
『 Uğultu yavaşça büyüyüp gölgesini yaşantıma kazıyordu...』
Yüreğimde büyütmüş olduğun umutlarımı, avuç içlerimde kırılmış cam gibi tutuyordum; her tutuşumda günden güne daha çok kanıyorum. Her tutuşumda o cam kırıkları binbir parçaya ayrılıyor ve ben umutsuzluğa kapılarak geleceğe olan inancımı yok ediyorum.
Ruhumdaki sessizlik bağıramamaktan yoruldu, bundan gayrı suskunluğumla anlatıyorum acılarımı herkese ve her şeye . Ruhum çok darbeler aldı. Yıkıma yaklaştı ama hâlâ az da olsa bir dayanağı var; Sevdiklerimin varlığı.... Belki de beni ayakta tutan buydu onca şeyden beri. Belki de bundan güç alarak yarına çıkıyorum.
Gözlerimdeki kurmuş yaşlar, kimsenin göremediği, görmek dahi istemediği bir yangının sönmüş külleriydi. Bu yangın sadece ama sadece beni yaktı. Beni yok etti. Beni küllere çevirdi. Ağlamak her daim kaçınıldığım ana her daim önüme çıkan bir sebepti. Kaçtım ağlamaktan acılarımı daha yoğun hissetmemek adına. Kaçtım ağlamaktan güçsüzlüğümü herkes görememesi adına. Ve kaçtım ağlamaktan daha fazla kendimi yetersiz hissederek mücadelemden dönmemek adına.
Ben gülerken bile içimde sessizce ağlayan, hiç susmayan bir kadın var, ama kimse bu içten içe ağlayan kadını fark etmiyor. Ya da fark etmek istemiyor. Görmekten kaçınıyor olabilir. Bu zamana kadar her daim kendi başıma acılarımla yaşamayı alışkanlık edindim. Kimseden medet ummadım. Kimseye sığınmadım. Ve kimsenin bu yüzümü görmesine izin vermedim. Zaman geçti herkes göçtü ama acılarım her daim benimle yaşadı benle yarınlara ulaştı.
Acısız insan yok derler. Peki hissiz acılara sahip insan var mı? Benim acılarım hissizdi. Vardı ama açığa çıkmıyordu benim irademle. Uzaktan uzağa acı veriyor ama kendini ortaya koymuyor, kimseye görünmüyordu. Belki de farklılıklarımız burada başlıyordu. Acılarına yön veren kişiler. Acılarını şekillendiren onu farklı bir alanda yaşatan kişiler. Acılarıma yön verdim. Onları susturdum. Gözlerden uzak tutup onu gizledim. Varlığını bir gölge gibi sakladım.
Gölgeler arasında gezinen acılar krallığı inşa ettim ben. Acılar bir bedende yeniden can buldu benim zihnimdeki krallıklarda. Ve orada en büyük yıkımların sebebi oldu. Kaosu yeniden var etti. Zararlar verdi ama bu zararlar sadece bana yıkım sundu başka kimselere değil.
İçimde binlerce susturduğum, dile getirmediğim kelime var ama bunu konuşacak, ortaya dökecek gücüm yok. Sadece onlarla yaşıyorum ve onların bendeki izlerini canlı tutuyorum. Geçip gitmesin diye. Geçmişte iz olmasın diye. Gelecekte benle kalsın diye. İçimdeki gece hiçbir zaman sabah olmuyor. Her daim etraf karanlık, aydınlık çok uzakta. Karanlık her yeri herkesi işgal etmiş durumda. İçimdeki gecede ne çığlıklar, ne acılar, ne kaybedişler, ne ihanetler, ne yıkımlar saklı kimsecikler bilmiyor. Bilmesinler de. Bendeki bu hali kimse ama kimse bilmesin.
Aslında karanlık beni hiçbir zaman yutmadı, ben ona kolay yoldan teslim oldum sessizce ve isteksizce. Direnmeden, zorlanamadan... Öylesine bir vazgeçişin verdiği düşüncelerle. Bir pes edişin sunduğu gösterimle.
Hayatımda çok fazla izlerin yaşamı saklı. Bu izler her yaşamdan derin yaraları saklıyor. Her yaşamın çığlıklarını muhafaza ederek zihinlerden silmiyor.
Hayatımda çok fazla zaman sancısında acılarımı başa sara sara yaşadım.
Hayatımda katı yapılı ruhları bir bir gördüm. Onlarla inanılmaz bir mücadele içerisinde oldum. Onlardan gelen derin darbeleri göğüsledim. Onların verdiği yıkımları soğuk bir ifadeyle izledim. İçimdeki çığlıkları bastırırken.
Hayatımda çok fazla geceye sızan acıların gölgesini gördüm. Bu gölgeler korkutucu olmaktan çok insanı mahveden bir etkiye sahipti. Nefes alamazdı kişi, uyuyamazdı, yemek yiyemezdi, yaşamı hissedemezdi. Her şeyden mahrum olurdu. Ve her şeyi unuturdu salise salise...
Hayatımda çok fazla kırık ruha sahip insan tanıdım. Bu ruhların acısı geçmişten gelen yaralardan kaynaklanmaktaydı. Geçmiş unutulmadığı gibi saklanmazdıda. Seni senden alana dek yok etmeye, durdurmaya, alıkoymaya çalışırdı. Bu zamana kadar her satırda belki acılarımı dile getirdim. Ama şimdi bundan sonraki satırlarda farklı bir ben göreceksiniz.
Özgür ruha sahip olan benim hayatımı görecek onu hissedeceksiniz. Bu ne zaman mı olacak ? Her şeyi halledip yaşamın bir kıyısında durgun bir denizin önünde hayalimi gerçekleştirirken.
Uzun bir süredir terasta öylece durmuş olanları sindirmeye çalışmıştım. Ne olduğunu neden olduğunu kavramaya çalıştım ama başaramadım. Marsilya Orman'ından aldığım o kılıç ne içindi? Onunla tam olarak ne yapacaktım? Bunların cevabı yoktu. Ya da ben fark etmiyorum. Çünkü son zamanlarda gördüğüm görüler hiçte öyle basite alınacak şeyler değil. Sanki bir şey var ve o şey benim onun yanına gelmemi istiyor. Sahiden neyi kaçırdım ben. Başımı eğip daha dingin zihinle düşünmeye çalıştım.
Terasın korkuluklarına yaslı olan avuç içlerimi yavaşça sıkarak kendimi zorladım. Sakin kalmadan bu işi halledemem ama ben şu an yoğun bir gerginlik yaşıyorum. Bilinmezlik korkutucu gelir her insana ama bana sadece gerginlik verir. Çünkü nasıl bir adım atmam gerektiğini henüz bilmemek beni çileden çıkaran şeylerden biri.
Ben bir planım olmadan, bir eylemde bulunmam ama şu an neyi nasıl yapmam gerekiyor ondan emin değilim. Başımı yavaşça geriye attım ve bakışlarım zifiri karanlık olan gökyüzüne çıkardım. Beni ne bekliyordu yarınlarda? Çünkü son bedel kısmının zor olacağımı biliyorum ama bu zorluk neyden kaynaklı onu bilmiyorum.
Bilmediğim ne çok şey var şu hayatta. Bu bile insanı germez mi? Endişe etmeni sağlamaz mı? Bedenim titriyordu. Soğuk havadan mı yoksa sinir hücrelerime kadar işleyen gerginlik ve endişeden mi? Bazen gölgeler arasında dolaşan göremediğimiz ama hissettiğimiz o cismani şeylerin etrafımı kuşatıp beni karanlığında en bilinmez, derin kuyularına çekmeye çalıştığını düşünüyorum.
Sanki çoktan anlaşma yapılmış ve ben bu anlaşmada bir yemdim. Dayanıklı ama darbeleri göğüslemiş, sakin ama her an patlayacak bir bomba, hissiz ama bir anda tüm hisleri kendine barındıran bir varlıktım. Sadece pimi çekildiği anda kendini açığa çıkaran bir bombadan farkım yoktu. Etrafım mayın tarlasına dönüşmüş halde. Herkes tehlikenin etrafımda olduğunu sanıyor ama aslında tehlike sadece benim. Benim bir adımım tüm tehlikeyi açığa çıkaracak. Ben hissiz kalırsam herhangi bir şey olmaz ve o mayın tarlası patlamaz ama ben harekete geçersem patlamalar üst üste gelir.
Yani hiçbir şey kendi başına tehlikeli değildir onu tehlikeli kılan attığımız adımlar ve verdiğimiz kararlardır.
Ve şu an vereceğim kararın vereceği zararı en aza indirmek istiyorum. Peki bunu yapmak için nasıl bir yol izlemem gerek? Aslında aklımda bir plan var. Herkesi tamamen uzak tutacak bir plan. Bana görev olarak verilen baloyu erkene alarak çoğu kişiyi belli bir yerde toplar sonra kalanları ise kalkanlarla güvende tutarım.
Çünkü biliyorum ki Klafter Yanardağı 'nda beklenmedik olayların oluşacağı. Bu bir yanardağ eğer yanlış bir şeye sebep olursam, son kaçınılmaz olmaz mı? Ve bildiğim kadarıyla çok uzaklarda değil bu yanardağın bulunduğu yer. Tüm krallıklara yakın bir yerde. Oradaki herhangi bir patlama çoğu kişiye zarar verir. Havaya karışan yanardağ külleri insanların hasta olmasını sağlayabilir. Bunu önlemek için bile bir el plana ihtiyacım var.
Ve bunu. İçin adım adım ilerlemem gerek. Son bedel ama en zor olanı bu olduğuna göre daha temkinli olmam gerekiyor. Yapacağım bir hata herkesin hayatına mal olabilir.
Bu kadar içinden çıkılmaz bir olayın içerisinde olmak bile korkutuyor insanı. Korkum bana olacak şeyler değil. İstemeyerek de olsa zarar vereceğim kişilerin varlığı beni korkutuyor.
"Sence ne yapmam gerekiyor Rosa?" dedim kısık, çaresiz bir sesle. Sorumu duyması ve anında cevap vermesi gerekiyorken Rosa 'yı olduğu yerde bulamadım. "Rosa?" diye tekrar seslendim ama bir cevap alamadım.
Neler oluyor? Beni bu kadar uzun süre yanıtsız bırakmaz. Şaka yapacağı bir anın içerisinde de değiliz. Endişeden titreşen bakışlarımla etrafı yokladım. Ne yapmam gerekiyor? Aklıma o an Ölü Ruh geldi ve hemen ona seslendim. Uzun zamandır onunla irtibata hiç geçmemiştim.
"Ölü Ruh beni duyuyor musun?" diye yarı endişeli bir sesle konuşmuştum. Korkum ona ulaşamamaktı. Saniyeler geçti ve ben birkaç dakika ondan cevap bekledim. Ama yine bir cevap gelmedi.
Olduğum yerde endişeli halde bir ileri bir geri gelip dururken tekrardan hem Rosa 'ya hemde Ölü Ruh' a seslendim. Tam olarak ne oluyor? En son yaşadığım şeyden sonra ne Rosa benimle bir irtibata geçti ne de şimdi Ölü Ruh 'la bir irtibata geçebildim.
Bu endişeli halimin bana bir fayda vermeyeceğini anlayınca yavaşça olduğum yerden ayrıldım. Kime gitmem gerekiyor? Aklımda çoğu kişiyi eledim. Kimse bana şu an yardım edemezdi. Çünkü hiçbir şeyden haberi yoktu ve birde bunu anlatmakla uğraşmak istemiyorum. Aklımda iki isim belirdi Lord Yelit ve Larut. İkisi bana yardım edecek kişilerdi. Anında ilk durağım Lord Yelit 'in odasıydı. Odaya gitmiş ve orada Lord Yelit' in görmek istemiştim.
Ama odası boştu ve bunu hemen Turul beye sormuştum. Çünkü onunla koridorda rast gelmiştim. Ona sorduğum anda hâlâ gittiği seyahatte olduğunu ve daha dönmeyeceğini öğrenmiştim. Merakla neden onu aradığımı sorduğu anda bir işim olduğunu söylemiştim. Acilse bana yardım edebileceğini söylediği anda direk ona Larut 'u bulabileceğim yeri sormuştum.
İlk başta Turul bey şaşırmış daha sonra durumun ciddiyetini anlayınca en son gittiği yerim Avcılar Krallığı olduğunu söylemişti. Turul beye teşekkür ettikten sonra olduğum yerden ayrılmış ve Avcılar Krallığı' na gitmek için harekete geçmiştim. Hemen açmış olduğum portaldan Larut' un bulunduğu krallığa gelince beni bu saatte krallıkta görenler şaşırmış ve aralarından geçip gittiğim kişiler beni birbirlerine gösterip durmuştu.
Avcılar Kale'sinden içeri girer girmez anında önüme çıkan ilk kişiye Larut 'u sormuştum. Sorduğum anda sorduğum kişinin kim olduğunu duyduğu anda önce şaşırmış ve daha sonra ısrarcı ve aceleci halimi fark edince anında bana istediğim cevabı vermişti. Larut' un nerede olduğunu öğrendiğim gibi neredeyse koşar adımlarla dediği kata çıkmış ve ilerlemeye devam etmiştim.
Daha önce buraya gelmiş olduğum için burasını iyi biliyordum. Sonunda Larut 'un buradaki çalışma odasının kapısının önüne geldiğimde hızla kapıyı çalıp içeri girmemi istediği anda kapıyı zaman kaybetmeden açıp içeri girmiştim. İçeri girip hızla odada gözlerimi taradım ve onu kitaplık önüne kitapları yerleştirdiğini görmüştüm. Larut hemen beni fark etmedi ne zaman kimin geldiğine bakmak için arkasına dönünce tam o sırada bakışları beni bulduğu gibi anında elimdeki kitap düşmüş ve burada olduğumun gerçeği onu şaşkına çevirmişti.
"Emira." demiş ve devamını getirmemişti
Yavaşça yerimden harekete geçip arkamdan kapıyı kapatıp ona doğru ilerledim. O sırada yarı karanlık olan odada bir gözlerim dolaştı. İçerisi basık bir ortama sahipti. Her yerde dağınık halde bulunan kitaplarla doluydu. Kitapların olmadığı bir her dahi kalmamıştı. Sağ tarafımda koca bir masa vardı ve üzerinde sayısızca açık halde duran kitaplar bulunuyordu.
Buruşturulmuş kağıtlar yarısı yerde yarısı masada duruyordu. Yer yer raftaki kitaplar devrilmiş, yarısı yan şeklinde yerleştirilmişti. İçeride herhangi bir çiçek yoktu. Sadece çalışma masasının arkasında duran bir tablo vardı ve bu tabloda beklediğim herhangi bir objelerle dolu bir tablo değilde. Ahlas bey ve beş oğlununda olduğu bir aile tablosu duruyordu. Bakışlarımın oraya kaydığını fark edince Larut kendimi topladım ve dudaklarımı aralayıp konuştum.
"Biliyorum ani gelişim seni telaşlandırmış olabilir. Ama şu an şunu hakkında bilgi sahibi olan tek kişi olduğun için seninle konuşmak istedim."demiş ve usulca önce nereden başlayacağıma karar vermiştim. Beni sessizce olduğu yerde bekleyip dinleyen Larut 'a başladım olan biteni anlatmaya.
Sonunda her şeyi anlattıktan sonra buraya asıl gelişimin sebebini ve bunu nasıl halledeceğim konusunda bir bilgisi olup olmadığını sordum. Her ne kadar rahatsız hissetsemde kendimi başka çarem yoktu ondan yardım almam gerekiyordu. Eğer konu ben tek olsaydım asla ondan yardım alamazdım. Ama söz konusu sevdiğim kişiler olduğu için el mecbur buna dayanamam lazım.
"Dediğim gibi yemekte olan son olaydan sonra bir daha ne Yitik Ruh 'la ne de Ölü Ruh' la iletişim kurabildim." Ben her şeyi anlatırken, Larut her duyduğu kelimeden sonra daha çok endişe edip kaygılanıyor, sanki bir şey çok erkenden olduğu için gerilip duruyordu.
" İkinci bedeli hallettin ve orada ne aldın? "diye sordu ama daha ben cevap vermeden anında konuştu." Oradaki kılıcı aldın değil mi? "diye sorunca şaşkınlıkla evet dedim. Bunu nereden biliyor olmalı ki? Ben şaşkınlıkla olup biteni nasıl bildiğini merak edip dururken Larut birden yönünü raflara çevirdi ve kitaplıkta bulunan kitapları kurcalamaya başladı.
Aradığını sonunda bulduğu gibi hızla tekrar bana döndü ve elindeki kitabın sayfalarını karıştırıp, bulmak için çabaladığı şeyi armaya devam etti. Bu sırada da bana bildiği şeyleri aktarmayı kesmedi.
"Küçük bir hata yapmış olmalısın. Bir şeyi erken başlatmış olmandan dolayı bu kalkan engeli etrafında oldu. Hiç tahmin etmiyordum ama sanırım kılıçta bir şeyi yerinden erken çıkarmış olmalısın. Neyi çıkardın bunu bana söylemene gerek yok. Ama bunu çıkardığın için uyuyan canavarı uyandırmış olmalısın. "demesiyle ne canavarı diye şaşkınlıkla sormuştum.
" Klafter Yanardağına yönelik bir kehanet var. Gerçek olduğunu bulmak için herkes oraya gidip durdu yıllardır ama kimse bir şey bulamadı. "dedi kitaptan çektiği bakışları beni buldu." Sen buldun onca kişiye rağmen. Orada bir canavar olduğunu ve bu canavarın derin bir uykuda olduğu söylenir. Onu öldürecek bir kılıcın varlığından bahsedilir ama kimse bunu bulamadı. Ta ki sana kadar. "dedikten sonra elindeki kitabı sertçe kapatıp önündeki küçük masaya bırakıp bana doğru birkaç adım attı.
" Şimdi ne yapmam gerekiyor? Ve Yitik Ruh ve Ölü Ruh 'a ne oldu? "dedim bunun hakkında bilgi vermesini umarak.
" Onlar güvende. Sadece Kehanetin yaydığı efsundan dolayı derin bir uykuda olmaları lazım. Senle iletişim kurmamaları için bu olmuş olmalı. Bedel senden bu işi tek başına yapmanı istiyor. Bu işte teksin ama olabildiğince sana tüm bilgileri vereceğim merak etme. "diyen Larut 'un sesi zihnimde çınladı.
" Benden o canavarı kılıçla öldürmem isteniliyor. Neden ben olduğunu sormayacağım çünkü şu an bu değil de şu kılıçla ilgili sormam gereken bir şey var. O kılıçla canavarı neresinden yaralamam lazım? "diye sorunca Larut derin bir nefes aldı ve nasıl anlatması gerektiğini bilmediği için anlatırken tedirginlik yaşadı.
" O kılıçla onunla dövüşeceksin ama asıl yapman lazım kılıçtan erken aldığın şeyle onun kalbinden yaralaman. Çünkü onu ancak kalbinden yaralarsan yok edersin. Sana olan biteni daha detaylı anlayacağım. Bu canavar hakkında rivayeti ve onun az da olsa dış görünüşü hakkındaki bilgileri. "diyen Larut yavaşça biraz ileride duran sandalyeye geçip oturmamı işaret edince yavaşça dediği yere geçiş otururken söyleyeceği şeyleri sabırsızca dinlemiş ve her anlattığı şey beni daha fazla germişti.
" Bildiğim kadarıyla bu çok öncesinde olan bir şey. Lord Yelit 'in zamanında olmuş bir olay. Hırsı yüzünden bir kralın lanetlendiği bir olaydan kaynaklanmakta. Olayın ne olduğunu kehanetler kitabında kolaylıkla bulursun. Kimse artık bu kehaneti kolay kolay hatırlamaz artık. Hiç olmadığı düşünülür ya da çoktan o canavarın yok olduğunu birileri tarafından. "demiş ve arkasına döndüğü gibi raftan aldığı kitapla bana doğru ilerlemişti. Kitabı bana uzatınca önce Larut 'a sonra verdiği kitaba bakmıştım. Hemen sonra yavaşça uzattığı kitabı ellerimle kavrayıp almıştım ondan.
Kitabı alıp üstün körü baktığım anda üzerindeki Lanetli Kehanetler Tarihi isimli kitabı ellerimin arasında tuttuğumu farkına vardım.
"Bu kitap bana ne kadar yardımcı olur sanıyorsun?" diye sorunca usulca bakışlarımı Larut 'a çevirdim. Bana tepeden bakan Larut' un ifadelerinde endişe, kararsızlık ve daha nice şey gördüm.
"Çok yardımcı olur mu bilmiyorum. Sadece bildiğim senin bunun hakkında kendi kıvrak zekanla üstün geleceğin. Sadece bilmen gereken şeyleri öğren istedim. Burada kehanet hakkında bilgilerde var, canavarı tasvir eden bilgilerde. Ne kadar doğru bilemem ama okumaktan zarar gelmez. "dediği anda anladım dercesine başımı salladım.
Yavaşça ayağa kalkıp, Larut 'la karşı karşıya geldim.
" Yardımın için teşekkür ederim. Bunu unutmayacağım. "diyince sadece boş ver dercesine başını salladı. Larut yavaşça geriye çekildi ve durduğu yerden aramızdaki mesafeye ara sıra kayan bakışları arasında konuştu.
" Yaptığın fedakarlık herkesin yapacağı cinsten değil. Renas şanslı bir adam. Sevgisi saf bir kalpten geliyor. Oyunlar olmadan, yalanlar olmadan ve ihanetler olmadan bu sevgi ona layık görüldü. Bunu şu an hatırlamasa da sonsuza dek bu hali devam etmeyecek. Çünkü zihin belki unutmayı kolaylıkla kabul etse de kalp onda iz kalmış şeyleri kolaylıkla silip atmaz. Yakında eski haline dönecek. Sabırla o günü bekleyeceğinden şüphem yok. Daha fazla seni meşgul etmeyeyim. Merak ettiğin bir şey olursa buraya gelmek için uğraşma. Büyüyle not göndersen sana yardımda bulunurum. "diye uzun uzadıya sakin bir tonda konuşmuş, anlayışla bana yaklaşmıştı.
Soğuk halim onu tedirgin etsede bunu yok etmek için bir şey yapmadım. Kitabı havada sağa sola sallayıp, onun dikkatini kitaba çevirdim.
" En kısa zamanda geri vereceğim. Şimdilik gitmem gerekiyor." demiş ve arkamı dönüp kapalı halde duran kapıyı açıp içerisini terk etmiştim.
Avcılar Krallığı'nı terk ettiğim gibi hemen Moritanya Kalesi' ne geçmiş ve tamamen yalnız olacağım alanda kitabı okumayı düşünmüştüm. Hemen Moritanya 'Kalesi'nde bulunan toplantı odasına geçmiş ve verilen Lanetli Kehanetler Tarih kitabını incelemeye koyulmuştum.
İlk sayfalarda bulunan bilgiler beni alakadar etmediği için hızla bu sayfaları geçmiş ve aradığım kehanetin olduğu sayfaya ulaşana kadar çoğu sayfayı üsten bakıp hemen bir sonraki sayfaya geçmiştim. Neyseki sonunda istediğim kehanetin bulunca hemen dikkat kesip sayfada yazılanları okumaya başlamıştım.
Derler ki en eski krallıklardan olan Zefiran Krallığı 'nda güce tutkusuyla bilinen bir kral varmış. Bu kral her türlü yola başvurmaktan kaçınmazmış. Sonunda gücü elde etmesi bedeliyle. Çok fazla kan dökmüş, çok fazla can almış, çok fazla savaşlar vermiş haksız yere. Ve hiçbir zaman istediği güce ulaşmamış ta ki istediği gücü bir yanardağ içerisinde saklı olan tılsımlı kolyede keşfedene kadar.
Tamda o kolyeden haberdar olunca tüm ordusuyla o yanardağına sefere çıkmış. Bu yanardağ Klafter ismindeki çok tehlike bir yanardağmış. Çünkü aktif volkanlara sahipmiş. Orada o kolyeyi bulmasını istediği her güçlü ordusu ve güçlü askeri volkandan dolayı yanıp kül olmuş. Ta ki son olarak kral kalana kadar herkes orada can vermiş. Gücün aldatıcısına kanan kral kendisi yanardağı aşmayı ve o yanardağın girişinde bulunan mağaradan içeri güçlükle girmeyi sonunda başarmış.
Denilir ki orada aylar , yıllar ve asırlar geçirmiş. Orada o kolyeyi bulup bulmadığı bilinmez ama orada lanetli bir büyüden yardım alarak başvurduğu büyü yüzünden yanardağ o gece büyük bir patlamayla her yeri küle çevirmiş. Yanardağ'dan çıkan lavlar Klafter Yanardağı' nın etrafında küçük dağların oluşmasını sağlamış.
O günden bu yana o dağa birkaç asır kimse gitmemiş ta ki oradaki koca bir sarsıntıya kadar. Herkes oradaki kralın eninde sonunda istediği kolyeyi bulduğunu ve ele geçirirken bir sarsıntı oluştuğunu ve orada kralın lanetlenmiş olduğunu söyler. Kolye onu kötü, korkunç bir canavara çevirip, onu sonsuz bir uykuyla lanetlemiş derler. Ama o mağara içerisinde gizli bir yerde uyutuluyordur. Ta ki efsaneye göre onu yok edecek güç açığa çıktığı anda uykusundan uyanıp, o güçle mücadele edecektir.
Bu bilgileri okuduğum anda aklımdaki tek şey şu an eğer uyanıksa o mağaradan nasıl çıkamıyor oluşu? Ve bu canavarın nasıl bir görüntüye sahip oluşu? Çünkü şu an baya baya gerildim.
Bu konudaki yazılanlar bu kadardı. Ama altta bir not kısmı vardı. Bakışlarımı oraya çekip onuda okudum.
"Ve denilir ki onun güçlü, asla kırılmayacak bir kılıçla yararlanacak olduğu asıl onu öldüren şeyin kılıçta saklı olan şey olduğudur."
Bu yazıyı okuduktan sonra taş labirent sonrasında yaşadığım şey aklımda canlandı. Demek o bulduğum şeyle onu yok edecektim öyle mi? Rosa 'yla bu konuda çok fazla konuşup durmuş, bulduğum bu şeyin ne gereği var diyip durmuştu. Ama asıl işi o bulduğum şey yapacakmış bunu öğrenmiş olmam benim için bir avantajdı. Kitabın diğer sayfasına geçince duyulanlardan yola çıkarak yapılmış bir canavar resmi vardı. Yani görmeden gelişi güzel tasvir edilmiş olması önem arz etmiyordu benim için. Çünkü bu zamana kadar kimse görmemişse bu yapılan çizim gerçeği yansıtmazdı.
Onun içinde oraya gidip onunla mücadele etmeden canavarın nasıl bir görünüşe sahip olduğunu bilemezdim. Kitabı kapatıp yavaşça yerimden ayaklanıp burayı terk etmeye hazırlandım. Bu son bedel üç kısımda halletmeyi düşünüyorum. Ve şimdiden hemen ilk adımı gerçek kılmak için harekete geçmiştim.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Kuleye geçince Süreyya hanımın nerede olduğunu soruşturup, öğrendiğim gibi onun bulunduğu yere gitmiştim. Turul beyin çalışma odasında olduğunu öğrenince merdivenlere yönelmiş ve aceleci bir halde basamakları birer birer çıkmaya başlamıştım. Basamaklarda karşılamış olduğum kişiler bu kadar aceleci olmam durup bakarken onları umursamadan yoluma devam ediyordum.
Sonunda çalışma odasının olduğu kata ulaşınca hemen koridorda sol tarafa döndüğüm gibi büyük adımlarla aralık halde duran kapının önüne gelip dan diye hızla kapıyı çalıp gel komutunu beklemeden hızla içeri girmiş ve içeride bulunan herkesin bakışlarının bana dönmesini sağlamıştım. Şu an içerisinde bulunduğun odada Arın hoca, Süreyya hanım ve Turul bey vardı. Üçüde bu hızlı gelişimi, soluk soluğa kalmış halimi izlerken anında söze girmiştim.
"Ah biliyorum pat diye odaya girdim kusura bakmayın." demiştim Turul beye mahcup bakışlarla bakarken hemen sonrasında bakışlarımı tam karşımda bulunan tekli koltukta bana doğru dönen Süreyya hanıma çevirip bu sefer muhatabım o olduğunu belli ettim. "Sakıncası yoksa şu maskeli balonun tarihini erkene alabilir miyim?" demiştim hâlâ soluk soluğa kalmış halimle.
Süreyya hanım bu aceleci halim ve bir ansa tarihi öne alma girişimime sadece şaşkınlıkla baka kalmış o an bir şey diyememiş. Birkaç saniye öylece sessizce onu izlerken yavaşça kendini toparlamış ve ardından bana cevap vermişti.
"Ne kadar erkene almak istiyorsun?" dediği anda hemen cevapladım onu.
"İki hafta erkene almak istiyorum. Bildiğiniz gibi üç hafta kaldı ve ben altı gün sonra baloyu yapmak istiyorum." demiş ve onun bu erkene alma girişimime verdiği abartılı tepkiye seyirci kalmıştım. Aynı Süreyya hanım gibi Turul bey ve Arın hocada şaşırmış bu yaptığım şeyin şaşkınlığını yüzlerinde görebilmiştim.
"Neden erkene almak istediğini anlayamadım ama bunun için bir krallıklarla konuşmam gerekiyor. Sana olumlu bir netice olursa haber ederim." diyince anında teşekkürler demiş ve tam gitmek için hazırlanırken Arın hoca beni lafa tutmuştu.
"Eğer meşgul değilsem birkaç dakika konuşabilir miyiz?" diyip hemen Süreyya hanımın yanında bulunan tekli koltuğu işaret etmişti. Kararsız bakışlarımla koltuğa bakmış sonra kabul etmekten başka çare olmadığını anlayınca yavaşça koltuğa doğru ilerlemiş, bir yandan da hızla büyü yardımıyla arkamdaki açık olan kapıyı kapatmıştım.
Koltuğa oturunca kendimi fazlasıyla rahatsız hissetmiştim çünkü üç çift gözün hedefi halinde duruyordum.
"Uzun zamandır pek bir araya gelip konuşmadık. Son olaylardan sonra kendini iyice soyutlandığın için sana nasıl yaklaşmamız gerektiğini bilemedik ama bu birkaç haftadır seni iyi ama endişeli görüyorum. Eğer yardıma ihtiyacın varsa sana seve seve yardımcı oluruz bunu bilmeni isterim. "diyen Arın hocaya daha yanıt veremden Süreyya hanım konuştu.
" Evet bu ani gelişin ve baloyu erkene alışın, sonra zamanlarda her şey ve herkesten kendini soyutlamanı sadece bir şeye yoruyorum. Bizi yokluğuna mı alıştıracaksın? "dediği anda başımı yavaşça sağa çevirdim ve tam bana dönük vaziyette konuşan Süreyya hanıma baktım. Benim benzerim olan mavi hareleri ne yapmaya çalıştığımı anlamaya çalışıyor. Bir sebebe yormak istiyordu. Sessizce ona bakarken hâlâ söylenilenlere cevap vermeden yeni bir cümle duyuldu çalışma odasında.
" Bu kadar erken bir veda senden beklemiyordum doğrusu. "diye konuşunca bu sefer Turul bey, o an ne diyeceğimi bilemedim.
Karasız bakışlarımı etrafta dolaştırıp durdum. Ne demem gerekiyor bilmiyordum.
" Bildiğiniz gibi bazı olaylar aniden patlak verdi ve onları halletmem gerek. "dedim üstü kapalı bir şekilde olanları anlatma gereği duyarken.
" Neden açıkçası şu yaptığın yasaklı büyü için uğraş verdiğini söylemiyorsun? Ve dün Avcılar Krallığı 'nda seni görmüşler. Üstüne üstelik Larut' un odasına gitmişsin. Neler oluyor Emira? Bir sorun varsa yardımcı olabileceğimizi bilmen gerek. Her ne kadar ne yaptığını bilmesekte ne için yaptığını biliyoruz. Bunu Renas hoca için yapıyorsun. "dediğinde Süreyya hanım neredeyse ne için mücadele verdiğimi bilmesi beni şaşırttı. Demek ki hiçbir şey tamda gizli değilmiş.
"Bu benim sorumluluğumda ve yapmam gereken neyse onu yapıyorum. Hem her yerde ajanlara sahip olduğunuz bilmiyordum. Larut 'un yanında önemli bir şey sormak için gitmiştim. Yoksa onun yanına kolayca gideceğimi sanmıyorsunuz değil mi? Ve kendi meselemi kendim halletmeyi severim bilirsiniz. Kimseyi ne rahatsız etmek isterim ne de zor duruma sokmak. Sizden ricam sadece bu konuda bana sorular sormamanız ve sizden istediğim gibi baloyu erkene almanız. Ben her şeyi hallettim. İstediğim tarihte olursa çarçabuk her şey hallolacak. Başka diyecek bir şey yoksa benim gitmem gerekiyor. "dedikten sonra olduğum yerden kalkıp kapıya doğru ilerledim.
Kapıyı açıp çıkmadan hemen önce Süreyya hanımın dikkatli ol dediği cümleyi duymuş ve ona teşekkür mahiyetinde başımı sallayıp odayı terk etmiştim. Koridorda ilerlerken ilk adımı halletmenin verdiği huzurla emin adımlarla merdivenlerin olduğu tarafa yönelmiştim. Şimdi sırada ikinci ve başlangıç adımı vardı. Merdivenlere ulaşmış ve yavaşça basamakları inmeye başlamıştım.
Ben ne yapmam gerekiyor diye kendi kendime düşünürken birden basamaklardan yukarı çıkan tanıdık bedeni görünce kasılmış ve o an basmaktan inmeyi bırakmıştım.
Ahrar hâlâ dalgın dalgın basamakları çıkıyor elindeki kitaplara yavaşça bana doğru yaklaşıyordu. Bakışları sonunda önünden uzaklaşıp yukarı çıkınca beni gördü. Olduğu yerde beni görmenin şaşkınlığını yaşarken yavaşça ilerlemeye devam etti.
Olduğum yerde hâlâ dururken Ahrar üç basmak daha çıkmış ve tam karşımdaki yerini almıştı. Anında yüzüne yerleşen meraklı ifadeyle ilk önce yanağıma sonra ellerimle bakmıştı.
Yaralarımı görmeyişi onu rahatlatmıştı.
Gizliden rahat bir nefes aldığını görmüştüm. Her ne kadar bana belli etmemeye çalışsada. İyileşmiş halimden memnun olmuştu.
"Yaraların iyileşmiş kısa sürede." diyerek asıl geleceği konu için açık kapıdan giriş yapmıştı. Usulca başımı salladım konuşmak yerine. "Şimdi nasılsın?" diye sorunca bu sefer konuşmam gerek kalmıştı.
"İyiyim toparladım kısa sürede." dedim kısa tutmaya çalışarak cümlemi.
" Haklısın kolyenin şifacı özelliğini unutmuş olmalıyım. İyi olmana sevindim." demiş ve o an bakışları benden uzaklaşıp etrafta kısaca bir gezinirken ne yapacağını bilmeyen bir halde kararsız bir tavırla olduğu yerde biraz ileri geri sallanmış sonrasında cesaretini toplamış olmalı ki anında konuşmasına kaldığı yerden devam etmişti. "Kendine iyi bak Emira. Herkesi her şeyden koruyacak gücün var ama bu kendin olunca önemsemediğin bir şey oluyor. İlk önceliğin kendin olmalı." diye bana asıl dikkat etmem gereken şeyi ima edince bu garip ama tatlı bulduğum haline sadece tebessümle bakarken buldum kendimi. Ahrar bana bakmadığı için tebessüm ettiğimi görmedi.
" Beni bilirsin diyeceğim ama bilmiyorsun. Hiçbir zaman söz konusu sevdiklerim olduğu anda kendimi düşünmedim. İlk önceliğim onların güvenliği oldu sonra kendimi önemsedim." dedim ılımlı bir tavırla konuşurken. Amacım ona laf sokmak değil bunu açıklamaktı.
Ahrar bunu fark etmiş olmalı ki bakışları usulca beni bulurken anladım dercesine başını sallamış ve onun yanından geçip gitmeye hazırlanırken ona sanki onu son kez görecekmiş edasıyla bakmıştım. Ona bakışımı sadece Ahrar sessizlikle karşıladı. Sadece olduğu yerde durmuş benim yavaşça basamakları inişimi seyretti.
Önüme döndüğüm gibi basamakları hızla inmeye ve şimdi ki durağım olan odamın olduğu tarafa doğru ilerlemeye başladım. Odamın kapısının önünde durunca adımlarım sağıma soluma bakıp hemen sonrasında odaya girmiş ve her zaman aktif olan kalkanı değiştirip kimsenin içeriye girmeyeceği bir koruyucu kalkan yapmıştım. Çünkü biraz sonra ikinci aşama için işe koyulmam lazımdı.
Balo hakkındaki her şey ayarlanmıştı. Tüm fikri bir notla Victoria 'ya aktarmış, bu konunda bu işi üstlenmesini rica etmiştim. Victoria geri çevirmeden bana olumlu bir cevap göndermişti. Balo işini de aradan çıkarmıştım bu sayede. Balonun erkene alınacağını biliyorum çünkü Süreyya hanımdan bugüne kadar ilk kez bir şey istemiştim ve bunu mutlaka yerine getirecek olduğundan adım kadar eminim. Sırada Klafter Yanardağı'na gitmeden önce yapacağım hazırlıktı. Yanardağ hakkında Larut' un verdiği bilgileri tekrardan incelemiştim.
Şu an Rosa olsa bu konuda bana takılır, daha önceden detaylı baktığın notları tekrardan mı okuyacaksın derdi. Her ne kadar hiç belli etmesem de onun varlığına alışmıştım. Çoğu zaman beni rahatsız eden sessizliğim onun varlığıyla çekilir kılınıyordu. Bana her daim yardımcı oluyor, kendimi en ufak bir şeyde suçlu bulsam, anında bunun doğru olmadığı yönde cümleler kuruyordu.
Rosa bana bir arkadaş gibi yaklaşmıştı bugüne dek. Ve öyle devam edeceğini de biliyorum. Muhafaza ettiğim yerden notu çıkardım ve tekrardan baştan okudum.
"Klafter Yanardağı. Etrafı küllerle sarılı, orada bulunmak insanın ciğerlerine iyi gelmiyor. Bunu önlemek için bir şey yapman lazım. Yanardağ etrafında beş adet sönmüş yanardağ bulunuyor, aktif olanı ortada bulunan yanardağ. Bu yanardağ çok yüksek ve tehlikeli. Sebebi her an patlamaya meyilli bir yanardağ olduğu için. Bilmen gereken şey ise bu yanardağ hakkında şey içerisinde bir canavar olduğu görüşü. Ne kadar doğru bilmiyorum. Ona göre tedbir al. Ve yanardağın bir alanında oraya ait bir mağara girişi var. Belki de bedelde oraya gitmen istenilebilir. Sana aktaracağım bilgiler bununla sınırlı. Umarım amacına ulaşırsın. "
Etrafı küllerle sarılı haldeyse kendim için bir önlem alıp havayı doğrudan solumamı engelleyecek bir maske takabilirdim. Aktif olmayan bel adet yanardağda bana yönelik bir tehlikenin olmadığını düşünüyorum. Ama eğer yanardağda bir patlama olursa ne olur bilmiyorum. Ve şu mağaranın girişini bulmam lazım.
Ve orada ne yapmam gerektiğinide planlamam gerekiyor. Tedbir almadan oraya girmek aptallık olurdu. Zaten güçlerimi kullanacağım yerler olacak ama bedel kendi gücümle bu işi halletmemi istiyorsa, kıvrak zekamla adımlar atmalı ve ona göre bir düzenek kurup, canavarı saf dışı bırakacak işlemlerde bulunmam lazım. Orada canavarın güçlü ve güçsüz yönlerini gözlemlemeli ve buradan onu vurmalıyım.
En merak ettiğim şeyse canavarın boyutu ve sahip olduğu herhangi bir güç olup olmadığı. Nasıl görünüyor onu da merak etmiyor değilim. Oraya giderken aslında her şey doğaçlama gerçekleşecektir. Ama unutmamam gereken en önemli şey ise Ahrar 'ın hayatı bu bedelin benim aleyhime sonuçlanması olacaktır. Ahrar' a bir şey olsun istemiyorsam var gücümle savaşmalı ve o canavarı alt etmeliyim.
Aklıma takılan şeyse üçüncü bedel için herhangi bir izin ikinci bedelde olmaması. Sadece bir kılıç vardı. Herhangi bir harita ve benzeri yoktu. Acaba bu gördüğüm şeyler ve son olan şeyler mi bir ipucu taşıyordu ve ben bunu fark etmiyordum? Bu olabilir miydi?
Yaşadığım kafa karışıklığı yüzünden ellerimle yüzümü örtüp bir müddet öylece durup tüm olanları tekrardan kavrayama çalıştım. Belki de atladığım bir şey vardır diye. Uzun süren bu düşünme adımında herhangi bir şey bulamadım. Ya doğru açıdan bakmıyordum. Ya da he şey bundan ibaretti.
Uzun süren bu iç hesaplaşmadan sonra olduğum tekli koltuktan ayağa kalkıp yatağıma doğru geçip biraz dinlenmek için uyumaya çalışmıştım. Çünkü çok yorucu günler beni bekliyordu. Tam altı günüm vardı o yanardağa gitmek için. O zamana kadar aklımdaki ek planları devreye sokmam gerekiyordu.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Bir hafta sonra...
Günler geçmişti bense bu zarfta çok şeyi halletmiş, her adımı tamamlamıştım. Bedel işlemini uzatmanın sebebi canavar karşısında büyük kozlar toplamaktı. Keza bunu azda olsa başarmış, bu bir hafta boyunca onun hakkında detaylı bilgi edinmiştim. Her kitaptan, her kişiden. Sorularımı çok ustaca soruyor konuyu oraya getirmesi için eğitmenleri yönlendiriyordum. Amacım yapmaya çalıştığım şeyi anlamamalarıydı. Keza öyle de oldu. Bu zamana kadar topladığım her bilgiyi not etmiş ve buna göre bir taslak çıkarmıştım. Nereyse gideceğim yanardağ ve savaşacağım canavar hakkında çok az olsa da bir bilgim var ve ona göre birden fazla planım vardı.
Yanardağın olduğu bölgeye bu gece gidecektim. Keza zaten balo yarın geceydi. Bu süre zarfında oradaki işlemimi bitirmem gerekiyordu. Tüm önlemleri tasarlamış ve tüm hazırlıkları yapmıştım.
Tabii bu bir hafta içerisinde neler yaşamamıştım ki. Zihnimdeki o amansız ağrılar, gördüğüm o garip rüyalar ve ansızın kulağımda hep yankı yapan sesler. Her biri beni fazlasıyla etkilemiş ve bazen dayanılmaz hal almıştı. Ama buna rağmen güçlü olmayı başarmış ve planımı eksiksiz bir şekilde tasarlamıştım. Gün çoktan doğmuştu. Ama bu bir hafta içerisinde çok nadir odamdan dışarı çıkmıştım.
Çünkü çoğu an bu garip olaylar beni odamdan dışarı çıktığım anda yakalıyor ve ben orada savunmasız kalıyor, herkesin dikkatini çekiyordum. Bunu önlemek adınada bir süre odamdan çıkmama kararı almıştım. Zor da olsa başarmış, çoğu kahvaltımı ve akşam yemeğimi odamda yemiştim. Bu benim için en doğru olandı. Yeterince dikkat çekerken birde bu garip hallerimi görmeleri hiçte doğru olmaz. Mantıklı bir açıklamada yapmazdım olup bitenlere.
Şu an tek yapmam gereken şey aslında izole olup, şu bedel kısmını sorunsuz halletmek. Yapabilecek miydim? Bunu zaman bana gösterecekti.
Saatler geçmiş ve sonunda gece olmuştu. Karanlık çöktüğü gibi hazırlanmaya başlamıştım.
Üzerimde lacivert bir üniforma bulunuyordu. Üniformanın lacivert sade gömleği üzerinde siyah deri korsem ve hemen korsenin altında belimde bulunan taş labirentten aldığım kılıcı bir kına yerleştirmiş ve belimdeki kemere takmıştım. İçerisinde rahat hareket ettiğim lacivert pantolonun hemen dizlerime dek uzanan uzun siyah bir çizme giymiştim.
Çizmenin bağcıklarını sımsıkı bağlamış ve omuzlarımdan aşağı dek süzülen siyah bir pelerinin iplerini boynumun altında bağlamıştım. Saçlarım rahatsız etmesin diye belime doğru sımsıkı bir örgüyle örmüştüm. Küllerim varlığı solunumumu beni etkilemesin diye kendim için ipek kumaştan ördüğüm peçeyi yüzüme geçirmiş ve böylece küllerin ciğerlerime vereceği zararı aza indirmiştim.
Hazır olduğum anda yavaşça büyümü kullanıp buradan Klafter Yanardağı 'na kolaylıkla gitmemi sağlayacak portalı açmış ve kendimi cesaretlendirip portalın içerisine doğru bir adım atarak tamamen içerisinde bedenimin geçmesini sağlamıştım. Saniyeler içinde kendimi yanardağın olduğu alanda bulmuştum. Şu an yanardağın etekleri üzerinde duruyordum. Ve baya uzak bir mesafedeydi benim için içerisine gireceğim mağara.
Bulunduğum alan karanlık olduğu için tekrar önümü görmek adına dört adet ışık topu oluşturmuştum.
Etrafıma bakışlarımı çevirdiğim anda havada uçan kül parçacıklarını görmüştüm. Etrafımda yoğun bir sis ve sıcaklık vardı. Şu an bile yavaştan terlemeye başlamıştım bu kıyafetler içerisinde olabildiğince içerisinde rahat edeceğim ve beni serin tutacağını düşündüğüm bir üniforma giymiştim ama bu bile bu sıcaklıkta yeterli olmuyordu. Gözlerimi yukarı çıkardığım anda beş dağın ortasında bulunan yanardağ içerisinden gri dumanlar çıktığını gördüm. Bu yanardağın patlama ihtimali karşısında ne yapacağımı tam olarak bilmiyordum. Zaten şu an kafam çok karışıktı. Neyi ne zaman yapacağım onu düşünürken tedirginliğim git gide daha fazla büyüyordu.
Yanardağın eteklerine adım attığım anda sanki buradaki sessizlik kendini bir anda yok etmiş ve kulaklarıma ulaşan sessiz ve kadim bir anlatı fısıldamaya başlıyordu. Sanki bu ses haftalar öncesinden bana kendini belli eden o sesten başkası değil gibiydi.
Üzerinde durduğum toprak burada başka bir renge sahipti ; yanık kahverengilerle is karası arasında gidip gelen tonlar, ay ışığına karşı mat ve sönük bir parıltı yayıyor edasına sahipti.
Sertleşmiş halde bulunan lav tabakaları, binlerce yıl öncesinin öfkesini ve gücünü hâlâ sırtlarında taşıyor gibiydi. Zemin ilerlemem için engel taşıyan etkenleri üzerinde muhafaza ediyordu. Yavaşça bakışlarımı önüme çıkardım ve yavaştan harekete geçtim.
Her adımda ayaklarımın altında duran sert zemin, volkanın iç organları gibi damar damar olmuş çatlaklarla örülmüş, ayağımın altındaki taşlar asırlar boyunca süren ısıdan dolayı kavrulmuş, keskinleşmişti ve sivrileşmişti . Yürürken ayak tabanlarıma sertçe batıyor canımı yakıyordu.
Üzerine ayak bastığım bu zeminin bitki örtüsü neredeyse hiç yoktu; bastığım bu toprak tamamı külle kaplı bodur otlar, bu çoraklığın ortasında hayatta kalmaya çalışıyordu. Ama onunda sayılı bir ömrü kalmış gibiydi. Şimdiden nefes nefese kalmıştım. Şimdiden böyle yorulduysam kalan yolu nasıl ilerlerdim. Bilemiyorum.
Bakışlarımı gökyüzüne çektim ilerlemeyi keserek. Gökyüzü tamamıyla simsiyahtı ama sıradan bir siyahlık değildi . İçine kırmızı küller karışmış, puslu, biraz da korkutucu bir siyahlıktı.
Ay ışığı gökyüzünden yeryüzüne süzülse de bulunduğum bu alana bir türlü tam anlamıyla ulaşamıyor; onu bir perde ardından gösterip duruyordu sadece.
Küller gökyüzünde usulca süzülüyor, her biri yavaşça salınarak yere yavaş yavaş iniyor, sanki yanardağın nefes alışverişini görünmez bir şekilde dışa vurarak onu bir canlı gibi yansıtıyordu.
Etrafımdaki kül taneleri hafifti ama baya çoktu sayısı. Elimi yavaşça yukarı uzatsam, havada asılı duran sayısız küçük parçacığı hissedebilir gibiydi ; bazıları saçlarıma , bazıları giysilerime usulca yerleşiyor, tenimde kurumuş bir kül parçacığı hissi bırakıyordu. Bu içerisinde olduğum küllerle çepeçevre sarılmış hava, nefesimin içine bile izinsizce sızıyor, ciğerlerime bir yanıklık, biraz acılı bir tad bırakıyordu.
Yavaşça ilerlemeyi kaldığım yerden sürdürdüm. Yanardağın eteği sadece bir yer şekli değildi; sanki bir canlının yaşam bulduğu bir yerdi burası.
Derinlerden gelen korkutucu uğultular, bazense toprağın derinliklerinde yankılanan boğuk bir hırıltı gibi duyuluyordu. Sanki bu toprak altında kocaman bir canavar vardı ve bu canavara burası tabut olmuş haldeydi.
Eteklerdeki yer çatlaklarından her daim yükselen bu sıcak buhar, lavın toprağın altındaki derinlerde hâlâ var olduğunu, hareket ettiğini, bir sarsıntı anında yeniden her şeyi altüst edebileceğini fısıldıyordu. Ve bu zemine korku dolu adımlarla basamamı sağlıyordu. Epey bir süre yol almıştım ama hâlâ gidilecek yolum vardı. Bakışlarım zemine çevrildi.
Bu yarıklardan çıkan sıcaklık, toprağı kavuruyor, üzerinde bir şeyin barınmasını neredeyse imkânsız kılıyordu. Burada hiçbir bitki türünün uzun müddet hayatta kalmamasını açıklıyordu.
Kafamı yavaşça yukarı kaldırıp, uzakta , dağın üst yamaçlarına doğru göz gezdirdiğimde, bir zamanlar lavların aktığı yolları görebilmek kaçınılmazdı.
Soğuktan buz kesmiş, su izleri gibi inen siyah lav bantları, dağın yamaçlarında birer sarmaşık gibi uzanıyordu. Bu izlere dikkatle bakınca , doğanın bir anlık öfkesinin nasıl bu kadar kalıcı sonuçlar doğurduğunu görüyordum ; her bir kıvrım, bir lav dalgasının yönünü, hızını, gücünü gözler önüne seriyordu.
Yanından geçip gittiğim bu yolların çevresindeki taşlar hâlâ sıcaktı bazı yerlere, dokunacak olsam parmaklarımı yakabilecek kadar diri ve yakıcı ve yok ediciydi. Dağın etekleri burada olanları unutmayı reddediyor, yaşanmış her şeyi bir zihnin sakladığı anılar gibi saklıyordu. Bunları görmezden gelmek imkânsızdı.
Uzun bir süre sıcak esinti içerisinde ilerlemeye devam ederken birden içimi ferahlatan, tenimin o sıcaklığını azaltan ve bana huzuru aşılayan bir rüzgar esintisi etrafımda edip durduğu anda soğukluğu arzulayan hissimi tekrar açığa çıkardı. Esen rüzgâr, külleri havada savururken bir tür ağıt mırıldanıyor gibiydi. Ve bu ağıt nedense yavaşça beni hipnoz etmeye çalışan bir hisse bürünmüştü. Yavaşça zihnimin bulandığını ve yavaşça uykunun beni ele geçirmeye çalıştığını hissetmiş ve bun engellemek adına hızla olduğum yerde başımı sağa sola sallayıp, zihnimdeki bu işgalci tutumu ortadan kaldırmıştım.
Uçuşan küllerle birlikte bazen hafif bir yanık kokusu da taşınırdı burnuma, toprağın içinden gelen, bir zamanlar lavla yıkanarak yeniden şekillenen her şeyin küle dönmüş hatırası gibi.
Burada durmak sanki görünmez bir el tarafından ele geçirilmiş hissi veriyordu. Sanki bir ezgi vardı ve bu ezgi zihnimi yönetecek etkiye sahip olmak için beni büyülemeye çalışıyordu. Burada gerçek anlamda bulunmak tehlikeliydi. Ve kimse bu olanlardan hiç bahsetmemişti. Ya da bu olan biten sadece ama sadece bana olup duruyordu. Ve tek yapmam gereken şeyse kendimi bu etkenlerden muhafaza etmekti.
Hâlâ çok uzaklarda bir ezgi duyuyordum. Ve bu sanki her adım atışımda bana daha yakından gelmeye başlıyordu. Neyin içerisinde olduğumu bilmiyorum ama ne amaçlandığını az çok anlıyorum. Beni etki altına almak ve kolayca üzerimde bir etki bırakmak isteniliyordu. Bunu yapanın bedel olmadığını burada yatan o canavar olduğunu düşünüyorum. Çünkü onun arzuladığı şeyi üzerimde bulunduruyordum; kolyemi...
Yaydığım enerji bunu açığa vuruyor ve bu onu daha buraya ayak basmadan öğrenmiş ona göre bana bir muamelede bulunmuştu.
Tam tamına bir saat sonra sonunda istediğim yere varmıştım. Tam beş dağın ortasında bulunan Klafter Yanardağı 'nın tam karşısında dikiliyordum. Bakışlarımı yanardağın içerisine girmemi sağlayacak mağaranın girişine çevirdim. Girişi küçük ve dardı. Ve hiçte tekin durmuyordu. Etrafımda benimle birlikte hareket eden ışık toplarının oraya doğru ilerlemesini küçük bir el işaretiyle sağladım. Işık topları mağaranın girişinden içeri süzülürken ben o sırada etrafıma bakınıp herhangi bir farklılık olup olmadığına bakındım.
Benden başka biri burada yok gibiydi. Zaten çok kısa bir süre sonra tek olmayacak ve birazdan hayatımın ikinci müsabakasını yaşayacaktım. Gergin miydim? Dibine kadar. Korkuyor muydum? Evet ama asıl korkum canavarın varlığı değil, kaybetme korkusuydu. Eğer başarılı olamasam Ahrar 'ı bu sefer sonsuza kadar kaybederdim. Bu işte ölmek vardı ama kaybetmek asla olmamalıydı. Bunun içinde her şeyimle mücadele etmem gerekiyordu. Gerekirse canavarla birlikte kendimi bile yok ederdim. Ama onun beni yok etmesine izin vermezdim.
Bakışlarım mağaranın girişinde oyalanırken, yüzümün üstündeki peçeyi kaldırıp yavaşça çıkardım. Sonra pelerinin iplerini açıp yavaşça yeri boylamasını sağlayıp hızla yapmam gereken diğer şeye geçtim. Adım atarak kendimi sonraki aşamaya geçirmiş oldum.
Bakalım beni içeride ne bekliyordu?
İçeriye adım attığım anda birden içeriden dışarıya sert bir hava esintisi olmuş ve saçlarım hızla arkaya doğru savrulmuştu. Ah ne güzel şimdiden gariplikler silsilesi beni karşılaşmıştı. İçerisinde havada asılı halde uçuşup duran ışık toplarının aydınlattığı kadarıyla içeriye daha dikkatli bakınca birkaç adım önümde devasa bir kayalık görmüştüm. Sağıma doğru başımı usulca çevirdim ve nereyse bir daracık yol boyunca aynı şekilde bu yolların önü bu devasa kayalıklarla çepeçevre sarılmış haldeydi.
Bakışlarımı kısıp anlam vermeye çalıştım. Ben nasıl ilerleyeceğimi düşünürken birden biraz ileride bir boşluk gözüme çarptı ve hemen oraya doğru ilerlemeye başladım. Boşluğun önünde durunca yavaşça oradan ileriye baktığım sırada karşıma bir boşluk çıktı. Sanki bu bir çukurdu ve bende bu çukurun tam üstünde duruyordum. Yavaşça boşluğa ayağımı yerleştirip kayalıklara tutundum ve bedenimi yukarı kaldırıp çukura benzettiğim şeye bakmaya çalıştım.
Başımı çukura eğdiğim anda tahminim doğru çıkmıştı. Burası daire şeklinde bir derin çukura sahipti. Şimdi ne yapacağıma karar vermeye çalışırken bakışlarımı ileriye çevirdim. Büyümü kullanıp ışık toplarının bu çukur üzerinde uçup bir daire oluşturmasını sağladım. Böylelikle geniş bir açıdan bakacağım çukurun etrafına. Pür dikkat izlerken gözüme ileride bir şey ilişti.
İşte tamda o an bu çukura inmek için yolumu bulmuş oldum. Kalın bir sarmaşık benzeri kurumuş ağaç kökleri vardı ileride. Onlara tutunarak aşağı inebilirdim. Hemen kendimi geriye attım ve ağaç köklerinin olduğu alana doğru ilerledim. Birkaç dakika içerisinde ağaç köklerinin yanında olunca düşmemeye ve ses çıkarmamaya dikkat ederek aşağı inmeye başladım. Önce sol ayağımı sonra sağ ayağımı köklerden kalan boşluklara bırakıp yavaşça iki elime kendimi tutarak bedenimi aşağı sarkıtıp, çukurunun içerisine inmeye başladım.
Kuru kökleri var gücümle tutuyor, ayaklarımdan yardım alarak aşağı iniyordum. Benimle birlikte ışık topları da aşağı indikçe daha detaylı bir şekilde bu çukurun ağız kısmını görüyorum. Neredeyse taştan oluşan bu duvarların üzerinde ağaç kökleri ve upuzun pençe izlerine benzettiğim çizgileri üzerinde bulunuyordu. Neredeyse pençe izinin olmadığı bir yer kalmamıştı. O an şimdiden bu canavarın keskin pençelere sahip olduğunu anlamış oldum. Bakışlarım önümü bulunca inmeye kaldığım yerden devam etmeye çalıştım.
Ara sıra avuç içime batan köklerin üzerindeki kıymıklara maruz kalsamda şu ana kadar iyi gelmiştim. Bu işlem neredeyse on beş dakika sürmüş ve sonunda aşağı inebilmiştim. Mağaranın en dibine ayak basınca benimle birlikte hareket eden ışık topları yavaşça etrafa dağılıp önümü daha iyi görmemi sağladılar. Şu an daire şeklinde bulunan bir alanda bulunuyordum.
Az önce dar ve nemli bir çukurdan zorlanarak geçtikten sonra, önümde aniden açılan devasa boşluk karşısında nefes almayı bırakmıştım. Tam içerisinde olduğum mağara , neredeyse hiç kusuru bulunmayan bir daire şeklindeydi. Sanki burası bir büyü vasıtasıyla , sabır ve bilinçle içerisinde olduğum bu alanı oymuş gibiydi. Yavaşça etrafımda daire şeklinde dönmeye ve daha dikkatli bir şekilde etrafımı izlemeye başladım. Yavaşça ilk bakışlarım üzerinde durduğum zemine çevrildi.
Ayaklarımın altında duran zemin, yer yer eğik ve pürüzlerle ve küçük kırk taşlarla doluydu fakat dikkatimi çeken buranın duvarları olmuştu. Çünkü çukurun taş duvarlarındaki o pençe izlerine burada da rastladım. Ve bu gizliden gizliye tetikte olmamı sağladı. Çünkü eğer şu canavar yakınımda ise dikkatli olmam gerekiyordu. Sonra yavaşça ilerlemeye başlayınca çukurun ağız kısmından uzaklaşmış ve yavaşça mağaranın tavanına dikmiştim.
Başımı geriye atıp yavaşça yukarı bakışlarımı çektim. Başımın hemen üzerinde bilmediğim binlerce yılın birikimiyle oluşmuş olan sarkıtlar sarkıyordu. Gözlerimi kısrak daha yakından bakmak için sarkıtın tam altına geldim. Altında bulunduğum sarkıt boyu kısaydı ama hemen onun yanındaki sarkıt o kadar uzundu ki, neredeyse yere değecek gibiydi. Sarkıtın üzerindeki damlalar ucundan ağır ağır süzülüyor, mağaranın içinde yankılanan belli belirsiz bir ritimle yere düşüyordu. Her damla düştüğü anda küçük bir yankı yapıyor sesi birkaç kez kulağımda çınlama sesine sebep oluyordu. Sonrasında yavaşça bakışlarımı zemine çevirdim.
Zeminde, sarkıtların yansıması gibi yükselen dikitler vardı. Birçoğu, sarkıtlarla birleşmiş ve dev sütunlara dönüşmüştü. Etrafımdaki ışık toplarının ışığı sarkıtların yüzeyine ulaşınca yüzeylerindeki mineral izlerini ortaya çıkarıyordu. Buraya ne için geldiğimi bilmesem mağaraya detaylı bir şekilde incelerdim ama buna fırsatım yoktu. Hemde hiç yoktu.
Zeminde sadece sarkıt değil siyah ve gri tonlarında donmuş bir lav akıntısı uzanıyordu. Akıntının yüzeyi pürüzlü, kıvrımlı ve çoğu yeri çatlaklarla kaplıydı. Zeminde dikkat ederek ilerliyor, çatlaklara basmamaya gayret ediyordum.
Yavaşça birkaç adım geriye doğru adımladım. Şimdi ne yapmam gerektiğine karar vermem gerekiyordu. O sırada birden içerisinde bulunduğum bu alana yavaşça sisler dolmaya başladı. Usul usul ama tehlikeyi beraberinde getireceğini haber verirken. İçerisinde bulunduğum bu sessizlik, sadece damlayan suların ve hızla alıp verdiğim nefes sesleriyle bozuluyordu.
İçimde bu sessizliğin varlığından dolayı tarif edemediğim bir ürperti baş göstermişti. Sanki bu yer, bir anda ikiye yarılacak ve ben bir anda lavların içerisinde kendimi bulacak hissine kapılıyorum. İçimdeki o av olma korkusu beni ebedi bir gerginlik içerisinde terk edip gitmişti. Yavaşça burada herhangi bir çıkış olup olmadığına bakacağım anda birden bir fısıltı duyunca iki adım geriledim.
"Ah hissediyorum. Onu hissediyorum. Ve onun benim olmasını istiyorum."
Bu sesi duyduğum anda hızla etrafımda bakışlarımı gezdirip durdum. Lanet olası bu ses nereden geliyordu. Etrafımda herhangi bir geçit için yer yoktu. Sanki buradan başka bir yer yoktu ve o canavar burada saklı gibiydi. Birden yavaşça ışık toplarını çoğaltıp içerisini daha iyi aydınlatmasını, burada herhangi bir karanlık kalmamasını sağladım. Ama hiçbir şey yok gibi duruyordu etrafıma dikkat kesilince.
Peki o canavar neredeydi?
"Çok yakınımda.... Çok yakınımda o güç. Bana gel.... Bana gel ve benim ol."
Tekrar bir fısıltı duyunca yavaşça önüme arkama sağıma soluma bakmaya başladım. Ve yavaşça elim kılıca uzandı. Onu olduğu yerden çıkarıp gardını alan bir şövalye gibi etrafıma bakıp ansızın gelecek atağı beklemeye başladım. Ama nereden bilecektim ki tehlikenin tam ortasında durduğumu.
Bir anda üzerinde durduğum zemin sarsıntıyla sarsılmaya başladığı anda bakışlarımı yere çevirdim ve bir anda üzerinde durduğum gümüşi renge sahip ince zeminin altında bir kapalı halde duran bir gözle karşı karşıya geldim. İlk o an bakışlarımı kısmış ve yavaşça eğilip daha yakından bakmaya başlamıştım gördüğüm şeye.
Neredeyse üç göz büyüklüğüne sahip olan bu göze yarı endişe yarı korkuyla bakmıştım. Şu an bu ince tabaka altında bulunan bu gözden bakışlarımı çekip hemen göründüğü kadarıyla canavarı izlemeye başladım. Sadece görebildiğim şeyse onun başı olmuştu. Bir sürü yaraya sahip olan yüzünde bir burnu bulunmuyordu. Ağzı ise dikiş izlerine bağlı bir ize sahip kapalı bir halde duruyordu.
Bu nasıl bir yaratıktı? Yavaşça elimdeki kılıcın ucunu zemine değdirip eğilmek için kendime dayanak yapacağım anda birden kılıç zemine değer değmez bir şey oldu. Bir çığlık yankısı içeride duyuldu ve ben daha ne olduğunu anlamadan benden izinsiz olaylar gelişti. Ve bir anda kapalı olan bu göz açıldı ve açılır açılmaz direk bana çevrildi göz. Saf siyah ve kan çanağı haline dönmüş gözlerinin hedefinde ben vardım.
O an beni görmüş olduğu gerçeği başkalarında bir değişim başlatmış ve tehlikeli sayılacak bir ifadeyle bana bakınırken, o an korkuyla bir adım geriye çekilecekken üzerinde olduğum zemin aldığı darbeyle çatlamış ve bu çatlaklar sebebiyle zemin parçalara ayrılıp un ufak olmuştu. O an saliseler içerisinde görebilmiştim zeminin aldığı darbenin asıl sebebi canavarın kocaman yumruğu olduğunu.
Kendimi zor bela arkaya atmış ve boşluğa daha doğrusu canavarın üzerine düşmekten kendimi son anda kurtarmıştım. Geriye hızla kaçınırken nefes nefese kalmış halimi umursamadan canavarın yakınından epeyce uzağa kaçmış ve orada elimde hâlâ tuttuğum kılıçla onun olduğu yerden çıkmasını beklemiştim. Tabi o sırada onun fısıltısıda etrafımda yankı bulmuştu. Aslında doğrudan konuşmuyor, sesi fısıltılarla bana ulaşıyordu.
"Çok yakınım, özgürlüğüme artık çok yakınım. Geldi. Beklediğim güç sonunda bana geldi."
Bu sesten hemen sonra canavarın çatlak zeminden yukarı doğru çıkışını izledim. Şu an adrenalinin vermiş olduğu hisle öylece dumura uğramış bir halde olup biteni sessizce izliyordum. Ah şu an yanında Rosa 'nın olması için neler yapmazdım ki. Ama maalesef her zaman ki gibi her işte tek olduğum gibi bu iştede tek başımaydım. Sonunda canavar olduğu yerden çıkınca birkaç saniye onu izleme fırsatı yakalamıştım.
İlk önce ikimizin arasında bir sessizlik oluştu. Benim onu izlediğim gibi oda beni izliyordu. O an havanın karanlık bir hisle ağırlaştığını hissettim ; boğazımda koca bir düğüm var olduğu gibi içimde tarif edemediğim bir korku yavaşça her hücreme yayıldı. O zaman anladım, çok büyük bir tehlikenin tam karşısında dikilip durduğumu.
Tanrım diye bağırmak istedim o an çünkü ben böyle bir şeyi daha önce ne kitaplarda okudum, ne rüyamda gördüm. Bu her şeyin ötesinde bir şeydi. Nasıl böyle bir şey haline gelebilmişti? Karşımda şu an dikilen şey bir yaratık değildi yalnızca. Bir varlık da diyemiyordum. Sanki bu içinde bulunduğum evren onun varlığını inkar ediyor, dünya onun yaydığı karanlığa boyun eğiyordu.
Kocamandı. Hayır, sadece büyük değil devasa bir boyuta sahip diyebilirim. O kadar kocamandı ki çıktığı zeminden bana doğru birkaç adım attığı anda yer sarsılıyordu onun ağrılı altında.
Bakışlarım yüzüne usulca kaydı.
Ve o göz… Onu daha yakından ve açık halde görünce nefesim durdu. Gözü bizim gözlerimizin olduğu yerde değil, normal insanın burnunun bulunduğu yerde duruyordu. O an göz göze gelince kalbimin durduğunu sandım. Sanki ruhumun, bedenimin ve zihnimin derinliklerine kadar indi o tehlikeli bakışı.
Bakışlarım hemen sonrasında bedenini incelemeye başladı. Karşımda duran bu canavarın tam dört kolu vardı. Üç kolu iri, uzun ve kocamandı, bir kolu ise el ve parmak yerine ucu sivri simsiyah hale gelmiş bir kılıcı andıran yapıya sahipti. Bu yapı simsiyahtı.
O an bakışlarım ellerini daha doğrusu ellerinde bulunan parmaklarını buldu ya da pençe mi demeliyim.
Pençeleri siyah ama demir gibi parlak, keskin ve uzundu. O an kollarından akan sıvıya bakışlarım kaydı. Bir zifti andıran şey aslında onun kanı mıydı? Çünkü açık halde bulunan teninde bulunan yaradan akıyordu bu sıvı.
Her nefes alış verişinde açık halde bulunan yarasından akan o simsiyah sıvı yere damlıyordu ve her damla, değdiği yeri anında delik eden yakıcı bir özelliğe sahipti. Kezzap mıydı diye düşünmedim değil. Nasıl yani bendinde akan kan değil de yakıcı özeliği bulunsun bir asit benzeri sıvı mıydı? O an bu canavarın ölümün ta kendisi olduğunu düşündüm. Sessiz, yavaş, acı veren ve kaçınılmaz.
Şu an anladığım ve gördüğüm kadarıyla bu canavar insanlığı tamamen terk etmemiş gibiydi. Bu gerçek daha korkunçtu işte…çünkü kendi dengimle değilde benden baya baya güçlü bir canavara dönmüş, bir zamanlar bizden biri olan bir yarı insan yarı canavar özeliği olan bu yaratıklar mücadele edecektim.
Onunla olan bakışmamız bitince yavaşça etrafına bakındı. Ve sanki bir şey arar gibiydi ama aradığını bulamamış olmalı ki bana tekrar dönüp baktı. Olduğu yerde başını hafif bir açıyla eğip bana hitaben konuştu.
"Boynundaki şey çok güçlü bir enerji yayıyor." diye bir fısıltı etrafımda yankı bulmuş ve o an kaşlarımı çatarak, bu saçma olaya tepki vermiştim. Hadi ama ağzı olduğu halde neden bir fısıltı şeklinde sesi kulağıma ulaşıyordu? Bundaki amaç neydi? Ben sessizce olduğum yerde dikilmeye devam ederken, canavar kollarından bir tanesini kaldırıp bana doğu uzattı. Bakışları yüzümden boynuma indiği anda aslında tüm dikkatinin boynumda taşıdığım kolye olduğunu bir kez daha anladım. "Hemen onu bana ver." emredici ve asla hayır cevabını beklemeyen tavrına sadece göz devirdim.
Hadi ama öyle kolayca kolyeyi ona vereceğimi düşündüren şey ne? Tam bir aptallık yapıyor. Kolyeyi vermek için buraya geldiğimi mi sanıyor? Ben buraya onu öldürmeye geldim. Benden bir şey alması için buraya ayak basmadım. Ondan bir şey almak için bu topraklara geldim. Yavaşça sol elimle boynumdaki kolyeyi gösterip dudaklarımdan onun hoşuna gitmeyecek cevap döküldü.
"Kolyemi almak isteyenlere ne yaptığımı bir bilsen bunu benden asla ama asla istemezdin." demiş ve elimi aşağı indirip ona hoşnutsuz bakışlarla bakmış ve biran önce bu konunun kapanmasını belli eden bir tavırla olduğum yerde durmaya devam ederken konuşmaya kaldığım yerden devam etmiştim." Çünkü söz konusu kolye olunca neler yapacağımı kimse tahmin edemez. Yani yanlış insandan emredici bir üslupla bir şey istiyorsun canavar." diyerek sınırı geçmemesi gerektiğini ikazla belli etmiştim.
Ben konuşmayı bitirir bitirmez anında kulağıma onun fısıltılarla aktarılan cümlesini duydum. Hadi ama bu canavar değil mi kükremesi lazımdı. Fısıltılarla konuşması değil. Acaba hangisi daha tehlikeli? Bunu nedense çok kısa bir süre içerisinde öğreneceğimi hissediyor olmam normal mi?
"Demek ki kolyeyi bana vermiyorsun. Tamam o zaman o ince boynunu pençelerimle kıskıvrak yakalayıp sonrasında parmaklarımın arasında kırdıktan sonra kolyeyi kendim almasını bilirim." cümlesi bitince yavaşça elimdeki kılıcı aşağı indirip ona rahat bir tavırla baktım. Her ne kadar içten içe bu katı tavrına sinir olsam da bunu dışarıya yansıtmadım.
" Bir şeyi iki kere söylemekten nefret ederim canavarcık. Ve sana söyledim kolyeyi sana asla vermeyeceğim. Boş hayal dünyandan çıkmanı tavsiye ederim." demiş ve sağ elimin parmakları arasında kılıcın kabazsını yavaşça etrafında döndürüp dururken bakışları elimdeki kılıca kaydı. Gözlerini kısarak bakınca, bu kılıcın ne olduğunu anlamış oldu." Ah evet sandığın şey. Seni bana sunulan bu kılıçla öldüreceğim ama öncesinde kendi güçlerimide kullanmayı es geçemeyeceğimi bilmeni isterim doğrusu." dedikten sonra susarak vereceği cevabı beklemiştim.
Sabırsız halini görmemek aptallık olurdu. Artık sabrı zorlanmıştı ki anında başını usulca yana eğip bana üsten bir bakış atıp, fısıltıyla cümlesi bana ulaştı. Ah konuşmaya bir canavar vardı karşımda. Düşünceleri bir duvar ardından bana fısıltılarla ulaşıyordu. Ben bunun altında çok kötü bir şey bekliyordum. Bakalım ne zaman ortaya çıkacaktı.
"Kolyeyi bana ver bunu bir daha tekrar söylemeyeceğim. Ve bana vermediğin için pişman olacaksın. Kolyeyi ilk istediğim anda verseydin seni öldürmeyecektim ve gitmene izin verecektim ama sen sınırları zorladın ve ölümünü kendin karar verdin." dediği anda alaycı bir gülümsemeyle ona baktım.
Hadi ama dediğini yapmam da böyle bir ihtimal olamayacağını biliyorum. Beni yok etmek için her şeyi yapardı çünkü kolyenin sahibi benim. Benim hayatta olmam onun için hep bir sorun teşkil edeceği için kolyeden dolayı beni her türlü öldürecekti ki zaten. Ve benimde bu yalana inanmamı mı bekliyordu. O kadar aptal mı sanıyordu bu beni? Beni gerçekten tanısaydı bunları asla demezdi. Ama biraz sonra kesinlikle tanıyacaktı. O an gözümü karartmak pahasına konuştum.
"Ölürüm de sana bu kolyeyi asla vermem." dedim kesin bir sesle.
O an bu halime üzülen bir tavırla başını usulca iki yana sallamış ve sen kaybettin dercesine bunu belli etmişti. Sonra yavaşça gardını alan bir savaşçı gibi olduğu yerde birkaç adım öne doğru gelmiş ve cümlesi kulağıma ulaşmıştı. Artık aramızdaki mesafe haddinden fazla azalmıştı onun adımları yüzünden.
"O zaman bende seni öldürürüm" diyşine sadece yüksek bir kahkaha atarken buldum kendimi. Hadi ya benim aklıma bu hiç gelmedi demi? Saçmalık! Derin bir nefes alıp ona küçümseyerek bakmış ve konuşmuştum.
"Ah biliyor musun bunu diyen çok oldu ama maalesef hepsini cehennemin dibine gönderdim." demiş ve sonra bir sır verir emmiyetiyle konuşmuştum. " Sana da biraz sonra aynısı olacak gibi. Bu yüzden üzülecek olduğumu düşünecek olursan maalesef sana hayır cevabını veririm. Neden mi? Çünkü hak ettiğin son bu ve bende zaten bunun için buraya geldim..Yani canavarcık bu sondan kaçamazsın!" dedikten sonra ona sevimli sayılacak bir şekilde baktım.
Ah evet savaş öncesinde damarına basmamak lazım ama ne yapayım karşıma geçmiş seni öldüreceğim derse bende kendimi tutamam ki! Yapıştırırım cevabımı böyle aniden. Benden hemen sonra aniden onun cümlesi duyuldu içerisinde olduğum mağaranın duvarlarında yankı yaparak.
"Bu kadar kendine güvenmen bütünüyle aptallık. Bana asla karşı koyamazsın. O kolyeyi sende çok kolay bir şekilde alacağım. Ve sende pençelerim arasında son nefesini vereceksin." dedikten sonra birkaç adım daha atmıştı bana doğru.
"Ah biliyor musun bu kolye benim rızam olmadan boynumdan çıkamaz. Bunu bilmeni isterim." dedim öyle kolay kolay alamayacağını ima ederken ama umursadı mı diyecek olursanız? Hayır umursamadı.
"O zaman bende ilk olarak o boynunu kırmakla işe başlayacağım. Pençelerimin arasında can vereceksin. Ve bundan büyük haz alacağım." dediğinde ilk önce boynumu kırınca kolyeyi alacağı saçmalığına kaşlarımı çatmıştım. Sonra bir psikopat gibi haz alacağım diyen lafına. Bu ne düz mantık saçmalığıydı? Yüzümü buruşturup aklımdaki saçma sapan ihtimalleri yok ederken konuşmaya başladım.
" Ah korkmalı mıyım şimdi? Keza saçmalıyorsun. Öleceksem bile senide yanımda götürmeden ölmeyecek kadar inatçı bir yapım var. Yani canavar surat seni mahvederim ve aklının sınırları şaşar haberin olmaz. Buraya kaybetmek için değil kazanmak için geldim. Uğuruna her şeyi yapacağım tek kişinin hayatını senin gibi bir canavarın mahvetmesine izin verecek değilim. Yani canavarcık kimi karşına aldığını geçekten bilmiyorsun ama sana iyi bir haberim var biraz sonra onunla yüzleşeceksin. "dedikten sonra onun bana hamle yapmasına izin vermeden hızla planın ilk adımını gerçekleştirdim.
Ah umarım burasının duvarları fazlasıyla dayanıklılık gösterirdi. Çünkü biraz sonra yer yerinden oynayacaktı.
Anında kolyenin gücüyle bana doğru gelen canavarcığı hızla arkasında duran sayısızca dikitlerin bulunduğu alana hızla fırlatmış ve elimdeki kılıcı hemen sırtımdaki alana yerleştirip daha canavar ayağa kalkamadan ikinci kez onu olduğu yerden hızla başka bir alana doğru fırlatmış, bunu birkaç kez yaparak onu hem baya kızdırmış ve ağır darbelere maruz bırakmıştım.
O olduğu yerden toparlanmaya çalışırken bir yandan konuşmaya bir yandan da diğer darbeleri hazırlamaya başlamıştım.
"Ah hadi o kadar da güçsüz değilim değil mi?" diye yüksek sesle konuştuktan sonra olduğu yerde duran sarkıtların ona doğru hızla gelmesini ve bedenine saplanmasını sağlamış, kalan sarkıtların ise etrafında bir daire oluşacak şekilde hizalanmasını sağladıktan sonra tekrardan üçüncü hamleyi yapmıştım. Bakalım sese ne kadar dayanıklı. Anında sarkıtların etrafında sadece onun duyacağı ve zihni mahveden bir gürültünün oluşmasını sağladım. Bu arada konuşmayı ihmal etmiyordum.
"Ah buraya gelene kadar tüm canavar türü hakkında çok şey okudum araştırdım. Ve bil bakalım neler neler buldum? Ama merak etme hepsini bizzat üzerinde deneyeceğim." demiş gözü kara bir halde.
Acaba beni duyuyor muydu? Çünkü şu an olduğu yerde canhıraş bir şekilde çırpınıp durmasını görüyordum. Ah demek ki gürültüyle arası iyi değil? O halde onu ölüm çığlığımla tanıştırma zamanım geldi de geçiyor. Ve o an bu normal gürültü yerine ölüm çığlığını duymasını sağlamıştım. Canavarcığın olduğu yerde acıyla kıvranmasını ve sarkıtlara tutunarak, onları olduğu yerden sökmeye çalışarak yaptığı o boş uğraşı izledim.
Ah bilmiyor ki bu sarkıtlar bir büyüyle olduğu yerde dikilip durduğunu. Ve o an onun gürültüyü bile silip atacak acı dolu çığlığını duydum. O an kulaklarımı elimle örtüp geriye doğru kaçıştım. Lanet olsun bu seste neyin nesiydi? Anında sarkıttan oluşan bölge ve ölüm çığlığı susmuş ve onun olduğu yeri toza katarak ayağa öfkeyle kalmışını izledim. Ah lanet olsun! Bana öfkeyle yaklaşan adımlarını görünce hemen arkaya doğru kaçıştım.
Bir şeyler yap bir şeyler! Anında bana hızla ulaşacak olan pençe darbesini hızla yapmış olduğum kalkanla korumuş ve hemen onun kalkana çarpan pençesinden dolayı kalkan onu birkaç metre arkaya düşürmüştü. Ah bu aldığı sert darbe daha da öfkesini kızıştırmış ve olduğundan daha fazla öfkeyle bana saldırma arzusunu attırmışrtı. Ah düşmanlarım beni nede çok sever!
Olduğu yerden kalkmasına izin vermeden büyümle yukarı doğru yükselmiş ve onun ulaşamayacağını düşündüğüm yerde durduktan sonra mağaranın içerisinde bulunan birkaç sarkıtın olduğu yerden havaya yükselip hızla canavarcığın tam önümde duran duvarda kollarından ve ayaklarından duvara çivilenmesini sağlamıştım. Olduğu yerde çırpınıp dururken onu yeni bir acıyla sınamıştım. Biraz daha acı çekmeli ki onunla eşit şartlarda kapışmam gerekiyordu. Olduğu yerde ona üsten bir bakış atıp gözüme kestirdiğim iki kolunu kolyenin bordo gücünü kullanarak taşa çevirirken onu uyarmadan geçemedim.
"Ah lütfen gözlerime bakma. Taşa çevrilmeni asla istemem. Daha seninle işim bitmeden yok olmanı istemeyiz değil mi?" bunları dedikten hemen sonra sağ ve solunda bulunan bir kolunu taşa çevirmiş ve hemen ardından onun bunu fark etmesiyle attığı amansız çığlıkları duymuştum.
" Ah ne de güzel bir ezgi değil mi? "diye sorunca onun olduğu yerde bana öfke ve kinle bakmasını tekrar sağlamıştım." Ah hadi ama sende olsan bana acımazdın. Ben niye sana acıyayım? Sonuçta sen benim için tehlike arz ediyorsun. Hiç kolay yoldan seni yok etmeye çalışır mıyım? Buraya eli boş gelmedim canavarcık. Her şeyi adım adım, gün gün karar verip planladım. Ve bu planda av sen avcı ben oluyorum. Yani benim çirkin canavarcığım lütfen alınma yaptıklarım sebebiyle bana. "dedikten sonra yavaşça diğer adıma geçtim.
Şimdi onu serbest bırakıp benden hırsını almamı sağlamaktı. Anında onu serbest bıraktığım gibi olduğu yerden bana doğru hızla koşmuş ve yukarı doğru zıplayıp beni ayaklarımdan tutup arkaya doğru beni var gücüyle fırlatmıştı. Onun bu şiddetli fırlatma hızını kendi büyümle aza indirip arkamdaki duvara sertçe sırtımın çarpmasını ve duvarda çatlakların oluşmasını sağlamıştım birkaç tane üzerimdeki sarkıtın yere düşerken bana saplanmasına engel olmuştum. Canavarcığı biraz oyuna getirme zamanı çoktan gelip çatmıştı.
"Hadi ama yapacakların sadece bu kadar mı?" demiş ve devam etmeden hemen önce diğer aşamayı gerçek kılmaya başlamıştım. "O kadar da tehlikeli değilsin o zaman." dedikten sonra bana doğru gelen canavarın üstüne hızla biraz ileride bulunan üç devasa kayayı fırlatıp geriye hızla savrulup arkasında duran duvarda koca bir boşluk oluşturmasını sağlamıştım. "Bunu içinde üzgün değilim." diye yüksek sesle bağırıp olduğum yerde aldığım darbeden ötürü olduğum yerden ayağa kalkamaya çalıştım. Ah gerçekten sert bir şekilde sırtımı çarpmış olmalıydım ki tüm kaburga kemiklerim sızım sızım sızlıyordu. Ama ben bunun rövanşını elbetteki alırım. Hemde çok pis bir şekilde.
Hâlâ canavar olduğu yerde kendine gelmeyi çalışırken aklıma gelen fikirle büyü gücümden faydalanıp, onu olduğu yerden ne olduğunu daha kavrayamadan çıkarmış ve bulunduğumuz mağaranın içerisinde onun bedenini bir yukarı bir aşağı çarpıp durmasını sağlamıştım. Aldığı her darbede yüksek bir yankı oluşuyor ve onun acı dolu kükremeleri kulağıma ulaşıyordu. Yer yer üzerinde durduğum zemin sarsıntılarla sallansada pek dikkat etmeden, dikkatimi canavarcığın acılarla kıvranmasına veriyordum.
'Bunun için bir özür bekliyorsan öncekile sen bana verdiğin zarar için özür dile. "diye huysuz bir ifadeyle konuşup onun bir aşağı bir yukarı doğru çarpıp durmasını yarı sinirle izlemiştim. Bana verdiği zararı elbet misliyle ödeyecekti. Yoksa diğer türlü oluru olmazdı.
Ah biraz daha da yorulması gerekiyor. Bende o sırada olduğum yerde, onu izlemeye devam ederken biraz ona doğru ilerlemeye başlamıştım. Her canavarın bedeni yukarı ve aşağı doğru çarpışında yukarıda bulunan sarkıtların yüksek bir sesle aşağı düşüp parçalanmasını sağlıyordu. Ve bu parçacıklar benim bulunduğun yere doğru ulaşıyordu. Sanki suç hiç bende değilmiş gibi ona hayıflanan bir şekilde bakıp düşüncelerimi dile getirdim.
"Burayı başımıza yıkacaksın bu gidişle." demiştim. Oysaki beni şu an duyduğunu sanmıyorum.
Ya da duysa bile tepki verecek zamanı olmuyordu bende kaynaklanan darbeler nedeniyle. Ve o sırada bedeninin yukarı ve aşağı çarpmasını ani bir hareketle engelleyip havada kısa bir süre durmasını sağladım. O sırada biraz ileride bulunan devasa boyutlara sahip dikitlere bakışlarımı kaydı ve o an aklıma gelenlerle sevimli sayılmayacak bir tebessümle gülümsedim ve canavarın bedenini kontrol altında tutmaktan vazgeçip hızla az önce baktığım yere sertçe çarpıp hemen sonrasında yere savrulmasını sağlamıştım. O sırada sadece onun acı içindeki çığlıklarını büyük bir zevkle izlemekten başka bir şey yapmamıştım.
Ah ne güzel bir manzara değil mi? O acı çekerken benim onu sessizce izliyor olmam. Ya da gaddarlık mı yapıyorum? Hiçte bir kere bence sonuçta onu ben yok etmesem o beni yok edecek ve onun hiç acıma duygusu olduğunu da sanmıyorum. O sırada hiçbir şey yapmadan olduğum yerde sakince durmuş, yavaşça onun olduğu yerde aldığı darbelerden sonra toparlanmaya çalışmasını büyük bir keyifle izledim.
Canavar sırt üstü düştüğü yerden dizlerinin üzerinden ve ellerinden destek alarak kalkmak için çaba gösterirken ben onun bu savunmasız halinden faydalanmak için harekete geçtim. Bakışlarım yanımdaki alana kaydığı anda şu ana kadar canavarcığın bedeninde ne denli az yaralar açtığımı görünce hızla ona saliselik bir acı dalgasıyla bedeninin kontrolünü kaybetmesini sağladım. Bu acıya dayanamadı ve bir anda yüz üstü yere kapaklandı. Yavaşça psikopat bir sırıtışla onun bu halini izledim.
Tam sağ tarafımda bulunanlara dikitlerden birine sağ omzumu yaslayıp, onu sinir edecek laflarımı bir bir aktarmaya başladım. Bence darbelerimden çok onu deli eden kuruduğum cümlelerdi.
"Ah o kadar da güçlü değilsin değil mi? Sonuçta hafife aldığın bir insancık seni yerle bir edecek güce sahip. Ve bunları sağlayan bir kolye ve sende bu kolyeyi almak istiyorsun. O halde almaya çalış. Tabi başarabilirsen. " dedim bilmişlikle. Kendinden emin duruşum bu daha ne ki sana günü dar edeceğim ifadesi taşıyordu. Canavarcık hâlâ aldığı darbeler sonrasında kendini yeniden ve yeniden toparlayacak gücü aramaya çalışıyordu. Boşa bir uğraş sergilediğini bilmeyerek bunu yapıyordu.
" Beni yenemezsin! Seni öldüreceğim ve bu o kadar kolay olamayacak. Ve bana seni öldürmemem için yalvaracaksın. "
Bu sözleri sadece umursamaz bir ifadeyle karşılaşmıştım. Hadi ama buna izin verir miyim sanıyor! Şu an buradan baktığım kadarıyla ölüme en yakın o duruyordu ama beni mi yenilecek taraf olarak görüyordu. Hayalleri fazlasıyla uçuktu. Bir bilseydi buraya gelmeden önce nasıl planlar yaptığımı, her şeyi nasıl inceden inceden düşünüp ona göre birden fazla ihtimale karşı el çözüm yolları ürettiğimi.
"Buradan kim kimi yenmiş baya gözler önünde duruyor. Ve yaşam için değil sana, kimseye yalvaracak kadar hayatı seven bir yanım yok. Bunu bir ek bilgi olarak aktarmak istedim." Bu lafımla birden canavar tam elinin altında duran kırılmış dikit parçasını bana doğru fırlatırken, hiç istifimi bozmadan küçük bir büyü yardımıyla bu dikiti olduğu yerde un ufak haline getirmiş ve ona yapacakların bu kadar mı bakışını atmıştım.
Hadi ama epeydir önünde duran sarkıta bakıp durduğunu fark etmediğimi mi sanıyor? Onu kışkırtmaya devam ettim. İsteğini alamadığı için keyfi kaçan canavarcığın bu çaresiz halini daha da artırmak adına konuşunca etrafıma yayılan saf öfke ve nefreti hissettim.
" Daha iyisini yapmalısın Canavarcık!" demiş ve ondan gelecek hamleyi beklemiştim. Ben öylece dikilmeye devam ederken o yerinden kalkıp bana doğru atılmıştı çoktan. İki kolu daha önce benim tarafımdan etkisiz hale gelmişti. Ama kalan iki kolundan biri bir kılıç görünümüne sahipti. O koluyla bana darbeler vurmaya niyetlendiği anda hemen sırtımda duran kılıcı olduğu yerden çıkarıp ona doğru atılmış ve onunla karşılıklı olarak kozlarımızı paylaşmaya başlamıştık.
Aniden elini bana savurup beni arkaya savuracak kadar tüm gücüyle saldırdığı anda hemen darbesinden kılıç yardımıyla kurutulmuş ve onu büyü gücümü kullanıp göğsünden aldığı sert ve acı veren darbeyle birkaç adım geriye doğru savurmuştum. Bu hamlem onu yeniden öfke krizine sokunca bu sefer üst üste saldırmaya başlamış bir yandan pençelerini bir yandan da kılıç görevi gören sağ kolunu bana karşı kullanmaya başlamıştı.
Hemen bedenimi geri yatırıp onun pençesinden saniye farkıyla kendimi kurtarıp, sonrasında sağ elini tam karnıma saplayacağını fark eder etmez anında kılıçla onun bu hamilesini tek bir vuruşla boşa çıkarmış ve burun buruna geldiğimiz bu halimizi benim onun gözüne attığım sert yumrukla bozulmasını ve onun aldığı darbeden dolayı olduğu yerde sarsılarak acı içinde çığlık atmasını sağlamıştım. Daha o bunu hazmedemeden bir diğer hamleme geçmiş ve kılıçla ona ağır bir yara vermiştim. Omzundan göğsüne doğru inen o derin çizikle bedeninden akan o siyah sıvıyı bariz bir şekilde görmüştüm.
İkinci çığlığının ardından geriler sanırken birden beni öyle beklenmedik bir anda sağ eliyle beni göğsümden geriye öyle bir sertçe attı ki daha ne olduğunu anlayamadan kendimi az önce canavarı atmış olduğun dikitlerin parçalanmış yığınları arasında buldum.
"Ah güzel bir hamle senin adına. Ama beni yenmek için bu kadarın yeterli olmadığını bilmen gerek. " dedim sadece olduğum yerde birkaç saniye aldığım acıdan nefes alamadan. O an benimde fark ettiğim yabancı cisimle yüzüm düşmüştü. Beklemediğim bir yara almıştım. Bu yara tamda sırt bölgemde duruyordu.
Sırtıma aldığım darbeden dolayı saplanan sarkıtın sivri uç kısmını sağ elimle tek nefeste çekip çıkarmış, üzerinde bana ait olan kana hoşnutsuz bir bakış attıktan sonra kızgın bakışlarımı canavarcığın olduğu yere çekmiştim. Aldığım darbeden dolayı yakınımda olmayan kılıcı armaya koyulmuştum. Kılıcı sonunda fark etmiştim. Biraz ileriye fırlamış olan kılıcıma üsten bir bakış atıp hemen elimi ona doğru uzattığım anda büyü kılıcın bana olduğu yerden hızla gelip, parmaklarımın arasındaki yeri almasını sağladı. Yavaşça kılıçtan destek alarak ayağa kalkmaya çalışıyordum ki birden ayağımdan tutulup hızla yukarı kalkışıma ve canavarın beni sertçe sağa sola çevirip hızla sırt üstü yere vurmasına seyirci kalmıştım.
O an başımın sertçe yere çarpması sebebiyle başımdaki şiddetli ağrı ve gözlerimin kararması yüzünden diğer birkaç darbeyi karşılamam geç olmuştu. Anında duraksamadan canavar sertçe ayağıyla bana tekme atıp birkaç metre öteye savrulmamı sağlamıştı.
Gözlerim yarı açık vaziyette onun bana doğru ilerlemesine şahit olurken, onun arkasında duran kılıcı görmemle hemen zihnimdeki büyü sözlerini okuduğum anda, sanki hayali bir insan varmış gibi kılıç olduğu yerden havaya süzüldü ve canavarın bana yapacağı hamleyi anında durdurdu ve onu sırtından hızla yaraladı. Canavar öne doğru savrulup üzerime düşeceğini fark edince büyümü tekrar kullanıp hemen onu göğsünden arkasında duran duvara sertçe çarpmasını sağlayacak bir darbeyle durdurmuştum.
O sırada bende hâlâ olduğum yerde ayağa kalkmaya çalışıyordum. Çünkü bu beklenmedik darbe haddinden fazla canımı yakmıştı. Yavaşça karnımı tutarak ayağa kalkmış ve nefes nefese acıdan buruşan yüzümle canavarın ayağa kalkışını izlemiştim. O sırada hâlâ başıma aldığım darbeden dolayı ara sıra ağrıyıp kendini belli eden ağrımdan dolayı canavara nefret saçan bir bakış atıp sakin kalıp, plan doğrultusunda ilerlemeye çalıştım.
Canavar bana doğru hamle yapmaya kalkacağı an tekrar kılıç ona üst üste darbelerle derin yaralar bırakmaya başlamış ve canavarı güçsüz düşürecek hamlelerle bana zaman kazandırmıştı. Tam ki benim diğer aşamayı gerçek kılmama kadar. Canavar darbeleri göğüslerken ben sonunda ayağa kalkabilmiş ve onu olduğu yerde tüm uzuvlarına kadar hissedeceği derin bir acı dalgası ile baş başa bırakmış ve bu bana kazandırmak birkaç saniye içerisinde olduğum yerden ona doğru yaklaşmayı başlamıştım.
"Ah hakkını yemeyelim iyi darbelerle beni mahvettin ama bu senin bana vereceğin sınırlı zararların ama benimki daha yeni başlıyor." dedikten hemen sonrasında var gücümle ona büyümüde araya katarak yüzüne, gözüne, boynuna ve daha nice yerlerine üst üste yumruk atıp durmuştum.
Daha yol alacağım yere gelene kadar elimden geldiğince her şeyi yapmam lazım. Sonunda kendinden geçmeye hazırlanacağını düşünürken birden hiç istemediğim bir şeyi oldu. O an ben daha farkına varmadan canavar o sivri pençelerini karnıma geçirmişti.
O an attığım çığlık mı yoksa hayali bir çığlık mıydı kulağımda yankı yapan bilmiyorum ama aldığım darbe beni fazlasıyla sarstı ve ben ona verdiğim acı dalgasını yarıda kesmek zorunda kaldım ve iki elimle hemen karnımdan aldığım yaranın üzerini kapattım. Bir anda nüfuz eden acı o kadar yoğundu ki nefes almak bile insana acı verir miydi? Bakışlarımın yavaşça kararması ve önümü net görmemem onun işini kolaylaştırdı ve o anda onun o sivri pençelerini boğazımda hissetmiştim . Hemen sonrasında onu takip eden o fısıltısı duyuldu.
"Ah şu an sana verdiğim zehrin bedenine sızmasından ötürü tüm kontrolünü yitirdin. Bak hareket dahi edemiyorsun." demiş ve hemen bedenimi yukarı doğru kaldırmasıyla nefes alamaz hale gelmiştim. Ayaklarım boşlukta sallanırken canavar usul usul pençelerini sıkıyor ve her sıktığı anda benim için acı daha da yoğun hale geliyordu. Ciğerlerim nefes alamamanın verdiği acıyla beni yakıp geçerken o an acıdan gözyaşımın aktığını hissetmiştim .
Canavar bana doğru eğilince onun tek gözünü daha yakından gördüm. Aldığı darbeden dolayı gözlerinin içi kıpkırmızı olmuştu.
"Hadi ama neden konuşmuyorsun? Daha az önce o küçümsemeyen cümlelerin duyuluyordu etrafta."
Bu cümlesinden sonra alaycı bir gülümsemeyle ona bakmam kaşlarının çatılmasını sağladı. İlk önce konuşmaya çalıştım ama başarılı olamayınca tekrar denemek için harekete geçtim.
" Bazen kazanmak için kaybetmiş rolünü üstlenmen gerekir canavarcığım. Benimde şu an yaptığım şey bu." diyşime sadece anlamaz bakışlarla bakmış ne saçmalıyorsun sen ifadesini yakalamıştım gözlerinde.
Ve o an sağ elimi karnımdan uzaklaştırıp, büktüğüm dizime elimi uzatıp, daha öncesinden çizmenin içerisine sakladığım şeyi olduğu yerden çıkarıp, bir yandan onun daha çok kafasının karışmasını sağlarken bir yandan da harekete geçmiştim.
"Ah kazandın sandın değil mi? Aslında bunu sanmanı ben sağladım. Ve sana en başından dediğim gibi uğuruna her şeyi yapacağım tek kişinin senin yüzünden ölmesine izin vermeyeceğim." demiş ve o daha bana bir şey yapmaya kalkmadan elimde tuttuğum hançeri kabzasını sımsıkı tutup onu tam kalbinden hançerlemiştim. O an Rosa ile yaptığımız plan aklıma gelmişti.
Odaya geldiğim anda elimde tuttuğum kılıcı daha detaylı incelemeye başlarken Rosa 'nın alaycı sesini duymuştum.
"Ne o kılıçtan ne çıkmasını bekliyorsun?"diyince bakışlarımı kısmıştım.
Kılıcın üstündeki bölmeye iki ucundan bastırmıştım parmaklarımla ve o anda bölmeden küçük bir ses duyulmuş ve o an da gözlerimin önüne bir hançer belirmişti. Kabzasında lacivert bir taş bulunan bu hançer kılıcın küçülmüş haliydi. Anlamadığım neden böyle bir gereksinim duyulmuş ve hançer içerisine yerleştirilmişti? Ben kendi kendime düşünürken Rosa 'nın bir gerçeği bulmanın verdiği şaşkınlıkla konuştuğunu duymuştum.
"Aslında canavarı kılıçla değil, hançerle öldürmen gerekiyor. Bak üzerindeki yazıya.' Ruhu öldürmek için hançeri, bedeni öldürmek için kılıcı kullan '. Bu da aslında senin yapman gereken tek şeyin bir oyun içinde oyun olduğunu gösteriyor. Kimse hançerin varlığımdan haberdar olmaması gerekiyor. Buna canavar da dahil. Ve sen onun, seni yok etmeye çalıştığını düşünürken bir anda hançeri sakladığın yerden çıkarıp anında onun kalbine sağlayacaksın. "
İşte o an tüm planı bunun üzerine kurmuştum. Ve hepsi tıkır tıkır gerçekleşmişti.
Göğsüne aldığı darbeyle anında kulakları sağır edecek yakarışına sadece yüzümü buruşturup gevşeyen pençeleri sayesinde artık alabildiğim nefeslerin ciğerlerime ulaşmasını memnuniyetle karşılamış ve onun aniden beni bırakıp arkaya doğru düşüşünü izlerken bende dizlerimin üstüne sertçe düşmüştüm. Canavar sırt üstü yere düştüğü anda yerde onun kanından oluşan o küçük sıvı birikintisine uzun bir süre baktıktan sonra bakışlarımı yaramın olduğu yere çevirdim.
Yaram haddinden fazla sızlıyor, derin aldığım bu yaranın bana sunduğu acıyla mücadele ediyordum. Alnım çektiğim acıdan boncuk boncuk terlerken olabildiğince dayanmaya çalışıyordum. Buradan çıktıktan sonra yaramın çaresine bakmam lazımdı. Biraz ileride duran kılıcı küçük bir parmak hareketimle kendime doğur çekmiş ve dizlerimden destek alarak ayağa kalkmış ve kılıcı bir değnek görevi görerek ayakta durmam konusunda bana yardımcı olmasını sağlamıştım.
Tam ayağımın dibinde duran canavara boş gözlerle bakıp sonrasında yanından geçmek için adım atmaya başlamıştım. Yanından geçtikten sonra biraz daha ilerlemiş ve ağacın köklerine tutunarak indiğim bu yerden aynı şekilde ağacın köklerinden tutunarak yukarı çıkmaya çalıştığım anda birden yer sarsıntılarla sallanmaya ve yer yer mağaranın zemininde çatlayan tavandan düşen kaya parçalarını görmemle çoktan burada bir sorun olduğunu anlamıştım.
Köklerden yardım alarak yukarı çıkmak bana zaman kaybı yaratacağını anlayınca en basit yöntemle portal açmış ve birkaç saniye içerisinde kendimi mağaranın girişinde bulmuştum. Mağaraya son kez bakmış, elimde tuttuğum kılıcı sırtımdaki kına yerleştirip burayı terk etmeye başlamıştım. Her adım atışımda yaralarım daha fazla sızlıyordu. Sırtımdaki yaraya dayanabilirim ama karnımdaki bu canavarın pençesiyle açtığı yara normal bir yara olmadığı için bana çok zorluk çıkarıyordu.
Olabildiğince dayanarak buraya ilk geldiğim yere ulaşmaya çalışıyordum. Orada açacağım portaldan kuleye geçiş yapmayı düşünüyorum. Ben kendi düşüncelerim içerisinde yönümü kaybetmiş bir şekilde ilerlerken birden arkamdan büyük bir ses gelmişti. Anında arkama dönüp bakmış ve Klafter Yanardağı 'nın o gri dumanlarının çıktığı yerden daha yoğun bir dumanın etrafa yayıldığını görmüştüm. Umarım düşündüğüm şey olmuyordur.
Çünkü her an patlamaya meyilli olan bu yanardağı nasıl etrafa vereceği zararı önlerim diye düşünmek ve bu süreçte beni zorlayan ağrımla mücadele etmek hiç mi hiç istemiyorum. Olduğum yerde başımı eğip hâlâ kanamaya devam eden yarama bakmış ve yaramı sarmam gerektiğini fark etmiştim. Anında dizlerimin üstüne çöküp hızla önümde pansuman aletlerinin olmasını sağlamıştım. Aldığım malzemeleri anında kullanmaya ve yaramın şimdilik kanamasını durdurmaya çalışmıştım.
Birkaç dakika içerisinde pansuman yapmış ve patlamaya meyilli olan şu yanardağa çözüm üretmeye başlamıştım. Bunun için aldığım önlem dışında yapacağım bir şey olmadığı için hemen yanardağın olduğu bölgeden uzak durmak için koşar adımlarla aşağı inmeye başlamıştım. Neredeyse yarım saat sonra yanardağın sınırlarına ulaşmıştım. Patladı patlayacak olan yanardağın etrafa vereceği zararı önlemek için var gücümle güçlü bir kalkan oluşturmuş ve tetikte bekleyerek yanardağın patlamasına seyirci kalmıştım.
Dağın eteklerinde her şey patlamadan önce olağan görünüyordu. Ancak bir anda, toprağın derinliklerinden gelen boğuk bir uğultu sesini duydum . Sanki yerin altı bir canlı gibi nefes alıyor, yıllardır bastırılmış bir öfke ve çığlık yüzeye çıkmak üzere zaman kolluyordu. Ardından, dağın zirvesinden bir anda yoğun koyu gri bir duman yükselmeye başladı. Bakışlarım gökyüzüne çevrildi yaşadığı değişmeden ötürü.
Gökyüzü yavaşça daha fazla karardı, hava olabildiğince ağırlaştı. Yanardağdaki ilk patlama, kısa ama keskin bir sesle kulaklarıma geldi. Sonra lavlar, Klafter Yanardağın ağzından taşarcasına dışarıya fışkırdı. Yüzeyi kavuran kırmızı renge sahip lav nehirleri yavaşça aşağı doğru akarken, ortam haddinden fazla ısınmış, aldığım nefesler yüzümde bir buhar gibi esip durmuştu.
Saniyeler içinde yanardağ ikinci kez fokur fokur fokurdayarak içerisinde bulunan tüm lavın var gücüyle dışarı taşımasını ve Klafter Yanardağı olmak üzere diğer dağların üzerinin tamamen lavla kaplı olmasını tedirgin bakışlarla izlemiştim. Külden oluşan onca küçük parçacıklar kalkan içerisinde uçuşup duruyordu, havaya karışmasını önlüyordu yapmış olduğum kalkan. Olası bir tehlikeyi önlemiş olduğum için daha fazla dayanamamış ve olduğum yeri terk etmeye hazırlanmıştım. Hâlâ akmaya devam ediyordu lav ama ben en büyük tehlikeyi ortadan kaldırmıştım. Sonrasında çok kötü bir şey olmayacaktı.
Yavaştan yavaştan kendini yeniden açığa çıkaran acılarım beni güçsüz düşürmeye başladığı anda buradan hemen gitmem gerektiğini anlamamla yeni bir portal açıp burayı terk etmiştim.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Zamanın sessiz durağında yaşamın o sancılı sınamasında soluklandığım anlar yavaşça gözümün önünden geçip gidiyordu. Son bedel kısmını sonunda halletmiş ve artık Ahrar için herhangi bir tehlike kalmamıştı. Benim içinse daha yeni başlıyordu. Aldığım bu yara nefesimi kesiyor bedenimin zangır zangır titremesini sağlıyordu. Sıcaklık basıyor ve o an soğuk bir suyun altında saatlerce durma isteğim artıp duruyordu. Bazen bilincimin kapanacak olduğu hissine kapılıyordum. Neyi beni bu kadar zorlayan? Pençesinde gerçekten beni zehirlenmemi sağlayan bir şey mi vardı? Peki bunu nasıl halletmem gerekiyordu? Çünkü şifacı gücüm bile bu yarayı iyileştirmiyordu.
Portaldan kulenin tam önüne geçiş yapmıştım. Ön bahçe sessizdi ama içeriden dışarıya gelen eğlence seslerini duyuyordum. Yaramın üstüne elimi bastırıp birkaç dakika acının yoğunluğunun azalmasını bekledim. O sırada çift kanatlı kapıya sol avucumu bastırmış ve ayakta durmak için ondan destek almıştım. O kadar terlemiştim ki giydiğim üniforma bana terden yapışmış, rahatsız etmeye başlamıştı. Bakışlarım biraz ileriye çevrildi. Odam birkaç adım uzağımda duruyordu. Oraya gidip hemen yaramı kontrol altına almam gerekiyordu. Derin bir nefes alıp acıdan kasılan bedenimle birlikte ilerlemeye başladım. Aniden saplanan acılar beni gafil avlıyor ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece acıyı göğüslüyor, elimden gelen tek şeyi yapıyordum.
Ben ilerlemeye devam ederken birden zihnimde o aşina sesi duydum.
"Emira beni duyuyor musun?" Rosa 'nın sesini duyunca o an rahat bir nefes aldım. Ah sonunda geri gelmişti. Engel ortadan kalkmıştı.
"Evet." demiş devam edemeden tekrar yeniden yaram yoğun bir acıyla kendini belli edince, gözlerimi sımsıkı kapatıp sol elimle duvarlardan yardım ala ala küçük adımlarla odama doğru ilerlemeye çalışmıştım.
"Yaralısın! Sana ne olduğunu çabuk söyle!" Bu cümlesi sonrasında kısaca olan biteni anlatmıştım. Tabii bu süreçte odamın önüne gelmiş ve kapının kolunu tutarak tam içeriye gireceğim an Rosa 'nın beni durduran sesiyle bakışlarımı kısmış ve yemekhanenin olduğu tarafa bakmıştım.
" Pençesi zehirli olduğu için ne yaparsan yap bu zehrin bedeninden çıkmasını kolaylıkla sağlayamazsın. Bunun için o zehrin panzehrini bulman gerekiyor. Ve sana şu an yardım edecek tek kişinin ise şu an bu maskeli baloda olması senin için büyük bir şans." dediği anda yemekhanenin yolu ilk defa bana bu kadar uzak geldi." Seni büyüyle ancak birkaç dakika acı çekmene engel olabilirim. Sende bu süreçte hemen yemekhaneye git ve o kişiyi bul. Sandığım kadarıyla yüzünde bir iz olması gerekiyor kadının. "demesiyle birden yaramın acısı hafifledi ve o an rahat bir nefes aldım. Zaman kaybetmeden Rosa 'nın dediğini yapmaya koyuldum.
Rosa 'nın yaptığı büyüyle acım neredeyse yok olmuş gibiydi. Ne halde olduğumu bile bilmeden yemekhaneye doğru adımlarım yönelmiş ve koridorda rastlantıyla karşı karşıya kaldığım çoğu kişi bana şaşkın şaşkın bakarken ben onları yok sayarak birkaç saniye sonra yemekhanenin açık kapısının önünde kendimi bulmuştum. O an içeriden gelen yükse müzik sesi ve konuşma seslerini kulağıma ulaşmıştı. Kapının önünde durunca bakışlarım müzikalciler üzerinde durdu.
Her şeyden habersizce işlerini yapan çaldıkları enstrümanlar ben tam içeri adım atınca susmuş ve bakışları benim üzerime çevrilmişti. Bir anda oluşan bu sessizlik herkesin dikkatini çekmiş ve tüm ilgi üzerime kaymıştı. O an gözlerime çarpan konsept doğru kararı verdiğimizi gözler önüne seriyordu. Rosa 'yla maskeli konseptin renginin siyah ve kostümünse cadı konsepti olmasına karar vermiştik. Ve istediğim görünümü her detayıyla burada görebiliyordum.
Her şey simsiyah rengin hükmü atındaydı ve herkes erkek cadı ve kadın kostümü içerisinde duruyordu. Korkutucu bir içerikti şu an içerisinde olduğum yemekhane. Davetlilerin yanında durduğu masalar siyah saten örtüyle örtülü haldeydi. Avize rengi değiştirilmiş ve üzerinde siyah mumlar bulunuyordu. Duvarlarda asılı olan cadı süpürgeleri, masalar üzerinde duran küçük kazanlar, bitkiler, göstermelik büyü kitapları vb şeyler eksiksiz bir şekilde yerini almıştı. Ben daha izlemeye devam edecekken tüm gözlerin bende daha doğrusu yaralı duran karnımın üzerindeki elime kayan bakışlarını görünce dudaklarımdan kaçak bir nefes dışarıya salındı. Bazıları masaların yanındaki yerini almışken bazıları dans alanında dans ederken beni gördükleri anda dansları yarım kalmıştı.
O an maskeli bir beden yanıma yaklaştığını fark ettim . Onu tanımamı sağlayan bakışları olmuştu. Aşına olduğum o bakış. Süreyya hanım karşımda durunca ona çevrili bakışlarım üzerinde kısa bir süre durdu çünkü Rosa acilen oyalanmayı bırakmamı ve bir an önce o şifacı kadını bulmamı istedi. Ve o an bakışlarımı maskeli insanların üzerinde gezinmeye başladı. Dikkat ederek kişileri incelemeye başladığım anda çoğu tanıdık yüzü görmüş ve onlara boş ve soğuk bir ifadeyle bakıp anında onları es geçmiştim.
"Emira yaralandın mı?" sorusuna cevap vermem gecikti. Süreyya hanım benden bir cevap beklerken birden Dennis, Varisler ve Victoria karşıma geçmiş ve bana sorgulayan bakışlarla bakmaya başlamıştılar. Önümde dikildikleri için arkalarında duranları göremiyordum. Yavaşça yana kaydım ve aradaki boşluktan öne doğru adım atarak aradığım kişiyi bulamaya çalıştım. Tek tek kişilerin yüzlerine bakarak.
"Emira nasıl bu hale geldin?" demişti Dennis.
"Hemen yaranı kontrol ettirmemiz gerekiyor." diyen Kavi 'nin sesini duymuştum o an. Sonra üst üste konuşmalar kulağıma ulaşmıştı.
"Yaraların bu kadar ciddiyken burada ne yapıyorsun?"
"Hemen bir şifacı seni kontrol etmeli."
"Emira bizi dinliyor musun?"
Üst üste sorulan soruları es geçip sabırsız bir şekilde aradığım kişiyi bulmaya çalışırken birden kolumdan tutan Victoria 'nın önüme geçmesiyle aniden tahammül edemeyen ifadem ona çevrildi.
"Ne yapıyorsun? Bir an önce revire gidelim." demesine sessiz kalmış ve kolumu tutan eline bakılınca ister istemez elini kolumdan çekmiş ve bu hareketinden sonra iki adım sola doğru kayıp önümdeki varlığının engelini yok etmiştim.
Şu an dışarıdan ne halde göründüğümü tahmin edemiyorum ama ne halde olduğumu biliyorum.
Bakışlarım sonunda aradığım kişide durunca derin bir nefes alıp önce önümdeki dostlarıma sonra buradaki davetlilere hitaben konuşmuştum.
"Eğlencenizi böldüğüm için özür dilerim. Burada aradığım biri vardı ve onu bulmak için buraya geldim. Ve onu buldum." diyerek ona kendisini belli etmiştim. "Şimdi gidiyorum ve kaldığımız yerden devam etmenizi istiyorum eğlencenize. Ve bunu Emira olarak değil de Moritanya Prensesi olarak emrediyorum. "diye taviz vermeyen ifadem çoğunun itiraz etmesine engel oldu.
Süreyya hanım bile bir şey diyemedi. O an dostlarım yanımda olmak için tam adım atacakları an onları bir bakışımla susturup hemen sağ elimi tam çaprazımda bulunan şifacı kadına doğru uzatınca birkaç adım geriledi. Nereyi gösterdiğime bakanlar aniden şifacı kadına baktıkları anda kadın tedirgin bir edayla önce çevresine sonra bakışlarım onun üstündeyken bana baktı ve ben mi dercesine kendini gösterince başımı evet anlamında aşağı yukarı salladım.
"Lütfen beni takip edin. Ve sizin dışınızda kimse arkamdan gelmesin." diyerek gerekli uyarıyı yapınca aniden herkes gerilmiş ve arkamı dönüp burayı terk etmeye hazırlanmıştım. O sırada küçük bir baş işaretiyle müziğin devam etmesi için işaret yaptığım anda içerideki boğuk fısıltılar kendini güzel bir müzikle yer değiştirdi.
Arkamdan geldiğini fark ettiğim şifacıyla koridorda sessizce ilerlemiş onun yaşadığı gerginliği anbean hissetmiştim.
"Bu buz gibi davranışın yüzünden kadın her an ölebilir." diye benim bu tutumumu eleştiren Rosa'yı umursamadan odamın kapısının önüne gelince kapıyı açtığım gibi içeri girmiş ve hemen onunda girmesi için birkaç saniye beklemiştim. Şifacı kadın içeri girince hemen kapıyı arkamdan örtmüş ve odamdaki giysi odasına geçmeden önce onunla konuşmuştum.
"Birkaç dakika beni bekleyebilir misin? Hemen içerideki işimi halledip yanına geleceğim dediğim anda hızla başını sallamış ve öylece ayakta dikilmeye devam etmişti.
Giysi odasına geçince hemen banyoya geçmiş ve hızlı bir şekilde duş almış, duştan sonra giysi odasına geçip üzerimi giyinmiştim. Üzerime ince askılı bir atlet ve siyah geniş paçalı bir pantolon giydikten sonra saçlarımı tarakla tarayıp kurutmadan yatak odasına geçmiştim. Odaya geldiğim anda şifacı kadını bıraktığım yerde bulmuştum. Olduğum yerde ona üstten bir bakış atıp konuşmuştum.
"Seni korkutmuş olmalıyım." diyince bir şey diyememiş öylece susmaya devam etmişti. Yavaşça yatağıma oturdum ve atletin ucunu kaldırıp ona yaramı gösterdim. "Merak etme amacım sana bir şey yapmak değil. Sadece bana yardım etmeni istiyorum. Gördüğün gibi yaralıyım ve bir canavarın pençesiyle yaralandım. Ve pençesinde zehir bulundurduğu için şu an acı içerisinde kıvranıyorum. Büyüm işe yaramıyor, bildiğim kadarıyla bu zehri ve yarayı onaracak bilgiye sahipsin. "diyince bu sefer bakışları hâlâ açık olan yarama kaydı." Yardım edecek misin? "diye sorunca ilk an bir şey diyemedi bir o kadar meraklı bir o kadar tedirginlik içeren bakışları sırayla bir yarama bir kapıya bakıp duruyordu. Ah onu korkutuyor olmalıyım. Eh hakkımdaki söylentiler yüzünden böyle hissetmesi normal ama buna rağmen doğru kararı vererek beni yarı yolda bırakmayıp, kendini cesaretlendiriği, olduğu yerden bana doğru küçük adımlarla gelmeye başlamıştı.
" Edeceğim. "diye kısaca verdiği cevapla derin bir nefes aldım. Verdiği karardan emindi ama bir yandan da çekiniyordu. Çekincesinin yapacağı ne ufacık hatada ona göstereceğim tepki sebebiyle olduğunu biliyorum. Buna rağmen kendisi için zor olanı yapmıştı.
" Teşekkür etsene kadına. Sonrada bana et. Görüyorsun ya sana anında yardım ettim. O senden habersiz oluşan engel ortadan kalkınca ilk işim seninle iletişim kurmaktı. Ve hemen ne halde olduğunu görünce sana yardım ettim. İşte bensiz ancak bu kadar hayatta yara almadan kalabiliyorsun. "diye bana takılan Rosa 'yı umursadım ve yanıma gelip dizlerinin üzerine çöküp yarama daha yakından bakan şifacı kadının yanında sessiz kalarak, yapacağı şey konusunda ona alan tanıdım.
" Yaranız derin ve kapanması çok zor. Ama tahmin ettiğim zehirse bende bulunan bitkiyle anında yaranın kapanmasını sağlayabilirim." dediği anda ona teşekkür etmiştim. Hâlâ yüzündeki maskeyle duruyordu. Tam olarak yüzünü görmüş değilim. Üzerindeki siyah cadı kostümü ve kıvırcık uzun saçlarına gelişi güzel bakmış ve aklımdan geçeni dile getirmiştim.
"Maskeni istersen çıkarabilirsin." diyerek yanımda rahat olmasını istedim. Tabii ne kadar olabilirse. Şifacı kadın cümlemi duyunca ilk an kararsız bir bakış atmış sonrasında çıkarma kararını almıştı. Eli yüzüne gitmiş ve usulca boynunun arkasında duran maskenin ipini çözmeye başlamıştı.
Şifacı kadın maskesini çıkarınca birkaç saniye yüzünü incelemiştim. Her insan gibi normal yüz hatlarına sahipti. Yüzündeki tek farklılık ise sahip olduğu yaraydı. Şifacı kadın tam gözünün altından çenesine doğru uzanan yara izine baktığımı görünce alaycı bir gülümsemeyle bana baktı. Sanki bu bakışı göreceğinden eminmiş ve bunu fark edince yanılmaması onun bu şekilde davranmasını sağladı. Eli yarasına gitti ve usulca parmaklarıyla ona dokunurken sesi kulağıma ulaştı.
"Nasıl olduğunu merak mı ettiniz?" dediği anda başımı iki yana salladım. Kaşlarını çattı bu verdiğim cevaba. Bu şekilde cevap vereceğimi beklemediği içindi. Aklıma takılanı sordum.
"Nasıl olurda şifacı bir kadın bu yaradan kolayca kurtulamaz. Sanırım yaranın ya bir anısı ya da bir acısı var ki onu yok etmek istemiyorsun." dediğim anda sesli bir şekilde yutkunuşuna şahit oldum. Onu gerdiğimi fark edince usulca konuştum. "Merak etme sebebini sormayacağım. Sadece düşüncemi paylaştım." demiş ve şu anki histen kopması adına konuyu değiştirmiştim. "Bu arada sen benim ismimi biliyorsun ama ben senin ismini bilmiyorum." diyince yavaşça kendini toplardı ve gözlerime bir müddet anlam veremediğim bir şekilde baktı. Sonra kendine çeki düzen verip sorumu kısaca cevapladı.
"Vera." diye ismini sakin ve düz bir tonda söyledi. Bakışlarım yavaşça yumuşadı ve ona daha sıcak bir şekilde davrandım.
"O halde Vera bir an önce beni bu zehirden kurtar olur mu? Çünkü büyü işlevini kaybediyor ve ben artık yaranın acısını hissetmeye başlıyorum." diyince hemen tamam dercesine başını sallamıştı. Benden uzaklaşıp, büyüsünü kullanarak pansuman için gerekli malzemeleri temin etmeye başlamıştı.
Vera malzemeleri temin ettikten sonra yatağa uzanmam gerektiğini söyleyince ikiletmeden onun dediğini yaparak yatağa sırt üstü uzanmış ve onun yanına yaklaşıp, pansuman yapmasını sessizce izlemiştim. Önce yaranın olduğu alanı temizlemiş sonrasında açılmış olan dikişi yenilemiş ve yaranın iyileşmesi için gerekli bitkisel merhemi sürüp, saygıyla yaramı sarmıştı.
O sırada ben aklıma takılan soruları sormaya başlamıştım.
"Kaç gün içinde iyileşir bu yara?" der demez önce yarama sonra yüzüme bakmıştı.
"Çok zorlamazsanız bir hafta içinde tamamen iyileşir. Bu size vereceğim merhemi düzenli olarak her gece yaranın üstüne sürün. Ve mikrop kapmasını engelleyin, ani darbeden kaçının. "diye ne yapmam gerektiğini söyleyince tamam anlamında başımı salladım.
" Peki acısı için ne yapmam gerekiyor. Şu an yavaştan yavaştan acı kendini açığa çıkardı ve dayanılmaz bir ağrısı olduğunu söyleyebilirim. "diyerek bu konuda bana ne diyeceğini sessiz kalarak bekledim.
" Onun için yapacağım bir şey. Yara iyileşecek ama acısını hafifletecek bir şey gelmiyor şu an elimden. "demesiyle Vera 'nın o an peki demiştim.
El mecbur çekeceğim acısını yapacak bir şey yok şu an. Sonra Vera dinlemem gerektiğini söylemiş ve geçmiş olsun dedikten sonra odayı terk etmişti. Gitmeden önce son kez ona tekrar teşekkür etmiş ve sonra yavaştan kendini belli eden uykumla yatakta sırt üstü uzanırken uyuya kaldım. Yaşadığım bu yorucu günü atlatmak için en iyi seçim uyuyup dinlenmekti.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Yazardan....
Emira maskeli balodan ayrıldıktan sonra davet kısa sürede bitmiş ve herkes kuleyi terk etmişti. O sırada herkes Emira 'yı merak ediyor ve ne yapmaları gerekiyor bilmiyordu. Hepsi yemekhaneyi terk edip toplantı odasına geçmiş ve masanın etrafındaki yerlerini alıp karşılıklı konuşmaya başlamıştı.
"Bu böyle olmaz ben burada hiçbir şey yapmadan durmam. Odasına gideceğim. Ne halde olduğunu merak ediyorum. " diye yerinden kalmak için harekete geçen Victoria' yı Dennis 'in sözleri durdurdu.
"Bunu yaparsan tamamen kuleyi terk eder ve onun nerede olduğunu bilemeyiz. Bizden istediği şeyi yapalım. Zaten birazdan şu şifacı kadın çıkar çıkmaz onunla konuşur, durumu hakkında bilgi alırız." diyen Dennis' e masadakiler katıldı.
"Ne yapmış olabilir ki bu yaraya sahip olmak için?"diye endişe içinde konuşan Süreyya hanıma diğerleri bakıp, bir şey diyememişti. Herkes Emira 'nın bedel ödediğini biliyor ama ne tür bir bedelle mücadele ettiğini maalesef ki bilmiyorlardı.
" Emira güçlü biri, zor bir şey olmuş ki bu darbeyi almış olmalı. Nereden geldiğini bilsek keşke." diye düşüncesini ileten Ahlas beye hepsi bilmiyorum dercesine bakmıştı.
Birkaç dakika süren sessizliği içeriye çalışan kadınla giren şifacı bölmüştü. Çalışan kadın içeri girer girmez konuşmuştu.
" Efendim dediğiniz gibi şifacı kadın çıkar çıkmaz yanınıza getirdim." diyen çalışan kadın baş selamı verip toplantı odasından çıkmış ve şifacı kadını toplantı odasında bulunanlarla baş başa bırakmıştı. Hepsi dikkatli bir şekilde şifacı kadına bakıyor ve onun Emira'nın durumu hakkında aktaracağı bilgileri duymayı bekliyordu.
Süreyya hanım artık dayanamamış olmalı ki konuşmuş ve bir an önce ne olup bittiğini öğrenmek istemişti.
"Emira nasıl? Yarası kötü mü? Eğer elinden bir şey gelmediyse başka şifacıların gelmesini sağlayabiliriz." demesiyle Süreyya hanım karşısında sayıdan başını kaldırmayan şifacı kadın yavaşça konuşmuştu.
"Prenses iyi efendim. Bir sorun yok. Bir hafta içinde yarası kapanır ve iyileşir. Bu süreçte kendine dikkat ederse sağlığı ve dikişleri açısından iyi olacaktır. Ben buraya gelmeden hemen önce yorgun olduğu için daha fazla dayanamadı ve uyuya kaldı. Yarası için bir merhem verdim. Zaten düzenli kullandığı an yara zamanla kapanacak ve kabuk bağlayacaktır. "dediği anda şifacı kadın, onun susmasıyla Turul bey konuşmuştu.
" Emira 'nın yarası neyden kaynaklı? Bir kılıç mı? Bir hançer mi? Yoksa başka bir şey mi? "diye sorunca o an tüm bakışları Turul beyden kayıp şifacı kadına çevrilmiş ve ondan bir cevap beklemişti herkes.
Kadın bakışlarını kısa bir süre masadakilere çevirmiş ve yavaşça herkese tek tek baktıktan sonra tekrar başını eğip, zemine bakmaya devam ederken çekingen bir sesle konuşmuştu. Çünkü dediklerinden ötürü Prenses 'in kızma ihtimali onu ürkütmüştü.
"Yarası bir pençe tarafından açılmıştı. Ve bu keskin pençe zehirli olduğu için Prenses' in zehirden etkilenip güçsüz düşmesini sağlamıştı."
Şifacı kadın bunu dediği anda Turul bey yanı başında bulunan Süreyya hanıma baktı. Çünkü o an ikiside bu zehirli pençeye sahip olan varlığın bir yaratık olabileceğini biliyordu. Ama bilmedikleri hangi canavara ait olduğuydu. Bu bakışma kısa sürmüş ve Ahlas bey konuşarak şifacı kadının gidebileceğini söylemişti. Şifacı kadın toplantı odasını terk ettiği andan sonra toplantı odasında bulunanlar sessiz kalmaya devam etmiş daha sonra geç olduğu için herkes odasına çekilmişti.
Herkes odasına dağıldıktan sonra bir süre uyumayıp olan biteni düşünüp durmuştu. Varisler, Dennis ve Victoria sabah olur olmaz soluğu Emira 'nın yanında alacaklardı ama şimdilik Emira' nın dinlenmesini istiyordular.
O sırada odasına çekilmiş olan Ahrar kaygılarıyla baş başa kalmıştı. İçi içini yiyor, Emira 'nın neden bu hale geldiğini anlamaya çalışıyordu. Taki Yitik Ruh artık olanları tamamen ona aktarana kadar.
"Aklım almıyor! Nasıl bu kadar güçlüyken zarar görebiliyor?" bunları dediği anda Ahrar aniden Yitik Ruh konuşmuştu.
"Yapması gereken şeyi yaptı." demesine karşı Ahrar aniden sinirle konuştu.
"Neyi yapması gerekiyor? Yaralanması mı gerekiyor? Bu ne saçmalık!" dediğinde Yitik Ruh sakin kalmasını ondan istemiş ve konuşmuştu.
"Sende biliyorsun ki seni geri getirmek için yasaklı bir büyüye başvurdu. Bir olasılıktı geri gelmen ama geri geldin ve işte şimdi Emira 'nın yapması gereken bir takım şeyler vardı. Bunu ilk başta sana söylemedim. Kimse söylemedi. Pişmanlık çekip, Emira' ya olan yaklaşımın bu yüzden olmasın diye. Senin Emira 'ya kendi sahici hislerinle onun yakınında olmanı istedi herkes. Emira yaptığı o büyü yüzünden senin tekrar zarar görmemen için bedel ödemek zorundaydı. Ve bu en son verdiği bedelde aldığı darbeydi. Bir canavarı öldürürken aldığı darbeden dolayı bu halde. "
Yitik Ruh her konuştuğu anda Ahrar çaresizce içerisinde olduğu durumu anlamaya çalışmıştı. Ne demek kendisi yüzünden Emira 'nın bedel ödemek zorunda kalması? Ahrar' ın o an zihninden milyonlarca düşünce geçip durdu. O zaman o yemekhanede küçük bir kaza dediği şey kendi yüzünden mi olmuştu? Kendisine zarar gelmesin diye onu kurtarmak için her şeyi göze alıp onu göğüslemiş miydi tek başına? Nasıl bu kadar kör olup, hiçbir şey görmemişti. O an Ahrar ne yapacağını bilemedi. Emira 'nın gözleri önünde Emma' yla arkadaşlık yaparken, kendisi yüzünden Emira bedeller ödemek zorunda kalıyordu. Ve bir zorunluluğu dahi yokken. Nasıl bu kadar fevri davranış sergilemişti Emira 'ya karşı?
Ahrar o an kendisini yumruklamak istemişti.
"İstersen senin için bunu yapabilirim." diyen Yitik Ruh' un sesini duyunca Ahrar, ona kükrercesine bakıp susmasını emretmişti. İçinde kendisine yönelik öfkeyle odasında gelip gitmeye başlayan Ahrar ne yapacağını düşünüyordu. Ne yaparsa yapsın Emira 'nın yaşamak zorunda kaldığı şeyleri yok edemiyor, onu gerçek anlamda teselli edemeyeceğini ve ne yaparsa yapsın geçmişi değiştiremeyecek olduğunu fark etmişti.
"Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun bakalım pişman insancık?" bunu diyince Yitik Ruh bir süre cevap alamamıştı.
"Bilmiyorum ama ne yaparsam yapayım değişen bir şey olmayacak ve bu canımı daha çok sıkıyor. Emira 'nın yarın yanına gidip, ondan benim için yaptığı şeyler adına özür dileyeceğim ama ne kadar değer bunu bilmiyorum." diyen Ahrar olduğu yerde sırt üstü yatağına uzanıp, bakışlarını yatağa çevirmiş ve öylece kendine kızıp durduğu düşünceler arasında sabahı sabah etmişti.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Gözlerimi araladığım an nerede olduğumu anlamaya çalıştım sonrasında dün gece onlar aklıma geldi. Canavarla olan mücadelem sonrasında ki olaylar zihnime bir bir geldi. En son hatırladığım şifacı kadının yanımdan gidişi ve benim uykuya teslim oluşum. Zaten derin bir uykuda olmalıydım ki aralıksız uyumuş sadece şu an gözlerimi açmıştım. Bedenim dünkü olaylardan sonra hâlâ yorgun ve bitkindi.
Hiç yataktan kalkmak istemiyorum ama buradaki işlerimi halledip aldığımı kararı yerine getirmem gerekiyordu. Bedeller bitmişti ve benden istenileni yapmıştım. Balo bitmişti ve ben geçen yemekte bunu dile getirdim. Balodan sonra gideceğimi. Biraz daha yatakta uzanmış ve sonrasında banyoya geçmiş oradaki işlerimi hızlıca halledip, giysi odasına geçip dolaptan kendim için rahat kıyafetleri seçmiştim. Petrol yeşili bir v yaka elbise seçmiştim.
Uzun kollu, etek boyu bileklerime dek gelen, sade herhangi bir dekolteye sahip olmayan bu kıyafeti giymiş, giyinmeden öncede pansumanımı yenileyip, şifacı kadının bana verdiği merhemi yarama sürmüş işim bitince merhemi makyaj aynasının önündeki alana bırakıp, dolaptan ayağıma kısa topuklu siyah deri bir topuklu ayakkabı giymiştim.
Sonrasında makyaj aynasının önüne geçip solgun cildimi kendine gelmesi için küçük dokunuşlar yapmıştım. Saçlarımı açık bırakmayı tercih ederek taramış sonra öndeki birkaç perçemlerimi toka yardımıyla ensemde toplamıştım. İşim biter bitmez odadan çıkmaya hazırlanmış, odadan çıkar çıkmaz sol tarafa dönüp, arka bahçeye çıkmaya çalışmıştım.
Hiç iştahım yoktu ve şu an biraz etrafı izlemek istiyordum. Sonra zaten veda zamanıydı. Bizimkilere biraz yalnız kaldıktan sonra haber vereceğim ve beni görmeye gelmelerini isteyecektim. Sonrasında burayı uzun bir müddet terk etme zamanıydı.
Erken mi uyanmıştım yoksa herkes işlerini mi hallediyordu bilmiyorum ama içerisi de dışarısı kadar sessiz ve sakindi. Arka bahçeye ulaşan adımlarım bir müddet durmuştu. Buradaki hatıralar yavaşça zihnime düşünce aniden derin bir için çektim. Sahiden sona gelmiş miydim? Her şey bitmiş miydi? Ne de uzak olan şeyler şu an geride kalmış geçmişteki yerini almıştı. Geçmez denilenler ne de çabuk geçiyor ve insan hayret ediyor olana bitene. İçimdeki o buruklukla ilerlemeyi sürdürdüm ve arka bahçede bulunan muhafızların kapıyı açmasıyla kulenin sınırlarını terk etmiş ve önümdeki eğri büğrü patikada usulca ilerlemiş ve her adımda aklıma gelen anılarla bir kez daha içerlenmiştim.
Bu alanda Ahrar 'la olan hesaplaşmamız aklıma gelmişti. Belki de o günden sonra her şey tamamen değişmiş ve ben de değişime kurban gitmiştim. Değişim sadece etrafımda değil bende de olmuştu. Patikayı geçince çiçek arazisine ulaşmış ve çiçekler arasından geçerken her şeyi zihnime kaydetmek isteyen bir istekle dikkat ederek çevremi incelemeye ve hasretle bakmaya başladım.
Ah sona ulaşmanın verdiği o boşluk ne denli bir azaptı. Bunu yeni yeni anlıyorum. Buradan gittikten sonra çok fazla üzülecek olduğumu biliyorum ama elimden gelen bu aslında çünkü artık her şey çığırından çıktı ve benim bir düzen kurmam lazım. Bunun ilk adımı buradan gitmemle olacak. Zor bir karardı vereceğim şey ama yapmam lazım burada durmak belki de anılarla baş başa kalmak, hiçbir şey olmamış gibi yapmak, beni daha fazla yıpratacaktı. İşte bunun önüne geçmek için buradan gitmek ve kendimi iyileştirmek istiyorum.
Düşünceler artık git gide ağırlık vermeye başlamış ve zamandan soyutlandığım anda beni çekip çıkaran Rosa olmuştu.
"Sona yaklaşırken bu denli bir duygu içerisinde olacağını tahmin etmemiştim. Zor olmalı senin için. Tekrar düşün demek istiyorum ama dikkatli bakınca en doğrusu senin için bu olduğunu görebiliyorum. Neyseki bu süreçte yanında ben olacağım. Sakın bana yok seni yanımda götürmek istemiyorum, sen buraya aitsin deme. Seninle geleceğim. Bu sefer kalmak değil gitmek daha mantıklı. Eğer ikimizde onlar için önemliysek bizler için savaşsınlar. Seninle olmaya alıştım ve seninle olan bu bağın bitmesini istemiyorum. Bakalım bizi neler bekliyor? "Bunu dediğinde Rosa sadece içimdeki o minnetle birkaç saniye sessiz kaldım.
Onun içinde zor bir karardı buradan gitmek. Biliyordu çıkmaz bir sokakta olduğumuzu ve bundan kurtulmak için geriye dönmek değil yeni bir yol inşa etmemiz lazım. Birkaç dakika daha yalnız olmuş sonrasında zihin bağından bizimkileri çiçek arazisine çağırmıştım. Onlar gelene kadar güneşışığı altında etrafı ve buradaki anıları yad etmeye başlamıştım. Ve o anda aklıma gelenlerle mutlulukla gülümsedim.
Victoria diye birini tanıdım. Buradaki yalnızlığım onunla son buldu. Her an her daim yanımdaydı. Onunla olan kavgalarımız bile muazzamdı. Onunla birlikte hareket etmek güzeldi. Her koşulda yanımda olması bana tarifsiz duygularla dolup taşmamı sağlamıştı. Buradaki acemi hallerim onunla son buldu. Onun o her şeye nazlanan hallerini özleyeceğimi düşünmemiştim. Onunla yaptığınız o rezilliklerimizin olduğu maceraları unutmayacaktım. Victoria 'nın diğerleriyle didişmelerini her daim hatırlayacağımdan eminim. Belki de son zamanlarda çok bir arada olamadık ama onunla çok şey yaşadık çok şeye göğüs geldik.
Dehri diye birini tanıdım.. Çapkın, vurdum duymaz, rahat bir adamla yollarım kesişti. Dehri inanılmaz bir adamdı. İlişki hayatında da arkadaşlık hayatında da. Her şeyi ciddiye almama huyu belki de insanı deli ediyor ama onu böyle tanıdım ve böyle sevdim. Yaptığı o ufak çapkınlık kaçamaklarını saymazsak çok iyi biriydi. Kibardı ve bunu yansıtmadan sunardı kişiye. En çok Victoria 'ya takılır, benimle daha ciddi haliyle konuşurdu genelde. Ama buna rağmen iyi ki onu tanımışım diyorum.
Kavi diye birini tanıdım. Kibar, naif ve ince düşünceli. Her an beni destekleyen bir dosttu. İçine kapanık biri olduğunu biliyorum. Ama ne denli güçlü olduğunu da biliyorum. Her koşulda mücadele etmekten çekinmeyecek bir iradeye sahip. Doğruları söylemekten kendini alıkoymaması belki de onda takdir ettiğim en önemli şey. Yalnızlığı zamanla kabullenip hayatına almış biri olması iyi mi kötü mü bilmiyorum ama şu an diğerleriyle beraber olması eski yaşantısında büyük bir değişim olduğunu gösteriyor. Kavi 'nin saatlerce sorunlarımı konuşabilecek bir insan olması ve senin sırrını ve yükünü sırtlayıp yanında olacak biri olmasını seviyorum.
Enfal diye birini tanıdım. Her daim bir bakışımla ne yaşadığımı iyi anlayan. Olaylara her daim farklı açıdan bakarak bana farklı seçeneklerin de olabileceğini kanıtlayan birini tanıdım. Yer yer dostlarına takılan yer yer onları her koşulda sahiplenen. Zor anları çekilir kılmaya çalışan birini tanıdım. Bazı anlarda beni sinir edecek davranışlar sergilesede,, aniden olaylara birde eğlenceli yönünden bakmayı sunan birini tanıdım. Komik yanı aslında onun tarafından perdeyle gizleniyor sadece dostlarının yanında kendini tamamen açığa çıkarıyordu.
Nehar diye birini tanıdım. Sessizliği bazen en büyük korkuyu sunacak kadar tedirginlik veriyordu. Her insanı her durumu sakinlikle karşılıyor her daim bir çıkış yolu için çözüm arıyordu. İyi özelliklere sahipti ama onun bu özelliklerini ortaya koyması için güvendiği limana demir atması lazımdı. Ve bir kere güvenini kazanırsanız sonsuz bir dayanak sunardı. Belki de geçmişi onun bu hale gelmesini sağlamıştı ama geçmiş değilmidir insanın şekil almasını sağlayan.
Dennis diye birini tanıdım. Durgun bir nehir gibi. Onu taşmasını sağlayacak tek etken saklı kalan hislerinin zarar görmesidir. Beni belki de en iyi tanıyan Dennis diyebilirim. Onunla bazen bir bakışla tüm hislerimi fark ettiğini anlıyorum. O beni bir bulmaca olarak görüyordu. Onun için kolayca çözülebilir bir bulmaca. Belki de ondandır bir şey olduğu anda onun yanından uzak kalmam. Belki ondandır en çok onun yanında kendimi tamamen anlaşılır hissetmem.
Ölü Ruh diye birini tanıdım. Ummadık anda yaşamıma gelen. Beni en büyük zorluklar arasında yalnız bırakmayan. Her koşulu benim için imkan haline getiren. Hislerimi en iyi bilen. Belki de aynı hisleri yaşadığımız içindir birbirimize yansıma oluşumuz. Ondaki irada gücü en imrendiğim şey. Çok şey yaşamış ama buna rağmen yaşamın onu tüketmesine izin vermemiş. Hayatta kalabilmiş. Kalmak için çabalamış. Belki de gidişim sonrasında en çok özleyeceğim kişiler arasında o ilk dört sırada olacaktır. Çünkü onunla çok şey yaşadık çok şeye göğüs geldik.
Rosa diye birini tanıdım. Bir anda yaşantıma giren. Beni çok sinir eden ama yanımda oluşunun verdiği hissiyata hemen alışmam onu kendime yakın hissettiğim için. O benim fırtınalı limanlarda sığındım o ulaşamaz dev kaya parçamdı. Ansızın aklıma gelen kötü düşünceleri savuşturup kendime verdiğim acıları yok edendi. Benimle her yolu ilerlemeye gönüllü olandı. Çekinmeden sıkılmadan benimle bir yaşamı sürdürmeye kararlı olandı.
Belki de dostlarım bir bütün olarak bana her an yaşamın gölgelerinde ışık sunandı. Onlara yaşam katlanılır kılınıyordu.
Ve son olarak Ahrar diye birini tanıdım. Belki de hayatıma yön veren değişmemi sağlayan oydu. Nefes almak basit görünüyor ama onsuz yaşam sonlanır. Benim için Ahrar aldığım nefesti. O yoksa zaten benim için yaşam son bulurdu. Onunla vardım onsuz yok olurdum. Onunla çok şey yaşadım. Çok şey gördüm. Çok üzüldüm çok kırıldım. Belki de çok pes etme noktasına ulaştım. Ama sonunda günışığını onunla gördüm. Belki de benim ondaki ısrarım bu yüzdendir. Onun bana yaşamayı hissettirdiği içindir. Beni acılardan soyutladığı içindir.
Şu an beni hatırlamıyor olabilir ama ben onunla olan her anımı her detayına kadar hatırlıyorum ve iyi ki diyorum onu iyi ki tanışmışım. Belki de Ahrar olmasaydı ben bu evrende hâlâ gerçek sevgiyi hissetmeden giderdim. Ama şimdi böyle değil. Giderken onun sevgisini ve varlığınıda yanımda götüreceğim. Ve onunla her daim var olacağım. Her zorluğu onun varlığıyla çözeceğim. Ahrar bendeki asla kapanmayacak ve kapanmasın istemeyeceğim bir yara olacak. Sevdiğim alıştığım ve istediğim bir yara. Onu özleyeceğim ama bu bile benim için değerli. Ahrar 'la ilgili her şey benim için çok değerli ve önemli.
Çiçek arazisinde çok fazla zaman geçirmiştim. Karanlık çökmüştü ve ben hâlâ olduğum yerde duruyordum. Yavaştan gecenin serinliği yüzünden üşümeye başladığımı fark edince usulca ayağa kalkıp yavaşça kuleye doğru ilerlemeye başlamıştım. O sırada içimdeki hisleri görmezden gelmeye çalışıyordum ama nafile bir uğraştı yaptığım. Çünkü gitmenin verdiği hissiyat yüzünden üzgün ve boşlukta kendimi hissediyorum.
Alışacak mıyım zamanla buna acaba? Yoksa her daim bu burukluk içimde varlığını sürdürecek mi?
Patikaya sapınca adımlarım biraz daha hızlanmış ve dakikalar sonra arka bahçeye ulaşmıştım. Arka bahçede kimse yoktu. Bahçe karanlık ve sessizdi. Kimsecikler yoktu bulunduğum alanda.
"Üzülecek olmana rağmen gidiyorsun. Bence biraz daha kalabilirsin." Bunu diyince Rosa başımı iki yana salladım.
"Bunu yaparsam daha zor olur gitmem. Aniden gitmek daha iyi olacak. Bu sayede içimdeki o boşluk hissi ortaya geç çıkacak. Gitmek en doğrusu. Bunu biliyorsun." demiş ve kulenin arka tarafından içeriye girip hızla önümdeki uzun koridorda ilerlemeye başladım. O sırada bakışlarım etrafı izliyor ve burada yaşadığım onca şey gözlerimin önünde canlanıyordu.
Ne de çok şey yaşadım; acısıyla, hüznüyle, çığlıklarıyla, kahkahalarıyla, mutluluğuyla ve daha nicesi.
Odamın kapısının önüne gelince kısa süre bakışlarım kapıyla bakıştı. Buradan sayamayacağım kadar durmuş ve içeri girmiştim. Burada ne çok şey yüzünden ayrılmış ve geri dönmüştüm. Buradaki her yerde farklı farklı anılara sahiptim. Ben kendi hüznümle boğuşurken birden arkamdan birinin varlığını hissedince aniden arkama dönüp gelenin kim olduğuna bakmaya çalıştım.
Bakışlarım lacivert harelerle kesiştiği anda onun sesini duydum.
"Demek gidiyorsun."demişti ama bir soru değildi sanki bunu kendine söylüyor gibi bir hali vardı." Hemen gideceğini düşünmemiştim. Buradaki herkes tamamen burayı terk ettiğini konuşup duruyor. "dedi konuşmak için bir yol çizerek.
Lacivert harelerdeki o ifade sanki bir şeyin onun canını sıktığını ve bundan dolayı keyifsiz olduğunu yansıtıyordu. Gitmem mi onu rahatsız etti yoksa bunun başka bir sebebi mi vardı? Birkaç saniye sessizce birbirimize bakıp dururken, zihinlerimize bu halimizi kazımak isteyen bir yanımız vardı.
Ah ona olan sevgimin büyüklüğünü bir kez daha fark ettim. Ona olan özlemimin asla dinmeyecek oluğunu tekrardan anladım. Ahrar 'ın benim sonsuzluğum olduğunu bir kez daha kendime hatırlattım. Onunla ilgili her şeyin bendeki etkisini yeniden ve tekrardan anlamış oldum. Onsuz bir yaşamın benim için bir hiçlikten ibaret olduğunu fark ettim. Onu görmek ve onu görmemenin bana sunduğu hisleri bir kere daha fark ettim. Ahrar benim ne başlangıcım ne de sonsuzluğumdu. O benim için bir araftı. Başı ve sonu olmayan, olmasını da istemediğim bir şeydi.
Akılma gelenlere bakışlarım parladı. "Sizi tanımak güzeldi Ahrar hoca." demekle onun bakışlarındaki o çaresizliği az da olsa dağıttım.
"Seni tanımakta güzeldi Emira. Bu ikinci kez olsa da." dediğinde unutmasından önceki anı ve sonraki anı kast etmişti. Beni hayatında iki kere tanımıştı aslında. Birinde sevmişti. Birindeyse hissiz kalmıştı.
Ellerimi arkamda birleştirip bakışlarımdaki o boşluğu yok edip dudaklarımı araladım.
" Siz peki ne zaman gitmeyi düşünüyorsunuz?" meraklı çıkan sesim aslında burada ne kadar durmayı değilde benim gidişimden sonra oluşacak boşluğu kaldırıp kaldıramayacağını merak ediyordu.
"Bende senden sonra gitmeyi düşünüyorum. Daha fazla durmanın anlamı yok. Yeterince burada misafir oldum zaten." demiş sonra aklına gelen her neyse onu söyleyip söylememek arasında mücadele verirken bakışlarını benden çekip etrafa çevirip, masum bir çocuk gibi konuşmuştu." Acaba buraya geri döndüğün anda beni ziyarete gelir misin? Eğer imkanın olamasa bende gelebilirim buraya senin için. Yani şey —" dedi ve devam edemeden sustu ve anladın işte dercesine baktı bana.
"Uzun bir süre gelmeyebilirim." dememle hızla bana baktı ve bakışlarında bir şeyi fark ettiğini sezdim.
"Aslında bir daha gelmeyi hiç düşünmüyorsun değil mi?" demesiyle gerçeğe ulaşmış olmasıyla sessiz kaldım. "Bunu kimse bilmiyor." dediğinde sen biliyorsun dercesine baktım. Bunu o da fark edince bakışları yavaşça değişmişti. "Benim yüzümden mi?" demesine karşı sessiz kaldım. Belki de onca şey içinde. Ama bu konuda kendini suçlu hissetmesini istemiyorum.
"Çok şey yaşadım burada ve bazıları çok ağır geldi bana. Onun için biraz uzlaşmak iyi gelecek bana." diye bilmiştim.
O sırada Ahrar başını anladım dercesine salladı.
"O zaman ben seni daha fazla meşgul etmeyeyim." diyerek birkaç adım geriledi ama bana arkasını dönemdi. Lacivert irisleri hasret çeken bir edayla bana baktı. Varlığıma alıştığını biliyorum. Ne kadar hatırlamasa da bütünüyle bana ve benimle olan her şeye alışmıştı ve oda bunun farkındaydı.
Ahrar 'a doğru yavaşça ilerledim o an. Ve daha o bir şey diyemeden yavaşça yüzüne doğru eğilip yanağımı yanağına değdirip içli bir nefes verip dudaklarımı yanağına değdirip usulca öptüm onu. Sonrasında dudaklarım yanağından ayrılıp kulağına ulaştı. O sırada yanağım onun yanağına yaslıydı. Kulağına daha önceden ona söylediğim bir şeyi tekrar söyledim.
"Lanetli geceler Ahrar hoca." demiş ve yavaşça geriye çekilmeden önce onun kokusunu son kez içime çekmiştim. Ah Ahrar 'la ilgili her şeyi özleyeceğim ama en çok kokusunu ve bakışlarını özleyecektim.
Yavaşça ondan uzaklaştım. Son kez lacivert harelerine büyük bir aşkla bakıp sonrasında arkamı döndüğüm gibi onun yanından uzaklaştım. Odamın kapısını açıp içeriye pat diye girdiğim gibi kapıyı arkamdan saniyeler içinde kapatmıştım. Ah delicesine çarpan bu kalbim bir daha onu görmeyecek olduğu gerçeğini nasıl kaldıracaktı?
─⊹⊱☆⊰⊹─
Ahrar....
Emira yanımdan ayrılıp gittikten sonra söylediği o iki kelime zihnimde defalarca kez yankı yaptı. O an zihnimde amansızca bir ağrı baş gösterdi. Gözlerim karardı, kulaklarım çınladı. Kalp atışlarım hızlandı, her atışı göğüs kafesimde yankı yaptı. Neydi bu birden olan şey? İki kelime beni ne hale getirdi birden bire. Ayakta bile zor duruyordum. Yavaşça arkamı dönüp olduğum yerde odamın olduğu tarafa ilerledim. O an da bulunduğum koridorun zemini kayıyor gibi hissediyordum. Ansızın karanlık beni etkisi altına alıyordu sanki. Gözlerimi açmakta bazen zorlanıyor, aldığım nefes ciğerlerime acı veriyordu. Ve amansızca bir sesin zihnimi ele geçirdiğini hissetmiştim.
'Bedel ödendi. Kefaret tamamlandı. Artık ruhun kadar zihnin de özgür.'
Bu sözlerden sonra duvara uzanan elimle ilerlemeye devam ettim. Eğer yürümesem sanki yere kapaklanacaktım. Duvarlardan destek ala ala sonunda odamın kapısının önüne varmış ve var gücümle kapıyı açıp kendimi içeri atmıştım. Kapının kapanması için bedenimle kapıyı örtmüş ve sonra yavaşça ilerideki tekli koltuğa doğru ilerlemiştim. Yalpalayan adımlarım sonunda koltuğa ulaşınca kendimi direk bırakıp ve acı içerisinde koltukta oturmuştum.
Başımı geriye atıp bedenimdeki acının yok olmasını beklemiştim. Ama acı daha çoğalmış ve sonrasında birden zihnimde üst üste farklı sesler duymaya başlamıştım. Boğuk seslerin yanında bazı net olmayan görüntüler gözümün önünden gelip geçiyor, kulağımda tanıdık sesler yankı buluyordu. O an sadece bana olan şeyi kabul ettim ve daha fazla direnmedim. Sonucunda ise zihnime üşüşen hatırları gördüm. Yaşadığım ama unuttuğun her şey geri geldi. Zihnimde yeniden yer edindi. İlk anı az önce Emira 'nın bana söylediği o sözün daha önceki hatırası oldu.
"Geçen sefer şu generalden kurtulmak için böyle bir yalana başvurmuştun. O gün kütüphane bana yardım edememiştin acelemiz olduğu için ama şimdi bütün bir gün süremiz var kısıtlı değil. Bugün davette yaşanılanlardan dolayı Turul bey herkese ceza verdi uyarı niteliğinde olsun diye ve senin cezan da benim asistanım olmandı. Bu öneriyi ben sundum onlara. Ama üzülme senin için yararlı bir ceza bence. "demiştim.
" Biliyor musun size söylemek istediğim çok şey var ama susmakla yetiniyorum sadece. Ve emin olun ki sizin olduğunuz bir ortamda her ne yaşarsam yaşayayım o an bana ceza değil lanet olur. Siz varken bana hayat zulüm olmaktan da öteye gidiyor. Ah beni kızdırmak için hiç bir anı kaçırmıyorsunuz tebrik ederim sizi bay Ahrar. İstediğiniz oldu şimdiden bir rahatsızlık duydum. Şimdiden mutlu olmalısınız. Rahat bir uyku uyuyabilirsiniz çünkü benim şu andan itibaren gözüme bir gram uyku bile girmeyecekte. Ve şimdiden lanetli uykular dilerim size. Çünkü benim için o lanet şimdi başladı malum sizin olduğunuz her an benim için lanetli anların çanının çalması demekte. "diye sinirle konuşmuştum.
" Lanetli geceler.... "demiştim onun arkasından.
"Çok sessizsiniz Ahrar hoca. Genelde bu sessizliği zihinlerde kopan çığlığa veriyorum her daim."
"Sadece düşünüyorum. Her daim düşünürüm."
"Hım siz öyle diyorsanız öyledir."
......
"Neden bir eğitmen olmak istediniz?" diye sormuştu pat diye.
"Kendimi ait hissettiğim tek yer olduğu için." dedim.
"Peki kendinizi tek ait hissettiğiniz yer mesleğiniz mi?" diye sorunca düşünmeden cevap vermiştim.
" Bazen tek mesleğim olmayabiliyor." diye yanıt verdim.
" Sen peki kendini bir yere ait hiç hissediyor musun ? diye sormuştum.
" Kendimi bir yere ait hissettiğim şeyi yitirdim. Yani artık hiçbir şey bana ait değil bundan dolayı ben hiçbir şeye ait hissetmiyorum kendimi." demişti
....
" Birbirimizi tanımak için sorular soralım mı birbirimize?" diyince Emira 'nın yaşadığı ufak çaplı şaşkınlığı görmüştüm.
"Pekala ama karşılıklı olacak yanıtsız bırakmak yok."
"En sevdiğin renk?"
"Mavi. "Ama sen zaten bunu biliyor olmasın."
"Senin mor."
......
"Sizi dinliyorum Ahrar hoca?" demişti umursamazlık içinde.
"Biraz konuşabilir miyiz? Yaptığım yanlıştı." diye hatamı kabul etmiştim.
"Bunu bilmeniz ne güzel!"
....
"Ona karşı çok iyi yaklaşımcısın. "demiştim.
" Herkese öyleyim. Sen yanlış düşünmüşsün."
"Bana karşı değil ama.."
"Bir zamanlar öyleydi. Ama hataydı gitti bitti."
......
"Ben böyle bitirmeyi istemiyorum."
" Başlamayan bir şey bitemez Ahrar. "
"Başladı. Bunu sende iyi biliyorsun. Ruhum çünkü hissetti. Ruhun hissetti bunu nasıl inkar edersin ki? Ruhum seninle sevgiye ulaştı. "
" Ölü olan ruhunla sevgiye ulaşacağını sanma. Bu seni fazla yaralar sonra. "
" Ruhum ölü olabilir ama Emira sevgim değil. "
" Biz aramızda olan hisleri öldürdük, bizi öldükleri anda terk ettiler ve onlardan bir iz bile kalmadı. Yani ölü olan tek ruhunuz değil sevgimiz sevgimde. "
" Gerçek senle karşılaşmama izin vermedin. Ahrar. Buna rağmen ben seni tanımak istedim ama ne kadar başarılı olduğum meçhul. Sen meçhulsün ve öyle de olacak. "
" Seni kelimelerin tarif etmeyeceği kadar seviyorum. Ve bunu ister kabul et ister etme ama bu gerçek. Biz gerçeğiz."
"Sen sadece buna kendini inandırıyorsun Ahrar. Yanılıyorsun. Bu gerçek değil. Biz gerçek değiliz. Samimiyetle söylüyorum sana bunu. Biz gibi etrafımızda olan her şey yalan."
.....
"Gece bile güzelliğini ört bas edemiyor."
"Şimdide taktik değiştirip iltifatlar ederek mi kandırmaya çalışıyorsun?"
"Gerçeği dile getirdim sadece."
Her bir anı yavaşça zihnime sızdı ve kendini açığa çıkardı. Varlığını bana sonsuza dek sürecek şekilde belli etti. O an hücrelerime kadar yorgun olduğumu hatırladım. Sonra yavaş yavaş her şey zihnimde var olduktan sonra koca bir sessizlik var oldu. Artık tamamen her şeyi hatırlamıştım.
Aklıma gelenlere Emira 'ya yaşattığım saçmalıklar yüzünden kedime küfredip durdum. Benim yüzümden neler yaşamıştı kim bilir? Evet belki isteğim dışında onu unuttum ama Emma' yla olan olayların onun nasıl yaraladığını tahmin edebiliyorum. Aynısını ben yaşasam öfkeden ve acıdan mahvolurdum. Ama o sükunetini her daim korudu.
Yer yer laflarıyla canımı yakmaya çalıştı. Bu konuda ona kızmak saçmalık olur çünkü yaşadıkları onun böyle davranmasını sağlamıştı. Ah o inatçı kadın her daim dediğim dedik olmak zorunda mı? Aklıma gelen o Timur denen hergele olmuştu. Ne kadar cezasını versem de kadınıma olan bakışlarını hâlâ hatırlıyorum ve müsait bir zamanda yeniden benden güzel bir karşılık alacaktı.
Yitik Ruh ortalıkta yoktu. Sanırım önemli bir işi olmalıydı. Birden aklıma gelen düşünce ile kanım çekildi. Emira 'nın gideceği gerçeği. Ama artık her şeyi hatırlıyorum ve gitmesi için bir neden yok. Bir an önce onun karşısına çıkıp, olan biteni anlatmam gerek. Yoksa onu sonsuza kadar kaybedeceğim.
Bir an önce sabah olması gerek hemen onun yanına gidip olanları ona anlatmak istiyorum. Yavaşça olduğum yerden kalkıp pencereye doğru ilerledim. Hâlâ güneş doğmamış ve her yer karanlık içerisindeydi. Aklımdaki tek soru Emira 'nın olanları öğrenirken hissedeceği şeyler ve hâlâ gidip gitmemekteki kararı olacaktır. Umarım söylediğim şeylerden sonra beni ve burasını terk etmez.
Kendi kendime düşünürken birden Yitik Ruh' un sesini duydum.
"Sonunda kedine geldin demek. Eh güç oldu ama geç olmadı. Bu açıdan bakmak lazım. Ve şimdi sana söylemek istediğim çok şey var. Bu anı bekledim aslında." demesiyle anında kaşlarımı çattım.
"Ne söyleyeceksin?" demiş ve konuşmasını beklemiştim.
"Bildiğin üzere seni hayata getiren Emira. Ama nasıl getirdiğini tam olarak bilmiyorsun. Emira yasaklı bir büyü kullandı. Sırlar Kitabını kullanarak seni getirmek için elinden geleni yaptı. Ve başardı da. Ama her şeyin bir bedeli vardı. Onu ödedi. Sende biliyorsun onu çoğu zaman yaralı halde gördün. En son ki yaralanma olayı da o yüzden. Klafter Yanardağı 'nda bulunan o yaratıkla teke tek mücadele etti ve son bedel kısmını tamamladı. Böylelikle de senin hatıraların geri geldi. Yani dostum demem o ki Emira senin için her şeyi göze aldı ve şu an hayatta olman onun sayesinde. Bunu kimseye söylemedi. Ne yaptığını kimse bilsin istemedi ama çoğu kişi haberdar olan bitenden. Sana demem o ki git ve geç olmadan onu bul ve olan biteni ona anlat. "dediğinde Yitik Ruh her şeyi tüm yönüyle bilmek ağır geldi.
" Ona bir kere daha yaşamımı borçluyum desene. Beni sevdiği için bana sunduğu yaşamdan sonra beni yeniden ölümden getirdi. O benim için yaşamın ta kendisi. "dedim zihnimde onun yüzü canlanırken. Ah Emira benim sevgili kadınım. Nefesim, hayat verenim, yaşamıma anlam katanım. Onca şeyden sonra nasıl senden uzak kalabilirim ki.
" Git ve ona her şeyi anlat ve şunu ekle ; ona sevdiğini söyle ki artık yaptığı kalkan kalksın ki en de Rosa 'yı görebileyim. Onu görmek için sabırsızlanıyorum ama senin kadının buna izin vermiyor." diyerek asıl amacını söyleyince dediklerine sadece bıkkın bir nefes verip olduğum yerden ayrılıp kapıya doğru ilerlemem olmuştu.
Kapıdan çıkınca direk koşar adımlarla onun odasının olduğu tarafa doğru ilerledim. Kalbimdeki heyecan ve onun mavilerine olan özlemimle içim içime sığmıyor ve bir an önce ona sarılıp her şeyi ona anlatmak istiyordum. Sonunda kapısının önüne gelince usulca kapıyı çaldım ve içeriden gir komutunu bekledim ama bir ses gelemeyince tekrar çaldım. Yine ses gelmediği anda korkuyla kapıyı açtım ve içeriye pat diye girdim. İçeri girip etrafta kısaca bakınca Emira 'yı içeride görmedim.
Gitmiş miydi? Onu tamamen mi kaybettim yoksa? Olduğum yerde içimdeki yoğun kaybetme hissiyle dikilmeye devam ettim ve öylece açık kapının önünde donmuş bir insan gibiydim.
Şimdi ne yapacaktım? Onsuz yapamazdım ki ben. O an yaptığım bu aptallık yüzünden Emira 'yı kaybetmiş olma gerçeği yüzünden kendimi yok etmek istedim. Emira gitmiş ve beni burada derin bir pişmanlık içinde bırakmıştı.
─⊹⊱☆⊰⊹─
Ahrar gittikten sonra bir müddet öylece odamda takılmış sonra odada kalmayacağımı fark edince odadan çıkıp kendimi teras katında bulmuştum. Terasın korkuluklarına direklerimi yaslamış başımı yukarı çıkarıp gökyüzüne bakışlarımı çevirmiştim.
Ahrar 'la da vedalaşmıştım. Bugün vedalaşmak istediğim çok kişiyle vedalaşıp yapmam gereken şeyleri yapmıştım ve geriye hiçbir şey kalmamıştı. Artık sona yaklaşmıştım. Artık burada kalmak için bir nedenim yoktu. Daha fazla oyalanmak aptallık olurdu benim için.
"Gitme zamanı geldi diyorsun öylemi?"bunu diyince Rosa içerisinde olduğum sessizliği yavaşça yok ettim ve ona hitaben konuştum.
" Geç bile kaldık aslında. Sadece kendimi oyaladım. Belki de ağır geldiği için. Belki de geri gelemeyeceğimi bildiğim için bunun zaman almasını sağladım. "dedim ne yaptığımı açıkça söylerken.
" Geri dönmemekte bu kadar kararlı olma. Belki de bir neden yüzünden geri gelirsin. "
Bu iyimser fikrine sadece tebessüm ettim. Hadi ama benim buraya gelmem için istediğim şeyin olması lazımdı. O da olmayacak gibi. Onun için de en doğrusu gitmek.
"Umudunu kırmak istemiyorum ama bence boşa bir ihtimalden söz ediyorsun. Çünkü sende bende iyi biliyoruz ki Ahrar her şeyi hatırlamadığı müddetçe buraya gelemeyeceğim." dedim ve sonra içten içe aklımda şu cümle yer aldı. 'Belki de hatırlamaması daha iyidir. Çünkü ona acıdan ve sıkıntıdan başka bir şey vermedim. Bu haliyle belki de daha iyi olacaktır.'
Derin bir iç çekip bakışlarımı usulca kapattım. Hayali bile güzel olan şeyi artık istemiyorum. Kendim için değil aslında Ahrar için. Güzel bir hayatı olsun diye bunu istiyorum aslında içten içe bir yerde. Çok fazla değişim başlattım burada. Onca şey değişti. Onca insan öldü ve onca kişi acı çekti. Belki de varlığımın burada olmamasını herkes için daha iyi olacaktır.
Buraya belki de yaşamları değiştirip sonrasında ayrılmak için gelmiş olabilirim. Belki de en başından beri yapmam gereken şey buydu ve ben bunu onca şeyi yaşadıktan sonra kavradım.
"Yine aynısını yapıyorsun. Burayı aslında terk etmenin herkesin yararına olacak sanıyorsun ama yanılıyorsun Emira. Senin varlığına herkes alıştı ve gidişin onları üzecek, onları sevindirmeyecek." sözleri sadece içerlemiş gibi etrafıma bakmamı sağladı.
"Bir lanet gibiyim. Herkese ve her şeye zarar veriyorum. Belki de burada olmayışım onların huzurla yaşamını sağlayacak. Rosa belki şu an sende kabul etmiyorsun ama ileride sende anlayacaksın burada olmamam en doğru karar olacak." dedim bunu anlamını umarak.
" O zaman bırakalım da zaman bize ne doğru ne yanlış göstersin olur mu? "dediği anda başımı olur dercesine salladım.
" Giderken buradaki her anımı sonsuza kadar hatırlayacağım. Belki de kolyeyi de bırakıp öyle gitmeliyim. "dediğim anda Rosa saçmalıyorsun dediği anda ona sadece gülmüş ve böyle bir şey yapmayacağım demiştim. Sadece onu sinir ederek bu burukluğu yok etmek istemiştim.
Çünkü canım yanıyordu bu gidiş yüzünden ve alaycı bir üslupla bunu ört bas etmek istiyorum.
" Gidelim mi artık?" dediğim anda Rosa tam cevap vereceği anda arkamdan adım sesi önce duyuldu sonra ise bir cümle.
"Gitmemişsin buradasın." diyen sesi duyunca usulca arkama baktım ve karşımda dikilen Ahrar 'la göz göze geldik.
Sanki burada beni bulduğu için şaşkındı ama bir yandan da mutlu olduğunu gördüm. Beni nerede sanıyordu ki? Yoksa gittiğimi mi sanmıştı onun için miydi bu şaşkınlığı? Zihnim olanları tamamen anlaması için Ahrar' ın konuşmasını ve olanı anlatmasını bekledi. Aklım almıyordu benden sonra ne olmuştu ki? Ama ondan önce bakışlarım bir şey fark etti. Ahrar 'ın bana yönelik olan aşina olduğum o bakışı. Bu bakışı çok iyi tanıyorum. Beni unutmadan önceki her daim bana bu ifadeyle bakan Ahrar gibi bakıyordu. Beni seven Ahrar vardı sanki karşımda. Beni unutan Ahrar değil.
Onun için nefes görevi gördüğüm, benimle yaşadığını hissettiğim, varlığımın onu huzurla doldurduğu bakışı. Lacivert irisleri bu sefer bana karşı soğuk değildi. Büyük bir özlemle ve sevgiyle bakıyordu bana. Sanki kaybolmasından korkan bir ifadeyle. Onun için mucize olarak görülen bir nesneydim sanki. Kaybetmekten delicesine korkan ama ona sahip olduğu için dünyanın en şanslı insanı olan.
Bu sefer bana yabancı gelen bir ifadeyle değilde alışık olduğum bir ifadeyle bana bakıyordu. Gözlerindeki buz çatlaklar yok olmuş ve yerine sevgi yer edinmişti. Yüzündeki ifadesizlik yok olmuş ve yüzündeki yumuşak ifadeyle bana kim olduğunu anlatmaya çalışıyordu sanki. Yüzüne huzur yer edinmiş, sevginin yer aldığı ifadesi beni soğuk diyarlardan çekip almıştı. Bakışları beni her gördüğünde ışıltılarla yer edinen göz bebeğiyle bana bakıyordu.
Ben ona bakarken o da bana büyük bir hasretle bakıyordu. İkimizde karşılıklı durmuş öylece bu zaman diliminde birbirimizi izliyorduk.
Bu benim Ahrar 'ım dı değil mi? Her şeyi hatırlıyordu. Peki bu nasıl oldu? O an nefes almayı bıraktığımı fark edince yavaşça ciğerlerime derin bir nefes çekip dudaklarımı araladım.
"Hatırlıyorsun." dedim teyit etmesini beklerken. Yavaşça başını evet anlamında aşağı yukarı salladı.
O an dudaklarım iki yana usulca kıvrılıp bunun bendeki mutluluğunu ona yansıttı. Ben olduğum yerde dururken Ahrar artık benden uzak durmaya dayanamadığı için bana doğru hızla gelip, beni kollarının arasına almış ve sımsıkı sarılmıştı. Kolları sırtımdaki yerini aldıktan sonra yavaşça yüzünü boynuma gömmüş ve derin derin nefesler almaya başlamıştı. Kokumu soluduğunu o an fark etmiştim. Bense alnımı omzuna dayamış ve öylece bu olanların gerçek olduğunu sorgulamıştım. Gerçekti değil mi? Hayal görmüyordum. Gözlerimi kapatıp bu anı hissetmeye başladım.
"Seni çok özledim Emira." diye Ahrar 'ın boğuk sesini duyunca sadece mırıltıyla onu onayladım. "Bağımlısı olduğum kokunu solumayı, bakmaya doyamadığım gözlerini, her duyduğum anda bana huzur veren sesini duymayı çok özledim. Sanki zihnim uzun zamandır bir kapalı kapı ardındaydı. Seni duyuyordum, görüyordum ama. Seninle konuşamıyordum. Ama artık her şey bitti. Biz kazandık sevgilim. Bizim sevgimiz kazandı. Bizim için mücadele etmeyi bırakmadığın için sana minnettarım. Beni terk etmediğin için sana minnettarım. "dediğinde o an hıçkıra hıçkıra ağlamak istedim ama sadece derin bir nefes alabilmiştim.
" Zordu ama oldu. Sensizlik çok zordu Ahrar. Senin olmadığın bir yaşam bana çok zordu. Sesini duymadığım, gözlerine bakmadığım, kalp atışlarını duymadığım bu evren bana azaptı."demiştim ona çektiğim acıları dile getirerek. O an Ahrar yavaşça başını boyun girintimden çıkarıp alnını anlıma yasladı.
" Özür dilerim yanında olamadığım için o anlarda."
"Asıl ben özür dilerim benim yüzümden öldün. Benim hatamdı. Daha dikkatli olmam gerekiyordu. Ya başaramasaydım? Ne yapardım o zaman sensiz?" dedim kendimi suçlayan ifadeleri dile getirirken. Yavaşça iki elimi Ahrar 'ın yanağına usulca yerleştirip mavi harelerimin onun lacivert harelerine çektim.
"Bu senin suçun değil Emira. O an seni korumak istedim ve yaptığım şey yüzünden pişman değilim. Ya sana bir şey olsaydı ben ne yapardım?'diye kendimi suçlu bulmamı yanlış bulduğu anda konuştum.
" Ama benim yüzümden sana bir şey oldu. Peki benim ne düşüneceğimi bilmeden nasıl kendini tehlikeye atarsın? Sensiz yaşayamam bunu bilmiyor muydun?" dedim ona kızarken.
Oysaki o bu dediklerime sadece güldü. Çatık kaşlarım arasından ona bakınca yavaşça Ahrar ilk dudaklarını alnıma değdirip usulca öptü ve bir müddet öyle durduktan sonra konuşmuştu.
" Sen güçlüsün Emira. Sana bir şey olsaydı ben belki senin yaptığını yapamazdım. Ama sen beni getirmek için en zorlu mücadeleyi bile aşmış birisin. Onun için sevgilim yaptığım şey yanlış ama yine olsa yine yaparım çünkü gözümün önünde senin ölmene asla izin vermezdim. 'dediğinde çok sert olmasa da sağ elimi yumruk yapıp Ahrar' ın göğsüne vurdum. Açmadığını bilmiyordum ama acımış gibi rol yapıp yüzünü buruşturdu.
"Ah şiddet yanlısı olduğunu bilmiyordum." dediği anda ona alttan alttan sinirli bir şekilde baktım. Ahrar yumruk yaptığım elime uzandı. Eliyle tutup kendine çekti ve dudaklarıyla elimin tersini öptü. "Bu ellerin beni sarılması için bedenime dokunmadan yanayım vurması yanından değil ama boynum kıldan ince senin yanında." dediği anda durumun komikliğinden dolayı dudaklarımdan küçük bir kıkırdama duyuldu.
"İşte böyle gül ve günümü aydınlat." dedi ve hiçbir zaman doyamadığı yüzüme dalgın dalgın bakmaya devam etti.
" Ne o daldın gittin? "diye ona takıldığım anda Ahrar iki elini belime yerleştirip beni kendine daha da çekip sımsıkı sarılıp çenesini başıma yasladı.
" Özlemim yaşamın sonuna dek sürecek. Sen yanımdayken bile seni özlüyorum Emira. Sensiz bir yaşam düşünemiyorum bile. Beni sensiz bırakma." dedi ve sonra aklına ne geldiyse geriye doğru çekilip bakışları beni buldu. "Şu gitme olayı ne? Gideceğini sanıyorsan yanılıyorsun Prenses. Senin benden başka gideceğin bir yerin olamaz. "diye konuşmuş ve bu fikri saçma bulduğunu belli etmişti.
"Gitmemi istemiyor musun?" dedim vereceği cevabı bile bile.
Kaşları anında çatıldı ve gözlerini kısarak bana baktı. İlk önce ciddi olup olmadığıma baktı ve ifadesiz halim onun ciddi olduğumu sanmasını sağladı.
"Kadın ben sabahtan beri sana ne diyorum sen bana ne soruyorsun. Tabii ki de gitmeni istemiyorum. Sensiz yaşayamam diyorum sen bana ne diyorsun!"diye yavaştan sinirlendiği anda kendimi tutamadım ve kahkahalarla güldüm.
O sırada Ahrar 'sa bana yumuşamış bir şekilde bakmış ve kahkahalarımı büyük bir sevgiyle izlemişti. Narin bir mücevhere dokunmaya çekinen haliyle sağ elini yüzüme dokundurup yanağımı elinin tersiyle okşamıştı.
"Gitmek yok Prenses. Sonsuza kadar benimlesin, benim yanımdasın." dediği sırada konuşmadan başımı sallayarak onu onaylamıştım. Bir müddet daha birbirimizi izledikten sonra güneşin doğuşunu izlemeye başlamıştık.
Sırtımı Ahrar 'ın göğsüne yaslamış, belimi saran kolları arasında ellerinin üstüne ellerimi bırakmıştım. Ahrar çenesini omzuma yaslayıp yanağını yanağıma yaslamış ve onun kolları arasında karanlıktan aydınlığa geçiş yapan Moritanya Krallığı' nı izlemeye başlamıştık. O sırada kaldırmış olduğum kalkanla Rosa ve Aren bir araya gelmişti. Rosa' nın zihnimdeki mutluluktan dolayı yankı yapan kıkırtısını duymuştum. Mutluluktan şakırdayan sesini duymak benimde gülümsememi sağlamıştı.
Her iki çift olrak istediğimiz hayatın tadını yaşamaya başlamıştık. Ben o an güneşin doğuşunu izlerken aklıma düşen her anıyı anbean hatırlayıp, onca yaşadığım şeylerin hisleriyle dolup taşmışken Ahrar 'ın birden konuşmasıyla dikkatimi ona vermiştim.
"Biz nerede kalmıştık Prenses ? "diye sorunca Ahrar dudaklarına yerleşen gülümsemeyle konuşmuştum.
" Bizi sonsuza kadar hayal eden zihinlerde sevgilim . " diye yanıtlamıştım onu.
İşte benim hikayem burada sona eriyor. Onca yaşadığım şeylerden sonra sonunda hiç ummadığım bir sevgiye sahip oldum. Yalnızlığım burada son buldu. Yalnız terk edeceğimi sandığım burada sonsuza dek yaşama kararı almıştım.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 19.11k Okunma |
4.17k Oy |
0 Takip |
71 Bölümlü Kitap |