

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
"İçinde dans eden bir yıldız doğurmak için kaosun olması gerekir... (Friedrich Nietzsche)"
ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
🎧Bölüm şarkısı : Streets (Doja Cat)🎧

MULTİMEDYA : MERYEM'İN ELBİSESİ
Yazarın gözünden.
Meryem, platforma ağır ve düşünceli bir adımla yaklaştı. Kafasında dönüp duran korkuyu bir türlü atamıyordu ama herşeye rağmen mükemmel idare ediyordu.
Yaşadığı acılar yüzüne yılların olgunluğunu serpmişti. Piyano çalan adama yaklaşıp kulağına en sevdiği müziğin ismini söyledi.
Ürkek bir dişi aslan gibiydi. Ürküyordu ama bu dişi bir aslan olduğu gerçeğini değiştirmiyordu. Onunla ilgilenmeyen kalabalığı taradı. Bir defa öksürdü.
"Bu dansı eski okul arkadaşım ve bu gecenin en güzel gelinine ithaf ediyorum." dedi sakinliğini profesyonel bir şekilde koruyarak.
Kalabalık bu gecenin gizemli kadınına meraklı gözlerle baktı. Hepsinin aklında aynı düşünce vardı.
'Dans mı edecek? Bu kadın kim?'
Meryem topuklu ayakkabılarını çıkardı ve platformun bir köşesine koydu. Dansa başlamadan önce Hannah'a kaçamak bir bakış attı. Onunla anlaşmıştı. İşaret verdiğinde elektriği kesecekti.
Hemen arkasından en sevdiği şarkının yoğun sesini duyunca gözlerini kapattı. Heyecanlıydı ama daha önce yaptığı gibi, yıllar önce dans ettiği günler gibi sakin kalmayı başarıyordu.
Halası ona işkence yaptıktan sonra yetimhanenin odasında dans ediyordu ağlayarak. Kulağa tuhaf geliyordu ama Meryem dans ederken çok vahşi çok atılgandı. Tüm acıları, erotik dansı ile birleşince ortaya ateşten dans eden bir kadın ortaya çıkıyordu.
Ve bu o ortamda bulunan bütün erkek ve kadının ağızlarını açık bırakmış ve hipnotize olmuş gibi Meryem'i izliyorlardı.
Kalbinin ateşi ve dansın hızlı ritmi birleşerek çektiği acının ve sonunda getirdiği huzurun döngüsü gibiydi.
Daha asi, daha duygu yüklüydü her bir hareketi. Narin elleri açık teninde bir aşığın dokunuşu gibi geziniyor ve onu izleyen her gözleri tutkuyla dolduruyordu.
Acıyla bütünleşen dansı, her zarif hareketine ahenk katıyordu. Saçları denizin içinde yüzüyormuş gibi dalgalanıyordu.
İnce bacakları bir ileri sonra bir geri, her hareketinde elbisesi havalanıyor ve altında ki süt beyazı teni tutku dolu gözlerin önüne, dokunulması yasak bir elmas gibi sergileniyordu.
Zerafetine tanık olan herkes bu kadının dans edişine, haşin hareketlerine, vücuduna hatta kadının kendisine hayran kalıyordu.
Nakarata her geldiğinde kolları, yumuşak bir hareketle beline dolanıyor ve onu izleyen her bir insanın kalbini hızlandırıyordu.
Meryem öyle kusursuz dans ediyordu ki bir an için kanatları çıkacak ve gökyüzüne çıkacak kadar hafif ve narinleşmişti.
Öyle bir hipnoz etmiştiki insanları bir an için durup insanların diz çökmesini emretse yapacak gibiydiler. Öyle bir güçtü Meryem'in dansı.
Acı, keder, özlem, bulamadığı ve bulmak üzere olan aşk, sonra ise ölümdü. Bu kadın mezarın üstünde dans etseydi ölüler bile sessizleşip onu izlerdi.
Gecenin soğuğu zarif hareketlerine ilişince, elbisenin altında ki yanan teni üşümeye başladı. Ama ateşi öyle baskın bir hale gelmişti ki şuan duramazdı.
Önce yavaş yavaş, sonra gittikçe daha asi daha ulaşılmaz bir şekilde, sanki bir ayinin son parçasıymış gibi korkusuzdu. Artık bedeni değil onu yönlendiren ruhuydu.
Müziğin içinde kayboluyordu. Nerede bitireceğini düşünmemeye çalıştı. Müziğin ateşli çağrısının bedenine yerleşmesine izin verdi.
Dansı kalplerine sesleniyordu. Titrek kalplerinde kısık kısık ateşler parlıyordu. Elbisesi keskin hareketlerle dalgalanıyordu. Bir balık gibi denize bağlılığını sunuyordu.
Onu birinin özellikle farklı bir gözle İzlediğinden habersiz, gözleri kapalı dans ediyordu. Azrail şaşkınlıkla sanki ilk defa görmüş gibi bu kadının dansını izliyordu.
Meryem'in asi dansı taştan kalbine tanıdık bir his eşeliyordu. Bu kadının itaatkar olmadığını, asi biri olduğunu en başından fark etmişti. Onu iyi tanıdığını sanıyordu ama bu gece kadın onu afallatmıştı. Böyle bir yeteneği olduğunu bilmiyordu.
Kafasının içinden bir cümle geçti. "Ne tehlikeli bir kadın."
Bakmak istemedi, kendisini bu kadar etkilemesinden nefret etmişti. Odanın içinde ki diğer kadınlara bile bakmak istedi. Meryem dışında başka bir kadına bakmayı. Zorladı. Bakışlarını kaçırdı ama merakı, kalbinde ki şiddetli ağrı aşılmaz duvarlarına baskı uyguladı.
'Beni böyle büyülemesine neden izin veriyorum?' diye düşündü. Bu nasıl bir kadındı? Hipnoz ustalarına taş çıkarırdı. O ateşli dansı, elbisenin altında ki süt gibi beyaz teni nasılda cezbediyordu kaya gibi sert kalbini.
Kendi zifiri karanlığına Meryem'i hapsetmiş iken, şimdi onun dansında hapsolmuş gibi hissediyordu. Bu kadının karanlığı çok ateşliydi. Bir an için şöyle düşündü. 'Karanlık içinde karanlık mı olur?'
Öldürmek için zaman kolladığı kadın şuan onu hiç olmadığı kadar tahrik ediyordu. Bir an için onun tenini arzuladı. Sadece ona ait olmasını. 'Zaten öyle değilmiydi? 'diye düşündü. Kendi damgasını taşıyordu, beyninde çip vardı. Zaten ona ait değilmiydi?' Değildi 'dedi bir kez daha zihninde ki iç sesine.'Asiydi. Asla kimsenin karşısında diz çökmezdi. 'Bende böyle birini istemiyorum.' diye düşündü.
Azrail için değil bacaklarını açmak bu adam için ruhunu bile şeytana satacak kadınlar vardı. Ama Meryem.. Ona baktığında böyle hissetmiyordu..
Ulaşılmaz bir kadın gibiydi. Çizgileri vardı. Asiydi. İsyankardı. İtaatkar hiç değildi. Beyninde çip olmasa bu kadın onun sözünü dinlemezdi. Ne zaman ne yapacağı belli olmayan bu gizemli kadının tenini şuan öyle bir arzuluyorduki bir an için masayı tutmasa etrafındaki insan kalabalığın umursamadan tadına bakmak isteyecekti.
'Neden böyle hissediyorum? Niçin bana Bu gece böyle eziyet ediyordu?' Zihni karışmıştı.
Neden o kadar kadın arasından onun vücudunu, yüzünü, dudaklarını arzuluyordu?
Geri çekilmedi. Gözlerini kaçırmadı ve sonunda o kadın gözlerini açıp kahverengi gözlerini siyah gözlerine kenetledi. Şiddetli bir acıyla silahını tuttu. Belkide şuan öldürmeliydi bu kadını. Kalbi yumuşarsa bu onun sonu olurdu.
Hemen kalbine nişan almalı ve tek seferde öldürmeliydi. 'Canı yansın istemiyor muyum?' diye geçirdi içinden. Önceden canını yakmak istiyordu bu kadının. Çok değil yarım saat öncesine kadar ona herşeyi yapabilecek kadar kalbi taştı.
Bir iğne ucu kadar yumuşayan kalbine sıkmak istedi. Öncesinde de Meryem'i öldürmek istedi.
Meryem'in yanakları kızardı. Azrailin siyah gözleri bu kızarıklığı fark etti. Kızın kışkırtıcı dansı onuda şaşırtmıştı.. Ve o kadın şuan kızarıyordu. Zarif elleri dudaklarına dokundu, sonra boynuna, sonra ince beline.
Meryem onu kışkırtıyordu. Azrail bunu anlayınca öfkelendi ama yinede izlemeye devam etti. Meryem etrafında döndü, göğüslerinden başlayarak vücudunun her yerine dokunurken bile adamdan gözlerini kaçırmadı.
Asi bakışları kimi kışkırttığını umursamıyordu. Bu adamın ona neler yapabileceğini umursamıyordu. Acımasızca onun tahrik oluşundan aldığı zevki dansına yansıtıyordu.
Bir an için Azrailin silahını sıktığını gördü. Duraksamak bir yere dursun Meryem arsızca elini kalbinin üstüne koydu ve ateşli bir şekilde sırıttı.
Adam onu ilk kez gülerken görüyordu. Daha doğrusu gülümserken. Bazı zamanlar bu kadının neden bu kadar ölmeyi arzuladığını merak etmişti. Güzeldi.. Bunu inkar etmiyordu. Berbat bir hayatı yok gibiydi. Gördüğü kadarıyla. Bir hırsızlık için ailesini terk eden bu kadın neden bu kadar ölümü arzuluyordu?
Hiçbir şeyi merak etmediği kadar merak ediyordu. Ama sormak içinden gelmiyordu. Çünkü bu adam böyleydi. Katıydı, kabaydı, katildi, ölümdü, Korkunun kendisiydi.
Azraili gören herkes önünde diz çekmek istiyordu. Ölmemek için yalvarmak. Bir defa konuşmak için hangi hayatları feda ediyorlardı.. Ama bu kadın geçmiş karşısına onu kışkırtarak dans ediyor ve onu arzulamasına sebep oluyordu.
