15. Bölüm

"15"Kurnaz Meryem

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

 

"Biraz yaşayacaktık ,biraz da gülecektik. Sonra ölüp gideceğiz zaten. Neden bu kadar ağır yaralar açıldı ki ruhumuzda , neden bu kadar kırgınlık birikti ki kalbimizde ? anlamadım, anlayamadım..."

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

Manastırın üçüncü katında üç metre karelik bir odanın kapısının önünde durdum. İçeride bir yatak ve aynalı bir dolap vardı. Birde eski ahşap bir dolap. Bana bir hapishane hücresini andırmıştı. Odanın içindeki tek pencerenin demirli olduğunu görünce bir an için yutkundum. Bir çocuk kalsaydı bu odada düşmesinden korkarak demirler yaptırabilirdin. Ama burası bir manastırdı ve küçük çocuklar kalmıyordu.

 

O zaman birilerinin kaçmaması için ya da intihara kalkışmaması için yapılmıştı.

 

"İyi misin?" Sue'nin ince sesi beni kendime getirdi.

 

Başımı yukarı aşağı salladım.

 

"Biraz dinlen.. Sonra görüşürüz." Fısıldadı. "Beni koruduğun için teşekkür ederim."

 

Odada beni yalnız bırakıp gitti. Yatağın üstüne oturunca gıcırdama sesinden kulaklarımı kapatmıştım. Uyumam imkansızdı. Yatağın üstüne çıkarak pencereden dışarı baktım. Tahmin ettiğim gibi sadece gökyüzü görünüyordu.

 

Burada bir gece delirmem için yeterdi. Düğmeye basarak karanlığı biraz aydınlatmak istedim. Cılız bir sarı ışık aydınlıktan çok ürpertmişti.

 

"Harika!"

 

Ayakkabılarımı çıkarıp yatağa uzandım. Başımı yastığa koymadan önce kokladım. En azından temiz kokuyordu.. Azrailin eline dokunduğum parmakların üstüne yanağımı koydum ve gözlerimi kapattım. O an korkudan bir şey yapamasamda ona dokunmak kalbimi hızlandırmıştı. Kemikli parmakları hem yumuşak hemde sıcaktı..

 

Bunu düşününce tekrar dokunma hissi oluşuyordu kalbimde. Bana dokunursa ne olacağını merak ediyordum. Ve bu isteğim günden güne bir su damlası kadar fazlalaşıyordu. Benim aksime Azrail benden nefret ediyor ve ona dokunmama tahammül bile edemiyordu.

 

Gözlerimi kapattım. Umarım uyuyabilirdim ve çabuk sabah olurdu. Burada kalmak istemiyordum ve bu oda beni huzursuz ediyordu.

 

Dakikalar saatleri kovaladı, bileğimdeki saat gece yarısı üçü gösteriyordu ve ben uyumak dışında saatlerce düşüncelerimle boğuşmuştum. Uyumamı engelleyen bir şey vardı burada. Açıklayamadığım bir duygu. Sanki bir bataklığın üstünde uyuyor gibi hissediyordum.

 

Ayağa kaktım ve aynalı dolabımın önünde durdum. Başımın arkasında ki sargı bezlerinin iplerini çözdüm ve yavaş yavaş çıkardım. Yüzüm terlemişti. Dudaklarımın üstündeki yaralardan çıkan minik kanlar kurumuştu. Neredeyse dudaklarım çatlaktı. Yaralar iyileşmek üzereydi. Kanamaması için dikkatlice dudaklarımı araladım ve cılız sarı ışıktan dilimin durumunu görmek umuduyla çıkardım.

 

Aman Allah'ım. Çok acımıştı. Üst dudağımdaki yaralar kanamaya başladı. Buna rağmen dayandım ve dilimin üstündeki yaraların tamamen iyileşmeye başladığını görünce gülümsedim. Çok değil bir iki haftaya kadar konuşabilirdim.

 

Çok garipti. Bir süre önce konuşmaktan bile nefret eden ben konuşmak için gün sayar olmuştum. Dünya garip bir yerdi ve yan odamda duran adam ise benim dünyama alışılmadık yenilikler getiriyordu.

 

O an kapımın tokmağı yavaş yavaş çevrilmeye başladı. Korkudan duvara yapıştım. Birisi gece yarısı odama girmeye çalışıyordu. Katil.. Katil olabilirmiydi? Buraya gelmiş olmamız onu kızdırdı ve beni ortadan kaldırarak düşmanlarına göz dağı verecekti..

 

Aman Allah'ım manastırda hiç tanımadığım bir adam tarafından öldürülecektim. Ve savaşacak veya kendimi koruyacak hiçbir şeyim yoktu. Ölümü beklemekten başka.

 

Kapım sessizce açıldı ve içeri girenin Azrail olduğunu görünce neredeyse huzurla yatağın üstüne oturmuştum.. Bunun farkına varınca gülümsedim. Bir katilden korkup ve ondan daha kötüsü olan şeytanı gördüğüm için mutlu oluyordum. Hayat beni böyle şeylere güldürecek kadar acı bir duruma sokuyordu...

 

Azrail yatağın üstünde oturduğumu ve sırıttığımı görünce bana delirmişim gibi baktı. Sonra gözleri kanayan dudaklarıma ve elbisemi boyayan kırmızılığa takıldı.

 

"Burada ne oluyor?"

 

Konuşmaya çalışınca alt dudağımdaki yaralarda patlayınca artık çenemden aşağı kanlar bir şerit halinde akıyordu.

 

"Maria!" dedi uyarırcasına. Cebinden çıkardığı siyah mendili bana uzattı. "Temizlen."

 

Mendili alırken bilerek parmaklarına dokunup sanki yanlışıkla olmuş gibi sahte bir korkuyla donup kaldım. Merak ediyordum ve bu merak umarım bir gün mezarım olmazdı.

 

Ya dudaklarımdan akan kanlardan dolayı halime acıdı ya da bana acı çektirmeyecek kadar yorgun. Kızmadı sadece elini çekti. Siyah mendille çenemden akan kanlarımı sildim ve dudaklarıma bastırdım.

 

Çantama uzanıp içinden sargı bezlerini çıkardı. Elimdeki mendili çekerek suyla yıkadı.

 

"Ayağa kalk!"

 

Ayağa kalktım ve başımı kaldırıp gözlerine baktım. Islak mendille kuruyan kanlarımı sildi. Yavaş ve nazikti. Ondan beklemediğim bir davranıştı. Sonra alt dudağımı temizledi.. Kanımı temizlerken bile gözlerini gözlerimden ayırmadı. Sonra üst dudağıma bastırdı mendili. Nazikti ama sahte bir acı ifadesiyle gözlerimi kapattım.

 

Zaten nazik davranıyordu ama daha ilerisini merak ediyordum. Bana daha ne kadar nazik olabilirdi.. Ve bingo nefesi dudaklarıma dokununca dizlerimin bağı çözüldü. Nefesi başımı döndürdü. Zemin ayaklarımın altından kaydı ama zayıflığımı hissetti ve Azrailin güçlü kolları beni destekledi. Belimden tutarak beni ayakta durmaya zorladı.

 

Onu zorlamanın cezasını bu şekilde ödüyordum.' Ne kusursuz bir ceza? '

 

Sıcaklığı geri çekilmesiyle son buldu. Dudaklarımı sardı ve kanlı mendili çöp kutusuna attı. O an elinde düşürdüğüm not defterimi fark edince buraya geliş sebebini anladım.

 

Azrail gece yarısı odama not defterimi bırakmak için gelmişti. Ona sürpriz olan benim uyanık olmamdı. Ne yapacaktı? Uyuyor olsaydım ve not defterini komodinin üstüne koyarken bir kaç dakika beni izler miydi?

 

Ah, Hayır Maria? Bu sadece filmlerde olurdu. Aman Allah'ım keşke uyuyor olsaydım. Ya da en azından uyuma numarası yapsaydım. Şimdi bu merak içimi kemirecekti.

 

"Neden uyanıktın?" diye sorunca kendime geldim. Omuzlarımı silktim.

 

"Uyuyamayacak kadar seni burada rahatsız eden ne?"

 

Not defterimi alıp Sue'nin bana anlattıklarını özet geçerek yazıp uzattım. Dikkatlice okudu. Mimik oynamadı. Tabi ya zaten çoktan öğrenmişti.

 

"Hayır Maria! Sen O rahibeden öncede huzursuzdun. Bu manastıra hiç girmek istemiyordun."

 

Beni gafil avlıyordu. Bu şeytanın gözünden asla bir şey kaçmazdı. Beni umursamadığını izlemediğini düşünerek kesinlikle yanılıyordum. Çok uyanık ve kurnazdı. Soruları sormak için en zayıf anı bekliyordu. Pis çakal!

 

Bir kaç cümle karaladım." Neden gecenin bir yarısı genç bir kadının odasına geliyorsun efendim?" Ve bingo. Efendim cümlesini bastırdım.

 

Belirgin kaşları çatıldı. Tek köşeye sıkıştıran sen değilsin Şeytan. Bende doğru anı bekliyorum ve ne kadar sabırlı olduğumu her zaman hatırlatacağım.

 

" Not defterini getirdim. "dedi umursamaz bir sesle.

 

Bir şeyler daha yazdım. Ama okumadan yırtıp attı. Ne yazdığımı okumadan anlamıştı.

 

" Beni her zaman pişman ettiriyorsun Maria. Bende seni pişman ettirmeye başlarsam bu Manastırın topraklarında gömülü olursun. "

 

Ellerimi teslim olur gibi kaldırıp yatağın üstüne oturdum. Ben ne kadar uğraşırsam uğraşayım savaşın kazananı hep o olacaktı. Çünkü korkan ve aciz olan bendim. O üstün taraf ve korkutan şeytandı.. Bir anlık çabamın sevinciydi benim umudum sadece.

 

Sonra bir çığlık sesi duyduk. Gece yarısı manastırın koridorlarında bir kadının yürek parçalayıcı, çaresiz çığlığı yankılandı. Tüm manastır bir kadının çığlığıyla inim inim inledi. Azrail sesizce küfrederek odadan hızla çıktı. Onu takip ederken yataklarından çıkan diğer rahibeler karşılaştıkları manzara karşısında bağırıyorlardı. Birkaçının kustuğunu, öğürdüğünü ve tükürdüğünü duydum. Seslere doğru ilerledim. Ve tavana asılmış Sue'yi görünce dizlerimin üstüne düştüm. Vücudunun yarısı yoktu. Yüzünde öyle korkmuş bir ifade vardı ki ölümün kendisi için geldiğini anlamıştı. Ve eminim ölmemek için yalvarmıştı. Aniden gelen kusma dürtüsüne engel oldum. Ne olmuştu? Her şey nasıl oluyordu? Mideme bir ağrı saplandı; umutsuzluğa kapılıyordum.

 

O sırada aklıma Azrail geldi. Onu göremiyordum. Ona seslenmek istedim.. Sue'nin yanında gördüğüm diğer rahibe ayılıp bayılıyor ve haykırıyordu. Diğerlerinin yardımıyla Sue'yi indirdik. O an avucunda sıkı sıkı kapattığı bir kağıt parçası dikkatimi çekti.

 

Anlaşılan kimse bunu fark edemeyecek kadar yastaydı. Kağıdı hızlıca alıp o ortamdan uzaklaştım. Manastırın taş penceresinden sızılan ay ışığıyla okudum. Gözlerimi kıstım.

 

"O hâlâ kilisede."

 

Bu kiliseye koşmam için yeterli bir bilgiydi. Korkmuş bir kuş gibi korkunç cesedin yanından kiliseye doğru koridor boyunca koştum. Merdivenleri ikişer üçer atlayarak kiliseye kadar durmadan koştum. Ama açık kapının önünde küçük bir duraksama oldu. Elimde silah yoktu. Karşı koyacak veya yakalayacak hiçbir şey yoktu. Şuan aptallık ediyordum ve birazdan o kız gibi ölebilirdim. Zaten ölmek istemiyormuydum. İşte bana fırsat doğmuştu. Açık kapıdan içeri girdim.

 

Mumlar gelen rüzgarla beraber gölge dansı yapıyordu. İsa heykelinin önünde daire şeklinde çizilmiş mumlar ve yaklaştıkça ortasında ne olduğunu fark ettiğim an kaçıp gitmek istedin. Sue'nin bedeninin yarısıydı.

 

Aman Allah'ım nasıl bir cani bunu yapardı? Neden?

 

"Kurban tanrının ayaklarına geldi."

 

Hemen arkamdan hiç duymadığım sesi duyunca aklım çıkacak gibi hissettim. Dönüp bakmaya cesaretim yoktu ama tüm bunları yapanı gözümle görmek istiyordum.

 

Ağır adımlarla topuklarımın üstünde dönüp katile baktım. Ama yüzü görünmüyordu. Giydiği kırmızı pelerinin başlığı yüzünü gizliyordu. Tahmini bir seksen boylarındaydı. Vücuduna bakılırsa zayıftı ve giydiği pelerin üstüne oldukça bol görünüyordu. Kaç kiloydu ellimi? Böyle zayıf bir adam nasıl bu kadar insanı katledebilirdi?

 

Konuşmak istedim. Soru sormak. Ama Kahretsinki konuşamıyordum.

 

"Yarım insanları öldürmek hiçte iyi değil. Kurbanlarımın sağlıklı olması benim önceliğim arasında." dedi.

 

Sue'nin topallayan ayağını gösterdim.

 

"O beni buldu. Zavallı Sue. Kurbanlarım arasında en masumuydu."

 

Adi pislik! Bağırmak istedim. Ya da bu adamı burada öldürüp Sue'nin intikamını almak. Alaycı sesi kilisede yankılandı.

 

"Sana herşeyi anlatmak için geliyordu Maria. Sue benim kim olduğumu bulan ilk insandı. Yazık oldu. Sen burada olmasaydın belki hâlâ yaşıyor olacaktı."

 

Sormak istediğim çok soru vardı ama soramamak beni çileden çıkarıyordu. Bunu anlamış gibi bir adım yaklaştı ve sorularımı duymuş gibi cevapladı.

 

" Neden senmi? Çünkü ona yardım edecek bir tek sen vardın. Kendine şu soruyu sor Maria. Neden ona anlatmadı? Beni bulmak için geldiniz ama neden sana güvendi?"

 

Kafam karışmıştı ve ilk an ne olduğunu anlamadım. Ama sonra... Tek düşünebildiğim o gerçekti. Gözlerimi kapattım, dişlerimi sıktım ve tekrar tekrar Azrailin şu kapıdan girip beni kurtarmasını bekledim. Neredesin?

 

O an bıçağın metal soğukluğu boğazıma dokundu. Geri adım atmaya fırsatım olmadan arkama geçip bıçağı gırtlağıma dayadı. O an içeri Azrail ve Bay Anderson girdi.

 

Neler olup bittiğini anlamadan önce Azrail bana doğru adımlar attı ama bıçak boğazımı kesmeye başlayınca durdu. Acıyordu.. Ölmem için yeterli değildi ama ağlamak isteyecek kadar acıtıyordu.

 

"Kaçışın yok bırak onu!" Azrailin sesi kilisede yankılandı. "Seni onlardan önce ben öldürürüm. Ve bunun nasıl bir acı olduğunu hayal bile edemezsin."

 

Konuşmak yerine bıçağı kesik boynumdan daha derine doğru kesince kollarım iki yanıma düştü. Başım dönüyordu ve acı artık her yerimdeydi.

 

Azrail öleceğimi anlayınca silahını öyle bir hızla ateşlediki arkamdaki adamla birlikte geriye savrulduk. Bir hengame koptu. Azrail adamın peşinden giderken Bay Anderson bana doğru koştu. Gömleğini yırtarak kanı durdurmak için boğazıma sardı. Beni kollarının arasına alarak kiliseden çıkardı.

 

Bilincimi kaybetmeden manastırın revirindeki sedyenin üstüne yatırıldığımı hatırlıyorum. Kısa süreli bir baygınlık geçirmiştim. Ancak hemen sonra bir hengame daha kopmuştu.. Çığlıkların arasından Azrailin ölüm çıkan bağırışları manastırı inletiyordu. Kendimi zorlayarak gözlerimi açtım.

 

Bay Andersonun boğazına yapışmış ve adamın ölmek üzere olduğunu gördüm. Elimi uzattım durması için. Konuşamıyordum.. Ama elim havada asılı kalmıştı. Revirin sallanan yatağından destek alarak ayağa kalkınca dizlerimin üstüne düştüm. Başım dönüyordu. Ve geçmek bilmeyen bir mide bulantısıyla karşı karşıyaydım.

 

Azrail ve bay Anderson benim çaresiz uğraşlarımı fark edene kadar yerde kıvrandım. Güçlü kollar beni belimden tuttu ve sedyenin üstüne oturttu.

 

"Efendim, gerçekten bildiğim başka hiçbir şey yok." Bay Anderson boğazını tutup nefes almaya çalışıyordu. Azrailin kemikli parmakları bir dövme gibi boğazında iz bırakmıştı.

 

"Kes sesini!" Adamın suratına inen yumrukla yere düştüğünü görünce Azrailin kolunu tuttum. Gözleri beni bulunca başımı iki yana salladım. Ama o kimseyi dinlemezdi. Beni hiç.

 

Adamı yerden kaldırdı ve sırtından çıkardığı silahı alnına doğrulttu. "Tek kelime daha edersen seni fahişe kızının yanına gönderirim."

 

Adamı çöp silkeler gibi kapıya doğru itti. Bay Anderson korkuyla revirden uzaklaştı. Sonra dönüp bana bağırınca bir an Bay Andersonun arkasından koşmak istedim.

 

"Nereye kayboldun Maria? Seni lanet kilisede neden dakikalarca aramak zorunda bırakıyorsun beni? Ha? Katilin peşinden neden gidiyorsun aptal mısın?"

 

Bana bunları söylediğine inanamıyordum. Can havliyle onu göğsünden ittirmek istedim ama sadece sedyeden geri yalpalanmıştım.

 

'Sende katilsin! Hemde en kötüsünden. Ama senin yanında durup sana yardım etmek zorundayım.' bunları söylemek hatta haykırmak istedim ama yapamadım. Bembeyazdım ve titriyordum. Acıdan değil korkudan. Ondan korkuyordum. Bana bağırmasından, alev saçan gözlerinden ve ailemi bile unutmam için hafızamı silmesinden, beni canlı canlı gömerek ölüme terk etmesinden korkuyordum. Herşeyim onun elindeyken ondan nasıl korkmazdım?

 

"Sana defalarca yanımdan ayrılma dedim."

 

İşaret parmağımı yüzüne doğru uzattım. İlk kaybolan oydu. Durmuş beni azarlıyordu. Kahretsin.

 

"Birinin uzaklaştığını görünce takip ettim." dedi söylemek istediklerimi anlamış gibi. "Sonra bunun oyun olduğunu anladım geri döndüğümde sen yoktun. O notu tesadüf eseri bulmasaydım.. Belkide ölmüş.." Sonra kaşlarını çatarak durdu ve son cümleyi öfkeyle Tekrarladı. "Belkide ölmüş olurdun."

 

Omuzlarıma dolanan güçlü ellerle zorla köşeye sıkıştırıldım. Lanet olsun anlamıştı.

 

"Kendini öldürtmek için gittin değilmi? En başından amacın buydu?"

 

Onu bir kez daha ittirmeye çalıştım ama parmakları daha çok baskı uyguladı. Kaçacak gücüm yoktu. Sadece gözlerimi kapattım. Anlamalıydı. Bunu her defasında deneyeceğimi anlamalıydı. Ne demişti ilk tanıştığımızda..

 

" Ölmeye çalıştığın her an seni gelip kurtaracağım." Bu cümleler dudaklarından dökülünce ikimizinde aynı şeyi düşünüyor olması kalbimi yaralamıştı.

 

"Seni aciz kadın! Ne sanıyordun? Benden başkasının seni öldürmesine izin vereceğimi mi?"

 

Lanet olsun konuşmayı hiç bu kadar istememiştim. Kafamdakileri söylemek istediklerimi haykırmak istiyordum. Sadece bakmakla kalmak bana büyük acı veriyordu.

 

Sonunda benden uzaklaştı. Omuzlarım sert tutuşundan sızlıyordu.

 

" Buradan gidiyoruz. Çantanı al ve aşağı in."

 

Yanından geçip gittim ve çantamı almak için odama doğru koştum. Çantamı aldım ve bahçeye çıktım. Arabasına yaslanmış sigarasını dışarı üflerken hızlı adımlarla tam önünde durdum. Not defterime bir iki cümle karalayıp yüzüne uzattım.

 

" Sue katili tanıyordu. Onu kurtarmam için bana yalvardı ama başaramadım."

 

Sigarayı yere fırlatıp ayağının altında ezdi. Bir şeyler demesini beklerken şoför koltuğuna geçti ve binmem için ısrarla kornaya bastı. O zaten herşeyi biliyordu. Hep bilirdi.

 

Koltuğa oturdum ve çantamı dizlerimin üstüne koydum. Karargaha geri dönerken her zamanki gibi sessizdik. Beni karargahın önünde indirip gazlayarak ortadan kayboldu. Onu anlamak imkansızdı anlamaya çalışmak ise yorucuydu.

 

Demir kapıdan içeri girdim. Araziyi geçtikten sonra kapının önünde Carlos'un beklediğini görünce ona doğru yürüdüm.

 

"Maria görev nasıldı?" Gülümsemesi boğazımdaki sargı beziyle yarıda kesildi. "Lanet olsun boğazına ne oldu?"

 

Bıkkın bir şekilde çantamı omuzlarımdan yere bıraktım. Ay, şimdi konuşamadığım ve kendimi ifade edemediğim için ağlayacaktım. Eğer hemen iyileşmezsem delirecek olduğumu hissediyordum.

 

"Tamam özür dilerim Maria, iyileştikten sonra konuşuruz. Hem seni bekliyordum. Ve odanda biride seni bekliyor."

 

Gözlerim beklentiyle parlayınca gülümsedi. "Hannah seni bekliyor."

 

Çantamı alarak koşar adımlarla yukarı çıktım. Odaya ışık hızıyla dalınca Hannah'ın banyodan yeni çıktığını ve saçlarını kuruladığını görünce gözlerim dolmuştu. Beni görünce boynuma atlamak istedi ama sonra yaralandığımı görünce korkuyla boynuma dokundu.

 

"Yoksa efendimiz mi yaptı?"

 

Başımı hayır anlamında salladım.

 

"Görevdemi yaralandın?"

 

Evet anlamında başımı salladım.

 

"Benim güzel kızım. Bela başından eksik olmuyor değilmi?"

 

Dikkatlice bana sarıldı. O an Carlos'un sesi hemen arkamdan geldi.

 

"Kızlar bana sarılmak yok mu?"

 

Hannah utançla arkama geçti. Carlos'tan utanıyordu ve bu gözümden kaçmamıştı. Carlos onu görmek için arkama geçmeye çalıştıkça önüne geçtim.

 

"Hannah! Görevde bu kadar utangaç değildin esmer şekerim?"

 

İşaret parmağımı Carlos'a uzattım. Kolundan tutup dışarı sürükledikten sonra kapıyı yüzüne kapattım.

 

Deli bu adam..

 

Hannah bana görevinden bahsetti. Ünlü bir iş adamın kızı kaçırılmıştı ve Carlos ile beraber kızı bulup evine götürmüşlerdi. Onu kaçıran adamıda Carlos boğuşurken öldürmüştü. Laf arasında dövüşürken çok ciddi olduğunu ve buna hayran kaldığını utanarak söylemişti.

 

Bir hafta boyunca Hannah ile beraber karargahta derslere girmiştik. En kötüsü Cesetler üzerinde yapılan araştırma dersiydi. İki defa kusmuştum. Kusursuz taşıyıcı yetiştiriyorlardı. Bir taşıyıcı herşeyi bilmeliydi. Öyle kusursuz olmalıydıki bir katili yada bir hırsızı görür görmez tanımalıydık. Bir cesedin nasıl öldüğünü nasıl öldürüldüğünü bize günlerce anlattılar.

 

Ve sonunda mükemmel katiller oluyorduk. Yaşamın katili. Her türlü pis işleri yapan pis adamlar. Bu kulağa kötü geliyordu. Ama katlanmak zorundaydım. Beynimde bir çip vardı ve bir anlaşma imzalamıştım. Bunun için katlanıyordum. Taşıyıcı olmak en az yaşamayı istemek kadar umrumda değildi. Sahte bir şekilde itaat ediyordum. Onlar bir taşıyıcı yetiştirdiklerini sanarken ben sadece rol yapacaktım.

 

Bir haftanın sonunda tüm yaralarım iyileşmişti ve ilk cümlem, "Şeytan." olmuştu.

 

"Maria!" dedi Carlos ve uzanıp omzumu sıktı. "Sakin ol!"

 

"Yinemi test ediliyorum Carlos.. Katili en başından beri biliyordu yani. Tüm bunlar benim katili bulmam içinmi yapıldı?"

 

"Olaylar gerçek ve katili biliyor. Sadece senin öğrenmen için karışmıyor. Sana öğretiyor."

 

Öfkeyle kolunu ittirdim. Konuşmak kadar güzel bir şey yoktu. Kendimi ifade edemediğim saatler ve günler benim için tam cehennem olmuştu.

 

"Bu çok fazla zaten öğreniyorum. Her defasında kendimi onu çözmeye çalışırken buluyorum. Kendimi kanıtlamamı istiyor peki neden? Sıkılınca öldüreceği bir oyuncak değil miyim onun için? Neden bana bu kadar öğretmek için uğraşıyor?"

 

"Kafasında neler döndüğünü kimse bilemez ve ona kimse hesap soramaz Maria?"

 

"Onunla konuşmak istiyorum." dedim odasına çıkmak için kapıya yönelerek. Carlos önümde durdu.

 

"Burada değil."

 

Kaşlarımı çatarak, "Nerede, beni yanına götür."

 

Umutsuzca başını salladı. "Nerede olduğunu kimse bilmiyor."

 

Dişlerimi sıktım. "Neden sürekli ortadan kayboluyor Carlos? Kim bu adam?" Bu soruyu hep kendime soruyordum. Onun hakkında en ufak bilgiye sahip değildim ve bu beni çıldırtıyordu.

 

"Kimse bilmez Maria. Öğrenmeye çalışmak ölümün en kötüsüdür. Bunu artık anladığını sanıyordum."

 

"Biliyorum, biliyorum sadece bu artık canımı sıkıyor. Onun hakkında hiçbir şey bilmemek bu.. Bu çok acımasız."

 

Dostça omzuma dokundu. "Seni anlıyorum. Ama iyiliğin için bundan vazgeç. Seni hep test edecek ve nedenini o sana anlatana kadar kimse bilmiyor. Sadece onu kızdırma."

 

Beni yiyip bitiren endişemi bastırmaya çalışarak yavaşça doğruldum. "Peki Carlos. Buna da tamam."

 

Hannah içeri girince Carlos'un sırıtarak kollarını açtığını görünce bende sırıttım. "Esmer şekerim nerelerdesin?"

 

Hannah açılan kolların yanından utanarak geçti ve yanımda durdu. "Nikki?" dedi telefonu bana uzatarak. "Sanırım ona bir şeyler oldu."

 

Şaşkınlıkla telefona baktım. Nikki'den bir mesaj vardı. "Yardım!"

 

Carlos telefonu elimden alıp okudu. "Görevde değil miydi? Nasıl mesaj atıyor?"

 

Hannah üzgün bir sesle konuştu, "Evet ama sanki acı çekiyor falan gibiydi sesi, ona ulaşmaya çalışıyordum. Ama yapamıyorum."

 

İyi değildi. Nikki'nin başı dertteydi. Ve bir düşünce kafamın içinde dönüp durdu. Ya ölmüşse...

 

Birdenbire ne yapacağına karar vererek, "Onu bulmamız lazım," dedi Hannah.

 

Carlos öfkeyle koluna yapıştı. "O görevde ve ona yardım etmek intihar demek olur aklınımı kaçırdın?"

 

Hannah kolunu çekerek yüksek bir sesle içine attığı öfkesini kustu, "Onu yalnız mı bırakalım? O bir taşıyıcı ve bizim arkadaşımız. Hani taşıyıcılar birbirlerini koruyordu?"

 

Carlos'un yüzüne yerleşen öfke tanıdık değildi. Bir an için silahı çıkarıp ateş edeceğini düşündüm. Bunu yüzünde gerçekten gördüm. Ve o anladım Carlos göründüğü gibi umursamaz veya komik olmaya çalışan bir adamdan fazlasıydı. O azrailin sağ koluydu ve onunda öfkesi can yakıyordu. Hannah'ın kolundan tutarak arkama aldım. Olası bir cezayı püskürtmek ister gibi.

 

"Carlos, bizden yardım istemiş öylece bekleyemeyiz. En azından ona ne olduğunu öğrenemez misin?" Bu yumuşak cümleler benden mi çıkmıştı? Bak bu şaşırtıcıydı?

 

Carlos öfkeyle Hannah'a bakıyordu. Asla gözlerini kadından çevirmemişti. Aman Allah'ım gerçekten korkutucu bakıyordu. Hannah korkudan arkama sinmişti ama başını eğmedi. Ne olursa olsun arkadaşımızı korumak için kararlıydı.

 

"Carlos!" dedim beni duyması için. Ancak o an bana baktı. Bakışları aniden yumuşadı ve ben rahat bir nefes aldım.

 

"Burada bekleyin!" Sert adımlarla odadan çıktı.

 

"Kendini ne sanıyor?" dedi Hannah öfkeyle. "Ondan nefret ediyorum."

 

Omzuna dokundum. "Sakin ol Hannah! Bize yardım edeceğini düşünüyorum." beş on dakika bekledik.

 

O an içeri Carlos girdi. Ve yüzünde hiç iyi bir ifade yoktu. Bir şeyler olmuştu. Kötü bir şeyler.

 

"Durum kötü." dedi bize yaklaşarak. Telefonu uzattı. Bir videoyu ekranda görünce korkuyla Hannah'a baktım. O ise çoktan oynat tuşuna basmıştı.

 

Nikki'nin bedeni tavandan inen zincirlere bağlanmıştı. Baygındı. Ne olduğunu anlamaya çalışırken o an kadraja o girdi.

 

" Alexander."

 

Öfkeden telefonu alıp parçalara ayırmak istemiştim. Onun o iğrenç suratını görmek ve onun hâlâ yaşıyor olması o an bütün sakinliğimi alıp götürmüştü.

 

"Arkadaşınızı kurtarmak istiyorsanız 12 saatiniz var. Maria! Ah benim küçük fahişem.. Bu kadını kurtarmak istiyorsan yapman gerekeni biliyorsun. Bana gelmezsen kafasını bir hediye kutusuyla sana yollarım."

 

Bu öfkeyle herşeyi hissediyordum : umutsuzluk, korku, öfke ve öldürme hissi. Hannah'ın gözlerinden yaşlar akıyordu. Ekrana takılıp kalmıştı.

 

" Carlos bir şeyler yapmamız lazım."dedim.

 

" Videoyu efendimize attım. Ondan bir haber gelene kadar beklemekten başka çaremiz yok. "

 

" Ben bekleyemem. "telefonu elinden aldım ve arama tuşuna bastım. Carlos ne olduğunu anlamadan telefon çalmaya başladı.

 

" Maria ver telefonu beni öldürür. "

 

" Çaldı dersin. "

 

" Bu daha kötü ben bir hırsızım ve sen benden telefon çalıyorsun öylemi. İkimizi de canlı canlı gömer."

 

O an telefondan onun sesini duyunca bir anlık gelen gaz uçup gitmişti.

 

"Carlos, beni arayabileceğini sana kim söyledi?"

 

Öfkeli, kızgın ve itaat edilmediği içinde yakıcı.

 

Bir an için hıçkırınca, "Maria!" dedi. Alt dudağımı dişlerimin arasında sıkmaya başladım. Hadi konuş Meryem atıp tutuyordun hadi. Carlos'un bakışı tam olarak buydu.

 

"İkinizide o karargaha gömeceğim. Bunu en yakın zamanda yapacağımdan emin olabilirsin." Kalbim daha sert atmaya başladı.

 

"Hayır!" dedim fısıltıyla. "Yani yaparsın efendim ama önemli bir konu olmasaydı telefonu Carlos'tan çalmazdım."

 

Carlos'un yüz ifadesi şekilden şekile girdi. Ellerini öfkeyle saçlarından geçirdi. Üzgünüm Carlos.

 

"O beyinsiz ülkenin en iyi hırsızı. Sakın bana ondan telefon çaldığını söyleyerek yalan söyleme Maria." Şimdi sıçmıştım işte o an kükreyince neredeyse telefonu elimden düşürüyordum. "Carlos! Lanet telefonun neden Maria'da. Beni bir toplantının ortasında neden arıyorsunuz?"

 

Carlos üzüntüyle telefonu elimden çekip aldı. "Efendim özür dilerim. Sizi özlediğini söyledi ve bir an boşluğuma denk gelince telefonu elimden aldı."

 

Ağzım açık söylediklerini dinledim. Özlemişmi? Ben azraili özleyecektim öylemi?

 

"İkinizide cehenneme yollayacağım bekleyin geliyorum." Azrailin hoşnutsuz sesi telefon kapanmasıyla son buldu.

 

"Carlos sen ne yaptın ya?" Büyük bir sorunumuz vardı. Artık işimiz bitmişti.

 

"Sen beni küçük düşürdün bende karşılık verdim Maria." dedi gözlerini kısarak.

 

"İkimizide öldürecek." dedim korkuyla kalbimin üstüne elimi koyarak. "İkimizide canlı gömecek mezara."

 

"Yok, henüz öldürmez önce görevlerimiz var. Belki sonra." dedi sırıtarak. Suratına yumruk atmak istesemde vazgeçtim.

 

"Ya efendimiz Nikki'yi kurtarmaya çalışmazsa." Hannah'ın sorusuyla endişeli yüzüne baktım. Nikki için endişeleniyordu.

 

"O zaman bu video Nikki'yi son görüşünüz kızlar." dedi Carlos umursamayan ses tonuyla.

 

"Böyle konuşma. Onu ölüme terk etmekten bahsediyoruz." Hannah'ın çatlayan sesi Carlos'un yüzünü buruşturdu.

 

"Her neyse.. Gidin ve efendimizi bekleyin. Yapılacak işlerim var."

 

Carlos gidince sandalyeye oturdum. Eğer Azrail onu kurtarmayı kabul etmezse ki bence umursamayacak bizim onu kurtarmamız gerekiyordu. Bir şekilde yapmalıydık.

 

"Ne düşünüyorsun Maria?"

 

"Nikki'yi nasıl kurtaracağımızı?"

 

"Önce onu bulmamız gerek.. Alexander'ın nerede olduğunu bulursak herşey daha kolay olur."

 

Dirseklerimi masanın üstüne koydum. Umutsuzca saçlarıma dokunmaya başladım. Bu düşünmeme yardımcı oluyordu.

 

"Nasıl Hannah? Bilgisayar konusunda iyi değilim. Belki videoyu gönderenin konumunu anlardık ama buradaki kimse Azraile karşı çıkmaz. İkimiz nasıl kurtaracağız?"

 

Karşıma oturdu. Söylediklerimi düşünmeye başladı. Nikki'yi kurtarmamız Azrailin yardımı olmadan imkansızdı. Onun istemesi lazımdı. Bir sözüyle saniyeler içinde yerini bulabilirdi. Ama istemeyecekti. Adımın Meryem olduğu kadar emindim.

 

Dakikalarca bir çözüm yolu düşündük. Kafamızdaki kaosu Carlos'un kapıyı açıp Azrailin bizi odasında beklediğini söyleyince bölünmüştü. İşte başlıyorduk.

 

"Maria!" odanın içinde bana bağırmaya başladı. "Carlos'un telefonunu alıp beni aramaya nasıl cüret edersin?"

 

Hannah yanımda kedi gibi içine sinmişti. Carlos ise Azrailin arkasından bana pis pis sırıtıyordu.

 

"Ben.. Kendi telefonumdan aradığım zaman açmıyorsun. Bu yüzden aradım."

 

Elini susmam için kaldırdı. "Önemli bir toplantının tam ortasındaydım. Bunu yaparken aklından ne geçiyordu?"

 

"Tabikide telefonu açmanız geçiyordu. Arkadaşım o pisliğin elinde ve senden başkası bize yardım edemez. Onu bir tek sen kurtara..."

 

Siyah gözleri öfkeyle parladı. "Arkadaşınız umrumda değil. Alexander ona istediğini yapabilir. İsmini bile bilmediğim bir kadını kurtaracağımı düşündüren nedir?"

 

Hannah'ın sessizce göz yaşı döktüğünü görebiliyordum. Ama ben daha son kozumu oynamadım.

 

"Efendim," dedim bir kaç adımda önünde durarak. Tüm cilveliğimi ve dişiliğimi kullanarak gözlerine baktım, "Videoyu izledin değil mi? O beni istiyor..." Sağ elimle göğsümün üstüne düşen saçlarıma dokundum. "Sana ait olanı istiyor.." Omzuna dokunmadan ama dokunuyormuş gibi yaparak etrafında bir tur atıp tekrar önüne geçtim. Yumruklarını sıktığını görünce doğru yolda olduğumu anlamıştım. "Bana dokunmak istiyor..." sahte bir şekilde gülümsedim. Bakışları dudaklarıma kayarken parmak uçlarımda durarak kulağına fısıldadım, "Çıldırmış olmalı efendim. Sana aidim ben."

 

Ama ondan çok ben etkilenmiş gibiydim. Adeta bacaklarım titremişti. Yinede her ne yapacaksa veya beni cezlandıracaksa bunu şuan umursamıyordum.

 

"Maria!" dedi uyarırcasına ve sağ eliyle belimden tutup beni sertçe göğsüne bastırınca nefesim kesilmişti. Simsiyah gözleri alev alev yanıyordu. İşte şimdi gözlerinde bir adamın arzularını görebiliyordum. Güzel dudaklarını vücudumda hissetmek istiyordu. Düşüncelerini anladığımı gözlerimde gördü. Dudağımın kenarı yukarı doğru sinsice kıvrılınca sol eli belimin kenarını sıktı.

 

Sonra yavaşça dokunarak göğsüme doğru çıkmaya başladı. Kalbim gürültüyle atmaya başladı. Nefeslerimiz rüzgar gibi çarpışıyordu. Göğsümde onun kalp atışlarını hissedince açıklanamaz bir duyguyu da beraberinde getirdi. Sanki elleri tenime dokununca ölmüştüm. En çok arzuladığım ölümle şuan bu dokunuş yarışmaya başlamıştı.

 

Tenimin altındaki herşey bu adamı çıplak hayal ediyor ve dokunuşlarını hissetmek istiyordu. Bu gerçeklik kırılgan hayatımın penceresinden içeri sızmaya başladı.

 

Ben Meryem.. İlk defa bir adamı arzuladığımı hissettiğim an tam şuandı. Ve bu adamın dokunuşlarıda kendisi gibi cehennemdi. Şeytandı.. Azraildi. Ölümdü..

 

Sonra bu eller boğazıma dolandı. Sıktı beni nefessiz bıraktı.. Önce onu arzulamamı istedi sonrasında bunu yaptığım için beni cezalandırıyordu.

 

​​​​​Dudaklarımdan onu öfkelendirecek cümleler döküldü. "Canım acımıyor efendim."

 

Biraz daha sıkınca başım yukarı kalktı. Ama yinede gözlerine bakmaya çalıştım.

 

"Canımı acıtamazsın." dedim soluk soluğa. Ama başım dönmeye ve gözlerim dolmaya başladı. Biraz daha devam ederse ya ölecektim ya da bayılacaktım.

 

"Canını acıtmanın binbir türlü yolu var Maria.." yüzümü yüzüne yaklaştırdı. "İstersem her türlü canını yakabilirim. Senden geriye anıların bile kalmayana kadar sınırlarımı zorlarım."

 

Sonra elini çekince açgözlülükle havayı içime çektim. Ellerimi dizlerimin üstüne koydum ve eğildim. Nefes alırken boğazım yanıyordu ve baş dönmesi yavaş yavaş geçiyordu.

 

" Efendim! "dedim kolunu tutarak."Lütfen arkadaşımı kurtarmamıza izin verin. Sadece nasıl yapacağımızı söyleyin bizde yapalım. Bunu bir görev gibi düşünün. Bana öğretmeye çalıştığınız bir görev. "

 

Bir kolunu tutan elime birde yüzüme baktı. Bana akıllanmayan bir kız çocuğuymuşum gibi bakıyordu. Belkide öyleydim.

 

O an varlığını unuttuğum Carlos konuştu." Efendim Maria haklı. Alexander size ihanet etti. Sözünüzü çiğnedi ve kaçarak bir hain olduğunu kanıtladı."

 

Hannah gözyaşlarını silerek diz çöktü, "Efendim izin verin o haini size getirelim."

 

Carlos Hannah'ın yanında düz çöktü. Bakışları tekrar bana kaydı. Diz çökmek ve ben.. Üzgünüm sevgili efendim ama ben Allah'tan başka kimsenin karşısında diz çökmem.

 

"İzin verin efendim o haini önünüzde diz çöktüreyim. "dedim arkadaşlarımın sözlerini devam ettirerek. Diz çökmediğim için kızmamıştı. Aksine hoşuna gitmiş gibi gülümsedi. Bu karnımda sıcak bir his bıraktı.

 

" Kalkın! "

 

İkiside kalktı.

 

" Carlos! "

 

Carlos aceleyle yanına gitti." Hazırlanın ve o piçi bana getirin."

 

Hannah mutluluk göz yaşları dökerken ben ise minik minik gülümsedim. Kabul etmesi bir yana onu ikna ettiğimiz için mutluydum. İçimden kahkaha atmak hatta olmaması gerek biliyorum ama bu şeytanın boynuna atlamak geliyordu. Ama asla.. Asla o kadar cesur olamazdım. Endişeyle elbisemi sıktım. Bu duyguyu bastırmam zor olacaktı.

 

Siyah gözleri ellerime kaydı, biraz oyalandı sonra arkasını döndü. "Gidin."

 

Hannah elimi tuttu ve beni dışarı sürükledi.

 

"Kızlar ilk kez göreve gidiyoruz. Size baskın nasıl yapılır göstereceğim." Carlos bizi yönlendirdi. Bu arada telefondan Casper'i arayıp talimatları verdi. Videonun gönderildiği yerin adresini bulmasını istedi.

 

Yeni görev yüklenmişti. "Nikki'yi kurtar, haine diz çöktür.."

✩✩✩

Ay okurlarım bölüm sonu.

Meryem çok fenasın ama doğru yoldasın güzelim. Devam ilgisni çekiyorsun.

 

Meryem'in bu cezbedici davranışları hakkında ne düşünüyorsunuz?

 

Ay kızlar valla bende cilve sıfır yazdığıma bakmayın hayatımda hiç cilve yapmadım. Yapamam yetenek yok.. 😅

 

Ama neyseki yazdığım karakterler güzel cilve yapıyor. Buradan kazanıyoruz.

 

Azrail de etkileniyor şimdi. Ama etkilenmeyecek gibi değil. Meryem elinde ateşle yürüyor resmen. Tamamen İtaatsiz bir kadın. Asla kolay yoldan elde edemeyeceğinin farkında. Buda daha çok hoşuna gidiyor.

 

Ah ah, aşklarını yazmak için sabırsızlanıyorum. Diğer bölümde yine coşturacak kızım benim.

 

Spoi.. Meryem ortalığın anasını... Neyse ahahah okuyacaksınız 🥹

 

Bu arada hiç paragraf arasında yorumlarınızı görmüyorum okurlarım. Oysa ben yazarken acaba burada ne düşünecekler diye yazdığım çok yer oluyor. Lütfen yorum yapmayı unutmayın.

 

Diğer bölümde görüşürüz.

 

​​​​​

 

 

​​​​​​

 

 

Bölüm : 21.04.2025 12:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...