3. Bölüm
Kupa Kızı / Sahtekar / '3'Taşıyıcı

"3"Taşıyıcı

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

"Kafam cam kırıklarıyla dolu doktor.Bu nedenle beynimin her hareketinde düşüncelerim acıyor. (Oğuz Atay)"

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

🎧Bölüm şarkısı : Streets ( Doja Cat)🎧

DÜNYANIN EN MUTLU İNSANI KİMDİR?

Bu soruyu bana hayatımın en mutlu günlerinde sormuş olsaydınız... Kesinlikle kendimi anlatırdım.. Çünkü bir zamanlar dünyanın en mutlu insanıy....dım.

Tarih 26. 04. Cuma saat 8,30... Ben doğdum.. Annem ve babam için dünyanın en mutlu anlarıydı... Çünkü ikiz bebekleri zorlu ve tehlikeli bir doğumun ardından dünyaya gelmişti. Hem de sağlıklı bir şekilde.. Annemin bana hamileyken iki kez trafik kazası geçirip üstüne doğuma bir ay kala anne ve babası yani anneannem ve dedem ölünce her şeye rağmen sağlıklı dünyaya geldik.

Bu zorlu doğum sürecinde doktorların dediğine göre mucize bebeklermişiz.. Mucize Bebekler. İkiz.. Aslında bunu annemin güçlü ruhuna bağlıyorum. Canım annem ve babam bizim için herşeyi yaptılar.. Bizi çok seviyorlar. Ben babamın ikinci prensesiyim. Evet evet ikinci. Çünkü bir tane güzeller güzeli ablamız var.. Tahmin edersiniz ki ikizim erkek.. Ah.. Ondan bahsetmeyi unuttum değil mi? Tek söyleyebileceğim. Gıcık, patavatsız, aşırı dozda özgüven ve kaçık aptalın biri.. Her neyse ikizim den daha fazla bahsederek moralimi bozmak istemiyorum.

Ablam aşık olduğu adamla evleneceği gün tüm ailemi kaybetmiştim. Ah benim güzel ablacığım. Bu hayatın en şanslı kadınıydı bir zamanlar. Çünkü eniştem onu çok seviyordu. Halk diliyle birbirleri için yaratılmışlardı.

Küçükken bende bir gün ablam gibi hayatımın aşkını bulup evlenirim diye düşünüp hayaller kurardım. Ama o acı günden sonra kimseyi sevemeyeceğimi anlamıştım. Ben artık kaybetmeyi sevmeyen ve ölümden korkan bir kadın olmuştum. Hayır kendi ölümümden değil. Bir gün birini seversem ve o ölürse.. Bir ölüme daha dayanamazdım. Birde aşık olduğum adam ölecekse..

Bundan çok korkuyordum işte. Hep aileme anlatırdım. Yani ölmeden önce onlara anlatırdım. Nasıl bir adamla evlenmek istediğimi. Bir defasında babam hiç unutmuyorum bana sormuştu. Ve ilk kez o an anlatmıştım.

"Meryem, Lotus çiçeğim, yine ne yazıyorsun günlüğüne?"

"Şey.. Ablam gibi bende hayatımın aşkını bir gün bulup evleneceğimi yazıyordum."

"Ah, Hanım görüyorsun ya. Ablası bizi bırakıp gidiyor daha bu yaşta bizi terk edeceğini söylüyor."

Annem arkasını dönüp bana baktı. "Üstüne gitme Aşkım. Hem söyle bakalım güzel kızım ileride nasıl bir adamla evleneceksin?"

Evet, işte beklenen soru. Bunu çok düşündüm. Hatta günlüğümde sayfalarca karalama yaptım ve sonunda nasıl bir adamı istediğimi bulmuştum.

"Baba! Ben küçükken bana bir masal anlatıyordun hatırlıyor musun? Hani hep kızı güldüren eğlenceli bir prensin olduğu masal?"

Babam dikiz aynasından bana bakınca, göz çevresindeki kırışıklık masum bir gülümsemeyle süslenmişti.

"Evet, her gece uyumadan önce anlatırdım.. Hâlâ da o masalı anlatmadan uyumuyorsun."

10 yaşındayım ama masalsız uyumadığımı birisi özellikle sınıfımda ki gıcık kız Cansu duyacak olursa beni her yerde rezil ederdi.

"Evet, işte ben oradaki eğlenceli ve yakışıklı prens gibi birini bulup evleneceğim. Onun gibi komik ve aynı zamanda güçlü biri.. Onun gibi düşünceli ve Aşkı için gerekirse ölüme gitmeli."

Babam ve annem birbirine bakıp gülümsediler. Bu masumane gülümsemenin altında yıllardır birbirlerine duydukları büyük Aşkın kırıntıları yatıyordu.

