile ben." demiyor o anda söylediklerini idrak etmem zaman aldı.
Benim neden şu an haberim oluyor? Anında yavaşça sağ elimin parmaklarıyla anlımı sıvazladım. Sesimdeki tını bunu neden yaptığını öğrenmek isteyen bir duyguyu açığa çıkardı.
'Bunu yapmaktaki niyetin ne öğrenebilir miyim? "dedim sakin ama yavaşça sinirimin kendini belli etmesiyle.
" Çünkü sıkıldım artık bir şeyleri tek başına halledip tüm sorumluluğu üzerine almandan. Hem onların gelmesiyle biraz da olsa aklın dağılacak ve daha huzurlu olacaksın. Sana bunu söylemememin sebebi buydu. Hem ister kız ister kızma onları buraya getirmek istiyorum. Ve buna mani olamazsın. "diyince itiraz istemeyen bir sesle Rosa, o an sadece olduğum yerde elimde tutmaya devam ettiğim haritayı anında büyüyle saklı tuttuğum yere gönderdim ve hemen sonra olduğum yerden kalkıp bahçenin arka tarafına doğru ilerlemeye başladım.
Bahçede ilerlerken çoğu kişin bakışları benim üzerime çevrildi. Sebebi sinirli adımlarla olduğum yeri terk etmemdi. Kızma amacım bana sormadan yapmasından kaynaklanıyordu. Yoksa onların gelişi değildi beni kızdıran sebep.
"Ah Rosa bazen sınırları aşıyorsun ve sonradan bunun bedelini ödeyince sızlanıyorsun. Ama bende sana bunun aynısını yapmayı bilirim."
Kulenin arka bahçesine doğru giden yola sapacakken birden kulenin ön kapısından çıkan ikili dikkatimi çekti. Emma ve Arın hocanın yan yana ön bahçeye çıktıklarını görmüştüm. Onlar beni fark etmemişti. Oyalanmadan hemen ilerlemeye devam ettim. Arka bahçeye varınca ilerlemeye devam ettim.
Ama aklım öz önce gördüğüm görüntüde takılı kalmıştı. Kim bilir yine ne vardı aklında Emma 'nın. Çünkü pek Arın hocayla bir irtibata sahip değildi. İşi düşmüş olmalı ki onunla konuşmuştu. Neyse yakında kokusu çıkardı. Sonunda arka bahçenin sonunda bulunan Karanlık Orman'a çıkan kapıya ulaşıp, kulenin sınırlarından dışarı çıktım. Biraz Kara Orman 'da yürüyüşe çıkmak istiyorum.
Kapıdan çıkınca önümdeki boş düzlük arazide ilerlemeye başladım. Kulenin arka tarafında burada çalışanların kaldığı kasaba vardı. Çoğu halkın yarısı ancak kulede çalışıyordu. Diğerleri kendi geçimini yapıyordu bir şekilde. Kasabadan çektiğim bakışlarımı biraz ileride görkemli haliyle dikkat çeken ormana çevirdim. Gerçektende Karanlık Orman muazzamdı. Ve en muazzam yanı devasa ağaçlar arasında kendini belli etme simsiyah Moritanya Kalesi'ydi.
Orasının hâlâ ıssız ve kullanılmaması beni üzen bir taraftı. Süreyya hanıma oraya kuledekilerin yerleşebilecek olduğunu söylediğim anda bu teklifi reddetmişti. Moritanya Kalesi'nde yaşamak istemediğini oradaki anıların varlığı onu üzmekten başka bir şey getirmeyecek olduğunu söylemişti. Şu an bulunduğumuz yerde yaşamaktan memnuniyet duyduğunu söylediği andan sonra bir daha bu konuyu açmamıştım.
Her ne kadar burada kimse yaşamasa da kulede herhangi bir zarar olmaması için yaptığım büyüyle günlük olarak temizlenip, herhangi bir onarım gereken yerler büyüyle hallediliyordu. Ne kadar gitmek istemese de Süreyya hanım için bu kulenin ne anlam ifade ettiğini biliyorum ve onun için bu kuleyi her türlü beladan korumak için elimden geleni yapacağım.
Sonunda ormanın sınırlarına ulaşmış ve ormandan içeri girdiğim gibi bir rota belirlemeden gelişi güzel yürümeye devam etmiştim. Bakalım adımlarım beni nereye ulaştıracaktı? Derin nefesler alıp verirken aklıma düşen anılar beni bulunduğum mekandan çoktan soyutladı. Burayı keşfetmek için verdiğim mücadele aklıma gelmişti. İlk buraya kolye vasıtasıyla gelmiştim.
Ama nerede olduğumu bile bilmiyordum. Beni buraya Ahrar 'ın getirişinide hatırlayınca onunla yaptığımız sohbet aklıma düşünce tebessüm etmiştim. Sonra Esila' yla olan yüzleşme anım vardı. Aslında çok fazla şey yaşamıştım burada. Burası benim evvelimdi diyebilirim. Burada çok şey yaşadım. Buna Dehliz 'i kaybetme anımda dahil. Hâlâ onun varlığını arıyorum. Ve bulamadığım her an daha çok üzülüyorum.
Zamanın aldıklarının yanında verdiği şeylerde vardı. Hepsi ayrı ayrı benim için değer teşkil ediyordu. Ama bende en çok iz bırakan şey benden aldıklarıydı. Çünkü amansızca benden koparılmıştılar. Ve bu bana daha çok acı vermişti.
Bir saate yakın ormanda yürüyüş yapmıştım. Sonra kaleyi ziyaret etmek için kaleye doğru ilerlemiştim. Kaleden içeri girince her daim bizimkilerle topladığımız toplantı odasına girmeden edememiş, içeriye girince yavaş adımlarla içeride dolaşmaya başlamıştım. Hâlâ sanki her şey dün olmuş gibi anılar gözümün önünde canlandı. Burada çok zaman geçirmiştim onlarla birlikte.
Yavaşça her zamanki oturduğum tarafa ilerleyip yerime geçmiş ve masadaki boş sandalyelere iç çekerek bakmıştım. Bakışlarımı boş sandalyelerden çekip hızla içeriyi taradı. O anda biraz ileride çaprazımda duran raftaki kitaplar dikkatimi çekti. Uzun zamandır bu kitaplara bakmak istemiş ve bir türlü fırsat bulamamıştım. Şimdi bakmanın tam zamanı olduğunu anlayınca hızla parmaklarım harekete geçti ve büyüyle gözüme kestirdiğim kitapların olduğu yerden bulunduğun yere ulaşmasını sağladım.
Kitaplar olduğu yerden önümdeki boş alana ulaşmış ve önümdeki boş alan kitap yığınlarıyla dolmuştu. Gözüme kestirdiğim ilk kitabı aldığım gibi başladım okumaya. Bu elimde bulunan kitap bir kehanet kitabıydı. Bazı kehanetler geçekten vardı bazıları ise olduğu yönünde söylentilerden yola çıkarak kitaba eklenmişti. Çoğu kehanetin artık şu an akıllardan silindiğine eminim. Zaman bazı şeylerin eskimesini ve unutulmasını sağlıyordu. Bazen her şey bir anda silinmeye yüz tutuyordu ister istemez.
İki saate yakın önümdeki tüm kitapları incelemiş bazı kitaplardan edindiğim bilgileri ise her daim işime yarayacak olduğu düşüncesiyle not ettiğim küçük defterime geçirmiştim. Son bakmam gereken bir kitap sadece kalmıştı. Ona da bakıp sonra burayı terk edecektim.
Kitabı açıp yavaşça içerisinde yazılan bilgileri okumaya başlayacağım anda birden aralık olan kapının dışından gelen adım sesi, o an oraya dikkat kesilmemi sağladı. Acaba bizimkilerden biri miydi? Tek bir kişiye ait adım sesleri duymuştum. Ama eğer onlardan biri olsaydı hepsi bir anda gelirdi. Benim gelmemi beklemezdi. Adım sesleri devam ettiği anda öylece bakışlarım kitap sayfasında durmuş sesi dinliyordum. Taki sesin kesilip, içerideki varlığı fark etmeme kadar.
O anda yavaşça bakışlarımla birlikte başımı yukarı doğru kaldırdım ve an aralık kapıdan içeri giren bedenle bakışlarım kesiştiğinde kaşlarımı çatarak onun burada olduğunu sorguladım. En çokta buraya nasıl gelebildiğini sorguladım. Kapının önünde dikilen veren sessizce benim vereceğim tavrı izliyordu. Onu burada görmem sonrasında ne yapacağımı sabırla bekliyordu.
Ellerimi masanın üzerinden çekip yavaşça geriye doğru yaslandım. Bakışlarımda yatan merak onu izlerken bir yandan da onun bu sakin haline anlam vermeye çalışıyordu. Dudaklarım söyleyeceğim cümlelerle aralandı.
"Burada ne arıyorsun Larut? Buraya izinsiz gelmenin yanında nasıl kalkanı geçip geldiğini merak ettim doğrusu? "diye sorduğumda Larut duyduğu soruları geciktirmeden cevaplamaya hazırlanırım bende o sırada onun orada bulunmayan duyduğu rahatsızlığı görüp, tepkisizce onu baştan sona inceliyordum. Sorumun ardından Larut yavaşça olduğu yerden bana doğru ilerledi. Küçük adımlarla bulunduğun madalya doğru acelesizce ilerledi. Bense hiçbir tepki dahi vermeden onu izledim.
" Sadece bir şey söylemek istiyorum." dedi birkaç saniye bakışları bende oyalandı ve sonra daha fazla bakmaya cesaret etmeyip, bakışlarını benden çekip etrafa çevirdi. Burada bulunmanın ona ne hissettirdiğini bilmesem de buraya gelirken baya zorlandığı aşikârdı. Sonra bakışlarını önümde duran masanın yüzeyine çevirdi. Ve konuşmasına kaldığı yerden devam etti. "Onun için buradayım. Kimse buraya geldiğimi bilmiyor. Bilmesini de istemiyorum . "Bu dediği şey aslında bu durumdan benim dışımda kimsenin haberi olmasını istemediğini, bunu saklamam gerektiğini belli ediyordu.
Düz bir ifadeyle ona bakmaya devam ettiğim anda soğuk, hiçbir duygu kırıntısı dahi olmayan, bir ölüden farkı olmayan halimle ondan bakışlarımı hiçbir an çekmeden konuştum.
" Ne söyleyeceksen çabuk söylersen iyi olur . Çünkü gördüğün gibi bir şey üzerine araştırma yapıyorum. "dedim önümde duran masadaki kitapları gösterirken. Anında bakışları o an dediğim yere çevrildi. Bakışları bir şey fark etmiş gibi ifade değişikliği yaşadı. Neyi anlamıştı kavrayamadım.
" Evet biliyorum. "dedi tane tane, sonra yeniden konuşmasını sürdürdü." Nereyi bulmak için bu kadar uğraş verdiğinden haberdarım. Yaptığın büyünün ne olduğunu da biliyorum. Ve bunun sana ne gibi bir dönüşü olduğunu da biliyorum. Bir bedel ödemen gerekiyor ve sen onunla şu anda ilgileniyorsun. "demiş ve olduğu yerde birkaç adım geriye doğru çekilip, sözlerine devam etmeye başlamadan tekrar bakışları
önümde duran kitaplara bakıp yüzünü buruşturup sonrasında devam etmişti." Bu gereksiz kitaplarda o yeri bulmazsın. Aradığın yer neresi biliyorum. Hatta diğer son bedel yerini de biliyorum. "diyince ona şu an bunun için çabalamadığımı söylemedim.
O an zihnim şu anı idrak etmekle meşgulken, ben sormam gereken soruyu değilde sormamam gereken şeyi ona sormuştum.
" Neden bana yardım edesin ki? Amacın ne senin? "dedim şüpheci bir sesle. Bakışlarım ne istediğini, neden burada olduğunu anlamaya çalıştı. Başka bir şey için mi yoksa bana yardım etmek için buraya gelmişti? Ne içindi peki? Bir amacı yoksa neden bana yardım etsin ki? Ben bunları düşünürken Larut cevabını geciktirmeden verdi.
" Bir amacım yok sadece sana yardım etmek istiyorum. Sebebi çok açık geçmişte sana bir yanlışım oldu ve bunu düzeltmek için buraya geldim. Önündeki kağıtta —"demiş ve bir anda önümde bir rulo halinde kağıt belirtmişti." her şey yazılı. Aradığın her şeyi orada bulacaksın. "dediği anda önümdeki rulo kağıda şaşkın şaşkın bakmış ve anında mavi harelerim titreşirken, usulca başımı omzuma doğru yatırıp anlamayan bir şekilde ona bakmaya devam ettim.
" Neden peki? Diğer şeylerde yaptığın gibi yine her şeyi görmezden gelebilirdin. Sonuçta bu hiç yapmadığın bir şey değil." yargılayan sesim bunu yapması için bir sebebi olmadığını söylüyordu. Onca şey oldu. Belki de kolayca onun yardımı olsaydı onca insan bunu yaşamaz. O kadar kayıplar verilmezdi.
