

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
"Öylesine güzel bir gökyüzünün altında, bu kadar kötü insan nasıl yaşayabiliyordu." ( Dostoyevski)
ᥫ᭡ ִֶָ 𖤐
🎧Bölüm şarkısı : I wanna be yours (Arctic Monkeys) 🎧
Yeni açılmış bir kafede işe başlamıştım. Kendimi idare edecek kadar kazanmam dışında bana pek bir şey kalmasada bir şekilde yaşıyordum.
O geceden sonra üç hafta geçmişti. Ama o Azraili görmemiştim. Görev için bana geleceğini söylemişti. Bekledim. Her an bir köşeden çıkıp boğazıma bıçak dayamasını gerçekten bekledim.
Ama gelmedi.
Hayatımda meydana gelen tüm değişikliklere alışmaya, onları kabul etmeye ve onlarla yaşamayı öğrenmeye ihtiyacım vardı, ancak derinlerde asla uyum sağlayamayacağımı biliyordum.
Arabaya binip o özel mülkün ortasına dikilmiş korku dolu fabrikaya geri dönmek için duyduğum muazzam arzuyu kontrol etmeye çalışarak derin bir nefes aldım.
Aklımı kurcalıyordu.. Kurcalayan pek çok şey vardı ama aklımı o geceden sonra bir şey daha kurcalıyordu. Chris'i öldürürken görevde miydi? Yani Chris'in ailesi onu öldürmesi için Azraili mi tutmuştu? Yoksa Azrail aileden biri miydi?
Bunu soracak cesaretim yoktu ama bu üç hafta boyunca her anım bunu düşünmekle geçti. İnternette ne kadar araştırma yaparsam yapayım Azrail hakkında hiçbir bilgiye rastlamamıştım. Bir hayalet gibi gelip gitmişti.
Kimse onun hakkında hiçbir şey bilmiyordu. Bir ara bu taşıyıcılığı anlatan adamı bulup sıkıştırmıştım ama korkudan kaçıp gitmişti.
Azrail hakkında tek bildikleri o ölümdü. Senin için geldiyse ya seni öldürecektir ya da çok sevdiğin bir şeyi alacaktır.
Tek duydukları buydu. Ona olan merakım artıyordu ve bu beni şu kısacık zamanda sinir etmeye yetmişti. Şu son günlerde beni unuttuklarını düşünmeye başlamıştım.
"Hey! Maria nereye daldın böyle?" iş arkadaşım James elinde servis tepsisi ile bana bakarak sırıtıyorrdu.
"Hiç, sadece düşünüyordum." dedim geçiştirmeye çalışarak. "Üç numaralı masanın frambuazlı pastası hazır." Tepsinin üstüne bir dilim pasta tabağını koyup gitmesini bekledim.
Ama parmağını pastanın krem şantisini batırıp çıkarınca midem kalkmıştı. Hangi şanssız kişi yiyecekti bu pastayı?
" James iğrençlik yapmayı bırak! Patron görürse yine kendini sokak köşelerinde bulursun." dedim yüzüne doğru çıkışarak.
Yıkadığım elimi eteğimde ki önlüğe silerek müşterilerin yanına gittin.
"Bakar mısınız?" girişte oturan kızıl saçlı kadın bana seslenince gülümsemeye çalışarak önünde durdum.
"Tatlım ne istiyorsun?" Altı yaşında ki oğlu iştahla menüye baktı. "Çikolatalı pasta." gözlerinden o pasta için yapmayacağı yaramazlık kalmayacağını anlamıştım.
"Oğluma bir dilim pasta bende bir limonata alayım lütfen."
"Tabi hemen geliyor." Siparişi aldıktan sonra James pastayı işaret etti. Munzurca gülerek elinde ki pastayı masada ki müşterinin önüne koydu. Kafamı olumsuz anlamında sallayarak sipariş için tezgahın arkasına gittim. Bir gün iyi bir şekilde uyarı alacaktı ve kovulacaktı. Böyle bir beceriksizlikle kesin bunu başarırdı.
Siparişi hazırlayıp James'in gelmesini beklerken telefonuma baktım. Saat 20.00 olmak üzereydi. Yirmi dakika sonra bu akşamlık işim bitiyordu. Yarın pazardı ve eşyalarımı hazırladıktan sonra kampa gidecektim. Biraz kafa dinlemeye ve şehirden uzaklaşmaya ihtiyacım vardı.
James aceleyle siparişi alırken yeni bir sipariş verdi. "Limonlu cheesecake ve ."
"Hazırlıyorum."
Şu limonlu cheesecake'den nefret ediyordum. Bir türlü damak zevkime uymuyordu. Ekşi tadın belkide tatlıda olmasını istemediğim içindi. Sonuçta tatlı tatlı olur ekşide ekşi. Bu ikisini asla yakıştırmıyordum.
"Biraz acele et Maria, bu müşterinin bakışlarından bir kilo ter döktüm. Her an beni öldürecek gibi bakıyor."
"Abartma James. Hadi al götür bende çıkıyorum işim bitti."
Defalarca yaladığı parmağını bir kez daha cheesecake'ke daldırarak şovunu yaptı. Gözlerimi devirip önlüğümü çıkardım. Askıdan çantamı alıp pastaneden çıkmak için acele ediyordum.
Ama James'in söylediği bir kez daha zihnimin kuyularında yankılanınca duraksadım.
'Her an beni öldürecek gibi bakıyor.'
Yok.. Yok olamaz. O olamaz değil mi? Bu sorumun tek cevabı olabilirdi. Çantamı tezgahın üstüne bırakarak içeri koştum. James'in sırtından adamı göremiyordum. Çaktırmadan biraz daha yaklaştım.
Dudaklarının üstünde duran siyah maskeyi fark ettim önce. Sonra da Azrailimin gözlerini...