" Off! Ne sıkıcı bir adam. "Gıcık ikizim bu tatlı anı böldüğü için ondan iki kat daha gıcık kapıyor olsamda o her zaman aynıydı.

" Sıkıcı mı? Benim seçtiğim adama sıkıcı mı diyorsun? "

En az bin kez çekiştirdiği kravatını özensiz bir şekilde karıştırdı.

" Senin ileride ki kocan çok aptal olacak. Senin gibi dümdüz bir kıza kaldıysa ohoo. Ondan bir halt olmaz."

"Dümdüz mü? Baba ne diyor?" Dudaklarımı büzerek dikiz aynasından babama baktım. Sahte üzüntüm onu hemen duygusala bağlamıştı.

"Kız kardeşin hakkında düzgün konuş. Okulunda birinci.. Örnek alacağın yerde küçümsüyor musun oğlum?"

Zevkle yüzüne bakarak dilimi çıkardım. İkimizde hayatımız boyunca asla anlaşamadık. Hep kavga ve hep bir laf sokma. Tek iyi anlaştığımız yer ve zaman, birbirimizden ayrı olduğumuz zamanlar oluyor. Benim ikizim aksi huysuzun tekidir.

" Yani inek demek istedin baba.. Ya hangi insan uykusunda kitap okumak istediğini sayıklar ki?"

"Beni kıskanıyorsun."

"Kıskanmıyorum."

"Kıskanıyorsun." diye bağırdım.

Aynı bağırışla cevap vermesi gecikmedi. "Senin gibi inek birini asla kıskanmam."

"Ben inek değil zekiyim. Senin gibi derslerinde başarılı olamayanların zorbalamak için kullandığı aptal cümlelerin tarihi geçmek üzere."

"Sen bana aptal mı diyorsun?" gözlerinden alev sıçrıyordu. Annem ve babam yanımızda olmasaydı şuan üçüncü dünya savaşı dünya çapında duyulmuş olurdu.

"Evet Aptalsın ve gıcıksın. Gerizekalı ve Mal."

"Seni varya!"

Savaşı başlatacak olan o ilk atağı babamın azıcık öfkeli sesi durdurdu.

"Yeter! İkinizden tek kelime dahi duymayacağım. Ne yapıyorsunuz bilmem ama, bugün ablanızın en mutlu günü. Bunu berbat ederseniz ikinizde büyük ceza alırsınız bilmiş olun."

En mutlu günü.. En mutlu gün. Böyle günlerdir değil mi? Doğum günleri, partiler, tatiller ve düğünler. İnsanların en mutlu günleri arasında çok önemli bir rol oynuyor. Peki benim hayatımda bu en mutlu gün o gün mü olacaktı? Ailemle son kez konuşup hatta ikizimle son kavgamız.. Büyük özlem vardı. Asla dinmeyecek büyük ve açık bir yara gibi kanayan derin özlem.

Gözlerimi bu güzel anılardan ayırarak karanlık odaya araladım.

Canlı hiçbir şey yoktu. Benden başka. Bir mum ışığını arar olmuştum. Bir ses. Canlı olduğumu hatırlatacak bir ses. Yalnız olmadığımı bana hissettirecek bir ses. Ama yoktu. Kendimle baş başa bir odanın içindeydim.

Bana ne olacaktı? Bana o Azrail adam ne yapacaktı? Öldürmemişti peki bundan korkmalımıydım? Yoksa ölüm benim kurtuluşum mu olacaktı?

Yeni hayatıma soğuk, karanlık, tozlu ve boğuk bir havayla çevrilmiş dört duvar arasında başladım. Ayağa kalktım el ve ayaklarımın üzerinde geri geri gittim. Soğuğa rağmen terden alnım ıslanmıştı.

Bu küçük odanın köşesine varana dek duvar kenarından ilerledim. Oturup bacaklarımı kendime doğru iyice çektim ve gözlerimin karanlığa alışmasını bekledim.

Soğuktan midem bulanıyor ve kusma hissi ağzıma kadar gelmişti. Daha ne kadar burada yalnız olacaktım? Ne olacaksa olsun istiyordum. Bu bilinmezlik içimi yiyip bitiriyordu.

Yanmış et kokusuna benzer bir koku tüm duyularımı ele geçiriyor ve daha kötü hissetmeme neden oluyordu. Ağlamak istiyordum ama gözyaşlarım dökülmüyordu; tek yapabildiğim tek başına öylece oturmak ve beklemekti.

Bu... Hayatımın daha yeni başladığını hisseden tarafım, masum tarafımı ürkütüyordu. Yine normal olamamıştım. Yine bela bir şekilde beni bulmuştu. Yine büyük acılar beni bekliyordu. Biliyordum.

Hayatın bana neden böyle davrandığına bir anlam veremiyordum. Nerede olduğumu ve içinde bulunduğum durumu düşünürken beynim artık inatlaşıp sessizliğe gömülüyordu.

Acılar zihnime akın etti... O aptal patronumun üç kuruşa çalıştırdığı iğrenç barını bile özlemiştim. Kırık yatağımda uyumayı, ara sıra duş alırken sıcak suyun kesilip soğuk akmasını ve o attığım öfke çığlıklarını bile özlemiştim.

Ama nerede olduğumu, bu karanlık odaya nasıl girdiğimi ya da kaç gündür burada olduğumu bilmiyordum.

Zihnimde bazı kesik anılar beliriyordu fakat ne oldukları bulanıktı. Hiçbir şeyi anımsayamıyordum.

Bu bitmek bilmeyen yalnızlığın hissi beni çileden çıkarmak üzereydi. Her an çığlık atıp küfürler savurabilirdim. Uzun bir süre geçti. Dakikalar saate dönüştü.

Bekliyordum. Yine ve yeniden.Ne kadar zaman geçtiğini bilmem imkânsızdı çünkü her saniye sonsuzluğun uzantısı gibi geliyordu. Sonra sesler geldi. Aslında inilti gibiydi. Ya da çığlık. Birisi ya da birileri acıdan inliyordu.

Garip bir şekilde korkum ve sıkılmışlığım, rüzgâra kapılmış sinekler gibi dağıldı ve yerini derin bir merak aldı. Neler olup bittiğini öğrenmek istiyordum. Sesler odamın hemen önünden geçiyordu. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Ellerimle soğuk zemini tutup ve nefes bile almadan durup dinledim.

"Yalvarırım beni bırakın. Kimseye bir şey anlatmam." dedi cılız bir kadın sesi. İnanamıyorum ona neler yapıyorlardı? Peki ya bana neler yapacaklardı?

Titreyen ürkek bir sesle çaresizce haykırdım. "Orada kimse var mı?"

Ve uzun bir süre boyunca orada kimse yoktu. Bana sonraları bunun bir hafta sürdüğünü söylediler. Bunu hiçbir şekilde bilemezdim. Çünkü karanlıkta zaman yoktu. Sonsuzluğa giden bir yalnızlıktan başka hiçbir şey olamazdı bu soğuk odada. Burada soğuk sessizlik ve bazı zamanlar sesini duyduğum ve her zerreme kazınmış o şeytanın geri geldiği anlar vardı. Kapının önünden sesini duyuyordum ve sonrası yine boşluktu. En azından bu da bir şeydi.. Yalnızlıktan kafayı yemeden önce şeytanın bir kaç cümlesini duymak bana hâlâ yaşadığımı hissettiriyordu. Hâlâ canlı olduğumu. Bir insana aklını kaybedecek dereceye getiren hiçliğin sonsuz dalgaları, karanlığımın kıyısına vurmaya devam ediyordu. Kafamın içindeki soluksuz haykırışlarımı asla duymuyordu.

​​​​​Kafam önüme eğikti ve omuzlarımda neredeyse kulaklarıma değecekti. Alıştığım karanlıktan nefret etmeye başlamıştım. Kapımın önünden günde bir defa süzülen beyaz ışık beni çok rahatsız ediyordu. Bir yarasa gibi korktuğum karanlığa alışmış olmaktan hoşlanmıyordum.

Fazla uyumuyordum. Günde bir defa şekerli suda ıslatılmış ekmek kapının altından bana uzatılıyordu.. İki lokma dışında yutmam imkansızdı. Karanlıkta uzanıyor ve kahverengi gözlerim siyah tavana bakarken karanlıkta isim veremediğim o adamın sesini ve gözlerini arıyordum. Çoğu zaman, sadece beni delirmekten koruyan bu düşünceydi. Bir gün o kapıyı açacak ve beni bu karanlık yalnızlıktan çıkaracaktı..

Çaresiz bir umuttu benimki. Beyaz kansız ellerim yanlarımda titremeye başladı. Er ya da geç beni buradan çıkaracaktı ama daha fazla dayanma gücü kendimde bulamıyordum.

İnce ellerim soğuktan tir tir titriyordu. Kötü bir şeyler olacaktı karanlığın ötesinde bir karanlık yaklaşıyordu ve bunu ben dahi fark edemiyordum. Beynimde canlanan tek şey bir daha asla çıkamayacağım bu odada Karanlığa gömüleceğimdi. Şeytanın kendisi beni cehennemine hapsetmişti ve olacak şeyler aşikârdı, sonsuz acı.

Ama sonunda o ses geldi..

Odamın kapısı gürültülü bir şekilde açıldı, bu ani hareketle büzüştüğüm köşeden birden ayağa kalktım.

Bir dakika geçti. İki dakika. Ne tarafa baksam görebildiğim tek şey içeri sızılan beyaz ışıktı.

Karanlıkta geçirdiğim o kadar uzun sürenin ardından ışık gözlerimi almıştı, başımı çevirdim ve ellerimle gözlerimi siper ettim.

Gözlerim beyaz ışığa alışınca kapıyı açan adamın homurdanışını duydum. Sesi bir hayaletinki gibi odada yankılandı ve yeniden sessizliğe büründüm.

Adam bana doğru gelirken göğsümde endişe büyümeye başladı.

“Biri... yardım... etsin!” dedim fısıldayarak. Günlerdir tek kelime etmediğim için, her kelime âdeta boğazımı parçalıyordu.

Yakından sesler geliyordu; kadın sesleri. Korkudan göğsüm sıkıştı.

Orta boylarda ve iğrenç kokan bu adam ellerimi arkadan bağladı. Sustum. Beni yönlendirmesine izin verdim. Çırpınmanın ya da bağırmanın bir faydası olmayacaktı.

İstediklerini yapacak güçleri vardı. Sadece ne yapacaklarını merak ederek suskunluğumu uzatıyordum.

İki koridoru geçtikten sonra başka bir odanın önünde durduk. İki tane maskeli adam kapının önünde bekliyordu. Ellerinde silahlar vardı. Beni tutan adam fısıldadı.

"Soru sormadan konuşmak yok. Canını seviyorsan ne istiyorsa kabul et!"

Buna kahkaha atmak istedim. Zaten ölümü bekleyen onu isteyen bir kadından canını seviyorsan sus deniliyordu. Bilseydi ne derdi acaba?

İtilerek içeri resmen atıldım. Dizleri üstüne çökmüş benim gibi kadınlar görünce afalladım. Hepsinin gözleri kapalıydı. Korkudan ağlamış ve sesleri kısılmıştı. Çırpınıp kaçmaya çalışmışlardı. Bunu kanlı bileklerine bakınca anlamıştım. Kim bilir ne ile tehdit edip onları sakinleştirmişlerdi..

Hepsinin en başına sürüklenip diğer kadınlara yaptıkları gibi diz çöktürdüler. Ağır adım sesleri duyunca o azrailin geldiğini anlamıştım. Yere çok sert ve sağlam basıyordu. Onun senin için geldiğini anlayacağın bir sesi vardı. Nasıl olduğunu bilmiyorum ama anlıyordum.

İçeri girip karşımıza geçti. Düğmeleri yarısına kadar açık siyah bir gömlek giymişti. Kaslı gövdesinde tek bir kusur yoktu. Yüzünde aynı maskesi vardı. Ama bakışları ölüm kokuyordu. Öldürdüğü kurbanlarının son kez gözlerine yansıyan acımasızlığını taşıyordu. Hepsine aynı davranan acımasız bir katilin bakışlarıydı. Ölümle sulanan elleri saçlarından geçerken boyunun düşündüğüm den daha uzun olduğunu görünce bir kez daha yutkundum.

Siyah eldiven taktığı ellerini belinin arkasına alıp tabancasını çıkardı. Susturucu takılı değildi. Anlaşılan şehirden çok uzak bir yerdeydik.

Azrailimin gözleri korkudan ölmek üzere olan kadınları süzdü. En son benimkilere gelince yanağımın içini ısırdım. Karanlık gözleri hiddetle kısıldı. Kılıçtan daha keskin ve kıştan daha soğuk bakışları daha çok karardı. Onu izliyor olmam hoşuna gitmemişti. Gözlerini öyle bir kıstı ki içimden ölümden çok fazlası çekilip alınmış gibi hissetmiştim.

Arkamda duran adama işaret edince diğer kadınlar gibi gözlerim bağlandı. Daha büyük bir korku hislerimin çoğalıp büyümesini sağladı.

"Ne şansız kadınlar," dedi garip ve soğuk kelimelerle.

Oda bir anda sessizleşti. Karanlık izbe odada geçirdiğim anlarda ki gibi korkularımız ile baş başa kaldık. Her birimiz. Yanımda duran her bir kadın korkudan susuyordu.

Beş el silah sesi

Pencerenin yanından geçen bir trenin tiz ve gürültülü sesi gibi beynimde yoğun çınlama sesi duyuldu. Kalbim titaniğin buz dağına çarpması gibi ortadan ikiye ayrılmıştı sanki. Titreyen bacaklarıma sıcaklık yayılmaya başlayınca ayağa kalkıp kaçmak istedim. Kandı.. Sıcak ve bakırımsı kan. Az önce yaşayan kadınların kanı ile boyanıyordum. Sadece sıcaklığın soyut hissi ve süregelen karanlığın belirtileri vücuduma kanın temas etmesinden ibaretti.

Gözlerimde ki siyah bez bir kenara savruldu. Dehşet içinde çevremde cansız yatan beş kadının cesetlerine baktım. Hepsinin gözleri tavana bakıyordu. Vücudumdaki sıcaklığın soyut bir halde beni terk etmesinin verdiği uyuşukluktan sıyrılarak son bir gayretle geriye uzandım. Ama şeytanın nefes alışı beni durmaya zorladı. Kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyordu. Arkamda duran adam garip bir cümle kurdu.

"Sen seçildin." dedi.

Hiçbir şey söyleyemedim. Ağlayamadım. Konuşamadım. Haykırmadım. Benim yerimde başka bir kadın olsaydı bunları yapardı ama ben yapmadım. Yapamadım. Donup kaldım. Öylece.

Beş kadının içinden ölüme mahkum edilmeyen bir kadın olarak seçildim.

Sebep neydi? 'Neden ben' diye düşünüyordum. Oysa ölmeyi en çok ben istiyordum. Orada kanlar içinde ben olmalıydım. Şuan aileme kavuşmuş bir kadın olurdum. Bunun için ağlamalıydım belki de. Ama o göz yaşları asla dökülmedi. Bekledi. Acıyla bekledi. Sabırla bekledi. Ama asla serbest bırakmadım onları.

Yerde gözleri tavana dikilmiş ölü kadınların cesetlerinden yarım kalmışlığın hissiyle karşımda duran Azraile baktım.

Gözünü kırpmadan öldürmüştü onları. 'Bu kadınların suçu neydi? 'diye düşündüm. Ya da' benim suçum neydi?'

Öylece öldürmüştü. Bu adam için insan öldürmek sıradanmış gibi. Öylece öldürmüştü.

Adamın korkutucu ama bir o kadar akılda kalıcı sesi cesetlerin üzerinden kulaklarıma değdi.

"Neden ağlamıyorsun Maria? ."

Siyah gözlerinin zifiri karanlığı her ölümlüyü içine çekecek gibi bakıyordu. Ne cevap vermem gerektiğini düşünürken cesurca gözlerine bakmayı sürdürdüm. Sessiz kaldığım bu yıllarda insanları anlamakla pek uğraşmazdım. Ama az insanı anlamak istediğim zamanların sayısı çok azdı. Ve ben bu Azraili tanımak istiyordum.

Beklediği cevabı vermek yerine beklemediği cevaplar döküldü cesurca dudaklarımdan.

"Tanımadığım insanların arkasından neden ağlamam gerektiğini düşünüyorsunuz?"

Siyah gözlerinde küçük bir ışık parladı. İçten içe beni seçtiği için bunun iyi bir seçenek olduğunu mu düşünüyordu yoksa bir deli olduğumu mu?

"Onu ana salona götürün. Bakalım hareketlerinde sözlerin kadar cesur çıkacak mı?" Umursamazca söylenen, sanki her gün birilerine bunu söylüyormuş gibi sıkılganlıkla söylemişti. Kaç kişiye yapıyordu bunları? Ya da kaç kişi ellerinde can vermişti.

Yaka paça az önce geçtiğim dar koridordan sürüklendim. Salon diye adlandırdığı geniş ve sadece bıçakların olduğu kırmızı bir odaya getirdiler. Benim gibi üç kadın daha bekliyordu.

Demek oluyor ki bu gece yirmi kişiyi öldürmüştü. Ve aralarından biz seçilmiştik. Bu adam Azrailin ta kendisiydi. Yüzünde bir gram pişmanlık yoktu. Yanımda duran kadınlara şaşkınlıkla baktım. Onlarda benim kadar korkmuş ve şaşkın duruyorlardı. Onlara rağmen hatta ben daha iyi durumdaydım. Üstündeki kıyafetlerin neredeyse yırtılmış olması onların burada daha fazla tutsak olduğunu gösteriyordu.

İçeriye dört tane adam girdi. Hepsi önümüzde durdu. Sanki bir obje gibi bizi seçmişlerdi.

Azrail içeri girip sırtını duvara yasladı ve olacakları izlemeye başladı. Sahi ne olacaktı? Bu adamlar bize ne yapacaktı? Kafamda dönüp dolaşan soruyu baştaki adam duymuş gibi yanıtladı.

Önünde duran sarışın ve ağlamaktan gözleri şişmiş kıza bakıyordu.

"Soyun!"

Kimse korkudan kıpırdamıyordu. Yapmak zorunda olduklarından korkuyorlardı ama yapmazlarsa öleceklerini bildikleri için bu acı sona katlandılar.

Sarışın kız korksada üstünde ki eski paçavraları çıkardı. Dönüp bakmadım. Bu manzarayı izlemeyecektim. İkinci kadın ve üçüncü kadına sıra gelmişti. Kız korkudan tir tir titriyordu. Titremesi cümlelerine yansımıştı.

"Bbb... Ben vazgeçtim.. Gi. Gii. Gitmek istiyorum."

Yani buraya gelen kadınların hepsi kendi isteğiyle gelmişti öyle mi? Böyle olacağını bildikleri halde nasıl bu yaşantıyı kabul ediyorlardı? Kendilerine hiç mi saygıları yoktu?

"Sana soyun dedim!" Kirli sakalllarından aşağı resmen salya akıyordu. Adamın yüzü öyle çirkindi ki bakmak bile istemiyordum. Yanımda duran zayıf ve bir dokunsan kırılacak gibi olan kadın korkuyla içine sinmişti. Yinede istediğini yapmadı.

Azrailin arkasından silahı çıkardığını ve bir kez daha ateş ettiğini duyunca gözlerimi kapattım. Kızın cansız bedeni üstüme yığılınca ikimizde yere düştük. Beynim bir kez daha silahın sesiyle zonklarken ayağa kalktım. Yumruk yaptığım ellerimi yanlarıma bastırdım.

Azrail bir adım öne attı. Gözlerimin içine bakıyordu. Kabul edip etmeyeceğimi merak ediyordu. Ben merak etmiyordum. Çünkü başından beri cevabım nettti.

"Soyun!" dedi karşımda duran adam. Mavi gözlerini yüzüme dikmişti. Beklentiyle bana bakıyordu. Bir iki saniye gözleri göğüslerime kaydı. Hayatının en önemli anı buymuş gibi heyecanla ve sabırsızlıkla bekliyordu.

"Hayır." dedim dişlerimin arasından. "Asla soyunmayacağım."

Adam gözlerini ağır ağır kapattı. İştahı kaçan bir ilk okul çocuğu gibi arkasını dönüp bir iki adım geri gitti. Azrailimin gözlerinin içine bakıyordum. Beni öldürmesini bekliyordum. En çok bunu istiyordum çünkü.

Hiç acelesi yokmuş gibi yaklaştı ve silahı alnıma dayadı.

"Ölmek istemiyorsan..." dedi hiddetle.

Sözünü son kozunu oynayan bir kurbanın çırpınışı gibi kestim. "Ölmek istiyorum. Bu yüzden beni öldürebilirsiniz."

İşte o an gözlerinde kısacık bir an şaşkınlık gördüm. Ölmek isteyen birini ilk kez görüyor gibiydi. Binlerce insan intihar ediyordu ama bu intihar etmek isteyen bir insana atılan bakışın şaşkınlığı değildi. Anlamıştı. Ölmeyi yaşamaktan bile çok istediğimi anlamıştı. Buna yıllardır hazır olduğumu gözlerimden anlamıştı.

Diğer kadınlar gibi korkmadığımı şimdi daha iyi anlıyordu. Ya da yalvarmadığımı. Bana karşı merak uyandıran bakışlarını bir iki saniye kaçırdı ve sonra gözlerime dikti.

"Neden beni öldürmüyorsunuz?" diyerek sitem ettim. Alnımı namlunun ucuna bastırdım. "İzin veriyorum işte öldürün beni. Size itaat etmedim. Az önceki kadına yaptığınız gibi neden benide öldürmüyorsunuz?"

Neredeyse beni öldürmesi için ağlayacaktım. Bunu fark edince gözleri şaşkınlıkla kısıldı. Bunu sevmemişti. Sanki şöyle düşünüyor gibiydi. 'Bu çok kolay..' O yalvaran bakışlar istiyordu. Ölmek istemeyen kurbanlarının çırpınışlarından zevk alan bir Azraildi o çünkü.

Ben ona altın kasede canımı veriyordum. Bu yüzden bu hiç hoşuna gitmemişti.

Silahı indirince hayal kırıklığı ile gözlerimi kapatıp açtım.

"Hepiniz gidin!" tek bir emir ve hepsi karınca sürüsü gibi korkuyla dağıldılar. Sanki bu adam ikinci defa söylemeye gerek duymuyor gibiydi. Tetiği çeker ve ortadan kaldırırdı. Tehammmülsüzdü. Onun hakkında ilk izlenimim buydu.

Gözlerimin içine bakarken etrafımda ağır ağır dönmeye başladı. Sanki daha yakından tanımak istiyordu. Ya da bir gün öldüreceği kurbanını önceden tanımak istiyordu.

"Bundan sonra benimle çalışacaksın." dedi önümde durarak. "Ne istiyorsam onu yapacaksın. Öl dersem öleceksin. Yaşa dersem yaşayacaksın."

Sözleri sertti. Hayır dersem şuracıkta boynumu kıracak gibiydi. Bende bunu seçtim.

"Kabul etmezsem."

"Ölmek istiyorsun öyle değil mi?"

"Evet."

"Yapacağın iş seni her gün ölüme götürecek, emin ol bir gün öleceksin. Ölmeye çalışıp ama başaramayan birisin değil mi? Kendini öldüremeyecek kadar bir korkak."

Dişlerimi sıktım. Doğru noktaya değinmesi bir yana intihar etmeye çalışsamda hep sonunda vazgeçmiştim. Çünkü intihar edenleri Allah affetmiyordu. Bende cehenneme gitmek istemiyordum.

Sessizliğim gereken cevabı vermişti.

" Benden erkeklerin önünde diz çökmemi beklemeyeceksiniz umarım?" dedim sert olmaya çalışarak.

"Bu kadar basit işleri yapacak fahişeler var, sen daha büyük işler yapacaksın. Yani beraber.."

Merakla sordum. "Ne tür bir iş?"

"Bazen birinin kalbini taşıyacaksın, bazen gözlerini veya bazen tüm organlarını. Bazende birini öldüreceksin. Bazende birini yaşatacaksın. Bir gün banka soyacaksın bir gün bankayı koruyacaksın."

İç çektim. "Yani taşıyıcılık." dedim beklemeden.

"Demek biliyorsun." dedi tok bir sesle. Bildiğime memnun mu kalmıştı yoksa kızdımı anlayamamıştım.

"Evet, şehrin küçük barları fazla küçük. Bir gece kör kütük sarhoş olan adam önüne gelene derdini anlatınca bir şeyleri belkide on kez duymuş oluyorsun." dedim.

Gözleri sanki duygularımı yansıtıyormuşum gibi üzerim­de dolaştı. Değişen enerjimi de değişen korkuyu da hissediyordu.

" Sonu ölümle bitecek bir iş bu. Bu sayfaları kanınla mühürle. "Elime bir kaç sayfadan oluşan bir dosya uzattı. Bir gün vazgeçmemem için garantiye alıyordu. Kolunun içinden her hangi bir saldırıya hazır olmak için saklanmış minik hançeri çıkarıp hançeri bana uzattı.

Kaçışım yoktu. Ölmek için bu senedi imzalamak zorundaydım. Bu adamın gözlerinde ki ölümün bir gün bana gelmesi umuduyla baş parmağımı hafifçe kestim ve senetleri imzaladım.

Kanla mühürlenmiş ölüm anlaşmasını imzalamış oldum. Delici bakışları hâlâ gözlerimdeydi.

İçimde bir şey taştı, bastığım zemin ayaklarımın altından kayıyordu sanki. Kalbim bakışlarında ki derinlikten ısındıkça ısındı.

"Benim emrim altındasın. Sözümü dinlemezsen bir fare deliğine kaçsan bile o sokağı ateşe atar yine seni bulurum anlaşıldı mı?"

Değil sokağı tüm evreni tek hareketiyle ateşten cehenneme çevireceğini gözlerinden anlamıştım. Öfkesini his­sediyordum çünkü hissetmemi istiyordu. Korkmamı ve istediği her şeyi yapmamı. Bana ölümün dışında yaşatacağı korkuyu hissettirirken bunu acımadan yapabileceğini sessizce üzerime dökülme­sine izin verdi.

"Bekletilmekten hoşlanmam." sesi irkilmeme neden oldu.

"Tamam." dedim kısaca. Soru sormadım. Sadece bu gece bitsin istiyordum. Sadece uyumak. Düşüncelerim kalbimi uyuşturmadan önce uyumak ve herşeyi üstümden atmak istiyordum.

"Şimdi seni evine bırakacaklar. Görev olduğunda seni bulurum." son söylediği buydu. Arkasına bakmadan çekip gitti.

Odanın içinde önce etrafıma baktım sonra çıktığı kapıya yöneldim. Az önce benim önümde duran ve soyunmam isteyen adam önümde durdu.

​​​​​​" Seni evine ben götüreceğim. "hâlâ soyunmadığım için üzgündü. Bana da öfkeli. Umarım bu gece saçma sapan bir şey yapmaya kalkmazdı. Eğer bu olursa onu öldürürdüm.

Gözlerimi devirdim. Arkasından onu takip ederken çıkışta tamda tahmin ettiğim gibi dağın üstünde ki bir fabrikada olduğumuzu görünce şaşırmadım. Muhtemelen bu arazi özel mülke girdiği için kimse izinsiz bile giremezdi. Acaba bu ağaçların arasında kaç kişinin cesedi gömülüydü? Kaç kadının bir mezarı bile yoktu? Bunları düşünürken siyah araba önümde durdu. Arka koltuğa geçip oturdum.

Bu adamın hoşuna gitmemişti. Aynadan bakarak öfkeyle köpürdü.

"Ben senin şoförün müyüm? Yanıma otur."

Aynı öfkeyle karşılık verdim. "Beni eve bırakanın sen olduğunu söylediğine göre evet şoförsün. Şimdi ya arabayı sür ya da korkudan karşısında titrediğin o adama gidip bana tecavüz etmeye çalıştığını söylerim."

Bu açık tehdit onu korkutmuş olacak ki sustu ve arabayı çalıştırdı. Ve ben bir şeyi daha iyi anlamıştım. Azrail ile yaptığım anlaşma beni bir yandan dokunulmaz kılmıştı. Sadece o öldürebilirdi. Ya da o canımı yakabilirdi.

Kendimi unutulmuş bir süs eşyası gibi hissettiren bu duruma şimdilik sakin kaldım. Çoğu zaman işime yarayacak bu kozu bir gün kullanacak bir yer bulacaktım. Aklıma gelen bir soruyla adama baktım.

"İsmi ne? Yani onun?"

Aynadan bana baktı. Başta cevap vermek istemedi ama sonra az önceki tehdit onu akıllandırmıştı. Azraili kışkırtmak istemiyordu.

"Bir ismi yok." dedi tıslarcasına.

Şaşkınlıkla sordum. "Nasıl bir ismi yok? Takma ismi felan.. Filmlerde olur böyle. Kendine söylenmesini istediği bir seslenme cümlesi bile mi yok?"

Bana salakmışım gibi bakınca bu canımı sıkmıştı. Anlaşılan gerçekten bir ismi yoktu.

"Duydun işte. Bir isme ihtiyacı yok. O geldiğinde senin için geldiğini anlarsın ve son. İsmi varsa bile kimse bilmez. Bilende yaşamaz. Akıllı ol ve onu kışkırtma. Belki bir iki gün fazla yaşarsın. Seni neden hâlâ öldürmediğini anlamış değilim?"

"Bunu anlamış olsaydın şoförlük yapıyor olmazdın." dedim cümleleri bastırarak.

Öfkelendi hatta öfkeden beni öldürecek gibi bakıyordu ama korkusu ağır bastı ve susmayı tercih etti. Bu son cümlelerle yolculuk sessiz ve düşüncelerime dalarak geçti.

Bir gecede hayatım yine tepetaklak olmuştu. Bir gecede ya.. Ben kimin bedduasını almış olabilirdim acaba? Bu korku dolu hayatı bana biçen bu hayat benim gibi birinden daha neyin acısını çıkarıyordu?

Bir kez daha sorularla boğuşurken her gün yürüdüğüm sokağı görünce şaşırdım. Anlaşılan tutsak kaldığım sürede evimin adresi öğrenilmişti.

Sorun yoktu.. Bunlar önemsiz detaylardı. Ne de olsa ben Maria Murshell'dim. Benim hakkımda istedikleri bilgiyi elde edebilirlerdi. Bunlar önemsiz ayrıntılardı. Ama aslında kim olduğumu asla öğrenmeyeceklerdi. Bunun için çabalayacaklarınıda sanmıyordum.

Benim geçmişim değil onlar için yapacaklarım önemliydi. Bu yüzden rahattım. Kendimi eve hızlıca atıp yatağıma uzandım. Duş alamayacak ve bir lokma yemek yiyemeyecek kadar yorgundum.

Sadece uyumak ve rahatlamak istiyordum. Gözlerimi kapattığım an uykuya daldım.

​​​​Ardından acı, kanlı ve boğuk bir haykırışla uyandım. Soğuk terler sırtımdan aşağı kayıyordu. Dün akşam yanımda altı kadın öldürülmüştü. Ve onun karanlık bakışını unutamıyordum..

Zifiri karanlık sesi bu gece kabuslarıma girmiş ve karabasan gibi beni örtmüştü. Korkuyordum ve korkudan alt dudağımı dişlerimin arasında kaynatıyordum.. Ve o adam.. O adamda korkutucu ve tuhaf bir şeyler vardı..

Ve benim için yine bir gün gelecekti. Ansızın. Bir fırtına gibi.

✩✩✩

Bölüm sonu.

Beğendiniz mi sevgili okurlarım?

Heyecanı hissettiniz mi?

Meryem karakteri kafanızda azda olsa oluştu mu?

Çok asi bir karakter onu söyleyeyim. Gözü kara. Bir sinirlensin gözü hiçbir şeyi görmez. O bölümleri okumanız için sabırsızlanıyorum.

Peki Meryem'in sesleniş diliyle Azrail..

Daha çok kısa gördük ama nasıl hissettirdi bu adam? Sizce bizi neler bekliyor bu adamda?

Çok acımasız bir adam okurlarım.. Acımasızlık bir insan olsaydı bu adam olurdu.

Okudukça anlayacaksınız.

Yarın ki bölümde görüşmek üzere. Yanaklarınızdan öpüyorum 🤎🤎

 

​​​​

 

 

 

 

Bölüm : 09.04.2025 12:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...