16. Bölüm
Kupa Kızı / Sahtekar / '16'Alexander

"16"Alexander

Kupa Kızı
kupakizii0

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

"Seninle tanışmak kaderdir,

Taşıyıcı olmak bir seçimdi

Ama sana aşık olmak benim kontrolüm dışıydı... (Meryem)"

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

🎧Bölüm şarkısı : Everytihing i wanted ( Billie Eilish) 🎧

Siyah askeri bir üniforma giyerken Carlos küçük bir kamerayı bana uzattı. "Bunu yakana tak. Herşeyi canlı izleyecekler."

Şaşkınlıkla böceği elime aldım. "Nasıl canlı izleyecekler?"

Carlos, ukalaca sırıtmaya başladı. "Maria, şuan bu olay on sekiz ülkenin karargahında canlı yayınlanacak. An ve an ne yaptığımızı görecek ve duyacaklar."

Küçük siyah böceği yüzüme yaklaştırarak tek gözümle kameraya baktım. "Bu neden gerekli anlamadım? Diğer karargahlar neden izliyor?"

Carlos tabancayı bacağının dış cebine yerleştirdi. Aynı zamanda Hannah koruma yeleği giyiyordu.

"Alexander üst rütbe bir taşıyıcı onun ihaneti herkese ibret olacak." bundan zevk alır gibiydi. Aslında hepimiz öyleydik.

"Neden böceği ben takıyorum?"

"Efendimiz öyle istedi.."

Bıkkınlıkla nefes verip aldım. "Efendimiz böyle istiyor efendimiz şunu emrediyor. Bu göreve neden bizimle gelmiyor yoksa korkuyormu?" dedim sırıtarak. Tabikide korkmadığını biliyordum ama sadece onunla göreve çıkmayı istiyordu bir tarafım.

Carlos kulağıma eğildi, "Maria şuan böcek açık."

Ha?

"Siktir!" dedim böceği Carlos'un ellerine fırlatarak. Giyinme odasının kapısı gürültülü bir şekilde açıldı. Azrail odaya dalınca korkudan ne diyeceğimi bilemedim.

"Yemin ediyorum şaka yaptım. Senin kimseden korkmadığını hepimiz biliyoruz. Vallahi şakaydı."

"Ne saçmalıyorsun Maria?" dedi anlamamış bir ifadeyle. O an öfkeli gözlerle Carlos'a baktım. Beni kandırmıştı. "Hazır olup olmadığınızı kontrol etmeye geldim. Hem ne korkması kadın? Ne söylüyordun az önce?"

Alt dudağımı dişledim. "Sadece saçmalıyordum." Lütfen öğrenmeye çalışma lütfen. Gözlerini devirdi. Ah son anda kurtulmuştum.

Carlos'un elinden böceği aldı ve bana yaklaştı. Gömleğimin içine parmaklarını sokunca tüylerim diken diken oldu. Böceği göğsümün hemen üstüne gömleğimin kenarına yerleştirdi ve kamerayı açtı.

"Sizi izliyor olacağım. Hata istemiyorum. Hata yapan buraya dönmesin. Gidip kendinizi bir uçurumdan atın."

Hannah ve ben yutkunduk. Carlos sadece bize sırıtıyordu.

"Dördüncü kara yolunun çıkışındaki eski bir fabrikadalar. O gereksiz adam hazırlıklı. Yalnız olmayacaksınız. Ve şunu unutmayın bombalarla oynamayı sever. Dikkatli olun. Parçalanmış bedenlerinizi toplattırmayın bana."

"Ama?" dedim çok kısık bir sesle. Bu tehlikeli bir görevdi. Yanlışlıkla bir bombaya basıp ölürsem bundan hoşlanmazdı. Beni öldürmek için bir anlaşma imzalamıştık.. O beni ölüme gönderiyordu.

"Ne oldu?" soru soran gözlerle yüzüme bakıyordu. Bir şey söylemek için ağzımı açtım ama sonra kameranın açık olduğunu ve bizi binlerce taşıyıcının izlediğini hatırlayınca sustum. Onu küçük düşürecek hiçbir şey söyleyemezdim.

"Bir şey yok." dedim arkamı dönerek. Koruma yeleğini giyerken kapının kapanmasıyla gözlerimi sıkı sıkı kapatıp açtım. Bu adamın hiçbir şey umrunda değildi. Belkide artık yavaş yavaş sıkılıyordu benden. Kesinlikle öyle olmalıydı.

"Hazır mısınız?"

Carlos eldivenlerini takarken bizi kontrol etti. "Şu haini getirelim."

Peşinden onu takip ederken istemsizce arkamı döndüm. Boş koridorda ne görmeyi bekliyordum ya da ne umuyordum ama sadece kısa bir an arkama baktım. Sonra ise koşar adımlarla aşağı indim. Ona kanıtlayacaktım. Herkese basit bir taşıyıcı olmadığımı ve bu görevi kusursuz bir şekilde yerine getireceğimi kanıtlayacaktım. Onlarda izleyecekti.

Yüz kişi arabalara bindik. Carlos'un arabasıyla beraber taşıyıcılara önderlik yapıyorduk.

"Sence kaç adam vardır?" diye sordu Hannah. Gerginliğini hissediyordum. Başaramama korkusunu. Dikiz aynasından bana baktı ve gülümsedi.

Carlos direksiyonu sağa çevirdi. "Bizden fazla olacakları kesin." sonra başını sola çevirip Hannah'a bakarak, "Korkuyor musun esmer şeker" diye sordu.

Arka koltukta otururken sırıtmadan edemedim.

"Bana esmer şeker demeyi bırak ve korkmuyorum."

"Kırmızı suratın yalan söylediğini söylüyor." dedi alaycı alaycı gülümseyerek.

Elleri ile yanaklarını gizledi.

"Sen önüne bak küçük hırsız. Gözlerin yolda olsun."

Tam gülecekken Carlos'un dikiz aynasından gözlerini kıstığını görünce öksürdüm ve kahkahamı bastırdım.

"Bana bir daha küçük hırsız dersen.." evet ilk tehdit cümlesi gelmişti.

"Sende bana esmer şeker dersen." dedi Hannah elini yumruk yaparak. "Güzel suratını dağıtırım."

İstemsizce, "Ooo." dedim. Hannah gururlu bir şekilde saçını savurdu.

"Eminim bana dokunamadan yere şeker gibi yapışırsın Hannah." dedi Carlos.

"Neden görevden sonra minder dövüşü yapmıyorsun benimle?" Ellerimi heyecanla çırpınca Hannah kıkırdadı.

"Karşımda şansın olduğunu mu söylüyorsun?"

Hannah siyah saçlarını bir kez daha savurdu. "Bunu kanıtlayacağım ve sözden fazlası olacak küçük.." söyleyemeden Carlos bir anda direksiyonu kırınca korkudan sustu.

Aralarında gözle görülür çekim vardı. Aynı zamanda samimi. Ama Carlos o biraz.. Tuhaftı iyimi kötümü henüz anlayamamıştım. Sanırım bunu zamanla anlayacaktık.

" Geldik. "

Arabalar gürültülü bir sesle durdu. Silahlanmış yüz taşıyıcı arabalardan inip talimatları beklediler. Bu gece kaos vardı ve kesinlikle çok kan dökülecekti.

Arabadan inerken Carlos'un kolunu tutup durdurdum. "Bir planım var."

"Plan yapıldı Maria."

"Bunu kan dökülmeden halledebiliriz." dedim bağırarak. Rüzgar vardı ve sesim dağılıyordu.

"Kan dökülmesini istediğimiz için buradayız. Şu arkanda bekleyen yüz insan varya kan için buradalar."

Korkusuz yüzlere baktım. Doğru söylüyordu. Ama aklımdaki planı uygulamak istiyordum.

"İçeri giriyoruz." Carlos'un gür sesi herkesi harekete geçirdi. Tabancayı sıkı sıkı kavradım. Fabrikanın önünde Alexander ve yüzlerce adamı görene kadar yürümeye devam ettik. Azrailin dediği gibi hazırlıklıydı.

Gözleri bu kadar insan içinden beni aradı ve bulduğunda kocaman gülümsedi. Ağzının sulandığını buradan görebiliyordum. Silahlar çekildi. Şimdi iki adamın emrini bekliyorlardı.

Alexander bir adım öne atınca Carlos aynısını yaptı.

"Kendi gelmek yerine hırsızını mı göndermiş." dedi pis pis sırıtarak.

Carlos için adamın iması umrunda değildi. Yüzü ciddiydi ve her an Alexander'in yüzünü dağıtmak için hazırdı.

"Senin gibi lağam fareleri için birde buraya kadar gelecek mi? İşe yaramaz bir adam için bu yüz adam fazla bile."

Alexander öfkeyle yere tükürdü. Carlos tam can alıcı yerinden vurmuştu.

"Kızı getirin." arkasında duran iki adam uzaklaşırken Alexander benimle konuşmak için bir adım attı.

"Güzel Maria? Hâlâ dans ediyor musun?"

"Neden gelip öğrenmiyorsun pislik?" diye bağırdım.

Kahkaha attı. "Kıyafetlerini çıkarırsan gelip öğrenebilirim."

Bir adım öne atmıştım ki Carlos elini kaldırarak beni durdurdu. "Seni kışkırtmasına izin verme."

"Onun karsında soyundun değilmi Maria? Onunla her gece.." Bu o an delirmem için yetmişti.

Bir el silah sesi..

Alexander'ın yanağında orta derece bir hasar bırakıp arkasındaki adamın kafasını delip geçti. Herkes dönüp bana baktı. Ateşlediğim silah bu küçük savaşın ilk davuluydu. Alexander öfkeyle silahını yüzüme doğrulttu.

" Senin güzel kafanı ona göndereceğim Sürtük!."

O an savaş başlayacakken Nikki'nin haykırışlarını duyduk ve silahlar kısa bir süre ateş etmedi. İki adam onu sürükleyerek Alexander'in ayağının dibine attı.

"Nikki!" diye bağırdı Hannah. "Seni kurtarmaya geldik."

Nikki bize doğru koşmak istedi ama Alexander saçından tutarak kendisine çekti. Silahı alnına dayadı.

"Maria gelip önümde diz çök. Yoksa kafasını patlatırım."

"Seni şerefsiz!" Hannah koşmak istedi ama Carlos onu durdurdu. "Sakin ol. Hata yaptırmak istiyor."

"Maria, şunu aklından çıkarma gitmeyeceksin. Bir planımız var. Sakın kafana göre hareket etmeye çalışma." Carlos'un uyarışını dinlemek istemiyordum. Omuzlarımdan sarsmaya başladı.

"Beni duyduğunu söyle Maria."

"Seni duydum Carlos." dedim dişlerimi sıkarak.

"Alexander!" dedi Carlos bağırarak. "Teslim olursan meclis senin için toplanır. Taşıyıcılar için önemlisin. Ölümün ertelenebilir."

Bu adam ne saçmalıyordu. Hayır, bu adamı bu gece öldürecektim. Ne olursa olsun. Kimse beni tutamayacaktı.

"Kıçımın meclisi. Ölümümü erteleyecekmiş. Siz kim oluyorsunuzda beni öldürüyorsunuz. Maria buraya gelmen için üç dakika var. Yoksa bu kadına acımam."

"Onu vurursan ne olacak?" dedim bir adım öne çıkarak. "Diyelim öldürdün. Diyelim arkadaşımız elinde can verdi ne olacak pislik. Elinde başka koz olmayacak. Sonra ne yapacaksın? Korkak bir sokak köpeği gibi tekrar kaçacaksın. Sonra başarısız bir plan yapacak ve bu seferde diğer arkadaşımı kaçırmaya çalışacaksın. Ancak senin gibi beceriksiz bir adam böyle basit bir plan yapardı. "

Yüzündeki öfke.. Görülmeye değerdi. Onu öyle aşağıladımki ölse ruhu bile unutmayacaktı.

" Kes sesini? "diye bağırdı.

" Nerede hata yaptın biliyor musun?"Kahkaha attım. Küçüktü ama onu kışkırtmaya yetmişti." Beni kaçırmalıydın. İşte o zaman bu çabaların meyve verebilirdi. "

" Hayır aptal kadın. Karşımda duruyorsun. Ben bir başarısızlık göremiyorum. "elini kaldırdı." Ateş edin. "

Ve silahlar patladı. Gülümserken bir şey oldu. Yeri göğü inleten bir ses. Bir patlama sesi. Bir bomba patladı. Büyük ve gürültülü.

Rüzgâra ve silahların gürültüsüne rağmen benim için bir an sanki kulaklarıma pamuk tıkanmış gibi sessizlik oldu. Dizlerimin üzerine çöktüm ve uyuşmuş bir halde nefes almaya başladım. Kulaklarımı kapattım.

"Hayır, hayır lütfen durdurun şunu."

Kalbim deli gibi atıyordu. Gözlerimin önüne küçüklüğüm geldi. Alemi kaybettiğim o 26 Nisan günü. Aynı patlama sesi. Aynı bağırışlar. Ve yerde kanlar içinde yatan bedenimi gördüm. Sanki dokunabilecekmişim gibi elimi uzattım. Geçmişime dokunmak istiyordum. O Hayatımın en güzel sabahına uyandığım o sabaha..

​​​​​​" Anne." diyebildim sadece. Hıçkırıklarım boğazımda düğümlendi. Ailem. Benim canım babam, ablam kardeşim.. Ölmüşlerdi. Yıllar önce. Ardından sesler gittiği gibi geri geldi ve beni gerçekliğe döndürdü. Daha çok rüzgârın uğultusu ve konuşmalar.Dönüp yan yana çatışan Hannah ve Carlos'a baktım.

Birisi omzuma dokundu. "Maria iyi misin?" kim olduğunu bilmiyordum. İlk defa görüyordum bu adamı.

Kafam karmakarışıktı; ne diyeceğimden ya da düşüneceğimden emin değildim.

"Ben. İyiyim." dedim ve ayağa kalktım. Adam silahı ile bize doğru koşan iki üç kişiyi indirdi. Carlos öfkesini kontrol altında tutmaya çalışıyordu. Hannah ise öfkesini dışa vuruyor ve adamları bir piyon gibi deviriyordu.

Daha fazla zaman kaybedemeyeceğimizin farkındaydım.Sorgulamadan, korkmadan, tartışmadan yalnızca harekete geçtim.

Adamlardan birine doğru koştum. Ama üstüme atılan başka bir adamla beraber yuvarlanarak ıslak çamura düştük. Ağzıma giren çamuru tükürüp gözlerimi temizledikten sonra ayağa kalktım. Yağmur, bardaktan boşanırcasına yağmaya başladı ve her yönden şimşekler çakıyor,yıldırımlar tehlikeli ışıklarıyla gökyüzünü aydınlatıyordu.

Nikki, Hannah ve Carlos'un yardımıyla düşman tarafından uzaklaştırıldı. Yaklaşık on beş metre ilerideki Alexander'e baktım. Ellerinde silahlarla onu koruyan adamlar vardı. Belli ki emir almadan savaşmaya niyetleri yoktu.

"Kendinizi koruyun." diye bağıran Carlos çoktan harekete geçmişti bile. Bıçağını çıkardı ve önüne geleni indirmek için acele etmiyordu. Tadını çıkarıyordu. Hannah ona yetişti.Yağmur nedeniyle yumuşayan toprakta ilerlemek oldukça zordu; Hannah iki defa kaydı ve bir kere de düştü. Carlos onu gömleğinden yakalayıp ayağa kaldırana kadar çekiştirdi. Diğer taşıyıcılarda kan için hızla koşuyordu. Fırtınanın sebep olduğu karanlık, yağmurun oluşturduğu perde ve yıldırımlar yüzünden kimin kim olduğunu anlayamıyordum.

Sağ taraftan, Alexander'in önünden bir düzine adam belirdi; Bizim ona yaklaşmamızı engelleyecek bir noktaya doğru ilerliyorlardı. Kan gövdeyi götürüyordu. Ama karşı tarafta daha çok yaralı vardı. Sarsılarak yürümelerinden bu belli oluyordu. Yine de fazlasıyla tehlikeli görünüyorlardı.

"Üzerlerine gidin!" diye bağırdı Carlos. Herkes planı anlamış gibi görünüyordu: son kalan adamlarla savaşılacak ve görev sonra erecekti.

Belki de haftalar önce bu karargaha getirildiğimden bu yana ilk kez eski anılarım aklıma gelince ağlamak istemiştim. Nedenini bilmiyordum ama değişen bir şeyler vardı.

Her yanıma yıldırım düşüyordu, biri bağırdı, yağmur daha da şiddetlendi. Rüzgâr havayı yırtıyordu. Alexander'in adamları bıçaklarını havada savurup savaşmak için beklerken rahatsız edici bir şekilde bağırıyorlardı. Bıçağımı başımın üzerinde tutarak koşmaya devam ettim.

Korkmuyordum.

Ortadaki adamlardan biri taşıyıcı bir kadının üstündeydi ve onu öldürmek üzereydi, bir metre uzaklıktayken zıplayıp öne doğru tekme attım. Yere savrulan adam ölü bedenlerden birine çarptı. Adamdan iğrenç bir inilti çıktı ve geriye doğru tökezleyip yere düştü.

Sağ taraftan bir darbe alınca çamura düşüp yerde yuvarlandım. Hemen ayağa kalkıp adamın etrafında dolanarak omzunun üstüne bacaklarımı attım ve kafasını taşlardan birine çarparak baygınlık geçirmesini sağladım.

Pat, pat, pat. Hemen arkamdan silah sesleri duydum. Bir adamın boş yere savurduğu bıçak darbelerinden zıplayarak kaçtım. Yağan yağmurdan elimdeki bıçak kaymaya başlamıştı. Hamleleri karşılayıp bıçaklıyordum. Bir adam bıçağıyla üstüme atladı, adrenalin patlaması ile adamın üzerine çıkıp son darbeyi indirdim. Adam öldü.

Ayağa kalkıp hızla dönerek yardıma ihtiyacı olan biri var mı diye baktım. Hannah adamlarının işini bitirmişti. Carlos'da öyle.

Birkaç saniye sonra her şey bitti. Alexander'in yanında duran adamları dışında hepsi ölmüştü. Artık sona ermişti.Nefes nefese kalmıştım. Sadece beş metre ileride duran Alexander'in suratına baktım.

"Bitti." diye olabildiğince yüksek sesle bağıran Carlos silahı adamlara doğrulttu.

"Öleceksin Alexander." Kelime ağzımdan yeni çıkmıştı ki Nikki'nin baygın bedeni Alexander'ın önüne yuvarlandı. En son arabadaydı. Lanet olsun. Hannah tökezledi ama hemen kendini toparlayarak çamurda ilerledi. Arkamızdan gök gürültüsünü duydum ve şimşeği gökyüzünü aydınlattığını gördüm.

Her an Nikki'yi öldürüp tüm gücüyle kaçıp uzaklaşacak gibiydi. Birkaç Taşıyıcı ona ulaşıp adamlarına daldılar. Hâlâ Nikki'yi tutuyordu.

Korkunç, ıslak ve cansız, bir zamanlar yaşayan fakat şimdi parçalanmış cesetlerin üstünden yürüdüm. Oldukça rahatlamış bir şekilde ona doğru yürüdüm. Taşıyıcıların çoğu hayattaydı.Çoğu başarmıştı.

Alexander Nikki'ye silah doğrultmuştu.

"Maria ellerimde öleceksin." diye bağırdı yeniden.

"Gel öldür." dedim başımı ona doğru çevirdim. "Karşında duruyorum."

Alexander öfkeyle Nikki'nin kalbinin üstüne namlunun ucunu bastırdı. Bu durumun gidişatı iyi olmayacaktı.

"Pes et kaçacak yerin kalmadı."

"Fark etmez," dedi Alexander. "Yanımda birini götürecek vaktim var."

Nikki elindeydi ve tek yanlış hareketimde ölebilirdi. Bu riske rağmen yürüdüm; kararlıydım. "Beni çağırdın ve bende geldim. Mantıklı ol onu bırak ve buradan kaçma şansın benimle olsun."

Alexander duraksadı, söylediğim mantıklı cümlesini düşünür gibi görünüyordu. "Kaçmak istemiyorum. Burada seni öldürmek istiyorum."

Yaşadığım şoku belli etmemeye çalıştım. "Tek amacın bumu?"

Silahında bir şeye bastı ve Nikki'nin başına doğrulttu. "Buna zamanımız yok! Bana gelmen için beş saniyen var. Gelmezsen ölür. Bir"

"Bekle!" dedim. Hannah ve Carlos'a baktım. İkisi de sessizce ona bakıyorlardı. Yüzleri öfkeden kıpkırmızı olmuştu. "İki."

Artan paniğimi bastırdım, gözlerimi kapadım. Ortada yeni bir durum yoktu. Bunun için gelmiştim. Hayır, artık anlıyordum. Ne yapmam gerektiğini biliyordum.

"Üç."

Artık korku yoktu. Şok olmak yoktu. Sorgulamak yoktu. Neyle karşılaşırsam kabul edecektim.

"Dört!" Alexander kızarıyordu. "Yürümeye başlamazsan ölür."

Gözlerimi açıp öne atıldım. "Geliyorum."

Alexander uzanıp Nikki'yi iki eliyle tişörtünden yakalayarak ayağa kaldırdı. Tek kelime etmeden kızla birlikte bana doğru ilerledi.

Hannah panikle bana baktı, Ben ilerlerken yüzünde acı dolu bir ifadesi vardı..

Alexander'ın suratı ben ona doğru ilerlerken belli belirsiz bir gülümsemeyle yumuşadı. Konuşunca çıkan ses ciyaklayan domuz sesini andırıyordu.

"Aferin Maria. Doğru karar."

"Maria!" dedi Hannah, sessizlikte sesi daha yüksek çıkmıştı . "Ona inanma."

Alexander alay edercesine başını salladı. “Evet, tabii, bende olsam bana güvenmezdim"

Adımlarımı durduramadım. Bakışlarımı ondan çekmedim. Herkesin kendimi feda ettiğime inanması gerekiyordu.

Carlos homurdandı. "O kıza dokunursan etlerini kemiklerinden ayırırım Alexander." Carlos'un canlılığını yitirmemiş olması beni biraz olsun rahatlattı.

"Dedi kıçımın hırsızı. Kes yoksa seni de deşerim." Ona bağırmak istiyordum ama bunun bir işe yaramayacağının farkındaydım. Bunun yerine olabildiğince sakin bir sesle, "Sonu kötü bitecek. Senin için." dedim.

​​"Göreceğiz Maria." bu kez tamamen gülümsedi. "Şu noktada tam da böyle düşünürken seni öldürmek büyük zevk verecek. Efendiniz izlerken." Bir eliyle yakamdaki kamerayı gösterdi. "Keyifli olacak."

Bu kez Hannah konuştu. "Lanet çeneni kapat! Bu gece tek sen öleceksin."

Sonunda bakışlarını ondan çekebildiğimde Nikki'nin uyandığını ve olan biteni anlamaya çalışırken korkudan delirmek üzere olduğunu gördüm.

Nikki ayağa kalktı, dengesini bulmaya çalışırken sallandı ve dönüp etrafında olup bitene baktı. Etrafına hızla göz atınca tüm o cesetleri ve kafasına doğrultulan silahı gördü.

Herşeyi anlaması kısa sürmedi.

" Sen başarısız bir köpeksin. Önüne kemik atan her kadının altına giren basit bir adam.. Aa doğru." dedim bacak arasına bakarak." Artık bir erkek bile değilsin. "

Nikki'yi kenara savurarak koşmaya başladı. Aramızda çok mesafe yoktu. Bana doğru ateş ederken asla kıpırdamadım. Iskalayacağını biliyordum. Çünkü onu öyle bir kışkırttım ve rezil ettimki mantıklı davranamayacak kadar öfkeliydi ve elleri titriyordu. Karşımda durdu ve silahı alnıma dayadı.

"Bak artık ölümün benim elimden olacak."

Nefes nefese kalmıştı. Ama hiç korkmadığımı hatta kaçmaya çalışmadığımı gördü ve bundan nefret etti.

"Durma öldür!" dedim gözlerimi kapatarak. "Hep ölmek istiyordum. Belki son defa iyilik yaparsın bana."

Gözlerindeki şaşkın ifade büyüdü. Ve büyüdükçe elleri daha çok titredi. Yalvarmamı istiyordu ve bunu yaparken beni öldürmek. Ama yanlış kadının alnına silah dayamıştı.

"Neden diğer kadınlar gibi ağlamıyorsun? Hayatın için yalvarmıyorsun Maria?" az önceki kararlılık gitmişti. Uğruna savaştığı kadının zaten ölmek isteğini öğrenmişti ve artık çaresizdi.

Sesi titremişti. Çünkü kaybettiğini anlamıştı. Bu savaşı başından beri kaybettiğini anlamıştı. Beni öldürmek için yaptığı bu hainlik şuan ona zevkten çok korku veriyordu.

"Ölümden korkmam için tek bir neden söyle Alexander? "dedim silahın üstüne elimi koyarak. Parmaklarımı hissedince titredi.

Afallamış bir şekilde bir yüzüme birde elinin üstündeki parmaklarıma baktı.

" Ölmek... Herkes korkar.. Buradaki hayatın bitiyor. "kekeledi. Sesi titredi. Şuan ikimizde etrafımızda dönen silah seslerini ve yere savrulan bedenleri umursamıyorduk.

" Ancak korkaklar ölümden korkar. Ölümün bir son olduğunu söyleyen bir aptal ve ona inananlar Alexander.. Beni anlıyor musun ölüm bir başlangıç. Neden bu durumda ölümden korkmam gerekiyor.." Gülümseyerek elinin üstündeki elimi Alexander'ın yanağına koydum. Alexander bunu yapacağımı beklemiyordu. Ama ben onu manipüle ediyordum. Sadece bedenen değil ruhunu etki altıma alıyordum. Gözlerime bakarken büyülenmiş gibiydi. Eminim şu anı izleyen bütün taşıyıcılar şaşkındı. Ama en çok merak ettiğim Azrailin yüz ifadesiydi.

İleriye doğru zıplayarak Alexander'ın dizlerine vurdum ve onu yere düşürdüm; silahıda yanına düştü . Kolumu onun boğazına dayadım ve diğer elimle silaha uzandım. Parmaklarımla silahı bulup kendime doğru çektim. Hızla ayağa kalkıp tabancayı sırtüsütü eliyle tutarak sırtüstü yatan Alexander'a doğrulttum.

" Kimi kaybettin Alexander? Bu hayatta tek sevdiğin hangi kadını kaybettin? "

Gözlerinde bir anı canlanmış gibi ilk başta sustu. Sonra fısıltıyla, "Annem." dedi.

"Annene kavuşmak istemezmiydin?"

"Herşeyden çok."

"Öldüğün zaman kavuşacaksın. Çünkü sevdiklerimiz bizi bekliyor olacak." Bu adamın içinden küçük anne sevgisine muhtaç bir çocuk çıkacağını tahmin edemezdim. Bu şaşırtıcı olsada konuşmamı sürdürdüm. " Ölüm bir insan olsaydı onun karşısında diz çökerdim Alexander. Bir tek ona boyun eğerdim.." Eğilip kulağına fısıldadım. "Ölüme aşık bir kadın ölümden korkmaz. Ona kollarını açar."

"Affedilmeyecek günahlar işledim Maria. Annemi göstermezler. O masumdu."

Boş bir ifadeyle gözlerinin içine baktım. "Peki o masum kadının oğlu nasıl senin gibi bir zavallıya dönüştü?"

Pes eden bakışları görünce gülümsedim. Sonunda bitmişti işte şimdi biraz şov zamanıydı. "Bunu yakın zamanda anlayacaksın Alexander."

Alexander doğruldu ve dizlerinin üstüne çöktü.

"Öldür beni Maria. Meclisin cezası kaldıramayacağım kadar ağır olur. Beni öldür ve kurtar beni. "

İki taraf ateş etmeyi kesti. Olayın şaşkınlığı ve adrenalin yüzünden başta ne olduğunu anlayamamışlardı. Anladıklarında ise Alexander'ın benim karşımda diz çöktüğünü ve onu öldürmem için yalvardığını görünce şaşkınlıktan donup kalmışlardı.

Uzanıp sarıldım. Koca bedeni korkuyla titredi. Hızlı nefes alıp veren göğsü benimkine çarpıyordu. "Anneni görecek misin bilmiyorum ama seni öldükten sonra hiç düşünmediğin acılar karşılayacak Alexander."

Kalbinin hizasında tuttuğum silahı ateşlemek için elimi tetiğe koydum.

Titreyen sesiyle sordu, "Acıyacakmı?"

Saçlarını okşadım. "Acıyacak."gözlerini kapattı.

Bir el silah sesi.. Alexander'in cansız bedeni kollarımda öylece kaldı. Bu gece birini öldürmüştüm. Pişman mıydım? Hayır, tek pişmanlığım üstüme dökülen iğrenç kanlarıydı. Bedenini bir kenara iterek ayağa kalktım.

O an şaşkın bakışların ağırlığını fark ettim. Sanki elbisem varmış ve eteklerimi tutuyormuş gibi yaparak asilce eğildim.

Şaşkınlıktan çıkan her bir taşıyıcının alkışı ve tezahürati göğe yükselirken Carlos koşarak yanıma geldi. Kamerayı çıkarıp kapattı.

"Maria! Bu meclisin hoşuna gitmeyecek. Azrailin öfkesini düşünemiyorum."

Anlamayan gözlerle baktım. "Neden hoşlarına gitmeyecekmiş?"

"Yargılanacaktı."

Arabaya doğru yürürken, "Bu saçmalık o bir haindi ve hainler yargılanmaz."

Nikki koşarak boynuma atıldı. Dakikalarca karargaha gidene kadar bize teşekkür edip durdu. Klasik Nikki. Yol boyunca hepimiz sessizdik.

Karargaha gittiğimizde diğer taşıyıcılar bizi kapıda bekliyorlardı. Tebrikler, takdir dolu cümleler havada uçuşuyordu. Onlara bir kaç hafta kouşacak dedikodu vermiştim. Hepsinin gözünde bu olay beni yükseltmişti. Tebrikler havada uçuşurken Carlos beni kolumdan tutup gürültüden uzaklaştırdı.

"Bu iyi değil." dedi endişeliydi ve sebebini merak ediyordum. "Senin için geliyorlar Maria."

Hannah benden önce davrandı. "Kim geliyor Carlos?"

"Meclis. Alexander'ın yargılanmadan öldürülmesi onları kızdırdı. Cezasını kesmek için toplanmış geliyorlar. On yedi ülkenin karargah kurucuları Maria. Onu öldürmemeliydin.."

"O nerede?" diye sordum. Neden suçlandığımı anlamıyordum? "Onunla konuşmak istiyorum."

"Maria!" onun tok sesini duyunca kalbim tekledi. Etrafında on taşıyıcı ile bize doğru geliyordu. "Yakalayın!" diye emredince iki tane adam omzumdan tutup beni yere bastırdı.

"Bırakın beni!" kollarından kurtulmaya çalıştım ama iri cüsseleri buna müsaade etmiyordu.

Önümde bir dizini koyup çenemden kavradı. "Kendini çokmu akıllı sanıyorsun?" Siyah gözlerinden öfke fışkırıyordu.

Biraz da olsa kolumu gevşetmek için kıpırdandım ama daha çok zorladılar.

"Bana söylediğini yaptım." dedim tıslayarak. "Onu öldürmem gerektiğini bana sen söylemiştin."

Kaşları şaşkınlıkla yukarı kalktı. "Seni aptal kadın bunu o zaman yapmalıydın. Üstünü öğretebilirdik. Ama binlercesinin gözünün önünde öldürdün."

"Arkadaşımı kaçırdı."

"Yani ne olmuş? Ona bir zarar verdimi?"

Afallamıştım.

"Bana ateş etti." dedim kırılgan sesimle.

Bir eli enseme dolandı.

"Seni yaraladımı?"

Kahretsin!

"Bana cevap ver Maria!"

"Hayır." dedim. "Ama onun yüzünden onlarca adamını kaybettin."

Başımı bir kenara savurdu. "Onlarcası bir Alexander etmez. Meclis ona değer veriyordu. Bir ağırlığı vardı. Şimdi ne olacak sanıyorsun seni tebrikmi edecekler?"

"Ben doğru olduğuna inandığım şeyi yaptım. Senin istediğini yaptım." dedim fısıltıyla.

Belinden silahı çekip alnıma dayadı. Kalp kırıklığı bir yana o an ölmek istemediğimi fark ettim. Sanki çok erken gibiydi.. Daha onu tanıyamamışken ölmek istemediğimi anlayınca gözlerim doldu.

" Bana başka bir şans bırakmadın Maria."dedi tetiğin üstüne parmağını koyarak.

"Her zaman bir seçenek vardır sevgili efendim." dedim dolu gözlerle. Kaşları duyduğu iki cümle ile çatıldı. Sesim son derece yumuşak çıkmıştı. Bir an için silahı indirmek için parmağını çektiğini gördüm ama sadece bir andı. Sonra silahı kaldırdığını ve o an başımda sert bir ağrı hissettim. Bayılmadan önce gördüğüm bedenimin yerden havalanmasıydı.

Gözlerimi siyah bir tavanda asılı olan avizeli odada açtım. Ellerim ve ayaklarımı hareket ettirmeye çalıştım ve başarısız olunca buna neyin engel olduğunu gördüm.

'Zincirler.'

Beni yatağa zincirlemişlerdi. Bağırdım. "Kimse yokmu?"

O an içeri Carlos girdi. Elinde bir bardak su vardı. Tepsiyle bana yaklaşırken yüzünde özür dileyen bir ifade vardı.

"Carlos, neden zincirlendim?"

Bir dizini yatağa koydu, eliyle başımı kaldırıp suyu içmem için bana yardım. Ancak bir kaç yudum alabilmiştim.

"O nerede?"

"Bilmiyorum." dedi yatağa oturarak.

Zincirleri hareket ettirdim. "Beni çözer misin bunlar canımı acıtıyor?"

Üzgün ifadesi mahçuplaştı. "Üzgünüm yapamam."

Korkmaya başlamıştım.

"Peki ben neredeyim?"

"Efendimizin kaldığı evlerden birindesin."

Bu şaşırtıcıydı. "Neden?"

"Bilmiyorum."

"Carlos." dedim dişlerimi sıkarak. "Bana hiç yardımcı olmuyorsun?"

"Meclis senin için dün bir karar verdi." dedi başını eğerek.

Kuruyan dudaklarımı yaladım. "Peki sonuç bana ne olacak?"

Elindeki su bardağını komodinin üstüne koydu. "İdam!"

Duyduğum cümleyle donup kaldım. Kalbime bir kurşun girmişti ve ben zaten çoktan ölmüş gibi hissettim. Sustum. Ne diyebilirdimki. Yalvaracak değildim. Beni öldürmek için çoktan karar verilmişti. Bağırış ve haykırışlarım bunu değiştirmezdi.

​​​​​​" Peki o ne diyor Carlos? Bu karara nasıl tepki verdi?"

" Kararı ben verdim." Kapı pervazına yaslanmış bizi izliyordu. Elleri cebindeydi. "İdam kararı benim fikrimdi."

Sadece küçük bir kalp kırıklığıydı o an yaşadığım. Sonrasında gülümsedim. "Sonunda o gün geldi."

Carlos uzanıp saçımı okşadı ve sessizce odadan çıktı. Çıkmadan ilk defa Azraile öfkeli gözlerle baktığını görünce o an mutlu hissetmiştim. Ölünce arkamda üzülecek bir kaç kişi olacaktı en azından.

Yatağa doğru yaklaştı ve çektiği sandalyeye oturdu. Bir süre konuşmadan beni inceledi. Yarı çıplak bedenimi, boynumu, kahverengi saçlarımı ve en sonunda dudaklarımı.. Bu manzarayı bir soru sorarak bozmayı ikimizde istemiyorduk. Açıkça beni süzdüğünü görüyordum ama benimde onu izleyecek fırsatım olduğu için sesimi çıkarmıyordum. Hoş, sadece gözlerini görebiliyordum.

"Sormayacak mısın?" en sonunda sessizliği bozdu.

"Neyi?"

Bileğimdeki zincire dokundu. Ağır ağır. Sanki tenime dokunuyor gibi hissedince kalbim kulaklarımda atmaya başlamıştı.

"İdam kararını neden verdiğimi?"

Bacaklarımı yatakta ittirerek uzandım. Elbisemin bacaklarımdan yukarı çıkmasını umursamadım. Gözlerimi kapattım.

"Seni sıkıştırmış olmalılar. Buna mecbur kalmış olmalısın. Aslında seni anlıyorum ve kırgın değilim."

Beni izlediğini hissettikçe hareket etme hissimi bastırmak daha zor oluyordu. Bu adam dokunmadan yakabiliyordu tenimi. Diğer adamlara hiç mi hiç benzemiyordu.

" Beni anlamanı istemiyorum Maria."dedi öfkeli bir tonda.

Gözlerimi açtım." Peki ne yapmamı istiyorsun? "

" Alexander'a neden yumuşak davrandın? Onu öldürürken yanağına dokunmana veya ona sarılmana ne gerek vardı? "

Anlamamış gibi şaşkın şaşkın gözlerine baktım." Ben anlamıyorum efendim. Her katilin bir yöntemi var öyle değilmi? Neden benimki bu kadar abartılıyor?"

Bir elini yatağa bastırdı ve üzerime doğru edildi. Diğer eli elbisemin kumaşının üstünde dolandı." Yüzün, gözlerin, bu kadar yumuşak görünen bir kadın nasıl böyle bir yöntem kullanıyor? Birini böyle öldürebileceğine asla inanmazdım. Hemde ilk kurbanını öldürmüşken böyle acımasız, küstah ve umursamaz nasıl olabiliyorsun?"

"Kim demiş ilk defa katil oluyorum diye?"

Yüzüme bir an şaşkınlıkla baktı, sonra sinirli sinirli güldü.

"Doğru Alexander'ı yaralarken hemen arkasında duran adamı öldürdün ama o sayılmaz. Alexander'ı öldürürken yaptığın davranış. Senin gibi bir kadının yapabileceği türden değil."

"Nasıl bir kadınım, sevgili efendim. " diye yanıtladım.

Başını yana çevirerek tapılası bir gülüşü dudaklarına bıraktı. "Güzel kadınların," Kemikli parmakları soğuk yanağıma değince midemde sıcak bir baskı dolanmaya başladı. "Bakışlarında yaşama isteği olan kadınların."

"Kim demiş güzel kadınlar katil olamaz diye?"

Bir an için durdu ve merakla gözlerime baktı. Söylediklerimi düşündü.

"Bizi bunun için yetiştirmiyormusunuz? Bir taşıyıcı her zaman aynı zamanda bir katil değilmi?"

"Öldürmenin iki türlü hali vardır Maria. Birisi anlık öldürme. Delirirsin birini öldürürsün ve hemen ardından pişman olursun. Taşıyıcılar kafasına sıkar ve pişman olmaz."

" Birde ikinci türü vardır. Bunlar genelde seri katillerin öldüreceği ve planlanmış olandır. Zevk alarak öldürürler. Kurbanlarını manipüle ederler. Tatlı tatlı konuşurlar kurban ona güvendiği ve teslim olduğunda ise." Sağ elini silah şekli yaparak kafama dayadı." Bum! " Kalbim göğsümde deli gibi atıyordu."Öldürürken aldığı zevki sexte bile alamazlar. "

Baş parmağıyla gözlerime dokunuyor gibi hareket ettirdi. Tenimin altında yanan bir şeyler vardı.

" Senin gözlerinde ikincisini görüyorum Maria."

Kuruyan dudaklarımı bir kez daha yaladım. Bileklerime bağlanan zincirleri tutarak yatakta oturdum. Yüzümü onun yüzüne yaklaştırdım. Nefesim maskesinin üstünde buhar oluşturdu.

"Belki öyleyim.. Belkide.." Maskenin dudaklarına küçük bir öpücük bıraktım. O öfkeli bakışlarının altındaki dudaklarında nasılda titremişti nefesi. Ona bunu yaşatabileceğimi asla düşünmezdim. Ama bir kaç gün içinde idam edilecektim ve neden istediğimi yapmıyordum. Korkacak neyim kalmıştı.

"İdam kararını neden verdin?" istediğim kıvama gelmişti. Şimdi gerçekleri öğrenme zamanıydı.

"Seni onlara teslim etmektense bu daha iyi bir karardı." dedi sakin ses tonuyla. Ama hemen sonrasında bir eli boynuma dolandı. "Ne yapmaya çalıştığını biliyorum."

Gülümsedim ve gözleri bir kaç dakika dudaklarımda takılı kaldı.

"Neden zincirleri çözmüyorsun sevgili efendim. Daha fazlasıda var."

Gözleri karardı. Öyleki o an bunları söylediğim için pişman olmuştum. Ve pişman ettirmek istediğini gözlerinde görünce deli gibi korkmaya başladım.

Nereden çıkardığını anlamadığım bir bıçağı gösterdi.

" Oyun oynamayı severim Maria. "dedi bıçağı bacak arama yaklaştırarak. Bacaklarımı kapatmak ve geri çekilmek istedim ama güçlü elleri bacaklarımdan tutup bunu engelledi." Ben bir şeytanım. Bu evrende isteyipte alamadığım hiçbir şey yok.. Şimdi ise seni inlerken görmek istiyorum. "

Bıçağın keskin olmayan tarafı iç çamaşırımın üstünde durdu. Santim santim hareket ettikçe yatağa daha çok gömüldüm. Duygularım bu dokunuşlarla geri geldiğinde, açıklanamaz adeta hüküm giymiş ve zincirlere vurmak istediğim o açlığı beraberinde getirdi.

Bir eli elbisemin altına girince karanlık inceldi ve gerçek duygularım kapalı kapıların içerisinden benliğime sızdı. Parmakları hafifçe narin tenime dokundu ve karnımın üstünde oyalandı.

Gözlerimi kapatmak zorunda kaldım. Utancımdan güzel karanlık gözlerine bakacak cesaretim yoktu. Beni tahrik ederken ona bu zevki vermektense mahrum bırakmayı tercih ediyordum.

Bir an için dokunuşları kalçamda durunca nefes almayı unutmuştum. Ve o korktuğum küçük inilti dudaklarımdan benden bağımsız kaçtı.

"Söylemiştim." dedi fısıltıyla. "İstediğimi alırım."

Sonra ellerini geri çekti ve bıçağı yerine geri soktu. Az önce bana onları yaşatmamış gibi beni tahrik etmemiş gibi siyah gözleri bomboş bakıyordu. Karmakarışık duygularıma resmen zincir vurmuştu.. Bu adamı arzuladığım gerçeği gibi kalbimde ona zincirlenmişti.

Beni orada yalnız bırakıp gitti. Hâlâ zincirliydim. Hâlâ çaresiz. Ve üstümde ölecek bir insanın sakinliği vardı. Hiçbir şey yapacak halim yoktu. Konuşacak halim bile yoktu. Bir kaç gün içinde ölecektim düşünmem gereken bir ölüm vardı ama ben Azrail'den baş­ka bir şey düşünemiyordum.

Ertesi sabah uyandığımda hâlâ zincirliydim. Carlos beni görmek için geldiğinde ondan Azrail'i görmek istediğimi söyleyince bana, "Fay­dasız, Maria. Seninle görüşmeyi şuan asla kabul etmez," dedi.

"Niçin?"

"Bir-iki gün içinde idam edileceksin. Bilmiyorum. Kafasındakileri kimse çözemez. Lütfen kendini düşün artık."

Sesinde öfke vardı. Bir-iki gün içinde ölecek olan sanki oymuş gibi kızgınlık dolu bir bakış fırlattı bana.

"Sanırım artık umursamıyor beni. Sıkıldı Carlos. Biliyordum böyle olacağını." dedim. Sonra bakışlarım yere kaydı. "Sadece bu kadar erken olacağını beklemezdim."

"Senin suçun" dedi öfkeyle.

"Neden bu kadar öfkelisin?" diye sordum. "Ölüyorum kurtulursun işte benden. Asi bir kadın çıkmış olacak hayatınızdan." dedim sahte bir gülümseyle.

Artan bir öfkeyle yanıtladı beni: "Yanlış yap veya yapma. Böyle öldürülmeyi hak etmiyorsun. Ceza alabilirdin ama böylesi bir ölüm.. Sana yakışmayacak."

Şaşkın ve merakla sordum. "Beni nasıl öldürecek?"

Yüzüme üzüntüyle bakarak, "Boşver Maria." sedi.

" Carlos cevap ver beni nasıl öldürecek?" diye yeniden sordum.

Sakınarak, neredeyse korkuyla çevresine bakındı, benden birkaç adım uzaklaştı.

"Ruhun Maria. Çipi aktifleştirecek. Senin geçmişini idam edecek."

"Hayır," dedim. Zincirlerin tenimi kesmesini umursamadan çekiştirmeye başladım. "Hayır, bana bunu yapamaz. Yapamazsınız!" öfkeyle haykırdım. Bağırdım. "Seni şerefsiz beni duyduğunu biliyorum bana bunu yapamazsın!"

Umutsuz ve kırgın bir bakış savurarak çekip gitti. Kendi kendime konuşmaya başladım.

"Beni ayakta tutan şeyleri silemezsin. Bu kadar acımasız olamazsın."

Defalarca bağırdım, fakat onu görme çabalarım hep boşa çıktı. Ailemi kaybetmek istemiyordum. Onları unutmak istemiyordum. Bunları hak etmiyordum. Özgüvenim sarsılmaya başlamıştı; zor günler ya­şıyordum. Öyle hissediyordum ki, şuan elimde bir silah olsaydı kafama sıkardım. İntihara bile yumuşak bakıyordum. Ama ellerim ayaklarım bağlıydı. Tek yaptığım yapabildiğim bağırmak. Yalvarmak, onunla konuşmayı haykırmak. Ama onun yanında ben, yerlerde sürünen milyonlarca böcekten biriydim yalnızca.

Onun her şeye karşı kayıtsız olduğundan, benim gibi birini asla önemsemeyeceğini biliyordum. Sesime kulak vermedi, hiç yanıma gelmediği için aciz, önemsiz bir insan olduğum duygusu büyüyordu içimde. Kafamın içinde bir soru, durup dinlenmeksizin dönüyor­du: "Neden yapıyordu bunu bana? Ona ne kötülük yapmıştım ben?"

Neredeyse kesin, ama açıklanması çok güç bir duyguya kapıl­dım; o şeytandı bu dünyada yaşayan bir üstünlüğü vardı istediği herşeyi yapabilen bir adamdı. Ben onun yanında önemsizdim. Ne bağırışlarım ne yalvarışım önemsizdi onun yanında.

Uykusuzluğumu yenmeye çalıştım; ama aklıma takılan bir başka düşünce uykumu iyice kaçırdı: Hani kimseye vermeyecekti beni. Hani o istemediği müddetçe ölmeyecektim. Gerçekten istiyor muydu yoksa mecburmu kalmıştı. Ama hayır. Azrail kimsenin istediğini yapmazdı. O hepsinden üstündü. Peki gerçekten neden ansısızın hafızamı silmek istiyordu. Neden şuan?

​​​​Neden reddediyordu benimle görüşmeyi? Ertesi gün kendimi yine aynı odada buldum. Artık onu görmeye çalışmaya niyetim yoktu, bütün umutlarım suya düş­müştü. Orada taşlaşmış bir halde yatıyordum.

Sonra Carlos geldi. Elinde zincirlerimi açan anahtar vardı. Diğer elinde bir elbise duruyordu. Zincirlerimi çözdü ve elbiseyi bana uzattı. "Bunları giy. On dakikan var." hiçbir şey demeden odadan çıktı. Umutsuzca ayaklarımı yataktan sarkıttım. Kaç gündür yatıyordum ayaklarım taşlaşmıştı sanki. İlk yürümeye çalışmam başarısız olmuştu yere düştüm. Benimle birlikte yere düşen elbiseyi ellerimin arasına aldım ve ayaklarımı umursamadan pencereye doğru koştum. Elbiseyi aşağı attım ve düşünmeden pervazına çıktım.

Düşünmeden atladım ama belimden tutulup odanın içine çekilene kadar başarılı olup öleceğimi düşünüyordum. Beni kurtaran Carlos'a küfürler savurdum. Tekmeledim. Hakaret ettim. Ses çıkarmadı. Sadece sakinleşene kadar bana sarıldı.

"İyiysen gidelim." bileğimden tutarak beni odadan çıkardı. Peşinden gidiyordum ama düşüncelerim çoktan kaosa ve korkuya dönüşmüştü.

"Yalvarıyorum kendini öldürmeye çalışma Maria. Bu faydasız."

Bir şeyler diyordu ama cevap verecek halim yoktu. Sadece defolup gitsin istiyordum. Herkes gitsin. Herkes.

Carlos beni bırakıp gitti. Ne çabuk kabul olmuştu duam. Beni neden yalnız bırakmıştı? Etrafıma baktım. Normal bir evdi burası. Kendimi öldürecek bir şey bulmalıydım. Hemde hemen.

Koşarak adımlarla kapıları açıp odalara daldım. Mutfağı bulmak ve bir bıçakla hayatıma son vermek istiyordum. Tek bir kapı kalmıştı ve kapıyı açmak için çevirdiğimde kilitli olduğunu anlayınca hemen yanımda duran sehpayı alarak kapıyı kırmaya çalıştım. Ard arda kilide sert darbeler vurdum. Sonunda ayağımın önüne düşen kilidi görünce beklemeden kapıyı açıp içeri girdim.

Sadece karanlık bir odaydı. Gözlerim karanlığa alıştıkça odanın ortasında beyaz bir ışıkla aydınlanan bir şeyi fark ettim. Umursamadan çıkacaktımki o an ortada duranın bir cam fanus olduğunu görünce sevinçle yaklaştım. Fanusu kırıp cam parçalarıyla kendimi öldürebilirdim.

Ama o an. Cam fanusa yaklaştıkça gördüğüm şey ile gülümsemem yüzümden solup gitti. Yüreğime, bedenime, kalbime, tuhaf bir ağırlık çökmüştü; bacaklarım tutmaz olmuştu. Tüm dünyanın ağırlığından daha ağır bir duyguydu bu; sanki canlı canlı toprağın altına gömülmüştüm. Sanki dünyadaki bütün acıların ağırlığı kap kara bir bulut gibi üstüme çöküyordu.

 

Bu duyguyu yıllar önce zincirlemiştim. Unutmak istemiştim. Hatırlamak istememiştim. Ama şimdi tam karşımda duruyordu. Fanusun içinde kanlı beyaz bir lale vardı. Kanlı beyaz bir lale.

Bu koca dünyada böyle bir şeyle karşılaşıyor olmam nedendi? Hayatımın en acı gününün sebebi karşımda duruyordu. O gün ablamın düğün çiçeğini unutmasaydım, O gün o laleleri almak için salondan ayrılmasaydım.. Bende şuan ailemle birlikte cennette yaşıyor olacaktım. Hepsi bu laleler yüzündendi. Hepsi benim suçumdu.

"Maria!" arkamdan onun sesini duyar gibi oldum. Sonra bir kez daha.. "O elindekini bırak!"

Ellerime baktığımda demir sehpayı havaya kaldırmış ve fanusu kırmak için havada tuttuğumu fark ettim. Bunu nasıl yaptığımı, bedenimin nasıl benden bağımsız bunu yaptığını asla anlamayacaktım.

"Onu öldüreceğim." dedim laleye yaklaşarak. "Herşey bitecek."

Öfkeli bir bağırış ve elimdeki sehpa duvara fırlatıldı. Bileğimden tuttu ve beni o odadan çıkardı.

"Bırak beni!" diye bağırdım. "Dokunma bana."

Omuzlarımdan tutup duvara bastırdı. "Söyle bana Maria! Az önce neden öyle davrandın? Neden öyle söyledin?"

Omuzlarımı kaldırıp elimden geldiğince dik durdum. Derin bir soluk aldım. Başımdaki ağırlık biraz hafifledi.

"Sana neden anlatayım yaralarımı? Söylesene beni asla önemsemeyen bir adama neden açayım kaçtığım geçmişimi?"

Bana delirmişim gibi ama aynı zamanda yumuşak bakıyordu.

"Neden öyle söyledin Maria? Cevap ver." dedi bağırarak. İlk kez bu kadar öfkeli bağırmıştı. İlk kez bağırışından kalbim kırılmıştı.

"Çünkü nefret ediyorum. Lalelerden nefret ediyorum. Onu yakmak istedim."

"Neden?"

"Ne önemi var? Birazdan hafızamı sileceksin. Birazdan hiç var olmamışım gibi olacak. Lütfen silme hafızamı." Ellerimi yalvarır gibi birleştirdim. "Yalvarıyorum yapma. Affet beni özür dilerim. Lütfen ailemi benden alma. Ben onlarsız bir hiçim." Gözlerimden ilk kez uzun zaman sonra yaşlar aktı. Kaderimin ağırlığı gözlerime çökmüştü. Gürültülü bir şekilde kalbimi ıslatıyordu.

"Herşeyi yaparım herşeyi. Lütfen sadece öldürün beni hafızamı silmeyin."

Gözleri gözlerimdeki yaşlarda takıldı. Onun karşısında ilk kez ağlıyordum, ilk kez yalvarıyordum. İlk kez özür diliyordum. Beni tutmayı bırakınca dizlerimin üstüne düştüm. Boş avuçlarımı uzattım.

" Orada ailemle olan tek güzel şeyler var. Orada annem var babam var. Ablam ve ikiz kardeşim var. Ne olursun bana bu kötülüğü yapma. Lütfen!" ağlayan gözlerimde hüzün vardı, yakarış, reddediş bir parça umut. Bir nebze kalbi yumuşasın ve hafızamı idam etmesin diye yalvardım. Annem kimseye yalvarma diz çökme derdi ama nasıl yapmayayım.. Bu adam annemi benden alacaktı.

Hiç olmayan bir şey oldu. Dizlerinin üstüne çöktü. Parmakları göz yaşlarımı nazikçe sildi. Dağılmış saçlarımı bir aşık gibi düzeltti. Omuzlarımdan tutup beni ayağa kaldırdı.

"Ağlama Maria, benim karşımda ağlamak senin gibi güçlü bir kadına yakışmıyor."

"Sende silme hafızamı." dedim çatallayan sesimle. Elimle kafama dokundum. "Alma bana ait tek gerçekliğimi."

O an ilk kez gülümsedi. Dudakları kıvrıldı. Gözlerinin kenarları gerçek bir gülümsemeyle aydınlandı.

"Çıldırmış olmalıyım." dedi oldukça kısık bir sesle. "Karşımda böyle ağlarken neden sana karşı hem nefret duyup aynı zamanda güzelliğinden etkileniyorum?"

Bu adam söylediklerini kendisi duyuyor muydu? Çünkü ben her iki şekilde de bu duyduklarımı ağır bir duygu yoğunluğu olarak algılıyordum. Gözyaşlarım durdu. Hıçkırıklarım derin bir sessizliğe gömüldü. Doğrumu duyuyordum yoksa delirdimmi?

"Efendim." dedim titreyen sesimle. "Eğer hafızamı silmezseniz ömrümün sonuna kadar size sadık kalacağım. Size söz veriyorum." dedim son bir çabayla.

Siyah gözleri anlayamadığım düşüncelerle kısıldı. Gözleri parladı.

"Bana ihanet etmeyimi düşünüyordun Maria?"

"Hayır, düşünmedim. Gerçekten."

"O zaman neden söz verdin?"

"Ben ilk defa söz veriyorum. Yani bir adama. Daha önce hiçbir adama söz vermedim. Sen ilksin."

Dürüstlüğüm hoşuna gitmişti.

"Öylemi?" dedi alaycı bir gülümsemeyle. "Peki başka neyin sözünü veriyorsun? Beni ikna edersen belki küçük bir umut hafızanı silmemeyi düşünebilirim."

Onu ikna etmenin tek bir yolu vardı. Benim için zor ama onun için cezbedici bir yol. Gururumu, tüm sınırlarımın üstünü çizdim. Feda etmeye değer bir fedakarlıktı.

​​​​​​" Bana bir gün ölmek istemeyeceğimi yaşamak için yalvaracağımı söylemiştin. Ben yaşamak istiyorum. Ölmek istemiyorum. Beni öldüreceğin o güne kadar yaşamak.. " bir elimle parmaklarına dokundum. "Beni tabuta koyana kadar senin için yaşamak istiyorum sevgili efendim."

Koyu gözleri tenimde dolaştı. Parlayan siyah gözlerinden büyülenmiştim. Dile getirilmemiş duygularımın kıvılcımlarını duyuyordum.

"Ve katil ilk kez kurbanını hemen öldürmek istedi. Acı vermeden. Zevk almadan.." bileğimi tuttu ve yüzümle aynı hizaya getirdi. Gözlerinde nefret, acı verme arzusu vardı. Ama bu beni rahatsız etmiyordu. Kabullenişini gözlerinde görecek kadar derin bakıyordum. Baş parmağını yanağıma bastırdı," Çünkü Maria, o katil şuan yapmazsa bir daha isteyemeyebilirdi, O katil yanıp tutuştuğu bu kadını öldürme arzusuna şuan yenik düşerse bir daha bunu yapma şansı olmayabilirdi."

Titreyen dudaklarımla konuşamadım. Yanağımdaki sıcaklığa çoktan alışmışken göz yaşlarım dudaklarıma akıyordu. Geri çekildi. Güçsüz bacaklarım üstünde zar zor durabiliyordum.

​​​​​​" Peki o katil şuan ne yapmaya karar verdi? "dedim gözlerinin içine bakmaya devam ederek.

​​" İlk kez bir kadının son isteğini yerine getirecek. "dedi.

​​​​​​" Teşekkür ederim. "dedim ona sarılma hissini bastırarak." Bana dünyaları verdiğin için teşekkür ederim. "

​​​​​​" Etme. "dedi yumuşak bir sesle." En başından kafana çip yerleştirmem yanlıştı ama geri dönüşü yok Maria. Bir gün o çip ben öldürmesem seni öldürecek. Ansızın. Hiç beklemediğin bir anda olacak bu. Kendini buna hazırla. "

Sonra yanımdan ayrıldı. Soğuk ve gerçeklerin dalgasıyla beni geride bıraktı. Bir gün o çip yüzünden ölecektim. Çip öldürmezse Azrail öldürecekti. Her şekilde sonum belliydi. Sadece o ana kadar söz verdiğim gibi yaşamak zorundaydım.

✩✩✩

Bölüm sonu. Ne bölümdü ama?

Meryem'in öldürme biçimini nasıl buldunuz? Açıkcası bence havalıydı. Tezahüratlara bakılırsa..

Azrail acaba izleyince ne hissetti? Öğreneceksiniz elbette.

En azından birşey öğrendik. Azrail çip için pişman fazlasıyla.. Buda bir şey.

Peki can alıcı soruya geliyorum. Kanlı lale. Eh artık anlamışsınızdır. Azrail bizim Meryem'in küçükken karşılaştığı o genç adamın ta kendisi.

Can alıcı soruya gelelim. Azrail neden o kanlı laleyi saklıyor?

Meryem neden hatırlamıyor?

O kanlı lalenin sahibinin aslında haftalardır karşısında duran kadın olduğunu ve onu defalarca ölüme gönderdiğini buda yetmezmiş gibi kafasına çip yerleştirdiğini öğrendiği zaman Azrail ne yapacak? Çok pişman olacağı ve yıkılacağı kesin.

Bakalım bu pişmanlığı size nasıl yansıtacak?

Birde kitappadde paragraf araları neden fazlaca boşluk oluyor ya? Bir türlü düzeltemedim. Ben dar yazıyorum kaydedip çıkıyorum geldiğimde tekrar boşluklu oluyor. Çözümünü bilen varsa bana yazabilir mi?

Sizleri çok seviyorum okurlarım. Bunu unutmayın olur mu? 🤎🫶🏻

Bölüm : 22.04.2025 12:12 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...