Carlos'un yanına yaklaştığını fark edemeyecek kadar kadına odaklanmıştı. Carlos bir şeyler söyledi. Odadaki herkes gibi oda Meryem'e hayranlıkla bakıyordu.
"Gelin... Tamam. Yani gitti.." kesik kesik konuşuyor ve nefesi boğuk geliyordu. Asla gözlerini Meryem den ayırmıyordu. "Görev tamam."
Ancak Azrail son cümlesini anlamıştı. Dönüp Carlos'un yüzüne bakınca adamın neden böyle saçma sapan konuştuğunu anladı.
Adam iştahla kadını izliyordu. Düşünmeden masanın üstünde ki bıçağı aldı ve adamın eline sapladı.
Carlos acıyla yüzünü buruşturdu. Eline saplanan bıçağa baktı. Ama öfkelenmeyecek kadar korkuyordu. Kadına dalmış ve Azrailin karşısında tuhaf cümleler kurmuştu. Görevi hafife almak gibi bir saçmalık yapmıştı. Oda anlamıyordu neden böyle olduğunu. Görevde hata yapmayan biriydi.
"Nerede?" Azrail öfkeyle Carlos'a bakıyordu. Adamın elinden akan kanlar zerre umrunda değildi. Şuan şurada ölse dönüp bakmazdı. Azrail böyle biriydi. Kimse onun için hiçbir şey ifade etmiyordu. Kullandığı piyonlardan biriydi.
"Karargaha götürülüyor." dedi Carlos acı bir ifadeyle. Cebinden çıkardığı mendili kanayan eline sardı.
"Burada işimiz bitti." Azrail arkasına bile bakmadan odayı terk etti. Carlos onu takip etti. Meryem onların gittiğini görünce Hannah'a işaret verdi.
Son hareketini yaptı ve müzikle beraber dansını sonlandırdı. Odada büyük bir alkış tufanı koptu. Meryem gözlerinde ki hayran ve saygı dolu bakışları görünce içten içe gülümsedi.
Sonra ışıklar kesildi. Meryem topuklu ayakkabısını aldı ve kime çarptığını umursamadan odadan çıktı. Hannah ile beraber merdivenleri inip çıkışa doğru ilerlediler. Hiçbir şey olmamış gibi.
Hâlâ gelinin kaybolduğunu fark etmeden köşkü terk ettiler. Hannah'ın arabasına binip olay yerinden hızla uzaklaştılar.
Meryem'in gözünden.
"Kızım harikaydın. Diyecek kelime bulamıyorum."
Utanarak elimle oynadım. "Teşekkür ederim. Elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım."
Hannah kahkaha attı. İkimizinde damarlarında adrenalin kaynıyordu.
"Hayır, iyiden fazlası. Gelini başkanın yanından alıp götürdüler. Adamın ruhu duymadı. Sana öyle bir odaklanmıştıki kızının kaçırıldığını bile fark etmedi."
"Hâlâ kalbim atıyor." dedim elimi kalbimin üstüne koyarak.
"Benimde." dedi sırıtarak.
Karargaha geri dönerken Hannah dansımı övüp durdu. İnsanların nasıl hipnotize olduğunu, bana hayran kaldığını anlatıp durdu. Doğrusu bu kadarını bende beklemiyordum. Ama hepsinden en önemlisi Azrailin gözlerinde gördüğüm tahrik dolu arzuydu. O an beni arzuladığını görünce heyecandan dansı yarıda bırakacaktım. Son anda bunu kendi lehime çevirdim. Bu adamın gözünde artık bir taşıyıcıdan fazlası olabilirdim.
Bu beni heyecanlandırıyor ve bir yerlerde umut ekiyordu kalbime. Bu iyi bir şey değildi ama artık geri dönüşü yoktu ve bende dönmek istemiyordum.
Karargaha döndükten sonra Carlos bizi kapıda karşıladı. Arabadan inerken Carlos'un üzerimde ki bakışlarını görünce gülümsemeden edemedim. Ama sonra yaralı elini görünce merakla sordum.
"Eline ne oldu?"
Bir şeyi hatırlamış gibi utanarak elini arkasına sakladı.
"Önemli bir şey değil. Efendimiz seni görmek istiyor. En üst katta." dedi ve hiçbir şey demeden hatta şaşırtıcı bir şekilde alay etmeden çekip gitti.
"Bunun derdi ne?" diye sordu Hannah gözlerini devirerek.
Omuzlarımı yukarı kaldırıp indirdim. "Kim bilir."
Önce elbisemi çıkarıp gidecektim ama bundan vazgeçerek doğrudan en üst kata çıktım. Ne olacaksa olsun artık. Kapıyı tıklattım.
İçeri girdiğimde yalnız olacağımızı düşündüğüm o heyecanlı düşünceler bir kuş gibi dağıldı. Düğünde yanında gördüğüm mavi elbiseli kadın bacak bacak üstüne atmış tam karşısında oturuyordu.
Umutlarım uçup gitti. Yüzümde ciddi bir ifadeyle yanına yaklaştım. Ben yokmuşum gibi kadınla konuşmaya başladı.
"Alaskaya gideceksiniz." dedi.
Kadın biraz öne doğru eğildi, göğüslerini örten saçlarını itinayla geri attı. Onu baştan çıkarmak ister gibiydi.
"Evet, ama bu kadar erken olmasını beklemiyordum. Neden bir kaç gün daha burada kalmıyoruz?"
Azrail kollarını iki yana atmıştı. Sakin tavrı gözümden kaçmıyordu. Ama beni yok sayması birazda olsa gururumu incitmişti.
"Biletleriniz hazır. Erteleme olmayacak. Üç gün sonra gidiyorsunuz." dedi bu sefer sakinlikten eser kalmayan sert ve itaat isteyen cümlelerle.
"Aslında sizinle vakit geçirmeyi çok isterim." dedi bu sefer daha açık konuşarak. Aslında ne istediğini tam olarak şuan söylemişti. Adama resmen beni altına al diyordu. Ve bunu yapmak için herşeyi feda etmeye hazırdı.
"Bu senin sorunun. Şimdi git odana." ne kadarda kabaca reddetmişti. İlk defa bu kadar kaba olması hoşuma gitmişti.
Ama kadın bundan etkilenmişe benzemiyordu. Sanki ben odada yokmuşum gibi ayağa kalktı ve Azraile doğru yaklaştı. Oha çüş ama.
"Seni istiyorum ve almadan gitmeyeceğim." Elbisesini çıkarmaya başlayınca şok olmuş bir şekilde arkamı döndüm. Allah'ım bu kadının aklı yokmuydu? Bir erkeğin altına girmek için nasıl gururunu bu kadar ayaklar altına alıyordu?
Azrailin gür sesini duyunca kalbim hızlı hızlı atmaya başladı." Carlos! Al bu fahişeyi karşımdan."
Carlos içeri daldı. Yüzüme bile bakmadan kadını apar topar odadan çıkardı. Çıkarken kadının ağladığını duyunca neredeyse kahkaha atacaktım.
"Maria."
İsmimi duyunca gülümsemem kayboldu. Sonunda burada olduğum farkına varılıyor. Yavaş adımlara arkamı döndüm. Karşısına oturmam için işaret verdi.
Ben otururken sessizce beni izledi. Bakışları ürkütüyordu ama bu korku artık ona alışmama sebep oluyordu.
"Beni çağırmışsın." dedim artık sessizliği bozarak. Biraz daha böyle bakmaya devam ederse karşısında kızarmaktan korkuyordum.
"Karmen gidene kadar onunla ilgileneceksin. Başı ağrırsa senden bilirim."
Tebrik yok. Takdir edici sözler yok. Başkanıda dahil hepsini oyuna getirmiştim ama bunun karşılığında ne alıyorum? Aptal bir kadının bakıcılığını yapacaktım öyle mi?
Bakışlarımdan ne düşündüğümü anlamış gibi konuştu.
" Görevin için tebrik beklemiyorsun değilmi? Yapman gerekeni yaptın. Anlıyormusun?"
"Yapmam gerekenden fazlasını yaptım. Benim gibi odadaki insanlara diz çöktürecek bir kadın getir karşıma bende söz veriyorum diz çökerim karşında."
Siyah gözlerinde bir kıvılcım parladı. Bir an için sırf karşısında diz çökmem için Arzu dolu bir istek belirdi. Ama bulamazdı. Bende bu yüzden büyük konuşuyordum.
" Maria, istesem sana diz çöktürebilirim." Sesi tahrik edecek kadar kısık çıkmıştı.
Neyi kastettiğini hemen anlamadım. Kafamdaki çipten dolayı böyle rahat konuşuyordu.
"Peki neden yapmıyorsunuz o zaman? Bana diz çöktürmek istemiyormusunuz yoksa benim bunu isteyerekmi yapmamı bekliyorsunuz?" Biraz öne doğru eğildim. Alaycı bir tonla, "Hangisi?"
Azrailin duygularını bastırmadan önce gözlerinin alevlerle yandığını gördüm. Aramızdaki çekim adeta bir sıcak esinti gibi ikimizin vücudunda dolaşıyordu.
"Benim ne istediğimden çok kendine şunu sor Maria, Bu adamın karşısında neden titriyorum? Neden yanaklarım kızarıyor? Neden kalbim bir fırtına gibi gürültülü bir şekilde atıyor? Sen önce kendine bu soruları sor."
Ne diyordu bu adam? Ne saçma sorulardı bunlar. Ama düşündüklerimin aksine bedenim farklı tepki vermeye başlamıştı. Kalbim şiddetle atıyor, midem kasılıyor, söyledikleri doğrumuydu? Tenim hep bunun farkındalığıyla kavruluyordu.
Gözlerinde haklı olduğunu anlayan bir ifade vardı. Benim anlamadığım neyi anlıyordu? Bende bilmiyordum neden böyle olduğumu? Yavaş ve ölçülü adımlarla bana doğru yaklaştı. İki elini koltuğun yanlarına dayadı ve yüzüme doğru eğildi. Çok yakındı. Yüzlerimiz arasında bir kaç santim vardı.
Elinin tersiyle yanağıma dokununca irkildim. Ama bakışlarımız asla birbirini bırakmadı. Sanki artık bana yakın olması kötü değilmiş bir istek haline gelmişti. Bir merak oluştu mide çukurumda.
Şuan beni öpseydi.. Karşılık verirmiydim? Yoksa yüzüne tokatmı atardım? Hoşuma mı giderdi? Yoksa bundan nefretmi ederdim?
Baş parmağını üst dudağıma bastırdı. Gözlerimi kapatmamak için tüm zihnimle savaşmaya başladım. O an beni öpmesini çok isteğimi fark ettim.
"Yapma!" Sesim istediğimden daha çaresiz çıkmıştı. Öyleki verdiğim nefesler devam etmesi için haykırıyordu. Bunu anlayacak kadar zekiydi. Hatta daha fazlasıydı bu adam.
Baş parmağı çenemden aşağı ilerledi. Tırnaklarımı deri koltuğa geçirince tuhaf bir ses çıktı. Lanet olsun. Bana neler oluyordu? Bu yabancı hislerde neyin nesiydi? Baş parmağı şah damarımın üstünde durdu. Yüzünü yüzümle aynı hizaya getirdi.
"Hayat damarın nasılda hızlı atıyor duyuyormusun?" diye sordu. Kaşlarım titredi.
"Peki bu hissettiklerim? Ne bunların adı?" diye sordum. Bilmediğimden değildi. Belki de bildiğimden şüpheliydim. Şuan bana yakın olması bende neden huzur yaratıyordu. Sanki kışın şöminenin hemen önünde uyumak gibi huzur veriyordu. Sanki istek değil benim için bir ihtiyaç gibiydi. Yaralarımı dağlayabilecek tek ateşe sahip bu adam gibiydi.
"Tutku." dedi dudaklarıma fısıldayarak.. "Sana dokunduğumda bunu günlerce düşündün. Kabuslarına girecek kadar benden etkileniyorsun." Çenemden tutup yüzümü kaldırdı. "Her anlamda."
Hissediyordum ve artık ne olduğunu biliyordum ama bilincim bunu reddediyordu. Gözlerimin de reddetmesi için kendimi zorladım. Gözleri sanki zaten doğruları yansıtıyormuşum gibi alaycı bir ifadeyle kısıldı.
Bu kendimi toparlamam ve ondan uzaklaşmam için iyi bir fırsattı. Bunu anladı ve geri çekildi. Beden dilinin okulunumu okumuştu. Fazla anlaşılıyormuydum ben?
"Yanılıyorsun, ben küçük sevimli bir köpek gördüğüm zamanda kalbim hızlı atıyor ve heyecanla yanaklarım kızarıyor." Bakalım onu aşağıladığım cümlelere ne tepki verecekti?
Yavaş ama ölçülü adımlarla ayağa kalktım. Hemen buradan gitmeliydim. Şuan ben bile ne yapacağımı kestiremiyorum.
" Bir köpek sana zevkin doruklarına ulaştıramaz ama.. Mesala sana ölme isteğini unutturacak bir zevkten bahsediyorum."
Şaşkınlıkla derin bir nefes aldım. Omurgamdan aşağı inen ürpertiyi, kalbimin hızla atmaya başlamasını görmezden gelmeye çalışıyordum..
"Belki ölmeyi bu kadar istemeseydin.." devamını getirmedi. Nefret ediyordum. Hain bedenimin o kısık, yakıcı sesten etkilenmesinden nefret ediyordum. Sesini her duyduğumda bunun etkisiyle derin bir nefes almaktan nefret ediyordum.
"Yeter! Bana neden bu şekilde konuştuğunu açıklarmısın? Benden ne duymak istiyorsun?" diye sorarken sesim fısıltı gibi çıkıyordu.
Birkaç saniye süren bir duraksama oldu. Gerilimi ensemde hissedebiliyordum.
"Bu oyunu sen başlattın. Tanrı aşkına! Dans ederken, beni kışkırtmaya çalışırken aklından ne geçiyordu?" Ses tonu düzdü. Ama işte istediğim konulardan konuşmaya başlamıştı.
"Sana özel olduğunu düşündüren nedir?"diye sordum ukala ukala.
Gafil avlanmıştı. O gözlerinde ki öfke hoşuma gitmeye başlıyordu." Bana dikkatleri dağıt dedin bende dağıttım. O odada en az elli kişi vardı. Neden sadece seni kışkırtayım? Bunu yapmak istesem şuan karşında kim bilir kaç kez dans ediyor olurdum."
Sesi değişti. "Kimsin sen Maria?" işte beklenen karşı atak. Beni manipüle etmeye çalışacaktı. Çünkü onu köşeye sıkıştırmıştım.
"Kim olduğumu biliyorsun. Maria Murshell." dedim bildiği bilgiyi tekrarlayarak.
Başını iki yana salladı. "Ben gerçek seni soruyorum. Evsiz ve on sekiz yaşında ölen kadını sormuyorum."
Adi pislik! Demek zaten başından beri biliyordu. Öyle bir zamanda yüzüme çarpıyordu ki bütün ipler onun elindeydi.
Önüme bir dosya fırlattı.
"Bak!"
Dosyayı alıp ilk sayfasını açtım. Gerçek Maria ve aile bilgisi vardı. Lanet olsun. Beni fena köşeye sıkıştırmıştı. Bunun altında kalmamalıydım. Hemen bir savunma yapmazsam benim hakkımda ki bütün gerçekleri kısa sürede öğrenirdi.
"Bu neyi değiştirir? Öyle yada böyle biriyim. Herhangi biri." Ona sıradan biri olduğumu söylersem belki altını eşelemekten vazgeçerdi.
"Senmi sıradan birisin.. Güldürme beni." dedi tıslayarak.
"Evet sıradan biriyim.. Ne destansı bir güzelliğim var ne de mankenleri kıskandıracak bir fizik. Ne karun kadar zengin değilim nede ulaşılması zor biri.. Sıradanım işte."
"Senin için sıradan insanlar bunların dışında olanlarmı oluyor?" diye sordu.
"Ah, ben bu konuşmanın nereye gittiğini anlamıyorum. Beni nasıl biri olarak görüyorsunuz bilmiyorum ama inanın hayatı önemsiz bir kadınım. Başka biri değil."
"Önemsiz kısmı doğru." dedi alayla sırıtarak.
Dişlerimi sıktım. "Ama düşündüğünden daha tehlikeliyim," dedim ukala ukala.
"Koca bir yalıyı yakacak kadarda tehlikeli ama sana bunları yaptıran adamı ölüme terk edemeyecek kadar merhametlisin. Bilmezmiyim." Alayla sırıttı.
"Hata yaptım. O zaman ölüme terk etmeliydim seni." dedim.
"Eminim eline bir kaç kez daha fırsat geçecektir. Bu sefer iyi değerlendirsen iyi olur." diye bir kez daha alay etti benimle.
"Geçmişimle ilgilenmediğini sanıyordum. Umrunda olmadığını söylemiştin. Neden şuan bana bunları soruyorsun?" Adilik sırası bendeydi. Şimdi cevap ver bakalım.
Gözleri sinsice ışıldadı ama bu ışıltı bir saniye sonra kayboldu, yerini soğuk, duygusuz bir kayıtsızlık aldı. Gözleri gözlerimdeydi.
" Geçmişin umrumda değil. Ama taşıyıcı olduğun ilk an zaten bilgilerini getirdiler Maria. Yani bu işleri yapan birileri zaten var. Sadece seni köşeye sıkıştırmak için uygun anı bekliyordum."
"Bu zalimlik. " dedim kısık bir sesle,"Bundan dolayı bir gün öldüğün zaman iki elim on parmağım yakanda olacak."
Mükemmel dudaklarında tahrik edici bir gülümseme belirdi.
"Öldükten sonramı... Bunu yaşarken yapacak cesaretin yokmu?"
Kelime savaşında kaybediyordum. Hakkını vermem lazımdı ağzı iyi laf yapıyordu. Konuştuğu zaman mantıksız hiçbir cümle kurmamıştı. Dahası beden dilinde bir ustaydı. Ancak bir profesyonel böyle davranırdı.
Derin bir nefes aldım. Gömleğinin bir düğmesini açınca düşüncelerim kayboldu. Sadece bir tane açtı. Sakın aptalca bir şey düşünme Meryem. Bunu yüzümden hemen anlardı. Bir dakika zaten yapmak istediği buydu değilmi?
Kolsuz, düğmeleri açık siyah gömlegiyle ne kadar muhteşem göründüğünü fark edince yanağımın içini ısırdım. Bu ölüm meleğinin benim için yaratılmadığı kesindi. Kadınların onu arzulamasına şaşmamalıydım. Ben bile şuan ilerisini düşünemiyordum.
Yüzümdeki ifade onu şaşırtmamıştı. İstediğini almıştı. Belkide bunu bir çok kez yapmıştı. Bu karşı saldırıydı. Tamamen bana yönelikti. Ben onu dansımla kışkırttım oda aynısını bana yapıyordu.
"Sana dokunmak bu hayatta yapacağım en büyük hata olur." dedim sonunda sorusuna cevap verecek gücü kendimde bularak. Dudaklarım bunu söylemişti ama kalbim böyle hissetmiyordu.
"Yine yalan." dedi düz bir sesle.
Hareket edemiyordum. Siyah gözleri beni büyülemişti.
"Bana dokunursan ne olacağını merak ediyorsun? Bunu o kadar çok istiyorsunki sonucundan korktuğun için bu seni durduruyor."
Aman Allah'ım. Bir kitap gibi beni okuyordu. Tehlikenin farkına vardığımda adrenalini damarlarımda hissetmeye başladım. Bunu olduğum yerden anlayabiliyordum.
" Benimle ilgili her şey seni cezp ediyor değilmi. İlk defa hsisettiğin bu yabancı duygulara anlam veremiyorsun. Öyle yoğun duygularki bu seni ölümden bile fazla korkutuyor. "
İnkar etmek istedim. Bunu gerçekten o an yapmak istedim. Çığlık atmak bunun bir yalan olduğunu söylemek. Ama yapamadım. Çünkü dediği gibi hâlâ bu konuda kendimle savaş içindeydim.
" Belki öyle belki değil. Ama emin ol bu duygular hiçbirşeyi değiştirmeyecek. Duygularım ile hareket eden bir kadın olsaydım şuan hayatım olduğundan daha zor olurdu."
"Duygulara güven olmaz. Bir gün iblis gibi olur zihninin bir köşesine fırlattığın cinsel duygularını açığa çıkarır, bir gün melek olur tüm bunları yalanlar ve kaçınırsın."
Gözlerimi kırpıştırdım. Baş edemeyecektim. Kendimi olduğumdan fazla yorgun hissediyordum.
" Bir soru. "dedim ansızın. Konu değiştirme hızıma ayak uydurması zor olacaktı ama kaçabildiğim kadar kaçmalıydım onun söylediklerinden.
Ne soracağımı merak ettiğini yüzünde ki ifadeden anlamıştım. Bir parça mutluluk hissettim.
" Sor. "
" Neden taşıyıcılık? "diye sordum. Bu işi neden yaptığını gerçekten merak ediyordum. Gerçek sebebini. Hislerim farklı bir sebep olduğunu söylüyordu.
" Başka bir zaman bu sorunun cevabını alacaksın. "dedi. Söylemeyeceğini ve tüm geçmişini gizemli bir şekilde saklayacağını düşünüyordum ama sonra anlatacaktı. Neden mide çukurumda tuhaf bir sıcaklık belirmişti? Heyecanlanmıştım. Kolay kolay kimsenin hayatını merak etmeyen bir katilin geçmişini merak ediyordu öylemi? Neden?
Bu soruları her zaman soracaktım. Her bulduğum fırsatta zihnime işkence edecektim.
"Baş ağrın varmı?" diye sordu. Benim gibi anında konuyu değiştirmişti. Aynı huylara sahiptik.
"A, hayır. Neden?"
Ve sonra, hiçbir uyarı olmaksızın, aniden hızlı adımlarla bana yaklaştı ve ben daha ne olduğunu anlamadan belinden çıkardığı bıçağı hızlı bir hareketle yüzüme savurdu. Ben adrenalin ve korku yüzünden bayılmadan hemen önce gözlerime bir iki santim kala durdu.
"Şimdi varmı?" Ben anlamayan gözlerle dehşet verici bir ifadeyle yüzüne bakarken açıklık getirdi, "Baş ağrın varmı?"
Önce bir sıcaklık hissettim. Ensemde. Sonra kulaklarıma doğru ulaştı sonra dudaklarıma en son kafamın tepesinde şiddetli bir ağrı ile buluşunca iki elimle kafamı tutarak dizlerimin üstüne düştüm.
"Bu.. Bunu nasıl yaptın?" titriyor ve ağzımdan çıkan cümleler sanki gırtlağıma telli dallar sokuyormuşum gibi acıtmıştı canımı.
Bir dizini yere koydu. Elindeki bıçağı kıvrak bir şekilde döndürüyordu. Böyle bile ölüm açıyordu.
"Acının vücuda nasıl girdiğini biliyormusun Maria?"
"Ne tür bir acıdan bahsediyoruz? Fiziksel mi ruhsal mı?"
"Hayır, beden acısından bahsetmiyorum. Acıyı beyin kontrol eder. Beyin : korkuyu, empatiyi, öfkeyi, açlığı, uykuyu herşeyi kontrol eder. Ya sen onu kontrol edebilseydin. Yani beynini. . Bir adamı yada kadını acı hissetmemesi için yeniden yaratmak demek ne olduğunu biliyormusun? Nasıl bir his olduğunu? "
Hissettiğim korkunun tarifi yoktu. Bana neler yapmak istiyordu? Gözlerindeki ifade yutkunmama sebep olmuştu." Sen bana tam olarak ne yaptın? "Öyle kısık çıkınca yanaklarım kızardı. Kaşları yay gibi gerilmişti.
" 1940 ve 1950’li yıllarda Lökotomi, obsesif-kompulsif bozukluk (OKB), ağır depresyon, psikoz, şizofreni, manik-depresif psikoz, kronik nevroz ve Psikotik kişilik bozukluğu gibi çeşitli zihinsel rahatsızlıkların tedavisinde kullanıldı. Bu yöntemle frontal korteks ile talamus arasındaki bağlantılar kesilerek, anormal uyarıların beyin ön bölgesine ulaşması engellenmeye çalışıldı. Böylece hastaların dürtüsel ve saldırgan davranışları azaltılıp, daha sakin ve ev ortamında yaşayabilecek hale getiriliyordu. Benim icat ettiğim Lem çipi bütün duyguları kapatıp insansı robotlar yaratıyor Maria. Seni insan yapan duyguları, hisleri ve acıları yumuşatıyor ve zamanla yok ediyor. Emirlere uyan bir robot insan oluyorsun."
Sesim titredi." Sana ne yaptımki ben?"dedim. Hayatında hiç bu kadar çaresiz ve korkmuş hissetmiyordum."Oysa sadece yaşayıp ölecektim."
Titediğimi, duyduklarımdan sonra çok üzüldüğümü fark edince sert ifadesini siyah bir perdenin arkasına gizledi. Kimi zaman yüzündeki ifadeleri böyle saklar kimi zaman açığa çıkarırdı.
"Korku Maria, beynindek çipin olduğu sinir damarlarına baskı uyguluyor. Sen her korktuğunda önce yavaş sonra daha şiddetli ve daha uzun süreli ağrılar çekeceksin. Sonra bir gün acı öyle bir duruma gelecekki hafızanı bile silmem için bana yalvaracaksın. "
Çevremizdeki sessizlik, bana küfür gibi gelen bu cümleler, zihnimde daha önce duyduklarıma hiç benzemeyen bir sesle parçalandı. Bir panik çığlığı değildi bu, daha çok bir acıya benziyordu.
"Ben... Sadece ölmek istemiştim. Zaten ben her gün acı çekiyorum. Neden, neden bu kadar nefret ediyorsun benden? Sana bir kötülük yapmışım gibi bakıyorsun? Sanki hayatını bu duruma ben getirmişim gibi nefretle."
Azrailin gözlerine nüfuz eden bir öfke dalgası, acıma duygusuyla kısa bir an çarpıştı. Ben ise çırpındığım karanlığın içinden beyaz gözlerinin ortasında ki siyahlığa hiç bakmadığım gibi yumuşak bakıyordum.
" Senden nefret ettiğim için mi yapıyorum bunları?" diye sordu öfkeli bir fısıltıyla. Sanki hala onu anlamamış olmamdan dolayı büyük bir öfke içindeydi.
"Ya neden? Gözlerinde neden öyle bir ifade görüyorum. Bana her baktığında acıyarak değil nefretle bakıyorsun. Karşında ağlasam bu hayatının en mutlu anı olacak gibi hissediyorum, neden?"
"Hâlâ anlamamış olman beni üzdü Maria. Son kez söylüyorum. Ben acılarla besleniyorum. Sen ne kadar acı çekersen ben o kadar tatmin oluyorum. Bu yemek yemek gibi benim için. Acın karnımı doyuruyor. Bir insan yemek yemeden yaşayamaz bende öyleyim. Eğer birilerinin canını yakmazsam bu beni.. "Bir an için gözlerini kapattı. Bunu söylemek onun için çok zordu.
Ne yaşadın geçmişinde be adam? Nasıl bu duruma düştün? Bir insanın acısından zevk almak nasıl bir boyut böyle? Nasıl psikopatlardan bile daha kötü oldun?
"Umarım bir gün taştan kalbin yumuşar." sesim titriyordu, "Çünkü kötülükten daha güzel şeyler var hayatta. En azından belki senin için."
Soğuk, sert bir sesle, "Ben halimden memnunum. Yaptığım hiçbir kötülük için kendimi kötü hissetmiyorum. O yüzden o gün asla gelmeyecek." dedi.
"Büyük lokma ye büyük konuşma derler."
"Ne?" dedi şaşkın bir ifadeyle.
Elimle sinek kovalıyor gibi yaptım. "Bir söz. Yani ne olursa olsun ben asla yapmam deme. Çünkü hayat öyle bir ana taşırki seni, o söz verdiğin bütün cümleleri bir lokma gibi yutarsın."
"Söz öğretmenimisin. Yaşlı moruklar gibi bana tavsiye vermeyi bırak." diye uyardı.
"Benim gibi biri ölüm meleğine tavsiye verecek öylemi? Bunu bir çocuğa söylesen o bile güler." dedim sırıtarak.
Her bir cümlemin üstünden geçti ve sonunda bu söylediğim yine onu kızdırdı.
"Git Maria, yoksa elimden ölüm bile kurtarmayacak seni."
Arkamı dönüp gidecektimki aklıma bir şey gelince geri döndüm. Sabırsız bir sinirle yüzüme bakmaya devam etti.
"Biz burada tutsakmıyız?" diye sordum. İstediğim her an buradan çıkmak iyi olurdu. Tutsak olursak mecburen buraya alışmak zorunda kalacaktım.
"Hayır, giriş saatine uy yeter." dedi kısık bir sesle.
"Oov, peki. İyi geceler. Tatlı rüyalar."
Bir iki adım attım ki sonra son cümlem zihnimde yankılandı. Tatlı rüyalarmı? Cidden bunumu söyledin Maria. Bu adamın rüya gördüğünden bile şüpheliydim. Rüya görse bile bu adamın gördüğü rüya tatlı olmazdı. Cehennem olurdu cehennem.
Acele adımlarla bana kükremeden odayı ışık hızıyla terk ettim.
✩✩✩
Ayy nasıldı bölüm? Hangi duyguları yaşadınız söyleyin bakayım?
Bölümleri okuyorsunuz ama yorum yapmıyorsunuz bu birazcık beni üzüyor.
Lütfen yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın.
Azrail nasılda Meryem'in dansını izlerken kendinden geçti. Artık gözünden bir taşıyıcıdan bir tık üste çıktık diyelim. Bu adam kolay kolay bir kadını arzulamaz. Hatta olmadı diyebilirim. Biz ilkiz onun için hahaha.
E bunuda unutmaz yani. Neredeyse yapışacaktı dudağımıza 🥹
Meryem nasılda kışkırtıyor. Yürü be kızım doğru yoldasın. Asla herşeyi kabul eden biri olma. Azrail emirlere uyan insanlara yan gözle bile bakmaz.
Daha asi daha kışkırtıcı ol güzelim doğru yoldasın.
Meryem karakteri kafanızda nasıl bir kişiliğe sahip artık. Bunu gerçekten öğrenmek istiyorum.
Yarınki bölümde yine heyecanlı geçecek. Seviyorum sizleri.
Kahverengi bir kalp bırakalım. 🤎
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.25k Okunma |
380 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |