
ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
"Her şey göründüğü gibi olsaydı, elinize aldığınız deniz suyu mavi olurdu."
ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
Nişan salonunda, Sevgili kocamın gözünün önünde yüzük takıyordum. Gözlerinde ki ateşin ve öfkenin boyutunu yalnızca tahmin edebilirdiniz.
Ama o an elektrikler gitti. İşaret bu olmalıydı. Prensin kulağıma fısıldadığını duyunca koşar adımlarla salonu terk ettim.
"Gidin buradan, ben babamı bir şekilde ikna ederim. Seni tanıdığım için mutlu oldum Meryem."
"Her şey için teşekkür ederim."
Gülümsedim ama muhtemelen görmemişti. Salonun gizli kapısından çıktığımda elektrikler geri geldi ve Leonardo'nun babası haykırmaya başladı.
"Prens yok kaçmış. Bulun onu."
Koşuşturmalar ve insanların paniği eşliğinde sarayı sorunsuz terk ettim. Carlos beni arabada bekliyordu.
"Hemen gidelim."
Carlos gaza bastı ve biz havaalanına doğru yola çıktık. Nikki ve Hannah önceden gitmişlerdi Amerika'ya. Sadece Carlos ve ben kalmıştık. Bay Barlas onları karşılayacaktı. Bu süreçte bize çok yardımı dokundu.
Havalanında Leonardo'nun maske takmış ve kamufle olmuş bir şekilde görünce bir an için eski anlarmız aklıma geldi. Bu beni heyecanlandırmıştı.
Kollarını açınca koştum. Beni kollarının arasına alıp döndürdü.
"Nasıl kaçtın?"
Beni yere indirip ceketini çıkararak omuzlarımı örttü. Kendisi gibi çok güzel sıcaktı.
"Zor olmadı. Adamları önceden ayarlamıştım. Elektrik kesintisi olduğunda giden yolu açtılar ve muhafızları oyaladılar."
Özel uçakla dubaiyi terk ettik. Masaya koyduğu sarayın iç ve dış haritasını bize gösterdi.
"Sarayın tam sekiz gizli kaçış tüneli var. 1900 yılında Kral James tarafından dört tanesi kapatılmış. Bundan on sekiz yıl önce iki tanesi kapatıldı. Kullanılmıyordu ve dışarıya doğru tehlikeyi arttırıyordu. Geriye sadece iki çıkış kapısı kaldı. Bir tanesi kralın odasında bulunuyor. Yatağın altından merdivenle inerek kırmızı tünele geçiş sağlanmış. Bir tanesi ana salonda tahtın arkasında, duvara boydan boya kaplanmış bulunan kırmızı perdenin arkasında. İkiside kralın kolaylıkla kaçabilmesi için yapılmış.
Bu iki çıkışı benim adamlarım koruyor. Her on dakikada bir nöbet değiştirip rapor veriyorlar. Tünellerin içinde kameralar var. Dışarıdan herhangi bir tehlike için geçen yıl yaptırdılar. Kameralar biraz sıkıntı yaratabilir.
Çünkü tünelin girişi eski bir madene bağlı. Kapatılmış. Aslında babam bilerek o madeni patlama yoluyla kapattırdı. Tünellerin çıkışında iki demir kapı bulunuyor ve sadece babamın yüzü ile açılıyor. Hem yüz tanıma hemde ses tanıma özelliği kullanılıyor. Ne olursa olsun oradan kaçmayı deneyeceğini biliyorum. Çıkışta bekleyeceğiz.
Orduyu ülkeye sokamayız. En azından ülkenin giriş ve çıkışları tutulacaktır ama bu kadar uzun süre kapatamazlar. Bir saldırı düzenleyeceğim. Ülkenin en kötü suçluların olduğu hapishaneyi bombalatarak giriş yasağını kaldırtacağım.
On bin suçlulunun bulduğu bir kapalı cezaevi. Suçluların kaçmaya çalışması bir yana, rehine olayları ülkeyi sarsacaktır.. Yardıma ihtiyaçları olacak
Bana sadece bin kişi lazım. O bin kişiyi ülkeye sokabilirsem krallık isterse yüz bin kişi olsun ele geçirmem kolay olur. "
Onu dikkatlice dinledik. Zeki planı ve ciddiyeti Carlos'u oldukça heyecanlandırmıştı. Buna bende dahil. Bir krallığı basıp sarayı ele geçirecektik. Bu çok macera dolu ve heyacan vericiydi.
