22. Bölüm

"22"Kabuslar

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

"Sonunda ruh eşleri karşılaşır.

 

 

Çünkü saklandıkları yer aynıdır..."

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

Beyaz bir mendili ıslatıp önümdeki masanın üstüne oturdu.

"Yaklaş!" dedi yumuşakça, ben panik ve kararsızlıkla savaşırken.

Beni oturttuğu koltukta ona doğru yaklaştım. Islattığı mendili yanaklarıma değdirdi. Bana neden yumuşak davrandığını anlamamak, bu çok sinir bozucuydu. Aklından geçenleri bilememek beni çıkmaza sürüklüyor ve bir yumuşak bir sert hareketleri kafamı bulandırıyordu. Bu üç bilinmeyenin kaosu kafamın içinde büyük bir fırtınaya yol açmıştı.

"Taşıyıcılığı sevdin mi?" diye ani bir soru sordu. Hemen kafamda bir çok cümle ard ard arda dizilmişti.

Taşıyıcı demek acımasızlıktı, katil olmaktı yeri gelecek bir hırsız bir koruyucu, korkusuz. Ölümün eşiğinde olmak demekti. Her dakika parçalara ayrılabilme ihtimali demekti. Bu düşüncelerim elbetteki bana bir hayır cevabını öne sürüyordu.

Ama diğer seçenek. Gözlerim istekle parladı. Taşıyıcı olursam tekrardan Azrail ile beraber olacaktım. Onu arada sırada görmek bile bana iyi geldiğini şu son ayda anlamışken, bu korkunç yaşam tarzını bile kabul etmeye hazır hissediyordum kendimi. Ama bir sorun vardı. Büyük bir sorun. Onun taşıyıcısı artık vardı. Benim yerime hemen bir başkasını getirmişti. Gözlerimdeki ışık bu düşünceyle beraber solup gitti.

"Hayır, sevmedim." dedim kısık bir sesle. Belki, daha önce pek çok kere olduğu gibi, tepkisi beklediğimin tersi olurdu. Karanlık bakışlarının korkutmasını bekledim. Ama gözlerinde farklı ve tanıdık bir ifade vardı. Bir şeyi özlemişti ve söyleyemeyecek kadar gururluydu.

'Salçalı Makarna.'

​​​​​İhtimale gülümsedim ve ana geri dönmek için çabaladım. "Biz eski ortağız değilmi?" diye sordum.

"Ortak?" dedi sorarcasına.

Düzelterek, "Yani senin taşıyıcındım."

"Evet."

"Yani birbirini tanıyan iki yetişkiniz." dedim cümleleri yuvarlayarak. Ben asıl olayı söylemeden umarım yanlış anlamazdı. Ama dudağının bir köşesi yukarı kıvrılınca hemen söyledim.

"Yarın akşam sana salçalı makarna yapmak istiyorum. Benimle yalnız kalmak istemediğini biliyorum. Benden nefret ettiğinide. Sadece içimden yapmak geliyor." Utancımdan dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Şuan sana açtığım yaraları temizliyorum. Belki öldürebilirdim. Belki hayatın boyunca sakat kalabilirdin. Kimin yüzünden? Benim. Ama sen kalkmış bana yemek yapmak istediğini söylüyorsun. "

Gözlerimi kırpıştırdım.

"Seni kışkırtan bendim." dedim.

"Ve cezanı verdim." dedi.

"Evet, biliyordum reddeceğini. Sadece teklif etmek istedim." ayağa kalktı. Gidecekti ve ben onu bir daha göremeyecektim. Bu odada sonsuza kadar kalabilirdi; ama yeterince uzun olmazdı. Sanki yetmeyeceğini hissediyordum. Sürekli onun ile konuşmak istiyordum. Ona karşı konulamaz bir merak vardı içimde.

Böyle düşünmemeliydim. Sonsuza kadar vaktimiz yoktu. Onunla geçen her saniye bende yeni duyguların kapısını aralıyordu. O olduğu gibi kalırken, ben her saniye değişiyorum.

"Benimle yalnız kalmanın bir sakıncasımı var?" diye sordum.

" Sence?"

Biliyordum. Çünkü içgüdülerine tersti.

"Biliyorum."dedim iç çekerek." Artık benimle bir işin yok. "

" Sorunun sende veya herhangi birinde olmadığını ne zaman anlayacaksın? Sorun benim isteyip istemem değil. Ben kendi tercihlerimin bile tam tersini yapan bir adamım. Duş almak istiyorsam spor yaparım, yemek yemek istiyorsam gider uyurum. Ben kendi isteklerimi bile dışlayan biriyim."

" Sadece yemek ısmarlamak istememin gerçekten nesi yanlış? "diye sordum dehşete düşmüş bakarak. Basit bir istek değil miydi?

Ona bakınca, tamamen bastırmayı başaramadığım görüntüler kafamın içinde hastalıklı şekilde dönüyordu. Azrail, sınırı olmayan bir adamdı. Dediği gibiydi. Kendi istek arzuları bile onun için anlam ifade etmiyordu.

"Peki o kanlı lalenin sahibi senden bir şey isteseydi? Ona da bu cevabı mı verirdin? " diye tısladım.

Bana bu kadarını verebilirdi. Bazı şeyleri duymak istiyordum.

Azrail sesli bir şekilde yutkundu ve uzun bir süre bana baktı. Ne düşünüyordu?

" O istesin ben hayatımı bile veririm."dedi.

(Öhöm burayı böleyim şimdi. Ah Azrail o kadın tam karşında duruyor ve sen o kadını kendi ellerinle ölüme ittiğini öğrendiğin zaman kıyamet asıl sende kopacak. Ay üzüldüm şimdi böyle deyince Azrail... Neyse spoi vermicem hayır hayır. Dilimi tutamıyorum ki. 😅Ama ne güzel söyledi o kız istesin ben hayatımı bile veririm. Yaa tatlı şeyy. Neyse siz okumaya devam.)

O istese ben hayatımı bile veririm. Kafamın içinde yankılanıp durdu.

Uyaran bakışlarla bana bakan Bay Mad'e kaşlarımı çattım. Onun yanında, Carlos öfkeyle bakıyordu; ama çok da umurumda değildi. Sadece öğrenmek istiyordum.

" Bir kadın o zaman." dedim ve sesim ancak fısıltıyla çıkmıştı. Ama beni dakikalardır izlediği için dudaklarımdan ne söylediğimi anladı.

" Niye beni olduğum canavar olarak görmüyorsun Maria?" dedi bir iki adım uzaklaştı. "Duygusuz, sevilmeye layık değilim. Öyle demiştin. Ne bu sorular peki?" Çarpıcı bir gülümseme dudaklarında yayıldı. "Kafanmı karışık"

Gözlerim bir saniyeliğine dondu, vücudum dikeldi ve sonra tekrar ona baktım.

" Kafam karışık desem... Bunu çözermiydin?" dedim gözlerinin içine içine bakarak.

"Bunun yanıtını veremem.." dedi.

"Bir sözün vardı. Yarışı kazandık. Hakkımı istiyorum. Artık benimsin öyle söylemiştin. " dedim soluğum kesilerek. Ama sadece bir kaç cümleden ibaretti. Çünkü bu adam bende bir şeyleri değiştirdi ve ben bunları asla kolay unutacak biri değildim.

Alayla güldü, "Hayır, ben yarışı kazanırsan demedim benim birini öldürmemi engellersen dedim. Sende yarışı Mad ile yapacağım için onu öldüreceğimi düşündün. Ben yarıştan önce zaten birini öldürdüm. Neydi ismi Arthur. Kafası pisste sallanıyor. Yarış sadece şaşırtmacaydı. Görüyorum ki işe yaramış. " Mad sinirden kıpkırmızı olmuştu. Ben ben bu oyuna nasıl geldim?

Göğsünden ittirerek," Adi pislik! "diye bağırdım." Yalancı canavar. "

Bir kez daha alaylı bir sesle sırıttı. "Öyle diyorsan öyledir Maria."

Kaşlarımı çattım. Soğuk bakmaya çalıştım. Buz gibi olmak istedim. Bu beni ciddiye almasını sağlar mıydı?Herhangi bir şey bunu başarır mıydı?

İfademi toparladım. "Beni bir gün gerçekten tanıyacaksın. Ve o gün geldiğinde bu cümlemi sana hatırlatacağım. Bir gün gelecek aslında beni hiçmi hiç tanımadığını.. Hatta kafanda benim için oluşturduğun profile bile uymayan bir kadın olduğumu göreceksin. Sana göstereceğim." dedim gözlerimi kısarak.

Yüzündeki kontrolünü bir anlığına tekrar kaybetti. Dudakları açıldı." Peki kimsin Maria? "dedi." Beni şaşırtacağını düşündürecek kadar neyin var? "dedi tekrar, bu sefer şok yerine tereddütle.

Dikkatlice ayağa kalktım. Küçümseyen bakışlarla onu baştan aşağı süzdüm. Tavrım, onu küçümseyen kahve gözlerim, bu onu kızdırmamıştı. Aksine heyacanlandırdı. Beni izlemesini izleyerek gözlerine baktım.

" Bunu görecek kadar yaşamana izin vereceğim küçük şeytanım." diye mırıldandım.

Düşünceli bir şekilde yüzüme daldığını gördüm, sonra yüzüme eğildi. Burnundan çıkan nefesi saçlarımı uçuşturdu. İnce damarlarımda dahil tenimin altındaki kılcal damarlar kan akışını hızlandırdı.

" O zaman," dedi sonunda bana bakarak. "Yak, yık, ateşe ver, öldür parçala Maria. Ama en çokta sonunda benim şaşıracağımın bunlardan daha fazlası olduğunu anlayacaksın. Yaşamama izin verecekmiş. Küçük şeytanmı? Bana seslenirken cümlelerine sahip çık. Yoksa düşünecek bir beyin bırakmam sende."

Sanırım böyle bir şey beklemeliydim; ama beklemek istemiyordum. Beni susturacak o cümleleri onun dudaklarından duymak beni kahrediyor.

" Yap! "dedim düşünmeden. Ve yine düşünmeden elimi göğsüne tam kalbinin üstüne koydum." Hadi sil hayatımı, anılarımı sil. "

" Maria! "dedi sıradan bir tonla. Kalbi, sanki en sevdiğim şarkıyı söylemişim gibi düzenli olarak atıyordu.

Elimin üstüne elini koydu. Hemen çekmedi. Sanki kısada olsa elimi tutmanın nasıl bir his olduğunu anlamak için tuttu ve sonra elimi indirdi. Peki ne anlamıştı? Ne hissetmişti? Sanırım öğrenemeyecektim.

"Tehlikeli olmaya başladın." diye mırıldandı sakince.

"Ben mi?" diye sordum hayretler içinde.

"Karşımda durmaya cesaret edip birde kalbime dokunuyorsun. Sen değilde kim be kadın?" dedi ciddi bir şekilde.

"Yani ne var bunda hiçmi bir kadın sana dokunmadı?" diye aptal bir soru attım ortaya.

O odadaki kimse bunu soracağımı beklemiyordu. Hepsinin yüzünde şok ifadesi vardı. Buna Azrail de dahil.

"Bir çok kadınla beraber oldum Maria. Senin aklının alamayacağı bir listem var."

Abartı olmalıydı. Gerçektende listesi kabarık mıydı? Bir adım geri attım. Gözlerindeki karanlık derinleşti. Kahretsin! Ne düşünüyordu? "Şimdi gerçekten ne düşündüğünü söyle lütfen." dedim.

" Şuan kızgınım.. Öfkeliyim, ama bunu sana yansıtmak istemiyorum. "dedi, kaşlarının arasında bir kıvrım belirerek."Bunu şuan çok istiyorum ama yansıtmakda istemiyorum. Senin yüzünden oluyor bu ikilem.. "

Bunu bekliyormuş gibi bu sefer onun elini kalbimin üstüne bastırdım."Neden bütün bunlardan kurtulmak için öldürmüyorsun beni? Sen bunları sevmezsin. Birini gerçekten öldürmek istersen bunu yaparsın. Beni öldürmekten neden kaçıyorsun?. "diye sordum ona ve genişçe gülümsedim. Ürkmesini beklemiştim; ama beni hareketsizce izlemeye devam etti. Kalp atışlarımı duyuyor muydu? Nasılda çılgınca atıyorlardı? Bunu duymasını istiyordum.

Sanki ilk kez bir kadının kalp atışını duymuş gibi titredi.Sonunda. Ancak korkmuştum. Çünkü bir yanımın kayıtsız kalmasından korktuğunu biliyordum.

Şimdi bana bakarken koyu renk gözleri büyük ve derindi. "Bir şeymi söylemeliyim?" diye sordu neredeyse fısıldayarak.

"Hayır, sadece dinlesende olur. Çünkü kalbim uzun zaman önce atmayı bırakmıştı. Heyecanlanmayı, duyguları hissetmeyi çok uzun zaman oldu. Şuan bunu başaran tek şahsın kalbimin sesini duymasına layık olduğunu düşünüyorum." dedim ona, sesimin normal çıkması için çabalayarak." Bunu ben istiyorum. "

Dudakları köşelerinden yukarı doğru hafifçe kıvrıldı." Sen istiyorsun öyle mi?"dedi ve sonra başını yana doğru eğdi, merak gözlerinde açıktı." Ben izin vermeseydim yapabilir miydin? "

" Kesinlikle evet. " dedim öfkeyle.

Elini hızlıca çekti, benden bir iki adım uzaklaştı. Gözlerim sersemlemiş ve korkmuştu.Ben de aramıza mesafe koymak isteyerek geri çekildim. Hiçbir zaman görmeyecekti değil mi? Israr etmenin anlamı yoktu. Zaten bu zamana kadar kimseye ısrar ettiğimde olmamıştı.

"Ben senin için ne ifade ediyorum Maria?" diye sordu, sesi düzdü; ama benim kalbim bu soruyla iki kat hızla atmaya başladı.

"İfade etmeli misin emin değilim." dedim dişlerimin arasından. "İkimizde sağlıklı insanlar değiliz. Bizim için önemsiz duygular nasıl bir yıkıma yol açar hâlâ pek emin değilim." dedim devamında

"O zaman niye?"diye sordu azimle."Neden kahve gözlerinde o kaçtığın ve korktuğun duyguları görüyorum. Neden o kahve gözlerinde yeni duygulara yelken açmayı heyecanla bekleyen titremeler görüyorum? "

Gözleri merakla bakmaya devam etti, sabırsızdı; ama başka bir şey yoktu. Değilmi? Sadece beni kızdırmaya çalışıyordu. Kendine şunu sor Maria? Böyle bir adamın seni kızdırmaya çalışması neden onun umrunda olsun? Lanet olsun! O zaman gerçekten gözlerimde bir şey vardı. Cevabımı bekledi, vazgeçmedi.

"Sadece sıradan, aptal kahverengi gözler işte." dedim ve ayağa kalktım. "Bir şair gibi konuşmak sana yakışmıyor. Şimdi uykum geldi ve benim bir evim var. Zamanımın kısıtlılığı çok. Seninle harcamak istemiyorum. "

Şaşkınlıkla gözlerime baktı, Sanki benden bu cümleleri duymak önde kırgınlık uyandırmıştı. Zamanımın olmadığını söylemiştim. Ona ayırmak istemediğimi. Ama ben onunla geçirdiğim dakikaları sayıyordum. Bitmesin diye. Uzatıyordum zamanımı. Sanki bu gece buraya geliş sebebimi bile unutmuş gibiydim. Bu duyguyu tamamen anlıyordum. Onunlayken dünyanın kalanını hatırlamak zordu.

"Bu cümleler ağırdır. Sözünü tutmalısın." dedi ve ağzının şeklinde kararlılığı görebildim, bunu unutmayacaktı.

Hızla yanımdan geçti ve onunla birlikle olan herkes onu takip edip gitti. Bay Mad beni evime bıraktı ve yol boyunca ikimizde konuşmadık. Bu benim işime gelmişti. Konuşacak gücüm yoktu. Sessizlik iyiydi. Duş almadan yatağıma uzandım. Yaralı olduğumu umursamak bile şuan yoruyordu. Güzel bir uyku çekeceğimi düşünüyordum. Hatta umuyordum.

Ama bu benim için iyi bir gece olmayacaktı, çünkü ... çok geçmeden kendimi şimdiye dek gördüklerimin hepsinden daha değişik hissettiren bir rüyanın içinde buldum. Sanki ... gerçekti.

Tıpkı karanlık bir dünyada doğmuş ve yine de bu dünyanın aslında var olmadığını biliyordum.

Her yer karanlıktı. Zifiriydi. Karanlık bir evrende sıkışmıştım sanki.

"Meryem," dedi yanımdaki tanıdık bir ses.Orada Azrailin durduğunu şaş­kınlıkla gördüm. Bu zifiri karanlık onun siyah koyu gözlerinin yanında beyaz bile kalıyordu. Ama en azından şimdi bunun bir rüya olduğundan yüzde yüz emin olabilirdim. Buna şüphe yoktu. Çünkü Azrail benim gerçek ismimi asla bilmiyordu. Ama birinin bana Meryem demesini duymayalı uzun zaman olmuştu. Ve ismim dudaklarından bir şarkı gibi çıkmıştı.

"Biz neredeyiz?" diye sordu. Gözleriyle etrafı taradı. Sonra ikimizinde önünde karanlık devasa bir şey belirdi. Çok büyüktü ve o kadar karanlık içindeydik ki ne olduğunu seçmek mümkün değildi. Karanlıkta bir yerdeydik. Soğuk ve kasvetli bir acı hissediyordum. Azrail sağlıksız ve soluk görünüyordu.

"Neredeyiz?" diye sordum.

"Bunu, Meryem, senin bulman gerekiyor," dedi Azrail rüya dışında gerçekte onu sempatik gösteren göz kırpışıyla.

" Bir rüyadayım, değil mi?"

Azrail hoşnutlukla başını iki yana salladı. "Rüyalar böyle karanlık olmaz." dedi. "Bu bir kabus. Senin ve benim kabusum."

"Neden ikimizde aynı kabusu görüyoruz?" yaklaşmak için bir adım attım ama hemen bir adım geri çekildi. Benden özellikle kaçıyordu.

"Bana dokunmak senin canını yakar." dedi soğuk bir sesle. Burada bir şeyin dışında her şeyi yönetebilirsin. Uyanmak senin elinde değil. "

​​​​​​" Peki nasıl uyanacağım? "

​​​​​​" Vücudun ölüme yaklaştığında uyanacak. "dedi ve gitmek için arkasını döndü.

" Hayır, lütfen kal, "diye yalvardım." Beni yalnız bırakma! "

" Bunu yapamam, "diye karşılık verdi Azrail." Nasıl denir, Meryem ben sadece bir anıyım. Bu senin anın, benim değil. Anılarını hayata geçirdiğin an bana kabuslarında dokunabileceksin. Öğrenmen gereken bir şey var. Ve bunu tek başına bulmalısın." dedi.

Bunu söyler söylemez, bu arada hiç dudaklarını oynatmış mıydı?Azrailin silüeti belirsizleşti ve gittikçe saydamlaşarak sonunda tamamen yok oldu.

Korkuyla çevreme bakındım. Pekala, bu benim kabusumdu. O halde görelim bakalım. Uyanmak için ölmem gerekiyordu. Hayır ölüme yaklaşmam gerekiyordu. Peki bunu bir kabusun içinde başarabilir miydim? Nereden geldiği belli olmayan bir sıcaklık tenimi yakmaya başladı ve bu oldukça oluk oluk terledim. Sıcaklık küllerle karıştı ve bir öksürük krizine girdim. Korkuyla etrafıma baktım. Terk edilme hissi, korku, acı, bunları kabusumdu nasıl hissedebiliyordum? Bu nasıl mümkün oluyordu? Neyi hatırlamam gerekiyordu? Lanet olsun kafamın içinde bitmek bilmeyen sorular ile boğuşurken daha ne kadar kötüleşebilirse o oldu. Kulağımda bir cızırtı sesi başladı. Önce hafif sonra uğultu gibi. Ellerimle kulaklarımı kapattım.

"Lütfen çıkarın beni buradan!" diye bağırdım.

Tamam, bu sıcak, iğrenç yerden çıkmak zorundaydım. Bir yolu varsa onu bulmak için şimdi karar vermem gerekiyordu.

Ama kabusta kendimi nasıl öldürmeye çalışabilirdim? Başarmak için ne yapılırdı? Bir kabustan kurtulmanın yolu varmıydı?

Çıplak halde, titreyerek ve çaresizce kollarımla bedenimin üstünü sardım. Bu yanıyormuşum gibi hissettiren sıcaklık, kulaklarımdaki cızırtı neyi anlatıyordu? Karanlıktaki devasa görüntü neydi?

Ablamın düğün salonunu, patlamanın etkisiyle yanan ateşi ve kulağımdaki sesleri düşünmeden edemedim. Birbirine benziyordu. Bu kabus bana o lanet günümü gösteriyordu? O kahrolası günü. O kahrolası patlamayı. O kahrolası sesi. O kahrolası acıyı.

Bu karanlıktaki sıcak garip bir şekilde bana gerçek geliyordu. "Evet," ateşin sıcaklığını belirgin bir şekilde hissediyordum. Tıpkı yanan bir yer gibi. Sanki yine o güne gitmiştim. O an hissettiğim korku ve acı şuan tıpa tıp benziyordu. Gerçektende o güne gitmiştim. Şimdi o karanlık devasa şey önünde kara bulutlar var gibi çekildi. Ablamın düğün salonuydu ve her yerinden alevler yükseliyordu.

"Pekala," ayağa kalktım. Yapmam gereken belliydi. Gerçi doğru olmayabilirdi ama bana doğruymuş gibi geliyordu. Bunun gerçekten böyle olup olma­dığını bilmiyorum ama bu benim kabusum, o halde kesinlikle ölüme bu şekilde yaklaşmalıydım. Karar vermiştim.

Yanan binaya doğru yürüdüm. Çıplak ayaklarımın altın­daki zemin gittikçe ısınmaya başlıyordu. Ayağımı ileri geri hareket ettiğimde sıcaklık arttı, etrafa saçılan cam parçaları çıplak ayaklarımı kesmeye başlamıştı. İlerledikçe çevrem daha da ısınmaya başlamıştı; yerdeki araba parçalarının üstünden atlamaya başladım.

Gittikçe daha fazla terliyor ve titriyordum. Sadece terlemiyordum,orada ikinci bir şey daha hissediyordum. Hissettiğim korkuydu..

Sırtımı dikleştirdim. Kalbim kulaklarımda atıyordu. Gözlerimi kapattım ve kendimi alevlerin içine attığım ilk anda uyanmıştım. Terler içindeydim. Saçlarım yüzüme yapışmıştı. Bedenim monoton koşmumuşum gibi zangır titriyordu.

Yüzümü yıkamak için ayağa kalktığımda duvardaki saatin gece yarısını çoktan geçtiğini fark ettim.

"Off, umarım bu saatten sonra uykum kaçmaz."

Üzerimdeki tuhaf kabusun etkisi geçmemişken kendimi banyoya attım. Aslında yüzümü yıkamayacaktım duş almalıydım. Tenimdeki kirden ve zihnimdeki düşüncelerden arınmalıydım. Ilık bir duş aldım ve dişimi fırçalamak için ayna karşısına geçtim. Sıcak suyun buharı aynadaki yansımamı görmemi engelliyordu. Sağ elimle buharı sildim.

Uykusuz gözlerimin altı çökmüştü. Ağzımdaki suyu lavaboya tükürdüm. Başımı kaldırdığımda aynadaki yansımada iki kişi görünce neredeyse bir kalp krizinin eşiğine gelmiştim.

"Sen!" titreyen dudaklarımdan zor bela üç harf çıkmıştı. Fırça elimden kayıp düştü. Lavabonun kenarlarını sıkı sıkı tuttum. "Azrail." Burada ne işi vardı? Kapkara gözleri gözlerimdeydi ve ben sanki yine ölmüştüm. Bakışları ölmüşüm gibi hissettiriyordu.

Aniden arkamı döndüm ama beni asıl şok eden şuydu ; Arkamda kimse yoktu. Hiç olmamıştı. Sonra tekrar aynaya baktım.

Oradaydı işte. Aynadan görüyordum o siyah bir inci gibi olan gözlerini.

Tuhaftı; bu bakışları karanlık bir gecede boğulmadan yavaşça dibine indiğim bir okyanusun sularındaymışım gibi, kendi derinliği, kendi kıvamı olan bu koyu gözlerde boğulma isteği duyuyordum. Sanki bu okyanusun içinde boğulmak nefes almanın yarısıydı. Sanki siyah gözleri karanlığı temsil etmiyordu. Karanlığın en başından sahibiydi.

Gözkapaklarım tam uykuya dalacakmışım gibi ağırlaşırken, onun sesi yeniden kulaklarımda yankılandı. Yumuşak, ve nere­deyse kaos yaratacak kadar tahrik ediciydi.

"Maria!"

Gözlerimi kapayıp bunların sadece hayal olmamasını diledim. Tekrar açtım ve siyah gözleri hâlâ aynadan bana bakıyordu. Yalnızca iki halkanın çevrelediği kapkara iki yuvarlak belirgin gözleri önümdeydi. Ben baktıkça büyüyüp irileştiler; kara yuvarlak halkası beyazı ile savaşıyordu sanki, siyahlığı dünya kadar büyüdü, içime işleyen, bir alev kütlesine dönüştü. Gözlerim akla gözlerinin içinde, artık ikisini de algılayamaz hale gelene kadar kaybol­dular. Gözlerimin önündeki imgeler birbirine karıştı. Gözlerimi kapattım tekrardan. Sıkı sıkı. Hissettiğim panikle tekrar açtım. Gecenin içinde, aynanın önündeydim ve bu sefer aynada tek ben vardım. Bir tek ben. Hep olduğu gibi.

Yatağa nasıl gittim, nasıl kafamı yastığa koydum ve iki tane ağır uyku ilacını nasıl bir hızda yuttum hatırlamıyorum. Eğer uyumazsam bu gece kötü şeyler yapacaktım. Sonradan pişman olacağım şeyler.

İki gündür sürekli bir şeyler deniyor ve başarısız oluyordum. Bu durum gerginliğimi durmaksızın arttırıyordu.İçimde yanan ateşe körükle giden şey, en beklenmedik zaman­larda aklıma düşen Azrail ile ilgili düşüncelerdi. Herşeyini, bakışlarını, kabuslarımı nasıl ele geçirdiği ve o ayna karşısındaki aslında var olmayan yoğunluğu. Bilmediğim bir sebep yüzünden sürekli aklımı kurcalıyor ve kendimi sorgulatacak ayıp şeyler düşünürken buluyordum kendimi.

Pencereye doğru dönüp bir yerlere yetişmeye çalışan insanlara bakarak dişlerimi sıktım. İnsanlar çalışıyor, evine ve ailesine bakabilmek için çabalıyordu. Hafta sonunu ailesine ayırıp güzel bir kamp ile kendilerini ödüllendiriyordu. Peki ben ne yapıyordum? Evimde saatlerce beni öldürmek isteyen adamı düşünüyordum. Hafif bir esinti yumuşak zambak kokusunu etrafa taşıyordu. Komşum takıntılı bir şekilde bahçesini zambaklarla doldurmuştu. Bende arka bahçemi süslemek için çiçek dükkanına gittiğimde bundan vazgeçiyordum. Çünkü her gittiğimde nasıl oluyordu anlamıyorum ama kendimi beyaz lalerin yanında buluyordum. Ve sonuç hüsrandı. Gözlerim dolu bir şekilde dükkanı terk ediyordum. Lalelerden nefret ediyordum.

Yorgundum. Gerçekten çok yorgundum. Bir yandan Azraile karşı hissettiğim yoğun duygular diğer yandan sürekli beni esir alan kabuslar beni içten içe yiyip bitiriyor, mutsuz çabalarımın başarısız olması da durumuma hiç yardımcı olmuyordu.

​​​​​Neyseki bu boğucu dakikalarımı kurtaracak iş saatlerim gelmişti. Erken mesai saatlerini seviyordum. Evimden iş yerime yaptığım yürüyüş hoşuma gidiyordu; özellikle son günlerde, her yerde çiçek kokularıyla dolunca ve kuş cıvıltıları attığım her adımda benimle beraber yürüyüşlerime eşlik ettiğinde. Ama bu pazartesi değil.Bu sabah hava durumunun yağmurlu olacağını söylediğini bile fark etmemiştim. Yağmurun beni ıslatması bile o an zihnimi bulandıramadı. Aklım hala gördüğüm aynadaki gördüğüm Azrailin görüntüsüyle meşguldü. Çılgıncaydı; korkunç bir kabus gördüğümde basitçe kafamdan atabileceğim gibi bir şey değildi. Gerçek gibiydi. Tamamen orada arkamda duruyordu sanki. Ve sadece görmekle kalmayıp kokusunu da adamakıllı alabildiğim kadar canlıydı sanki.

Ara sıra kabus görüyordum ama rüyalarımda belirli biri asla olmamıştı. Kabuslarımdan çıkıp hele de kanlı canlı hiç görmemiştim. Bunun normal olmadığını biliyordum ve bu beni deli gibi korkutuyordu. Ama henüz bundan dolayı kendimi kaybetmiş değildim. Ona teslim olmamalıydım.

Keşke Hannah ve Nikki arasaydı. Elbette onlarla bu konular hakkında konuşmayacaktım, onların dinlenmesi ve işi düşünmemesi gere­kiyordu, ama şimdi arkadaşlarımın sesini duymayı ya da onlardan gelmiş birkaç mesajı okumayı ne kadar çok istiyordum. Dünkü gibi kötü bir geceden sonra bu bana çok iyi gelecekti. Ama cep telefonumun ekranı hâlâ boştu.

Düşüncelerim ile öyle meşguldümki galeriye geldiğimi fark etmem geç sürmüştü. Patronum giriş kapısının önün­deydi ve kapı mekanizmasını onaran teknisyenle konuşuyordu.

"Birazdan müşteriler gelecek. Ne zamana kadar sürer işin?"

Adam kapının her yerini kontrol ederken, "Belki sorun kapıda değildir. Hareket eden sensörün devresi bozulmuş veya yanmış olabilir. Ama kapının de bir iki teknik sorunu var. Bu hemen kolay bitmez."

Patronum anlayışla başını salladı. "Elbette haklısın. Yinede erken bitirmeye çalış. Girişin böyle aletlerle görünmesini istemiyorum."

"Hım," dedi teknisyen başını işinden kaldırmadan. "Elimden geleni yaparım."

Gülümsemeden edemedim. "Günaydın, Sanırım bu saatleri alacaktır."

"Günaydın Maria, " diye karşılık verdi Patronum. "Solgun görünüyorsun. İyi misin?"

"İşimin düzeltemeyeceği bir durum değil." dedim gülümseyerek.

Patronum kaşlarını kaldırdı. "Yine de yüzün fazla solgun. Müşteriler hasta olduğunu düşünebilir. İzin kullanabilirsin."

"Tabi ki hayır."dedim hemen.

Bana bakışı hoşuma gitmemişti. "Ne var? Neden bana öyle bakıyorsun?"

"Burada değil," diye yanıtladı patronum kısaca. "Birazdan ofisime geçelim."

"Kapının sensörü bozulmuş," diye sözlerini kesti teknisyen, "Kapı açılıp kapanırken ses çıkarıyor. Üst tarafını yağlamam gerekecek."

"Evet, hallet işte. Bunun için buradasın."

"Tamam. Eğer içeri girmeme izin verirsen."Teknisyen kilit mekanizmasının hasarlı sesini dinlemek için bir kaç kez hareket ettirdi.

Patronum şaşkın bir bakışla camdan geri çekildi.

"Benimle ne konuşacaksın? " diye sordum

"Bay Mad, onun ile ne kadar yakınsın? " diye bir soru geldi karşılığında.

"Bu özel bir soru. " diye açıkladım. "Neden sordun?"

"Pek yakındı sana karşı." dedi, sonra yüzü bir sırıtışla çarpıldı. "Ailesi varlıklı ve kendiside bunun gerisinde olmaktan fazla. Senin gibi kadınlar bir anda kendisini savaşın içinde bulabilir. Ailesi seni istemeyecektir."

Bana garip ifadeyle baktı; bu daha çok endişe, şaşkınlık ve şüpheyle karışık bir bakıştı.

"İki aile arasında kalmak mı? Benim gibi kadınlarmı? Bu imalar da neyin nesi?"

"Pekala... " Ellerini saçlarında gezdirerek iç geçirdi."Bay Mad, şuan seninle ilgileniyor. Kaç gündür telefonum susmadı. Nasıl olduğunu işe gelip gelmediğini sorup durdu. Adamı ne hale getirmişsin haberin yok. Onu iyi tanıyorum takıntılıdır. Ailesi onu nişanlanmayı düşünüyordu. Gördüğüm kadarıyla o seninle ilgileniyor. Sence ne olacak Maria? O kadını reddedecek ve aile bunun altında yatan sebebin bir kadın olduğunu anladığında sana neler yaparlar? İki seçenek var. "

"Evet, devam et," dedim öfkeyle.

Gözlerimde o korkuyu görmedi. Paniği görmedi. Aksine savaşı büyük bir savaşla karşılık verecek bir kadın gördü. Yüzünde ki afallamış ifadenin başka açıklaması olamazdı.

"Ya seni parayla kimsenin bulmayacağı bir ülkeye sürgün ederler," Kişisel alanıma girerek fısıldadı. "Ya da seni öldürürler."

"Bende sana iki şey söyleyeyim. Bir, ben Bay Mad'e karşı arkadaşlık dışında duygular beslemiyorum. Hatta umrumda bile değil beni sevmesi. İkincisi onun ailesi bana dokunacak olursa onların yaşayabileceği bir dünya bırakmam. Uykularındayken evlerine benzin döker yakarım. Bir daha uyanamazlar. "

Korkuyla yüzüme baktı." O kadar insanı öldürecek kadar psikopat değilsin. Sen sadece bir kadınsın. Sadece bir kadın. Zayıf ve parası olmayan. "

Başımı salladım. Sözlerini devam ettirdim. " Ve kaybedecek hiçbir şeyi yok bu kadının. Kimsesi. "

​​​​​​ Patron bir yandan şaşırmıştı, ama aynı zamanda benim konuşmalarımdan da korkmuştu. Beni ne kadar takdir ettiğini biliyordum.

"Maria, iyiki bunları sadece ben duydum."

Benim sorularla dolu bakışlarımdan kaçındı, bunun yerine başıyla ofisini işaret etti. "Kendin bak."

"Neden? Ne oldu?"

"Bay Mad içeride."

Kahretsin. Buraya gelmişti. Umarım söylediklerimi duymamıştır. Kapıyı tıklattım ve beklediğim gibi yine yanıt alamadım. Kapıyı dikkatle açtım ve içeri girdim.

Perdeleri ve penceresi ardına dek açılmış olan odaya girdiğimde, Bay Mad düşünceli bir şekilde dışarıyı izliyordu. Bana doğru dönünce gözlerime inanamadım. Ama gözlerimde hiçbir sorun yoktu. Bay Mad'in bir gözü sargılıydı.

​​​​​☆☆☆

Bölüm sonu.

Tahmin edin kim yaptı?

Azrail dediğinizi duyar gibiyim. Eh bizde karşılık vereceğiz. Sert olacak tabi.

Meryem'in bir öfkesi var aman kimse basmasın damarına. Kalbini eliyle çıkarır yedirir ona. Henüz görmedik ama göreceğiz.

Meryem kendini ezdiren bir kadın değil okurcuğum. Duygularını ifade etmesi onu eziklemez. Okudunuz gördünüz çoğu zaman hissettiğinin tam tersini söylüyor asla adamın peşinden koşmuyor.

Hislerinden kaçıyor ama kaçmakta istemiyor. Şuan fazlaca kaosun içinde. Hatırlayamadığı anılar ona işkence ediyor, Azrailden etkileniyor, kafasında hafızasını kaybettirecek çip var onu aynı zamanda yavaş yavaş öldürecek bir çip tabi.

Yani tam bir kaosun ortasında. Zavallı kızım sen bunları atlatacak kadar güçlüsün. Ama bazen güçlü olmak yetmiyor insan güçlü olmak istemiyor ama hayat işte. Düşe kalka öğretiyor. Meryem'in hayatı onu uçurumdan atıyor ama olsun. O hâlâ çok güçlü. İradesi de öyle.

Bakalım Azrail ile aşkları nasıl olacak? Yıkım getirecek ama kendi yaralarını saracak mı?

En çok merak ettiğiniz şurası olsun. Azrail o kadının Meryem olduğunu öğrendiğinde ne olacak?

Sizce ne olur? Nasıl tepki verir mesela?

Diğer bölümde görüşürüz. Öpüyorum sizi. ❤️‍🔥😘

 

 

 

Bölüm : 28.04.2025 12:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...