Gelmişti.. James cheesecake'ki uzatıp bana döndü ve sırıtarak içeri gitti.
Azrail gözleriyle vücuduma ve yüzüme döndü. Bunu yaparken gözleri bir tür karanlık, anlaşılmaz duyguyla kısılmıştı..
Sonra gözleri gözlerime dikildi. Giydiği siyah takım yine efsanevi bir şekilde ben buradayım diyordu. İçine giydiği siyah gömleğinin üstten üç düğmesi açıktı, kravatı yoktu ve bu sefer farklı siyah bir maske takmıştı.. Siyah gözleri beni delmek istiyor gibiydi ama kendimi korkutmadım.
"Şaun mı?" diye sorunca o ölüm kokan bakışlar bana döndü.
Ağır adımlarla yanına gittim. Bir şeyler söylemek için kendimi zorladım ama sadece yüzüne bakmakla yetindim.
"Çantanı al Maria. İlk göreve gidiyoruz."
Üç haftadır unutamadığım o ses. Kulağa günaha bulanmış büyük bir günahkâr gibi gelen o buğulu ses.
Azrailin bakışları yavaşça yüzüme çıktı. Bekletilmekten hoşlanmayan bu adamın hâlâ karşısında dikilmemden hoşlanmamıştı. Azrailin asla titremeyen elleri, kaşığı aldı ve cheesecake'den bir kaşık aldı. Lanet olsun James! Bana bunu yaptırdığın için sana bunu ödeteceğim.
"Bu kek bozuk. Yemeseniz daha iyi." dedim tabağı önünden çekerek. Ayağa kalktı ve bir şey demeden dışarı çıktı.
Koşarak çantamı aldım ve arkasından dışarı çıktım. Onun arkasından yürüdüm, Kafenin önünde duran son model Mersedesi görünce gözlerim şaşkınlıkla açıldı. Parlak siyah renkteydi. Araba aşığı olarak resmen ağzım sulanmış bir şekilde arabaya bakıyordum.
Sabırsız bir korna sesiyle yerimde zıplayınca korkuyla oturdum. Yanına..
Çalıştığım sokaktan ayrılırken yüzüne bakmaya cesaret edemiyordum. Azrailin yanında oturmuş ve korkudan kıpırdayamadığımı düşünecek olursak kendimi fazla kasmıştım.
Nefes al Meryem, nefes al.
Sessizce nefes aldım. Bu da nasıl bir kokuydu. Odunsu kokusu karnımda bir yerlerde bir sıcak baskı hissetmeme neden olmuştu. O pahalı parfüm reklamlarından fırlamış gibiydi. Hani şu parfümü sıkarsanız kadınlar peşinizde pervane olur dedikleri koku bu koku olmalıydı.
Alttan alttan Azraili incelemeye başladım. Kaslı bedenini saran kolları sıvanmıştı. Sağ kolunun sıvanmış gömleğinin bitimine kadar dövme vardı. Ne dövmesi olduğunu çözemesemde kesinlikle çok güzel duruyordu. Kemikli ve damarlı kollarına çok yakışmıştı.
'Allah'ım neler düşünüyorum böyle. '
Hayır, sadece onu daha yakından tanıyorum o kadar. İnceliyorum sadece. Arada yaptığım gibi. Diğerleri gibi. Kimi kandırıyorum bu adamın kim olduğunu nerede yaşadığını asıl ismini bu üç haftada düşünmediğim bir gün bile olmamıştı.
Direksiyonu avuç içiyle döndürünce alt dudağımı ısırdım. Her an boğazıma yapışıp beni öldürecek parmakları ustaca direksiyonu çeviriyordu. Gaza bastıkça damarlarımda adrenalin yüklenmeye başlamıştı.
Bakışlarımı gözlerine çıkardım. O siyah gözleri ve hiçbir şey belli etmeyen gizemli bakışları.
Bir kaç dakikadır süzüyordum onu. Farkında olduğunu biliyordum. Bunu umursamadan devam ettiğimi o da biliyordu. Gözlerinden başka bir şey görmüyordum ama o maskenin altında ki adam yakışıklıydı. Bundan emindim. Nasıl bilmiyorum ama hislerim o yöndeydi. Kim olduğunu hatırlamadan önce, bir an için yanımda ki adamı beğenmiştim.
Bir anda kolunu direksiyonun altına daldırarak silahını kalbime doğrulttu.
İliklerime kadar hissettiğim bu korkunun yüzümde okunmaması için sakin kalmaya çalıştım. Düz bir suratla yüzüne bakmaya devam ettim. Gözlerini yoldan çevirip gözlerime dikti.
Uzun bir süre boyunca sessiz kaldı, kalbim bakışlarının içime işlediği soğukluktan dolayı hızlı atıyordu. Sessizliği uzadıkça hissettiğim panikle on kat daha hızlı atıyordu. Ardından kalbime baskı uygulayan tabancayı kucağıma attı. Bakışlarının altında çırpınınca tek kelime etmedim.
Bakışları çok sertti.
Arabayı tenha bir yerde durdurdu. Eskimiş binalar ve sessiz bir sokakta bizden başka kimse yoktu. Arabadan inince beklemeden indim. Bagajdan Siyah bir paket çıkarıp bana uzattı.
"Bu elbiseyi giy, silahı bacağına gizlemeyi unutma. On dakikan var." Cebinden bir sigara çıkarıp maskenin altından dudaklarının arasına aldı. Ateşi gözlerini aydınlatırken hâlâ onu izliyordum. Burada karşısında değiştireceğimi düşünmüyordu herhalde.
Beklenti içinde olduğumu görünce yüzüme bakmadan," Arabada. "diyerek soruma cevap verdi.