" Peki bin kişiyi ülkeye nasıl sokacağız"
Haritada ki cezaevini gösterdi. "Burayı öylesine seçmedim. Ülke bundan bir iki yüz yıl önce işgal altındayken kralın sarayı o hapishanenin üstüne yapılmıştı. İşgalde kral yer altından ülkenin sınırına doğru uzanan tünellerden kaçabilsin diye. Şimdilerde o tünel hapishane müdürünün ofisinin altında benim için bekliyor.
Tam burada bir patlama olacak ve bin kişiden beş yüz kişi yer altından o patlamanın içinden çıkıp şehire karışacak. "
Hayretler içinde yüzüne baktım." Bu çok kusursuz. "
Sinsice gülümsedi." Kusursuz olması için önüne çıkan bütün engelleri kaldıracağım. "
" Peki geriye kalan beş yüz kişi?"
"Onlar yardım etmek için ülkeye sivil olarak girecekler.. Her ülkeden yirmi kişi çağrımı bekliyor."
"Peki ben nerede olacağım?" diye sordum.
Bir tutam saçıma dokundu. "Yanımda. Artık ayrılmak yok. Seni bir saniye gözümün önünden ayırmam artık."
Elini tuttum. Kemikli parmakları şefkatle parmaklarımın arasına girdi..
"Peki krallıkta ki adamları nasıl indireceğiz?"
Leonardo bir kaç dakika durup düşündü. Kafasında kurduğu planı tartıyordu.
"Ben teslim olacağım." dedi bir anda.
"Ne demek teslim olacağım?"korkuyla yüzüne baktım.
" Ben teslim olunca kralın huzuruna çıkaracaklar. Kralı rehin alacağım. Mühür bende olmadığı için riske girip öldüremezler. Kapıları açmak zorunda kalacaklar. Sonra siz gireceksiniz. "
" Hani ayrılmayacaktık? "dedim.
" Kısa süreliğine. Seninle içeri girersem senin üzerinden tehdit edilebilirim. "
Doğru söylüyordu. Şımarıklık yapmanın zamanı değildi.
" Sarayı sen kuşatacaksın. "dedi bana bakarak." Ben işaret vereceğim. İçerideki adamlar size bilgi sızdıracak. Sizde topyekün saldıracaksınız."
"Elimden gelenin fazlasını yapacağım sevgili kocacığım."
Burnumu sıktı. "Ona ne şüphe."
O gece kollarında uyudum. Dünyanın en huzurlu uykusuydu benim için. Sabah hastanede doktoru bekliyorduk. Film çekildi testler yapıldı.
Doktorun gelmesini beklerken elimi tuttu. Sesi güçlü, pürüzsüz ve kararlıydı. "Gergin misin?"
"Biraz."dedim ama çok gergindim. Doktorun ne diyeceğini bir umudun olup olmadığını merak ediyordum.
" Merak etme sonuç ne çıkarsa çıksın her türlü yanında olacağım. "Bakışları gözlerimdeydi. Sabit bakışıyla dikkatimi toparlamamı sağladı.
O an içeri doktor girdi. Masasının başına geçti.
" Kendinizi nasıl hissediyorsunuz? "diye sordu.
" Şey biraz garip. Çok yoğun bir şeyler hissediyorum ama ne olduğunu anlamıyorum. "
Ekrandan filmleri kontrol ediyordu. Yüzündeki ifade değişip duruyordu. Bir defa umutsuzca baktı bana sonra ise gülümseyerek.
" Doktor bey, lütfen bana sadece gerçekleri söyleyin. Hazırlıklı geldim buraya. "
Gözleri Leonardo'ya kaydı. Onay bekledi. Leonardo usulca başını evet anlamında salladı.
"İki haberim var." dedi bana bakarak.
Heyecanlanmıştım. "İkiside kötü mü?" diye sordum.
" Birisi iyi birisi kötü. "
" Önce kötü olanı söyleyin. "dedim hemen.
Leonardo dikkatlice doktorun yüzüne bakıyordu. Aslında ikimizde neyi söyleyeceğini çoktan anlamıştık.
" Profesörlerime de gösterdim. Hepsi analiz etti. Her ülkenin en iyi doktoruna gösterdim. "Gözleri ellerine kaydı. Kalbim duracaktı sanki." Ama maalesef olumlu bir sonuç alamadım. Çipin çıkarılması imkansız. "
Bütün umutlarım suya düştü. Nefes alamadım o an.
Leonardo'nun duygularının yoğunluğundan gözleri çakmak çakmaktı, yumruklarını öfkeyle sıkmıştı.
"Peki en fazla ne kadar ömrüm kaldı?" diye sordum.
Doktor kederle, "Üç aydan az."
