49. Bölüm

"49"Kraliyet

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

"Herkesin bir hikayesi vardır. Kimi kağıda yazar hikayesini, kimi etine. Kağıt yanınca, et gömülünce biter hikaye..."

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

Yazarın gözünden.

Saat sabah altıya geliyor. Meryem herşeyden habersiz uyuyordu. Kraliyet askerleri kapıdan giriyorlar içeri. Ada, kraliyet muhafızları tarafından kuşatılmış durumda. Meryem, girdiklerini fark etmiyor. Öyle rahat ve huzurlu bir uykuda çünkü. Sesleri duymuyordu.

Leonardo, silahını kapıyor ama duraksıyor. Onlar kraliyetten. Kendi askerleri. Ve birisi silahını Meryem'in kafasına doğrultmuş..

"Kral sizi bekliyor." diyor asker. "Bizimle gelmeyi kabul ederseniz fahişeniz yaşar."

Leonardo kendinden geçmiş gibi. O silah sevdiği kadının kafasına dayanmamış olsaydı şayet o askeri cehennem bile kurtaramazdı.

"Geleceğim, çek silahını."

Ayağa kalkıyor ve fısıldıyor, "Maria!"

Hareket yok. Ama duyduğunu biliyor.

"Özür dilerim."

Askerler kollarından tutup onu kapıya doğru götürüyorlar. Bu sırada Meryem kollarını açarak esniyor ve gözlerini açınca o dehşet manzarayı fark ediyor.

"Siktir!"

Gözleri Leonardo'yu buluyor. Yüzünde özür dileyen ifade ve acı dolu bakışlar. İkiside bu ayrılığın çok uzun süreceğini biliyor. İkiside bu süreçte birbirlerini deli gibi özleyeceklerini bilerek gözleriyle veda ediyorlar.

Meryem bir sarhoş gibi sendeleyerek, Leonardo'nun arkasından koştu.

Kraliyet askerleri onu almaya gelmişti. Sevgili efendisini almaya gelmişlerdi.

Ve herkes iyi biliyordu. Leonardo krallığa girerse bir daha geri dönüşü olmayacaktı. Krallaktan çıkmak için ölmesi gerekiyordu.

Kraliyet askerleri adanın tamamını ablukaya almışlardı.

"Sevgili efendim." diye bağırdı arkasından.

On beş kişi Leonardo'nun etrafını sarmıştı. Aralarından rüzgar bile sızmıyordu.

​​​​​​"Gitme!" diye haykırdı. Leonardo dönüp baygın bakışlı gözleriyle prensesisine baktı.

Askerler onu çok hızlı bir şekilde götürmek istiyorlardı. Kral gecikirse hepsinin canı tehlikeye girecekti. Verandayı hızlı şekilde geçip Leonardo'yu helikoptere bindirdiler.. Kraliyet askerleri geldikleri gemiye binip uzaklaştılar.

Helikopter havalanmaya başlayınca Meryem son gücüyle ona doğru koştu. Elini uzattı.

Leonardo prensesine son kez dokunmak için elini uzatınca asker elindeki silahı çekip Meryem'i vurmak için hedef aldı.

Herşey çok yavaş işliyordu sanki. Zaman bile dalga geçer olmuştu bu iki aşıkla.

Leonardo feryat etti, "Hayır, piç kurusu senin etini kemiklerinden ayırırım."

Ama askerin gözü karaydı. Üst üste ateş etmeye başladı. Leonardo kendini havalanan Helikopterden atmaya bile çalıştı. Ama askerler onu kelepçelemek zorunda kaldılar.

Neyseki kurşunlar Meryem'e isabet etmiyordu. Çünkü onu koruyan sevgili efendisi adamın boynunu kırıp denize atmıştı.

Meryem bir kez daha bağırdı, "Seni bulacağım sevgili efendim. Seninle tekrar buluşacağız."

Leonardo sadece ağlamamak için gözlerini kapattı. Yaşlar Meryem'in yanaklarından süzülmeye devam ediyordu. Uzaklaşan Leonardo'yu izlerken dizlerinin üstüne çökmüş hüngür hüngür ağlıyordu.

Koca adada bir başına kalmıştı. Yapayalnız. Kimsesiz.

Dönüp bakınca bu farkındalık onu korkutmaya başladı. Eve koşar adımlarla girip masanın üstünde ki teleonunu alıp Carlos'un numarasını çevirdi.

Bir çalışta telefon açıldı. "Maria, balayı sabahı beni aradığına göre çok özlemiş olmalısın."

"Leonardo'yu aldılar." dedi hıçkırarak. "Kraliyet baskın düzenledi ve onu alıp götürdüler."

"Siktir!" dedi Carlos. "Seni almaya geliyorum. Hazırlan. Üç saate oradayız."

Meryem telefonu kapatıp etrafına baktı. Sessizlik onu korkuttu dün gece cennette hissettiren ev şimdi ona cehennem kadar korkutucu geliyordu.

Kollarıyla bedenini sardı. Bir baş dönmesi yaşadı önce.. Elleriyle başını tutarak oturmak istedi. O baş dönmesi şiddetli bir ağrıyı beraberinde getirdi, bedenine bir sıcaklık yayıldı. Acısını neredeyse unutmuş gibiydi. Gözlerini açmaya çalıştı. Yüreği alt üst olmuştu. Leonardo'nun gözleri geldi önüne.

Kımıldayabilse elini uzatıp tutacaktı onu. Onu hiç o andaki kadar sevmemişti, ama bunu nedeni yalnızca çektiği acıya son vermiş olması değildi. O eski derinlerde yatan duygu geri gelmişti.

Aile sıcaklığı. Aile özlemi.

Leonardo ona bunu vermişti. Meryem için bu mutluluğu vermişti ama şimdi elinden o da alınmıştı.

Bedeni daha fazla dayanamadı ve karanlığa gömüldü.

Rüya.. Ya da kabus. Ya da zihninin oyunu.. O gece rüyasında annesini gördü. Ya da annesine benzeyen bir kadını ya da bambaşka biri. Ama bir kez daha görmüştü bu kadını. Sadece o kadarını hatırlıyordu.

Meryem yine suskundu. Eski sessiz ve hayattan nefret eden halini görüyordu karşısında. Yıllarca gülümsememiş dudakları titriyor ve gözleri endişeyle büyüyordu.

"Hiç konuşmuyorsun, elinden aldığım şey yüzünden üzgün olmalısın. Kederli bir halin var," dedi kadın.

Yüzünün bir tarafında gölge vardı.

"Kimi elimden aldın?" dedi Meryem. Bulanık hava onu korkutmaya ve midesini bulandırmaya başlamıştı.

"Onu aldım." dedi kadın bir kez daha. Sesi çok uzaktan geliyordu. Ya da kafasının içinden. Ya da hemen arkasından. Kestiremiyordu. Boşluk ve doluluk arasında bir yerdeydi.

"Yüreğinde taşımaman gereken birini taşıdın bende aldım onu senden." dedi kadın siyah gözlerini korkutucu derecede açarak.

"Sen benden bunu nasıl alırsın? Yüreğimde yatan cenneti nasıl alırsın?"

Sesler bir çığlığa döndü. Bir kılıç gibi kalbine saplanmaya başladı.

Kadın var gücüyle haykırdı. "Çünkü o bana aitti. Her zaman bana ait."

Kadının elindeki kılıç boğazını kesince dehşet içinde uyandı.

Boğazını tuttu. Çığlık attı. Birini tekmeledi.

"Maria, iyisin biz yanındayız."

Gözlerini açınca arkadaşlarını yanında gördü. Hepsi endişeliydi hepsi yanındaydı.

Boş avuçlarını gösterdi. "Bir kerecik mutlu olamayacak mıyım ben? Bir kez olsun huzurlu uyanamayacak mıyım?"

Hannah ve Nikki ağlamaya başladı. Barlas bey Meryem'in acı dolu sözlerine üzüldü. Carlos ise öfke doluydu.

"Efendimizi bulacağız." dedi. "Ne olursa olsun yapacağız bunu."

Ama Meryem duymuyordu.

"Ya... Bir kez ya, bir kez." cümleler diline dolanıyor konuşmasına izin vermiyordu. "Bir kez izin vermediler mutlu kalmama. Bir defa güldüysem bin kez acısını çıkarıyor benden."

Öfkeyle ayağa kalktı. Eline gelen herşeyi parçalamaya başladı. Herşeyi fırlatıyor ve çığlık atıyordu.

"Daha benden ne alacaksın? Ne istiyorsunuz benden? Almadığınız ne kaldı?"

Eline aldığı vazoyu kocaman cama fırlatınca cam bin parçaya bölünerek etrafa sıçradı.

"Ben çok yoruldum artık. Dayanacak gücüm kalmadı."

Dizlerinin üstüne çöküp sesi kısılana kadar ağladı. Onu teselli edecek cümleler yoktu. Teselli edecek sevgili efendisi yoktu. Bir tek öfke vardı.

Ve öfkenin pençesi yavaş yavaş tenine batmaya başlayacaktı. Bu olana kadar yorulana kadar ağladı.

Ağlamaktan yine düşüp bayıldı.. Saat gece biri çaldı, sesin ne taraftan geldiğini bilemiyordu, çanın sesini iyi duyamıyordu. Kulakların da son düşüncelerinin son acılarının mırıltıları âdeta bir uğultu gibi yankılanıyordu.

Gözleri tavana dikildi. Tanımadığı bir yerdeydi. Ama alışık olduğu o siyah tavana bakıyordu.. Bir süre nerede olduğunu anlama­ya çalıştı. Koltuğun kenarına yasladığı boynu tuhaf açıdan dolayı tutulmuş, altına kıvırdığı bacakları uyuşmuştu. Bir eli kucağına düşmüş olan telefonu tutuyordu, saçları darmadağın olmuştu.

Başını kaldırıp boynunda ağrıyan yeri esnetti. Sonra bakışları alacakaranlığın şehre çöktüğü, binaların gecenin karanlıkta kaybolduğu muhteşem manzaraya kaydı. Şehrin yanıp sönen ışıkları hoş bir te­zat oluşturuyordu.

Birkaç gecedir bu manzaraya bakıyordu. Bu pencereler o geceden sonra bir parçası olmuştu, içinde yalnızlığın ve kaybedişin korkusunu uyandırıyorlardı. Aynı manzaraya bakmaktan bıkacağı bir an gelecekti. Harekete geçmek isteyeceği bir an. Ancak pencereler­den bakıp şehri, denizi, yıldızları ve uçsuz bucaksız gökyüzünü gördüğü her an nefesi kesiliyordu.

Şu anda olduğu gibi. Çünkü hemen arkasında sevgili efendisinin karanlık bir gölgesini görüyordu. Üç gündür aynı pencerenin önünde duruyor ve onun arkasında ki yansımasını izliyordu.

Nefesi kesiliyor ve her defasında gerçek olmasını istediği için arkasını dönüyordu ama boşluğu görünce ağlıyordu.

Uykusu açılırken düşüncelerinden uzaklaştı.Işıklar kapalıydı. Yalnızca dış dünyanın parıltısı pencerelerden içeri doluyor, içerideki gölgeleri baştan çıkarıyordu. Tek duyulan ses kendi nefesine aitti.

Titreyen elini pencereye koydu.

"Böyle devam edemezsin Meryem.." tırnakları pencereyi çizerken sinir bozucu bir tiz sesi çıkardı. Gözlerini öfkeyle kapattı. "Sen asla pes etmezsin.. Kendine gel!"

Suratına bir tokat attı.. Sonra bir tane daha. Buna kafasına atılan yumruk ve tokatlar karışmıştı. Deli gibi kendisine vuruyor ve acısını hissetmediği canını acıtıyordu.

Odada kendisine zarar verecek herşeyi çıkarmışlardı ama o yinede kendine zarar verebilirdi.

Bir zamanlar Leonardo'nun yaptığı gibi kendi canını acıtarak cezalandırıyordu. İlk defa bir şey fark etti.

"Acımıyor." dedi aynadaki tırnakları ile çizilmiş yüzüne bakarak. "Gerçekten acımıyor."

Leonardo'yu bu şekilde anlamaktan nefret etti. Oysa ondan kendisine zarar vermemesi için söz almışken şimdi tam tersi yapıyordu.

O an kapısı açıldı. Maria'yı o halde gören Carlos paniğe kapıldı.

"Kendine bunu nasıl yaparsın Maria!"

Ona doğru hızlı adımlarla yaklaşıp bileğinden tuttu ve odadan dışarı sürükledi.

"Kendisine ne yapmış görüyor musunuz?"

Hannah ve Nikki dehşete düşmüştü. Yüzü çizilmiş ve yolduğu saçlarını ellerinde tutan Meryem'e bakıyorlardı. Titriyor ve bedeninin belli yerleri kanıyordu.

"Acımıyor." dedi kısık sesle. Son günlerde o kadar çok çığlık atmıştı ki sesi kısılmıştı.

Leonardo da böyle söylüyordu.

Nikki ona sımsıkı sarıldı. Carlos onu uzaklaştırıp Maria'nın yüzüne doğru bağırdı.

"Sen kimsin ha! Meryem'e ne yaptın?"

Meryem cevap vermek yerine tırnaklarını yemeye başladı.. Bütün tırnaklarını kanatana kadar yemişti ve parmakları sargılıydı. Tek yüzük parmağı kalmıştı. Onuda şuan dişlerinin arasında ezip kanatıyordu.

Carlos'un tokatıyla yere düştü. O odadaki kimse o tokatı beklemiyordu.

Carlos üstüne oturdu ve bir tokat daha attı.

"Kendine gelene kadar seni dövmemi istiyor musun? Acımıyor öyle mi?"

Meryem ağlamaya başladı. Asla karşı koymadı. Arkadaşlarıda ağlıyordu. Onu hiç böyle pes etmiş ve kendini öldürmeye çalışırken görmemişlerdi.

"Sen bir Türk kadınısın!" diye bağırdı Carlos. Meryem'in ağlayan sesi yavaş yavaş azaldı. "Bir zamanlar bununla övünüyordun. Şimdi ne oldu? Ne değişti Meryem? Pes etmek için Leonardo'nun gitmesini mi bekliyordun? Eğer gerçekten onu sevseydin onu kurtarmak için savaşırdın." Carlos üstünden kalkıp, "Bir daha ona aşıkmış gibi davranma. Onu hak etmiyorsun."

​​​​​​"Bir daha ona aşıkmış gibi davranma," dedi, ama daha "Aşıkmış" sözcükleri dudaklarından çıkar çıkmaz, duymamak için elleriyle kulaklarını kapatmaya çalıştı. Ne var ki keskin bir bıçak gibi girdi bu sözcükler kafasının içine. Sonra o dudaklarını sımsıkı ka­pattı. Odayı, aniden derin bir sessizlik kapladı; ama sözcükleri kulaklarında yankılanmayı sürdürdü; bıçak ucu kadar sivri bir şey gibi, dokunulabilir, somut bir nesne gibi kulaklarından bey­nine, başının en derin noktalarına sızıp oraya saplandı.

Meryem ayağa kalktı ve koşarak evden kaçtı, söyledikleri o gece kulaklarından hiç çıkmadı. Bir anda belleğine yerleşip geçmişine ait şeyler oldu­lar. Ne var ki yeryüzündeki hiçbir güç, bir tek anda zamanın akışı­nı tersine çeviremezdi. O andan önce acı çekiyor, ya da suskundu. Üç gündür uyuyor başını yatağa koyar koymaz derin bir uykuya da­lar, sabaha kadar uyanmazdı. Oysa şimdi başı, gece gündüz kaynayan su gibi, fokurdayıp köpürüp duran gel-git gibi, dur du­rak bilmeyen bir değişimle titriyordu. Azgın bir denizin homurtu­suna benzeyen bir ses kulaklarından beynine, beyninden kulakları­na gidip geliyordu. Korkunun fırtınasına kapılmıştı.Bu fırtınada artık hangisinin denizin azgın se­si, hangisinin rüzgârın uğuldayan sesi olduğunu bilemiyordu; çünkü her şey gece ve gündüz gibi birbirini izleyen, her vuruşta"Aşık mışsın gibi", "Aşık mışsın " diyen kalp atışları gibi bir dizi vu­ruş, kemiklerinin içine, dışına, yatağına, merdivenlere, sokaklara, duvarlara vuran çekiç darbeleri ol­muştu.

Ayağında ayakkabılar olmadan kalabalık sokakta yürümeye başladı. Tuhaf bakışları umursamayacak kadar yorgun ve korkmuştu. Nereye gitse başını, yüzünü, bedenini, kemiklerini döven çekiç darbeleri iniyordu. Nereye gitse aşağılayıcı yapışkan bir tükürük gibi, çıplak bede­nine takılan utanmaz gözlerin tükürüğü gibi, onu çırılçıplak so­yup, ağır ağır küstahça süzen bütün o yüzsüz gözlerin tükürüğü gibi, yapışıp kalmışlardı üstünde.

Sözcüklerden oluşan küçük bir ibare o üç günü aydınlığa çıkardı; onu olduğu gibi görmesini sağladı. Gözle­rindeki örtüyü çekip aldı.

Artık dünyada hiçbir şey, o gece Carlos'un söylediği sözcükleri işitmeden önceki haline döndüremezdi. O andan itibaren başka bir kadın olmuştu. Eski hayatı geride kalmıştı. Bedeli ne olursa olsun, ister ölüm , ister soğuk, isterse en ağır acılar olsun, hangi işkencelerden, hangi zorluktan geçerse geçsin, onlara gösterecekti. Sevgili efendisini kurtaracaktı. Hemde bunu tüm dünyaya duyuracaktı. Herkese bir Türk kadınına bulaşmanın ne demek olduğunu canlı canlı izletecekti. Bedelini hayatıyla ödeyecek de ol­sa, Sevgilisini kurtaracaktı ve onu kral yapacaktı. Kulaklarının duyduğu o aşağı­lamadan kurtulmak, için her şeyi yapmaya hazırdı.

Kime çarptığına umursamadan, duyduğu küfürleri bile duyamayacak kadar hızla eve döndü. Havası değişen odaya hızlı bir giriş yaptı.

Koltukta oturan Carlos'a doğru yürürken bağırmaya başladı.

"Hepinize göstereceğim. Herkes görecek bir Türk kadınına bulaşmanın en ağır cezasını çekecek krallık. Benim sevgili efendimi elimden almanın en büyük acısını yaşatacağım. Söz veriyorum."

Carlos gülümseyerek ayağa kalktı. "İşte görmek istediğimiz Meryem. "

Hepsi onun adına mutluydu. Cenaze görmüş gibi gülmeyi unutan yüzler coşkuyla gülümsedi.

​​​​​​" Yürüyün krallığı ele geçireceğiz. "

Bu sırada krallıkta.

Üç gündür hapsediliyordu. Gördüğü tek canlı odanın penceresinden arada girip çıkan bir kelebekti. Beyaz ve kahverengi karışımı bir kelebek. Üç gündür gelip gidiyordu.

Ve üçüncü günün sonunda Leonardo'nun avuçlarında can verdi.

Kelebeğin ömrü üç gündü.

Ne yaparsa yapsın Maria'yı orada yalnız bırakmak zorunda kaldığı için kendisini affedemiyordu. Krallığın geceleceğini biliyordu. Kısa sürede dünyanın aranan tek insanı olmayı başaran tek insandı.

Krallık elbet onu bulacaktı. Maria'nın ağlamaktan kızarmış yüzü aklına geldikçe mantıklı düşünmek daha zor oluyordu.

Krallık girilmesi ve çıkılması en zor yerdi. Çocukken Türkiyeye gittikten sonra kaçınca kurtulmuştu. Şimdi imkansızdı. Hayatının sonuna kadar burada kalacaktı.

Her on dakikada bir kapısının önünde nöbet değiştiren kraliyet muhafızları vardı. Sarayın için de binlercesi. Yüzüyle bile bir şekilde baş edebilirdi ama binlercesi.. Asla kaçamazdı.

Sonunda kapısı açıldı ve girişte annesini gördü. Yine aynı soğuk bakışlar yine aynı nefret ifadesi.

"Neden ölmüyorsun?" dedi kadın öfkeyle. "Hayatta yaşamak için ne sebebin var ki senin? Neden kendini öldürüp bizi senden kurtarmıyorsun?"

Leonardo bu cümleleri umursamadı. Yıllarca benzerini duymuştu. Cevap vermek yerine susmayı tercih etti.

Annesi yanına gelip suratına tokat attı. Ve bir tane daha.

​​​​​​" Kardeşini nasıl öldürürsün. O senin öz kardeşin. "

Kadın bir kez daha tokat atmak için elini kaldırdı ama eli havada kaldı.

"Taht için yaptım." dedi annesine yumuşak bakarak. Bir türlü annesine öfkeyle bakamıyordu. Neden hâlâ bu kadını seviyorum diye kendine defalarca kızmıştı. Ama elinde olmayan tek şeydi bu. Belkide annelik bağıydı. Onu karnında taşıdığı içindi.

"Tahta asla çıkamayacaksın." dedi annesi. Karşısında oğlu değilde en büyük düşmanı varmış gibi bakıyordu. Elinde olsaydı öldürürdü.

"Çıkacağım ve seni manastıra göndereceğim. Hayatının sonuna kadar bana dua etmek zorunda kalarak yaşayacaksın." dedi. Yine kibar konuşuyordu. Ses tonunu asla kabalaştırmıyordu.

"Kendimi öldürürüm daha iyi."

"Ölüyken seni daha çok seveceğim anne." dedi. İlk kez. Leonardo annesine ilk kez anne diyordu.

Öyle ki kadın bile şaşırdı. Bu cümleyi ondan duymak en son isteyeceği şeydi. Yasaklamıştı Leonardo'ya. Bana anne dersen sana her gün işkence ederim diye.

Şimdi bir anda tuhaflaşmıştı.

​​​​​​" Özür dilerim," Dedi Leonardo. "Şu hayatta o cümleyi duymayı hak eden son kişisin."

"Midemi bulandırıyorsun. Yüzün hâlâ çok çirkin. Aynada kendine bakarken nasıl tahammül ediyorsun?" diye kızdı.

Leonardo bu cümlelere alındı. Çünkü doğru olmadığını artık biliyordu. Duymak canını acıtmıştı sadece.

"Sana hiç Chris'i nasıl öldürdüğümü anlatmadım değil mi?" dedi annesine.

Kadının gözleri hemencecik yaşla doldu. Oğlunu çok özlediği açıktı. Ama bir diğer oğlu karşısındaydı.

"Sus!" dedi. Askerlerin elinde duran kırbacı aldı. "Kraliçenin önünde diz çök!"

Leonardo arkasını dönüp diz çöktü. Kırbaç darbeleri havayı yararak sırtına inerken gözlerini kapatıp Meryem'i düşündü..

Çünkü Meryem onu iyileştiren tek kişiydi. Onu düşününce acı daha katlanılabilir durumdaydı.

Kraliçe ard arda indirdiği kırbaç darbelerinden zevk alıyordu. Oğlunun canını yakmak onun canını iyileştiriyordu.

Her defasında daha sert vurdu. Acımadan nefretini kustu.

"Keşke ölü olarak doğsaydın. Keşke seni hiç doğurmasaydım. Sen bir ucubesin.."

'Sen bir ucubesin' kafasının içinde dönüp durdu. 'Sen bir ucubesin.'

Dizlerinde duran parmaklarını sıktı. Meryem'in gülümseyen kahve gözlerini düşündü. Aşık olduğu o bir çift kahve gözlere odaklandı.

Kalbinin onun için atarken hızlanışına odaklandı. Acıya katlandı. Asla acının karşısında yığılmadı.

"Neden ölmüyorsun?" Kraliçe yakasına yapıştı. Leonardo'yu sarsmaya ve sırtında ki kanlar yetmezmiş gibi birde kalbini kanatmaya başladı.

"Geber, Geber, Geber," Ard arda yüzüne tokat attı. "Neden ölmüyorsun? Neden hâlâ nefes alıyorsun? Senden nefret ediyorum. Seni doğururken de nefret ettim. Seni içimde taşırkende."

Kraliçe o kadar yorulmuştu ki nefes nefese kalmıştı. Ama Leonardo'dan asla o istediği tepkiyi alamadı. Oğlunun bağırmasını, onunda kendisi gibi nefret ettiğini söyleyen cümleleri duymayı bekledi ama Leonardo sadece kanayan gözlerini şefkatle annesine çevirmişti.

Elinde değildi. Annesinden nefret edemiyordu. Kalbi kırılır diye ödü kopuyordu. Annesi onu döverken yanlış bir hamle yaparda canı acır diye ödü kopuyordu.

Ne yaparsa yapsın gözlerinde annesine duyduğu sevgi nefrete dönüşmüyordu.

"Hâlâ bana aynı bakıyorsun." dedi Kraliçe. "Hâlâ beni nasıl seviyorsun?"

Leonardo, kanayan dudağını aralarken konuşması zor oldu. "Bilmiyorum." diyebildi sadece.

Kraliçe ağlamaya başladı. Leonardo İlk başta kendisi İçin ağladığını düşünerek elini uzatmak gibi bir hata yaptı ama sonra o isim dudaklarından döküldü.

"Chris, benim zavallı oğlum. Seni çok özledim. Benim zavallı bahtsız oğlum."

Leonardo'nun dudağı acı bir gülümsemeyle yukarı kıvrıldı. Kahkaha atmaya başladı. Az önce acıdan dolayı konuşamadığı dudaklarının kanamasını umursamadı.

Hem ağlıyor hem kahkaha atıyordu. İçide kan ağlıyordu.

​​​​​​" Neden gülüyorsun? "diye bağırdı Kraliçe." Benim zavallı masum oğlumu öldürdün birde gülüyor musun? "

Leonardo İlk kez annesine bağırdı."Masum mu? Masum ha.. Cehenneme kadar yolu var. Cehennemde bile bulup onu parçalara ayıracağım. "

Ayağa kalkarak kapıyı gösterdi. "Hemen gidin ve bir daha karşıma çıkmayın."

Kraliçe ayağa kalktı ve tek kelime etmeden çekip gitti.

Leonardo ancak o zaman sırtını duvara vererek acılarını bastırmaya çalıştı. Soğuk duvar bir nebze bedeninin acısını unutturdu. İyi geldi.

Oysa acıyan en çok kalbiydi.

​​​​​​" Keşke son bir defa ellerini tutsaydım güzelim." dedi fısıltıyla. "Keşke son kez sarılsaydım. Kim bilir ne kadar ağlıyordur?"

O sırada kapısı gürültüyle açıldı. Kraliyet muhafızları içeri girdi.

"Kralımız sizi görmek istiyor."

Leonardo zorlukla ağaya kalktı. İçinden 'Bana güç ver Meryem' dedi ve o haldeyken tutsak olduğu odadan çıktı.

Kral salonuna götürdüler. Kral ve kraliyet ailesi oradaydı. Salon kraliyet muhafızlarıyla doluydu. Hepsi Leonardo'nun kanla kaplı bedenine bakakaldılar. Bakan olan amcası, "Sana bunu kim yaptı?" diye sordu. "Tahta çıkacak bir krala bunu kim yaptı?"

Neyseki kraliyet ailesi yanımda diyerek sevinemezdi. Çünkü hepsi iki yüzlüydü. Kralı tahttan indirmek için Leonardo'yu kullanıyorlardı. Acıdıkları için değil. Hepsinin bir çıkarı vardı.

Leonardo cevap vermedi. Kral yaklaşması için işaret verdi ama asla kafasını kaldırıp oğlunun haline bakmadı. Yıllardır görmüyordu ama asla merak etmiyordu.

"Kraliyet mührü nerede?" diye sordu yüzüne bakmadan.

Leonardo cevap vermedi onun yerine babası yüzüne bakana kadar susmayı tercih etti.

"Kralına nasıl cevap vermezsin!" diye hiddetlenerek bardağı yere fırlattı. Ama Leonardo hâlâ susuyordu..

Kral ancak o an kafasını kaldırıp oğluna baktı. Acımak hayır, üzülmek asla tiksinti vardı yüzünde. "Bu ne saygısızlık. Bir kralın karşısına nasıl böyle çıkarsın? Temizlenmeyi düşünmedin mi?"

Leonardo susuyor ve karanlık gözlerini sadece krala dikmişti. Kraliyet salonunda ki herkes yavaş yavaş tedirgin olmaya başladı. Çünkü yaklaşan fırtınanın habercisiydi Leonardo'nun sessizliği.

​​​​​​" Cevap ver! "Leonardo'nun yüzüne altın bardağı fırlattı. Yanağını kesip geçen bardak tıngırdayarak yere düştü. Hepsinin kalbine aynı anda korku düşmüştü.

Leonardo eğilip yerdeki bardağı eline aldı." Chris ile gömdüm. "dedi kralın gözlerine bakarak.

Kral masayı terk ederek Leonardo'ya yaklaştı." Duydunuz itiraf etti. Varisi öldürdüğünü itiraf etti. Ceza olarak idam etmeliyiz. "

Bir taraf idam diye bağırdı, bir taraf bunun normal olduğunu her kardeş tahta çıkmak için bir diğerini öldürür olarak görüyor ve bu adalete inanıyorlardı.

"Evet, öldürdüm. Ölürken çok acı çekti." dedi. "Onlarca insanı öldürdüm. Kimisini canlı canlı gömdüm. Kimisini yakarak öldürdüm. Kimisini aslanlara parçalattım. Anladığınız üzere liste uzun. Ama bu süreçte çok müttefik yaptım. Bu krallık gibi onlarca ülkenin başkanları avucumun içinde. Bir tanesiyle başa çıkarsınız ama onlarcası asla. Bir ülke onlarca ülkeyle savaşa girerse arada bir böcek gibi ezilirsiniz. Diyelim ülkeyi korumaya çalıştınız sizce suyunuzu kesseler kaç gün yaşarsınız? "

Korku, panik ve ölüm acısı ile boğazlarını tuttular. Azrailin namını duymayan yoktu. Ondan korkmayan yoktu. Bir kralda olsan ölüm meleğinden korkarsın. Çünkü ölüm meleği öldürmek için vardı.

​​​​​​" Beni tehdit ediyorsun. Kendi ülkeni mi satacaksın? "

Kralın öfke dolu sözlerine öfkeyle karşılık verdi.

"Benim zaten bir krallığım var ve ben bir kral değilim." hepsinin korkudan beyazlamış yüzlerine bakarak, "Ben bir imparatorum."

Kral bir iki adım geri attı.

"19 ülkenin karargahının kuruluşuyum. Milyonlarca insan emrimde. Tek emrime bakarlar. Bu ülkeyi ateşe verirler ve içinde yanarak ölürsünüz. Şimdi ya beni kabul edersiniz yada siktiğimin ülkesinden kaçın yoksa Azrail sizin için bir gece ansızın gelecek."

Bir kaçı ayağa kalktı ama kralın sesi onları oturmaya zorladı.

​​​​​​" Belki bunu yaparsın. Sana inancım vardı. Ama bir şeyi unutuyorsun. "dedi o attığı adımın aynısını ona yaklaşarak kullandı.

​​​​​​" Ben hiçbir şeyi unutmam. "dedi Leonardo.

Kral," Artık zincirinin biri elimde. "dedi.

Leonardo kaşlarını çatınca kahkaha attı.

​​​​​​" Artık bir zaafın var ve o kız elimizde. "

​​​​​​☆☆☆

Ah Leonardo'm bir anne özlemiyle yanıp tutuşuyor.

Ben bunu biraz şeye benzetiyorum. Annesine aşık bir çocuğa. Leonardo annesini çok seviyor ondan sevgi bekledi yıllarca. İkiz kardeşiyle aynı yüze sahipti ama annesi yıllarca ona çirkinsin dedi.

Bunu yediremedi kendine. O zamanlarda onu ayakta tutan tek şey annesine olan sevgisiydi. Eğer o olmasaydı Leonardo gerçek anlamda bir canavara dönüşürdü.

Ve bir canavar asla aşık olmazdı. Asla gerçek sevgiyi barındırmazdı. Bu yüzden annesine olan sevgisine tutundu.

Ama o kadın için güzel bir sonum var. Ve bunu Meryem'e yaptıracağım.

Vicdansız kadın. Maalesef ki gerçek hayatımızda da anne ve baba olmayı hak etmeyen bir çok insan var. Yani o çocukların Allah yardımcısı olsun. Keşke ailesi tarafından işkence gören tüm çocuklara yardım edebilseydim.

Şimdi krallık ile savaşımız başladı.

Bu krallığa girmek imkansıza yakın. Bir kral değilsen giremezsin.

Peki Meryem bu konuda ne yapacak?

Bakalım diğer bölümde bir planımız var. Yarına kadar hoş kalın. 😍

​​​​​

 

​​​​​

​​​​​​

 

Bölüm : 25.05.2025 12:34 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...