Konuşmasına, yorumlarına, akılda kalıcı ses tonuna ve o erkeksi kokusuna önem vermek istemiyordum. Buna kendimi inandırmam gerekiyordu. Azrail bu ülkede sevmeyeceğim ve uzak durmam gereken pek çok insandan sadece biriydi, bu yüzden buna alışsam iyi olur. Göreve odaklanmalı ve benden sıkılana kadar gözüne çok batmamaya karar verdim.
Sigarasında ki dumanı dışarı üfledi. Şaşkın bir şekilde paketi açıp içinde ki elbiseye baktım. Bunu giymemi istiyor öyle mi? Paketin içinden elbiseyi çıkarıp üstüme tuttum.
Kısaydı. Çok kısa.. Derin bir nefes alıp koltuğa oturdum.
"Çıldırmış olmalı." dedim bir kez daha elbiseyi kaldırıp bakarken. Çaktırmadan bana bakıp bakmadığını görmek için aynadan baktım. Hâlâ sigarasını içiyordu. Onu daha fazla bekletirsem bana neler yapacağını düşününce korkum yavaş yavaş paniklememe neden oldu. Direnmedim. Pantolonumu ve üstümde ki gömleğimi çıkardım. Bir yandan arada bir bana bakıp bakmadığından emin olmak için aynadan onu izliyordum. Bir kez bile dönüp bakmayınca rahatlamıştım.
Ya da benim gibi birinin bedeni ilgisini çekmiyordu. Muhtemelen bu yüzdendi.
Elbiseyi zorda olsa büyük bir savaş verirken giyip dışarı çıktım. Gömleğimle göğüslerimi kapatmıştım. Elbise bir yarısı kalçamın iki karış altındaydı. Bu çok utanç vericiydi. Dahası fermuarımı arabanın içinde çekememiştim. Her an üstümden kayıp göğüslerimi ortaya çıkarırdı.

MULTİMEDYA : MERYEM'İN ELBİSESİ
Sigarayı yere atıp ayağıyla söndürürken bana döndü. Utançtan soğuk terler döküyordum.
"Fermuarı çekemedim." dedim bahanelerin arkasına sığınmayarak.
"Arkanı dön!" dedi. Tok sesi kalbimin teklemesine sebep olmuştu. Ağır adımlarla arkamı döndüm. Fermuar kalçamın üstünden başlıyordu. Eli kalçakemiğimle aynı hizadaydı, bu dokunuşu hissedince yanağımın içini ısırdım. Gözlerimi kapattığımın farkında bile değildim. Dokunuşları nabzımın teklemesine sebep olmuştu.
Fermuarın kapanma sesini duyunca arkamı döndüm. Gömleği indirmem için bekledi. Bakışlarında ki tehdit açıktı. Sabrı yoktu ve bir Azrailin sabrının sınanmaması gerektiğini çok yakın zamanda anlamıştım.
Gömleğimi indirince beni süzmesini izledim. Tek bir duygu kırıntısı yoktu gözlerinde. Sanki mağazada öylesine duran cansız bir heykel gibi süzüyordu beni. Bu beni hayal kırıklığına uğratmamıştı. Sadece tepkilerini merak ettiğim için onu izlerken buluyordum kendimi.
Bakışları gözlerime kilitlenirken tenime doğru sözlerini fısıldadı. "Saçlarını aç!"
Lastik tokamı saçlarımdan çıkardım. Kahve kürü saçlarım omuzlarıma döküldü. Cebinden çıkardığı bir kartı bana uzattı.
"Bu kart sana bütün kapıları açar. Gireceğin ve elmasını çalacağın kapıyıda tabi. "
Siyah kartın üstünde sadece beyaz renkte olan x işareti vardı. Kartı alıp elimde tuttum.
"Kimden çalacağım?"
Afallamış bir şekilde siyah gözlerine bakıyordum. "Hem, ya yakalanırsam?"
Gözleri kısıldı. "Kaçmanın bir yolunu bulursun."
"Ya kaçamazsam." dedim tekrar ederek. Öfkesinin boyutu yüzünden ağzım kurudu.
"O zaman mezarına bir demet çiçek gönderirim. " şakası yoktu. Bu Azrail eminim şaka nasıl yapılır onu bile bilmiyordu.
İki cümle benden bağımsız döküldü dudaklarımdan. "Lale olmasın." Farkına vardığımda artık çok geçti.
"Şaka yapıyorsan canını yakarım, şaka yapmıyorsan canını daha çok yakarım Maria!" dedi cümleleri sert ve tehditkâr bir tonda bastırarak.
Her ne kadar korksamda adım attığım bu yolda geri adım atmaya niyetim yoktu.
"Emin olun canımı fazla yakamazsınız." dedim kesin ve kendimden emin cümlelerle. "Ölmekten korkmayan birinin canını yakacak bir işkence daha duyup görmedim."
Ani bir hareketle beni arabayla kendi arsında sıkıştırdı. Çok ani olmuştu tepki verecek veya kaçacak zamanım olmuştu.
Gözleri anlam veremediğim bir bakışla parlıyordu. Yüzü sertti, ve kasları gergindi. Bir elini başımın yanındaki cama yaslamıştı. Başını eğip gözlerime bakarken, siyah gözlerinde öfke ateşi parlıyordu. Yüzüme çarpan nefesi sıcaktı.
Parfümü üstüme karışarak etrafımı sarmıştı. Bakışlarımız birbirine kilitliyken adamın kokusu tenimin altında sessizce dinlenen hücrelerin karıncalanmasına ve kalbimin hızlanmasına neden oluyordu.
Bileğine sakladığı bıçağı aniden boğazımın üstüne getirdi. Gözlerim kocaman açılmış bir halde şaşkınlıkla gözlerine bakıyordum.
Adamın bıçağı boğazımdan itmesini izledim. Bıçağın keskin olmayan tarafını sıcak yanaklarımda nazikçe gezdirdi. Tehdit açıktı. Sınırlarıma girme. Yoksa bir facianın eşiğinde senin karanlığın olurum diyordu. Tüm bu zaman boyunca bakışlarını gözlerimden hiç ayırmamıştı.
"Sana yaşamadığın acılar yaşatırım. Öyle ki ölmek bile istemezsin kadın." dedi dişlerinin arasından.
Yapardı. Bu ellerinde kim bilir kaç kişinin kanı vardı. Bana mı acıyacaktı?
Gözleri titizlikle ve inatla gözlerimdeydi. Tehdit ettiğinde benim nefesim kesildiğinde ve yutkunduğumda bile bana bakıyordu.
" Yaparsınız biliyorum." dedim sert bir sesle. "Ama ben çabuk ölürüm ve eminim bu sizi tatmin etmeyecektir. Peki o zaman ne yapacaksınız? Ruhuma da işkence çektiremezsiniz ya.."
Gözleri aniden alevlendi. Keskin bakışları üzerimdeyken, yüzlerimizin arasında sadece birkaç santim varken şuracıkta beni öldürmesi için önünde hiçbir engel yokken, ben yinede ona dik başlı davranıyordum. Gözlerimiz birbirine kilitlenmiş haldeydi. Bıçağın kabzasını öyle sert tuttu ki, bir an eğer bu gece görev olmasaydı bana neler yapacağını gözlerinde görmüştüm.
Korkmam gerekiyordu ama içimde ki sesler korkmamam gerektiğini ince ince fısıldıyordu. Belkide ölümden korkmadığım için bunun rahatlığıydı. Ama zihnimde anlamlandıramadığım ama bedenimin fazlasıyla farkında olduğu bir şey yaşıyordum.
Heyecan.. Gerçekten bir saat gibi aynı her gün aynı olan hayatım şuan pamuk ipliğindeydi. Sanki heyecanı yeni tatmış gibi büyük merak içindeydim ilk kez. Dahası bu adamı ölesiye merak ediyordum. Bana yaşatacaklarını.
Ama bana tanıdık olmayan bir şeyler daha vardı.. Narin bedenim bana bunu küçük küçük izlerle gösteriyordu. Mesela bana yakınken kulaklarımda atan nabzım, kokusunu bu kadar yakından hissederken hızlanan kalp atışlarım,Ve en önemlisi yüzlerimizin arasıda bir kaç santim varken göğsümün aldığım hızlı nefeslerle hareket etmesi.
Bu tanıdık olmayan beden tepkilerine anlam veremiyordum. Sokakta ilk kez gördüğün bir yabancı gibiydi bu hissettiklerim. Yabancı ama hoş hissettiriyordu ve bu yüzden içimdeki kabaran merak duygusu daha da artıyordu. Tüm bunlar daha önce bedenimi hiç sarmalamayan bir duyguya dönüşmüştü.
"Ruhun acı çekmesi kolay, ama ben gördüğüm acıdan zevk alıyorum. Göremediklerimden değil."
Yani her şeye fiziksel bakıyorum diyordu. Duygu nedir bilmem. Kimsenin ruhuda beni siklemez diyordu. Canını bir yakarım ruhun bile parçalanır diyordu. Gözlerinde tamamen bu vardı.
" Ya karşılık verirsem. Bana işkence ederken durup izlememi beklemiyorsunuz herhalde."
Bana kontrol edilemez bi güçle bakıyor, bende aynı şekilde karşılık veriyordum. Bu derin ve incelenmesi gereken bakışları beni esir almış gibi hissediyordum. Altında ki anlamı araştırmalıydım gibi hissediyordum. O sert, acımasız gözlerden başka hiçbir yere bakamıyordum.
" Sana sözüm olsun Maria! Ölmeyi her dilediğinde orada olup seni ölmekten kurtaracağım. Ölmeyi bu kadar çok istiyorsun ya her fırsatta bu isteğini çalacağım senden. Tanrıya yemin ediyorum!" Sert sözleri yüzüme bir tokat gibi çarpmıştı. Göğsüm hızlı hızlı inip kalkarken öldürücü bakışlarının altında kaşlarımı aynı öfkeyle çarptım.
" Senden korkmuyorum! "dedim tüm cesaretimle." Beni korkutamazsın. "
Alaycı ses tonunu duyunca ellerimi yumruk yapmıştım. Zaten yakınlığından düşüncelerim allak bullak olmuştu. Resmen vücudundan büyük bir sıcaklık bana doğru son hızla akıyor gibiydi. Ateş gibiydi.. Bu kadar yakın olunca hisseder olmuştum.
" Seni korkuttuğum zaman anlayacaksın. Bunu yaptığım zaman o gözyaşlarını alıp hatıra diye saklayacağım." Geri çekildiğin de sıcaklık havaya karışıp benden uzaklaşmıştı. Hiçbir şey söylemedim. Arkamı dönüp koltuğa oturup kapıyı kapattım.
Beni korkutamazdı. Hiçbir şey beni korkutamazdı o kadar. Hayatımda en çok korktuğum şey sevdiklerimin ölümüydü. Bu yüzden ne arkadaşım olmuştu ne de sevdiğim bir adam. Yıllardır kimse korkutamadı beni. Şimdi üç haftalık tanıdığım bu adam bana ne yapabilirdi ki?
Asla başarmasına izin vermeyeceğim. Beni asla o kadar korkutmayacaktı.
Kaşlarımı çatıp yolu izledim. Tek bir kez dönüp yüzüne bakmadım. Söyledikleri sinirimi çok bozmuştu.
Sesini duyana kadar kafamı çevirmedim.
"Telefonunu ver!"
Çantamdan çıkarıp telefonumu uzattım.
"Buna telefon mu diyorsun." dedi küçümseyici ses tonuyla. Camı açıp beni yıllardır idare eden telefonumu dışarı atışını ağzım açık izlemiştim. "Aç ve içindeki telefonu al. Bundan sonra bu telefonu kullanacaksın. İçinde numaram var. Seni aradığım an o telefon iki defa çalarsa..." devamını getirmedi.
Yanaklarımın içini ısırıp telefonu alıp çantama attım. Hangi marka olduğuna bakamayacak kadar öfkeliydim.
Yolun kenarında olan demir bir kapının önünde durdu. Kapıda iki tane adam duruyordu. İri yapılı ve hiç şaka yapacağın tipten adamlar değillerdi. Arabadan inip onu takip ettim.
İri cüsseli adamlar bizi görünce daha doğrusu Azraili görünce panikle sanki başkanlarını görmüş gibi ceketlerini ilikleyip kapıyı sonuna kadar açtılar. Kafalarını kaldırıp bakmak bir yana dursun biz geçene kadar nefes bile almamışlardı.
Lüks arabalar evin önünde sıra sıra dizilmişti. O kadar güzel duruyorlardı ki hepsine dokunmak istiyordum. Gıcır gıcır parlıyorlardı.
Gözlerimi bu güzelliklerden ayırıp önümde ki Azrailin sırtına çevirdim. Geniş omuzlarından önümü görmek mümkün değildi. Yanında küçük kalıyordum. Topuklu giysemde ancak göğüs hizasına kadar gelmiştim.
Daha önce hiç böyle büyüklükte bir malikane görmemiştim. Yanında hepimiz karınca kadar kalıyorduk. Rengarenk sarı lambaları adeta tarihi bir filmden fırlamış gibiydi. Müzeden çalınmış gibi duran heykeller, ortamın zengin havası...
Böyle yerleri hep televizyonda görmüştüm.
Her kapı hiçbir soru sormadan ardına kadar açıldı. Geçtiğimiz her koridorda insalar kuyruk oluşturmuş sırasını bekliyordu ama biz Vıp müşteri gibi sırasız her yere rahatlıkla giriyorduk. Dahası emindim buraya gelen insanlarda öyle basit insanlar değildi. Hepsinin giydiği kıyafetten tut, taktığı elmaslara kadar zenginliklerini gözler önüne seriyordu.
Bir ara milletvekilini bile sıra beklerken görmüştüm. Bu insanların içinde bir taşıyıcı nasıl bir önem taşıyordu ki kapılar ardına kadar önce onun için açılıyordu? Düşünecek onlarca sorunun içinde en çok buna kafa yormam gerekiyordu.
Ama sorsan tam olarak nerede olduğunu, kim olduğunu, üst düzey bir mafya babası mı? Ülkenin zenginlerinden mi? Yoksa bir seri katil mi? Kimse bilmiyordu ama herkes oldukça yüksekte olduğunun farkındaydı.
Onun hakkında ki teoriler ortada dolaşıyor fakat kimse gerçeği tam olarak bilmiyordu.
Tek bir cümleyle herkese diz çöktürecek bakışları vardı. Ama bu adam ifadesizliği başka bir seviyeye taşımıştı. Fiziği de iyiydi. Kaslı çekici bedeni, uzun boyu ve herkese herşeyi yaptırabilecek olması herkesin hemen hemen dikkatini çekerdi. Onunla olmak isteyen kaç kadın vardı acaba?
Tahmin edilemezdi..
Korku dolu ifadeleri eşliğinde yürürken hepsinin yüzünde türlü türlü duygu beliriyordu. En çokta aniden durup birisinin kafasına sıkacakmış gibi korkuyorlardı. Hangisine bunu yapacak olduğu bilinmediği için soğuk terler döküyorlardı. Şöhreti gideceği yere kendinden önce ulaşıyordu.
Bu yüzden ona Azrail lakabını takmıştım.
Gösterişli bir girişin ardından tamamen altın ve elmas kaplamalı bir kapıdan büyük bir salona geçtik. Masaların etrafına toplanmış ve yüzlerinde sahte gülücüklerle etrafa yapmacık kahkahalar saçan insanların arasından geçtik.
Hipnoz eden ışıklar, kıvrılarak dönen vücutlar, sahnenin her iki tarafında piyano çalan iki adam.. Ağır bir fon müziği gibiydi... Biz aralarından geçerken uzak köşelerden bize doğru değerlendirici bakışları bile görmüştüm. Bana değil Azraile bakıyordu hepsi. Hepsi ondan korkup aynı zamanda saygı duymayı öğrenmişlerdi. Yanında yürüyen yeni bir yüz kimsenin umrunda değil di. Açıkcası bu pek umrumda sayılmazdı. Göze batmak isteyeceğim son yer bu zengin züppelerin sahte bakışları olurdu.
Dönüp bize fısıltıyla bakanların arasından geçerken düşüp kendimi rezil etmemek için büyük çaba sarfetmiştim.
Hepsi Azraili tanıyordu. Kıskanç, Merak, korku, saygı... Hepsinin üstünde böyle bir etkisi vardı bu adamın. Hafife alınacak biri değildi.
Kimdi bu Azrail? Asıl kimliği neydi?
Meraklı düşüncelerimin arasından kalabalık bir masaya geldiğimizi fark edince düşüncelerimi bir kenara bıraktım. Takım giymiş adamların suratlarında yalaka bir tavır, defileye katılacak gibi aşırı derecede abartmış kadınların yanında ben çok hafif giyinmiştim.
Bizim olduğumuz masada iki erkek iki kadın vardı. İki kadından uzun boylu olanı sarışın diğeri de kızıldı. Kabul etmeliyim kızıl olanın güzelliği ben buradayım diye bağırıyordu. Vücudu kıvrımlı ve nasıl cilve yapacağını sanki doğuştan biliyordu.
Onun yanında ben hiçtim. Cilvenin C'sini bilmiyordum. Dahası bu pek canımı sıkmıyordu. Bu zamana kadar erkek arkadaşımın olmadığını düşünürsek..
"Bu yeni kız mı?" Yüzünde yara izi olan adam gözlerini dikmiş bana bakıyordu ama soruyu öylesine sormuş gibiydi. Bildiği soruyu sormuş gibi ağzından salyalar akıyordu. Biraz daha böyle bakmaya devam ederse suratına yumruk atacaktım.
"Öyle." dedi kısa bir cevapla.
Demek benden önce de bir kızla gelmişti ya da kızlarla. Peki o kıza yada kızlara ne oldu? Yoksa öldüler mi?
Yara izi olan adam elini bana doğru uzattı. "Carl, ismin ne yeni kız?"
Azrail'e baktım. Söylesem kızar mıydı? Söylemesem kızar mıydı? Allah kahretsin. Sıfır bilginin içine attığı için ondan nefret ediyordum. Elimi uzatmadan, "Maria." dedim.
"Hristiyan mısın?" yanında ki kızıl saçlı kız küçümseyici bir ses tonuyla bunu sormuştu.
Bu sorudan rahatsız olmuştum. Sert bir sesle, "Fark eder mi?" diye sordum.
Omzuna düşen kızıl saçlarını narin bir hareketle geri attı. "Sadece sordum. Bu arada ismim Vanessa." dedi elini uzatarak.
Onunda elini tutmadım. Yaydıkları negatif enerji öyle yüksekti ki kusma hissimi bastırmakta zorlanıyordum. Kız alınmış gibi elini çekti. Sanki çok umrumdaymış gibi.
"Maria." dedim ve önümde duran masanın üstünde ki zambakları incelemeye başladım. En azından onlar saflığı temsil ediyordu. Günahın içinde yalnız kalmış gibi büzülmüştü. Zambakları çantaya atıp evde onları canlandırma fikri ile boğuşurken yüzünde yara izi olan adam konuştu.
"Bu polis akademisinden hem üstüm hemde arkadaşım Newt." sağında duran uzun boylu ve kirli sakallı adamı gösterdi.
Yüzü sert ve bakışları keskindi. Azrail onun bu tavrından hoşlanmamış gibi elini uzatmadan konuşmayı sürdürdü.
"Aktif görevde misin?"
"Evet. Ama şuan izindeyim."
"Akademiyi birincilikle bitirdi. İşinde en iyisi." dedi Carl onu sahte bir övgüyle yücelterek. Ama ses tonundan bariz bir şekilde kıskandığı ortadaydı.
"Seninle tanışmak benim için bir şeref." dedi Newt yalakalık yaparak. Küçük alaycı gözleri aynı şeyleri söylemiyordu. Sanki senin ensendeyim her an yakalayacağım der gibi bakıyordu. Tipik polis hırsı.
Azrail'in zaten bunun farkında olduğunu gözlerinden anlamıştım. Ama adamı değil polis olarak görmek sanki sokağında nöbet tutan bir köpek gibi görüyordu. "Farkındayım." dedi kibirli bir sesle.
Newt'in erkeklik gururu incinmişti. Keskin çenesini sıktı ve Azrail'in yüzüne yumruk atmak istediğini anlayınca sırıttım. Bu onun için hata olurdu. Büyük bir hata.
Gözlerimi devirmeden edemedim. Ne yazık ki Azrail fark edip bana bakınca alt dudağımı ısırdım. Bakışlarını bana odaklayarak masaya eğildi, kollarını masaya dayadı ve yoğun bir incelemeyle bana baktı.
Gülümsemem hızla içime kaçarken delici bakışlarından kaçmak için gözlerimi kaçırdım. Burada bu kadar insan olduğunu umursamadan bana neler yapardı gözlerinden anlamıştım. Biraz daha gülmeye devam etseydim iyi şeyler olmazdı.
"Bu benim iş arkadaşım Michel." Kızıl saçlı kız yanında ki sarışın kadını Azrail'e tanıttı. Kadın ona öyle bir bakıyordu ki bir an için kucağına atlayacağını düşünmüştüm.
Kadınlar üzerinde çok büyük bir etkisi vardı. Konuşmadan kadınlar bedenlerini sunmak hatta pazarlamak için adeta isteklilerdi. Yarışa girmek için bekliyorlardı sanki.
Kızıl saçlı kadın alaycı bir ifadeyle bana bakarak, "Michel estetik cerrahi ve alanında çok iyi. Bir çok ünlü ondan sıra almak için aylar öncesinden randevu alıyorlar." dedi. O aşağılayıcı bakışlarını şu masada suratına içki şişesiyle çarpmak vardı ama neyse..
Bunu başka bir güne bırakacaktım ama kadın üzerime gelmek için hiç vakit kaybetmedi.
" Sen ne iş yapıyorsun Maria? "
Belirsiz bir süre havada asılı kalmıştı bu sorusu. Bir an için bakışlarım onunkilerle buluştu ve gözlerimi kaçırmak yerine, o bakışlarını çevirene kadar onu izlemeye karar verdim. Kızın botokslu suratına bile bakmadan yanıtladım.
" Tatlım hangi mesleği söylersem beni küçümsediğini düşünerek mutlu olacaksın söyle onu söyleyeyim. Çünkü garibanları sevindirmek sevaptır derdi annem."
Saçları gibi suratıda kızıla boyanmıştı. Bunun verdiği zevkin yerini şuan hiçbir şey alamazdı. Huzursuzca yerinde kupırdandı.
" Ne.. Ne alaka, sadece meraktan soruyorum. "dedi lafı geveleyerek.
" Ben senin kim olduğunla ilgilenmiyorum ama sen şuan hayat felsefen benmişim gibi ağzından salyalar akarak soru soruyorsun. Kadın düşmanı mısın yoksa sadece ezebildiklerindenmi övünecek kadar acizsin. "
" Bana bak! "dedi öfkeyle tıslayarak.
O öfke beni tatmin etmişti. Gereken cevabı verdikçe ve o anlamsız ruhu ezildikçe bu aptal kadının üstüne daha çok gidesim geliyordu.
" Şimdi de çingene gibi üstüme mi yürüyeceksin? "dedim gülümseyerek.
Tam üstüme yürüyecekti ki, söylediğim aşağılayıcı cümleler onu durdurdu. Öfkeyle çantasını alıp topuklarının üstünde dönerek başka bir masaya geçti.
Hak etmişti. Daha fazlasını hak ediyordu.
Bir kez daha Azrail'e kaydı gözlerim. Merak ediyordum. Bu söylediklerim onu rahatsız etmiş miydi? Belkide yakın arkadaşlardı ve bana çok kızacaktı belkide işkence yapardı.. Zaten bana baktığını fark edince yutkundum. Gözlerimi asla kaçırmadım. Ona nasıl biri olduğumu gösterme arzusu ile yanıp tutuşuyordum.
Beni korkuttuğunu düşünmesini istemiyordum, benimle her istediğini yapabileceğini düşünmesini istemiyordum. Her an ağlayacak narin bir kadın olmadığımı ona kanıtlamak istiyordum. Ama gözlerinde ki duyguyu anlamam imkansızdı. Tebrik etmeliyim duygularını saklamakta üstün bir yeteneği vardı. İkimizde inatla gözlerimizi kaçırmadık. İnanılmaz bir kararlılıkla bana bakıyordu. Tam
daha fazla dayanamayacağımı düşündüğümde, Carl ortamı yumuşatmak için başka bir konu üzerinden sohbet açtı.
"Başkanın kızı üç hafta içinde evleniyor. Damatları yeni askerlerin komutanının oğluymuş. Duyduğuma göre anlaşmalı evlilik.. Düğün için milyarlar harcadılar."
Kimse bu sohbeti önemsemedi. Carl'ın anlattığı düğün haberi havada asılı kalmıştı. Bundan dolayı yüzü kızardı ama gardını düşürmedi. İyi dayanıyordu. Ben rezil olmaktan nefret ediyordum. Birde o ortamda kimse beni takmıyorsa bir an bile durmazdım. Ama bu adam biraz gurursuz gibiydi. Birazı fazla.
Azrail göz işaretiyle uzaklaşmam için işaret verince derin bir nefes alıp onu takip ettim. Kalabalığı geçip kahverengi ahşap kapıdan içeri girerken onu izledim.
Kenara çekilip deri kokan odaya girmem için bekledi. Tavanda asılı olan gümüş rengi avizeye hayranlık ile içeri girdim. Kapıyı arkamdan kapatıp kilitleyişini duyunca yutkunmamı ondan gizledim.
Yoksa bana burada mı ceza verecekti? Belkide sıkıldı ve canımı burada alacaktı. Kalabalıktı ve onun bu kusursuz cinayeti işlerken tanık olsalar bile konuşmayacaklarını bilmenin verdiği huzursuzlukla yüzüne doğru döndüm.
"Seni şurada öldürecek mişim gibi bakma yüzüme!" Sert ve boğuk sesi bana ulaşırken tek bir bakış bile atmadan yanımdan geçip gitti.
"Bir katil olduğunuzu düşünürsek bence bu düşüncem çok yersiz değil." dedim karşısına geçip oturarak.
"Katil mi?" dedi küçümseyici bir gülümseyle. O kadar insanı öldürdükten sonra ne dememi bekliyordu?
"Mafya felan mısın?" dedim aynı sırıtışla karşılık vererek.
Bana değerlendirici bir bakış atarak karşıma oturdu. Kollarını deri koltuğa uzatıp sağ bacağını sol bacağının üstüne attı. Gözlerimden bir an bile bakışlarını kaçırmamıştı.
"Mafya, katil, hırsız, pislik...." Gözlerinde düşüncelerimi anlamış gibi bir bakış belirdi ve kanımı donduracak o kelimeyi söyledi. "Ya da Azrail mi demeliyim?"
"Ama siz..." diyebildim.
Nefes almama bile fırsat vermeden öne doğru eğildi.
"Dilin pek konuşmasa da bana bakışlarından düşüncelerini anlamam zor olmadı." dedi sıkılgan bir sesle.
Gözlerimi kırpıştırarak tekrar konuşma cesareti bulana kadar bir dakika geçmişti. Sabırla beklemesi gözümden kaçmadı. Bir saniye beklemeyi sevmeyen bir adam için bir dakika bir asır gibi gelmişti gözlerinde ki ifadeden.
" Azrail..." dedim ilk kez yüzüne söyleyerek. Bir yandan lakabını dilimle yuvarlamıştım. "Siz tam olarak ne yapıyorsunuz?"
Söylemezdi. Biliyorum ama yinede sormak istedim. Merakım bir bulut gibi tepemde dolanıyordu.
Bu soruyu sorduğum için yüzüme ne kadar aptal bir kadın der gibi bakıyordu. Şuan işkence etmeyecekti veya öldürmeyecekti. Bende sormuştum işte.
" Taşıyıcı." dedi ikinci kez duyduğum cümleyi söyleyerek. "Bu saydıklarımın hepsini yapıyorum. Öldürüyorum, çalıyorum, soyuyorum veya çok nadir de olsa hayat kurtarıyorum. Müşteri ne isterse onu yapıyorum."
Onu dinlerken mayışmış gibi hissetmeme engel olamadığım için kendime sonra kızacaktım. Ses tonu nasıl desem. Cezbediciydi. Günlerce önümde konuşsa dinlemekten sıkılmazdım aksine sanki ruhum bir nebze acılarının üstünü siyah bir örtüyle örtüyor gibiydi.
Böyle hissetmem yanlıştı. Karşımda ki adam bütün kötülükleri yapan bir şeytandı. Ben bir kötülük yapsam günahını düşünürken o cehenneme gitmek için adeta köprüler kuruyordu. Bundan dolayı aslada mutsuz değildi. Sanki hayatında en çok sevdiği işi yapıyor gibiydi.
"Anladım, peki bu gece görevim tam olarak ne?" konunun üstünde durmadım. Eğer dursaydım o kilitli kapıdan kaçıp gidecektim. Bakışları ve yaptıkları beni korkutmaya ve bu odadan topuklu ayakkabılarıma umursamadan koşup kaçmamı bağırıyordu.
Sonunda bu duyduğu cümleler onu tatmin etmiş gibi bir kağıt cebinden çıkardı. Açarken yaklaşıp içine baktım. Bu evin bir krokisiydi.
"Biz buradayız. Sen üst kata çıkacaksın. Elmasın olduğu odanın önünde iki tane adam bekliyor. Sakın buna aldanıp güvenme. Odanın içinde yedi tane adam daha elması koruyor. Cam fanusun içinde ki elması alıp bana getireceksin. Çok basit değil mi?"
Kaşlarımı çattım ve haritaya bakmaya devam ettim." Çok basit. "dedim son cümlesine katılarak. Derin bir nefes alıp gözlerinin içine baktım." Serbest mi?"dedim soruyu tamamlamadan.
Tek kaşı yukarı kalktı." Ne serbest mi? "
" O odaya girip elması almam için yapacağım herşeyin ne olursa olsun iznini veriyor musunuz? "
" Yasak olan tek bir kuralım var görevdeyken. O da yakalanmamak. Beni anlıyorsun umarım."
Kafamı yukarı aşağı sallayıp koltuğa yaslandım. "Elbette." dedim düz bir sesle. "Ne zaman başlıyorum? Çünkü eve gidip uyumak ve bu sahte hayattan kendimi arındıramak için duşa girmek istiyorum. Anlarsınız ya.."
Karanlık gözlerinde bir ışık parladı. Başını hafifçe yana eğerken asla o bakışmayı kesmedi. Tek bir cümle söyledi. "Tuhaf.." sonra söylemek istemiyor gibi gözlerini kapatıp açtı ama vazgeçip söyledi. "Bana birini hatırlatıyorsun."
"Kimi?"
"Öldürdüğüm bir zavallıyı."
Öldürdüğüm bir zavallıyı.
Dudaklarım seğirdi. Bu beni öfkelendirdi ama ona bu zevki tattırmamak için hiçbir şey demedim.
"Bir gün beni öldürdükten sonra benim içinde bu cümleleri birine kurduğunuz zaman beni hatırlayın. "dedim umursamadığımı kanıtlamak ister gibi.
Sordu," Hatırlayacağım biri olacağını mı düşünüyorsun Maria? "
Ona üstten bakan bir tavırla, Sağ elimle at kuyruğu yaptığım saçımı çıplak omuzlarıma alırken beni dikkatle izlemesi hoşuma gitmişti kısa bir an.
"O kadını hatırladınız ama.." dedim.
Kaşları çatıldı. "Kadın olduğunu söylemedim."
Dudağımın kenarı yukarı kıvrılınca bacak bacak üstüne attım. "Gözleriniz söyledi. O bakışı iyi tanıyorum. Bir kadına benzetilen ifade... Nasıl desem tanıdık."
Gözleri kısa bir an açılan elbisemin altında parlayan bacaklarıma kaydı. O kadar kısaydı ki gözlerine bakmıyor olsam bunu yakalayamazdım. Bu söylediğimden hoşlanmamıştı. Ağır adımlarla ayağa kalkıp arkama doğru yürüdü. Neredeyse bacaklarımı indirecektim. İşte şimdi korkuyordum.
Arkamda ki sıcaklığını hissedince az önceki cesaretim beyaz bir perdenin arkasına saklandı. Sıcak avucu çenemin altından tutup kafamı geri yatırdı. Bir eli kaçmamam için çıplak omzumu güç harcamadan tutuyordu. Yüzüme doğru eğilince karnımın üstünde bir karıncalanma başlamıştı.
"Yarın günlerden ne Maria?" ses tonu öyle sert öyle korkutucu çıkmıştı ki gözlerim titremişti.
Hangi gün olduğunu sormadığını biliyordum ama şuan benden bir cevap bekliyordu. Saçmada olsa söyledim.
"Pazar."
Hissettiği memnuniyet değildi. Yüzüme daha çok yaklaştı. Yıpranmış sinirlerimin üzerine yakınlığının sıcaklığı estiğinde bir şey hissettim.
Hissettiğim bir kalp ritim bozukluğuydu.
✩✩✩
Bölüm sonu..
Ah Azrail, sen bizi bir gün korkudan öldüreceksin ama ne zaman? 🥹
Yavaş yavaş daha iyi tanıyacaksınız bu adamı. Ama kesin olarak asla tanıyamazsınız. Nasıl desem... Gerçekten anlaşılması zor biri.
Yinede ona bağlanacaksınız. Aynı Maria'da olduğu gibi. Yavaş yavaş. Ve bağlandığınızda.. Neyse söylemicem 🥹😁
Meryem ve Azrail hakkında ne düşünüyorsunuz? Eh bizde ona artık Azrail diyeceğiz. Gerçek ismini öğrenene kadar.
Bölüm nasıldı?
Meryem bu görevi başarabilecek mi?
Yarın bol heyecanlı bölüm sizleri bekliyor.
Sizleri seviyorum. Görüşürüz. 🤎🤎
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.25k Okunma |
380 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |