89. Bölüm

69 - Kırık Ruh

Özlem Durmuş
kumsallardagezen12

 

 

『Ruhumu derin acılarıma gömüyorum 』

 

Bir kırık kalbe sahip nice insanlar bir arada yaşıyor. Ve bu insanlar kimseleri fark etmeden kırık kalplerini onarmaya çalışıyor. Amansız bir hastalığı tedavi etmenin bir faydası olmayacağı gibi bu kırık kalbi onarmanında bir getirisi olmayacak. Çünkü kırılan hiçbir şey eskisi gibi olamaz. Bu açıkça bellidir.

 

Bedenlerin zihinler altında yok olduğu bir evrende ne çok şey yaşandı. Her ölüm bir kaçıştı belki düşüncelerde ama öyle olmamalı, her ölüm yeni bir yaşamı sunduğu yeni acılara yelken açmaktı. Sürüklenen bir düşünce girdabına takılı kalan hisler ne de kırılgan değil mi? Anında bir düşünceyle parçalara ayrılıp duruyordu. Bazen insan olmak belki de bize biçilmiş bir lanet olabilir mi? Çünkü her duyguyu hissettiğiniz ve her olaydan etkilenerek hayata karşı duruşunuzu değiştirdiğinizi fark etmiyorsunuz. Aslında yaşam sanıldığı gibi değil. Milyonlarca duyguyla hayata gelirsiniz ama sadece bir duyguyla ölüme uğurlanırız; yalnızlıkla...

 

Seslerin var olmadığı ya da hislerin var olmadığı bir evrende yaşam nede çekilmez olur değil mi? Peki bu yaşam aslında zihinlerde var olan bir evrense ve bunu asla kimse fark etmemişse? Bazen bazı şeyler çok geç fark edilir? Ölüme uğurlanırken, her şey gerçekliğini size sunarken, her şey hiçte istenilmeyen bir şekilde var olmuşken....

 

Fırtınaların arasında onca uğraş veren nice ruhlar var. Ama hiçbiri tamamıyla galibiyeti tatmış değil.

 

Sürüklendi yaşamlar ; sonsuz bir boşluk içerisine. Işığı bir daha görmeyecek bir derinliğe. Seslerin bir daha ulaşamayacağı bir alana.

 

Sürüklendi yaşamlar ; düşüncelerdeki o aydınlığı yok edecek sisli kara deliğe. Ve o kara delikte hiçbir şey yoktu. Yaşam yoktu. Varlık yoktu. Zaman yoktu. Kurtuluş yoktu. Son yoktu. Sadece bir boşluk ve sen vardın. Ama seni sen yapan şeyler de yoktu.

 

Bazen durmak ve her şeyi akışına bırakmak istiyorum ama bunun olması şu an imkansız gibi. Şu an durmanın değilde mücadele etmenin gerektiği bir an. Bizimkilerle olan o macera sonrasında Süreyya hanımın dedikleri ve olanlar bir süre tek başıma kalmamı ve ona göre nasıl hareket etmem gerektiği konusunda bunun üzerine düşünmemi gerektiriyordu. Kulede daha fazla kalmadan, kimsenin bana ulaşamayacağını düşündüğüm bir yere gelmiştim. Burası bir uçurum kenarıydı.

 

Sessizliğimin bana burada iyi geleceğini düşündüğüm için buraya gelme kararı almıştım. Çünkü artık kalan bedel aşamalarını halletmem lazımdı. Larut 'un sunduğu bilgilerle ilk Marsilya Ormanı' nı ziyaret etmeli sonrasında diğer aşamaya geçmem lazımdı.

 

Belki de kuleden uzak durmamın bir diğer nedeni ise herkesin her şeyi gördüğü ve onların bakışlarından kaçmak için uzaklaşma kararı almamdı. Çünkü eminim ki çoğu kişi bakışlarını üzerime dikecek ve bu herkese nazaran beni rahatsız ediyor. Artık görünmez olmak istiyorum desem yalan olmaz.

 

Çok yıprandım buradaki zaman içerisinde. Çok şey yaşadım burada bulunduğum andan itibaren. Ve biraz dinginlik bana büyük bir ödül olacaktır.

 

Sakin geçen onca zaman sonra bu kadar koşuşturmaca beni haddinden fazla yormuştu. Oradan oraya çok fazla sürüklendim. Ve hâlâ bu devam ediyor. Ne zaman dururum bilmiyorum. Zaman benim için çok zorlu yollar çizmiş. Ve bu yollar beni yoruyor, bitkin düşürüyor, düşündürüyor... Sonu gelmez bir döngü içerisinde olduğumu bile düşündüğüm oldu. Acelesiz adımlarla ilerlemek istiyorum yaşamıma kaldığım yerden. Zaten önümdeki yollarda beni ne bekliyordu onu bile bilmiyorum. Çok yoruldum ve bu yorgunlukla daha ne kadar devam edebilirim kestiremiyorum.

 

Bakışlarım uçurumun dibindeki sisli alana çevirdim. Sisler o kadar yoğundu ki uçurumun dibinde ne olduğunu görmemi engelliyordu. Ama biraz buradaki şeyler hakkındaki bilgilerim, uçurumun dibinde bir yerel halktan kalan eski bir kasaba olduğunu biliyorum. Çok yıllar öncesinden buradan bu yerel halk göçüp gitmiş ve bir daha gelen olmamış. Terk edilen yerlerde neden sıklıkla bulunduğumu merak edip durduğum anda kendimi bu tür yerlere benzettiğim için olduğunu anladım.

 

Çünkü bu ömrü hayatım boyunca çok terk edildim. Çoğu yaşam ölüm sebebiyle beni terk edip gitti bende bu terk edilmiş yerler gibi oldum. Sessiz, harabe, yıkık dökük ve ıssız... Bu bendeki izlerle aynı aslında. Yaşamın bana sunduğu bu yolların sonu buna çıkıyor. Ne tesadüf bunları hâlâ yaşamaya devam ediyor ve edeceğim.

 

Derin bir nefes alıp zihnimi susturmaya çalıştım. Bazen etrafımda var olan sessizliğin zihnimde de olması için neler yapardım neler...

 

"Burada daha ne kadar durmayı düşünüyorsun? Artık insanlardan kaçmayı bırak ve ne yapman gerekiyorsa onu yap. Bazen her şeyi boş verip hayatına devam etsen ne olur? Ne kaybedersinki?"

 

Rosa 'nın bu dedikleri sadece gülmemi sağladı. Yaşam beni çoktandır sessizliğe çekmişken mi? Çok geç ve bunu fark etmesi gerekiyor.

 

" Yaşamın sunduğu şeyleri kabul etmezken benden bunu gerçekten yapmamı bekliyor olamazsın değil mi? Ah Rosa ben böyle kendimi çoktan kabul ettim. Artık benim için çabalayıp durmayı bırak. Ve benim için endişe etmede. Ne yaparsam yapayım en büyük zararı almama rağmen hâlâ hayatta olmam benim için yaşamın komik bir şakası gibi geliyor. "dedikten sonra olduğum yerden hafifçe kıpırdanmış ve ayaklarımı uçurumun boşluğunda usulca sallamıştım.

 

Normalde herkes bu şeylerden ürker ama benim bu hoşuma gidiyordu. Belki de anormal olan bendim kim bilir?

 

Belki de bana her daim ulaşılması zor olan hoş geliyordu. Belki de ben orada kendimi buluyordum kim bilir.

 

Bir karanlığın sardığı hislerin en dipsiz köşesinde yaşamın bana sunduğu şeyleri arıyorum. Her bulduğum anda sanki yeniden, aynı yerden kaybediyor gibi hissediyorum. Zihnim bana sunulan her şeyi bir neden olduğu için olduğu düşünesiyle kabul ediyor, bu neden olmasa hayatımda hiçbir şeyin aslında var olmayacağını ima ediyordu.

 

Ne zaman içerisinde ne yaşam içerisinde hiçbir an hiçbir yerde... Tam anlamıyla huzuru sonuna kadar hissedebilmiş değilim. Terk edilme duygusu ile yaşama gözlerini açan bir mücadele içerisinde koşuşturmaca içerisinde olan bir karakter gibi hissediyorum kendimi. Her şey istenilen yere varmam için bana sunulmuş engel alanlarıydı. Ve ben bu engelleri ne pahasına olursa olsun aşmalı ve ileriye yönelmeliydim.

 

"Kuleye dönme vakti geldi de çattı."

 

Rosa gerekli uyarıyı yapınca olduğum yerde sakince kalkıp, onun benden yapmamı istediği şeyi yapmaya koyuldum.

 

"Sessiz olmanı neye yormam gerek?" demesine karşı sadece sessizce olduğum yerden ayrılmak için açmış olduğum portala doğru ilerledim.

 

"Ne o bana küs müsün?" diye beni zorbalama niyetiyle konuşunca ona sadece dil çıkarmış ve portaldan geçiş yapmıştım kuleye.

 

Kuleye gelince odama geçmiştim ama odamın kapısını dışarısından gelen sesler olduğum yerden kapıya doğru ilerlememi sağlamıştı.

 

"Emira hadi ama çıkta konuşalım." diye inatçı bir tutumla konuşan Dehri 'nin sesini duyunca kaşlarımı çattım . Bunlar odada olduğumu ve onlara bilerek kapıyı açmadığımı mı düşünmüştüler?

 

Kapıyı açıp anında karşımdaki sevgili dostlarıma baktım.

 

"Kapıyı kırmak gibi bir düşünceniz varsa söyleyin." demiş ve sırasıyla tek tek hepsine bakıp sonrasında devam etmiştim. "Neden bu saate kapıma dikildiniz? Ne bu gürültü? Hem sanıyorum ki sizinle son yaşadığımız olaydan sonra biraz birbirimizden uzak kalmak hepimizin sinir sağlığı için güvenli olacak." diye yapılması gerekeni açıkça ifade etmem onların birbirine bakıp hâlâ onlara kızgın olduğumu anlamalarına sağladı.

 

" Hâlâ unutmadın mı hatamızı? "diyince Dennis yavaşça başımı iki yana salladım.

 

" Hâlâ kızgınsın olan şeye o halde. "diye kendince vardığı şeyi ifade edince Nehar başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım.

 

" O zaman bizi görmek bile istemiyorsun. "diye ne istediğimi kendi dile getiren Enfal 'e tam üstüne bastın anlamında parmaklarımı şıklattım.

 

" O zaman biz gidelim. "dediği anda çekimser bir sesle Kavi, çok güzel bir karar dercesine tekrar başımı aşağı yukarı salladım.

 

" Ben gitmek istemiyorum. "diye huysuzluk çıkaran Victoria' ya kaşlarımı çatarak bakmam diğerlerinin Victoria 'ya kaş göz işareti yapıp susmasını ima edince Victoria hiç oralı olmadı." Buraya özür dilemeye geldim. Gidecek değilim öyle kolay kolay. Hem biraz vakit geçirdik. Boş ver kim gördüyse görsün. Senim gücünden herkes haberdar, herkes senin ne denli bir lider olma yeteneğin olduğunu, gözlemlerinin ne denli doğru sonuçlar doğurduğunu biliyor, bunları sıradan herkesin görmesi seni kızdırmasın ve bize uzak kalmanı sağlamasın. "diye açık açık bu olan biteni doğru bulamadığını ve bu yüzden hepsinden uzak kalmamı istemediğini söyleyince Victoria diğerleri anında onu mırıltılarla onayladı.

 

" Victoria 'ya katlıyorum. "dedi sonra hepsi bir ağızdan.

 

" Evet boş ver olan oldu. Bizi bu konuda cezalandırmak istiyorsan bile bizden uzak kalmadan bunu yap istiyoruz. "dedi Nehar büyük bir istekle bu söylediklerini kabul etmemi beklerken.

 

Hepsiyle göz göze gelip onlara siz iflah olmasınız bakışı atıp pes ederek geriye çekildim. Bu hareketim onları mutlu etti. Çünkü gardımı düşürdüğümü anladılar.

 

" Tamam bahçeye geçin siz ben yanınıza geleceğim birazdan." demiştim. Anında hepsi dediğimi ikiletmeden istediğimi yerine getirmişti.

 

Sonrasında odadaki işimi halledip onların yanına gitmiştim.

 

Onları teras katında bulmuş, yanlarına gidince konuştukları konuşmayı ilk önceleri dinlemiş sonradan kendi düşüncelerimi ifade etmiştim.

 

"Bence bu son yaptığımız büyük bir sükse oldu kendi sicilimiz için. O kadar haylaz, gamsız ve sorumsuz olarak tanınıyoruz. Ama şimdi öyle değil. Herkes kim olduğumuz hakkında artık kesin kanıtlara sahip." dedi bunun verdiği keyfi yaşarken Dennis.

 

"Katlıyorum. Peder bey bu sefer azarlamak yerine bana başka bir gözle bakacak. Eh onun bile başaramadığı oyunu bitirmiş biriyim." diyerek yaşadığı güç zehirlenmesiyle konuşan Dehri 'nin ensesine gelişi güzel vurdu Victoria.

 

"Sen kendi unvanını önce bir hallet. Millet seni çapkın ve haylaz veliahd olarak biliyor. Ve bu unvanını silmek asırlarını alacak." demişti Dehri' ye vurduktan sonra ellerini göğsünde bağlayıp rahatça yerine sinerek.

 

Dehri onun dediklerini sadece suratsız bir ifadeyle izlemiş ve sonra omuz silkerek bu hiç umurunda olmadığını beli eden bir tavırla konuştu.

 

" Sence asırlarını bu unvanını yapmak için harcayan biri bundan rahatsızlık duyar mı?" dedi bilmiş bir yüz ifadesi takınarak. "Hadi ama sıkıcı bir unvana sahip olmaktansa bu ünvana sahip olmayı yeğlerim. Ben halimden memnunum. Rahatsız olmak senin sorunun canım benim değil." demi ve sinir bozucu bir gülümsemeyle Victoria bakıp göz kırparak bunun onun için bir rahatsızlık olmadığını belli etmişti.

 

" Gevşek herif ne olacak. "diye söylenen Enfal anında Dehri 'ye ağza alınmayacak birkaç küfür etmeye kalkacağı anda bakışlarımı görünce anında susmuş ve bakışlarını benden kaçırıp etrafa çevrilmişti.

 

" Bir gün gelecek ve bundan pişman olacağın an olursa Dehri bu günü unutma. Çünkü eninde sonunda bu halini düzeltmen için çabalayacağın bir kadın hayatına girecek ve sen bu kötü ünvanların için kendine kızıp duracaksın." dedim kesin bir sesle. Sesimde bu günleri gördüğüm anda sadece çırpınışlarını büyük bir keyif içerisinde izleyeceğim havası vardı.

 

" Katılıyorum. Kralım 'ın odasının önünden geçerken bazı konuşmaları duymuş olabilirim. Senin peder seni evlendirme niyetinde." demesiyle Nehar' ın anında Dehri içtiği suyu anında dışarıya püskürttü.

 

Duydukları onu baya şaşkına dönmesini ve bu haberi hiçte keyifle karşılamamasını sağlamıştı.

 

" Ne diyorsun oğlum sen? Yok öyle bir şey. Olsa haberim olurdu. Pederin bazı adamları olanı biteni bana anlatma zorunluluğu var. Yoksa onları mahvedecek olduğumu biliyorlar." diyerek aslında kuledeki olan biteni öğrenmek için kendince bir yolu olduğunu yeni öğrendim.

 

Neyse ki bunlara ihtiyacım yok. Bunları kendi başıma da öğreniyorum ister istemez.

 

" Demek ki senden gizleniyor. Belki de kızı rahat bırakman için. Evlenene kadar karını görmeyeceksin. Ah senin adına üzüldüm desem yalan olur." dediği anda Enfal bu cümlesine güldüm.

 

Benim gülümsememle anında hepsi bana baktı. Gülmemi durdurup neye güldüğümü onlara anlatmaya başladım.

 

" Düşünsenize Dehri çirkin, şişman, dul, iğrenç hali ve tavrı olan bir kadınla evleniyor. Ne gülerim ama. Tam düğün günü onu görüyor ve oracıkta bayılıyor. Sen gel asırların çapkını onca güzel kadın arasında böyle bir kadınla evlen." demiş ve olduğum yerden ağaya kalkıp biraz ileride olan terasın balkonuna sırtımı yaslayıp konuşamama devam etmiştim." Düğün günü sana cenaze günü oluyor. Ve Ateş Krallığın Veliahd'ı çirkin, tombul çocuklara sahip oluyor hepsi annesine benziyor. Büyük skandal olmaz mı?" demiş ve olduğum yerde şuh bir kahkaha atmıştım. Anlatınca daha da bir gülesim geliyor kendimi durduramıyordum.

 

Ben böyle gülünce Enfal anında yerinden kalktı ve bana doğru gelip Dehri 'miş gibi rol yaptı ve oyunuma dahil oldu.

 

" Ah sevdiceğim seni asırlardır bekliyorum." demiş ve önümde bir dizini kırıp eğilmiş ve elini tutmamı beklemişti. Anında onun oyuna ayak uydurup elini tutarken bir yandan da konuşmuştum.

 

"Ah çapkın veliahd'ım sizi kalbimin en derin sevgisiyle seviyorum." dedikten sonra Enfal 'le o anda dans etmeye başlamış Dehri' nin renkten renge girmesini sağlamıştık.

 

Dehri olduğu yerde dediklerimizi zihninde hayal ederek daha da kızarıp morarırken o an hepimiz olduğumuz yerde onun bu haline gülüp dalga geçmeye devam ettik.

 

"Kesin şunu!" diye hiddettle konuşup bu olayın onun için ne denli korkutucu olduğunu ifade etmişti hal ve hareketleriyle. "Böyle bir şey olmayacak. Dalga geçip durmayın. Ölmeyi tercih ederim." diyişini duyunca ona tatlı tatlı bakıp konuşmaya başladım.

 

"Ya onu seversen sonuçta kalp bu. Merak etme seni bu yüzden yargılamayız. Sonuçta kalp bu otada konar çirkin, dul ve kötüyede." diyerek onunla alay etmeye devam etmiştim. "Ama sonuçta arkadaşız eğer onunla evlenmek istemesen bunu engellerim ve sana yardım ederim." diyince sahi mi dercesine bakıp tam bana teşekkür edeceği an onu şaşkına çevirecek diğer cümlemi söyledim. "Bildiğim kadarıyla sizin orada hiç evlenmemiş ve yaşına göre gayet güzel bir kadın var. Kaç yaşında o senin pederle aynı yaşta mıydı? Eh onunla evlenirsin olur biter en azından. Sonuçta evlenmen isteniliyor ve bende üzerime düşeni yapıyorum." diyerek olduğu yerde öfkeden deliye dönmesini sağladım.

 

" Hah komik mi! Çok eğlendiniz mi bu halimle dalga geçerken prenses? "diyince evet anlamında başımı aşağı yukarı salladım." Seni biliyorum intikam alıyorsun kendince bu son olay için. "dediği anda yüzümdeki ifade anında değişti. Bu ani değişim ortamın sessizleşmesini sağladı.

 

Başımı yana atıp Dehri 'ye üsten bir bakış atıp konuşunca yüzündeki kanın çekilişini an ve an izledim.

 

" Ah emin ol intikam alma olayım bu kadar masum değil. Eğer onun intikamını almaya kalksam kendini o kadınla evlenmiş bulursun Dehri. Beni bilirsin aklıma koyduğum her şeyi yapmışlığım var. Bunu da yapmak için her şeyi yapmayı göze alırım beni bilirsin." diyince o an hepsi dut yemiş gibi oldu ve birbirine bakıp benim şu anki halimi sorguladı.

 

Anında yüz ifadem eski haline geri döndü ve konuşmama devam ettim. " Ama neyseki intikam alma düşüncesinde değilim şansa bak bugün şanslı günündesin. "diye sevimli bir yüz ifadesine bürünüp ona gülümserken Dehri o an tuttuğu nefesi sesli bir şekilde verdi.

 

" Bazen çok tehlikeli olduğunu biliyor musun? "diye sorunca Enfal ona bakıp bilmem dercesine baktım.

 

" Oluyorsun hemde ne olmak. Etrafındakilere acıyorum ama en çok kendimize. "diyince Kavi ona göz kırpıp sırtımı bir kez daha terasın balkon kenarına yasladım ve soğukkanlı bir ifadeyle konuştum.

 

" Ah o zaman beni kızdırmaya kalkmayın. Bu kadar kolay aslında çözüm. "demiş ve arkamı dönüp terasın balkonundan bahçeye bakmaya başlamıştım.

 

Bakışlarım usulca bahçede gezerken birden aşağıdaki çardaktaki hareketlilik dikkatimi çekti. Kuledekiler bugün bahçeye çıkmış kendilerince vakit geçiriyordu dışarıda. Gözlerimi kısarak güneş ışınları altında çardakta bulunanları daha dikkatli görmek için çabaladım. Gördüğüm yüzlerle hoşnutsuzluk yaşadım. Arın hoca, Emma, birkaç eğitmen ve Ahrar dışarıdaki çardakta oturmuş sohbet ediyordu. Ben çardağa baktığım anda aslında Ahrar 'ın çoktan olduğum tarafa baktığını fark ettim.

 

İç sesim belki de ben terasın balkonuna yaklaştığım andan itibaren beni izlediği hissine kapıldım.

 

Düşünceler kimlik değiştirirken yanımda varlığını hissettiğim Dennis' i fark edince göz ucuyla ona baktım. O da benim baktığım yöne bakıyordu.

 

"Zor olmalı senin için. Tanınmamak çok kötü hissettiriyor olmalı ama dayanmalı ve onun seni hatırlamasını beklemelisin." diyerek sabırlı olmamı beklediği anda yavaşça iki kolumu terasın kenarına bırakıp yavaşça aşağı daha dikkatli bakarak onları izledim.

 

" Belki de olana razı olmam gerekiyor ve her şeyi eskiye gömerek hayatıma bakmam gerekiyor olamaz mı? "dedim kısmış olduğum bakışlarım ardından bir anlayış beklerken. O anda yanımda Dennis 'in gülme sesi duyuldu.

 

" Sen ve kaderine razı olmak. Hiç yan yana gelecek bir gerçeklik değil. Sen daha çok kaderi zorlayan birisin . Sana sunulanı değil istediğini elde etmek için çabalayan onu almak için her şeyi yapan birisin." diyerek dediğim cümlenin saçma olduğunu, benlik olmadığını ve yapmayacağımı belli etmişti.

 

" Belki de artık durmanın ve kabul etmenin zamanı geldi de geçti. "demiş ve yavaşça terasın yanından uzaklaşmaya başlamıştım.

 

Dennis anında bu hareketimle kaşlarını çattı ve gerçekten söylediklerimde doğru olup olmadığımı anlamaya çalıştı.

 

" Nasıl geri mi çekiliyorsun? "diyince anında diğerleri aralarında olan konuşmayı kesip bize odaklanırken bende anında sorusuna cevap verdim Dennis 'in.

 

" Aslında tam olarak geri çekilme diyemem sadece zaman tanıyorum. Ve biraz zamana bırakıyorum diyebilirim. "dedim yapacağım başka bir şey olamadığını belli ederken.

 

" Peki geç kalırsan? "diyen Kavi' nin ne kast ettiğini anladım.

 

Geç kalırsam? Ahrar beni hiç hatırlamaz ve başka bir kadına aşık olursa....

 

" Yapacağım bir şey olmaz. Olanı değiştiremem. Bunu yapmak haksızlık olur. Belki de doğru olan budur olmaz mı? "dedim bu yönden de bakmaları için.

 

" Renas hoca seni unutmuş olabilir. Ama bu senden başka birini seveceği anlama gelmez. Bence şu an bile sana yönelik başka bir tutumu var. "diyen Dennis 'e bilmem derecesine bakıp yavaşça boş tekli koltuğa geçip oturmuş ve sessizce bundan sonra ne yapmam gerektiğine karar vermeye başlamıştım.

 

" Bedel işi hallolunca yapmam gereken şeyi biliyorsunuz. Kendi yaşamıma dönmem gerek. Sonra yine gelirim." demiş ve içimden belki bir gün ama ne zaman bilemiyorum.

 

"Her gidişinden sonra daha çok renklerini yitirmiş olarak geliyorsun. Bundan çok rahatsız oluyorum. Senin renklerini yitirmen hoşuma gitmiyor. Ben hayata olan inancını kaybetmeni görmeye dayanamıyorum." diyen Victoria 'ya sadece durgun bir ifadeyle bakarak karşılık vermiştim.

 

" Yaşam bunun ta kendisi değil mi? Zamanla milyonlarca duyguya sahip olup günün sonunda sadece bir duyguyla yaşamı terk ediyorsun. "dedikten sonra yavaşça zihnimde çınlanan sesi uzun müddet dinledim. Yalnızlık... Yalnızlık duygusu...

 

" Ama bunu değiştirmek senin elinde de olabilir. Yeter ki mücadele etmekten vazgeçme. "diye umut etmemi isteyen Dehri 'ye sadece yorgun bir ifadeyle bakıp cevap verdim. Sözlerim onların çoktan kaybetme eşiğine geldiğimi anlamalarını sağladı.

 

" Belki de uğraşmak için bir sebebim yoktur. Ve belki de artık bitmesi gerekiyordur her şeyin tamamıyla hemde." demiş ve bakışlarım boşluğa takılı kalırken zihnimden dökülen kelimeleri söylemeye devam etmiştim. "Bazen çok çabalarsın ama günün sonunda yine aynı yerde bulursun ya kendini. İşte o an anlarsın ne yaparsan yap hayat sana aynı şeyleri sunmaya devam edecek. Sende onları kabul etmeye mecbur kalacaksın. O zaman mücadele etmenin ne anlamı kalır ki?" dedikten sonra yavaşça tebessüm edip onlara bakmıştım." Yolun sonu görünüyor durmak aptallık olur. Kalmaksa ölüm. "dedikten sonra susmuştum.

 

Ben susunca onlarda susmuştu. Ve bu suskunluk epey devam etmişti. Sonrasında konu başka bir yöne kaymış ve olduğumuz yerden ayrılıp çiçek arazisine gitmiştik. Uzun zamandır orada bir araya gelmemiştik. Orada başka konulardan konuşmuş, gülüşüp durmuştuk. Sanki bu bir sonmuş gibi bu anının tadını çıkarmıştık.

 

Sonrasında oradan ayrılmış ve kuleye geri dönmüştük. Ben Yasaklı Kütüphane'ye giderken onlar kısa bir süreliğine krallıklarına giderek oradaki işlerini halletmeye başlamıştılar.

 

Yasaklı Kütüphane'ye gelerek burada kısa bir süre Marsilya Orman'ı hakkında almam gereken kararlar üzerine düşünmeye başlamıştım. Tam tamına bir saat burada zaman geçirmiş ve tam gideceğim an içeriye birinin gelmesiyle anında kafamı kaldırıp kapının olduğu tarafa bakıp gelenin kim olduğuna bakmıştım. Ve o an kapıda olduğum tarafa bakan Ahrar 'ı görmüştüm.

 

Sanki beni burada tek görmenin verdiği mutluluğunu yaşayan bir ifade vardı yüzünde. Onun bu halini görünce şaşırmıştım. Onu burada görmenin verdiği şaşkınlığını anında atlatıp yavaşça olduğum yerde toplanmaya ve kitapları üst üste koyup masadan ayrılmaya karar vereceğim an onun olduğum tarafa gelip bir anda karşıma dikilip konuşmasıyla anında iki elim kitaplar üzerinde kalmış ve konuşmasını beklemiştim.

 

Bakışlarım ne diyeceğini beklerken anında Ahrar konuşmuştu.

 

"Biraz konuşabilir miyiz?" demiş ve buradan gideceğimi belli eden bu halimi görünce devam etmişti. "Çok vaktini almayacağım ." diyince yavaşça kitaplar üzerindeki ellerimi çekip geriye yaslanıp, sandalyeye oturmasını başımla işaret edince anında bu işaretimle yavaşça sandalyeyi geriye çekip karşıma geçip oturmuştu.

 

Lacivert hareleri sakince beni izlerken bense sessizce onun konuşmasını bekliyordum. Yüz ifadesindeki kararsızlık şu an karşımda olmasından dolayı mıydı yoksa söyleyeceği şeyler yüzünden mi emin olamıyorum. Derin bir nefes alarak bakışlarımı kısmış konuşmasını beklediğimi belli etmiştim. Ahrar o an yavaşça yerinde huzursuzca kıpırdandı. Bakışları içerideki tüm eşyaları talan ederken göğsü derince şişti. İki elini masada birleştirdi ve sonrasında biraz öne doğru eğilip usulca bakışları bana çevirdi.

 

"Nereden başlamam gerekiyor bilmiyorum ama doğru bir zamanı beklemek için geç olabilir." dediğinde tam olarak ne konuda konuşmak istediğini sezememiştim. Kelimeleri anlamayacağım bir şekilde kuruyor ve ben kuruduğu bu cümlenin ne ifade ettiği hakkında bir sonuca ulaşamıyorum." Burada oluşum belki de yanlış. "diyerek net bir şekilde artık konuya giriş yapınca konun nereye varacağını anladım. O an donuk bakışlarım bir ifadeyle aydınlandı.

 

Terk edilme gerçeği. Buradan gitmek istediğini söyleyeceğini anlamış oldum. Belki de olması gereken budur. Belki de ben ve diğer herkes gereksizce olmayacak bir umuda tutunup bunun olmayacağını bildiğimiz halde zorluyoruz.

 

"Burada kalmak istemiyorsun. Doğru mu anladım?" dedim cevap bekleyen bir ısrarla. Yavaşça başını iki yana salladı. Lacivert hareleri bu gerçeği öğrenince vereceğim tepkiye odaklanmışken ben dışarıdan sakin, bunu bekleyen bir tavırla duruyordum.

 

Ses tonum zaten çoktan olmayacak bir şeyin umuduna tutunmayı bırakalı çok olduğunu belli ediyordu.

 

"Doğru olan bu. Herkesin kendi hayatına dönmesi. Çünkü burada bulunmak size iyi gelmiyor ve daha fazla bulunmak için sizi zorlamaları gereksiz. İstediğiniz neyse onu yapın. Size karşı çıkacak değiliz." diyerek buna kimsenin yetkisi olmadığını açıkça söyledim.

 

Buna benimde dahil oluşumu eklediğim anda Ahrar bunu dememin verdiği şaşkınlıkla gözleri irice açıldı ve sesli bir şekilde yutkunurken başını haklısın dercesine salladı. Burada olmak mı onu rahatsız etmişti yoksa hiç karşı çıkmadan onun verdiği kararı onaylamam mı? Emin olamıyordum.

 

"Karşı çıkarsın diye düşündüm." dedi son çare bu halimi anlamaya çalışarak.

 

"Neden bunu yaprak ikimize zorluk çıkarayım ki? Sonuçta burada olmak istemiyorsunuz. Bunu yaparsam bu size haksızlık olur. Belki de hayatlarımıza dönerek kendimizi içerisine soktuğumuz bu anlamsız olayı sonlandırma zamanı gelmişte geçmiş olabilir." demiş ve ona olması gerekenin aslında bu olduğunu çoktan bu yanlışı terk etmemiz gerektiğini belli ederek onu bu rahatsızlık veren halinden kurtardım.

 

" Üzülmüyor musun? "diyen Ahrar 'a sadece tebessümle baktım o an. Sonra usulca ellerimi bende onun gibi masada birleştirip zihnimden geçen cümleyi dile getirdim.

 

" Bazen hissettiğini sana zarar verse de onu yaşamayı bilmelisin. Ve ben bunu uzun zamandır deneyimliyorum. Siz beni merak etmeyin." demiş ve lacivert harelerine iç çekerek bakmış, içimde kopan fırında aldığım hasarlara rağmen güçlü olmaya devam etmiştim. "Ben eninde sonunda yarına çıkacak gücü kendimde bulurum. Siz nasıl isterseniz öyle yapın. Bana sadece kabullenmek düşer." dedim. Onunla bu kadar mesafeli konuşmak canımı sıksada yapacağım bir şey yoktu.

 

O benim tanıdığım Ahrar değildi ki. Bir bakışımla her şeyi anlasın ve ona göre hareket etsin. Aklım git derken kalbim kal diyordu ama bencillik yaparak onu istemediği bu dünyada daha fazla tutamam.

 

"Buradan gitsemde sonuçta sık sık beni ziyarete gelebilirsin. Hatta bende sık sık gelirim." diyince beni teselli eden bu cümlesine sadece içten içe güldüm. 'Buradan gidince bende gideceğim. Belki de ikimizin de bir arada olduğu son anlar olabilir.' bu cümleyi sadece kendime söyledim. Ona diyemezdim. Olamazdı çünkü...

 

Ahrar benim sessizliğimi görünce bu sessizliği yok etmek adına tekrar konuştu.

 

"Buradan gidişimin asıl sebebi bu bilinmezliğe bir son vermek. Yoksa bu senden kaynaklanan bir şey değil. Bunun için kendini suçlu hissetmen beni üzer." diyerek kendime yönelik suçlamalarımın önüne geçmek için verdiği mücadeleye sadece sessizce seyirci oldum.

 

Ben her şey için kendimi suçladım. Hep yaptığım buydu ki. Sonsuza kadar ve sona dek.

 

" Bir şey sormak istiyorum. "diyerek dikkatini çektiğim anda hemen tabii sor dercesine başını salladı." Derler ki akıl hatırlamazsa bile kalp hatırlar. Kalbin beni hatırlamadı mı hiç? Hiç mi göz göze geldiğimiz anda bir şey sana aynı hissi vermedi? Hiç mi sanki o hissi tekrardan hep aynı yerden hissetmiş olma düşüncesinde olmadın? Hiç mi bende sana tanıdık olan bir şey var olmadı zihninde, kalbinde? "dedim uzun zamandır belki de sormam gereken şeyi şu an sorarak.

 

Bir anlamı olur muydu bundan sonra bilmiyorum ama yine de sormak istedim. Sanki bu son anmış gibi ve bir daha ikimiz de aynı yerde bir araya gelemeyecekmişiz gibi bunu sorma gereksinimi duydum. Sesimde bir umut belki de bu dediklerimden biri onda var olmuştur diye umut etti ama Ahrar o an sorumdan sonra başını iki yana sallayınca acıyla tebessüm etmiş, bunun verdiği hüznü sahte bir tebessümle gölgelemiştim. Zihnimdeki o kasırga beni yakıp kül ederken, kalbimdeki o amansız sızı keskin bir bıçağın kalbime saplanıp yavaşça derine batarak, bıçağın kalbimin derinliklerinde kaybolmasını sağladı.

 

Etrafımdaki tüm renkler o an büsbütün simsiyah oldu. Bedenimin parmaklıkları ruhuma işkence edecek kadar ruhumu kıskıvrak yakaladı. Ruhum canhıraş bir acıyla olduğu yerde acıdan çığlıklar ata ata karanlığın en dibine çekildi. Artık sesler yok olmuştu. Hisler bedenimi terk etmişti. Umut bir daha belki geri gelemeyeceği bir yere saklanmıştı. Anılar bir perde arkasında hüzünle olanı sindirmeye çalışmıştı.

 

O an yapmam gereken şey yüzünden başımı yavaşça aşağı yukarı salladım anladım dercesine sonrasında gözlerimde karanlıkla onun lacivert harelerine son kez bakarcasına bakmış ve bu halini zihnime kazırcasına uzun uzadıya kaydetmiştim.

 

"Anlıyorum." diye bilmiştim sadece. Sonra usulca olduğum yerde ayağa kalkarak önümdeki kitapları küçük bir büyü yardımıyla oldukları yere geri konulmasını sağlamış ve hemen ardından Ahrar 'ın etrafından uzaklaşmaya başlamıştım.

 

Ahrar bir şey söylemeye hazırlanırken ben onu havaya kaldırdığım elimle durdurup ona mani olmuştum.

 

"Bir şey söylemene gerek yok. Ya da beni teselli edecek cümlelerine. Ben sen geri döndükten beri kendimi bu ana hazırladım hep. Kaçınılmaz olandan kaçamazsın ve bende kaçamadım. Bunun için kendini suçlama çünkü burada suçlu olan sen değilsin hiçbir an da olmadın. "dedikten hemen sonra hızla olduğum yeri terk etmiştim.

 

Biraz daha burada bulunursam hemen orada ağlayabilirdim yaşadıklarımın verdiği his yüzünden. Bunu önlemek içinde en anlamlı karar buradan hemen uzaklaşıp Ahrar 'dan uzak durmamdı.

 

Ben gittikten sonra ne hissettiğini merak etmiştim. Bana acımış mıydı? Yoksa üzülmüş müydü? Belki de her ikisi de olmuş olabilir. Kuleden uzaklaştım, Moritanya Krallığı'ndan uzaklaştım. Ve her sesten her duygudan uzaklaştım. Kimsesizliğin olduğu yere karanlığa sığındım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Boşluk kendine av ararken beni seçmişti. Zihnimde binbir ses fısıltılar eşiğinde konuşup duruyor. Bana bir şey söylemeye çalışıyordu. Neydi bana söylemek istediği. Gözlerim kapalıydı. Ama etrafımda var olan soğukluğu hissediyorum. Bir soğuk kasırganın altında kalmışçasına bedenim üşüyor ve sıcaklığı arzuluyordu. Önümde düşmüş saçlarımın görüş alanımı kapattığını hissediyorum. Ama en çokta bileklerimde var olan o acıyı sızım sızım hissediyorum.

 

Neydi bunun kaynağı. Başımı yavaşça geriye doğru çekip önüme düşen saçlarımın sunduğu boşluktan içerisinde olduğum yere bakmaya çalıştım. İlk an görüş alanım bulanıktı çok sonradan görüntü netleşti. Ve o an nerede olduğumu anlamaya çalıştım. Yavaşça başımı sağa sola doğru çevirdim. Gördüğüm görüntü çok hoşuma gitmemişti. Bileklerim her iki taraftan zincirlere vurulmuştu. Ayakta öylece dikiliyordum.

 

Bileklerimdeki acının kaynağını şimdi anlamış oldum. Bedenimin her köşesinde bir ağrı vardı ve ben bunun sebebini anlamıyordum. Tekrar bakışlarımı önüme çekince sıra sıra dizilmiş uzun yapılı bir devasa aynaları fark ettim. Ama bu aynalar bana dönük değildi. Tüm aynalar bir sırayı takip ediyor her ayna birbirine dönük şekilde yer alıyordu bu sıralamada.

 

Usulca bileklerimi hareket ettirip bileklerimi zincirin tutuşundan kurtaramaya çalıştım ama nafile bir uğraştı çünkü hiçbir şekilde bu sımsıkı bileklerime zincirlenmiş zincirden kurtulamıyordum. Derin bir nefes alıp başka bir yol aramaya koyuldum.

 

Tamda o an fark ettiğim bir şey beni gerçeğe uyanırdı. Etrafımdaki siyah sis dumanı. Yavaşça etrafımda ilerleyip duruyordu. Bakışlarımı kıstım ve bunun var olma sebebinin kaynağını aramaya koyuldum ama herhangi bir şey bulamadım. Usulca ileriye adım atacağım an birden ayağım boşluğa kayınca hemen ayağımı geriye çekip tekrar eski konumumu aldım. Ve hızla başımı eğip üzerinde bulunduğum zemine baktım.

 

Kare şeklinde bulunan camdan oluşan bir platformun tam üstünde duruyordum. Platform o kadar küçüktüki bir adım atsam boşluğa düşüp bileklerimden boşlukta asılı kalacaktım. Hızla alıp verdiğim nefesler arasından bakışlarımı etrafa çevirip, gözlerimle etrafı taradım.

 

"Kim var orada?" diye bağırdığım esnada sesim yankı yapmış ve bana tekrardan ulaşmıştı.

 

Sanki sonu olmayan bir yerdeydim hissi var oldu bende. Yavaşça parmak uçlarımın üzerine yükselip parmaklarımla bileğime bağlı olan zincirleri kuvvetle sarmaladım. Ne olur ne olmaz diye önlem alıp, her an açılabilme ihtimaliyle zincirle boşluğa düşme ihtimalimi göze alıp ona göre bir dal bulmam lazım. Titreşen göz bebeklerim sadece bir varlığın izine rastlamak istiyordu ama sanki burada ben tek varmış gibi hissediyorum her nedense.

 

"Sesimi duyan var mı?" diye tekrar boşluğa konuştuğum anda usulca bir ses en arkalardan bana ulaştı. Bir kıpırtı sesiydi. Sanki bir şey yerinden oynuyor ve yer değiştiriyordu. Ve o an gözlerimin kısılıp, yavaşça bana doğru dönen aynalara şaşkınlıkla baktım. Ne oluyordu? Aynalar bir komutla bana doğru dönerken ben sadece olup biteni seyrediyordum. Şimdi ne olacaktı kim bilir?

 

Aynalar sonunda yer değiştirmeyi bitirip bana dönük bir şekilde durduktan sonra aynalardaki görüntülerime bakınca korkudan geriye bir adım attım.

 

Her bir aynada farklı bir görüntüm vardı. Birden farklı Emira 'lar...

 

Gördüklerimin dehşetinden o an dilim tutulmuş burada ne olduğunu neden bu şeylerin bana gösterildiği konusunda birden fazla soru zihnimde var olmuştu.

 

Bir zehir misali damarlarımda kol gezen bu karanlık hissiyat bana bir yerlerden tanıdık geliyor, ne olduğuna dair kesin bir karar veremiyordum. Zihnimdeki o amansız çığlık bir şeyler olacağını ve bunun canımı çok fazla yakacağını söylüyordu. Kalp atışlarımın sesini zihnimde, etrafımda çınlama sesini duyabiliyordum. Etrafım o kadar sessiz ve ıssızdıki sanki burada tek ben vardım ama öyle olmadığını biliyordum. Burada göremediğim görünmez bir tehlikeli bir şey vardı.

 

O anda aynadaki yansımalarımda bir hareketlilik oldu ve o an tüm yansımam kendini ellerine almış olduğu hançerlerle farklı farklı yöntemlerle öldürmeye kalkıştığını anbean şahit oldum. Her alınan darbeyi bende hissettim. Korkudan nefes alamadığım an oldu. Tir tir titrediğim oldu.

 

Korkudan gözlerimi kapattığım, çığlıklar atarak dur dediğim, yerimden öne doğru atılıp durdurmak için debelenip durduğum anlar oldu ama hepsi yersizdi ve hiçbir yansımadaki ölümümü durduramadım. Sadece olduğum yerde çaresizce çırpınıp durdum. Bu olanlar neden oluyordu bilmiyorum ama sebebini eninde sonunda anlayacağımı biliyordum.

 

Tüm aynadaki yansımalarım ölmüş ve onlardan kalan boşu boş alanlarda bu sefer benim gerçekçi görüntüm yer edinmişti. Zincirlerin bedenimi kapana kıstırıp durduğu halimi izledim. Dağılmış, korkudan bembeyaz olmuş çehremi izledim bir süre. Aynadaki çaresizliğime ve güçsüzlüğüme bakıp durdum bir süre.

 

O an zihnimden geçen o ölümcül ses beni gerçeğe çekti. Ve sahte bir yanılsamadan çekip kurtardı.

 

'Bir gerçekliği arıyorsun peki bu sahiden gerçek mi? Ya da sana sunulan olması istenen bir hayal mi? Karar ver!'

 

Zihnim beni hayal dünyasından çekip aldıktan sonra yavaşça yerimden dikleşip, usulca aynadaki yansımamı izlerken sesli bir şekilde konuştum.

 

"Bu olan biten hiçbir şey gerçeği aratmaz. Bu sadece görmem istenilen bir sahte hayal. Ve bu hiçbir an gerçeğe ulaşamayacak." dediğim anda aynada var olan yansımam yok olmuş ve aynaların tüm yüzeyi gri renge dönmüştü. Sonra birden aynaların üzerinde ortaya çıkan cümle beni o an dehşete düşürmüştü.

 

"Güç herkesin sahip olamayacağı sahip olsa bile sonuna kadar kontrol etmeyeceği bir gerçek. Bana sahip olmam gerekeni ver. Bana sende olan ama bana ait olan o gücü ver. Bana kolyeyi ver!"

 

Yazılanı okuduğum anda bakışlarımı kıstım ve zihnime devrilen fikirleri bir bir eledim.

 

Kolyemi isteyen kimdi? Çünkü şu an kolyeyi isteyen en büyük düşmanlarım yok olmuştu. Kimse geri gelemeyeceği bir şekilde ortadan kalkmıştı. Peki bu şey neydi ve ben onu tanıyor muydum?

 

"Her kimsen boşuna bir istekle dolup taşmışsın. Çünkü bu kolyeyi asla alamazsın. Buna izin vermem asla. Almak isteyen çok kişi oldu ama hepside şu an olması gereken yerde. Yani hiçliğin içerisinde." diye kesin, sert, emir veren bir ses tonuyla konuşup başımı yana yavaşça yatırdım.

 

Artık bileklerim havada asılı kalması sebebiyle kollarıma ve boynuma amansız bir ağrı baş göstermişti. Ağrı artık git gide dayanılmaz bir hal almaya başlamıştı.

 

Tekrar bir yazı belirtmiş ben daha onu okumaya başlayacağım anda birden tüm aynalardan çat diye bir ses yükselmiş ve oldukları yerde aynalar paramparça haline gelip un ufak olacak şekilde etrafa saçılmıştı. O an olduğum alana doğru gelen ayna parçalarını kolumla savuşturup, gözlerime gelmesin diye dirseğimle yüzümü örtmeye çalışacağım anda üzerinde durduğum zemin kırılıp iki parçaya ayrılmıştı.

 

Tam o an zincirlerden yüksek bir ses gelmiş ve bileklerim serbest kaldığı gibi boşluğa doğru düşmeye başlamıştım.

 

Gözlerim kapanmadan evvel önce aynalar parçalanmadan üzerindeki yazı zihnime düşmüştü.

 

"Çok yakında yanımda olacağın an kolyeye sahip olacağımı göreceksin."

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Uyandığım an nerede olduğumu anlamaya çalışmıştım ilk birkaç dakika. Yavaşça zihnimde beliren görüntüler beni dehşetinin pençesinde saklı tutmuştu birkaç saniye. İçerisinde olduğum o rüyayı anlamdırmaya çalışırken, kendini belli etmeyen o gölgenin varlığının gerçekliğini sorgulamıştım. Sahiden gerçek miydi yoksa benim gördüğüm bir rüya mıydı? Normal bir yaşam içerisinde olsam buna rüya der geçerim ama şu bulunduğun evrende hiçbir şeyi önemsiz sayamayacağım kadar çok şey gördüm yaşadım.

 

Bu benim dikkat etmem gerektiğini, bir tehlikenin bana yaklaşmakta olduğunu gösteriyor olabilir miydi? Emin olmam için bir somut kaynağım olmalıydı. Şimdilik sadece zihnimde düşünceden öteye gidemezdi. Yüzümü ellerimle örtüp birkaç saniye kendime gelmeyi ve sakin kalıp, her şeyi şimdilik akışına bırakmanın daha doğru olacağını düşündüm. Belki de düşündüm gibi olmazdı.

 

Hadi ama ne zaman gördüğün şeyler sadece gördüğün şeylerle sınırlı kaldı ki? Hep tehlikeyi önceden sezip ona göre davran adın mı Emira?

 

Bu da demek oluyor ki belki de yaklaşmakta olan bir tehlike vardı. Peki neyden dolayı? Çünkü şu an bunun kaynağı olacak bir neden yoktu etrafımda. Tek bir şey hariç. Bedel kısmı. Acaba orada mı beni bir tehlikeli varlık bekliyordu? Larut 'un verdiği bilgilerde böyle bir şey yoktu. Gözden kaçırmış mıydı yoksa ben mi kendi kendime endişe ediyorum yersizce?

 

Ellerimi yüzümden çekip olduğum yerden usulca kalktım. En son kendimi bir gül bahçesinde bulmuştum. Sonra burada uyuya kalmış olmalıydım. Yerimden kalkıp son kez simsiyah güllere sahip bu araziye baktıktan açmış olduğum portaldan kuleye geçiş yapmıştım.

 

Portaldan direk kendi odama geçip, kalan zamanımı burada geçirmiş ve yarın gitmem gereken Marsilya Orman 'ı için hazırlık yapmaya koyulmuştum. Küçük bir çantaya bana lazım olacağını düşündüğüm şeyleri koymaya başlamıştım.

 

Larut' un verdiği bilgileri yanımda bulundurmak adına başka bir boş kağıda geçirip, asıl bilgileri bulunduran kağıdı alıp sakladığım yere koyduktan sonra mabetten aldığım haritayı da hazırlamış olduğum küçük çantanın içerisine koymuştum. Çantaya haritayı, yer altı labirenti hakkında bilgiler bulunan kağıdı, olası bir şekilde lazım olacağını düşündüğüm küçük bir hançer ve birde herhangi bir yara almam durumunda yanıma pansuman yapmam için birkaç malzeme koymuştum.

 

Gerekli olan her şeyi koyduktan sonra çantayı yatağın üzerine koyup banyoya doğru yol almıştım. Kısa bir duş almış hemen sonrasında akşam yemeği için üzerime rahat bir şey giydikten sonra

yer labirenti için seçmiş olduğum kıyafetleri ayarlamaya başlamıştım. İçinde rahat olacağım kıyafet seçmem lazımdı.

 

Kıyafeti seçmiş daha sonrasında saçlarımı kurulayıp, güzelce taramış sonrasında omuzlarım üzerinde salık bırakıp odadan çıkmak için harekete geçmiştim.

 

Kapının önüne çıktığım anda birden biden fazla çalışanın ön bahçeye ellerinde bir şey taşıdığını görünce birini durdurup ne olduğunu sormuştum. Bir elçi geleceğini ve onun içinde akşam yemeği biraz geç yenilenecek olduğunu, yemeği bahçede yiyeceklerini söyleyince teşekkür ederek yanından ayrılmıştım. Şahsen aç değildim ve akşam yemeğini yemek gibi bir düşüncem yoktu. Bunun yerine biraz oyalanmak adına toplantı odasında vakit geçirebilirdim. Olabildiğince herkesten uzak durarak.

 

Toplantı odasının kapısının önüne gelince hızla kapıyı açıp içeri girdiğimde birden içeride Süreyya hanım ve Ahrar 'ı bulunca şaşkınlıkla bulunduğum durumu yadırgadım. O an ne diyeceğimi bilemedim ve birkaç şey geveledim.

 

"Ah ben içerisinin boş olduğunu sanmıştım. Kusura bakmayın hemen çıkıyorum." demiş ve geri gidecekken Süreyya hanımın beni çağırmasıyla durmuş ve ona bakmıştım.

 

"Gel Emira rahatsız etmedin." demiş ve yanında bulunan boş sandalyeyi gösterip oturmamı işaret edince el mecbur gitmek durumunda kalmıştım. Yavaş adımlarla ilerlerken üzerime çevrili iki çift bakış eşliğinde gösterilen yere oturmuş ve sessizce olduğum yerde durmuştum.

 

" Bir problem mi var? Her ikinizde suç işlemiş çocuklar gibi bakışlarınızı önünüze çekmiş sessizce oturuyorsunuz." dediği anda hemen cevap vermiştim.

 

"Ne münasebet! Yok öyle bir şey." diye anında ikaz etmiştim.

 

"Hiçbir problem yok." diyen Ahrar 'a öldürücü bakışlarımı çıkarmış ve dediği cümlesinden ötürü ona suratsız bir şekilde bakmaya başlamıştın.

 

Ahrar bakışlarımı görünce lacivert harelerine yerleşen keyif ifadesiyle gözlerimi kısarak ona bakmamı sağlamıştı. Sanki bu halde olmamdan keyif alıyor ve bunun için çabalıyor gibi bir hali vardı.

 

"Siz öyle diyorsanız öyledir." diyen Süreyya hanım birkaç dakika bana ve Ahrar 'a bakıp durmuş ve aramızdaki bu garip bakışmayı anlamaya çalışmıştı. "Neden birbirlerini öldürmek isteyen kişiler gibi birbirinize bakıp duruyorsunuz?" diyince Süreyya hanım göz ucuyla ona bakmış ardından Ahrar nispeten cevap vermiştim.

 

"Bazılarının aksine ben öldürmek için değil yaşatmak için çabalıyorum." Ben bunu diyince Ahrar tek kaşını kaldırıp öyle mi dercesine bakıp başını yana yatırıp bana üsten bir bakış atıp yaptığım imalı göndermeye anında karşılık vermişti.

 

"Yanılıyorsunuz bence. Bildiğim kadarıyla daha çok süründürmek için çabalıyorsunuz." diyince hah öylemi dercesine bir ifade takınıp biraz masaya doğru eğilip bir avcı gibi avımı göz hapsine alıp onun her hareketini kaçırmadan incelemiştim.

 

"Emin olun ki yaşatmak ve süründürmek arasındaki farkı bilseydiniz bu sözleri sarf etmediniz. Keza daha beni tanıyalı ne kadar oldu da böyle kesin cümleler kuruyorsunuz benim hakkımda?" diyerek ona bir kez daha düşünmesini ve düşüncelerinde yanıldığını ima etmiştim.

 

" Bazen birkaç dakika bile birini tanımak için yeterli olur ve emin olunki düşüncelerimde haklıyım. "der demez anında ona kendimi gösterdim işaret parmağımla.

 

" Renas hoca —"diyince anında kaşları çatıldı. Ona ne zaman bunu desem yersiz bir öfkeyle doluyordu.

 

" Ahrar demeniz yeterli. "diyince ona pis pis bakıp gülümsemiştim.

 

" Bende onu diyorum ya Renas hoca. Sonuçta iki isminiz var ve bende istediğimi kullanıyorum. Tercih bana kalmış. "demiş ve ona sinsi bir gülümsemeyle bakmıştım.

 

İnadına bunu yaptığımı bildiği için sinirini yansıtmamak için büyük bir çaba vermişti. Sertçe sıktığı çenesi, gerilen bedeni ve hızla alıp verdiği solukları bunun habercisiydi. Sakin kalmak için kendini telkin edip duruyor ama bu yeterli olmuyordu. Bilmiyordu ki onu bu dünyada en hızlı sinir edecek kişinin ben olduğumu. Maalesef eskiye dayanan anılarımız bunun en büyük kanıtıydı.

 

Onu hiç takmadığımı belli eden bir ifadeyle anında konuşmaya kaldığım yerden devam ettim. "Neyse nerede kalmıştık?" demiş ve zihnimde bir ışık belirmişçesine parmaklarımı şıklatıp anında devam etmiştim. "Bazen hiçbir an bile karşınızdaki kişiyi tanımak için yeterli olmaz. Çünkü o kişi sizin onu tanımanızı istemese siz ne yaparsanız yapın onu tanıyamazsınız. Buna karar veren sadece kişinin kendisi olur. "demiş ve kesin konuşmaması gerektiğini söylemiştim.

 

" Bir insan neden kendi kişiliğini saklar ki? "dediğinde cevabını gerçek anlamda öğrenmek için, yavaşça geriye yaslanıp ona istediği cevabı verdim.

 

" Gerçekler açığa çıkmasın diye. Yalnız kalmasın diye. Kimseyle muhatap olmasın diye. Gürültülerden kaçsın diye. "aklıma gelenleri bir bir sırladım.

 

Birkaç saniye süren sessizliğin ardından anında Ahrar cevap verdi.

 

" Peki sen neden bunu istiyorsun? "dediği anda ona cevap vermedim. Vermeyeceğimi tahmin etmiş olmalı ki üzerine düşmedi. " Az önce bir problem yok dedin ya aslında var. Sen kendi problemini kendin sonlandırmak istiyorsun ve bu yüzden her şeyi yapıyorsun. Bazen bu şeyler sana zarar versede." diye bu gerçeğe değinip beni üzerine düşmem gereken şeyin bu olduğunu söylediği anda umursamazca bir tavır takınmıştım.

 

" Bu benim sorunum olsun. Bu kendinize dert etmeyin siz. "dediğim anda onu hayatımdan uzak tutmam sinirine dokunmuştu.

 

" Bazen çok sinir bozucu oluyorsun bundan haberin var mı? "diyince ona var dercesine başımı salladım." Bundan rahatsız bile değilsin öyle mi? "diye sorunca bu sefer başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım." Sinir bozucusun! "diye kükrercesine konuştuğu anda bende anında onun bu laf dalışına karşılık verdim.

 

" Kabasınız! "diyince anında kaşlarını çattı ve ya öylemi diyorsun demiş ve anında tekrar devam etmişti.

 

" Küstahsın!"diye yüksek sesle bunu dile getirince bende şanteller attı o anda.

 

" Küstah mı? Hiçte bile! "demiş ve oturduğum yerden hızla kalkmış ona tek nefeste aklıma gelenleri söylemiştim." Haddinizi aşıyorsunuz! Benden önce kendinize bakın bayım! Kibirden kaf dağında kendinizi sanıyorsunuz! Egolu, bencil ve kırıcısınız. Üstüne üstlük bir kadınla nasıl konuşacağımı bilmeyen, nezaketten yoksun bir adamsınız!" diye cümlelerimi dile getirmiş ve her kurduğum cümleden sonra sertçe avcumum içiyle masaya vurup durmuştum. İçerideki gürültünün dışarıdan duyulması umurumda değil. Ben burada onun için neler yapıyorum beyefendinin yakındığı şeylerede bakın.

 

" Bana diyene bak!"diye küçümseyerek konuşmuş ve ardından devam etmişti." Baş belasının tekisin! Kimseyi dinlemeyen hep kendi bildiğini yapan, kural tanımayan biri mi beni eleştiriyor? "dediği anda ona iğneleyici bir kahkahayla karşılık vermiştim.

 

" Kimseye sorun olmadım! Kimseyi dinlememezlik yapmıyorum sadece bana uymuyorsa denileni yapmıyorum kadar! Buradaki geri kuralları uygulamak zorunda değilim. İstediğimi yapmakta özgürüm. Ve buna kimse karışamaz." diyerek onuda kast edince ya öylemi hanımefendi demiş ve olduğu yerden ayağa kalkıp işaret parmağını bana doğru kaldırıp ondan hiç beklemediğim o cümleleri söylemişti.

 

" Belki de bu yüzden herkese zarar verip durdun. Etrafındaki herkes öldü. Ve senin yüzünden bende öldüm. Belki de seninde cezan bu oldu. Unutulmak." Her kurduğu cümleden sonra bakışlarım acıyla sızladı. Yavaşça bakışlarımı boşluğa diktim. O an kulağımda bir çığlık çınlaması baş gösterdi. Olduğum yerde tam sarsılacağım an kendimi zor tuttum. Bir anda oluşan sessizliğin söylenmiş olan cümlelerin bendeki fırtına izlerini açığa çıkardı.

 

Belki de doğru söylüyordu hak etmiştim. Bu belki benim cezamdı. O anda Süreyya hanım Ahrar demiş ve devamını getirmemişti.

 

Ahrar 'ın pişman olduğunu bakışlarımı ona çıkardığım anda anladım. Lacivert irislerine pişmanlık çoktan yerleşmiş, söylediği cümlelerin çok ağır olduğunu, benimde bunları duymaktan korktuğumu ve ondan duymanın bana verdiği acıyı yaşamamın beni mahvetmiş olduğunu görmüştü. Lacivert harelerinde yatan o derin çekingenliğe tebessümle baktım. Bu tebessümde acı saklıydı. Hüzün gizliydi.

 

Yavaşça geriye çekildim ve Ahrar bir şey diyemden ben konuşmaya başladım.

 

"Belki de haklısınız. Bu benim cezam. Doğrularım sizin için, bu evren için yanlış ama ben böyleyim. Yanlış yapmadım. Ama yolum yanlıştı. Farklı bir yol olsun isterdim. Özür dilerim." demiş ve yavaşça arkamı dönerek burayı terk etmeye hazırlanmıştım. Kapıdan çıktığım anda içeriden sesler gelmişti.

 

" Ne yaptın Renas? Onu kırdın! Nasıl dağıldığını görmedin mi? "diye Süreyya hanımın kınayan sesi ulaştı kulaklarıma.

 

" Ben... Sadece gerçekleri kabul etmesini sağlamak istemiştim. Bu denli kırılacağını düşünmemiştim. Gözleri acı dolu çığlıklar attığı an hatamı fark ettim. "diye bilmişti.

 

O an kimseyi görmek istemediğim için hemen odama geçip orada duyduklarımı sindirmeye çalışmıştım.

 

Kapıya sırtımı yaslamış ve yavaşça yere çöküp oturmuştum. Duyduklarımı mı sindirmeye başlamalı mıydım? Yoksa onların gerçekliğini mi? Emin değildim. Ahrar 'ın bu denli açık bir şekilde hatalarımı yüzüme vuracağını hiç düşünmedim. Keza aklıma dahi gelmedi. Her şey için karşıma çıkabileceğini biliyordum ama seçimlerimin sonuçları hakkında olacağını tahmin etmezdim hiç. Belki de bu olanlar daha önce olmalıydı. Belki de olsaydı daha önceden bu şeyler olmaz. Bu reddeye hiçbir zaman gelemezdik. Ne diyeceğimide bilmiyorum ki....

 

Zihnimde dönüp duran sadece Ahrar 'ın düşünceleriydi. Gözlerimi her kapattığım anda bana suçlayıcı ifadeyle baktığını görüp duruyordum. Nede hiç beklenmedik bir yüzleşme oldu hatalarımla! Nede amansız bir acıyı tattım bir kez daha. Kırıldım defalarca kez ama hepsi farklı yerden. Kalbimdeki acıyı yok etmek istedim çünkü beni mahvediyor şu an. Onun varlığı nefes almamı engelliyor.

 

Başımı geriye atıp derin bir nefes aldım. Toparlanmaya başlamalıyım. Çünkü ölümüne sebep olduğum kişinin tekrardan benim yüzümden ölmesini engellemem lazım.

 

Ama neden içim bu denli acıyor? Bunu bir başkası söyleseydi yine aynı acıyı mı yaşardım, yoksa bu sadece Ahrar 'dan kaynaklı bir acı mı?

 

Ellerimle yüzümü örtüp birkaç dakika tanıdım kendime. Bir an önce toparlanıp kendime gelmem ve harekete geçmem lazım. Yoksa her şey için bir kez daha geç olacaktı ve benim bir daha aynı şeyleri yaşamaya gücüm yok maalesef.

 

Olduğum yerden usulca kalkıp adım atmaya başladım.

 

"Üzülme. Seni bu hale getireceğini düşünmemişti. Sadece durmanı ve biraz olsun birilerinden yardım almanı istediği için bu sözleri söyledi. Yoksa oda biliyor yaptığın ve yapılanlar için verdiğin mücadeleyi." diyen Rosa 'nın cümlesini duyunca başımı iki yana salladım.

 

" Ah olmaz bunu yapma! Çünkü sende biliyorsun ki söylediklerinde haklı olduğunu. Herkes haklıdır belki de Rosa. Yanlışlar yaptım ve bunu telafi etmek için çok geç. "demiş ve devam etmiştim içten içe kendimi buna inandırarak. Belki de herkesin dediği gibi küstah, umursamaz, suçlu biriyim. Belki de burayı bir an önce terk edip, herkesi rahat bırakmalıyım. Hiçbir şey olamamış gibi değil bundan sonra hiçbir şey olamaması için. "Ben çok yanlışlar yaptım ve bunu telafi etmem gerekiyor hemde en kısa zamanda ."

 

"Kimse mükemmel değildir Emira. Buradaki hiç kimse mükemmel değil. Kimse geçip seni suçlu bulamaz. Sen elinden geldiğince çabaladın. Ve yapmam gereken her şeyi yaptın. Şimdi kimse o taşın altına elini koymayıp, karşına geçip sana akham kesemez. Buna kimsenin haddi yok. Buna Ahrar 'da dahil. "diyerek herkesin masum olmadığını , olayların bu şekilde sonuçlanmasında hatam olmadığını, yapmam gereken şeyin ardını değiştiremeyecek olduğumu söyledi.

 

" Suçluyum. Bunu saklama. Boş ver şu an kendi hislerime yenik düşerek yeni bir hataya sebebiyet olamam. Şimdi hazırlanıp hemen Marsilya Orman 'na gitmemiz gerekiyor." demiş ve anında adımlarımı giysi odasına çevirmiştim.

 

Giysi odasına geçince daha önce seçmiş olduğum kıyafetleri anında alıp odaya geri dönmüştüm. Odaya geri döndükten sonra hemen elimdekileri yatağın üzerine sermiş, üzerimdekileri çıkarıp yatağın üstünde duran kıyafetleri giymeye başlamıştım. Giyindikten sonra aynanın karşısına geçmiş ve aynadaki yansımama bakmıştım. Vücuduma tam oturan siyah üniformamın pantolonu uzun ve dardı.

 

Dizlerimin üstüne kadar uzanan çizmeler rahat ve düz tabana sahipti. Giymiş olduğum siyah gömleğimdeki beyaz işlemeli figürler üniformanın sadeliğine şıklık katıyordu. Siyah gömleğimin üzerine giymiş olduğum siyah korsenin üzerindeki beyaz işlemleri gömleğimdeki işlemelerle aynıydı.

 

Korsenin çapraz iplerini olabildiğince sıkmış, belimde duran kemere yanıma almış olduğum hançeri yerleştirmiştim. Üzerimi giyindikten sonra sarı saçlarımı omzumun gerisinden sıkı bir örgüyle örmüş ve örgünün belime doğru uzamasını sağlamıştım. Üzerimdekiler dikkat çekmesin diye siyah bir pelerinle kıyafetlerimi saklama gereği duymuştum. Pelerinlin boyun kısmındaki ipleri bağlayarak omzumun üzerinden bileğime kadar olan pelerinin kaymasını engellemiştim. Sonunda her şey tamam olunca küçük çantayıda kemerin ucunda bulunan bölüme yerleştirip buradaki işimi bitirmiştim.

 

Anında odadan çıkıp hızlı adımlarla ön bahçeye çıkan çift kanatlı kapıya doğru ilerlemeye başlamıştım. Bulunduğun koridorda kimsecikler yoktu. Hızla bir an önce kuleyi terk etmek için çabalıyordum. Kimseyi görmeye tahammülüm yoktu maalesef. Sonunda ön bahçeye çıkan kapıya ulaşıp, dışarı çıktığım gibi kendimi bahçede bulmuştum. Adımlarımı kulenin giriş kapısına doğru yönlendirdim. Kendim için bir at ayarlamıştım. Marsilya Ormanı 'na portaldan değil at üzerinde gidecektim. Bahçede ilerlerken birden göz ucuyla çardakta oturan bedenin bana doğru geldiğini görünce anında bakışlarımı oraya çektim ve kim olduğuna baktım.

 

Ahrar' dan başkası değildi. Yanıma yaklaştığı anda sağ elimi havaya kaldırıp onu durdurması için işaret verdim. Ve sonra soğuk ve mesafeli bir tonda konuştum.

 

"Ah acelem var Renas hoca kırıcı cümlelerinizi rica ederim sonra söyleyin. O zaman merak etmeyin sessizce dinlerim." diyince bakışlarındaki pişmanlık ortaya serildi. Havadaki elimi indirdim.

 

"Bak ileri gittiğimin farkındayım. Özür dilemek için geldim." diyerek cevap verince hiç oralı olmadım ve anında yanında geçmeye çalışacakken birden sağ kolum tutup beni durdurmaya çalıştı anında bakışlarım ilk kolumu tuttuğu eline daha sonra gözlerine çevirdim.

 

" Bugün bence yeterince sınırları aştınız. Daha fazla ileri gitmeyin derim." diyerek kolumu onun tutuşundan çektim.

 

Ben hızlı adımlarla kulenin çıkışına doğru ilerlerken onun arkamdan sözleri duyuldu.

 

"Özür dilerim. Söylediklerim çok ağırdı ve haddimi aştım. Pişmanım. "dediği anda sesindeki çaresiz, ne yapacağını bilmeyen tonda, sadece ilerlemeye devam etmiş dönüp onun olduğu tarafa bakmamıştım.

 

Sınırlar çokta ihlal edildi. Şimdi bu sınırları daha farklı şekilde kurma zamanı gelip çatmıştı.

 

" Ne yapmayı düşünüyorsun?" diyen Rosa 'ya anında cevap vermekten kaçınmadım.

 

"Her zaman yaptığım şeyi; yakıp yeniden var etmek ve kendi kurallarımı koymayı." demiş ve iki muhafızın açmış olduğu kapıdan dışarı çıkmış ve biraz ileride duran siyah renkli ata doğru ilerlemiştim.

 

Ah harekete geçme vakti.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

At üzerinde iki saate yakın yol gitmiştim. Elimdeki haritadan destek alarak ilerliyordum. Yol boyunca düşüncelerimi susturmak ne mümkündü. Bir yandan bu iki aşamayı halledip halletmeyeceğim gerçeği bir yandan son yaşanan olaylar. İçimdeki sıkıntı nefes almamın yaşadığın anlamına gelmediğini, yaşamın bende hiçbir tarifi olmadığını belli ediyordu.

 

Sanki beni acının gölgesi her yerde takip ediyordu ve ne zaman azıcık mutlu olacağım anı görürse anında o mutluluk olmadan onu yok ediyor ve bana saf bir mutsuzluk sunuyordu. Sessizdi belki etrafım ama zihnimden zelzele her şeyi yakıp geçecek kuvvete sahipti.

 

Ruhumdaki o amansız pençe yaraları iyileşmekten çok yeniden her daim kanamaya çabalıyorken nasıl olursa ileriye bakmam istenilir ki? İyileşmeden nasıl yarına çıkar insan? Unutmadan nasıl yeni bir başlangıç yapılması istenilir ki? Olmayacak hayalleri değil olması ihtimal olan hayalleri düşlüyorum ama bu bile benden koparılıp alınıp dururken daha fazla çabalamamı istemek acımasızlık olmaz mı sizce de?

 

Belki de bazen sadece kabullenmek gerekir her şeyi. Olanı değiştirmek değil olanı sürdürmek gerekir. Olmuyorsa belli ki istenilen şey budur. Susturduğum acılarım uzun zamandır kapalı bir kutuda saklanıyor ve her an dışarı çıkacak imkana sahip olacak. Onun özgürlüğü demek benim ölümüm demek. Ölmek korkutmuyor ama her şeyimin ortaya çıktığı andan sonra ölmek işte korkutan şey bu.

 

Elimdeki haritayı sımsıkı parmaklarımla kavradım ve önümdeki iki yol ayrımına dikkatle baktım. Harita sağ taraftan gitmem gerektiğini işaret ediyordu. Anında haritada bulunan yolu takip etmeye başladım. Saptığım yok yavaşça yeşillik alanla dolmaya başlamıştı. Bu da ormanın sınırlarına girmiş olduğumu sunuyordu bana. Şimdilik etrafımdaki ağaçlar seyrek ve küçüktüler. Ta ki atın dizginini tutup, hızımı arttırana kadar. Dört nala ilerlerken etrafımdaki ağaçların çoğaldığını ve koca gövdeli, uzun ağaçların arasından geçip gitmeye başlamıştım.

 

Yer altı labirenti ormanın tam ortasından bulunuyordu. Ve daha gidecek çok yolum olduğunu ağaçların çokluğundan anlayabiliyordum.

 

Dalgınca izlediğim yollardan geçip giderken zihnim hâlâ son Ahrar 'la karşılaştığımız anda takılı kalmıştı.

 

"Kendini çok kasıyorsun. Herkes artık sana o gözle bakmıyor Emira. Farkında mısın bilmiyorum ama çoğu kişiyi büyük bir savaşın ortasından kurtardın. Eğer sen olmasaydın büyük kayıplar verilecekti. Bunu herkes biliyor. Onlar tek başına bu savaşı üstlense bile Dani ve Esila 'nın planladığı zararlardan öyle kolay kurtulamazdı. "diyen Rosa, olabildiğince beni bu içerisinde olduğum buhrandan çıkarmayı amaçlamıştı.

 

" Ama Ahrar kimsenin hedefi olamazdı. Kardeşim de öyle. Benim varlığım onların zarar görmesini sağladı. Çünkü hayatımdaki iki değerli kişi olmaları onları hedef noktası haline getirdi." dedim bu gerçeği göz ardı etmemesini umarak.

 

"Savaş kaçınılmazdır Emira. Ne savaşlar gördüm. Ve emin ol hiçbir savaş kayıplar verilmeden sonlanmadı. Ama en az kaybı olan savaşsa senin içerisinde olduğun savaş oldu. Bunu asıl sen göz ardı etme." demişti bu açıdan bakmam için olaylara.

 

"Her şeyin farkındayım ama bu yine de kendimi suçlu hissetmekten alıkoymuyor. Maalesef ne dersen de böyle düşünmekten beni alamayacaksın." dedikten sonra birkaç dakika sessizce ilerlemeye devam etmiştim.

 

Ta ki Rosa konuşana dek.

 

"O zaman şimdi her şeyi geride bırak ve şu ana odaklan. Şimdi şu bedel işini hallet ve yapmam gereken şeyi yap." diyerek şimdilik sadece bu işe odaklanmam gerektiğini belirtince sessiz kalmış sadece başımı tamam dercesine aşağı yukarı sallamakla yetinmiştim.

 

Geçmiş olduğum yolların etrafında nihayet ağaçlar yavaşça azalmaya ve sadece yeşillik arazi görünmeye başladığı anda içimdeki gerginlikle beraber ilerlemeye devam etmiştim. Birkaç dakika daha at üzerinde ilerlemiş sonra attan inip atı gelişi güzel bir alana bağlayıp yürüyerek devam etmeye başlamıştım.

 

Üzerinde ilerlediğim zemin yeşil ve yumuşaktı. Etrafımda yavaşça gözükmeye başlayan koca koca kayalar sonunda yaklaştığımın haberini veriyordu. Etrafından geçip durduğum kayalara kısa bir bakış atıp ilerlemeye devam ettiğim sırada anında Rosa 'nın tekrar sesini duydum.

 

"Sence bu yer altı labirenti nasıldır? Umarım çok büyük değildir. Ve çok küçük." diyen endişeli sesini duyunca sadece omuz silkip yürümeye sakince devam ettim.

 

"Kesin bir şey söylemek saçma olur. Öncelikle içerisine girmem gerekiyor. Ve içersinde bir müddet ilerlemem. Emin olduğum tek şey bu bedelin hiç kolay olmayacağı. Çünkü hayatımdaki hiçbir şey benim için kolay olmadı. Bu bedelde o yüzden kolay değil aksine zor olacaktır. "diyince Rosa bir günde güzel bir tahminde bulun diye yakınmış ona sadece olacağı söylüyorum bunda ne var yanıtı vermiştim.

 

Sonunda etrafımdaki kayalıklar ortadan kalkınca tam biraz ileride beni belimle aynı seviyede bulunan bir alan karşıladı. Sandığım kadar bu alanın ne sonu vardı ve de genişliği hakkında bir bilgim. Sanki yuvarlak bir labirentti ve ben bunun genişliği ve büyüklüğü hakkında kesin bir şey söyleyemiyordum.

 

"Sandığın gibi büyük değil küçük bir labirent. Ve emin ol ki dar olduğundan adım kadar eminim. Ama genişliği hakkında ancak içeriye girdiğim an bir bilgi sunabilirim sana." demiş ve usulca yer altı labirentinin giriş kısmına doğru ilerlemiştim. Tam labirentin giriş kısmına gelince dizlerimin üstüne çöküp incelemeye başlamıştım. Ellerimle ilk an içeriyi yoklamıştım.

 

" Duvarları taştan oluşuyor. "diye ilk gözlemi aktardım Rosa 'ya.

 

" Bu da yara almanın kaçınılmaz olduğunu gösteriyor. "dediğine onu mırıltıyla onayladım.

 

Sonrasında içeriye daha dikkatli bakınca ikinci gözlemimi aktardım.

 

" Ve üstüne üstlük içerisi zifiri karanlık. İçeriyi aydınlatmak için ışık topu oluşturmam lazım. "dedikten kısa bir süre ihtiyacım olacağını düşündüğüm ışık topunu büyüyle oluşturdum. Tam tamına altı adet yaptım. İçerisi o kadar karanlık ki sanki bu ışık topları da yeterli gelmeyecek gibi bir uyandırıyordu.

 

" Peki şunu fark ettin mi? "diyen Rosa 'ya devam et dercesine bir işaret vermiştim." Sanırım gece diz ağrısı çekeceksin. "dediğine neyi ima ettiğini anladım.

 

" Evet bütün yolu dizlerimin üstünde ilerleyeceğim ve elimle yokladığım kadarıyla zemin sert ve pürüzlü. Bu da dizlerimin küçük ama etkisi büyük sızılarla başı dertte olduğunu söyleyebilirim. "demiştim sanki çok güzel bir haber verircesine.

 

" Ah en güzel haber şu tatlım baksana şu kenara. "dediği anda bakmamı istediği yere baktım. Taş zemin üzerinde bir yazı vardı. Yazıda şu yazıyordu.

 

'Yer yer daralan, yer yer genişleyen ve zaman zaman havasız ortamın olduğu bir lanetin içerisinde bir yol olacaktır.'

 

" Desene bataklıktan bir farkı yok burasının." dedikten sonra gözlerim etrafıma çevrilmiş ve farklı bir şey var mı diye bakmaya başlamıştım. Herhangi bir şey dikkatimi çekmediği anda usulca pelerini çıkarıp biraz ilerideki taşın üstünde bırakıp, yavaşça ateş toplarının içeriye süzülmesini sağlamıştım. Sonra çantada bulunan eşyaları kontrol ederek bir yandan da Rosa 'ya aklımdan geçeni söylemeye başlamıştım.

 

"Zamanın ne kadarında içerisinde oluruz bilmiyorum. Ama olabildiğince hızlı olmamız gerekiyor. Çünkü içerisi baya zorlayacak gibi." dedim yaptığım durum tespitinin baya zor olduğunu ve burada her geçen an mahvolacak olduğumu söylemekten çekinmeyerek.

 

"Ne diyebilirim ki olabildiğince dayanıklı ol çünkü buna ihtiyacın olacak. Bu bedel kısımları baya zor. Her daim yanındayım bunu bil. Bir şey olunca seslenmem yeterli olacaktır bunu biliyorsun değil mi?" "dediğinde Rosa ona biliyorum demiştim.

 

Rosa 'nın yanımda olduğunu bilmek bile cesaretime güç katıyordu. Yalnız olmadığımı her an bilmek az da olsa yaşadığım bu gerginliğin azalmasını sağlıyordu. Derin bir nefes alıp zihnimdeki tüm sesleri susturup yapmam gereken şeye odaklandım ve işe koyuldum.

 

Yavaşça yönümü labirentin girişine doğru çevirdim. O zaman hadi bu işi bitirelim. Dizlerimin üstünde yavaşça içeriye doğru giriş yapmış, dar ve taş zemin üzerinde ilerlemeye koyulmuştum. Taş zeminin üstünde, nerdeyse terk edilmiş toprakların ortasında sessizce bir yol gibi uzanıyordu bu içerisinde olduğum taş labirent.

 

Dışarıdan ilk bakıldığı zaman nasılda sade, sessiz ve donuk görünüyordu ancak içerisi tam olarak böyle değildi. Taş labirent ; alçak taş duvarlarına, yılların terk edilmişliğinden dolayı duvarları tozlarla kaplanmış, duvar çatlaklarında ya kuru otların yanında ince köklere sahip bitkiler sarkıyordu.

 

Taş labirentin içine adım attığımda, dışarıdaki sessizlik burada da olacağını düşünmüştüm ama rüzgarın esintisi sanki burada tutsakmış gibi içeride hep ıslığa benzeyen bir ses yankı yapıp duruyordu. Dışarıdaki halinden bir tek şey farklıydı. Temiz hava yerini bastırıcı bir karanlığa ve daracık geçitlere bırakıyordu. İçeride her alıp verdiğim nefes ciğerlerime acı veriyordu. Buradaki hava temiz değildi. Dizlerim ve avuç içlerimin üzerinde birkaç dakika ilerlemiş ama içerisinde olduğum bu dar ve eğri büğrü olan labirent bazen durup soluk almamı ve dinlenmem konusunda baskı yapıp duruyordu.

 

Tavanı sandığımdan daha alçaktı , insan burada sadece ve sadece dizlerinin üzerinde sürünerek ilerleyebilirdi. Başka türlü ilerlemek imkansızdı neredeyse. Ah biraz küçük olup burada daha rahat ilerlemek için elimden geleni yapardım ama maalesef risk almak ve Ahrar 'ın hayatını riske atmak istemiyorum.

 

Soluklanmayı kesip tekrar ilerlemeye devam ettim. Önümde ve arkamdan önümü aydınlatmak için ışık topları benimle birlikte ilerliyordu. Bir ara durup arkama baktığım an giriş kısmında çok uzaklaşmış olduğumu artık giriş kısmındaki o sönük ışığın neredeyse kaybolduğunu gördüm. Gözlerimi kapadım ve birkaç saniye gücümü toparlayıp kendime zaman tanıdıktan sonra tekrar başımı öne doğru çevirdim ve kaldığım yerden ilerlemeye devam ettim.

 

"Şimdiden yorulmuş gibisin prenses?" diye bana takılan Rosa 'ya anında kınayan ve uyaran bir şekilde karşılık verdim.

 

"İstersen sen gel devam et bende dinleneyim ne dersin?" demiş ve avuç içlerimi zemine yaslayıp dizlerimin üstünden ilerlemeye devam etmiştim. Şimdiye kadar iki farklı yol çıkmıştı karşıma hemen sağ taraftan ilerlemiş ama bunun çıkmaz yol olduğunu görünce geri geri giderek sol ayrım yoluna doğru yol almıştım. Şimdiden alıp verdiğim soluklarım yüzümde sıcak bir buhar yaratıyor ve alnım boncuk boncuk terliyordu.

 

"Ah sen devam et ben seni izleyerek sana yardımcı olmaya devam edeceğim." dediği anda Rosa anında alaycı bir gülümsemeyle başımı tamam et dercesine salladım.

 

Zaman zaman aslında bu taş labirentin yolları biraz genişleyip iki kişinin bile yan yana geçebileceği kadar rahatlatıcı bir ferahlık sunsa da, bu açıklıklar kısa sürüyor, ardından yeniden dar koridorlara hapsoluyordu yol. Şimdiden dizlerimin üstüne durmak beni baya yormuştu. Bir ara hızla ilerlemeye devam ettiğim an avuç içime taş zeminin kıvrımlı kısmı hızla çarpmış ve küçük bir sızı kendini açığa çıkarmıştı. Sanırım şimdiden yara almaya başlamıştım. Ah ne güzel günün sonunda acaba beni tam olarak ne bekliyordu? Hiç merak etmiyorum desem!

 

Bu taş labirentin tüm yüzeyi pürüzlüydü; bazı yerlerde yosun tutmuş zemin varken bazı yerlerdeyse elleri sertçe çizecek kadar sert ve soğuktu. Avuç içlerim soğuk zeminden dolayı üşüyor, parmaklarım uyuşuyordu. Bazen yosun tutmuş zemine denk geldiği anda az da olsa üşüme kısmı yok oluyor, az da olsa ısı kazanıyordu. Ama bu çok kısa sürüyordu.

 

Bazen bu ışık topları bile yerli olmuyor içerisi zifiri karanlık oluyor . Yalnızca ellerimle yoklayarak nereye doğru ilerlemem gerektiğini kestirmeye çalışıyor , taş duvarların soğuk yüzeyini takip ederek ilerleyip duruyordum. Bazen sola sapıyor, bazen sağa yöneliyor ve böyle böyle ulaşmam gereken yola doğru yönelerek bu taş labirentte ilerlemeye devam ediyordum.

 

Bazen yol aldığım alanda o kadar hava az ve tozluydu ki nefes almak bile işkence yaratıyordu. O an bu alanları çabucak geçmek için çabalıyor tabii bunu yaparkende aldığım derin kesikler oluyordu bedenimde. Bir ara bu yolda ilerlerken boşluğa ulaştığımı sanıp sola döneceğim an tam duvar kısmının kenarında olduğumu anlamadığım için yanından geçtiğim sırada sağ yanağım duvarın kenarına sertçe değip yara almışlığım oldu. Elimle yokladığım anda yara iz bırakacak cinstendi. Yapacak bir şey olmadığı kaldığım yerden bu sefer daha dikkatli olmaya çalışarak ilerlemeye devam etmiştim.

 

Taş labirentin köşeleri keskin ve ani, yönler ise çok belirsizdi; hangi tarafa gidersem gideyim , aynı dar karanlık yönler beni karşılayıp duruyordu. Sadece sessizliğin görünmez yankısı ve taş duvarlardan dönen nefes sesimin yankısı bana eşlik ediyordu .

 

Arada sırada hafif bir esinti esiyor hissine kapılıyor, sanki bir yerde açık bir alan varmış düşüncesine kapılıyordum. Ama bu kısa sürüyor ve yanıldığımı o yeri geçtiğim anda fark ediyordum. Bazen bedenim bir ürpertiye kapılıyor sanki çok yakınımda bu taş labirentin içerisinde benden başka bir şeyin de var olabileceğini zihnim bana fısıldıyordu. Çok sonradan bununda olmadığını bir düş yanılması olduğunu anlayınca dikkatimi geçip gittiğim yola veriyordum.

 

Bu içerisinde olduğum labirent, sadece taşlardan yapılmış bir yapıydı. Ne yukarı çıkabileceğim bir merdiven, ne de ferahlatıcı bir açıklığa sahipti. Sadece ilerlemek zorunda olduğum, sıkışmış ve karanlık yollar vardı önümde. Çok fazla yol vardı. Bazen sonu gelmeyecek olduğunu düşünüyorum. Ama böyle olmadığı konusunda kendimi avutup duruyordum.

 

"Biraz dinlen bence uzun zamandır ilerliyorsun ve dizlerin mahvolmuş bir halde." diyen Rosa' nın sesini duyunca daha fazla devam edemedim ve dizlerimde çoktan kendini belli etmiş ağrılarla yavaşça kalça üstü yere oturmuş, sıkıştığım bu yerde biraz dinlenmeye başlamıştım. Bakışlarımı çoktan dizlerimdeki yırtılmalara çevirdim. Parmak uçlarım dizime değince çoktan akan kanın kurulduğunu ve kabuk tutmaya başladığını anladım. Bazı yerlerse tekrardan kanamaya başlamıştı. Usulca bir ileriye bir geriye baktım. Daha ilerlemem gereken bir yol vardı. Ve bunun çok kısa olmadığını belli ediyordu.

 

"Biraz su iç." diyen Rosa 'nın sesini duyduğum anda birden önümde bir su şişesi belirdi. Anında hızla su şişesini açıp kana kana su içmeye başladım. O sırada avuç içlerimdeki soyulmalara ve küçük kesik izlerine baktım. Sandığımdan daha kötü halde duruyordum.

 

"Çok yorucu." dedikten sonra devam ettim. "Bu kadar zorlanacağım aklıma gelmemişti. Yolların bu kadar dar ve pürüzlerle dolu olması beni hem yoruyor hemde çok zaman harcamama verme oluyor." dedikten sonra elimdeki su şişesini kenar bırakıp usulca daha fazla oyalanmadan ilerlemeye devam etmek için bedenimi usulca çevirdim ve dizlerimin üstüne duracak şekilde konumlandım. O an da dizimde baş gösteren küçük sızıyla inledim. Ah biraz daha dayanıp sonrasında bu yaraların icabına bakmam gerekiyor.

 

"Dayan, buradan çıkınca yaraların için bir şeyler yaparız." diyen Rosa 'yı mırıltıyla onaylayıp devam etmiştim. Bir yandan avuç içlerim bir yandan da dizlerimin ağrısıyla mücadele ederek ilerliyordum.

 

"Bu kadar zor olması pes ettirmek içinse gayet makul bir zorluk bulmuşlar. Kim bu labirenti ne sebeple yapmış olur ki?" diye kendi kendime sormuştum ama Rosa üzerine alınıp sorumu yanıtladı.

 

"Ah aslında bu labirent cücelerin yapmış olduğu bir taş labirent. Bildiğin gibi onlar kısa ve kendi boylarına uygun olan labirenti inşa etmişler." diyerek haklı bir açıklama yapınca Rosa bıkkın bir nefes verip yavaş ama temkinli bir şekilde ilerlemeyi sürdürdüm.

 

" Olabilir ama taştan yapmak zorunda mıydılar? "dedim yine kendimce sebep ararken.

 

" Sanırım dayanıklık açısından taş seçilecek en iyi madde. "diyen Rosa 'nın sesini bir kez daha duyunca kaşlarımı çatmış ve düşüncelerin izin verdiği an konuşmaya başlamıştım.

 

" Sen kimin tarafındasın Rosa? Her daim karşı tarafı mantıklı bulan cümleler kurup duruyorsun ve bu canımı sıkıyor. Anladım cüceler kendine göre yaptı. Ama ben burada haklı bir savunma yapıyorum kendimce ve hiçte karşı tarafı şu an destekleyecek cümleleri duymak istemiyorum. Burada mahvoldum. Gerçek anlamda hemde. Almadığım yara, çizik, darbe ve iz kalmadı. Şimdi ya sus ya da beni sinir etmeyecek şekilde konuş!"diyerek üste çıkan bu tavrımla bıkkınlık içerisinde dizlerinin üzerinde sola doğru döndüğüm gibi önüme çıkan koca uzun yola gözlerimi devirerek bakmıştım.

 

Bir türlü bitmiyor bu lanet labirent yolu! Çığlıklarımı içime hapsedip ağlayacak durumdaki halimle ilerlemeye tekrar ve tekrar devam ettim. Bu yolu yapan cüceleri bir bulsam yapacağım şeyi biliyorum. En önemli olanı şu bedel kısmında neden bu yolun olduğu? Anladık zor bir büyüye başvurduk ama neden fiziksel bir acıyla sınanıyorum? Daha farkı bir yol yok muydu ki?

 

Burası lanetler okunacak o yerlerden biriydi ve ben hâlâ yerin üstünde, unutulmuş, tozları sonsuz misafirliğe davet etmiş bu taşlardan örülmüş labirentin içinde sürünerek ilerliyorum. Sürünmek kelimesini hiç bu kadar iliklerime kadar hissetmedim.

 

Bu labirentin tavanı o kadar alçak ki, başımı ara sıra unutarak öne bakıp yolun ne kadar kaldığına bakmak için kaldırmaya kalksam alnım sert taşlara çarpıyor anında kafam amansız bir acıyla darbe alıyordu. Artık kafama aldığım darbelerin haddi hesabı kalmamıştı. Dizlerimi anlatmaya gerek yok diye düşünüyorum. Dizlerimin üzerinde ilerlemekten artık dizlerim kanrevan ve yara bere içinde kalmış, bazen o kadar acıyor ki yaralarım acıdan gözlerim doluyor, ağlayacak kıvama geliyorum ama devam etmem gerektiği düşüncesi beni durduran nokta oluyor. Durmak yoktu. Sadece ve sadece ilerleme düşüncesi vardı zihnimde uzun zamandır. Buradaki yaşadığım işkence anlatılmayacak derecede içler acısıydı.

 

Bu taş labirentin keskin kenarları, pürüzlü zemini ve çıkıntısı tenimi parçalıyordu; neredeyse kollarım, omuzlarım, dizlerim kesiklerle, kanla kapalıydı. Artık bedenimde gerçek anlamda ağrımayan yer kalmamıştı. Ve bu acıların sızısı her bir uzvumda daha farklı ve katlanılmazdı. Avuç içlerim daha beter haldeydi. Soyulmuş, kanamış yaraları yeniden ve yeniden açılıp kanamaya devam etmişti yol boyunca.

 

Bu karanlık ve dar geçitler sanki sonu gelmeyecek bir kara delikmiş gibi geliyordu, sanki bu yolun sonu beni yutacakmış gibi hissediyorum, tabii bu sadece bir düşünceydi. Nerede olduğumu tam olarak bilmeden ilerliyordum. Labirentin tam ortasına yakın mı yoksa uzak mıydım onu bile bilmiyordum.

 

"Emira sol taraftan ilerle. Bak sanki oradan bir ışık geliyor gibi." diyen Rosa 'yı duyunca yavaşça sol tarafa doğru başımı çevirdim. Ve o an oradan küçük bir ışığın sızdığını görünce umutlanıp oraya doğru hevesle ilerledim. Ama yaralı avuç içlerim ve dizlerim hiç yardımcı olmuyordu. Kendime az daha dayan diyerek teselli vererek acılarımı unutmaya çalışarak sola dönmüş ve ışığın süzüldüğü alana doğru ilerlemiştim. Sonunda ışığın geldiği yola sapınca yol boyunca ilerlemiş ve sonunda ışığın ana kaynağının bulunduğu kısma gelmiştim.

 

Yolun sonunda beni daire şeklinde bir alan karşılaşmıştı. Işığın geldiği yerse tavandaki küçük delikti. Burada hiçbir şey yoktu.

 

Yavaşça içeride etrafıma daha dikkatli bakmaya başladım. Şu an bu basık olan alanda duvarları yosun ve bitkilerle örülü alan içerisinde duruyordum. Zemin neredeyse yabani bitkilerin istilası halindeydi. Bu alanın duvarları çatlaklarla doluydu. Bu küçük daire şeklinde yerde hiçbir şey yoktu.

 

"Burada ne bulmam istenmişti? Çünkü ben hiçbir şey görmüyorum." dedim kararsız bakışlarımı etrafta gezdirirken.

 

"Belki de görünmeyen bir yerdedir." dediği anda Rosa. Hemen on sordum.

 

"Nerede mesela yukarıda mı? Aşağıda mı?" dedim bir yanıt vermesini umarken.

 

"Aşağıda baksana ne var." dediği anda bakışlarımı aşağı çevirdim.

 

Dikdörtgen şeklinde bir alan vardı zeminin üstünde. Etrafı bitkilerle sarılı haldeydi ve bazı yer yer çatlaklarından dolayı tam olarak yüzey kısmı görünmüyordu. Yavaşça o alana doğru ilerledim. Tam dikdörtgenin olduğu kısmın yanına ulaştığım gibi sağ elimin tersiyle yavaşça yüzeyinde bulunan tozları ve bitkileri temizlemeye başladım.

 

"Umarım buradaki bulunma sebebim budur. Çünkü bu yolu geri gidip, yeniden bir arayış içerisinde olmak beni mahveder." demiş ve sonunda yüzeyi toz ve bitkilerden arındırdığım anda önümde tuhaf harflerle yazılı uzun bir cümle yer almıştı. Bu taş zemin üzerine bu yazı kazınmış haldeydi.

 

" Ah belki işaret budur. "diyen Rosa 'ya sadece bıkkın bir soluk vererek karşılık verdim.

 

" En alıcı noktayı söylemek istiyorum. Ben bu yazıyı okuyamıyorum bile. Eğer bir büyü sözü filansa çoktan kaybettik. "dedim yenilmişliğin verdiği hüsranla.

 

" Merak etme ben bu yazıyı okuyabiliyorum. Sen beni tekrarla ve yazıyı oku. "dediği anda yavaşça yüzümde yer edinen hüsran dağılıp kendini heyecana bıraktı.

 

" Ah çok güzel bir haber verdin bunun için seni ödüllendireceğim. "diyince Rosa 'nın yaşadığı heyecanı ve isteği anında hissettim." Sevgili yitik Ruhunla konuşmak hariç! "diye anında cevap verince Rosa' daki heyecan yavaşça parçalara ayrıldı." Biraz daha dayan. Bu bedel kısmı bitince ve burayı terk edince seni onunla buluşturacağım. "demiş ve yavaşça yan oturup aklımdaki o kara bulutlar arasından kendini gösteren gerçeklikle önümdeki yazıya bakmaya başlamıştım.

 

" Sakın bana beni özgür bırakıp, burayı sonsuza kadar terk edeceğini söyleme. "dediği ana Rosa sessiz kaldım. Bir yanıt verme eyleminde bulunamadım." Bunu gerçekten yapacak mısın? Sana inanmıyorum Emira! "diye sinirle konuşunca düz bir ifadeyle konuşmuş, sesimdeki hissizlik açığa çıkmıştı.

 

" Şimdi bunu konuşmanın zamanı değil. Buradaki sözleri bana oku bende tekrar edeyim ve bakalım bize ne sunacak? 'demiş ve istemeye istemeye Rosa' nın bir süre bu konu hakkında sessiz kalmasını sağlamıştım. Sonrasında Rosa zihnime fısıldadığı cümleleri duyunca anında sesli bir şekilde cümleyi okumaya başladım.

 

"En büyük fedakarlık yaşatmak uğuruna verdiğin mücadele değil, yaşatmak uğuruna verdiğin kayıptır bazen. Bazen bir kan damlası son olabilir ama bazen bir kan damlası bir başlangıç başlayabilir. Cesaretin varsa en büyük tehlikeyi ortadan kaldır. Cevabı evetse sesli bir şekilde şu cümleyi oku. "

 

Bunu söyledikten sonra birkaç dakika düşünmüştüm. En büyük tehlikeden kastı neydi burada? Bu merakımı artırmıştı.

 

" Tehlikeyi göze alarak son nefesime kadar mücadele ederek bu silahla tehlikeyi ne pahasına olursa olsun ortadan kaldıracağım. Bunun için en değerli varlığım üzerine yemin ederim."

 

Bu sözler söyledikten sonra birden bu dikdörtgen zemin yavaşça içe doğru çökmeye başladı ve ardından yavaşça altından yukarı doğru aynı dikdörtgene sahip ahşap bir kutu yavaşça gözlerimin önüne serildi. O an kutu önümde belirmiş ve ben sadece baka kalmıştım.

 

Ahşap kutuda oyalanan bakışlarım kutunun , açık ceviz tonlarında, yüzeyinde çatlaklar bulunan, yıpranmış, yılların vermiş olduğu hasarlara sahipti. Kutunun köşeleri paslanmış ince metal köşe korumalara sahipti , üzerinde neredeyse yok olmaya yüz tutmuş artık hissedilemeyen ince oyma desenler bulunuyordu. Kutunun tam kapak kısmında sadece üç simge vardı ve bu ustalıkla işlenmiştir. Yavaşça biraz kutuya doğru eğilip kutunun kapağını her iki elimle tutarak açmaya başladım. Kilitli olduğunu sanmıştım ama öyle değildi. Kutu açıktı.

 

Kapağını yavaşça açtığımda içeriden kadife bir kumaşa sarılı bir şey çıkmıştı. Gördüğüm kadarıyla bu bir kılıçtı. Yavaşça astarı kaldırıp içerisinde bulunan kılıcı görmeye çalıştım. Açtığım an gözlerimin önünde parlak gümüşten yapılmış bir kılıç belirdi. Bu kadife astar içine yerleştirilmiş gümüş kılıcı adeta bir mücevher gibi çerçeveliyordu. Kılıcın zarif görüntüsü beni büyülemişti. Uzun zamandır böyle zarif ama tehlikeli bir kılıç görmemiştim.

 

Kılıç, baştan sona parlak gümüş rengindeydi; yukarıdaki küçük delikten içeri süzülen gün ışığı kılıcın yüzeyine vurduğunda soğuk bir dolunay ışığı gibi yansıyor, işlemeli yüzeyi küçük kıvılcımlar halinde parıl parıl parlıyordu. Kılıç gövdesi boyunca ince kıvrımlı desenler ve eski bir dilin sembollerine sahipti. Üç adet sembol vardı ve ben bunların ne anlama geldiğini bilmiyordum.

 

Kılıcın sap kısmı koyu renkli, pürüzsüz cilalı ahşaptan yapılmıştı. Üzerindeyse parmakların tam oturacağı küçük ince oyuklar açılmıştı. İlk gözlemlerim kılıcın kabazsındaki o küçük içe çökük alandı. Neden bu küçük bölmeye benzeyen alan vardı anlam vermemiştim. Bakışlarımı daha detaylıca kılıca çevirdim.

 

Kılıcın kabzasında ise gümüşten dövülmüş, ortasında küçük siyah bir taş bulunan zarif bir tepelik yer alıyordu. Kılıç sanıldığından daha büyük ve ağır olmalı. Yavaşça yerimden doğrulup kutuya doğru eğilip, kılıcı yerinden çıkarmak adına harekete geçtim. Usulca elimle kılıcın kabzasını kavradım ve yavaşça içinde olduğu ahşap kutudan çıkardım. İlk an kılıç çok ağır geldi. Ama sonradan ne olduysa kılıç benimle bir bütün olmuş gibi o ağırlığı saniyeler içinde yok oldu. Sağ elimle kavradığım kılıcı gelişi güzel havada bir sağa bir sola sallayıp durdum.

 

"Çok güzel bir kılıç. Ve ağırlığı bir anda yok oldu ben ona temas edince. Bu kılıçla hangi tehlikeli şeyi yok edeceğimi merak ettim?" demiş ve yavaşça birkaç adım geriye çekilmiştim. Sonrasında birden bir şey oldu ve olduğum yerde yerin sarsıntılarla sallanmasını hissettim ve o anda olduğum yerden bir görünmez elle geriye çekildiğimi hissetmiştim. Saniyeler içinde bir hayalet gibi tüm o taş labirent yolların arasında hızla geriye doğru çekilip, taş labirentin giriş kısmında kendimi bulmuştum. Sırt üstü yere düştüğüm an elimdeki kılıçla bir müddet öylece uzanmıştım.

 

Az önce ben ne yaşadım?

 

"Çok hızlı olmadı mı sence de bu bedel kısmı? İkinci kez kendi isteğin dışında bir şekilde geri dönüyorsun? Sanki görünmeyen bir el sana yardım ediyor gibi. Bence burada bir tuhaflık var ama ne?"

 

"Bir şeyler oluyor benden bağımsız bir şekilde ama bunu engelleyecek bir gücüm yok." demiş ve yavaşça doğrulup olduğum yerden elimde hâlâ duran kılıca bakmıştım. Kılıcı birkaç saniye sonra güvenli olacağı bir yerde muhafaza ederken, ne zamandır ağrıyan acılarıma bakmam gerekiyordu. Yaralarıma pansuman yapmam ve bu üzerimdeki bu yorgunluğu dinlenerek atmam lazım.

 

Yavaşça biraz ileride duran alana ilerleyip sırtımı kayaya yasladım ve çantamda bulunan araç gereçleri çıkarıp pansuman yapmaya başladım. İlk önce dizlerime temiz su döküp kandan arındırmaya başladım. Su bile değdiği anda derin bir sızı kendini belli ediyordu. Sonrasında usulca bir sargıyla kurmuş kanları temizledim. Hemen sonrasında aynısını diğer dizim için yaptıktan sonra pansumanı yapmış hemen sonra avuç içlerime yönelmiştim.

 

Temiz suyla kirden kandan arındırmış ve yaralarımı temizleyip pansumana başlamıştım. Küçük sızlar dikenden farklı değildi. Acısı yadsınamazdı. Usulca ellerimi sargı beziyle sarıp sonrasında bedenimdeki yaralara yöneldim. Sırtıma aldığım üç darbe vardı ama bunlar morarmıştı. Herhangi bir kesik yoktu. Yüzümü görmediğim için parmak uçlarımla yokladım ve önce temiz bir bezle temizledim hemen sonrasında yanıma almış olduğum merhemi yüzüme sürüp olduğum yerden ayağa kalkıp, ilerideki ata doğru ilerlemiştim.

 

"Yorgun görünüyorsun. Bence portaldan geçiş yap kuleye." diyen Rosa 'ya yorgunlukla başımı olur anlamında sallamakla yetinmiştim.

 

Atın olduğu yöne tam gideceğim anda birden zihnimde kendini aniden belli eden sızıyla birden iki elimle başımı tutup, zihnimdeki ağrının bendeki hasarını gitmesi için çabaladım. Dizlerimin üstüne aniden çökmüş ve bu amansız baş ağrısından öylece acıdan kıvranmaya başlamıştım. Bir anda artan acıyla yüksek acı dolu bir çığlık atmış sonrasında gözümün kararmasıyla olduğum yerde yana doğru sertçe düşerek bilincimi yitirmiştim. Sonrasında rahatız edici bir boşluk...

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Zihnimde bana karşı başlatılmış bir savaş vardı. Benden habersiz olarak zihnim ele geçirmişti. Bayılmadan hemen önce bir fısıltı duymuştum.

 

"Sonunda.... Sonunda istediğim oldu. Değdi. Onca asra değdi."

 

Bu sözü duymuş sonrasında kaybolmuştum zihnimin içerisinde. Nerede olduğumu, ne yaptığını bilmiyordum.

 

Ne olmuştu bir bilgim yoktu bu konuda. Tek bildiğim tehlikede olduğumdu. Bedenimin soğuktan titremesini hissediyorum. Uyuşan kolumu hissediyorum. Ağrıyan uzuvlarımı, ağrıyan yaralarımı hissediyorum. Her yer karanlıktı. Yavaşça kapalı olduğunu bildiğim gözlerimi aralamaya çalıştım. Sahi en son ne oldu bana tam olarak?

 

Ben kendime gelmeye çalışırken o sırada defalarca kez ismimin seslenişini duydum.

 

"Emira iyi misin? Lütfen uyan, endişe ediyorum."

 

Bu ses Rosa 'ya aitti. Sesindeki endişe bana uzun zamandır baygın olduğum gerçeğini sundu. Sonrasında yavaşça olduğum yerde kıpırdanıp, kuruyan dudaklarımı aralayıp konuştum.

 

"Sakin ol iyiyim. Sadece yorgun ve bitkinim." demiş ve doğrulmaya çalışırken ağrıyan yaralarım kendini belli edince yüzümü buruşturup yavaşça dirseğimden destek alarak ayağa kalkmayı başarmıştım.

 

"Uzun zamandır baygınsın. Ne yaptıysam seni uyandıramadım. Bir anda bayıldın olduğun yerde bunun acıdan olduğunu düşünmüyorum. Ne oldu neden başını tutarak olduğun yerde acı çektin ve sonrasında bayıldın? Söyle ne olduğunu sana?"

 

Rosa endişeli halde üst üste kurduğu cümleleriyle onu sessizce dinlemiş ve olduğum yerde etrafıma bakınca çoktan havanın kararmış olduğunu fark ettim. Ah o kadar mı baygın kaldım? Gerçekten başıma gelen şeyde neyin nesiydi? Yine neyin içerisine düşmüştüm. Ve beni ne gibi bir tehlike bekliyordu daha ben onun varlığını bile bilmeden. Bunu şu an düşünecek halim yoktu. O kadar bitik bir durumdayım ki ne yapsam bu üstümdeki halsizliğin gitmesini sağlarım bilmiyorum.

 

" Bilmiyorum. "demiş ve yavaşça adım atarak ilerlemeye başlamıştım." Bir anda zihnimde dayanılmaz bir ağrı kendini belli etti. Sonrasında gözlerimi yummadan bir cümle duydum fısıltılar eşliğinde. Sonrasını biliyorsun. "diyerek onun sorusunu yanıtladım ve hemen duyduğum cümleyi ona söyledim. Sonra küçük bir büyüyle açmış olduğum portaldan kuleye geçiş yaptım.

 

Kuleye geri dönüş yaptığım an kendimi kulenin ön bahçesinde bulmuştum. Karanlık çoktan çöktüğü için bu saatlerde bahçe boş olurdu. Saatin tam kaç olduğunu bilmiyordum. Akşam yemeği yenmiş mi yoksa yeniliyor muydu kesin bir şey söyleyemiyordum. Bedenimi harekete geçirip olduğum yerden kulenin ön giriş kapısına doğru ilerledim. İlerlerken bir yandan da yaralarımı kontrol ediyordum.

 

Sargıda olan avuç içlerimdeki kurumuş kan lekeleri, parmak uçlarımdaki soyulmalara üsten bir bakış attıktan sonra derin bir nefes alma gereksinimi duydum. En kısa zamanda iyileşmeye başlardı yararlarım. O zamana kadar dayanmam lazımdı. Sonunda çift kanatlı kapının önüne gelince aralık olan kapıdan içeriye giriş yapıp önümdeki düz uzun ve geniş koridorda ilerlemeye çoktan başlamıştım.

 

Meşalelerle aydınlanan koridorda ilerlemeye devam ederken, zihnim çoktan düşüncelerin avı olmuştu. Hâlâ zihnim yaşadığım o anlamsız olayın sebebini merak ediyordu. Birden omzuma bir el dokunduğu anda hızla arkamı dönüp bana dokunan kişiye baktım. Varlığını sezememişim dalgınlıktan. Arkamı döndüğüm anda karşımda Ahrar 'ı bulmuştum.

 

Çatık kaşlarım arasından ona bakıyor, neden beni durdurduğunu anlamaya çalışıyordum. Ahrar sessizce önümde dikilirken sabırsızca konuştum.

 

"Ne oldu Ahrar?"diye bilmiştim. O an o kadar zihnim doluydu ki ona sadece ismiyle seslendiğimi çok sonrasında fark ettim. Bozuntuya vermeden ben devam ettim ama Ahrar şaşırmıştı benden sadece ismini duymasıyla. Kendine gelmek için sertçe öksürmüş ve sonrasında lacivert hareleri yoğun bir istekle bana bakarken konuşmuştu sonuna.

 

"Konuşalım mı biraz? Son söylediklerim sonrasında kuleyi terk ettiğin için tekrar yanına gelme fırsatı yakalayamadım." sesindeki onu geri çevirmemem gerektiğini belli eden tınıyla göğsüm derince şişmiş, onun lacivert harelerine uzun uzadıya bakmış sonra dudaklarım aralanıp vermem gereken cevabı vermiştim. Normalde olsa kırmam tamam derdim ama şu an hiçbir şey yapacak halim yoktu. Bakışlarım hâlâ ondayken konuşup, yüzündeki ifade değişikliğini anbean izledim.

 

"Ben çok yorgunum aslında. sonra konuşsak olur mu? Çünkü biraz dinlenmek istiyorum." diye cevap verdiğim an Ahrar anlayışla başını tam sallayacakken birden ne gördüyse bakışları kısıldı ve bana doğru birkaç adım atarak tam yakınıma geldi. Soluklarını yüzümde hissedebiliyordum. Lacivert hareleri bir şeyi anlamak istercesine gözünü dahi kırpmadan bana bakıyordu. Ne olmuştu bir anda anlam vermemiştim?

 

"Yüzüne ne oldu senin?" diye sorunca dikkatini çeken şeyin ne olduğunu anlamış oldum. O kadar yorgundum ki yüzümdeki yara aklımdan çıkmıştı. Acıdığını bile oysaki Ahrar söylediği anda fark etmiştim. Ahrar 'ın o an eli yukarı kalktı ve elinin tersiyle yanağımdaki yaraya usulca dokundu. Bu hareketini beklemediğim için şaşırmış herhangi bir şey yapamamıştım.

 

Ahrar' ın elini değdirmesiyle o an yüzümdeki yara sızlamış ve istemsizce dudaklarımdan küçük bir inleme kaçmıştım. Bunu gördüğü an Ahrar 'ın çatılı kaşları daha fazla çatılmış yoğun bir merak içerisinde ona cevap vermemi beklemişti. Sakin bir halde konuşurken iki adım geriye çekilmiş öyle Ahrar' a cevap vermiştim. Ahrar bu davranışıma sadece bakışlarındaki büyük bir çaresizlikle karşılık vermişti sadece.

 

"Küçük bir kaza sadece büyütülecek bir şey yok. Dediğim gibi yorgunum daha sonrasında konuşuruz." diyerek geriye dönüp gideceğim anda onun çoktan bakışlarının önce ellerime ve sonrasında diğer fark ettiği yaralarımın olduğu dizlerime kaydığını gördüm.

 

Bunun fark edilmesi tüm gardımı düşürmüştü. Kendimi hızla toparlayıp ona bir daha konuşma ihtimali vermeden aniden olduğum yerden ayrılıp odama doğru ilerlemiştim. Saniyeler içinde odama varmış ve içeriye girince hemen kapıyı örtüp, sırtımı kapıya yaslamıştım. Birkaç saniye böyle dururken sonrasında artık dinlenmem için uykuya ihtiyaç duyduğumu fark edince giysi odasına girip orada üzerimi değiştirip, pansumanlarımı yenileyip sonrasında odama gelip yatağa geçip uyumaya başlamıştım.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

 

Ahrar...

 

Emira yanımdan ayrılınca bir müddet öylece arkasından bakmıştım. Yorgun duruyordu. Sanki büyük bir mücadele içinden çıkmış gibi bir hali vardı. Aklımı karıştıransa aldığı yaralardı. Nasıl böyle pervasızca kendine zarar verecek şeyler içerisinde oluyordu anlamıyorum. Kendine iyi hiç önem vermiyordu. Kim bilir yarası ne denli onu zorluyor, buna rağmen kimseye belli etmeden kendi yaralarını kendi sarıyor, kimseye minnet eylemiyordu.

 

Bu kadar herkesten uzak olması bir yana kimseden asla yardım dahi kabul etmiyordu. Ona bir adım atsan dahi anında önüne engeller koyuyor ve sen o engelleri asla aşamıyorsun hiçbir şekilde. Arkamı dönüp odama doğru giderken zihnimi meşgul eden rahatsız edici düşüncelerle uğraş veriyordum. Zihnimde susmayan sesler bu durgun halime deli oluyor, Emira 'ya yardım etmem konusunda baskıcı bir tutum sergiliyordu.

 

En çokta Yitik Ruh susmuyor, neden geri dönüp onu yalnız bırakmayıp yanında olmadığımı sorguluyordu. Bende bilmiyorum ki. Bir adım atacak olsam anında geriye itilince bir daha adım atamıyorum. Odaya geldiğim anda pencerenin önünde tekli koltuğa geçip oturdum. Gözlerimi kapatmıştım ama aklım fikrim Emira 'daydı. Şu an ne yaptığını, ne halde olduğunu delice bir istekle merak ediyorum. Kalbim onun yanında olmak istiyor ama aklım onu rahatsız edersin düşüncesinde. Tam olarak ne yapmalıyım emin değilim.

 

'"Akışına bırak derim. Yaralarını gördün. Ona yardım etmek istemiyor musun?" diye konuşan Yitik Ruh' la anında derin bir nefes alıp, yanaklarımı havayla doldurup, gözlerimi aralayıp istediği cevabı ona verdim.

 

"İstiyorum ama ya odasına gittiğim an beni kovarsa? Sonuçta özel alanını işgal etmiş olurum. "dedim zihnimdeki bahaneleri ona sunarken.

 

" Gitmeden bilmezsin. Hem zaten kesinlikle şu an uyuyor olmalı. "diye çıkarımda bulunduğu anda kaşlarımı çattım.

 

" Uyurken odasına gitmem yakışı kalmaz. "diyince alaycı bir tonda konuştu.

 

" Kime göre adamım? Sonuçta aranızdaki bağı herkes biliyor. Ve orada olman kimseye kötü bir şey düşündürmez. Ha senin niyetin kötüyse ben bilemem. "diye iğrenç imada bulunca anında homurdanıp ona ağız dolusu küfür etmiştim. Ama bu onun daha da çok keyiflenmesini sağladı.

 

" Kes sesini! "demiş ve yaşadığım ikilem arasında sıkışıp kalmışken, onun yanında olmam bir sorun yaratmaz düşüncesiyle kendimi kandırarak ayağa kalkıp, ona iyi geleceğini düşündüğüm kuvvetli iyileştirme gücüne sahip merhemi yanıma alıp, odadan çıkmıştım.

 

Yarı karanlık koridorda ilerlerken Yitik Ruh bana yine sataşmadan durmamıştı. Yine ve yeniden.

 

"Birde kuleden ayrılmayı düşündün. Emira 'dan bir saat uzakta kalsan zihnin, bedenin ve ruhun onu arıyor. O an onun karşısında saçmaladın her zaman ki gibi." dediğinde sadece sesli bir nefes verip, söyledikleriyle kendi hatamla yüzleştim.

 

O an istemsizce o laflar çıkmıştı dudaklarımdan. Onunla konuşmak istediğim şey çok farklıydı ama birden oradan ayrılacağım saçmalığı dudaklarımdan çıktı. Geri de alamadım lafımı. Hiç böyle bir niyetim dahi yokken bu lafları söylemek saçmalıktan başka bir şey değildi. Bazen onun yanında ne diyeceğimi iki kere düşündüğüm oluyor. Beni her anlamda darmadağın eden birisiydi.

Koridordan sağa döndüğüm an onun odasına çıkan koridorun başında durmuştum.

 

Bakışlarım onun kapalı kapısında birkaç kez oyalandı. Bakışlarımı elimde bulunan merheme çevirdim. Buradan geri dönüş saçma olurdu. Ne fazla kapıyı açmaz ve bende geri dönerdim. Yani ihtimaller arasında bu ilk sırada yer alıyordu. Kendimi cesaretlendirip yavaşça ilerlemeye kaldığım yerden devam ettim. Birkaç saniye sonra kapının önüne vardığım anda bakışlarımı etrafta kısaca dolaştırıp birileri var mı diye bakınıp durdum. Kimse olmadığını görünce yavaşça kapıyı işaret parmağımla tıklattıktan sonra kısık sesle konuştum.

 

"Emira müsaitsen içeri girebilir miyim?" demiş ve içeriden gel komutunun gelmesini beklemiştim. Birkaç saniye ses gelmeyince tekrar kapıyı sessizce tıklattım. "Çok kalmayacağım sadece elimdeki merhemi verip gideceğim. İçeri girebilir miyim?" diyerek tekrardan beklemiş ama herhangi bir ses gelmeyince düşünmeden harekete geçmiştim.

 

Yoksa geri dönüp gidecektim. Hızlı davranıp kapının kolunu kavradığım gibi yavaşça kolu aşağı indirip kapıyı öne doğru açmış ve aralıktan kafamı içeriye uzatmıştım. İçerisi karanlık ve sessizdi. Bakışlarım içeride kısa bir dolandı ve sonrasında yatağın olduğu tarafa baktığım anda Emira 'yı yatağında uzanırken buldum. Uymuş muydu? Ondan ses etmemiş olmalıydı. Yavaşça içeriye girmiş ve arkamdan kapıyı dikkat ederek kapatmıştım. İlk birkaç saniye öylece kapının önüne dikilip bir şey yapmadan içeriyi incelemiştim.

 

İçerisi sadece yatağın baş ucunda duran neredeyse söndü sönecek olan bir gaz lambasıyla aydınlanıyordu. İçerisi sandığımdan daha sade ve şıktı. Odada bir yatak iki tarafında komodinler bulunuyordu. Hemen sol tarafımda şöminenin önünde iki tekli koltuk ve tam koltukların ortasında küçük bir masa vardı. Bakışlarımı ileriye çevirdim.

 

Tamamen kapalı olan perdelerden içeriye ay ışığı vurmuyor, büsbütün karanlıkta uyuyordu Emira. Çok yorgun olmalı ki yatak örtüsünü bile açmadan yatağın üstünde uyuyakalmıştı. Yavaşça hareket edip onu uyandırmamaya özen gösterip yatağa doğru sakin ve sessiz adımlarla ilerlemeye başladım. Yatağın sol tarafında uyuya kalmıştı. Yanına vardığım anda yavaşça ona yaklaştım. Bakışlarım onun yüzünde oyalandı.

 

Huzursuz bir uykuda olduğunu ara sıra çatılan kaşlarından ve bedenindeki kasılmalardan anladım. İki elini göğsünün üzerinde bırakarak uyumuştu. Hâlâ nemli olan saçları duş aldığının habercisiydi. Odayı aydınlatan gaz lambasından dışarıya yansıyan ışığın varlığıyla Emira 'nın yanağında bulunan yarayı daha net görebiliyordum. Bir adım öne atıp sessizce ona yaklaşmaya başladım.

 

Umarım uyandırmazdım onu. Ondan geriye kalan yatağın boş kısmına dikkat ederek oturdum. Sol elimdeki merhemle birlikte elimi yatağa sıkıca bastırdım ve yavaşça Emira 'ya doğru eğilip uyurkenki halini izledim. Sakince alıp verdiği nefesler arasından, kıpırdamadan uyuyordu. Yüzüne kayan bakışlarım orada birkaç saniye ama bana uzun süre gibi gelen o zaman içerisinde onu izledim. İçerisi ne kadar loş ortamda olsa bu yarı karanlıkta onun güzel yüzünü fark etmemek aptallık olurdu. Yüzüne düşen birkaç saç tutamını sağ parmaklarımla onu uyandırmamaya dikkat ederek geriye çektim.

 

O an mavi harelerini görme hissiyle doldum. Bu aniden gelen delicesine bir istekti. Sahiden bendeki etkisi anlatılamaz bir şeydi. Ona bakmak bile huzur verirken onunla bir gün geçirmek bana neler sunardı tahmin bile edemiyorum. Yanağındaki yarayı görmek canımı sıktığı için hemen geriye çekildim. Yavaşça ses çıkarmadan merhem kutusunun kapağını açıp parmağımla birazını alıp, Emira 'ya yaklaşıp, usulca parmağımdaki merhemi yanağına sürmeye başladım.

 

Merhem tenine değdiğinde aniden yüzü buruşmuş, uykulu haliyle anlamadığım şeyler söyleyip sonrasında susmuştu. Sürmeye devam ettim. Yanağındaki işim bitince, merhem kutusunu bacağımın üstüne bırakıp önce sol sargılı avucunu elime aldım ve sargıyı hafifçe kaldırıp oluşan boşluktan merhemi sürmeye başladım. Her iki elinin parmaklarıda yer yer soyulmuştu. Parmak uçlarına da merhem sürmüştüm. İşim bitince elini sakince yerine bırakıp aynı işlemi diğer eline yaptım. Diğer elinide bitirince merhemin kapağını kapattığım anda birden sesli bir şekilde acıyla söylendi.

 

"Dizim..." demiş ve anlamadığım birkaç kelime daha söylemişti.

 

Acıyla sarmalanan ses tonuyla yavaşça bakışlarımı dizilerine çevirdim. Üzerinde elbiseye gözüm kaymış çekingen bir halde birkaç dakika dizlerine bakmıştım . Yavaşça ayağa kalkıp geriye doğru birkaç adım attım ve hemen sonrasında üzerindeki elbisenin etek kısmını tutarak dizlerine kadar çektim. Olabildiğince bakışlarımı etrafta tutarken yaptım bunu.

 

Bu yaptığım şey her ne kadar onun iyiliği için olsa da ondan habersiz yapışım suçlu hissetmemi sağladı. Yavaşça eteğin uçlarını dizinin üstünde bıraktığım gibi bakışlarımın dizine çevrilmesiyle gerçekten dizlerinde de derin yaralar olduğunu gördüm. Dizlerini sargı beziyle sarmamıştı.

 

Anında merhemi iki dizine de sürmeye başladım. Yara hâlâ taze olduğu için acıtıyordu ki Emira 'nın yüz ifadeleri acıdan değişikliğe uğruyordu. Sonunda işim bitince yavaşça doğrulup bakışlarımı ona çevirdim. Biraz önceye göre şu an biraz daha huzurlu duruyordu. Merhem çabucak iş görmüştü. Bu normal bir merhem değilidi. Özel bir bitkiden yapılmış ve aniden yaralara iyi gelip onu iyileşmesini sağlayan bir merhemdi.

 

İçimdeki rahatlama neyin nesiydi bilmiyorum ama ona yardım etmemenin verdiği huzurla onu birkaç dakika izlemiş ve sonrasında içimden gelen bir dürtüyle yavaşça ona doğru yaklaşıp, yüzüne doğru eğilip alnına derin içten bir öpücük kondurup birkaç dakika öyle durup, onun ciğerlerime dolan büyüleyici kokusunu birkaç dakika solumuştum. O an bu kokunun tanıdık hissiyatı beni sarsılmış hissettirmişti.

 

Daha fazla durarak onu uyandırmaktan korktuğum için geriye çekilip ona birkaç dakika bakmış ve elimdeki merhemi baş ucuna bırakıp odayı terk etmiştim.

 

𓆩 ༺☆༻ 𓆪

Rahatsızlık veren bir acıyla gözlerimi açmıştım. Gözlerimi araladığım anda bakışlarım tavanı buldu. Zihnim hâlâ tam olarak uykuda olduğu için birkaç saniye kendime tanıdım. Yavaşça yana döneceğim anda dizlerimdeki ağrı kendini belli edince acıdan kıpırdayamayıp yüzümü buruşturup dirseklerimden yardım alarak doğrulup sırtımı yatak başına yasladım.

 

Hemen sonrasında susamışlığın verdiği dürtüyle başımı sola çevirdim ve komodinin üzerindeki su bardağına ulaşacağım an bakışlarım küçük bir kutuya çevrildi. Anında sağ elimi hareket ettirip kutuyu olduğu yerden aldığım gibi öncesinde ne olduğunu anlamaya çalıştım. Sonra yavaşça iki elimle tutup, sağ elimle kutunun kapağını açıp içerisinde ne olduğuna baktım. Kutuyu açtığım anda içerisindekinin bir merhem olduğunu anladım.

 

Bunun burada ne işi var? Acaba Rosa 'nın mı diye düşünürken aniden zihnimde onun sesini duydum.

 

"Merhem bana ait değil. Ahrar dün sen uyuduktan sonra odaya geldi ve yaralarına merhem sürdü." dediği anda yaşadığım şaşkınlıkla gözlerim irice açılmış, ilk birkaç dakika duyduğumu idrak etmeye çalışmıştım.

 

Nasıl Ahrar geldi? Ben nasıl fark etmedim ki?

 

"Sessizliğinden onun burada nasıl olduğunu merak ettiğini düşünüyorum. Sanırım şu kurduğun koruma kalkanı Ahrar 'a inisiyatif tanıyor." dediği anda yok daha neler dercesine başımı salladım.

 

"Böyle bir şey olması mümkün değil bir kere. Kalkanı aşamaz." demiştim kararlılık içerisinde.

 

"Demek ki Ahrar' da işe yaramıyor geldi ve yaralarına merhem oldu." diyince anlam veremedim yaptığı şeye.

 

Neden yaptı bunu? O an bakışlarım avuç içlerime baktım. Elbisenin sıyrılıp dizlerimi açığa çıkarmasından dolayı çoktan kabuk bağlamış dizimde bulunan yaralara baktım. Hayretler içerisindeyim. Ahrar 'ın yanından ayrıldıktan sonra odasına çekilip, yarın benimle konuşacağını sanarken o ben uyuduktan sonra odaya gelip benimle ilgilenmişti. İçten içe bir yerlerde içim sıcacık olmuş, onun bu düşünceli hali beni mutlu etmişti. Ama aklım sadece şu soruda takılı kalmıştı. Herhangi bir insana ettiği yardım mıydı bana yaptığı şey yoksa önem verdiği biri için yaptığı bir şey miydi? Bunu düşünüyordum.

 

Yavaşça yaralarıma dikkat ederek yerimden kalkıp, banyoya doğru yol aldım. Banyodaki işlerimi halledip, giysi odasına geçmiş üzerime rahat edeceğim kıyafet seçmiş, kıyafeti giydikten hemen sonra saçımı taramış, ensemde dağınık bir topuz yapmış, ayağıma kısa topuk bir topuklu ayakkabı giyip ayna karşısına geçip aynadaki yansımama bakmıştım. Hâlâ yanağımda bulunan yara belliydi. Küçük bir makyaj hilesiyle onu kapatıp giysi odasından çıkmıştım.

 

Odamı toparlayıp düşünceler eşliğinde odamı terk etmiştim. Yanıma Ahrar 'ın odama bıraktığı merhemide almıştım. Zihnimin kurcalayan iki soru vardı. Birincisi Ahrar' ın bu davranışı ikincisi dün yaşadığım olaylar ve sonuçlarıydı. Elimdeki merhemle Ahrar 'ın odasına doğru ilerliyordum. Merhemi ona verirken teşekkür etmeyi düşünüyor, dün konuşmak istediği konuyuda aradan çıkarmak istiyordum.

 

"Seni şu an tanımasam Ahrar' ı görmek için bahane yaratıyor sanırdım ama şu an önceliğin dünkü olaylar olduğu için bunu bahane etmediğini söyleyebilirim. Merhemi verdikten sonra şu olay hakkında karşılıklı bir konuşalım." diyince Rosa dediklerine sadece sessiz dururak karşılık vermiştim.

 

Koridorun sonuna ulaşınca sola doğru döndüm ve Ahrar 'ın odasının bulunduğu koridorda ilerlemeye başladım. Dün yorgun olduğum için geç uyanmıştım. Çoktan herkes kahvaltı etmiş ve işlerine koyulmuş olmalıydı. Sonunda adımlarım Ahrar' ın odasının kapısının önünde durunca sağ elimin parmaklarının tersiyle kapıyı çaldım. İlk birkaç saniye ses gelmediği için duymadığını sanıp tekrar kapıyı çaldım. Ama yine ses gelmeyince yavaşça kapıyı açarken bir yandan da Ahrar 'ın ismini zikretmiştim.

 

Kapı açıldığı anda içerisinin boş olduğunu fark edince banyoda olup olmadığını anlamak için birkaç saniye sessiz kalmış oradan da herhangi bir ses gelmeyince içeriye doğru adım atıp, kapıyı arkamdan kapatmıştım. Uzun zamandır bu odaya uğramaz olmuştum. Küçük adımlarla ilerlerken bir yandan da odayı inceliyordum.

 

Hiçbir değişiklik yoktu. Her şey yerli yerinde duruyordu. Elimdeki merheme gözlerim kaydı ve onu nereye bırakmam gerektiğine karar vermeye çalışırken biraz ileride duran masaya bırakmak en mantıklısı olduğuna karar veririm. Masaya doğru ilerledim. Masanın yanına varınca merhemi masanın üzerine bıraktım. Buraya ondan habersiz girmenin verdiği tuhaf hisle bir anda kendimi bot yazarken bulmuştum.

 

"Dünkü ince davranışınız için teşekkür ederim. Ayrıca merhem içinde ayrıca teşekkür ederim. Yaralarıma iyi geldi. Odanızda sizi bulamadığım için not yazmak istedim. İzinsiz girmemi sorun etmişseniz dünkü geceye sayarsınız. Sonuçta aynısını sizde yapmış oldunuz, her ne kadar niyetiniz farklı olsa da. "

 

Notu tam merhemin altına yerleştirip oradan hızla ayrılmıştım. Kimseye yakalanmadan odasından çıkmayı başardığım için bundan memnundum. Buradaki işim bitince diğer işimi yapmaya koyuldum. Marsilya Orman 'ın da yaşadığım olaylar ve bulduğum o kılıç. Ne bağlantıları vardı bilmem lazımdı. Bunun için yine Yasaklı Kütüphane' ye gitmem gerekiyordu. Bakalım beni yine ne tür tehlikeli şeyler bekliyordu? Kütüphane' ye geldiğimde hızla efsanevi eşyaların hakkında bulacağım bilgileri kitaplardan bularak öğrenmem lazımdı.

 

Tabi aradığım şey eğer kitaplarda bulunuyorsa? Yoksa başım yine belada demekti. Beni bekleyen bilinmezlikler yine ve yeniden var olmuştu.

 

Kütüphanede neredeyse akşamladım ama istediğim bilgiyi asla bulamadım. Bu verilen kılıcın nasıl yapıldığı, ne amaç güttüğünü, bununla neyi ortadan kaldırmam gerektiği hakkında hiçbir sonuca ulaşamadım. Bıkkınlıkla kafamı kitaplara gömdüm ve huzursuzca yerimde tepinip durdum. Hadi ama kılıcı veriyorsanız bari sebebinide söyleyin. Her daim bilgilere kendi çabamla ulaşmaktan gına geldi artık! Sinirden olduğum yerden kısık sesle çığlık attım.

 

"Çığlıklar atarak ne elde etmeyi düşünüyorsun acaba?" Rosa anlamsız tepkilerime neden ararken ben sadece o an kafamı kaldırıp, küskün bir çocuk edasıyla kollarımı göğsümde kavuşturup bezgin bir sesle konuşmuştum.

 

"Hadi ama kaç saattir burada kumkuma kuşu gibi oturup kitaplarda kılıç hakkında bilgi araştırıp durdum ama hiçbir sonuç elde edemedim. Şimdi gelmiş bana ne yapıp duruyorsun diyorsun? Çileden çıkıyorum oldu mu! Her daim yok bunu bul, yok şunu araştır, yok şunu izle! Bunlardan bıktım anlıyor musun? Bir kere de he şey önüme altın tepside sunulsa ne olur ki? "diyerek düşüncelerimi ve isteklerimi dile getirdim.

 

" Çok fazla şey istiyorsun. Bunların hiçbiri olmaz. Kendini avutma bunlarla. Kalk akşam yemeğine git. Yemeğini ye biraz toparlan ve sonrasında başka bir çözüm yolu aramaya koyul. Sanıyorum başka bir yoldan ilerlememiz gerek." diyerek bana yapmam gereken şeyleri söyleyince paşa paşa olduğum yerden kalkmış, kapıya doğru gitmiştim.

 

"Bir zahmet sende şu dağınıklığı hallet." dedikten hemen sonra kapıyı açıp kendimi dışarı atmıştım.

 

İsteksizce ilerlerken bakışlarım etrafa kayıyor gelen geçene bakıp duruyordum. Ah ne güzel hayat onlara güzel. Her daim yaptıklarımın sorumluluklarını üstlenip, bunları düzene sokmam gerek. Onlar gibi hayatım neden dersler ve yarınlar için hayal kurmak gibi bir yaşamım yoktu ki? Zaman bana çok acımasız davranıyordu. Her daim baskıcı bir tutum sergiliyordu bana. Sanki yaşama tüm zorlukları üstlenmek adına gelmiş gibi hissediyorum kendimi. Ah gerçek anlamda iğrenç bir hayata sahibim!

 

Merdivenlerden inmiş ve zemin kata çoktan ulaşmıştım. Yavaş adımlarla yemekhaneye doğum ilerlerken bir anda garip bir hissiyat dolmuştu içimi. Sanki takip ediliyordum. Bir anda hızla arkamı dönüp baktığım sırada hiç kimseyi görmedim. Bir enerji dahi yoktu. Ama hâlâ çevremde bir varlık varmış gibi hissediyorum. Ne çok uzağımda ne çok yakınımda sanki.

 

Acaba deliriyor muyum? Birde bu eksik! Sesli bir soluk verip önüme dönüp ilerlemeye devam ettim. Bir yandan da kendimi sakinleştirmeye çalışıyor, yanıldığımı kendime söylüyordum. Sonunda yemekhanenin kapısının önüne ulaşınca kapalı olan kapıya avcumu yaslayıp kapıyı öne doğru iteleyerek açtığım sırada arkamda kapıya yansıyan bir gölge görmüştüm aniden arkama tekrardan bakmış ama yine bir şey görmemiştim.

 

Acaba yorgunluktan halüsinasyon mu görmeye başlamıştım. İyice kafayı yemiştim! Başımı iki yana sallayıp kendime gelmem için küçük bir zaman tanıdım kendime. Sonrasında yavaşça kapıyı öne doğru itip, aralıktan içeriye usulca girmiştim. İçeriye girdiğimde yemekhanedeki gürültü anında kulaklarıma ulaştı. Bakışlarımı kısarak gelişi güzel etrafta bakışlarımı gezdirdim ve sonrasında bakışlarımı oturacağım masaya çevirdim.

 

Masadakilere kısaca baktığım anda herkesin eksiksiz yerinde olduğunu görmüş oldum. Emma 'nın boş sandalyesiyle bakışmış sonrasında oturacağın sandalyeye yaklaşınca biraz geriye doğru sandalyeyi çekip sandalyeye oturmuştum. Masaya oturduğum anda hâlâ herkesin yemeğini yemeye devam ettiğini gördüm. Kısık sesle herkese afiyet olsun dedikten sonra bende yemeğimi yemeye başlamış. Gürültünün içerisinde kendi zihnimdeki sensizliği yok etmeye çalışmıştım.

 

"İyi misin Emira?" diyen Rosa 'yı duyunca yavaşça ona cevap verdim zihin bağından.

 

"Sanırım değilim. Ve bana ne olduğunu inan ki bilmiyorum." demiş ve hemen sonrasında birden etraftaki gürültünün boğuk bir ses haline geldiğini işitince kaşlarımı çatmış ve ne olduğuna bakmak için bakışlarımı masadakilere çevirmiştim.

 

Masadakiler konuşuyordu ama konuşma sesleri net değildi. Ne dediklerini anlayamıyor, sesler uzaktan kesik ve boğuk bir şekilde geliyordu kulaklarıma. Sonra bir şey oldu sanki. Hayali bir kalkan kırılmışçasına bir parçalanma sesini duydum o an. Ses yüksek ve kulak tırmalayan cinstendi. O an istemsizce bir şey oldu.

 

Yemek anında bakışlarım usulca önümdeki su bardağının içerisinde bulunan suya kaydı. O anda tüm boğuk sesler sustu ve zihnimde bir korkutucu bir fısıltı çınladı . İlk an duyulması güç olan bu ses sonrasında yavaşça netlik kazandı. Hemen ardından da zihnimde baş gösteren bir ağrı var oldu. Ağrı o kadar şiddetliydi ki ellerimi başıma götürmemek için kendimi zor tutmuştum.

 

" Bana gel !"

 

O an zihnimin içerisinde bu sesi duydum. Ve tam o anda bu sesin nereden geldiğini merak ettim. Bakışlarım bir an olsun bile suyun yüzeyinde bulunan kendi yansımamdan ayrılmadı. Ta ki tekrar aynı sesi zihnimde duyana kadar.

 

" Bana gel ! "

 

Tekrar ve tekrar aynı ses zihnimde yankı buldu. Ve o an bir ürperti bedenimi ele geçirdi. Sanki her yer hissizliğin esareti altına girdi. Renkler soldu. Yaşam bir anlığına durdu. Bedenim kas katı kesildi. Öylece durmuş o anın içerisine sıkışmış gibiydim. O anda yavaşça bedenim üşüdü, zihnim sızladı, ruhum kanadı, aklım durdu. Kalbim korkuyla atıp durdu. Ne oluyordu bana ansızın?

 

Yavaşça zihnimde baş gösteren ağrıyla mücadele ederken birden yansımam başka bir hal aldı. Korkutucu bir yüz ifadesine dönüşen yansımama bakarken aniden bu yansıma bana doğru usulca yaklaştı ve ben tam geriye çekilecekken bir anda bir el bileğime dokununca anında bileğimi sertçe çekip bana dokunan kişiye baktım. Korkudan titreşen göz bebeğim bana dokunan kişiye baktı.

 

Süreyya hanım bana garip, merak eden bir ifadeyle bakınca o an içerisinde olduğum durumu yansıtmamak için büyük bir uğraş verip, kendimi toparlamaya çalıştım. O esnada Süreyya hanımın cümleleri kulağıma ulaşmıştı.

 

"Korkuttum mu? Sanırım dalmıştın. Seslenince beni duymadın. Bende dokunarak farkına var istedim."diye ılımlı bir sesle konuşunca anladım dercesine bakıp, dikkatleri üzerimden çekmek için asıl soruyu sordum.

 

" Ne oldu? "dedim kısaca. Sorumla birlikte Süreyya hanım yavaşça dudaklarını araladı ve konuşmaya başladı.

 

" Arın hoca buradan ne zaman gidersin diye sordu. Senden yanıt gelmeyince ben devreye girdim "diyince Süreyya hanım anladım dercesine kafamı sallamış ve belli etmemeye çalışırken sakin ve durgun bir şekilde davranmak adına kendimi zorladım.

 

Bu konuşmadan hemen sonra anında Arın hoca söze girmiş ve bakışlarımı ona çıkarmamı sağlamıştı.

 

" Daha kalmayı düşünüyor musun diye merak ettim?" diye sorunca o an sorunun neden sorulduğunu niçin sorulduğunu anlamaya çalışınca, buradaki kalma sürem hakkında olduğunu anlayınca zor da olsa kendimi toplayıp cevap vermeye hazırlandım.

 

O anda Arın hocaya ılımlı bir şekilde baktım. Ama aklım hâlâ az önce olan bitendeydi. Ve uzun bir süre bu üzerimdeki etkisi devam eden olayı kolay kolay unutacak değildim. Zihnimde cümleler bir araya geldi ama o kadar odak noktam başka bir yerde bulunuyordu ki ne dediğimi, ne anlattığımı ben bile bilmiyordum.

 

" Ah sanırım balodan sonra gitmeyi düşünüyorum. Daha fazla burada durmam gibi." demiş ve masada derin bir sessizlik var ederken, o an biraz ileride duran duvara asılı olan aynaya baktığımda gelişi güzel bir anda en arka sıradaki masada bir karartı görmüştüm ve o anlık karartıyı gördüğüm anda tüm dikkatimi oraya verdim.

 

Neyin nesiydi bu karartı? Bana tam olarak ne oluyordu? Zihnimdeki ses neydi? Bu görüntülerde neyin belirticisiydi? Anlam veremiyorum bir türlü. Bir an önce buradan gidip olan biten üzerine düşünmek istiyorum ama dikkatleri üzerime çekmemek için daha ılımlı davranıyor, çaktırmamaya çalışıyordum.

 

" Ah ben bir nedenden ötürü daha çok kalırsın diye tahmin etmiştim." diyen Süreyya hanımın sesi kulağıma ulaşınca cümleler benden bağımsız çıkmıştı. Bakışlarım o boşlukta asılı kalmışken. Kimseyi şu an tam olarak anlamıyor, dikkat kesilemiyordum.

 

"Beni burada tutacak hiçbir şey yok. Bu da gitme zamanımın çoktan geldiğini söylüyor." demiş ve dudaklarımdan hissiz bir nefes çıkmıştı. Bakışlarım boşluktan çekip yavaşça Süreyya hanıma çevirip ona afiyet olsun dedikten sonra yerimden kalkıp, burayı terk etmeye koyuldum. Çünkü daha fazla açık vermemek için buradan uzak durmam gerekiyordu .

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

Bölüm : 27.04.2025 10:14 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
İçindekiler
Özlem Durmuş / Ölümün Melodisi *Varta* / 69 - Kırık Ruh
Özlem Durmuş
Ölümün Melodisi *Varta*

19.11k Okunma

4.17k Oy

0 Takip
71
Bölümlü Kitap
1- Ruha Hapsolmuş Cesetler2 - Ruha Hapsolmuş Karanlık3-Ruh Sürgünü4-Kayıp Misafir5-Kader Çarkları6-Gerçeğin Yazgısı7-Sır Portresi8-İç Hesaplaşmalar9-Zaman Göstergesi10-Gizli Süliet11-Ölüm Sihri12-Soğuk Bakışlar13 - Çığlık Sesleri14-Karanlık Şafak15 - Ezberbozan Haller16-Günyüzü17 - Günahsız Ruh18 - Kör Gerçek19 - Çöl Nefesi20-Uyum21-Ayna Arkası22-Teni Tırmalayan Fısıltı23-Büyük Karar24 - Yaşam Çığlıkları25-Eksik Cümleler26 - Kısıtlı Zaman27-Ruhun Nefesi28-Siyah Alev29 - His Kesiği30-Küle Dönen Hayatlar31-İslerin Sardığı Zihin Bağları32 - Yanmak ve Yadırgamak33-Geçmişe Saklı Ruhlar34-Işığı Sönük Zihinler35-Kan Bağları ve Kader Çarkları36-Yaşamın Kırık Aynası37-Tökezleyen Ruh ve İncinen Kalp38-Mekanik Düşünceler39-Hazin Hayal Kırıklığının Çığlığı40-Gerçeğin Acı Döngüsü41-Ölüm Düşü42-Yarım Bırakılmış Hisler43-Yollar ve Roller44-Patlama Senfonisi45-Koma Uykusu46-Gece ve His47-Nefes Girdabı48-Kehanetin Yazgısı49-Ruhlar Vadisi50-Fısıltılar ve Çığlıklar51-Yarılan Dünya52-Zamanın Kaybettiği İnsanlar53-Can Acıtan ve Can Avutan54-Eskiler ve Daha Öncekiler55-Yaşama Direnen Cesetler56-Acının Bağırışları57-Arafta Takılı Kalan Ruhlar58 - Kasırgalar ve Fırtınalar59 - Acının Geceye Sığınışı60-Uyuşuk Zihinler ve Ruhlar61-Cinayet Melodisi62 - Donuk Tabiatlı Kalpler63 - Ölüm ve Ayrılık64-Yaralar ve Yananlar65-İzlerin Yaşamı66 - Zaman Sancısı67-Katı Yapılı Ruhlar68 - Geceye Sızan Acılar69 - Kırık Ruh70-Özgür Ruh (Final).
Hikayeyi Paylaş
Loading...