Şimdi mi aklına geldi yardım etmek. Hep yaptığı gibi görmezden gelip hayatına hep kaldığı gibi devam etmeyi tercih edebilirdiki. Şu an bu davranışı insanın şüphe duymasını sağlıyordu. Yine bir amacı olduğunu düşündürmüştü insana. Benim bu yaklaşımım onun daha çok kendini kötü hissetmesini ve duyduğu gerçeklerle bir kere daha yüzleşmesini sağlamıştı.
Artık bakışları hiç beni bulamadı. Cesaret edemedi bir daha bana bakmaya çünkü o da biliyordu ki bunların başını çeken kişilerden biri oydu. Onun da içerisinde olduğu bu şeyden dolayı olaylar bu hale geldi. Yani ona bu konuda ne desek doğruydu dediğimiz her şey. Bunun için bizi susturamazdı. Dediklerime cevap vermeye çalıştığı anda bile ben dışımda her şeye bakıyordu.
"İyi niyetle bunu yapmadığımı düşünüyorsun. Bunda haklısın yani şüphe etmekte ama sana şunu söylemek istiyorum ki bir amacım yok. Sadece az da olsa geçmişi telafi etmek için bunu yaptım." diyişini duyunca alaycı bir gülümsemeyle ona bakarken o bir an bakışları beni bulunca bu alaycı gülümsemi gördü.
" Demek geçmişi telafi etmek için yapıyorsun. Peki sence çok geç olmadı mı? Ya da şu an bir anlamı olur mu sanıyorsun? Sana verilen o kadar fırsat olmuş olmalı ama sen onları değerlendirmedin ve onca zaman geçip gitti. Ve şu an ihtiyaç yokken bunu yapman bir anlam ifade etmiyor. Sen bana bu kağıdı vermeden de ben bir şekilde her şeye ulaşırım. Daha önce yaptığım gibi. "demiş ve ona her şey için çok geç kaldığını söylemiştim.
" Hatalıyım. Her zamanda böyle olacağım. Belki de asırlar geçecek ve yine herkes bana aynı gözle bakacak. Kimse haksız diyemem bu konuda. Ama sadece şunu söylemek istiyorum ki bunun bedelini ödüyorum ve ödemeye devam edeceğim. Çünkü çok kötü şeylere sebep oldum. Bunun cezasını ödüyorum. Her şey için üzgünüm ve bunun için sen dahil herkesten özür diliyorum. "dediği anda karşımda bu mahçup haline sadece ifadesizce baktım.
" Buraya gelmek senin için zor olmuş olmalı. Onca yılın geçti burada. Söylesene buraya gelmek sana ne hissettirdi? "diye sorunca bunu sormamı beklemiyoru. O an bocaladı ve olduğu yerde bakışlarını bana çevirmeden öylece sessizce karşımda dikilmeye devam etti. Bu haline başımı iki yana sallayarak karşılık verdim.
" Büyük bir yanlış yaptın. Sana inanan herkesi sırtından vurdun. Aron bu yaptıklarını hak etmedi. Hadi anlamaya çalışıyorum az da olsa tanımadığın insana zarar verirken tereddüt etmedin. Peki yanında olduğun, gözünün içine her gün baktığın adamı öldürmeye çalışırken hiç mi tereddüt edip, bunu yapmamayı düşünmedin? Bu kadar mı hastalıklı bir sevgiye tutsak oldun? Ya da Esila bu kadar mı seni kör etti? Sen bir kalbe sahip değilsin. Hiçbir zamanda olmayacaksın. Rulo için bir teşekkür bekliyorsan bunu yapmayacağım. Alabilirsin rulo kağıdı . Ve bir daha lütfen karşıma çıkma çünkü seni görmek geçmişin acısının daha da günyüzüne çıkmasını sağlıyor. Yardım etmek istiyorsan birilerine kendini belli etmeden yap bu daha az can yakar. Çünkü senin bu krallıkta canını yakmadığın insan kalmadı Larut. "diye uzun uzun ona onca zamandır söylemek istediklerimi dile getirmiş ve artık bazı şeyleri kabul etmesi ve bir şeyler için çabalamaktan vazgeçmesini dile getirdim.
" Ben özür dilerim. Haklısın buraya gelmemem gerekiyordu. Rulo sende kalsın. Bir yardımı olur. Çünkü her ne kadar bu konudan rahatsız olsanda insanın sevdiği kişiyi kaybetmesi çok zor. Bunu çok iyi biliyorum. Bir daha bunu benim yüzümden yaşamanı istemiyorum. Lütfen onu aç ve oradaki bilgileri kullan belki bu şekilde az da olsa kendimi iyi hissederim. Çünkü sana çok fazla zarar verdim. Bunu sen istemesen de telafi etmek istiyorum. "demiş ve olduğu yerden arkasına dönüp burayı terk etmeye hazırlanmıştı.
Ona hiçbir şey demedim. Durdurmadım bile. Sadece burayı terk edişini izledim. Sonra o buradan tamamen gidince bende öylece birkaç dakika olduğum yerde düşüncelerleydi boğuştum. Zaman geçmiş anıları bir film gibi gözlerimin önünden geçip gitmesini sağladı. Sonrada usulca olduğum yeri terk ettim.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Odama geldiğimde elimde tuttuğum rulo kağıdı üsten bir bakış attım. Gerçekten doğru mu söylüyordu? Ben bile tam olarak hangi bedeli ödeyeceğimi bile bilmezken o nasıl bunu öğrenebilirdi? Odada gerginlik içerisinde bir o yana bir bu yana gidip gelirken, merakla ne yapmam gerektiğini düşünmüyordum. Açmalı mıyım? Açınca eğer yazılanlar doğru ise hemen harekete geçmem gerekiyordu.
Yavaşça olduğum yerde ilerlemeyi kesip arkamı döndüğüm gibi yatağına doğru adımladım. Yatağın ucuna yerleşip elimde tuttuğum ruloyu açmaya hazırlandım. Rulonun açılmaöask için etrafına tutturulan kırmızı ipliği açıp yavaşça parmaklarımla ruloyu açmaya başladım. Kağıdın ucundan tutup diğerini yukarı doğru çekiştirdim. Gözlerimin önünde beliren bir harita vardı. Bu haritada üç farklı yer bulunuyordu. İlki bildiğim yerdi mabedin olduğu krallıken diğer ikisi ise diğer bedel ödeyeceğim yerlere aitti. Mabette aldığım o detayladı eksik olan haritada çarpı işareti bulunan yer bu elimdeki haritada daha detaylı bir şekilde aktarılmış ve üzerinde hangi krallıkta bulunduğu yazılmıştı.
Marsilya Ormanı yazıyordu. Sanırım mabedin yakınında bulunan bir yerdeydi. Çünkü haritada mabede çok uzak durmuyordu. Ama haritanın diğer alanında ise bir sürü dağ resmi vardı. Bu dağlar yüksek ve dumanlı bir şekilde aktarılmıştı. Dağ çizimini tam üzerinde ise bir yazı vardı. Klafter Yanardağı yazıyordu.
Demek ki en son durağım bariz risk taşıyan bir yerde bulunuyordu. Rulonun tam sağ alt köşesinde ise iki adet not yazlydu.
"Marsilya Ormanı'nda yer altı labirenti bulunuyor. Bu labirent taşlarla yapıldı. İçerisinde herhangi bir aydınlatma yok. Çok karmaşık bir labirent. Şu ana kadar içerisine giren kişi sayısı çok az. Çünkü labirent çok büyük ve bir o kadar da küçük geçitlere sahip. Girenlerin çoğu derin yaralar almış. Ama sanıyorum ki bedelden ötürü sana bir kolaylık sağlanacak çünkü senin son aşamaya gelmen sağlanacak. Ama senin için en zorlu aşama son aşama olacak. "
" Klafter Yanardağı. Etrafı küllerle sarılı, orada bulunmak insanın ciğerlerine iyi gelmiyor. Bunu önlemek için bir şey yapman lazım. Yanardağ etrafında beş adet sönmüş yanardağ bulunuyor, aktif olanı ortada bulunan yanardağ. Bu yanardağ çok yüksek ve tehlikeli. Sebebi her an patlamaya meyilli bir yanardağ olduğu için. Bilmen gereken şey ise bu yanardağ hakkında şey içerisinde bir canavar olduğu görüşü. Ne kadar doğru bilmiyorum. Ona göre tedbir al. Ve yanardağın bir alanında oraya ait bir mağara girişi var. Belki de bedelde oraya gitmen istenilebilir. Sana aktaracağım bilgiler bununla sınırlı. Umarım amacına ulaşırsın. "
Her iki nottada Larut bana öğreneceğim her bilgiyi aktarmıştı. Her ne kadar ona karşı düşünceler sahip olsamda verdiği bilgiler benim için çok değer teşkil ediyordu. Bu bilgilerle daha iyi önlemler alıp ona göre hareket edeceğim. Ruloyu sarıp onuda güvenli bir yerde muhafaza ettim. Şimdi yapmam gereken Marsilya Ormanı'nı ziyaret etmekti. En kısa zamanda oraya gitmem gerekiyor. Bu gece gitmek isterdim ama maalesef ki dostlarım geleceği için onlara saygısızlık yapmak istemediğim için bunu ertelemem gerekiyordu.
Odadan giysi odasına geçerek üzerimi değiştirmeye başladım. Daha rahat bir kıyafet giyip, terasa çıkmayı düşünüyorum. Orada bizimkiler gelene kadar şu ormanı bir araştırmak istiyorum. Odadaki işim bitince koridora çıkmış ve adımlarımı üst kata çıkan merdivenlerin olduğu yere yönlendirmiştim.
Merdivenlerin olduğu kısma gelince basamakları çıkmaya başladım. Terasa çıkana kadar birkaç kişiye merdivenlerde rastlamıştım. Hiç beklemediğim bir şey olmuştu. Genelde burada eğitim gören öğrenciler sadece konumumdan dolayı sadece kısa bir selam verip yanımdan geçip giderken şimdi bana içten bir tebessümle bakıp, selam verip öyle yanımdan geçip gidiyordular. Bu yeni durumu sorguladım. Ne olmuştuda bir anda bana yönelik bu tavrı sergilemiştiler? Şaşkın halimden sıyrılıp kalan basamaklarıda çıkmış ve sonunda koridora geçmiştim. Koridorda aynı şeyleri yaşayınca artık iyiden iyiye merakım artmıştı. Kim bilir ne oldu. Yavaş adımlarla terasa çıkan kapıya varınca, kapıyı açıp dışarı çıktım.
Terasa geçtiğim anda birden terasta ayakta dikilen, bana sırtı dönük vaziyette bulunan Emma 'yı gördüm. Onu görünce gerisingeri gitmeye tam hazırlanıyordum ki açılan kapıyı duyunca anında omzunun üzerinden başını yana çevirip olduğum tarafa baktı. Beni görmeyi bekliyormuş gibi hemen hevesle olduğu yerden bana doğru döndü ve sahte bir tebessümle bana baktı.
Artık gitmek için çok geç olduğu için kapıyı kapatarak yavaş, isteksiz ve sert adımlarla gözüme kestirdiğim tekli koltuklardan birine doğru ilerledim. O sanki hiç burada yokmuş gibi davranıyordum. En iyisi onunla konuşmadan bir yere geçip oturmam belki de bu sayede o da bu halimi görünce çekip gider. Gider değil mi? Onu yok sayan bakışlarıma rağmen Emma bunu hiç önemsemedi ve olduğu yerden benim ilerlemeye çalıştığım yere doğru ilerledi.
Ben kapıya dönük olan tekli koltuğa oturmuştken o da tam karşımda bulunan tekli koltuğa oturup bacak bacak üste atıp benimle samimiyetsiz bir konuşmaya girişti. Bense iki kolumu koltuğun iki kenarına yaslamış ona dikmiş olduğum bakışlarımla ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum. Hiçbir duygu barındırmayan ifadem bir an önce onun ne diyecekse demesini ve olduğum yeri terk etmesini sabırsızlıkla bekliyordu.
"Duyduğum kadarıyla kulede en çok bulduğunuz yerlerden biri burasıymış. Şansımı denemek istedim ve buraya geldim. Belki burada olursunuzda size söylemek istediğim şeyleri söyleyebilirim diye fırsat kolladım." diye sevimli sandığı ses tonuyla konuşunca yüzümü buruşturmamak için çok çaba sarf ettim. Öylece bir şey demeden ona baktım.
Yine abartılı makyaj seçimi, üzerindeki lacivert renge sahip v yaka, derin dekolteli elbise bakışlarıma takıldı. Elbisenin göğüs kısmı ve etek kısmında dantel işlemeleri vardı. Saten elbisesiyle karşımda rahat rahat oturması ve bu meydan okuyan bakışları beni ne geriyor ne de korkutuyordu. Sadece rahatsızlık veriyordu bana ve bence bunu biliyor, bilmesine rağmen yine de umursamıyordu.
" İstediğini elde ettiğine göre ne demek istiyorsan açıkça söyle ve sonrasında beni rahat bırak Emma. Seninle uğraşamam ve zamanım fazlasıyla değerli." dedim daha fazla oyalanmadan sadede gelmesini belli ederken.
Hay hay dercesine başını salladı ve parmaklarını hafifçe kıpırdattı." Buraya ne amaçla geldiğimi biliyorsun. Önüme çıkmanı istemiyorum. "dediği anda tam devam edecekken sağ elim hızla yukarı kalktı ve onu susturacak şekilde birkaç saniye havada asılı kaldı.
" Önüne mi çıkıyorum? "dedim sorarcasına, bu saçma tabiri sadece gülmemi sağladı." Emin ol ki önüne çıkmış olsaydım Emma şu an nefes alıyor olamazdın. Bu zamana kadar seni görmezden geldim ama sen haddini bilmeyerek karşıma geçip bana ne dediğinin farkında mısın? Sen kimsin ki bana bu şekilde kafa tutacağını sanıyorsun? Emma'cık emin ol seninle uğraşmak istersem seni fena yaparım. Sen hâlâ gerçek anlamda beni tanımamışsın. Ama bence tanımaya bak. Çünkü gözüme batarsan senin için iyi şeyler olmaz. "dedim tehtidvari bir sesle.
Bu ani çıkışım onu korkutmuştu. Beden böyle bir şey beklemediği aşikârdı ama gelip bana böyle bir şekilde karşılık verirse bende kendimi tutamam.
" Beni tehdit mi ediyorsun? "diyince ikinci kez ona gülümserken yavaşça başımı iki yana salladım. Bu halim sertçe yutkunmasını sağladı.
" Sadece yapacağım şeyler hakkında seni bilgilendiriyorum. Bir daha karışma çıkma Emma ve en kısa zamanda burayı terk et. Bu kendi sağlığın adına alacağın en doğru karar olur. Çünkü hakkımda çok şey söylendi ve hepsi emin ol ki doğru. Nefesini kesmemi istemiyorsan bir daha gözüme batacak şeyler yapma. Şimdi yıkıl karşımdan ve bir daha bu üslupla karşıma sakın çıkma. "demiş ve onun aniden duyduğu cümlelerden sonra apar topar ayağa kalkışını izledim. Sanırım bir anda değişen göz rengim, kolyenin rengi ve saç rengim onu ürküttü.
Siyah rengi aldığı anda herkes benden çekinirdi. Çünkü o an hakimiyeti tamamen kaybettiğim anlardı. Yanımdan çekip giderken onu durduran cümlem ona son ikazımdı.
"Sana bir tavsiye. Birinin kalbine zorla giremezsin Emma. Birini kendine zorla aşıkta edemezsin. Onun için bu kadar kendi boş şeyler için yorma. Ve bir daha karşıma çıkma. Yoksa gerçekten seni elimden kimse alamaz. Bunu biliyor olman gerek." demiş ve elimle gitmesi için hareket yapınca anında koşar adımlarla burayı terk edişini duydum. Ben bunun olmasını istemedim. Kendisi karşıma çıktı ve bu şekilde onunla konuşmanı sağladı. O naif hallerimi mahveden onun bu üslubu oldu. Kendi eden kendi bulur sözünü boşa dememişler ya.
Emma terası terk ettikten sonra anında ortaya hemen Rosa çıkmıştı.
"Vay canına bu şekilde davranacağını beklemiyordum doğrusu. Daha çok yine kibarca onu susturursun sanıyordum ama sen beklenmeyecek bir şey yaptın ama tebrik ederim çünkü bunu çoktan hak etti. Birde utanmadan önümden çekil diyor. O an sen bir şey yapamasan ben bir şey yapacaktım. Ama senden güzel bir performans gelince bana keyfince izlemek düştü. "demiş ve bundan memnun olmuş bir sesle konuşmuştu.
" Aslında böyle bir amacım yoktu. Ama baktım ben bir şey yapmayınca almış başını gidiyor, haddini bilmeden konuşuyor dayanamadım bende. Zaten yani anlamıyorum bu ne yüzsüzlük! Araya giren oyken pişkin pişkin birde bana aradan çekil imasını yapıyor. İyice ne yapacağını şaştı bu. Durdurmanın zamanı geldi ve çattı. İyi de oldu zaten onca sorun var başımda birde bunun saçma sapan ithamlarıyla uğraşamazdım. "dedikten sonra usulca kendi işime yönelmiş ve Rosa 'ya bu konuda düşüncelerimin dile getirmiştim.
Bir saat kadar Terasta oturmuş ve Larut' un bana verdiği harita ve bilgiler üzerine Rosa 'yla konuşmuş ve üzerine kendi düşüncelerimizi eklemiş durmuştuk. Bir noktada birleşen düşüncelerimizden sonra haritayı kaldırıp oradan toplantı odasına geçmiştim. Buraya gelme sebebim bizimkileri burada karşılamamdı.
Toplantı odasının içerisinde devasa masanın en başına geçip oturdum. Yakında buraya gelmiş olacaklardı. Zihin bağından birbirleriyle olan didişmlerini duyuyordum ve bu da buraya yakın olduklarını gösteriyordu. Her ne kadar onlardan uzak olsamda bu onları özlememiş olduğum anlamına gelmiyor. Yarım saat kadar daha burada beklemiştim. Sonunda kuleye giriş yaptıklarını koridordan gelen seslerinden anlamıştım. Yine birbirlerine laf atıp duruyor, hatalı hallerini dalgaya alıp duruyordular.
İki dakika sonra toplantı kapısının önüne geldikleri anda sesler kesildi ve bir anda curcuna içerisinde paldır küldür kapıyı açıp içeri girdiler. En son içeri giren ve kapıyı ardından usulca kapatan Kavi oldu. En sakin halde olanda oydu zaten.
İlk içeri birbirlerini iterek içeri girmeye çalışan Dehri ve Enfal 'di. Bu ikisi didişmeden duramıyordu. Hemen ardından onları Nehar ve Dennis ve Victoria ve en son Kavi takip etmişti. Beni gördükleri anda sessiz kalarak benden bir atakta bulunmamı bekleyen bir halde beni izlediler.
"Hır gür çıkarmadan bir gün olsa bu kuleye gelemez misiniz?" demiş ve olduğum yerden yavaşça ayağa kalkıp onlara doğru ilerlemiştim.
Ayağa kalkıp onlara doğru geldiğimi görünce hepsi bir anda bana doğru ilerledi ama Victoria hepsinden atik davrandı ve hepsinin önüne geçip bana sarılan ilk kişi oldu. Anında kollarımı onun beline doladım ve sımsıkı ona sarıldım. Onu o an ne kadar özlediğimi fark ettim. Uzun zamandır onun varlığı yanımda değildi ve bunu çok özlediğimi, eksik yanımın aslında onun varlığıyla tamamlandığını fark ettim.
Onun bu haline Dehri takılmadan geçemedi. "Çocuk ne olcak! Evlendi de değişmedi bu." diye sızlanan bir sesle konuşup onun bu hallerini sevmediğini belli etti kendince.
Dehri 'nin bu cümlesini duyan Victoria ona doğru dönüp dilini çıkarıp, dedikleri şeyin onun umurunda olmadığını belli etti bu yaptığı şeyle. Sonra tekrar bana sımsıkı sarıldı.
Kulağıma kısık sesle mırıldandı. "Seni çok özlemişim. Eski bizi ne kadar özlediğimi şu an bir kere daha anladım." dediğinde onu usulca onaylamıştım.
Victoria 'dan ayrılıp sırasıyla herkesle sarılmış hasret gidermiştim. Sonra masanın etrafına yerleştip, yerlerimize geçmiştik.
"Eee Prenses uzun zamandır bizi arayıp sormuyorsun. Hayırdır unuttun mu yoksa bizi?" diyen Nehar' ın bu söylemine göz devirdim. Başımı yavaşça yana yatırıp cevapladım sorusunu.
"Unuttuğumu mu düşünüyorsun sizleri ? O halde beni tanımamışsın demek olur bu Nehar. Sadece bazı şeyler araya girdi ve benim bazı şeyleri sindirmem zaman aldığı için sizinle pek iletişim içerisinde olamadım ama bu demek olmuyor ki sizi hayatımdan çıkardım. Ha siz çıkarmak isterseniz bilemem ama benim böyle bir düşüncem yok. "demiş ve ona meydan okuyan bir ifadeyle bakmıştım. Bu halim sadece onun dudaklarının iki yana doğru kırılmasına sebebiyet verdi.
" Ooo dokunma Prenses 'e gördüğün üzere eskisi gibi laflarıyla insanı sindirmeye başlamış. Keyfi yerinde ona göre davranın derim." diyen Dehri' ye gözlerimi kısarak bakmış ve burun kıvırıp sonrasında bu dediğine sadece tebessüm etmiştim.
"Eee anlat bakalım Prenses yokluğumuzda ne yaptın?" diye sorunca Dennis başladım tüm olan biteni anlatmaya. Hepsi beni pür dikkat dinlemiş ve bazı yerlerde yer yer kendi görüşlerini söylemişlerdi. Sonunda her şeyi anlattıktan sonra herkes kendince bir değerlendirme yapmıştı.
" Bana sorarsan altından kalkamayacağın bir şey yok. Her türlü halledersin. Biraz zorlanırsın ama bu yapmayalım anlamına gelmiyor." demişti Enfal rahat bir şekilde oturduğu sandalyeye rahatça yaslanarak. Kollarını göğsünde kavuşturup bana ve diğerlerine baktı. Söyledikleri cümleden sonra diğerlerini düşüncesi yüz ifadelerinde görmek için.
" Enfal 'e katılıyorum. Yapmayacağın bir şey yok. Yanında olmak isterdim ama bunu tek yapman gerek. Bu tür bedellerde ikinci bir kişi sadece olayı çıkmaza sürükler. Tam anlamıyla yalnızda değilsin ki sonuçta Larut sana tüm bilgileri neredeyse vermiş hem yanında şu Yitik Ruh 'ta var. Bir şey olursa yardımcı olur sana. Sonuçta başına bir şey gelirse oda bundan etkilenir. Yani için rahat olsun bunu da halledersin sen. "demişti Dennis sakin bir ses tonuyla. Hepsinin bana yönelik bu emin olma duygusu yalan değil mutlu etmişti.
Bana bu denli güveniyor olmaları daha da cesaret kazanmamı sağlamıştı. Bakışlarım onlara minnet dolu bir ifadeyle bakmış ve bana yönelik bu güvenleri beni gururlandırmıştı.
"Aslında bakarsanız Larut her ne bu zamana kadar doğru bir şey yapmasa da bu en son yaptığı çok yerinde bir davranış olduğunu söylemeden edemeyeceğim." diyen Victoria 'ya diğerleri mırıltılar çıkararak onu doğrulamıştı.
"Evet yani son anda gelip sana bunları söyleyip sana zaman kazandırdı. Ve bu sayede daha temkinli olmanı sağlamış oldu . Bu sayede neyle karşı karşıya gelebilirsin az çok tahmin etmene katkıda bulundu." dedi Kavi söyledikleriyle Larut 'un bana çok yardımcı olduğunu belli eden cümleleriyle.
" Boş verin şimdi bunları benim merak ettiğim şey ne zaman ikinci bedel için harekete geçiyor olman? "diye sorunca Dehri ona aklımdakini açıkça söyledim.
Duydukları sonrasında mutlulukla gözleri parladı. Bu halini görünce merak duygum açığa çıktı. Yine ne vardı aklında bunun?
" İyi o zaman bu sayede biraz zaman geçirip eski günleri yad ederiz olmaz mı?" dediği anda hemen ikazla onu uyardım.
"Eski günlerde başımıza açtığımız onca olay varken, onları yad edip tekrardan rezil olmak gibi bir düşünceye mi sahipsin?" diye sorunca anında başını evet anlamında aşağı yukarı salladı. Bunu görünce anında masada bulunanlara baktım. Hepsi Dehri 'ye bakıyordu. Anında onların bu kararsız hallerini görünce hızlı davranıp konuştum.
"Ben almayayım" dedim az da olsa fikirlerine yön vermek adına. Onların bu kararsız halleri korkutmuyor değildi.
Enfal sağ elinin parmaklarıyla sakallarını sıvazlarken usulca bakışları Dehri ve benim üzerimde gelip gidiyordu. Sanki bir karar verme aşamasında gibi bir hale sahipti.
"Yani uzun zamandır bir arada bir şey yapmadık. Zaten sabıkamız baya kalabalık. Bir yenisi bir şey değiştirmez. Bence bir şey yapmaktan zarar gelmez." diye kendince Dehri 'ye destek verince anında bakışlarım ne yaptın dercesine ona baktı. Bu halime sadece omuz silkti.
Anında diğerlerine baktım. Hepsi bir Dehri' ye bir bana bakıyordu.
Anında konuşunca bana baktılar.
" Dennis sen ne diyorsun? "dedim beni desteklemesi umuduyla. Ama istediğim gibi olmadı.
" Her ne kadar bu tür şeyler sinirlerimi ara sıra bozsada sizinle olduğum anlar olduğu için buna evet diyebilirim. Bende bir şey yapmak istiyorum. Böyle anlarda yan yana olunca ayrı bir tadı oluyor hayatın." diyince Dennis, gözlerimde sende mi dercesine bir hayıflanma geçti ve o anda Dennis yapacağım bir şey yok anlamında ellerini yukarı kaldırdı.
Bu sefer Kavi ve Victoria 'ya baktım. Ben onlara bakınca anında konuştular.
" Emira' ya katılıyorum. Bence normal şeyler yapalım. Hep illa başımıza bela alacak bir şey yapmak zorunda değiliz." demişti Kavi.
"Kavi 'ye katılıyorum. Hem ben evli bir kadınım artık çocukça şeyler yapmaktan vazgeçmişken başıma bela açmayın." diye ikazda bulunubca ona laf atmaktan kaçınmadı Dehri.
"Sen yüz kere evlensen de kendine çeki düzen versende aynı o mızmız Victoria her şeyden şikayet eden kişi olmaktan kurtulamazsın. Sen minnet et biz senin bu hallerini alttan alıyoruz. Elin oğlu sana o kadar dayanamaz. Bunu bilesin." dediği anda istediğini söylemenin verdiği keyifle Dehri çıldırtmanın eşiğine getirdiği Victoria 'yı keyifli bir şekilde izledi.
Victoria duydukları sonrasında aniden Dehri' ye öldürücü bir bakış atıp sakin kalmak adına oyalanmak adına bir şeylere meşgul olmaya çalıştı ama içinde tuttuğu cümleleri söyleyememenin verdiği rahatsızlıktan dolayı iki dakika sonra anında konuştu.
"Hah sen ve o şapşal düşüncelerinin canını cehenneme. Bana o kadar laf atıyorsun ama bak beni alan biri çıktı. Beni her halimle seven biri var ama sen hâlâ sapsın! Ve kimse senin o egonla bir ömür yaşayamaz." diye üst üste konuşup onu yargılamadan önce dönüp kendine bakmasını ima etmişti.
" Ah Victoria atladığın bir şey var ben sana evlenemezsin demedim. Sadece seni hayatı boyunca çekecek bir insan bulman zor olur dedim. Hem ben evlenmek istemiyorum ki bekar olmayı seviyorum. Neden bir sürü nimet varken bir nimetle hayatmın sonuna kadar yaşayayım. "diyince Dehri onun bu üstü kapalı iğrenç düşüncesine yüzümü buruşturup baktım. Ben el atmasam olay daha da büyüyecek.
" Ah bence bu konu burada kapansın. En son Nehar kaldı. Onun diyecekleri bu oyalmanın sonucunu belirleyecek. "der demez anında herkes bir anda başını Nehar 'ın olduğu yöne çevirdi.
Nehar ona Dönen bakışların altında rahat bir tavırla konuştu.
" Bende son zamanlarda çok sıkıldım. Biraz farklılık iyi gelecektir. "dediği anda Nehar, dörde üç kaybedince el mahkum istenilen şeyi yapmaya mecbur kaldık ; ben, Kavi ve Victoria....
" Tamam o zaman yakında bizi bekleyecek o güzel ama kadar biraz dinlenmek istiyorum. Ben odama çıkıyorum dinlenmek için. Malum ihtiyacım olacak yakında." diyip Dehri olduğu yerden galip gelmenin verdiği memnuniyetle ayrılınca diğerleride onu takip edip odasına gitmek için toplantı odasını terk etti.
Onlar gidince bende biraz odamda dinlenmek üzere burayı terk ettim. Nedense içimden bir ses baya baya bu karardan büyük bir pişmanlık yaşayacağımı söylüyordu. Umuyorum ki hissettiğim gibi olmazdı. Çünkü yeni bir rezillik kaldırmayacak kadar başka bir şeyle muhataptım.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Odaya varınca yatağa boylu boyunca uzanmış ve öylece tavana diktiğim bakışlarımla sessizlik içerisinde kaybolmuştum.
"Bak gelmeleri senin nasıl huzurlu olmanı sağladı. Birde bana kızıyordun." diye beni kınayan Rosa 'nın sesini duyunca gözlerimi kapattım.
"Uyumak istiyorum izin verirsen." diye onu başımdan savmak için kalkıştığım yolu anında yok etti.
"Yemezler canım. Uyumayacağını ikimizde çok iyi biliyoruz. Yani başka numara dene derim. Ama onu da yemem ki malum seni senden daha iyi tanıyorum." diyişine sadece onu duymazlıktan gelip sağa doğru bedenimi çevirdim. Bu sefer uyumak için kendimi zorladım ama bir türlü uyku beni ele geçirmedi.
" Bence numara yapmayı bırak ve gel şu planı baştan konuşalım. "diyince kollarımı çileden çıkmış bir edayla yatağa vurdum.
" Beni rahat bırakır mısın? İşin gücün ben oldum farkında mısın bilmiyorum? Git nereye gitmek istiyorsan oraya git. Sana istediğin yere gitmek için izin veriyorum. "diyince hah diye bir ses çıktı Rosa 'dan.
" Hiçbir yere gitmiyorum ve beni göndermek için kalkıştığın şu garip halleri bırak. Hem benim gitmemi neden bu kadar istiyorsun sen onu de bana bir? "diye şüphe eden bir sesle konuşunca rahat bir şekilde ona cevap verdim.
" Biraz uzak kalman lazım. Birkaç hafta mesela. "dedim istediği cevabı vermeyerek.
" Ah sende bu zamanda bedel kısmını ödeyip burasını terk etmeye hazırlan öyle mi? Hayatta gitmem. Gerekirse ben şu işi hallederim ama buradan gitmem. Nasıl gitmemi beklersin. Daha sevgili Yitik Ruh 'um yeni gelmişken. Ben senin gibi taş kalpli değilim kusura bakma sevdiğimi özlüyorum ve ondan neden yersiz bir nedenden dolayı uzak kalayım?"diyince ne yapsam yapayım gitmeyecek olduğunu anladım.
" O halde çok gürültü yapma Rosa. Sınırları çok güzel aşıyorsun anlamıyorum sanma. Geçen bana ne yapmaya çalıştığını bilmiyorum sanma. Nasıl benim haberim olmadan ben uykudayken yerime geçip Ahrar 'ın odasına gitmeye kalkarsın! Sana inanmıyorum ben ne için uğraş veriyorum sen ne için! Bak bu bir daha olursa bir daha günyüzüne çıkmayı unut. Bir perde arkasından her şeye seyirci olursun ona göre. "demiş ve ikazımı yaptıktan sonra bir daha onunla konuşmamış ve onu kendi haline bırakmıştım.
Ne yapmaya çalıştığını biliyorum ama çok yanlış yapıyor. Böyle bir şey yaparak bir kere varamaz ki. Ama anlayan var mı? Hayır yok.
Rosa ortalıktan kaybolduktan sonra birkaç saat sonra Dehri bizi Yasaklı Kütüphane'ye çağırmıştı. Nedense bir işler çevirdiğini sezmiş ve hiç iyiye yormamıştım bu olup bitenleri. Bakalım ne başımıza gelecek? Odadan çıkıp direk zam kaybetmeden kütüphanenin bulunduğu kata gelmiş ve kapalı olan kapıyı açıp içeriye girmiştim. İçeri girdiğimde hepsinin ayakta masanın etrafında dikilidiğini ve sanki ben gelmeden önce bir konu hakkında tartışmış olduklarını sezdim. Sorgulayan bakışlarım hepsinin üzerinde gezinirken yavaşça oldukları yere doğru ilerledim.
Yanlarına geldiğim anda masanın ortasında açık halde duran kağıt parçası dikkatimi çekti. Gözlerimi kısıp ne olduğunu anlamaya çalıştım.
"Bu şey de neyin nesi oluyor?" diye meraklı sesimi duyunca anında Victoria olduğu yerde gördüğü suçu annesine anlatmak için can atan bir kardeş edası içerisinde konuştu.
"Gel bakta Dehri ney neyin peşinde olduğunu anla! Bizi sokmak istediği durumu gör." diyerek açık halde masa üzerinde duran kağıt parçasını gösterdi.
Anında birkaç adımda Victoria 'nın yanına varıp kağıda daha yakından bakmaya başladım. Bu bir haritayı andırıyordu. Ama daha çok takip edilmesi gereken bir yol haritası diyebilirim. Yavaşça kağıdı olduğu yerden alıp daha yakından baktım. Üzerinde' Gücünü kanıtlamak için bu zorlu yarışmayı tamamla. 'yazısını görünce hemen göz ucuyla Dehri' ye baktım.
Bir ona bakıyor birde önümdeki bu kağıdın ne anlama geldiğini anlamaya çalışıyorum.
"Biri burada tam olarak ne oluyor açıklayacak mı?" der demez anında sırasıyla konuşmaya başladılar.
"Bu aklını kaçırmış herif bizi ölüm makinesini andıran bir oyuna sokmak istiyor." dedi hayretler içerisinde çıkan sesiyle Enfal.
Hemen ondan sonra başka biri konuştu.
"Ve bu oyunu oynayan insan sayısı kaç sence?" diye soru sorunca Nehar daha ben cevap verme zahmetine girmeden bu soruyu Kavi dışarıdan sakin ama içten içe endişelenen bir sesle konuşmuştu.
"Milyonlarca...." dediği anda neden bu kadar büyütülecek bir mesele haline geldi diye soracağım an devam eri sözlerine. "Bitiren kişi sayısı ise üç kişi." dediği anda şaşkınlıkla sessizce olup biteni izleyen Dehri 'ye baktım.
Dehri çok basit bir şeyden bahsediliyormuş gibi yavaşça bizleri izliyordu.
"Ve kalkmış bize Dehri bu çok dahiyane bir fikirmiş gibi oraya gitmemizi istiyor. Ve oraya gitmek istemiyoruz fikrini onaylamıyor." dedi Victoria daha fazla dayanamıyormuş gibi derin bir nefes alıp verirken.
Elimde tuttuğum kağıtla ona doğru döndüm. "Bunu nereden buldun? Ve eminim ki toplantı odasına gelmeden önce bu şeyi yapmak aklında vardı. Ama belli etmeden önce bize bu fikri aşıladın ve sonra diğer aşmaya geçtin. Öyle değil mi?" diye teyit bekleyen bir şekilde ondan cevap bekledim herhangi bir müdahalede kimse bulunmamasını isterken.
" Elbette bunu önceden düşündüm. Aslında bunu pederin çalışma odasında buldum. Aslında buraya gitmek gibi bir niyetim yoktu ama peder biraz yargılayan bir ifadeyle konuşunca bende dayanmadım. Ve buraya gidip hepimizin kendini kanıtlamasını sağlamak istiyorum. "dedi açıkça düşüncelerini dile getirirken.
" Buna gerek yok ki. Hepimiz herkese kendimizi kanıtladık. "dedi bilmişlikle Nehar.
" Katılıyorum neyin güç gösterisi bu anlamadım? "dedi Enfal aslında Dehri 'nin değinmediği konuyu sorgularken.
Elimdeki kağıdı masaya geri bırakıp dudaklarımı araladım.
" Anladığım kadarıyla Dehri' nin babası güçlerimiz olmadan bizim bir hiç olduğumuzu söylüyor. Kendi başımıza hiçbir şey yapamayız imasını yapmış. Anladığım kadarıyla bu bir parkur oyunu ve burada güçlerini kullanmak sana büyük bir zaman kaybı yaratıyor. Güçlerini kullanmadan buradaki aşamaları geçmek lazım. Ve en sonda en güçlü şovalyeyle kapışman gerek. "demiş ve hepsinin merakını çekmiştim.
" Onca şey yaptık ona rağmen mi? "dediği anda inanmayan bir sesle Nehar anında evet dercesine başımı salladım.
" Kimsenin yapmadığını yaptık. Ve bunu çoğu an güçlerimizi kullanmadan yaptık. "dedi Dennis her an güçlerimizi kullanmadığımızı belirterek.
" Ve herkes onca şeye rağmen bizim hiçbir işe yaramadığımızı mı sanıyor? "dedi Kavi bunu çok saçma bularak.
" O halde yapacak tek şey bu oyunu oynamak. "dediği anda Victoria anında başımı iki yana salladım kabul etmeyerek.
"Ne saçmalıyorsunuz? Ne gerek var? Kimseye bir şey ispat etmek gibi bir zorunluluğumuz yok. Ben yokum bu oyunda." demiş ve istemediğimi açıkça söylemiştim.
"Nasıl yani istemiyor musun?" dedi Kavi benden bu yanıtı hiç beklemezken. Evet anlamında başımı salladım.
"Ne gerek var böyle şeylere! Hiçbir anlamı olmayacak benim nazarımda." demiştim ama hepsi bana bunu yapalım bakışı atınca yo bunu benden istemeyin dercesine bakıp geri geri kaçarken hepsi bana yalvaran bakışlarla baktı.
"Bak bu oyunu kazanırsak anında bu belli oluyor tüm krallık oyun skorlarında. Kimseye demeye bile gerek yok." diyince kaşlarımı çatarak Dennis 'e baktım.
"Kimseye kendimizi kanıtlamamıza da gerek yok ama bak ne istiyorsunuz." diye aynı isteksizlikle bu oyunu oynamak istemediğimi tekrardan dile getirdim.
"Hadi ama Emira bizi kıracak mısın?' diyen Victoria hemde nasıl diye bakmış ve istemediğimi her halimden belli etmiştim.
" Kaçmak yok Prenses. Yoksa korkuyor musun kaybetmekten? Hadi ama hep beraber olacağız. Kazanmamak gibi bir ihtimal yok. "dediğinde Dehri kendine emin bir ifadeyle, anında elimdeki kağıdı masaya geri bırakıp ona ters bir ifadeyle baktım.
" Hiçbir zaman bir şeyden kaçmadım. Böyle bir tavır sergileyerek beni ikna edeceğini düşünüyorsan çok yanılıyorsun. "diyerek ona yapmaya çalıştığı şeyin bende işe yaramayacak olduğunu açıkça belli ettim. Dehri anında bezmiş bir halde diğerlerine baktı kendisine yardımcı olsunlar diye." Hiç onlara bakıp durma bu saçma sapan oyunun içerisinde olmak istemiyorum. Kimin ne dediğiyle de pek ilgilenemediğimi iyi biliyor olmalısınız. Bu zamana kadar denilenleri kafaya taksaydım burada olamazdım." demiş ve hepsine tek tek bakıp hiçte şansları olmadığını bizzat söylemiştim.
" Ne inadı bu kızım ya! Bir kerede anında tamam desen varya ne olacak! "diye sızlanan Enfal anında masanın yanında bulunan boş sandalye oturdu ve ikna olmayacağımı anlayınca çabalamaktan vazgeçti. Ama onun aksine Dehri ve Victoria bu konuda benim kadar kararlıydı.
" Hadi ama bak bu yapmak için can attığımız ilk şey sen sadece mızıkçılık yapıyorsun." diyen Dehri 'ye kötücül bir ifadeyle bakıp, dediği cümlenin canımı sıktığını belli ettim.
"Katılıyorum Emira çocukça davranıyorsun. Neyi istemiyorsun onu da anlamıyorum ki? Bundan daha zor şeylerle muhatap olduk. Hatta ilk kez daha kolay bir şeyin içerisindeyiz. Bence yapalım şu işi. Hem ileride bu oyunu da kazananın mutluluğunu anlatırız etrafımızdaki insanlara. "diye hülyalı bir sesle konulunca asıl niyeti ne olduğunu anladım ve umursamazlığa vurmaya devam ettim.
" Keçi inadı var bunda asla kabul etmeyecek belli. "dediği anda Nehar anında ona tehlikeli bir ifadeyle baktım.
" Hiç öyle üzerime üzerime gelip, beni ikna etmek için yaptığınız bu küçük oyunlara kanmayacağım. İstemiyorum bunun nesi anlaşılmıyor onu anlamadım. Hem o kadar şey varken neden bu? "dedim başka bir şey de yapabiliriz alternatifi sunarak.
" Hayır ya biz bunu yapmak istiyoruz. Diğer şeyler merakımı cezb etmedi. "dedi Enfal hâlâ somurtmaya devam ederek.
Başımı olmaz dercesine salladım. Ama benim kadar onlarda inatçıydı. Gelmem için her şeyi yapacak kadar.
Onu dakika sonra....
" Size inanmıyorum beni zorla bu oyunun içerisine alet ettiniz. İlla gelmem mi lazım!" dedim masanın etrafında bulunan sandalyeye oturmuş önümüzde duran kağıdın üzerinde yazılı olan bilgileri okumaya devam ederek.
"Artık vazgeçmek için çok geç Prenses. Sızlanmayı bırak ve şu oyunun kurallarını okumaya ve üzerine düşünmeye başlayalım." diye beni hiç umursamayan Enfal 'e masanın altından sertçe ayağımla dizine sertçe vurdum. Anında acıyla yüzü kasıldı ve sızlayan dizini kontrol etti. Eğmiş olduğu başına birden Dehri bir şaplak attı.
Enfal ona ne yapıyorsun dercesine bakınca Dehri anında konuştu. "Birincisi kız tam yakınında bulunurken laf atma, dayak kaçınılmaz olur. İkincisi onu kızdırma ve bırak haritayı incelesin. Oyunun içerisinde senin dahiyane fikirlerine değil onun fikirlerine ihtiyacımız olacak." demiş ve asıl önmeli olanın benim burada önerilerim olduğunu söylemişti. Dehri bunu diyince hepsi bana bakmıştı.
" Her ne kadar istemiyor olsam da artık bu oyunun içerisindeyim. Onun için tüm maddeleri detaylı bir şekilde inceledim. Zor durumda kalmadığımız müddetçe oyun içersinde özel güçlerimizi kullanmak yok. Gereksiz büyü yapmak bizi geriye götürür ve baştan başlamak zorunda kalırız buda zaman açısından bizi eksiye düşürür. Çünkü burada üç kişi kazanmış oyunu isimleri nedense burada yazmıyor ama ilki üç saat on dakikada. İkincisi dört saatte. Üçüncüsü ise dört buçuk saatte. Yani biz birinci olmak istiyorsak üç saatten önce bu oyunu bitirmek zorundayız. Bu oyunda sonuncu olmak istemiyorum onun için benim söyleyeceğim şeyleri iyi dinleyin. Sizinde fikirlerinize ihtiyaç duyacağım. Sonrasında oyun için bir plan yapmamız lazım ona göre hareket edersek daha iyi olur. "diye aklımdan geçenleri onlara söylemiştim.
" Kaybetme lüksümüz yok mu diyorsun?" diye sorunca Kavi ona yok dercesine baktım.
" Kaybetmeyi sevmiyorum biliyorsun. Fıtratımda yok. Onun için hepimiz kim olduğumuzu bir kere daha gösterelim derim. Tabii size de uyarsa." diyince hepsi bir ağzından yapalım şu işi demişti.
Kağıdı elime alıp sırasıyla oyunun kurallarını ve bu kurallara göre aklıma gelen fikirleri beyan ettim.
" Baktığım kadarıyla üç aşama var burada ilk aşama savunma sonrasında taarruz en son saldırı aşaması bulunuyor. Haritada bir kalede olacağız ilk orada kaleyi savunmamız gerekecek sonra bu aşamayı bitirince taarruza geçip kalenin dışındaki engelleri yok etmemiz gerekiyor. En son saldırı aşaması. En zor aşama bu. Çok güçlü bir şövalyeyle dönüşmemiz gerekecek. Burada hem bilek gücüne hemde beyin gücümüze ihtiyacımız var. Çünkü işimiz pek kolay olmayacak. "demiş ve onların ekleyeceği bir şey var mı diye beklemiştim.
" Peki orada nasıl bir taktik izlememiz gerekiyor?" diyince Enfal anında ona cevabını verdim.
" Kalede bulunduğumuz anda düşmanları püskürtme konusunda kılıcı iyi kullananlar ön safhada bulunmalı. Diğerleri ise oradaki diğer aletleri kullanmalı. Mesela ok atma, mancınık vb aletleri kullanabilirler. "dedim ve ilk aşamada az da olsa yapmamız gerekeni söyledim.
" Kılıç konusunda Emira, Kavi ve Dennis daha iyiler. Ok atıcıları ise Victoria ve Dehri olsun. Ben ve Nehar 'sa mancınıkla savunma yaparız ne dersiniz? "diye sorunca Enfal anına onun bu fikri herkes tarafından kabul edilmişti.
" O halde bu aşama halloldu. Peki ikinci aşama nasıl olmalı? "dedi Kavi burada ne yapılması gerektiğini merak ederken. Haritada düşman ordusu kalenin etrafındaki boş arazide. Ben derim ki Nehar burada güçlerini doğru yerde kullandığı için yer altı tünelleri kullanarak onları saf dışı bırakmamız gerekiyor. Mancınıkla düşman ordusunu yerle bir eden Nehar ve Enfal olsun. Bu mancınıklar yer altı tünelleriyle o araziye çıkarılsın. Sonra Emira, Kavi, Dennis, Victoria ve bende düşman ordusu arasında müsabaka yapalım. Onları hallettikten sonra en son aşamaya geçeriz. "dedi Dehri aklındaki planla.
" Bence gayette makul bana uydu bu fikir. "dediğimde diğerleride beni destekledi.
" Kaldı saldırı aşaması. Bu konuda ne düşünüyorsunuz? "dedi Victoria. Yapılacak öneriyi merakla beklerken.
" Bence oradaki şövalyeyle bir araya gelmeden bir şey demek zor olur. Çünkü herkes ilk iki aşamayı geçmişler. Son aşamada herkes takılmış. Oraya gidince gördüğümüz şeyle bir plan yapıp ona göre hareket ederiz. Yapmadığımız şey değil." diyen Dennis 'in çok doğru bir şey demesiyle hepimiz bunu kabul etmiş ve kalan son şeyleri de konuşmaya devam etmiştik.
Hamleleri konuştuktan sonra artık oyuna başlamanın zamanı gelmişti. Oturmuş olduğumuz sandalyelerden kalkarak haritada yazan sözleri okuyup parmak uçlarımızı haritada bulunan siyah noktaya bastırdık sırasıyla. Hemen sonrasında aniden hepimiz haritanın içerisine çekildik.
"Düelloyu kabul ediyoruz ve bu oyunu hakkıyla oynayarak şövalyeyle müsabakaya girmek istiyoruz."
Bu sözü söyledikten sonrasında çoktan bu oyunun evrenine geçiş yapmıştım. Ve artık oyunu oynama zamanı gelip çatmıştı.
Bir anda mekan değişikliği oldu ve hepimiz kendimizi bir kalenin ön giriş kısmında bulduk. Etrafıma kısaca bakmaya başladığım anda biraz ileride kapının zorlandığını fark ettim.
"Acele edin. Birazdan içeride olurlar. Herkes denildiği gibi davransın. Şimdi Kavi ve Dennis siz benimle burada olun. Dehri ve Victoria kalede kendinize güzel bir yer seçin ve düşmanları karşılayın. Nehar ve Enfal mancınıkların başına geçin hemde hemen." demiş ve hızla biraz ileride duvarlara asılı halde duran keskin parlak kılıçların olduğu yöne doğru koşmaya başladım.
Beni ardımdan Kavi ve Dennis takip etmişti. Üçümüz duvarlarda asılı olan kılıçları aldıktan sonra hızla kapının olduğu tarafın tam karşısında doğru ilerlemiş ve yerlerimizi almıştık. Arkama bir göz attığım anda Victoria ve Dehri 'nin kalenin balkon kısmında olduklarını ve orada ikisini mevzilenip ellerinde bulunan ok ve yayla hazır halde beklediklerini görmüştüm. Enfal ve Nehar' sa gerek kalmadıkça mancınıkları kullanmayacaktı. Ama onlarda her an her şey olabilir ihtimaliyle mancınıkların kontrollerini ellerinde tutmaya devam ediyordu.
Sonunda kapı açılmış ve gruplar haline içeriye giren kişiler üzerimize doğru geliyordu. Hızla sayılarına bakınca çok olduklarını ve ayrıca bu kişilerin hayali bedenler olduklarını gerçek kişiler olmadığını görmüş oldum. Ne güzel onları öldürürken üzülmeyecek olmama sevindim.
Bana doğru gelen iki kişiyle hemen atağa geçtim ve elimdeki kılıcı üzerine savurup bana doğrultmaya çalıştığı kılıcını yere düşürmüş, sonrasında hemen diğer hamleyle ona sertçe bir tekme atarak gerilemesini sağlamıştım. Yere düşen bu bedenden sonra diğer başka biri gelmişti. Onunla karşı karşıya gelmiş ve var gücümle onunla kılıcımla çarpışmaya başlamıştım. Zeki hamleler yaparak onu bir yandan püskürtüyor bir yandan da bana yaklaşmaya çalışan diğer bedenlere karşı saldırıda bulunuyordum.
Göz ucuyla Kavi ve Dennis 'e bakınca benim gibi onlarında canla başla etrafında onları ablukaya alan bedenlerle mücadele ettiğini gördüm. Victoria ve Dehri' de oldukları yerde bedenleri tam kalbinden vuruyor ve yok olmalarını sağlıyordu. Ölen bedenler öldüğü anda hızla bir kül hale gelip etrafa saçılıp havaya karışıyordu.
Bana doğru gelen iki bedeni görünce hızla elimdeki kılıcı bedenime doğru çekip onlara doğru koşmaya başladım. İkisinin aynı anda bana kılıç savurmaya çalıştığını görmüş ve hemen bedenimi geriye atarak geriye doğru belimi bükerek anında kılıcı hızla onlara doğru savurup ikisini belinden yaralayarak ayağa kalkmıştım. Onlara geriye doğru düşüp anında küllere dönüşmüşken duraksamadan diğerlerine saldırmaya devam etmiştim.
Bir yandan ok atışları bir yandan aşağıda üç kişi olarak kalenin içerisine girenlerle mücadele etmiştik. O anda tam yukarıda bulunan saati görmüştüm. Biz buraya gelir gelmez süre başlamıştı. Ve tam tamına bir saate yakın burada bu cansız bedenlerle mücadele ediyorduk. Kalenin bahçesinde bulunan bedenlerin sayısı yavaşça azaltırken bir yandan da süreyi gözetiyorduk.
Sonunda üç beden kalınca anında ben, Kavi ve Dennis onları anında öldürmüş ve yok etmiştik. Sonunda dinlenme fırsatı bulunca biraz yerde oturup soluklanmış ve diğer aşamayı düşünmeye başlamıştık.
İlk aşama çok zor olmasa da teke tek mücadele etmek zaman almasını sağlamıştı.
"Şimdi ikinci aşamayı halletmemiz lazım." dediği anda Dennis onu başımı sallayarak onayladım.
"Nehar sen sadece toprağa fısılda ve yer tünelleri oluşsun. Bu sayede gücünü kullanmamış olursun sadece iletişim kurarak yardım almış oluruz. Mancınıkların taşınmasınıda bu şekilde yap. Tam tamına dört tünel açılsın. Düşman ordusu dört taraftan kuşatılsın. Mancınıklar iki taraftan kuşatsın orduyu. Ben tek bir tünelden çıkarken, Dennis ve Kavi başka bir tünelden, Victoria ve Dehri başka bir tünelden anlaşıldı mı? "demiş ve verecekleri tavrı beklemiştim.
" Tamam dediğin gibi olsun birazdan tünelleri açacağım. "diyen Nehar yanımızdan uzaklaşıp hızla biraz ileride bulunan toprak zemine ilerledi.
Bende biraz soluklanmış ve kendime az da olsa gelmiştim.
" Oradaki sayı daha fazla. "diyen Dehri 'yi başımı sallayarak onaylamıştım.
''Bir planın var mı Emira?" diyen Victoria 'ya var dercesine başımı sallamıştım.
"Nedir planın?" diye merakla konuşan Enfal' e anında aklımdan geçenleri anlatmıştım.
"Tüneller her ne kadar düşmanı dört bir yandan sarmamızı sağlayacak olsa da asıl amacım daha çok tünel kazılmasını sağlayıp—" demiş ve bakışlarımı Enfal ve Nehar 'a çevirmiştim. "ikisinin mancınıkları toprağa doğru fırlatıp zeminin düşmesini sağlamak. Bu sayede az da olsa çoğu beden toprağın içerisine düşecek ve bu sayede sayı aza inince daha kolayca çarpışma olacağını düşünüyorum." dedikten sonra verecekleri cevabı beklemeye koyuldum.
" Ah bir ordu komutanı olsan çoğu düşmanı alt edersin sahip olduğun orduyla. "dediğinde Dehri 'nin bu söylemine gülümsedim.
" Ah beni bilirsin kendi başıma harekete geçmeyi severim ve neden bir ordu komutanı olayım ki? Ben zaten bir orduya bedelim canım. "diye şımarık bir üslupla konuşunca hepsini güldürmüştüm.
Onlar gülünce bende kahkaha atmıştım.
" Kendinin de farkında küçük Prenses. "diyen Enfal 'e tabii canım dercesine başımı sallayarak bana uzattığı eli tutup ayağa kalkmıştım." Hadi yapalım şunu. "diyince kafamı sallamış ve anında ciddileşip ikinci aşamayı yapmaya koyulmuştum.
Nehar ondan istenilen görevi yerine getirince bizler yerimizi almış ve önümüzde açılan bir andaki tünele giriş yaprak, ulaşmamız gereken yere ulaşmaya çalışmıştık. Sonunda istediğimiz şekilde düşmanı dört bir yandan saracak şekilde mevzilenip benden gelecek komutu bekleyip öyle yeryüzüne çıkacaktık.
Zihin bağından anında Nehar 'a başla komutunu verince anında kapalı olan tünel açığa çıkmış ve içeriye gün ışığı doğmuştu. Anında yukarı çıkmış ve karşımda bulunan orduya kısa bir göz atmıştım. O sırada tünellerin olduğu kısımdan hepimiz hızla uzaklaşıp, Nehar' ın ikinci komutumla daha çok tünel oluşmasını sağlamasını sağlamıştım.
Bir anda ordu bizi görünce olduğumuz alana ilerlemeye başlamıştı. Zihin bağından Enfal ve Nehar 'a şimdi demiş ve mancınıkları kullanarak toprağa atış yapmalarını sağlayınca anında toprak zemin tünellerin olması sebebiyle anında içe doğru çökmüştü. Bu andan faydalanıp anında toprak üzerinde bulunan bedenlere doğru koşmaya ve onlarla savaşmaya başladık. Üzerime gelen iki bedeni anında karşılayıp onlarla teke tek savaşmış, kılıcımla anında hızla yok etmiştim.
O an Enfal 'e doğru giden üç kişi görmüş ve tam hakarete geçeceğim anda önümde yerde bulunan firizbi bıçağını aldığım gibi onlara doğru fırlattığımda zihin bağından Enfal' e eğilmesini işaret etmiştim.
Komutu alan Enfal dediğimi anında yapmış ve o eğildiği gibi firizbi bıçağı olduğu yerden o üç bedene doğru süratle ilerlemiş ve bir anda üçünün başını kopardığı gibi gerisin geri olduğum yere doğru gelmeye başladığı anda onu atik bir şekilde tuttuğum gibi anında parmak uçlarımla sımsıkı tutmuştum. Enfal bana teşekkür etmiş ve ona havalı sayılacak bir şekilde saçlarımı geriye savurup önemli değil dercesine yoluma devam etmişti. Hâlâ savaşacak çok kişi olduğu için kaldığım yerden mücadeleye devam etmiştim.
Bir yandan ben bir yandan diğerleri şiddetli bir şekilde düşmana karşı savaşıyor, onlarla sıkı bir mücadeleye giriyorduk. Çoğu zaman ben bazen bizimkiler arkamızı kolluyor, düşman ordusunun bize zarar vermesini engelliyorduk. Sonunda hepsini alt etmeyi başarmış ve sonunda son aşamaya geçmiştik.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Sonunda son aşamaya geldiğimiz anda ormanlık alanım etrafından dolanmaya ve düşman ordusunu bulunduğu kaleye doğru ilerlemeye başlamıştık.
Ben sessizce ilerlerken diğerleri kendi aralarında konuşuyor, hatta şakalaşıp duruyordu.
"Oğlum bir arkamı döndüm ve ne gördüm Dennis üç kişiyle mücadele ediyor ona yardım etmeye hazırlanırken etrafım dört kişi tarafından sarıldı. Onlarla mücadeleye giriştiğim anda Dennis 'e en önce kim kendini kurtaracak diye iddiaya girdim. Sonra birde ne göreyim Victoria anında geldi ve Dennis ve benim etrafımda bulunanları anında sistem dışı bıraktı ve anında bana dönüp saçma sapan iddiaya girip durma dedi ve çekip gitti. Sanki kocasına tirip atar gibi bana tirip attı. Olduğum yerde ne yaşadığımı anlamış değilidim o an. "dedi Dehri yaşadığı bu garip anı aktarırken.
Anında ismi geçen Victoria söze girdi.
" Baktım hiçbir yerde bile ciddi kalamıyorsunuz devreye girip ne yaptığınızı belli etmeye çalışayım dedim. "diyerek Victoria onlara her zaman olduğu gibi yanlış yerde yanlış hal ve hareketlerde bulundukları bu aktardı.
" Hadi ama kızım hayatın eğlencesi olmaza hiç çekilir yanı yok ki. Bende bunun için uğraşıyorum. "demişti Dehri denileni hiçbir an ciddiye almadığı gibi bunu da alamadığını belli ederken.
" Ben bile tam dediğini yapacağım an sen gelip bozdun eğlenceyi. "diyince Dennis görmesem de Victoria 'nın ikisine ucube görmüş gibi baktığını tahmin edemiyorum.
" Siz erkekler beyninizin %0.01' ini kullanarak nasıl hayatta kalıyorsunuz anlamış değilim. Bazen sizinle arkadaş olarak Emira ve benim zeka oranımıza haksızlık ettiğimi düşünüyorum." dediğini duyunca Victoria 'nın beni bir gülme aldı.
Benim güldüğümü duyan Dehri arkamda yürürken hızla koşar adımlarla bana doğru ilerledi ve yanımda bana eşlik eden adımlarla ilerlemeye başladı. Tabii bu sırada bana takılmayı ihmal etmedi.
" Ooo bakıyorum Prenses gayet keyfiniz yerinde. Umuyorum ki bu keyfinizi son aşamada da devam ettirirsiniz." dediği anda Dehri ona yandan bir bakış atıp ilerlemeyi sürdürdüm.
"Victoria haksız değil dediği şeylerde. Ve emin ol ki Dehri öfkem kadar keyfim de tehlike yaratacak güçte. Bunu aklının bir ucunda tut derim." demiş ve kısa süre bir sessizlik sonrasında sonunda gelmemiz gereken yere ulaşmıştık.
Sonunda istediğim kalenin bulunduğu alana geldiğimiz anda birden tam kalenin ön kısmında koca bir tahta oturmuş şövalyeyi görürken kaşlarımı çattım. Çünkü tahta otururken iki elinde tuttuğu kılıcın ucu yere değerken, kılıcı iki eliyle kavramış ve yüzünü iki elinin avcunun tersine yaslamış bir vaziyette öylece duruyordu. Ne bu bir karşılama senfonisi mi?
"Benim gördüğümü sizde görüyor musunuz?" dedi hayretler içerisinde olan Kavi.
Anında bende dediğini cevaplarken buldum kendimi.
"Ne demek oluyor bu? Düşmanlarını böyle mi hafife aldığını gösteriyor? Ya da onlara göz dağı mı veriyor?" sorduğum soruları cevaplayan olmadı.
"Bizden biraz iri gibi." dedi Dehri anında.
"Baksana kılıcına elimdeki kılıçtan daha uzun ve sağlam." demişti elindeki kılıcın yetersiz olduğunu belli ederken Dennis.
"Üzerindeki şövalye kıyafeti sanki asla kılıçla delinmesi imkansız gibi durmuyor mu?" dedi Enfal umutsuzluğun ele geçirdiği bir sesle.
" Bence buraya geldiğimize bin pişman olacağız. O kadar insanın boşuna bu oyundan korkması bir tesadüf olamaz." dediği anda Dehri, ona öldürücü bir bakış atarak buraya bizi zorla getirmeye çalışırken hiçte bu kadar özgüvensiz değildin diyen bir ifadeyle bakınca bakışlarını benden kaçırdı.
Herkesin çoktan tedirginlik yaşadığını fark edince el mecbur işi devraldım. Anında arkamı şövalye dönmüş ve konuşmuştum.
" Bakın daha neyin içerisinde olduğumuz belli değil. Önce gelişine düşmanla mücadele verelim sonrasında ben gözlemlerimi aktarır ve son vuruşu yaparız. Ama öncelikle savunmada iyi olanlar şövalyenin üç tarafını sarmalasın. Victoria ve Dehri sizde şu ilerde bulunan yakın dövüş aletlerinden birini kendinize seçin. Enfal ve Nehar sizde şu iki savaş çekicini alın. Ben kılıç ve frizibi bıçağını alacağım. Kavi ve Dennis sizde topuzu alın. Hep bir anda ona saldırıda bulunarak onu zorlayacağız. Teke tek olması zararımıza olur. "demiş ve anında harekete geçmiştik.
Elimde tuttuğum kılıçla ona doğru yürürken diğerleri de dediklerimi harfi harfine yerine getirmişti. Dört bir yandan onu çepeçevre sarmışken o çok sakin bir şekilde önce başını kaldırmış sonra yavaş yavaş olduğu yerden kalkıp olduğumuz alana doğru ilerlemişti. O ilerlerken bende diğerlerine işarette bulunuyor ve yapmaları gereken şeyler için zaman kollamaları gerektiğini belli ediyordum.
Şövalye yavaşça kılıcını kaldırıp savunma kısmına geçerek ben ve diğerleri anında ona hızla saldırıda bulunmaya koyulduk. İlk hamle Enfal ve Nehar 'dan gelmiş ve savaş çekiciyle ona saldırıda bulunurken, ben kılıcımla hamlede bulunmuş, Kavi ve Dennis topuz kullanmıştı. Victoria ve Dehri ise mızrak kullanarak saldırıda bulunurken her birimizin saldırısını çok kolayca püskürtmüştü.
Bu kadar çevik olması bizi germemiş değildi. Anında hepimiz bir yere dağılmış ve fırlatılmışken duraksamadan tekrar salıdırıda bulunmuştuk.
Anında zihin bağından hepsine işaret vermiştim.
"Victoria ve Dehri siz mızrakla şövalyenin ayaklarını isabet alın. Kavi ve Dennis topuz kullanarak şövalyenin sol kolunu sıkıştırın. Enfal ve Nehar çekiç kullanarak onu sırtından vurmaya çalışıp yere indirin. Bende kafasını koparmaya çalışacağım. Umarım bunu yapıp hallederiz."
Bunları dedikten hemen sonra herkes üstüne düşeni yapmaya koyuldu. Saniyeler içinde herkes tüm gücüyle denileni yapamaya koyuldu. İlk atak Victoria ve Dennis 'ten geldi ve anında iki mızrağı şövalyenin ayağına saplyayıp onu yere çiviledi. Şövalye bir anda aldığı bu darbeyle sarılınca ikinci aşamada Kavi ve Dennis onun sol kolunu iki topuz arasında sıkıştırdı.
Sağ kolunu kullanmaya çalışacağı anda hemen elimde tuttuğum frizbi bıçağını kullandım ve anında hızla sağ koluna saplandı. Diğer aşama Enfal ve Nehar 'dan geldi. Çekiçle sertçe onu sırtından vurdu ve onu öne doğru eğilmesini sağladı. Tam elimdeki kılıçla boynunu koparacakken bir anda sol kolunu şövalye topuzlardan kurtardı ve anında sağ koluna saplanmış firizbi bıçağını çıkarıp attıktan sonra sağ elindeki kılıçla anında ayakları üzerinde duran mızrakları bir kılıç darbesiyle öteye savurdu.
Tabii Victoria ve Dehri 'de geriye sendelendi. Sonra sol kolunu arkaya savuşturup Enfal ve Nehar' ı sertçe arkaya fırlattı. Sıra bana gelince tam bana bir harekette bulunacakken anında kılıcıma davranıp onun kılıcından gelecek darbeyi savurdum.
Anında birkaç kere kılıçlarımız havada kıvılcımlar çıkara çıkara savaştık. O sadece savunurken ben hem kendimi onun darbesinden koruyor bir yandan da ona karşı hamlede bulunuyordum. Bu nerdeyse birkaç dakika sürdü ama çok güçlü olduğunu ifade edebilirim. Birkaç dakika sonra yorulmuş ve anında gelen darbeyi karşılamayıp uzağa doğru fırlatılmışken, yavaşça doğrulup ona bakmaya başladım.
Gözlerimi biraz ileride akıp giden zamana çevirdim. Tam tamına bir saat kırk beş dakika burada bu şövalyeyle dövüşüyorduk.
"Bu böyle olmaz ki. Daha çok onu sarsacak atakta bulunmalıyız." dedim pes etmeyi sindirmeyerek. İki saatte bitirmek zorundayız. Yoksa hiçbir anlamı olmaz burada oluşumuzun.
"Üst üste saldırıda bulunduk şövalyeye karşı ama onu bir türlü yenemiyoruz." dedi umutsuzluğa kapılan bir sesle." Bence pes edip sürenin bitmesini bekleyelim."dediği anda Dehri ona ne saçmalıyorsun bakışları attım. Hem çok kolay bir öneri sunar gibi konuşması sadece kaşlarımın çatılmasını sağladı.
" Katılıyorum bence bu şövalyeyi yenemeyiz. Her darbeyi kolayca savuruyor baksanıza. Süre bitsin sonra ona göre çıkarız buradan bir şekilde. "dedi Victoria ona hak verirken. Nasıl yani onca şeyi hemen ilk anda olanı kabul edip pes etmek için mi aştık? İnanmıyorum buna! Diğerleri ne diyecek diye beklemeye koyuldum. Diğerlerinden de aynı cevap gelince anında onlara akıl almaz bir şey yapmış gibi baktım.
" Ne saçmalıyorsunuz? Şimdiden vazgeçtiniz öyle mi? Hem ne süresi bu ne diyorsunuz anlamadım? Bu şövalyeyi yenmeyince oyun dışına atılmıyor muyuz? Yoksa oyuna yeniden mi başlanılıyor? "dedim kafam karışmışken. Çünkü denilenleri anlamış değilim.
" Ah sen okumadın mı? Eğer şövalye yenilmezse üç gün boyunca buradayız. Sonra oyun dışına atılırız. Bu arada baştan başlamak gibi bir seçenek yok sadece güçlerimizi kullanırsak geriye dönüyoruz. Ve bu da gereksiz bir adım olur. Çünkü oyundan ancak istenileni yapınca çıkabiliriz. Yani burada kös kös oturacağız. Sonrasında oyunun dışına çıkarız muhtemelen "dediğinde Dennis bu kadar rahatça olanı kabul etmesini şaşkınlıkla karşıladım. Ama sonradan aklıma gelenlerle tüm geriye çekilmiş öfkem açığa çıktı ve o an elimdeki kılıçla Dehri 'ye saldırmamak için zor dayandım. Hepsi onun başının altından çıktı. Onca çabayla herkesi buraya getirdi ve şimdi de hiçbir şekilde denilenlere itiraz edeceği yerde gelmiş bana pes edelim mi diyor? Ah çıldıracağım!
"Ne demek bu şövalyeyi yenmeden buradan kurtuluş yok? Üç gün boyunca burada, bu anlamsız yerde tutsak mı kalacağız. İnanamıyorum ya! Benim o kadar zamanım mı var? Ben sizce bu olanı kabul edip sessizce oturacak biri miyim? İlkinde size ne dedim bu anlamsız oyunu oynamak istemiyorum ama siz beni buraya sürüklediniz ve şimdiden pes edip bir korkak gibi oyunun bitmesini mi istiyorsunuz? Doğru anladım değil mi? "dedim çıldırmanın eşiğine gelmişken. Artık sinirden gözüm seyiriyor her an herkesi kılıçtan geçirecek deliliğe ulaşıyordum.
"Bildiğini sanmıştım"dedi sakince Dennis. Bu cümlesine sadece sinirli bir şekilde gülerek ilk karşılık verdim. Benim bu halim onları korkutmadı değil. Yavaşça elimdeki kılıcı onlara doğru doğrultup konuştum.
"Bilmiyordum lanet olası bu kuralı oldu mu ! Beni bu lanet oyuna siz sürüklediniz ve bana gelmiş şimdi pes et mi diyorsunuz? Asla pes etmem! Hem kaç kere diyeceğim acil yapmam gereken bir şey var ve siz bunu bile bile bu lanet sürenin bitmesini mi beklememi istiyorsunuz? Kafayı yemiş olmalısınız! Beni burada hiç bir koşul üç gün tutamaz. Her şeyi yıkar yine de burada durmam bilesiniz. Ve şimdi üzerime düşeni yapmaya gidiyorum. Siz uzaktan izlemeye devam edin. Ölmek bile daha az çekilir halde şu an benim için. "demiş ve onlara arkamı dönüp biraz ileride öylece dikilen şövalyeye bakmıştım.
Şimdi ne yapmam gerekiyor diye düşünmeye çalışmayacağım çünkü şu an aklımda bin türlü şey var en çokta zihnimde bana bas bas bağıran Ahrar 'ın canı tehlikede düşüncesi....
─⊹⊱☆⊰⊹─
Biraz ileride sessizce yerinde duran şövalyeye bakmış ve onu kıskıvrak bakışlarıma hapsetmiştim. Başımla yana yatırıp ona üsten baktım. Bakışlarım biran önce bu saçma sapan oyunun bitmesi için sabırsızlanırken, tek istediğim bana zorluk çıkarmaması. Şimdiden uyuyarımı yapmadan geçmek istemedim. Beni kaale alıp almaması onun tercihine kalmıştı ama olacaklar için sorumluluk alamayacağımı söylemekten kaçamazzdım.
"Geçmeme izin ver yoksa seni parçalara ayırırım. Ve emin ol ki boşuna konuşmuyorum. "diye kesin emredici bir sesle konuşmuştum. Sesim bana itaat etmesini açıkça belli ediyordu. Ama duyduklarından sonra şövalye hiçbir şey yapmadı bile.
" Bence Emira seni duymuyor ya da umursamıyor." Bunu diyince Victoria anında omzumun üzerinden ona baktım. Ona öldürücü bir bakış attım susması için işaret verdim. Anında bakışlarını benden çekti ve az önceki olay hiç yaşanmamış gibi davrandı. Bakışlarımı hepsine çıkardım ve içimde o saf kızgınlığı ortaya çıkardım.
"Hepsi sizin bu saçma sapan istediğiniz yüzünden buraya geldik. Size dedim kimseye kendimi kanıtlamak gibi bir zorunluluğum yok diye. Ama beni dinlemediniz ve şimdi burada kös kös oturup kaybetmeyi bekliyorsunuz. Belki sizin yapacağınız önemli bir şey olmayabilir ama benim var ve onun için mücadele etmeyen sakınmam." demiştim ortalığı şimdiden sarsacak şeyler yapacağımı açıkça ilan ederken. Önüme dönüp kısaca tekrar şövalyeye bakış attım.
Boş zamanlarımda herkes ne yaptığımı hiç bilmezdi. Ama ben her türlü kendimi geliştirmek için onca uğraş verip durmuştum. Her ne kadar kolyenin gücüne sahip olsam da insani açıdan kendimi güçlü kılmam gerekiyordu. Bunun için de çok öncesinden Dehliz 'le yaptığım yakın dövüş derslerini hatırladım. Bunu her ne kadar ilk anlarda ortaya çıkarmasamda şimdi tam zamanı desenize.
O an usulca elimdeki kılıcı daha sert bir şekilde kavradım. Parmaklarım kenetlenmiş bir şekilde kılıcı bedenimden bir parça kıldım o an. Dehliz 'in ders sırasında söyledikleri aklıma geldi.
"Bu sadece senin savunma silahın olmamalı Emira. Seninle bir bütün olabilsin ki. Senden ayrılmasın, seninle hareket etsin sen olsun bir yandan."
Bu sözü şu an uygulayacağım bir nasihattı. Başımı yana yatırıp şövalyeye kısa bir süre bakıp hemen başımı sola çevirdim. Ve hâlâ geçip gitmeye devam eden süreye baktım. Tam tamına iki saat olmasına 20 dakika vardı. Ve şunu bilmiyordu şövalye; şu an canının üstüne kumar oynamayacağım kadar değerli bir insan için mücadele ediyorum ve şu an bunu engelleyecek bir barikat vardı. Ve onu halletmek için her şeyimi ortaya koymaya hazırım. Ve her şeyimle mücadele edeceğimi bilmesi gerek. Kılıcı ona doğru tutup usulca kelimeleri zikretmiştim.
"Yirmi dakika seni alt etmeme yetecek bir süre. Ya şimdi geçmeme izin ver. Vermezsen eğer sonuçlar senin için iyi olmaz çünkü kendi canımdan bile daha çok önemsediğim bir şey için yapmam gereken onca şey varken sen bana engel oluyorsun. Ya şimdi çekil önümden ya da biraz sonra olacak olan kaybedişini zevkle izlememi sağla. Benim seni mahvettiğim, seninde mahvolacağın bir düello olacağından hiç şüphen olmasın " demiş ve ona saldırmak için harekete geçmiştim.
O anda anında bir elimde firizbi bıçağını sol elimle tutarken diğer elimle kılıcı tutuyordum. Hızla ona atılmış ve bir anda kılıçla onu geriye doğru adımlamasını sağlayacak bir darbeyle ona saldırmıştım. Bu sert çarpışma etrafta kıçların birbirine değmesiyle havada bir yankı uyanırdı. Sonra şövalye bir atakta bulunup kılıcını bana savurmuşken anında geriye bedenimi çekip onun sert vuruşundan kendimi kurtarmıştım. Anında ona bir adım atıp kılıçla onu kıstırmaya çalışmıştım. Kılıçlarımız sertçe birbirine çarpıp duruyor, ikimizde karşılıklı olarak diğer tarafı püskürtmeye çalışıyorduk.
Karşımda duran bu şövalye, demir gibi ciddi, sert ve dimdikti. Sanki onu hiçbir şey sarsamaz gibi duruyor ama bu imkansızlığı başarmak için elimden geleni yapacaktım.
Onu tekrar geriye sarsacak bir hamlede bulunduktan sonra o geriye adımlarken anında frizbi bıçağını ona doğru hızla fırlattığımda bıçak anında onun o sert, dayanaklı zırhının yüzeyine çarpıp o an yüzeyinde derin bir çizik bırakmıştı. Anında bıçak bana geri geldiğinde ona gülümserken buldum kendimi.
"Ah bunun için üzgün olduğumu söyleyemiyorum maalesef." demiş ve o daha kendini toparlamaya fırsat vermeden üzerine gitmiş ve hızla havada dönecek şekilde onun kafasına ayağımla sert bir yumruk atmış ve tekrar eski konumuma dönmüş, o bana bunun karşılığını vermeye çalışacağı anda tekrar frizbi bıçağını onun sağ koluna doğru fırlatıp hemen olduğum yerden kılıçla onu karnına isabet edecek şekilde kılıcı ona doğru savrup, karnına kılıçla yatay şeklinde derin bir kesik daha atmıştım. Ve ardından geri gelen frizbi bıçağını havada kapıp sol elimle onu tutmuştum.
"Ah sanıldığı kadar zırhının güçlü olmadığını anlamak keyif vermedi diyemem." demiştim alaycı bir sesle.
O an onu kızdırmış olmalıydım ki anında bana doğru üç adımda yetişip yukarı kaldırdığı kılıçla bedenime ağır bir yara vereceği anda hızla bende ona doğru koşmuş ve aralık olan bacakları arasından dizlerimin üzerinden kayarak geçmiş ve onun bu darbesinden kendimi korumuş sonrasında hızla daha yerde dururken tekrar frizbi bıçağını ona savrup sertçe sırtında yeni bir kesik oluşturmasını sağladıktam sonra yüzüme gelen saçlarımı kolumun tersiyle geriye iteleyerek anında bana geri gelen frizbi bıçağını tekrar kavramış ve ona arkasından bakarken, şövalye arkasına dönüp bana bu sefer sabrı tükenmiş bir şekilde ilerlemeye başlayınca o an bir açık kollayıp ona göre harekete geçmiştim.
İlk saldırı ondan gelmesini beklerken olduğum yerde kıpırdamadan durmuştum. O kolunu kaldırıp kılıcı bana tekrar savrup camımı yakacağım an, sol omzunun açıkta olduğunu gördüğüm anda hemen hamlemi yapmaya koyuldum. Anında frizbi bıçağını onun sol omzuna gelecek şekilde fırlattığımda anında istediğim yere isabet etmesiyle sevinçle gülümsedim.
"Ah bu bıçağı çok sevdiğimi söylemek istiyorum. Çok pratik ve çok derin yaralar bırakıyor." anında bana geri gelen bıçağı tekrar tutup ona sevimli bir şekilde bakmıştım. "Sebep olduğum yaralar için sonrasında sana yardımcı olurum ama çok sonradan." demiş ve son aşamaya geçmek için hazırlık yapmıştım.
Artık iyiden iyiye çığırından çıkan şövalye üst üste bana karşı hamleler yapmış ben sadece kendimi savunarak karşılık vermiş, hiçbir hamle yapmamıştım. Sadece soluk soluğa kalmış bir halde onun darbelerini karşılıyordum. Onun unuttuğu bir şey vardı ; savaş bir öfke işi değil, bir akıl işiydi. Ama ı bunu unutuyordu. Kılıçlar bir süre havada sertçe çarpışıp duruyor, her hamlesini geri püskürtüyordum. Zamanı gelince ben ona yapacağımı biliyorum.
Artık hamleleri yavaşlayınca düşmanımı yorduğumu anlamıştım. İşte şimdi hamle yapma zamanı gelip çatmıştı. Anında ona üst üste kılıç darbeleriyle vurup onu geriye çekilmesini sağlayacak vuruşlarda bulunmaya başladım. Ve o an yavaşça gerilirken bende anında aklımdan geçeni yapmaya koyuldum. Amında üst üste bir frizbi bıçağıyla göğsüne bir yandan da kılıç darbeleriyle yara almasını ve o zırhının delik deşik olmasını sağladım.
Saniyeler içinde artık darbeler onu yorunca dizlerinin üzerine düşmeye hazırlanırken nefes nefeseydim ama yapacağım şeyde kararlıydım. O anda bedenimi sola doğru çevirmiş, sağ elimde tuttuğum kılıçla onun kafatasını sertçe kılıçla kesmiş ve bedeni bir yana başı bir yana düşmüştü. Bu olup biteni ağır bir çekimle izlemiştim. Soluk soluğa kalmış halimle başardığım galibiyetime bakıyordum. Savaşın izlerini taşıyan zırhı, bu savaşın hiç kolay olmadığını gözler önüne seriyordu. Savaşı kazandığımı duran süreyle resmileştirdim. Tam tamına iki saat içerisinde bu müsabaka bitmişti.
Soluklarım düzensizlik içerisindeyken bakışlarımı anında yerde yatan şövalyi buldu tekrar.
"Sana demiştim geçmeme izin ver yoksa seni parçalara ayırırım diye. Ama beni dinlemedin ve bak ne haldesin şu an." dedim sakin ama kararlı ve yaptığından memnun bir halde. Sonra elimdeki kılıca kısaca bakmış ve zihnime düşeni yapmaya karar kılmıştım . Buraya ilk geldiğimizde aklıma geleni yapmak için çoktan harekete geçtim. Biraz ileride duran şövalyenin iki saat önce oturmuş olduğu tahtına doğru yaklaşınca elimdeki kılıcı hızla tahta saplamış ve diğerlerine şimdi yeni fark etmenin verdiği bakış açısıyla bakınca, hepsinin bana şaşkın ama gururlu bir şekilde baktığını görmüştüm.
"Vay canına be! Kızım sen neymişsin bir kere daha gördüm. Daha doğrusu gördük." diyince Dehri kaşlarımı çatıp ne saçmalıyorsun dercesine bakmıştım.
Kimi kast etti bu? Yanındakileri diyorsa zaten onlarda buna çoktan tanık olan kişilerden değil mi?
"Zaten kaybetme lüksü yoktu. Bundan emindik. Ama söylemeden geçemeyeceğim. Savaşırken çok estetik duruyorsun." diyince Victoria, ifadesizce ona bakıp terden ıslanan anlımı elimin tersiyle silmiş ve yüzümün önüne gelen saçlarımı kulağımın arkasına yerleştirip onlara bakıp konuşmuştum.
" Bu sevimsiz cümlelerinizi kesip savunma aletlerini şu tahta saplayın ve bu lanet oyunundan biran önce çıkalım." demiş ve onlar olduğum yere doğru gelirken ben konuşmaya devam etmiştim. "Ve buraya olup bitenleri kimseye anlatmayın. Zaten skorlarda hepimizin ismi yazıyor olacak. Kimse burada tam ne olduğunu sorarsa gelişi güzel anlatın ama oyunun son adımını tek başıma hallettiğimi söylemeyin. Sonuçta ekip çalışması yaptık. Sadece son anda siz kısa bir mola verdiniz ve geri kalanını ben üstlendim. "demiş ve soluklanmak üzere tam yere oturacağım anda hepsi adım atmayı bırakınca onlara dik dik bakmıştım.
Neden durdular ki şimdi?
" Ah —"diyen Enfal sağına soluna bakıp diğerlerini izledi. Sanki bir şey diyecek ama nasıl diyeceğini bilmiyor gibiydi. Ne var diye bakınca devam etmek durumunda kaldı." Sen bilmiyorsun. "dedi artık tam anlamıyla kavramış bir şekilde.
" Neyi bilmiyorum? "dedim anında bakışlarımı Victoria 'ya çekip ondan cevabı duymak için.
" Şey Emira aslında bu oyunun başka bir kısmı daha var. "dediği şeyle aklımı karıştırınca aklıma yine mi oyun oynayacağız düşüncesi gelmişti.
" Sakın bana yeni bir oyun oynamak gerek demeyin halim kalmadı. "dedim bezmiş bir şekilde.
" Öyle değil. Bu oyun izleniliyor. "dedi Enfal çoktan gerilen bir ifadeyle.
" İzleniliyor derken? Anlamıyorum açık konuşun. "dedim bakışlarımı titreşirken.
" Sen biliyorsun diye konusunu açmadım ama bu oyun herkes tarafından izlenime özelliğine sahip. Oyun oynanılmaya başlayınca anında tüm krallıklarda görülüyor adım adım her şey. "dediğinde Nehar sakince nefes alıp verdim ve gözlerim saliseler içinde açılıp kapandı. Düz bir ifadeyle onlara bakıp durdum.
" Siz bana şimdi bu lanet olası oyunun her anını herkes gördü mü diyorsunuz? Bu yazmıyordu ama kurallarda. "dedim duyduklarımın gerçek olmamasını umut ederken.
" Çünkü gerek yok. Herkes bunu bilir. "dedi Kavi çekinen bir sesle.
O anda hızla yerimden kalkıp Dehri 'nin üzerine atılacakken araya diğerleri girdi.
" Senide bu şövalye gibi iki parçaya ayıracağım. "diye hidettle konuşup ona ulaşmaya çalışmıştım ama Victoria ve Kavi beni geriye çekip ona ulaşmama engel oluyordu.
" Bundan haberim olması gerekmez miydi? Oyunun başından itibaren biliyorsun zannettim saçmalığını dinleyip durdum! Şimdi senin duyma zamanın geldi Dehri. Seninle işim bitince herkese ibretlik olacaksın." diye sinirle konuşup anında Kavi ve Victoria 'nın tutuşundan kurtulup atik bir hamleyle anında Dehri' nin yanına varmış ve ona sert bir yumruk atıp geriye sersemlemesini sağlamıştım.
" Bu yerinde bir yumruktu dostum. "diyen Enfal 'e kötü bir bakış atan Dehri bana çaresizce bakıp duruyordu.
" Hiç öyle bakma sen bunu çoktan hak ettin. Merak etme iki güne geçer izi. "demiş ve kendimi dizginleyip, yanlış bir şey yapmamak adına geriye çekilmiştim. Hepsine bakışlarımla anında savaş aletlerini dediğim gibi tahta saplamlarını işaret etmiş ve bu işareti aldıkları anda sırasıyla hepsi dediğimi yapmış ve anında açılan bir geçtten bu yerden ayrılmıştık.
Sonunda oyun içerisinden çıkmayı başarınca Dehri 'ye gözüme gözükme dedikten sonra odama geçmiştim. Ben odama geçip kısa bir duş alıp, yeni kıyafetler giymiş, dinlenmek için yatağıma geçmeye hazırlanırken odamın kapısı çalınca sinirle konuşmuştum.
"Müsait değilim sonra gelin." diye yüksek sesle konuşmuştum. Eminim gelen bizimkilerdir. Onları kısa bir süre görmek istemiyorum. Kısa bir süre kapının ardından ses gelmedi ta ki tekrar çalınana kadar. Israrcı olması sebebiyle olduğum yerde sabırsızca ayrılıp kapıya doğru ilerlemiştim. Kapıyı sertçe açıp sinirli bir şekilde konuşmuştum.
"Müsait değilim dedim ya!" diye pat diye bunları tam önümde dikilen Süreyya hanımın yüzüne karşı söylemiştim. Anında onu görmenin verdiği şaşkınlıkla gözlerim irice açıldı ve o an bir şey diyemeden öylece kalakaldım. Bana az önce söylediklerime karşı bir anda değişen tepkimi görünce Süreyya hanım iki yana kıvrılan dudaklarını fark ettim. Sanırım bu halim onun komiğine gitmiş olmalı.
"Sizinkileri odalarına gönderdim. Baya yorgun duruyordu hepsi. Zorlu bir oyundan çıktınız bu çok normal." diyince o anda omuzlarım düştü ve geriye çekilip Süreyya hanımın içeriye girmesini işaret ettim.
"Sizin olduğunuzu düşünmedim kusura bakmayın bu tavrım için." diye içten bir özür dilemiştim. Süreyya hanımsa sorun yok derecesine başını iki yana sallamıştı ve biraz ileride olan tekli koltukların olduğu yere doğru ilerleyip oturunca bende onun karşısındaki yerimi aldırmıştım.
Anında Süreyya hanım konuşmasam ben devreye girdim.
" Hiç bu oyunu oynamak gibi bir niyetim yoktu. Ama onca ısrarın ardından istemeye istemeye o oyunu oynarken buldum kendimi." dedim masum olduğumu açıkça söylerken.
"Ah buraya seni azarlamak için gelmedim. Zaten bu oyunu oynamamız için bunu Dehri 'ye ben teklif ettim." diyen Süreyya hanıma ne diyorsunuz dercesine bakmıştım. "Uzun zamandır içine çok kapandın. Kimseyle pek konuşup duruyorsun bile. Bende eskiden yaptığınız o yaramazlıkları yaparsanız belki az da olsa bu halinden azsa olsa kurtulup, biraz eski Emira olursun diye düşündüm. Bunu Dehri tarafından öne sürülerek bu oyundan haberdar olmanız daha iyi olurdu. Diğer türlü istemezsiniz diye düşündüm. Keza bunu kabul edince Dehri anında mutlu oldum. Ve siz oyuna başlayınca tüm krallıklar hem merak içersinde zihin bu dillere destan olan sorun yaratma anılarınızı merak ettiler hemde sizi görmenin vereceği merakla oyunu izledik ve herkes çok hayran kaldı. "dediği anda Süreyya hanım olan biteni tüm detaylarıyla anlatırken.
" Hepsi sizin planınız çerçevesinde gerçekleşti. "dedim şimdi şimdi anlayarak.
" Ah öyle diyebiliriz. Ama şunu söylemek istiyorum ki oyun hakkındaki görüşlerin, arkadaşlarını yönetmen çok iyi bir lider olduğunu gösteriyor. Şu ana kadar her şeyi nasıl başardığını herkes anlamış oldu. Ve en son şövalyeyle dövüşme anın. Çok iyiydi. Orada diğerlerinin pes etmesi ve senin asla yılmadan mücadele etmen ve galip gelmen mükemmeldi. Herkes hayranlıkla ve övgüler eşliğinde sizi izledi. "dediğinde Süreyya hanım ben somurtkan bir ifadeyle ona bakıyordum.
" Bu şekilde izinim olmadan izlenmiş olmam hoşuma gitmedi. Keşke haberim olsaydı. "dediğimde Süreyya hanım sadece gülümsemekle yetindi.
" Her zaman kuralları bozan ve kendine göre yeniden şekillendiren tek sen olmamalısın değil mi? "diyince ona düz bir ifadeyle bakmış, içten içe bunun verdiği sıkıntıyla bir şey yapamamıştım.
" Peki sadece bunları demek için mi gelmiştiniz yoksa başka bir şey daha mı var? "diye sorunca sadece bunlar için geldiğini ve Dehri 'nin bu konuda daha fazla üzerine gitmememi rica etmişti. Eminim ki bunu isteyen Dehri kalleşiydi. Süreyya hanıma bir şey yapmam ama kelimelerimi de esirgemem demiştim. Oda sadece peki öyle olsun bakalım demiş ve beni yalnız bırakıp, odayı terk etmişti.
─⊹⊱☆⊰⊹─
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.11k Okunma |
4.17k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |