27. Bölüm

"27"Son duanı et Maria!

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

 

 

 

"Hayatı boyunca sevgi açlığı çekmişti. Sevgiye hasretti. Varoluşunun temel talebiydi sevgi. Ama hiç sevgi görmemiş ve zaman içinde katılaşmıştı. Sevgiye ihtiyacı olduğunu fark etmemişti bile... (Jack London)" Bu söz Azraili anlatıyor...

 

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

🎧Bölüm şarkısı : Angel ( Massive Attack) 🎧

Dudakları dudaklarımdaydı ama öpmüyordu. Dudaklarımda kalan dudaklarını belleğime kazıdım, sanki dünya ayaklarımın altındaydı ve ben bu dünyada ki tek gerçeğin o dudaklardan ibaret olduğunu anlamıştım.

Yumuşaktı, nefesi kor bir ateş kadar sıcaktı. Üşüyen ne kadar hücrem varsa hepsini tek hareketiyle ısıtıyordu. Birbirine do­kunan dudaklarımızın yarattığı duygu tuhaf, olağanüstüydü. Böyle bir duyguyu bu adamdan başkası veremezdi. Bedenimi uzak ve derin bir hazla, varlığını bile bilmediğim bir tutkuyla titreten bir duyguydu bu.

Sanki bir o vardı ve başka bir şey yoktu. Ben bile. Hepsini unutmuştum . Bütün ağrılarımı, yerlere serilen gururumu, bütün öfkemi sıcak bir dokunuşla alıp bir yerlerde saklamıştı.

Bir dokunuşun böyle hissettirebildiğini bilmiyordum. Sanki cennetteydim ve uçuyordum. Bu hissi bu adamdan başka kimse yapamazdı biliyordum.

Öyle hoyrat bir adam ki benide hoyratlaştırdı. Belli belirsiz bir bilinç içindeydim şuan. Sadece dokunmak yerine öpmüş olsaydı o an o öpücükler yüzünden ölebileceğimi düşündüm.

​​​​​O an bir anım geldi aklıma. Dudaklarım konuşmak üzere ara­landı, bir eli karnımın üstünde durdu. Dudaklarını araladı ve o anı aklımdan uçup gitti. Herşey önemsizdi şuan. Ne anılar, ne de acılar.

Ama devam etmedi. Sanki kendi içinde bir şeyi kanıtlamak istiyordu. Kalbi ve aklı savaşıyor ve kazanan aklı olmuş gibi geri çekildi.

Parmaklarım, doğumumdan öleceğim güne kadar, dünyanın en büyük gücü bile gelse ellerimi oradan çekip alamazmış gibi şiddetle Azrailin eline yapıştı.

"Devam etmeyeceksen bir daha üzerimde böyle bir his bırakma." Yalvarır gibi baktım gözlerine. Bir aşık gibi. Yıllardır sevgilisine hasret kalmış bir kadının özlemi gibi. Bütün duygularını tek birine bağlamış çaresiz bir kadın gibi bakıyordum. "Bana önce dünyaları verip sonrada geri alma. Yapma ben bu enkazın altında kalırım. Beni tanımıyorsun. Bağlanınca nasıl bir deliye dönüştüğümü bilmiyorsun.. Lütfen yalvarıyorum bir daha o dudaklarının tadını alamayacaksam hislerime dokundurtma!"

Siyah halkaları cümlelerimin ağırlığıyla titredi. Sanki ilk kez bir duygu hissediyordu. İlk kez kaya gibi kalbi küçük çakıl taşlarına dönüşmüştü.

​​​​​​" Özür dilerim. "dedi gözlerini kaçırarak. Bendenmi kaçıyordu yoksa gözlerinde ki duyguyu görmemden mi saklıyordu kendini." Kendimi tutamadım. "

Bu canavar benden özür diledi az önce. Önümde diz çökmüş ve benden özür diledi. Yüzlerce insanı öldürmüştü. Yüzlercesini canlı canlı yakmıştı. Bir kadının haz duymamış dudaklarına özür diliyordu. Zincir vurduğu dudaklarına. O dokunduya benim dudaklarıma bir daha kimse dokunamazdı. O hazzı, o isteği o arzuyu ölsem bile unutmayacaktım.

Oysa öpmemişti. Eğer bu olsaydı bana ne olurdu?

"Biraz daha iyi misin?" sesi beni kendime getirdi.

"Değilim." dedim bakışlarımızı ellerimize indirerek. Ne kadar da yumuşaktı. Aynı zamanda sert olabilecek elleri vardı. Kaç kişinin kanı bulaşmıştı bilmiyorum ama artık ruhumu bile öldürebilirdi.

Sonra çok ayıp düşünceler indi zihnime. Bedenimde dolaştığını hissettim. Kıvrımlarımı yokladığını. Beni dünyanın en şanslı kadını gibi hissettirecek elleri tutuyordum şuan. Kalbim yanaklarıma kan pompalamaya başladı sanki. Öyle kızarmış hissediyordum ki, düşüncelerimin utancıyla elimi çektim. Oysa az önce en büyük güç gelse bile çekip alamazdı beni ondan.

Bir tutku, bir tahrik düşüncelere yenik düşmüştüm.

"Canım çok acıyor." dedim ardından.

"Seni tedavi ettirelim." ayağa kalktı ve kapıyı kapattı. Beni daha önce görmediğim bir yere götürdü. Özel bir klinikti. Beni kucağına almak istedi ama yürüyebileceğimi söyleyerek reddettim. Bu gece için bu temas beni neredeyse hayattan koparıyordu. Daha fazlasını şuan kaldıracak gücüm yoktu.

Kapıda benden bir iki yaş büyük bir kadın karşıladı bizi. Kahverengi saçları omzuna kadardı. Üstünde doktor önlüğü vardı. Gözleri kahverengiydi. Yüzünde çiller vardı. Gülümseyerek yanıma geldi ve kollarını belime dolayarak içeri girmeme yardım etti.

"İsmim Kate." dedi sedyenin üstüne yatırarak beni. Azrail dışarıda bekledi.

"Maria." dedim kanlı elbiselerimi çıkarmaya çalışarak. Sol kolum yüzümden bunu yapamayınca yardım etti.

Sadece iç çamaşırlarım ile duruyordum. Önce kolumu tedavi etti. Sekiz dikiş atmıştı. Neyseki her yerim uyuşmuştu. Hissetmemiştim. Sonra karnıma darbe aldığım için adını bilmediğim ilaçlar verdi. Kontrol etti ve iyi durumda olduğumu söyledi.

"Taşıyıcı mısın?" diye sordu yaralarımı temizlerken.

"Hayır, artık değilim." dedim.

Yaralarımı bırakıp şaşkınlıkla gözlerime baktı.

"Yakını mısın?"

Alt dudağımı ısırdım. "Hayır."

Bunu duyunca daha çok şaşırdı. Beni baştan aşağı süzdü. Kim olabileceğimi düşünmeye çalıştı. Kafasında ne kuruyordu bilmiyorum ama gözlerinde hayranlık ifadesini görmüştüm.

"Sevgili..." devamını getirmedi. Sözünü kestim.

"Sence böyle bir şey mümkün mü?" diye sordum.

"Haklısın o kadar ilerisinin olacağını düşünmüyorum." Kulağıma eğilerek fısıldadı. "Efendimizin birine kalbinin yumuşayacağı çok ileri düzey bir olay. İmkansız."

Geri çekilirken sırıttım. "Katılıyorum. İmkan dahilinde bile değil."

"Peki sen kimsin Maria? Seni neden kendi elleriyle bana getirdi. Daha önce hiç yapmadığı bir şey."

Omuzlarımı kaldırıp indirdim. "Bunun cevabını bende bilmiyorum. Ben kimim? Neden bunları yapıyor? Bilmiyorum."

Islak bezle yüzümü temizlemeye başladı. "Zavallıcık. Üzülmemeye çalış. Umarım başın belada değildir."

Acı bir tebessümle, "Umarım." dedim.

Beni tedavi ettikten sonra dolaptan bir eşofman takımı çıkardı. "Bedenini bilmiyorum ama olacağını düşünüyorum. Bol bol dinlen. Sol koluna dikkat et. Bir hafta sonra bana kontrole gel tamam mı?"

Kıyafetleri giymeme yardımcı olurken, "Teşekkür ederim Kate, mutlaka geleceğim." dedim.

İki saatin sonunda odadan çıkmıştım. Tahmin ettiğim gibi gitmişti. Onun yerine Carlos'u karşımda görünce şaşırdım. Beni baştan aşağı süzdü.

"Belayı üstüne çekmekte mükemmel bir rol oynuyorsun." dedi.

​​​​​​"Evet şuan birisi karşımda duruyor." dedim.

Kate kıkırdayarak güldü.

"Bu kırıcı oldu." dedi önümden yürüyerek.

"Hak ettin." dedim yanından yürüyerek. Durup yüzüme baktı.

"Ben ne yaptım?"

"Neden sen orada değildin. Belkide ölmüştüm. Yardıma neden gelmedin?"

"Haklısın ama biliyorsun emir kuluyum. Göreve hazırlanıyorduk, sonra sen aradın. Efendimiz adamları alıp çıktı banada fabrikayı boşalttırdı. Şimdi o pisliğe neler yapıyor görmek bile istemezsin. Yinede özür dilerim."

"Neler yapıyor?"

"Bütün işkence metodlarını unut Maria. Tarih öncesi işkenceleri yapıyor. İşin en heyecanlı tarafı ailesi bile yardım edemiyor."

Sanki bizzat kendisi işkence edemediği için üzülüyordu.

"Gebersin pislik!" dedim öfkeyle. "Ondan nefret ediyorum."

"Bende." dedi ve koluma girdi. "Şimdi seni yeni evine götürelim."

Duraksadım, "Yeni evmi?"

"Yerin ifşa oldu. En azından senin için bunu yapmama izin ver. Güvenli bir yerde sana ev tuttu. Güvenlik sistemi son sınıf. Kuş uçsa haberleri oluyor."

" Onun bundan haberi var mı?"

"Efendimizin evlerinden biri. Öyle istedi. Kabul etmezsen seni zorlamak istemediğini ama bunun daha sağlıklı olduğunuda iletmemi söyledi."

"Sorun değil. Kalabilirim. Peki eşyalarım?"

"Hepsini yerleştirdim. Yalnız iç çamaşırların fazla çocuksu. Biraz kadınsı şeyler mi denesen?"

"Ne?" duyduklarım doğru muydu? Yerin dibine girsem şuan utancımdan daha iyi olurdu. "Sapık! Seni öldüreceğim."

Kahkaha atarak benden uzaklaştı. "Ben doğruları söylüyorum. Biraz daha sexi şeyler al kendine. Erkek kafası diyorum."

Ayağımdaki ayakkabıyı elime alıp fırlattım. "Gel buraya! Hemen seni dövmek istiyorum."

Kaçacağını düşünüyordum ama gelip önümde durdu ve kafasını eğdi. "Hadi döv beni bekliyorum."

Vurmak için elimi kaldırdım ama sonra kulağından tuttum. "Unutacaksın. Ne gördüysen hepsini."

"Söz unutacağım." dedi kıkırdayarak.

"Gülme!"

"Tamam." dedi ama hâlâ gülüyordu.

Yeni evimi görene kadar yol boyu uyudum. Ağrılarım ilaçların etkisi geçerken daha fazla artıyordu.

"Maria, geldik."

Arabadan inene kadar ifadem düzdü. Her zamanki gibi sabit. Ve o an gördüm. Evi, hayır burası bir şato gibiydi. Kocamandı. Kaç katlıydı. Beş. Ağzım o şeklini almış eve bakıyordum.

"Beğendin mi?"

"Beğendim, yani bu evdemi yaşayacağım artık?"

"Evet, istediğin kadar kalabilirsin."

En az üç dönümlük bahçesi vardı. Devasa çam ağaçları gökyüzüne yükseliyordu. Yirmi adımda bir korumalar dolaşıyor ve güvenliği sağlıyordu.

"Bir odam olsa yeterdi Carlos. Bu kadar büyük bir evde nasıl yaşayayım?"

"Ne güzel işte sıkılmazsın." dedi gülümseyerek.

"Yalnız başına burada ne yapayım? Ona karşı böyle bir mahçubiyetin altına giremem. Burada kalamam."

Arabanın kapısını açınca geri kapattı. "Maria, isteğini belirtirim ama bir düşün. Burası çok güzel. Rahat ve huzurlu yaşayabilirsin."

Acı acı gülümsedim. "Ve huzurla ölebilirim."

Yüzündeki gülümseme soldu. "Öyle demek istemediğimi biliyorsun."

"Biliyorum ama bakarken gördüğüm bu. Yapayalnız huzurla ölmemi istiyor."

Hiçbir şey demedi. Demek doğru düşünüyordum. Kapıyı tekrar kapattım. Kararlı adımlarla eve doğru yürüdüm. Kabul edelim bakalım. Sonum ne olacak. Carlos arabayla geri döndü. Korumaların önünden her geçtiğimde saygıyla eğiliyorlardı. Profesyonel oldukları duruşlarından belliydi.

İçeri girene kadar şaşkınlığım sadece dışarıdan gördüğümdü. İçerisi daha çok şaşırtıcı ve karışıktı. Her yer ışıklar ile doldurulmuştu. Kendimi bir an için avize almak için ışık dükkanına giriyorum gibi hissetmiştim. Gözlerim kamaşmıştı.

Deri koltukların yeni kokusu oda parfümleri ile bastırılmaya çalışılmıştı. Sağ tarafta üç oda sol tarafta iki oda vardı. Evin içinde hizmetçi olmaması gözümden kaçmadı.

Evi sonra keşife çıkabilirdim. Şimdi uyumak istiyordum. Karşımda duran geniş kapıyı açıp girdim. Girişe rağmen burası daha loştu. Kocaman bir şömine vardı ve odunların çıtırdayan sesi şimdiden hoşuma gitmişti.

Şöminenin önünde geniş bir koltuk vardı. Yatak büyüklüğündeydi. Her yer kahverengiydi. Koltuğa uzandım. Bu gece olanlar, dudakları gözümün önünden gitmiyordu. Gözümü her kapattığımda o yakınlık geliyordu önüme. Bir anda anılarıma yerleşip geçmişime ait şeyler oldu­lar. Uyumadan önce hayal kurmak yerine gerçekleşmesini istediğim gerçeklere dönüştüler. Kendimi tanıyamıyordum. Ne var ki yeryüzündeki hiçbir güç, bir tek anda zamanın akışı­nı tersine çeviremezdi. O andan önce aklım dingindi, bu kadar karışık de­ğildi. Her gece başımı yatağa koyar koymaz böyle şeyler hayal etmezdim. Derin bir uykuya da­lar, sabaha kadar uyanmazdım. Oysa şimdi başım, gece gündüz kaynayan su gibi, fokurdayıp köpürüp duran dokunuşların yakıcılığıyla dur du­rak bilmeyen bir değişimle titriyordu. Bir elim dudağıma gitti. Dokunduğu yere dokundu. Tekrar o an gözlerimin önüne gelince bir nefes dudaklarımdan kaçtı.

Şuan burada olmasını herşeyden daha çok istediğimi biliyordum. Bana tekrar dokunmasını, sonucunu, dudaklarını hissetmek istiyordum. Onun fırtınasına kapıl­mıştım. Beni sürüklüyormuydu, yoksa benmi ona sürüklenmek istiyordum hangisinin olduğunu bilemiyordum; çünkü her şey gece ve gündüz gibi birbirine karışmıştı.

Yüzüme, dudaklarıma, gözlerime, kulaklarıma, kalbime, tenimin altındaki bütün canlılara kadar azgın bir denizin homurtusu gibi açlıkla işlenmişti. Nereye gitsem benimle geliyordu. Nereye gitsem tenimde yanıyordu. Nereye gitsem çıplak bede­nime takılan utanmaz duygularım benimle beraber geliyordu. O şehvetli dudaklarının dokunuşu, Beni çırılçıplak so­yup, ağır ağır küstahça süzen bütün o duyguların mahkumu olmuştum.

Tek bir dokunuş, tek bir adamın dudaklarından oluşan küçük bir dokunuş tüm yaşa­mımı aydınlığa çıkardı; onu olduğu gibi görmemi sağladı. Gözle­rimdeki örtüyü çekip aldı. Gözlerimi ilk kez açıyor, yaşamımı ye­ni bir biçimde görüyordum. Daha önce farkına varmadığım bir şeydi bu. Daha önce varlığından haberdar olmadığım bir histi. Gerçeği hiç fark etmemiş olmayı yeğlerdim. Hiç olmazsa uykum kaçmaz, iştahım kesil­mezdi o zaman. Bu yeni duyguları kafamdan atmanın bir yolu var mıydı?

Bu dünyada artık hiçbir şey, bu gece o adamın dudaklarından önceki halime döndüremezdi beni. O andan itibaren başka hiçbir şey arzulayamaz olmuştum. Eski hayatım geride kalmıştı. Bedeli ne olursa olsun, ister aptallık, ister acı, isterse en ağır hakaretler olsun, hangi işkencelerden, hangi acılardan geçersem geçeyim, geri dönmek istemiyordum. Bedelini hayatımla ödeyecek de ol­sam, ondan öncesine dönmek istemiyordum.

Yanlıştı veya doğru. Yaşayıp öğrenmek istiyordum. Yanlışta benimdi doğruda. Ateşin sesini dinleyerek uykuya daldım.

Öğlene kadar uyumuştum. Huzur, sessizlik ve rahat. Hepsine sahiptim. Beni öldürmeye çalışan adamlar yoktu. Sadece sessizlik vardı. Şömine sönmüştü. Ahşap masanın üstünden çakmağı aldım ve şömineye biraz odun attım. Çakmakla tutuşmasını izlerken çıkardığı ses duyulmaya değerdi.

Mutfağı salona bağlıydı. Sadece arada bir paravan vardı. Dolabı açınca dolu olduğunu gördüm ve bu beni mutlu etti. Yumurta haşladım ve bulduğum yeşillikleri yıkayarak küçük bir tabak hazırladım kendime. Sonra şöminenin önüne geçtim. Kahvaltımı yaparken günümü nasıl geçireceğimi planlıyordum.

"Bütün odaları keşfetmeye başlasam ancak bir günümü alırdı zaten."

Gülümseyerek kahvaltımı yemeğe devam ettim. Bu ev, şömine, büyük arazi ve sessizlik bana her zaman uzak bir hayal gibi gelirdi. Şimdi ise yaşamak tuhaf hissettiriyordu. Bunu ona borçluydum. Bir kaç hafta önce böyle bir evde yaşayacağımı söyleseler inanmazdım.

Ama şuan şömine karşısında geleceğim hakkında kaygılanmak yerine kocaman evin hangi odasından gezmeye başlasam diye düşünüyordum.

"Ne kadar ironik." dedim sırıtarak. Kahvaltımı bitirince gezmeye giriş kısmındaki odalardan başladım.

Giriş katta bir kütüphane iki misafir odası bir salon bir mutfak ve birde çalışma odası vardı. Bütün eşyalar yeni alınmıştı. Kitaplar eskiydi sadece.

İkinci kata çıktım. Sağda iki oda solda iki ve tam karşımda yine büyük kapılı bir oda vardı. Koşarak o kapıdan içeri girdim.

Girdiğim gibi söylediğim ilk cümleler, "Ooo ben rüyamı görüyorum!" oldu.

Tavana asılmış pembe bir yatak vardı. Çift kişilikti ve her yerinde yıldızlar döşenmişti. Rengarenk yıldızlar. Bir makyaj masası, iki kahverengi koltuk. Bir jakuzi. Evet evet odanın manzaraya bakan penceresinin önünde jakuzi vardı. Sadece odayla ayırmak için cam kullanılmıştı. Muhtemelen suyun sıçramaması içindi. Bir banyo ve bir lavabo vardı. Giyinme odası kapının hemen yanındaydı.

Bu odaya bayılmıştım. Giyinme odasının kapısını açtım. Üç metre uzunluğunda ve iki metre genişliğindeydi. Camlı dolapların içi elbise ve ayakkabı ile doluydu. Bir tanesinin bedenine baktım.

"S." sonra diğerinin sonra bir diğerinin. Ayakkabı numaralarına baktım. "38."

Bedenimde ayakkabı numarasıda aynıydı. Azrail bu elbiseleri benim içinmi almıştı? Peki ne zaman? Hangi süre zarfında? Dün gece neredeyse ölüyordum ve o olay olmasaydı ben buraya gelmeyecektim. Yoksa bu eşyalar başka bir kadına mı aitti?

"Zannetmiyorum." kendi söylediğime güldüm. Carlos net söylemişti. Bu evde kalacaktım. Aşağıdaki eşyalar yeni alınmıştı. Buradaki herşey yeniydi. Yani bu plan iki üç gündür yapılmıştı ve ben bugün öğreniyordum.

Peki dün yaşananlar olmasaydı Azrail beni ne zaman bu eve getirecekti? Allah'ım ben kafamda fazlamı kuruyorum?

Elbiselere tek tek bakarken kendimi hayal dünyasında hissediyordum. Her kadın gibi benimde hayalim hep alışveriş yapmaktı. Alışveriş yapmaya yeni kıyafetler almayı hep sevmiştim.

Kendimi banyoya attım. Güzel ve sıcak bir duş aldım. Sonra elbiselerden bir kaç tanesini denedim. Ayna karşısında saçma sapan pozlar verdim. Çılgınlar gibi şarkı söyledim.

Benim yaşımda olan her genç kızın yapması gerektiği gibi yaptım. Hep içimde bir yerlerde bunun burukluğunu yaşamıştım. Şuan bu mutluluk için ona teşekkür etmeliydim.

Telefonumu elbiselerin arasında yirmi dakika arayarak sonunda bulunca bir mesaj attım.

"Akşam sana yemek yapmak istiyorum. Salçalı makarna. Sana teşekkür etmek istiyorum."

Mesajı yolladım. Şimdi akşam için güzel bir elbise seçmeliydim. Önce hangi renk giymek istediğimi seçmeliydim.

"Imm, pembe, mor, kırmızı, yeşil, turuncu. Turuncu olabilir. Saçlarımın rengini gösterebilir. Evet bu elbiseyi giyeceğim."

Odayı toparladıktan sonra aşağı indim. Mutfaktaki eşyaların yerini öğrenmem tam bir saatimi aldı. Sonrasında salçalı makarnamı yaptım. Hazır hale getirdim. Üstümü değiştirmek için tekrar yukarı çıktım. Saçlarımı arkadan dağınık topuz yaptım. Elbisemi giydim ve hafif bir makyaj yaptım. Sonra telefonumu alarak aşağı indim. Yemek masasını hazırladım. Öyle çiçek veya mum koymadım. Onları görünce bu evi başımıza yıkabilirdi. İki makarna tabağı koydum. İkimize yetecek kadar salata ve ayran yapmıştım. Ah birde turşu. Kornişon turşusu. Kendi elimle yapmıştım. Makarnaya en çok bu yakışıyordu.

Aslında gelmeme ihtimali yüksekti. Bu hazırlıklarım boşa gidebilirdi. Yüksek ihtimalle bu olacaktı. Ama yinede onun için bir şeyler hazırlamak hoşuma gittiği için yapmıştım. Gelmezse üzülecektim ama sorun değildi. Bugün değilse yarın değilse elbet bir gün gelecekti. Bende o zaman hazırlardım.

Tam bir saat geçti. Her dakika saate bakmaktan midem bulanmıştı. Gelmeyeceğini anlayınca yemeği yedim ve ortalığı toparladım. Üstümü değiştirip uyudum. Şu günlerde uyumak bana en iyi gelen şeydi. Kafamdaki kaosu yatıştırıyor duygularıma biraz ara veriyordum.

Bir kaç gün sonra Mad'in nişanı için kuafördeydim. Fazla dikkat çekmeyen siyah ve düz bir elbise seçtim. Saçlarımı düzleştirdim ve serbest bıraktım. Hafif bir makyaj. Tamamdı.

Bir taksiye atlayıp Mad'in beni daha önce götürdüğü evinin adresini verdim. Taksicinin sürekli dikiz aynasından beni izlemesine maruz kalsamda elimi kana bulamak istemiyordum. Bugün bu elbisem kana bulanmayacaktı. Tek istediğim günü sağlam bitirmekti. Bakışları sürekli çıplak bacaklarıma iniyordu. Sağ bacağımı sol bacağımın üstüne attım. Gözleri alev alev oldu.

Sonra bundan sıkılmış olacakki konuşma cesaretini buldu.

"Özel bir davetemi gidiyorsunuz hanımefendi?"

Hanımefendi? Kibar bir sapığım mı demek istiyordu?

"Bir ayin." dedim sinsi bir sırıtışla. "Bu yüzden siyah giyindim."

Bir kaç dakika dediklerimi düşününce direksiyonda ki parmakları sıkılaştı.

"Ayin derken? Dua seansı felan mı?"

Kahkaha atarak, "Ne kadar masum bir düşünce?" sağ elimi bacağımın üstüne atarak parmaklarımla tenimde daireler çizdim. Gözleri anında bacaklarıma kaydı. "Sence bir dua için giyinmiş gibimi duruyorum?"

Korkuyla yutkundu. Ama sormadan da edemiyordu.

"Siz zenginlerin zevkleri çok tuhaf." dedi.

Gözlerimi kıstım ve yüzüne doğru eğildim. Oturduğu yerde huzursuzca kıpırdandı.

"O kadar haklısınız ki, bizler doyumsuzuz. Artık erkeler ile yatmak zevk vermiyor. Bende kanlarını içiyorum işte."

Aniden fren yapınca alnımı koltuğa çarptım. Acımış gibi ovalarken adamın ne ara indiğini ve kapımı ne ara açtığını anlayamadım. Öyle korkmuştu ki vampir kadar hızlı hareket etmişti.

" Hanımefendi acil bir işim çıktı. Sanırım başka bir taksi çağırmalısınız."

"AA, beyefendi sadece şaka yapıyorum. Öğlen vakti ayin mi yapılır?"

Adam durup gözlerime baktı. "Gerçekten şakamı yaptınız?"

Sahte bir gülümsemeyle yüzüne doğru eğildim. "Elbette, hem gece dururken neden gündüz erkek avına çıkayım?"

Adam kendini taksiye attı ve frenleri bağırtarak kaçıp gitti. Yolun ortasında kahkaha atmaya başladım. Şu dünyada ne kadar aptal erkek vardı? Hepsimi beni buluyordu?

Ormanın ortasındaki yolda yalnız başıma yürümeye başladım. Ne kadar süreceği umrumda değil yürümek daha huzurlu hissettiriyordu.

Yol sakindi. Ağaçların arasından hafif bir esinti geliyordu. Yalnızlığın verdiği huzurdan hoşlanarak yol boyunca yürüdüm. Artık acı hissetmiyordum. Çevremdeki her şey bana huzur veriyor gibiydi: yüzümü okşayan hafif esinti; sakin yol, insan yok. Ait olmadığım büyülü bir dünyada yürüyen bir kadın gibiydim. Canı­mın istediğini yapma, istemediğini yapmama özgürlüğüm vardı.

Sonra telefonumdan şarkı açıp dans etmeye başladım. Orman, sessizlik, huzur ve yalnızca ben. Ayakkabılarımı elime aldım ve rüzgarın melodisiyle dans etmeye başladım.

Kendimi kimsenin olmadığı bir dünyada özgür hissediyordum. Erkeklerin iğrenç bakışları yoktu, salyalarını akıtan adamlar yoktu, para karşılığı herşeyi elde edeceğini sanan adamlar yoktu.

Beni korkutacak veya tecavüz etmeye çalışacak adamlar yoktu.

Sadece ben ve dansım vardı.

Bir sağa dönüyordum ve bir sola. Sanki Azrail ile dans ediyordum ve o beni etrafımda döndürüyordu. Şarkı sesi ormanın sesiyle karışınca bir doğa dansını andırdı adımlarım.

Saçlarım savruluyor ve ellerim göğe yükseliyordu zerafetle. Elbisem yumuşak tenimde yok gibiydi.

Sanki çıplaktım ve esen rüzgar bedenimi sararak bir elbise oluşturmuştu. Telefonu yere indirdim ve çılgınlar gibi dans etmeye devam ettim. İşin tuhaf ama hoş yanı bu yoldan kimsenin geçmiyor olmasıydı.

Birileri geçseydi benim deli olduğumu ya da zengin avcısı olduğumu düşünebilirdi. Oysa ben sadece dans ediyordum. Tek amacım buydu ve hep bu olmuştu.

İçimdeki hırçınlığı, kalbimdeki ağır özlemi yansıtıyordum. Zihnimin içindeki kaos bir fırtınaya dönüşüyor ve tenimle buluşuyordu.

Her bir adım hıçkırıktı.

Her bir adım haykırıştı.

Her bir adım aşkımın imkansız yansımasıydı.

Aklıma siyah gözleri geldi. Ne kadarda güzellerdi. Hiç farkında mıydı gözlerinin? Hep sormak istemiştim. Ama asla sormaya cesaretim olmamıştı.

Hareketlerim onun gözlerinin hayaliyle yavaşladı. Daha arzulu bir hal aldı. Daha tutkulu. Daha istekli. Şimdi sanki karşımda o varmış gibi dans ediyordum.

Kıvrılıyor, bükülüyor ve tenimde yanan ateşle bir oluyordum.

Ses tonum daha titrek bir hal aldı. Artık telefonumda çalan müziği duymuyordum. Tek duyduğum onun için tutkuyla ve arzuyla atan kalbimin melodisiydi.

Her adım artık ona atılıyordu. Sağa kıvrılıyordum gözleri yakıyordu tenimi.

Sola kıvrılıyordum dudaklarındaki cehenneminde yanıyordum. Bu nasıl bir adamdı ki onun için dans ediyordum. Karşısında dans etmek istiyordum.

Oysa az önce kimsenin olmadığı bir dünyada gibiydim. Dans ediyordum ve yalnızdım. Şimdi ise onun dünyasında hapsolmuş ve ateşinin üstünde dans ediyordum.

Kimdi bu adam? Bana bunları yapmayı nasıl başarmıştı?

Hiçbir adamın bakışlarına bile katlanamazken, onun bakışlarına tutulmuştum.

Hiçbir erkeğin dokunuşlarını istemezken, onunkileri arzular olmuştum.

O öyle biriydi işte. Bütün sınırlarımı açmıştı. Bütün surlarımı ele geçirmişti. Bütün tenime savaş açmıştı.

Ve kalbim onun savaşına yenik düşmüştü.

Dans etmeyi bıraktım. Nefes nefese kalmıştım. Göğsüm inip kalkıyordu. Titriyordum. Korkuyordum. Özlüyordum.

Ellerimle yüzümü kapattım. Ağlamak üzere olduğumu anlayınca gözyaşlarım benden bağımsız dökülmeye başladı.

"Ağlama!" ve onun sesi hemen arkamdan geldi. Yüzümü ona doğru çevirdim, göz göze geldik: bana bakan kapkara iki yuvarlak gözlere..

Geriye doğru sendeledim. Yine.. Yine rüyamı görüyordum? Başımı yana eğdim. Gözlerine bak­mayı sürdürdükçe gözleri sanki daha kara oldu; sanki yerde de gökte de bulunmayan gizemli bir kaynaktan alıyorlardı ışıklarını.

"Gerçekten burada mısın?" yüzüne dokunmak için kaldırdığım titreyen elimi havada yakaladı. Birbirine dokunan ellerimizin yarattığı duygu tuhaf, apansızdı. Bedenim dokunuşunun hazzıyla yanıp tutuşmaya başladı.

"Ağlama!" dedi bir kez daha.

Gerçekti inanamıyorum. Ondan uzaklaştım ve elimi diğer elimle kapattım. Buradaydı. Ne zaman gelmişti? Ne zamandır beni izliyordu?

Yüzümdeki şaşkınlığı anlamış olacakki hemen konuştu.

"Güzel dans ediyorsun." dedi yakıcı bir gülümsemeyle.

Anımsayamıyordum.. Gözlerine bakıyordum, rüya olmadığını biliyordum, ama gerçekten karşımda duruyor olması bana rüya gibi hissettiriyordu. Bir anda kaybolacak diye ödüm kopuyordu.

Baş parmağı gözümden akan yaşı yakaladı. "Neden ağladın? Aniden." diye sordu.

Sahi neden ağlamıştım?' Huzurla dans ederken aklıma sen geldin ve sadece ağladığımı hatırlıyorum. 'düşündüm ama dudaklarımdan dökülmedi.

"Konuşmayacak mısın?" sabırsızca yüzüme bakıyordu, ama sanki sabırlı olmak artık onun için katlanabilir bir durumdu.

Onu baştan aşağı süzdüm. Bu kez farklı olarak beyaz gömlek giymişti. Siyah kumaş pantolon ve siyah ceketini omzuna atmıştı. Beyaz bir maske takmıştı. Sanki daha çok canımı yakmak istiyor gibi bu sefer dudakları açıktaydı.

Etrafında ağır ağır bir defa döndüm. Dönerken gözlerini bir an benden ayırmadı. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama sadece onu süzmek o an hoşuma gittiği için yapıyordum.

Bir yerlerde hissedebiliyordum onu, sanki geçmişimin çok mutlu zamanlarında bu adamla bir kez daha karşılaşmıştık. Çok uzak bir tanıdıklık hissiydi. Son mutlu anlarımda doğan, Hep varmış gibi, ben büyürken büyümeyen bir parçası gibi. Bir zamanlar bildiğim, ama sonradan geride bıraktığım bir parçası gibi... Unutkanlık olabilir miydi. Hafızammı silindi acaba?

Dudaklarım konuşmak üzere arala­ndı, ama sesim çıkmadı. Yitirmek üzere olduğum, ya da o an sonsuza dek yitirdiğim değerli bir şe­yin anısıyla çılgın gibi atan korku dolu yüreğim sarsıldı.

Geçmişimi asla unutmadım. Her anım aklımdaydı. Hepsini hafızamda ki günlüğe yazmıştım. Ama neden bu adamda tanıdığım ama yitirdiğim bir duyguyu hissediyordum.

"Maria!" uyarıcı sesiyle kendime geldim.

"Ben, öylesine dans ediyordum." dedim kısaca.

Kaşları ilgiyle yukarı kalktı. "Hiçte öylesine dans ediyor gibi görünmüyordun. Sanki dansı sen yaratmıştın Maria."

Gözlerim masum bir duyguyla büyüdü. "Gerçekten öylemi görünüyordum?"

"Evet." dedi.

Kalbim kıpır kıpır atıyordu sanki.

"Ben ne diyeceğimi bilmiyorum." dedim gözlerimi kaçırarak.

"Gözlerin anlatıyor Maria." dedi gülümseyerek.

Dönüp gözlerine baktım. "Beni korkutuyorsun." korkudan dudaklarımı ısırdım.

"Oysa iltifat ediyorum." dedi solan gülümsemeyle. Sanki alınmış gibiydi. Onun bir şeye alınacağını ancak hayal ederdim. Hatta belki o bile değil.

"Beni şaşırtıyorsun." dedim cümlemi düzelterek.

"Hayatında ilk defa bir erkekten iltifat mı alıyorsun? Oysa böyle bir güzellik çok iltifat alıyor diye düşünmüştüm."

Kaşlarım şaşkınlıkla kalktı. Sanki Azrail gitmiş yerine başka biri gelmişti.

"Hayatımda ki var olabilecek tek adamdan iltifat aldığım için." dedim. Bu kadar cesur sözleri söylediğimde şaşıran tek ben değildim. Fazlaca şaşkındı..

Utancımdan sustum. Gözlerimi yeniden kaçırdım.

" Neden taksiden indin?" konuyu değiştiren soruyu sordu.

​​​​​​" Sapıktı. "dedim gülümseyerek.

Kaşlarını çattı." Sapık olduğu için mi gülüyorsun? "

Daha büyük gülümsedim." Hayır, onu öyle bir korkuttum ki değil bir kadına bakmak, belkide başka bir kadın hakkında iğrenç hayaller bile kuramayacak. "

Merakla," Ne söyledin?" dedi.

"Duymak istemezsin." dedim onun bir zamanlar bana söylediği cümleleri söyleyerek.

"Duymak istiyorum." dedi kısılan sesiyle.

"Ona erkekler ile yatmanın artık zevk vermediğini ve onların artık kanını içtiğimi söyledim. Ayin yapmak için erkek avına çıktığımı."

Gülmesini bekledim. Ama donuk bir şekilde gözlerime bakmaya devam etti. Yine yapıyordu. Yahu bunu kızdığındamı yapıyordu yoksa beni kızdırmak için mi bir türlü anlayamıyordum. Sustuğunda deli gibi korkuyordum. Sanki hemen ardından fırtına kopacak gibiydi.

"Erkeler ile yatmak?" o tuhaf soruyu sordu. Aslında soru değildi.

"Asla olmadı. Elime erkek eli değmedi." dedim gülümseyerek.

Gözlerini devirdi.

"Yalan söylüyorsun." dedi.

"Ne?" dedim şaşkınlıkla. "Ne demek yalan söylüyorum. Olmadı işte. Elime erkek eli değmedi."

"Yalancı kadın!" dedi öfkeyle.

Midem burkulmuştu. Böyle düşünmesi beni suda boğuluyor gibi hissettirmişti.

"Yemin ediyorum yalan söylemiyorum."

Öfkeli ve kısık bir sesle, "Ve bir yalan daha." dedi. Sonra tabancasını çıkardı ve bana gösterdi. "Sanırım yalancının mumu yatsıya kadar bile yanmadı." dedi.

Sadece bakıyordum. Gerçekten beni burada öldürecek miydi? Şuan mı? Beni öldürmek mi istiyordu? Oysa az önce bir şair gibi konuşuyordu.

"Gözlerini kapat ve son duanı et Maria!" dedi silahı göz ucuyla işaret ederek.

Susmayı tercih ettim. Beni öldürmemesi için yalvarmayacaktım. O karar verdiyse yalvarışlarım sadece ona şarkı gibi gelirdi. Hoşuna giderdi.

Ama şuan kalbim kırılmıştı. Gözlerimi kapattım. Göğsüm inip kalkıyor ve kalbim göğüs kafesimi sıkıştırıyordu. Hep bu anı bekleyerek yaşamıştım. Ölümü bekleyen bir kadındım.

Peki neden şuan kırgın hissediyordum? Kalbim neden acıyla burkuluyordu? Neden ağlamak istiyordum?

Ben ölüme fısıldayan kadındım. Neden ölüm artık beni korkutuyordu?

Yoksa Azrail yüzünden miydi? Onun içinmi ölmek istemiyordum? Onun içinmi yaşamak istiyordum?

Bir gürültü koptu ve kulaklarımda çınlamadan daha büyük bir ses yankılandı.

☆☆☆

Korkmayın güzel bir şey oluyor 😏

Nereden başlayacağımı bende bilmiyorum. Ama siz şuan yine en heyecanlı yerinde bitirdim diye beni azarlayacaksınız ondan kesin eminim. 🥹

Lütfen kızmayın. Benimki de hastalık işte illa bir aksiyon meraklı bitiricem. Bende hastayım Azrail bir ben iki yani. 😁

Bundan sonra herşey değişiyor. Meryem birazda olsa şüphelendi ama hatırlayamadığı için pek düşünemiyor.

​​​​​​Bu iki karakter varya acısıyla tatlısıyla birbirleri için yazdım. Biri hep diğerini tamamlayacak.

Evet bölüm hakkında düşüncelerinizi alayım.

Meryem dansı sen yarattın demesi. E bir düşmedik mi bu cümleye. Bizim için şato satın aldı adam daha ne yapsın.

Meryem de her defasında salçalı makarnayı kullanıyor. Tatlı şey kızım biraz sarma ya felan geç. Belki gelir.

Sizce yarınki bölümde ne olacak.

Şöyle bir soru sorayım. Azrail, Mad'in nişanına neden gidiyor? Aklında ne var?

Hepinizi öpüyorum baaay. ❤️‍🔥

​​​​​

 

 

 

 

Bölüm : 03.05.2025 11:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...