Sanki yarın ölecek mişim gibi Leonardo'nun gözleri doldu. Elleri titredi. Başını kaldırıp yüzüme bakamadı.
"Hepsi benim suçum. Lanet olsun! Keşke o gün ölseydim. Keşke." uzanıp elini tuttum.
Elleri gevşedi. Gözlerini sessizce aşağı indirdi. Dudaklarında küçük bir titreme belirdi. "Peki ameliyatta yaşama şansı ne kadar yüksek?" diye sordu.
Başını iki yana salladı. "Maalesef yok."
Durakladı. "Ben.." diyebildi sadece. Konuşamadı. Sesi titredi eli titredi. O an anladım ki yüreğide titriyordu.
Yüz ifademin duygusuz, yumuşak ve tarafsız kalması için çaba gösterdim.
Ben ağlarsam yıkılırdı çünkü. Doktorun odasında ki, Bir cam duvarın önünde durdu." Siz boşuna mı doktor oldunuz? Beyin ameliyatı bile başarılabilmişken siz bana küçücük bir böceğin çıkarılamayacağını mı söylüyorsunuz?"
Kapkaranlık gözleri tir tir titreyen doktora çevrildi. Ben bile korkmuşken doktor nasıl korkmasın.
"Yoksa ameliyat riskli olduğu için bunun altına girmek mi istemiyorsunuz? Hangisi?"
Doktor korktukça kekeledi. "Hayır, efen.. Gerçek. Bütün profesörlerim aynısını söyledi. İsterseniz hepsi ile konuşabilirsiniz."
"Tamam aç canlı yayını konuşacağım." dedi öfkeyle.
Yanına gitmek için fırlayınca az daha düşecektim. Ellerimi cama bastırdım.
"Leonardo doktor neden yalan söylesin? Lütfen yapma böyle."
"Sen beni ölümden geri döndürdün Meryem. Ben seni ölümden kurtaramıyorum.. Bu çok acımasız. Yüzüne bakacak yüzüm yok."
Kalbim vücudumdan aşağı düşmek üzereydi. "Hayır,"dedim yüzüne dokunarak." Böyle söyleme. Daha kaç kez sana kızmadığımı söyleyeceğim. "
"Hepsi benim suçum. Bana üç ay içinde öleceğini söylüyor. Mutlu mu olacağım?," dedi bana sessizce ve dikkatlice.
"Söz verdin. Hiç ölmeyecekmişim gibi yaşayacağız. Bana söz vermiştin. Sakın kendini bırakma." Zar zor nefes alabiliyordum.
Leonardo, ruhumla empati kuran gözlerle baktı bana. " Ben yapamayacağım." Durdu. "İnsanlıktan sıkılmıştım. İnsanlık dışı bir şey, bir canavar olduğumu düşünmekten de. Sen olmadan hayatın anlamı asla olmayacak. Kafama bir çip yerleştireceğim. Senin arkandan geleceğim."
Nefes alamıyordum. Ayaklarım yere basmıyordu sanki. Boğazıma gelip düğümlenen o şaşkınlığı öksürüp çıkaramıyordum.
Bir anda tedirginleştiğimi hissettim. "Bunu yapamazsın. Benim yüzümden ölmeni istemiyorum. Asla."
Elini uzattı.Başını hafifçe yana eğdi. Nefesimi tuttum.Bana, artık parmaklarının arasında duran ellerimi gösterdi.
"Sensizliğin düşüncesi beni param parça ederken, sanıyor musun ki ben sen gittikten sonra bir daha nefes alacağım."
"Leonardo, hayır. Lütfen kendine yapma bunu." Konuşacak sözcükleri nereden bulduğumu bile bilmiyordum.
"Merak etme, hemen arkandan geleceğim. İki dünyada da sen benimsin. Unutma bunu." Dudaklarını bükerek güldü.
Kendimi sakinleştirmeye çalıştım. "Yaşayacaksın, mutlu olacaksın. Senin kaderin bittiği gün seninle tekrar buluşacağız. Kendini öldürmek intihar olur. Eğer bu olursa..." diye kekeledim, heyecanlanmıştım.
Beklenmedik bir öpücükle donup kaldım. "Beni ikna edemezsin. Zaten benim Cennete gideceğim yok. Bu yüzden izin ver ölümümün bir anlamı olsun. Aşkı için öldü desinler."
"Bu çok acımasızca," dedim soluk soluğa.
"Evet, acımasızca ama merak etme acımayacak. Hissetmeyeceğim." diye söze girdi. Kesik kesik konuşmasında yoğun bir İngiliz aksanı vardı. Çok kusursuz ve tatlı bir şeydi sesi.
Doktorun sesi bizi gerçekliğe geri getirdi. Onunla konuşurken her seferinde başka bir dünyada gibiydim. Her seferinde ilk sefer karşılaştığımız gibi heyecan vardı. Sanırım buna asla alışamayacaktım.
"İyi haberi söyleyebilirim." dedi doktor.
"Pekala, merak ettim." dedim Leonardo'nun gözlerinin içine bakarak.
"Hamilesiniz."
Gülümsemem yüzümden solup gitti. Doğru duyup duymadığımı anlamak için bir kaç dakika doktorun yüzüne baktım.
"Siz ne diyorsunuz? Doğru mu duyduklarım?"
"Evet, dört günlük hamilesiniz."
Elim karnıma gitti. Ölecek bir bebek doğuracaktım. Leonardo'nun gözlerin de gördüğüm yansımama baktım . Dehşete düşmüş gözlerime baktım.
Leonardo'nun ellerini bıraktım ve odadan koşarak çıktım.
Leonardo'nun arkamdan koştuğunu duyuyordum. Ama durmadım. Bu olamazdı. Şuan olamazdı. Ben ölecektim ve karnımda ki masum çocukta benim kaderim yüzünden ölecekti.
Nereye gittiğimi anlamadan hastaneden koşar adımlarla çıktım. Arabaya yaslanmış Carlos ve Hannah beni görünce dehşete düşmüşlerdi.
"Arabanın anahtarını ver."
"Ne oldu Meryem?" dedi Carlos.
"Ver şu anahtarı." diye bağırdım.
Anahtarı korkuyla bana doğru fırlattı. Şoför koltuğuna geçip arabayı kilitledim. O an Leonardo camı tıklattı.
"Meleğim aç kapıyı!"
Arabayı çalıştırdım.
Kapıyı zorladı.
"Güzelim aç kapıyı konuşalım. Seni böyle bırakmam."
"Git başımdan. Kimseyle konuşmak istemiyorum. Yalnız bırakın beni."
Gaza basarken oradan ayrıldım. Hem ağlıyor hemde uzaklaşıyordum. Aynadan Leonardo'nun diz çöktüğünü görünce içim daha bir parçalandı.
"Lanet olsun!" diye bağırdım. Direksiyona vurdum. Çığlık attım. Sesim kısılana kadar bağırdım. Ama ne içimde ki acı ne de öfke geçti. Sadece titriyordum.
O kadar çok hızlı sürüyordum ki her an kaza yapabilir ya da masum birine çarpabilirdim. Sakin bir yerde durdum. Alnımı direksiyona yasladım.
Ağlayabildiğim kadar ağladım. Yalvarabildiğim kadar yalvardım.
"Allah'ım. Ne olur affet beni! Karnımda bir masumla nasıl ölürüm ben? Daha hayata bile gelmemiş. Kim suçluydu bu durumda benmi? Özür dilerim Allah'ım affet beni."
Boğazımda biriken acılar yüzünden nefes alamadım. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Ama keşke çıkmasaydım. Dışarıda bir sürü çocuk vardı. Parkta oyun oynuyorlardı.
Bir çoğunun yanında anne ve babası vardı. İstemsizce elim karnıma gitti. Eğer bütün bu olanlar olmasaydı benimde bebeğim bu çocuklar gibi parkta büyüyebilirdi. Daha cinsiyetini öğrenemeden ölmüş olacaktım.
Dizlerimin üstüne düştüm. Ellerimle yüzümü kapatıp ağlamaya başladım. Sonra küçük minik bir el omzuma dokundu. Ellerimi çekip mavi gözlü sarışın küçük tatlı bir oğlana baktım. Elinde bir tane gül vardı. Siyah gül.
"Bu senin için."dedi. Minik elleriyle göz yaşlarımı sildi." Lütfen ağlama! "
Sonra onun yaşlarında küçük bir kız çocuğu geldi. Elinde aynı siyah gül vardı.
" Bu gül senin için. Lütfen bunu benim için saklar mısın? "
Dudaklarımı büktüm. İki çocuğa da sımsıkı sarıldım. Ama göz yaşlarımı tutamadım. Parkta ne kadar çocuk varsa bir anda siyah güllerle etrafımı sardılar.
Hepsi birbirinden tatlı birbirinden masum. Göz yaşlarımı silip yanaklarımı öptüler.
Etrafıma baktım. Bunu Leonardo'nun yaptığını biliyordum. Bir yerlerde beni izleyip ağladığınıda.
Çocuklara veda edip arabaya bindim. Buradan uzaklaşmak istiyordum. Şehirden uzaklaşmam gerekiyordu. Her şeyden. Herkesten.
Kırmızı ışıkta beklerken arabama bir şey düştü. Sonra birisi daha eklendi. Göz yaşlarımı silip dikkatlice baktım. Siyah gül. Gökten siyah gül yağıyordu. Sonra Helikopterin sesini duydum. Kapıyı açıp dışarı çıktım. Herkes hayran hayran gülleri alıp gökyüzüne bakıyordu.
Helikopterden atılan güller benim için atılıyordu ama ben sadece ağlamak istiyordum. Kalbim çok kırgındı.
Arabaya tekrar bindim. Caddeden ayrıldım ve ara bir sokağa girerek uzaklaşmak istedim. Ama lanet çip yüzünden asla bulunamayacağım bir yer yoktu. Ondan kaçamayacağımı zaten biliyordum. Aslında ben kendimden kaçıyordum. Korktuğum için.
Diğer bir caddeye girmiştim ki önümü kesen insanlar yüzünden durmak zorunda kaldım. Bir insan sürüsü yolu kapatmıştı. Hepsinin elinde siyah bir gül duruyordu. Bana bakıyorardı.
"Lütfen," dedim ağlayarak. "Lütfen gitmek istiyorum bırak beni."
Sonra aralarından çıkıp karşımda durdu. Elinde beyaz bir lale. Gözlerime bakıyordu. Ağlamaktan kıpkırmızı olmuş gözleriyle, dağılmıştı.
Sadece bakıyordu. Gözlerinde korkuyla, titreyen ellerinde beyaz laleyle sadece bana bakıyordu. Alnımı direksiyona yasladım.
"Bunu yapamayacağım.." arabanın kapısını açıp dışarı çıktım. Ben adım atana kadar kıpırdamadı.
"Neden yalnız bırakmıyorsun beni?" diye sordum kısılan sesimle. "Neden?"
Sadece dudakları titredi. Muhteşem kusursuz dudakları. Öpmeye asla doyamayacağım dudakları.
"Ben bunu kaldıramam. Yapamam." arabaya yaslandım. "Bunun bilinciyle ölemem. Bu çok ağır olur."
Sessizlik.
"Biliyorum." dedi sadece. Keder bir ses olsaydı şuan Leonardo'nun sesi olurdu. Tarifi mümkün olmayan bir şekilde kederli çıkmıştı sesi.
"Karnımda büyüyor, ama tek bir kez gökyüzünü görmeden ölmesini istemiyorum."
"Bende." dedi aynı kederle.
"Onu hissediyorum. Çok güzel bir his." dedim karnıma dokunarak. Gözleri ellerime kaydı. Kaşları titredi.
"Öyle olduğunu biliyorum." dedi.
"O zaman ne yapacağım?" nefes nefese, "Ben nasıl öleceğim?"
Bu sefer hiçbir şey diyemedi. Sadece gözlerini kapattı. Beyaz laleyi tuttuğu eli titriyordu.
"Böyle bitemez. Ben yapamayacağım." dedim yüksek sesle.
Gözlerini açtı. "Ne istiyorsun söyle? Senin için herşeyi yapacağım."
"Sadece götür beni buradan." dedim. Hemen kollarıma koştu. Arabaya bindirdi ve uzaklaştık. Arabanın arkasına atılan siyah güllerin eşliğinde caddeyi terk ettik. Sanki düğünümüz vardı. Ama hayır bu bir cenazeydi.
Tekrar ele geçirdiği eski karargaha döndük. Taşıyıcıların hepsi geri dönmüştü. Beni kollarında içeri taşıdı. En üst kata çıkardı ve yatağa yatırdı. Sonrada tek kelime etmeden odadan çıkıp gitti. Hemen ardından Nikki ve Hannah geldi.
İkiside bana sarıldılar. Ağladılar. Ben ağlayamayacak kadar yorulmuştum. Sadece uyumak istiyordum.
"Özür dilerim." dedi Nikki. "Bunları yaşadığın için. Özür dilerim."
"Keşke bir çaresi olsaydı." dedi Hannah. Birbirimize sarılıp ağladık.
Sabaha kadar yanımdan ayrılmadılar. O gece asla uyuyamadım. Bir sarhoş gibiydim. Uyku sanki benliğimden alınmış gibi. Öleceğim için bu kadar korkmamıştım ama karnımda ki ölecek korkusu herşeyin önüne geçmişti.
Sabah duş aldım ve mutfağa indim. Açlıktan başım dönüyordu. Mutfakta bir ses duyunca gitmeden eğilip baktım. Leonardo kahvaltı hazırlıyordu. Ağır adımlarla geri çekildim ama bir vazoya çarpınca gürültülü bir şekilde yere çarparak bütün sessizliğimi bozdu.
"Meryem!" dedi arkamı dönmüşken. Ben ne olduğunu fark edemeden bedenim yerden havalandı. Koltuğun üstüne bıraktı. Kırılan camları topladı ve çöpe attı. Sadece seslerden anlıyordum. Dönüp bakmıyordum.
Sonra elinde bir tabakla önüme oturdu.
"Yemek yemelisin yoksa açlıktan başın döner."
Yaptığı tostu nefes almadan yemeğe başladım. Isırdım ve ısırdım. Yanaklarımın içini doldurdum. Sanki boğazımda ki acıları geri itmek ister gibi yemeğimle önünü kesiyordum. Tam olarak yaptığım buydu.
Elindeki mendille dudaklarıma uzandı ve kenarına bulaşan yemek parçalarını temizledi. Dayanamayarak elinden aldım.
"Ben yaparım."
Hiçbir şey söylemedi. Ona hakaret etsemde ya da bütün ağır cümleleri kursamda eminim ki sesi yine çıkmayacaktı.
Mendili elimde tutarak ayağa kalkmıştım ki gelen bulantıyla ağzımı tuttum.
"İnanamıyorum."
Kusacaktım. Bana dokunmak için elini uzattı ama sert bir ifadeyle onu durdurdum.
"Gelmeni istemiyorum."
Arkamdan melül melül bakarken onu orada kalbi kırık bir şekilde bırakıp lavaboya gittim. Yediğim ne varsa çıkarmıştım.
Sevinsem mi yoksa tekrar bayılana kadar ağlasam mı bilemiyordum.. O kadar ikilemdeydim ki. Herşey üstüme üstüme geliyordu. Duş aldım ve kendimi tekrar odama kapattım.
İki saat sonra salondan gelen gürültülere çıktım. Ekrana kilitlenmiş küfürler eşiğinde bir şeyi izliyorlardı. Ya da birini.
Görüş alanıma Sahtekar girdi.
Şaşkınlıktan bir karış açık kalan ağzımı kapatmak için gözle görülür bir çaba harcamam gerekti. Gözlerimi alamıyordum.
Ekranda ki kişi tepeden tırnağa beyazdı.Sadece gözalıcı beyazlıktaki tuhaf üniforması değil, elinde beyaz bir lale tutuyordu.
Gözleriyse göremiyordum. Maske takıyordu. Benim yaşlarımda gözüküyordu.Ama gerçek görünmüyordu sanki. Sadece üst bedenini görüyorduk. Kafasını örten bir pelerin vardı. Geniş bir üniforma giymişti. Vücut hatları kesinlikle belli olmuyordu.
Beyaz laleyi ekrana uzattı. Ben neredeyse paniğe kapılmadan önce Leonardo kaşlarını çattı. Geri çekildim.
İlk defa sesini duyduk. Tabi bir ses denebilirse. Ses değiştirici kullanıyordu.
"Hepinizin kim olduğumu merak ettiğinizi biliyorum. Açıkcası bu çok hoş bir his. Egomu okşuyorsunuz."
Eklemlerini çıtırdattı. Ona bakıp öylece kalakalmıştık. Sanki bir hayalet görüyor gibiydik.
"Bazen insanları beklettirdiğim doğrudur." dedi laleyi bir kez sallayarak.
Kalın zırhımda bir delik açılmıştı sanki. Erimişti.
Tek konuşabilen Leonardo oldu. "Seni tanıyoruz değil mi?"
Sahtekar durdu. Bir dakika sadece Leonardo'ya bakıyordu. Yani öyle hissedeyordum.
"Hadi ya." dedi bir iki santim öne eğilerek. "Sence beni tanıyor musun?" alaycı kahkahası Leonardo'yu öfkelendiriyordu.
Ekrana fotoğraflar gösterdi. Bir kaçında ben vardım. Bir tanesi Mad ile yarışa gittiğimiz gün bankta otururken çekilmişti. İnanmıyorum yani gerçekten o gece orada biri vardı.
Leonardo gözlerini bana çevirdi. Öylece bana baktı.
"Sence bu beni korkutabilir mi?" dedi ekrana tekrar dönerek.
Güldü. "Asıl korkuyu tanıştığımız gün sana vereceğim." dedi. Öne eğildi,sesini alçalttı. " Sana bir sürprizim var."
Leonardo omuz silkti. "Sanki umrumdaymış gibi. Sen basit bir orospu çocuğundan başkası değilsin. Maskenin arkasına saklanan korkağın teki."
"Bir zamanlar maske takan sen buna gülerdi." dedi alaya alarak.
Leonardo yumruklarını sıktı.
"Sabrımı zorluyorsun." dedi hiddetlenerek.
"Ben daha sende hiçbir şey zorlamadım. Merak etme o gün çok yakın. Tanışmamıza az kaldı. O güne kadar sakın öleyim deme. Üzülürüm." sonra ekran kapandı.
Ardından Leonardo gözden kayboldu. Sırtımı soğuk duvara yasladım. Leonardo kalbimi de alıp gitmişti sanki. Çok öfkeliydi. Şu halde umarım kötü bir şey yapmazdı.
" Meryem, "Carlos yanıma geldi. Elinde bir bardak çay ve kurabiye vardı." Senin için Hannah yaptı. "
Elinden alarak masaya geçtim. Arkadaşlarım etrafıma oturup Sahtekar hakkında konuşmaya başladılar. Fikir üretmeye ama asla bir sonuca varamadılar. Ben düşünmeye bile yorgundum.
"Meryem, kendini nasıl hissediyorsun?"
Başımı kaldırdım, beni endişeyle süzüp duran Carlos'a baktım.. "İyiyim," dedim ona. " Sadece bir anlık öfke patlamasıydı."
"Baş dönmesi var mı?Ya dengesizlik?"
"İkisi de."
Durdu. Başını kaldırdı. "En azından iyi olup olmadığını söyle ona. Çok kötü durumda. Dünden sonra yemek yemedi. Konuşmadı. Her an çok üzgün ve öfkeli."
Gözlerimi kırpıştırdım. "Ben ne diyeceğim Carlos. Üzgünüm ben ve bebeğim öleceğiz. Lütfen sende üzülme. Toparla kendini."
Hepsi başını eğdi. Bunun üzerine söylenecek söz yoktu.
"Özür dilerim. Haklısın." dedi Carlos. "Kabalık ettim. Ama ikinizi böyle görmek. Hepimizi çok üzüyor."
"Beni de," dedim titreyen dudaklarımla.
Kendimi nasıl mı hissediyorum. Bilmiyorum. Sanki bütün duygular tek bir duyguyla birleşmişti. Öfke. Çok öfkeliydim. Önce kendime, Leonardo'yu üzdüğüm için. Sonra Leonardo'ya, kafamdaki çip yüzünden. Biliyorum henüz tanımıyordu o zamanlar ama yinede kızgınım. Karnımda ki bebeğimizin ölecek olması yüzünden herşeye çok kızgınım. Ölecek olmama kızgınım. Leonardo'nun benim ve bebeğimizin ölümüne sebep olmasına kızgınım çünkü şuan berbat durumdaydı. Bunu kaldıramıyordu. Aslında ona değil biz öldüğümüz zaman kendine yapacaklarından dolayı kızgındım.
Korkuyordum.
Carlos, gözlerini endişeyle kısarak bana baktı. Sonunda gözlerimi kaçırmak zorunda kaldım.
"Ben ne yapacağımı bilmiyorum. Ne yapmalıyım? Bağırmalı mıyım? Ağlamalı mıyım? " diye sordum.
"Yerimde siz olsaydınız ne yapardınız?" diye devam ettim aceleyle. "Söyleyin. Söz veriyorum yapacağım."
Bay Barlas İlk defa konuştu. "Belki karışmak bana düşmez ama. Lütfen konuşun Prens Leonardo ile. O sizi dinleyecek. Hep dinledi. Kaçmak çözüm değil. İçinizde ne kadar duygu varsa görmesine izin verin. Beraber halledin bunu. Yalnız çekmek zorunda değilsin."
Bir saniye başını kaldırıp baktı." Emin ol daha iyi hissedeceksin. "
O an Leonardo içeri girdi. Hiçbirimize bakmadan odasına gidecekti ama sesim onu durdurdu.
" Konuşalım. "
Yanından geçerken dikkatlice beni izledi. Arkamızdan kapıyı kapattı. Bir zamanlar geldiğim bu odadaki anılar geldi gözümün önüne. Masanın önünde duran sağ tarafta ki koltukta oturuyordu. Karşısında çıplak bir kadın vardı. Kadına tiksintiyle bakıyordu. Ne kadar çok şaşırmıştım. Bir adamın kendini tutabilmesi olağan dışı bir durumdu. Karşısında çok güzel bir kadın vardı ve Leonardo asla kadına o gözle bakmamıştı. Aslında hiçbir kadına bakmamıştı.
Derin bir nefes alıp o koltuğa oturdum. Karşıma oturdu. Dikkatli gözleri üzerimdeydi. Kemiklerimi örten kusursuz beyazlıktaki elbiseyle oynuyordum bir yandan.
"Ne söyleyeceğimi bilmiyorum." dedim elbiseme bakmaya devam ederek. Gözlerine bakamadım.
"Bazen konuşmak gerekmez. " başımı kaldırdım.
Şaşkınlıkla dudaklarım aralandı.
"Peki ne yapacağız?"
Duraksadı. Güldü. Yanağında ki gamzesini gördüm bir kez daha. Çok tatlıydı. İçine çekiyordu beni.
Yanıma geldi. Kolları çıplak bacaklarımdan tutup kaldırdı koltuğa oturdu ve beni kucağına aldı. Yüzüme dokunup omzuna yasladı. Kendimi zor sakinleştirdim. Ürpermemek, titrememek ya da ağlamamak için kendimi zorlamam gerekiyordu.
"Geriye kalan cümleleri bırak tenimiz halletsin." dedi fısıltıyla. Kollarını bedenime sardı. Tepeden tırnağa alev alev yanıyordum,zihnim bile kızarmıştı, sanki can kurtaran simidine sarılır gibi yapışmıştım göğsüne.
"Çok özür dilerim," dedim kızararak. "Bana ne oldu bilmiyorum?"
Sıcaklığı beni tekrar büyülemişti.
"Ben biliyorum." dedi alnına düşen saçları geri attı.
"Ne oldu bana peki?"
"Hamilelik hormonu." Güldü.
"Nasıl bir hormonmuş bu. Kafamın içinde bin tane düşünce bin tane ses var. Çok ağır gibi hissediyorum. Çok yorgunum çok öfkeliyim."
Karnıma dokununca tüylerim diken diken oldu. Avucu karnımı okşamaya başladı. "Karnında bir dünya yaşıyorsun güzelim. Normal değil mi?" O anda tüm kontrolü yitirmiştim. Tüm gücü.Tüm üstünlüğü.
Sesi çok cezbedici çok uyuşturuyordu beni. Sıcak bir duş almışım gibi mayışmıştım. Bir mendil gibi kollarının arasında çok hafiflemiştim.
Karnımda ki elinin üstüne elimi koydum. Sıcacıktı.
" Bence bir erkek olacak. "dedim.
" Nereden biliyorsun? "
" His. Çok öfkeliyim sanırım sana çekiyor. En ufak bir şeyde patlayacak volkan gibi hissediyorum kendimi. Kesin erkek olacak. "
" Huyu bana çektiyse yandık. "dedi gülerek. Dudaklarım titredi. Gözlerim doldu. Yaşayabilirse.. İkimizde.
Yanağıma dokundu." Şşşt güzel hayaller kuruyoruz ağlama sakın. "
" Keşke ikiz olsa. "dedim heyecanla.
" Umarım üçüz olur. "dedi sırıtarak." Bir anda kurtulursun doğum yapmaktan. "
Güldüm.." Taşıyabilir miyim? "
" Sen herşeyi yaparsın. Güvenim tam."
Sırıtarak," Bir tanesini sen taşısan."dedim kıkırdayarak.
Yüzünü eğip gülen suratıma baktı." O kadarda değil. Bu şakanın unutacağım. "
Omuzlarımı silktim." Keşke sadece bir mucize olsa ve biz geleceği yaşayabilsek. "
Ağır ağır nefes aldı. Kalp atışını duyunca duygulanmıştım.
" Tanrı bilir. Belkide olur."
O an içeri Carlos girdi." Kraliçeye Sahtekar suikast düzenlemiş.."
☆☆☆
Bence zaten hamile olduğunu tahmin etmiştiniz. Bu haber ilaç gibi geldi ama..
Çip. Ah sizce bu çipin sonu nasıl olacak?
Leonardo'nun Siyah gülleri. Allahım adam çok güzel seviyor. Ben yazarken hayal edince heyecanlandım. Böyle bir şey yaşasam kalpten giderdim.
Totem mi yapsam. Bana Siyah bir gül veren adam ile evlenip mutlu huzurlu bir yuvam olacak diye. 😅
Bilemedim. 😁
Bakalım sizi ne sürprizler bekliyor? 🥹
Diğer bölümde buluşana dek. Sizi öpüyorum. 😘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.25k Okunma |
380 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |