
ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
"𝐇𝐞𝐫 𝐚𝐜ı 𝐛𝐢𝐫 𝐝𝐞𝐫𝐬 𝐯𝐞𝐫𝐢𝐫, 𝐇𝐞𝐫 𝐝𝐞𝐫𝐬 𝐛𝐢𝐫 𝐢𝐧𝐬𝐚𝐧ı 𝐝𝐞ğ𝐢ş𝐭𝐢𝐫𝐢𝐫... "
ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
Mutfağa doğru ilerledi. "İkiyüz bin dolar." dedi onu arkasından takip ederken.
"Ne?" dedim yüzümü buruşturarak. "Ne yapacaksın o parayı?"
Bir kapıyı açtı ve arkasından takip ettim.
"O para senin için."
"Ben ne yapacağım parayı? Manastır katilini hâlâ bulamadık. Hem fazla değilmi?" Mutfak tezgahının üstündeki market eşyalarını görünce hızlı adımlarım yavaşladı. Sonrasında eline aldığı salçayı görünce şaşkınlığım iki katına çıktı.
"O benimdi." dedim salçama hüzünlü bir ifadeyle bakarak.
"En son yaptığın yemekten istiyorum." salçayı bana uzattı.
"Çokmu sevdin?"
Bar taburesine oturdu. "Ben hiçbir şeyi çok sevmem Maria. Sadece yenebilecek bir yemek. Paranı alacaksın."
Market poşetlerini tek tek kontrol ettim. "Bu kadar malzeme bir orduyu doyurur." içinden sadece domates, soğan ve sarımsağı aldım.
"Neyin lazım olduğunu bilmediğim için hepsinden sipariş verdim." dedi dirseklerini adaya dayayarak. Kollarımı sıvadım, saçlarımı topladıktan sonra suyu kaynaması için ocağa koydum. Soğanı doğrarken bir yandan onun ne yaptığını görmek için kaş altından gizlice baktım ama beni öyle dikkatlice izliyorduki onu izlediğimi fark etmemişti.
"Yemek yapmayı biliyor musun?" diye sordum biraz konuşabilmek ve onun hakkında bir şeyler öğrenmek için.
Geniş omuzları inip kalktı. "Yeteneğim olmayan tek şey." dedi.
Kahve makinesini göstererek, "Peki kahve yapmayı biliyor musun?"
Gözleri takip etti. "Kahve içmeyi sevmem."
Aslında kahve şuan iyi gelirdi. Az önce karşısında hüngür hüngür ağladığımı düşünürsek başımın ağrısını alacak tek şeydi. Ama ona kahve yap diyemezdim. Bu yüzden işime geri döndüm. Sosumu hazırlarken kaynamış suya makarnalarımı ilave ettim.
Bir kaşık yardımıyla sosun tadına baktım. Enfes olmuştu. Bunu sadece ekmek banarak bile yiyebilirdim. Market poşetlerini karıştırarak ekmeği aradım ve en son baktığım poşetin içinde ekmeği bulunca gülümsedim.
Bir parça koparıp sosa bandırdım. Yemek için ağzıma atacağımda hemen yanımda duran siyah gözlerin iştahlı bakışlarını fark edince korkudan küçük dilimi yutacaktım. O kadar iştahlı bakıyordu ki dayanamadım ve önce onun tadına bakmasına izin verdim.
Soslu ekmeği dudaklarına uzattım. "İster misin?" diye sordum. Gözleri zaten ekmekteydi. Bir şey demeden ağzına ekmeği aldı.
Çiğnedi, çiğnedi. Bir türlü yutmayınca utancımdan kızardım. Tadı kötü mü olmuştu? Hayır ama az önce bakmıştım. Bir parça ekmek daha alıp bu sefer tadına ben baktım. Sadece iki defa çiğnedim ve tadının mükemmel olduğunu fark ettiğimde Azrailin neden yutmakta zorlandığını sormak için gözlerine baktım.
Ama elinde bir kupa bardağı vardı ve içinde sıcak kahve. Ne ara yapmıştı? Yemek ile uğraşırken fark etmemiştim.
"Ben. Teşekkür ederim." dedim kupayı elinden alarak. Bir yudum aldım. Onun yaptığı gibi ağzımda oyaladım. Tadı gerçekten mükemmeldi ve onunda neden yaptığını anlamıştım. O kadar güzeldiki yutmak istemiyordum hep dudaklarımda kalsın istiyordum. Konuşmadan bile kendini ifade edebiliyordu. Bu adam şaşırtıcıydı.
Sosu makarnanın üstüne döküp güzel bir servis hazırladıktan sonra yemesi için salona götürdüm. Yemeği çok ağır yiyordu. Tadını çıkararak. Öyleki bu bir görevmiş gibi.
Aniden, "Hayatın hiç kolay geçmedi değilmi?" diye sordu.
"Herkesin hayatı kendisine zordur efendim." dedim soruyu geçiştirmek isteyerek.
"Bazıları için hayat daha zordur Maria. Senin gibi yalnız kadınların hep korkunç ve travmatik geçmişleri var. Senin yaşadığın ve unutamadığın olay ne?"
Gerçekten merak ettiği için mi soruyordu? Bunu yüzünden anlamak çok zordu.
"Anlatmak istemezsem bana kızar mısınız?" Gerçekten istemiyordum. Onun karşısında en kötü acılarımı açmak istemiyordum.
"Kızarım bu yüzden anlat. Sen bugün karşımda ağladın, ve ben meclisteki idam için bekleyen adamları geri çevirdim. Öğrenmeye hakkım yokmu? Bir söz verdin öğrenmek istiyorum."
"O zaman yemeğinizi bitirin efendim."
"Etkilenmem ben. Sen anlat."
Nereden başlayacağımı bilmiyordum. Ya da hangi acımı anlatacağımı. Canımı en çok yakan Rümeysa halamın bana attığı tokadı anlatmaya başladım.
"10 yaşında yetimhanede yaşamaya başlamıştım. Ailemi yeni kaybetmiştim. İki ay komada kaldım. Uyandığımda bana ailemin öldüğünü söylediler. Çok küçüktüm ağladığımı hatırlıyorum ama sadece ağlamaktan çok korktuğumu unutamıyorum. Ne yapacağım korkusu. Sonra sosyal hizmetler beni yetimhaneye götürdü. Devlet korumasına alınmıştım. Yolda onlara çok yalvardım. Bir kez ailemin mezarını görmek için saatlerce yalvardım. Ama izin vermediler. Aceleleri var gibi beni yetimhaneye bırakıp gittiler. Küflü yetimhane odasında saatlerce yalnız başına ağladığımı hatırlıyorum. Kimsem kalmamıştı. Annemi çok özlüyordum. Babamı. İkiz kardeşimi ve ablamı. Ağlamaktan yorulmuş ve acıkmıştım. Sonra içeriye biri girdi. Sesini duyduğumda çok mutlu olacağım biriydi. Benim bir tanecik halamdı. Ölmemişti. Beni çok severdi. Öyleki oğlundan bile çok benimle ilgilenirdi. Sevinçle bir umut ona koştum. Ama sonra yüzüme atılan bir tokatla düştüğümü hatırlıyorum. O çok sevdiğim ve beni çok sevdiğine inandığım halam beni dövmeye hakaretler savurmaya başlamıştı. O an hayatın aileni kaybedersen acımasız bir canavara dönüşeceğini anladığım ilk andı. Sonra halam her gün işkence yapmaya başladı bana. Her gün ince sopalarla bacaklarıma vurup beni cezalandırıyordu. "Dolan gözlerimi görmesin diye başımı eğdim. Çok dikkatli dinliyordu ve bu beni daha çok utandırıyordu." Her gece beni karanlık bir odaya hapsediyor ve ölmem için dua ediyordu. Ama bende ölmek istiyordum. Denedim onun beni öldürmesi için her yolu denerken sessiz kaldım ama öyle bir kaderim varki sanki ölümsüzlük İksiri içmişim gibi her defasında kurtuluyordum. İkimizde beni öldürmeyi başaramadık. Ama işin tuhafı bana o acıları neden yaşattığını asla sormayışımdı. Benim bir huyum var efendim. Birisi canımı çok yakıyorsa sebebini asla sormazdım. Canımı bu kadar yaktığına göre sebebi ne olursa olsun acı çektirmekten vazgeçmeyeceğini biliyordum. Ondan sonra hep hayatımın her anında sustum. Sanki susarsam insanlar soru sormaz yada ne bileyim acı çektirmez. Ama çoğu zaman yanılıyordum. "
" Peki halan şuan karşında dursaydı ona ne söylemek isterdin? "
Karanlık gözlerinde gerçek anlamda merak vardı. Hakkımda herşeyini öğrenmek isteyen gizli bir arzu duyuyordu.
" Hiçbir şey efendim. "Gözlerinin içine bakmaya devam ederek," Zaten ona söyleyeceklerimi söyledim. Şuan karşımda olması imkansız. "Mezarda çürümüş olduğunu düşünürsem.. Diyecek hiçbir şeyim yoktu.
" Peki halan sana neden böyle davrandı Maria? "
Kendime bir defa bile sormadım bu soruyu. Çünkü umrumda değildi." Acı çektirmenin bir bahanesi varsa bunu asla merak etmiyorum. Bir insan morali bozukken sevdiklerinin rahatça kalbini kırabiliyor. Kim bilir halam kendine ne tür bir bahaneyi yüklemişti ve onun üzerinden bana işkence yapıyordu. Ben sadece canımın yanmasını umursuyorum. Gerisinin önemi yok. "
Tek kaşı yukarı kalktı." Düşüncelerini merak ediyorum efendim. Benim hakkımda ne düşünüyorsun? Sence ben nasıl biriyim? "
Hemen cevap vereceğini asla düşünmezdim.
" Asi bir kadınsın Maria. Çok asi. Umursamaz ve bencil. İyilik yapmaya bile korkan bir kadınsın aynı zamanda. Seni tanıdığım şu kısa zamanda bağlanma korkunu bile görecek kadar iyi tanıdığımı düşünüyorum. Sırf kaybetmekten korktuğun için bağlanmak istemiyorsun. "
Benim hakkımda net ve doğru konuşmuştu. Sürekli beni izlediğinide laf arasında söylemişti ve bu hoşuma gitmişti. Kalbim bu duyguyu aldı ve yumuşak bir şekilde karşıladı. Ama bir cümlesinde takıldım.
" Ben bencil değilim. Bu konuda yanlış tanı koydun. "
Başını hayır anlamında salladı.
"Sen bencilsin Maria. Ama kendine bencilsin. Ruhun ölmemek için çırpınıyor ama sen ona bencil davranıyorsun ve her seferinde onu cezalandırıyorsun."
Sustum. Ne diyebilirdim ki. Bu konuda haklı çıktığı için ve bunun doğru oluşu bir hayli canımı sıkmıştı. Birinin bunu dile getirmesi ruhumu iki ayrı parçaya bölüyordu ve bu adam Azraildi.
" Sebeplerim var. "dedim kısa bir cevapla.
" Senin dediğin gibi, sadece bahane. "
Kaşlarımı çattım." İnanın bu umrumda değil. "
Düz bir sesle." Farkındayım. "dedi.
" Peki ben bir soru sorabilir miyim? "
" Sor."
"Neden maske takıyorsun?"
Bu soruyu sorduğum için bana kızacağını düşünüyordum. Sanki bu onun ince çizgisi gibi düşünüyordum. Çünkü bana öyle anlatılmıştı. Ama sanki bu soruyu uzun zamandır bekliyormuş gibi elini maskenin üstünde durdu.
"Sence bu maskenin altında ne var Maria?"
Bu soru çok karmaşıktı. "Bilmiyorum."
"Görmek ister miydin?" diye sorunca aniden ellerim terledi. Bunu istediğimi biliyordum ama şuan dile getirince sanki hayat amacım buymuş gibi tüm duygularım doruk noktasına çıkmıştı.
"Canlı canlı gömülmeyeceksem." dedim imalı bir sesle.
Bunu söylediğimi duyunca gülümsedi. "Görmek istediğin için seni öldürecek değilim."
Biraz öne doğru eğildim. Farklı bir şeyler vardı. Ve bunu söylemek için sabırsızlanıyordum.
"Sanki efendim, ben değilde sen çok istiyorsun. Maskenin altındaki adamı bana sen göstermek istiyorsun."
Cesur cümlelerime gülümsedi bir kez daha. "Yüzyıllar önce zeki kadınları sırf zeki oldukları için astıklarını biliyor musun Maria? Aklını kullanan kadınlara cadı diyerek canlı canlı yakan topluluklardan bahsediyorum."
Dizlerim titremişti. "Beni yakmak istiyorsun? "
Kıkırdadı. "Elbette hayır, sadece seni övüyorum."
Azrail beni övüyor.. Katilimin övmesi neden hoşuma gidiyordu? Neden daha fazlasını istiyordum?
"Sadece düşündüklerimi söylüyorum efendim. Şimdi bana maskenin altındaki adamı gösterecek misin?"
"Göstereceğim Maria. Çünkü görmeni ben istiyorum. Ama şuan değil. Zamanı ben belirledim sana beklemek kaldı."
Bu merak beni öldürmeden önce tabi.
"Sabırlı bir insanım."
"Sabırdan biraz fazlası gerek."
"Bana bir sebep verdin efendim. Sabredeceğimden emin olabilirsin."
"Neden beni idam etmek istedin?"
"Kural neydi Maria? Tek kuralımız var."
"Yakalanmamak. Ve ben canlı yayında yakalandım hemde bir kişiye değil."
Kafasını yukarı aşağı salladı. "Bu yüzden seni odaya çağırdığında öldürseydin olayın üstü kapanabilirdi. Yakalanmadığın müddetçe kimi öldürürsen öldür cezasız kalır. Kanıt olmadan idam etmiyorum."
"Yinede hâlâ kafamı kurcalayan bir şey var." dedim asıl sorumu sormaya hazırlanırken. Bir yandan korkuyordum her an parlayan biriydi. Bir anda sıkıldım diyerek buz gibi dağının içine hapsolabilirdi. "Bu örgütü sen kurdun. Lideri sensin. Gerçekten beni öldürmek isteselerdi ama sen istemeseydin sonuç ne olurdu? Beni öldürmelerine izin verir miydin?"
"Ben öldürmelerini isteseydim evet izin verirdim." dedi buz gibi bir sesle. Beni bir an önemseyeceğini düşünerek hataya düştüğümün farkındaydım ama yinede bunu beklemek bile hoşuma gidiyordu. Sanki onu sevmek bile mutluluğun yarısıydı.
"Kafamdaki çip.." dedim saçlarıma dokunarak. "Ne kadar ömrüm kaldı?"
Aslında birazda olsa duygularını görmek için sormuştum. Yüz hatlarını incelemek istiyordum. Ölümüme yaklaşmış olmamı ve bunun kaçınılmazlığı ona ne hissettiriyordu. Merak ediyordum.
Sadece dümdüz bakıyordu. His yok, endişe yok, korku zaten imkansız. Sadece öfke. Gerçekten kafama yerleştirdiği çip yüzünden öfkeliydi.
"Bunu kimse bilemez. Bedenin onu kendi içinde tutmasına bağlı. Bir an sinir patlaması ve ölebilirsin. Küçük veya büyük bir darbe alırsın başına ölebilirsin. Bir gün ansızın bayılırsın ve bir daha uyanamazsın. Yani her an Maria. Her an o aşık olduğun ölüme bir nefes kadar yakınsın. "
Gözlerinde bir derinlik hissettim, kısacık bir an. Her an ölecek olmam onu korkutuyordu.. Evet tam olarak buydu. Bir an ve ben ölmüş olacaktım ve o bundan nefret ediyor gibi bakıyordu. Peki asıl sebebi neydi?
" Bu kadar yeter! "Ayağa kalktı. İşte artık sıkılmıştı kim bilir bir daha ne zaman böyle konuşabilecektik. Bir mi yoksa hiç mi? Şu ortam kaşıkçı elması kadar değerliydi. Nadirdi en nadiri." Şu manastır katilini bulmamız lazım. Bu işten sıkıldım. "
" Katili zaten bildiğini sanıyordum." dedim imalı bir sesle.
"Bilmediğimi söylediğimi hatırlamıyorum."
"Neden ölecek bir kadını yetiştiriyorsun efendim?"
Sorduğum soruyla durdu, geniş omzunun üstünden bana yan bir bakış attı. Yanaklarımın içini ısırırken sert ses tonu aynı anda yanaklarımı kanatacak kadar ısırmama sebep olmuştu.
"Öğrenmek istemezsin. Bazı bilgiler açığa çıkmadığı zaman daha değerlidir. "
Onu bir şeye ikna etmek imkansıza yakındı. Vazgeçmekten ve soru sormaktan vazgeçmeliydim. Arabayla eski bir kilisenin önünde durduk. Manastıra neden gitmediğimizi merak etsemde soramadım.
Kilisenin önünde Carlos ve Hannah bizi bekliyordu. Hannah koşup boynuma atlamak istiyordu, yüzündeki sabırsız ifadeden anlamıştım ama yanımda duran adam onun hareketlerini kısıtlıyordu. Ondan hepimiz korkuyorduk.
"İyisin." dedi çaktırmadan elimi tutarak. "Senin için çok endişelendik. Nikki'de gelmek istedi ama.." göz uzuyla Azraile baktı. "Onu istemedi."
"Anlayabiliyorum. Peki Nikki iyimi?"
"Fiziksel olarak iyi ama seni göremediği her an hep kendini suçladı."
"Tahmin edebiliyorum." dedim alaycı ses tonuyla.
"Katil burada mı?" diye sordum içeri girmeden.
Azrail cebinden çıkardığı sigarayı dudaklarının arasına alarak, "Evet ve sizi bekliyor." dedi ben ve Hannah'a bakarak.
"Peki ya siz?" diye sordu Hannah. Özellikle Carlos'un yüzüne bakmadan.
"Bizim işimiz var kızlar. Siz katili bulup efendimize getireceksiniz." dedi Carlos Azrailin yanında durarak.
Hannah ile göz göze geldik. Anlaşılan bu test ikimiz içindi. Peki sorun değil. O katili ayaklarının dibine sürüklemem gereksede bunu yapacaktım.
" Hadi, iki saatiniz var. "dedi Carlos saati göstererek. Yüzünde güller açıyordu."Bakalım nasıl başa çıkacaksınız? "
Hannah'ın duyabileceği bir şekilde isyan ettim." Bakalım hangi lanet teste tabi tutuluyoruz? "
Hannah sessizce kıkırdadı. Kilisenin aslında kilise değilde bir takım gizli şeyler için kullanıldığını birazdan güzel bir şekilde anlayacaktık. Gardiyan iki büklüm koridorun taş döşemesini fırçalıyordu. Şüpheci gözlerle içeri giren iki kadını süzmeye başladı, aynı zamanda bizim hakkımızda çoktan kafasında bir takım tahminlerde bulunuyordu. Elindeki fırçaya dayandı. Sırtı kamburlaşmış ve yüzünün her yerinde et beni vardı. Böyle bile hiç bakılası bir yüzü yoktu. Konuşuncada bu kötü yüzünü takip eden sararmış ve çürümüş dişler takip etti.
"Siz iki kadın burada ne arıyor?"
Yanına yaklaştıkça çürümüş et kokusu yüzünden kusmak istedim. Kadın lağam çukuruna düşmüş ve hemen ardından işe gelmiş gibiydi. Böyle bir kadının gardiyanlık yapması hemde temizlik. Temizliğine güven olmazdı. Buradan çıktıktan sonra üç gün banyo yapma isteği doğmuştu. Ancak böyle bir kirden arınabilirdim.
Kadının soru soran gözleri kısıldı. Peki ne diyecektim? Pardon bir katili arıyoruz burada olabilir mi? Muhtemelen o fırçayı kafamızda kırardı.
"Bir araştırma için buradayız." dedim gülümsemeye çalışarak. "Bu kilisenin tarihini bir kitapta okuyunca ilgimizi çekti ve gelip görmek istedik."
Kadın siyah tırnağıyla dişini karıştırken bir an başımın döndüğünü hissetmiştim. Kaç yılın kiri vardı o tırnaklarda? Aman Allahım şimdi bayılacağım.
"Hangi kitap ismi ne?" diye sormasını beklemiyordum. Kusma hissi hemen kayboldu. Hannah korku dolu ifadeyle gözlerime baktı. Hemen bir yalan bulmam lazımdı. Neden kitabın ismini sordu şimdi. Bir dakika doğruya zaten böyle bir kitap yok ben uydurdum neden isminide uydurmuyorum?
Çenemi kaldırdım ve üstün bir sesle, "Tarihi kilisenin karanlık çöküşü. Yazarı Bernard Lostur." İsmini şuan uydurdum. İlk aklıma gelen isimdi.
Kadın fırçasını bir kez yere vurdu. "O kitabı biliyorum." dedi gülümsemeye çalışarak. Bu sefer sahte olmayan bir şekilde güldüm. İnsanların bilmiyorum demek yerine biliyorumun altındaki yalanları yokmu..
"AA, ne güzel hanımefendi. Şimdi bize bir iyilik yapıp kiliseye girmemize izin verir misiniz?"
Yüzündeki gülümseme kayboldu. "Neden izin vereyim? Sizi tanımıyorum."
Yaşlı bir kadını dövdüğüm için ceza yermiyim diye düşünmeye başlamıştımki Hannah araya girdi.
"Sakin ol bana bırak." derin bir nefes alıp geride durdum.
"Ah, hanımefendi uzun bir yoldan geldik. İnanır mısınız bu araştırma bizim için çok önemli. Tam not almamız için bir kaç fotoğrafa ihtiyacımız var. Bize yardım ederseniz bizde size yardım ederiz."
Kadın bundan pek haz etmesede gözlerinde ki ışıltıdan bizden para isteyeceğini anlamıştım. Daha doğrusu öyle sanmıştım. Ama öyle saçma sapan bir şey istediki bu Hannah ve benşm yerimizde donup kalmamıza sebep oldu.
" Sen saçından bir tutam verirsen geçmenize izin veririm." kirli ellerini bana uzatmıştı.
Doğrumu duyuyorum diye bir kaç dakika kadının suratına baktım. Ama ciddi bakışları ve saçlarıma hayran bakışları yüzünden bu konuda çok ciddi olduğunu anlayınca öfke bulutu kafamın tepesinde dolanmaya başlamıştı.
Beni etkisine alan öfke duyguları bir taşıyıcıya yakışmıyordu. Kadına doğru yürürken neredeyse kendimle alay etmeye başlamışıtım. Benim saçlarımı istiyordu. Peki ne yapacaktı büyü mü?
"Saçlarımı ne yapacaksın?" diye sordum sakin kalmaya çalışarak. Ama pek mümkün olduğu söylenemezdi.
"Güzel saçları seviyorum evde bir koleksiyonum var." dedi pis pis sırıtarak. Eminim daha kötüsü vardı. Ama sorarsam ve bunu öğrenirsem bir daha kendime gelemeyeceğimden korktuğum için sormamaya karar verdim.
"Bu mümkün değil." dedim.
Kadın fırçası ile taş zemini temizlemeye devam ederek, "O zaman buradan geçemezsiniz. Size iyi günler."
"Biliyor musun,"kadının yüzüne eğildim," İkimizde buraya gireceğiz ve senin iznine ihtiyacım yok. "
Hannah ne yaptığımı anlayarak kadının arkasına geçti.
" Bu bir suç. "dedi fırçasını kaldırarak.
Silahı çıkarıp kadına doğrulttum." Polisler geldiğinde biz çoktan gitmiş oluruz. Şimdi bağırırsan bir daha hayatın boyunca sakat kalırsın. "
Ellerini teslim olur gibi kaldırdı. Onu temizlik malzemeleri olan odaya kilitledik. Ağzını kapatmayıda unutmadık tabi.
Şimdi şu katili bulup bu huzursuz göreve bir son vermeliydim.
" İlk önce nereye bakıyoruz? "Hannah temkinli bir şekilde duvardan ilerlemeye başladı. Tam o anda ayak seslerimizi bastıran bir ses duydum.
" Kim var orada?"
Seslenen bir adamdı. Soluk soluğa bizi arıyordu. Kesik kesik çıkan sesi, koştuğunu ve yorulmak üzere olduğunu gösteriyordu.
"Son defa soruyorum." dediğini işittim.
Hannah'ın göğsü inip kalkıyordu; soluğu kesik kesikti; gözleriyle yüzü şiddetli bir heyecanı yansıtıyordu. Sessiz adımlarla açık bir kapıdan içeri girdik. Kapıyı kapatmadan arkasında beklemeye başladık. Bir arama sesi cebimden gelince Bu kez benim de soluğum hızlanmıştı, sanki ateşim çıkmış gibi; kalbim o kadar hızlı çarpıyordu ki soluksuz kalmıştım.
"Hemen sessize al!" diye fısıldadı Hannah. "Telefonu cebimden nasıl çıkardığımı, ekranda Azrailin ismini nasıl görünce elimin titrediğini ve hemen ardından telefonu kapatıp sessize aldıktan sonra cebime nasıl attığımı bilmiyorum. Bacaklarım adeta bedenimi artık taşımıyormuşçasına titremişti. Bilerek aradığına emindim. Yemin ediyorum.
"Lanet olsun! Bu tarafa geliyor." Hannah kafasını duvara dayadı ve bir heykel gibi nefes almayı bıraktı. Karanlık ve dar odada pek şansımız yoktu. Boğuşmak zorunda kalırsak bu oda üç kişiye fazlaydı. Birimizin dışarıda beklemesi gerekecekti.
Silahın ucu odanın içine doğru ağır ağır girince nefesimizi tuttuk. Sonra adamın kolu belirdi ve sonra bedeni, fazla zaman yoktu adamın koluna tekme atınca silah bir kenara savruldu.
"Lanet olsun sende kimsin?"
Adam suratıma yumruk atmak için elini kaldırdığında Hannah ondan önce davranıp bacaklarının arkasına tekme atıp diz çöktürdü.
"Kes sesini sakın bağırma!" Hannah adamın ellerini arkada tuttu ama adam bizden korkmadı ve bağırmaya başladı.
"Yardım edin! Malzeme deposun.. " adamın kafasının arkasına vurunca bayılarak yere düştü.
Kalabalık ayak sesleri ve etrafımızı saran sesleri duyunca bizim için yolun sonu geldiğini anlamıştık. Lanet olsun bir telefon yüzünden yakalanmak istemiyordum. Azrail buna çok kızacaktı.
Hannah yanıma yaklaştı, "Kaç kişi olduğunu bilmiyorum ama koridor fazla dar bir iki tanesini halledebilirsek kaçabiliriz."
"Tamam sağ taraf bende." dedim koşmaya hazır olarak. Ama işler hiçte istediğimiz gibi gitmedi. İçeriye atılan sis bombasıyla beraber görüş alanımız kapandı.
Birileri önce Hannah'a saldırdı. Kolumla burnumu kapattım ama hiçbir şey göremediğim için sadece bir yerlere yalpalanıyordum. Birileri yere düşüyordu ve birileri sert bir şeylere çarpıyordu ve sonunda Hannah'ın sesini duydum. Adamlarla boğuşuyordu.
"Maria!"
"Hannah neredesin?" diye bağırdım. Bir adam üstüme atılınca zeminde dönerek duvara çarptım.
"Maria kaç!" Boğuşma seslerinin içinden Hannah'ın bana doğru koştuğunu fark ettim ama kalkacak gücü kendimde bulamıyordum. Biri ayak bileklerimi yakalamıştı.
Bacağımın içine sakladığım silahı çıkarıp adamın yüzüne tekme attıktan sonra ateşledim.
Bir inleme sesi ve haykırış koridorda yankılandı. Ayağa kalktım ve Hannah'a yardım etmek için koştum.
"Hannah neredesin?" cümlemi bitiremeden kucağıma fırlatılan arkadaşımın bedeniyle birlikte geri savrulduk.
Karnımda ve bacaklarımda kesikler oluşmuştu. Ağrı her yerimdeydi.
"Hannah!" dedim baygın arkadaşımın başını dizlerimin üstüne koyarak. Ağzından ve kollarından kanlar akıyordu. "Hannah uyan! Seni burada asla bırakmayacağım."
"Aaa, Maria yolun sonu geldi."
O an tanıdık ses sisin içinden bana doğru yürüdü. Bu o adamdı. Manastır papazı. Bay Anderson.
"Sendin!" dedim ve fark etmemesini umarak ayaklarımın dibinde duran silahıma uzandım. Çok yavaş ve sessiz olmaya çalışıyordum.
"En başından." dedi.
"Ama kilisede katil arkamdaydı. Sen bana yardım ettin. Öyleyse o kimdi?"
"Tek çalışmıyorum Maria. O Sadece bir şaşırtmacaydı. Hem o sizi buraya yalnız göndererek ne olmasını bekliyordu? İki acemi taşıyıcı beni yakalayabilirmi?" Alaycı kahkahası içime içime işliyordu.
Şimdi adam iki kurbanını izliyordu. Bay Anderson bizi öldürecekti.
✩✩✩
Bölüm sonu.
Evet biraz kısa bir bölümdü ama bence az ve özdü. Meryem ve Azrailin çocukken karşılaştıklarını düşünürsek o günü hatırlayan bir tek Azrail var.
Meryem Azraili hatırlamıyor. Zihni o anıları bulanıklaştırıyor sevgili okurlarım. Tek hatırladığı bir demet lale yüzünden yaşıyor olması.
Karşılaştıkları an hafızasında bir yerlerde saklı.
Bir gün elbette İkiside gerçekte kim olduklarını öğrenecekler.
Diğer bölümde görüşürüz. Yorum yapmayı unutmayın.🤎
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.25k Okunma |
380 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |