

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
Her zaman iyi bir insan olmak isteyen kişi, iyi olmayan onca insan arasında kesinlikle yıkıma uğrayacaktır... (Niccolo Machiavelli)
ᥫ᭡ ִֶָ𖤐
🎧Bölüm şarkısı : let the world burn ( Chris Grey) 🎧
"Yarın işkence odasında bu kadar cesur konuşacak mısın merak ediyorum."
Kalbim karanlık bakışlarının altında maraton koşmuşum gibi göğsüme çarpıyor, ve baskı uygulayarak göğsümde şiddetle atıyordu.
"Yarın olmaz.. Pazartesi olsun." dedim fısıltıyla.
Alevlenen gözlerinde şaşkınlık belirdi. "Randevu mu alıyorsun Maria? Beni gerçekten öfkelendirmeyi başardın."
Konuşurken dudaklarından dökülen yakıcı nefesi , tüm bedenimi titretiyordu.
"Bir gün sonra işkence edebilirsiniz. Sizin için fark ediyor mu?"
Kendisini geri çekti. Koltuktan kalkarken ensemi ovaladım. Biraz daha o pozisyonda dursaydım boynuma kramp girecekti.
"Sen nasıl bir kadınsın Maria? Sana işkence edeceğimi söylüyorum bir gün sonra olmasını istiyorsun. Ayaklarıma kapanıp yalvarman gerekiyordu." İlk defa küçümseyici konuşmamıştı. Gerçekten siyah gözlerinde merak vardı.
"Ben normal biri değilim zaten. Bu yüzden bir gün erteleyemezmisiniz? Yarına ihtiyacım var." Masum bir şekilde gözlerine baktım.
"Ben yarın istiyorum konu kapanmıştır. Şimdi elmas seni bekliyor. Bana getirmek için üç saatin var. Üç saati bir dakika geçerse işkence odasında iki gün kalırsın."
Tek kelime etmeden ve tek kelime etmeme izin vermeden kilitlediği kapıyı açıp gitti. Arkasından koşup önünde durma cesaretini gösterdim. Bu gece sabrını fazla zorladığımın farkındaydım ama bu gece hiçbir şey yapmayacaktı biliyorum.
Sabırsız bir şekilde gözlerime baktı. "Ne oldu?"
"Çakmağınızı alabilir miyim?"
Kaşları çatıldı. "Neden?"
"İhtiyacım olacak."
"Başkasından al." dedi gitmek için yana kayarak. Omuzlarımız yan yana gelince sesim onu durdurdu.
"Sizin çakmağınızı istiyorum."
Yüzümü çevirip karşıya bakan yüzüne baktım. Durdu ve bekledi. Bir anda sıcak parmakları elime değince hıçkırdım. Bu dokunuş vücudumda elektrik çarpmış gibi etki yaratmıştı. Usulca çakmağı elimin içine koydu ve az önce geldiğimiz masaya doğru büyük adımlarla yürüdü.
Şokun etkisi geçtikten sonra çakmağa baktım. Üstünde siyah bir örümcek resmi vardı. Tamda onun hissettirdiği gibi korkutucu görünüyordu.
Başımı iki yana sallayarak az önce çıktığım odaya girdim. Bana acil ve pratik bir plan lazımdı. Elmasın saklandığı oda ikinci katta koridorun sonunda ki siyah kapılı odadaydı. Kapıda iki adam ve içeride de adamlar bekliyordu. Ben daha o koridordayken belinde ki silahları yüzüme doğrulturlardı.
Onların dikkatini dağıtmalıydım. Ama nasıl?" Klasik lavaboyu bulamıyorum desem. Hayır onu yemezler." Bir anda kendimi yerde bulurdum. Peki ama nasıl?
Doğru düzgün düşünebilmek için koltuğa oturup bir iki dakika bekledim.
Muhtemelen adamlar sahibinden başka o koridora kim girerse girsin çıkarmak için emir almışlardı. Sahibinden başka kimse giremezdi. Ben ise sıradan biriydim. Bu çok ses getirirdi.
Ayağa kalkıp ileri geri yürümeye başladım. Peki ya sahibi ile koridora girsem. Beni kendi isteğiyle dolarlık elmasa götürmezdi. Ya kendi isteği dışında olursa.
"Sarhoş olursa.. Onu koridora ve o odaya bir türlü götürmeye ikna edebilirim."
Kesinlikle bu çok mantıklıydı. Ama bir sorun vardı. Hayatımda daha önce kur nasıl yapılırdı bilmiyorum. Cilve bile yapamazken o adamın dikkatini nasıl çekecektim.
Nasıl?
"Acaba düşme taktiği ya da sanki çarpışıyormuş gibi yapsam işe yarar mıydı?"
Denenebilir. En kolayı bu. Evet ilk plan adamın dikkatini çekmek sonra sarhoş olana kadar içirmek sonrada onu ikna ederek yukarı çıkarmak. Şimdilik bunu yapacaktım. Ondan sonrasını olayların gidişatına göre ilerletebilirdim. Kararlı adımlarla odadan çıktım ve Azrailin Masasına yaklaştım. Yanına gelerek biraz eğildim.
"Bu evin sahibi kim?"
Viski bardağını dudaklarına götürüp sonuna kadar içmesini izledim. Onun vakti vardı tabi. Bana gelecek olursa üç saat.
"Şu adamı görüyor musun?" baktığı yere doğru bakınca üç tane kırmızı koltuğun olduğu bir bölümü işaret ettiğini gördüm.
Beyaz takım giymiş orta yaşlarda ki bir adamı işaret ediyordu. Çevresi taş gibi hatunlarla dolu adamı. Seksi kadınlarla zaten meşgul olan adamı.
Siktir..
Planım suya düştü. Çevresi zaten kadınlarla dolu beni gözleri görmezdi. Yüzüm düşmüştü. Gözle görülür şekilde moralimin bozulduğunu görünce gözlerinde sinsi bir gülümseme vardı.
"Yoksa basit bir plan mı yapmıştın?"
Dişlerimi sıktığımı görmesin diye yüzüne bakmadım. Kahretsin. Saat işliyordu acale etmem lazımdı. Şimdiden yirmi dakika çöpe gitmişti.
Ev sahibinin bölümüne yaklaşan garsonu görünce aklıma ilk gelen ve işe yaraması çok düşük o planı yürürlüğe geçirdim. Hiçbir şey demeden dosdoğru garsona doğru yürüdüm.
"Bakar mısınız?"
Kırmızı bölüme yaklaşmakta olan garson yüzünde sahte bir gülümsemeyle durdu.
"Sanırım şu beyefendi..." dedim azraili işaret ederek. Azraili gösterirken onunla göz göze geldim. Beni izliyordu. Gözlerinin bir alevle yandığını gördüm. Bir avına bakar gibi bakıyordu. O kalabalığın arasından karanlık bakışları gerilimle adeta çatırdıyor, aramızda duran tüm havayı istila ediyordu. Bakışlarının yoğunluğu bir kıvılcım gibi gözlerime çarparken kalbim şiddetle atmaya başladı. Midem kasılıyor, bedenimin ve etrafımdaki her şeyin varlığı gerçekliğini yitiriyordu.
Yutkundum. Alt dudağımı ısırma isteğimi derinlere bir yere gönderdim. Garsona onu işaret ederek ne söylediğimi merak ediyordu. Garsonun titreyen sesiyle bakışlarımı kaçırdım.
"Olamaz."
Garson kimi işaret ettiğimi görünce gözleri kocaman açılmış sanki son nefesini veriyor gibi soğuk terler dökmeye başlamıştı.
İnanılmaz..
"Yoksa benimi çağırıyor."
Korkuyla yüzüme baktı.
"Hayır, sadece sanırım bardağını doldurmanızı istiyor. Bilirsin en sert ve en eski viskiyi getirmezsen sinirlenebilir."
Yutkunarak, "Evet, onu bekletmek tehlikeli. Ama bunları götürmem gerekiyor." dedi üzüntüyle eline bakarak.
"AA, hiç sorun değil ben götürürüm."
"Olur mu öyle şey hanımefendi siz misafirimizsiniz."
Elindeki tepsiyi tuttum. "Kararını ver ya viskiyi götürürsün ya da yarın senin cenazende viski içer."
Cümlemi bitirir bitirmez tepsiyi elime tutuşturup gözden kayboldu. Derin bir nefes aldım ve Azraile sırtımı dönerek kırmızı bölüme yöneldim. Bu kadar uzak mesafeden bile sırtımda ki ağır bakışlarını hissediyordum.
Kırmızı bölümde beyaz takım giymiş adam garson yerine beni görünce önce şaşırdı. Sonrada iğrenç bakışlarıyla beni süzdü. Hemen hatırlamıştı. Azrail ile beraber gösterişli bir şekilde salonuna giren kadını hatırladı ve yanında ki kadınları unutup ayağa fırladı.
"Hanımefendi bunu neden siz getiriyorsunuz?" hemen arkamdan bir garsona parmağıyla işaret verdi.
En sahte ses tonumla konuştum. Gülümsemeden ya da cilve yapmadan. Ben oldum. Kendim gibi davranacaktım.
"İsmim Maria." dedim sorduğu soruyu görmezden gelerek.
Terlemiş elini beyaz takımına sildiğini görünce yüzümü buruşturmamak için düz bir ifadeyle bakmaya çalıştım. O elini bana uzattı.
Bu iğrençti. Çok iğrenç.
Elini es geçip kulağına eğildim. Sadece onun duyabileceği şekilde fısıldadım.
"Sizinle yalnız konuşabilir miyim?"
Biraz şaşkınlık ve biraz merakla yüzüme baktı. "Tabi buyrun."
Uzak bir köşede ki boş bir masaya geçtik. Gürültü böylelikle daha çok azalmıştı. Adam merakla yüzüme bakıyordu. Aynı zamanda vücudumu izlerken de o gözleri alev alev parlıyordu.
"Evet hanımefendi benimle ne konuşacaktınız?"
"Lütfen bana Maria deyin."
"Özür dilerim Maria."
"Biraz boğazım kurudu hafif bir şeyler alabilir miyim meyvesuyu olabilir. Diyetteyim de viski içmiyorum."
"Hemen istiyorum." uzaktan bir garsona parmağıyla işaret yaptı. Garson bize doğru gelirken bakışları ince belimde takılmıştı.
"Böyle bir fizik özel bir diyet gerektiriyor olmalı." dedi sırıtarak.
Tabi ne demezsiniz. Ne diyeti be adam doğru düzgün yemek yediğim yok. Her gün üç işte çalış bakalım o göbeğinden eser kalıyor mu.. Demek istesemde her şeyi mahvetmemek adına sustum.
Garsona vişne suyunu getirmesini kendisine de viskiyi bol buzlu istedi.
Vişne suyu gelene kadar adamın suratına bakmadım. Kafamda kurduğum planının aşamalarını düşünüyordum. Adam zaten biraz içmişti öncesinden. Nefesinin kokusu burnuma kadar geliyordu..
Vişne suyum gelince bir yudum aldım ve beklenti ile yüzümü inceleyen adama döndüm.
"Bu ev sizin mi?"
Biraz sohbet etmek istediğimi anladı ve bana ayak uydurdu.
"Aile yadigarı. Benden önce babamın ve ondan önce babasının."
"Tarihinden anlamıştım."
Gözleri parladı. Anlaşılan tarihe ilgi duyuyordu. Sanki daha önce bu tarz konularla ilgilenen kimseyi bulamamış gibi iştahla konuştu.
"Sizde mi seviyorsunuz bu muhteşem. Neden size tarihi koleksiyonlarımdan birini göstermiyorum."
Bingo..
"Evet bu çok iyi olur."
Bir eli sırtıma doğru kaydı. Ama hemen kendimi geri çekince elinide çekti. Nerede durması gerektiğini anlamıştı. Dahası Azrail ile gelen kadına yanlış yapılmayacağını zamanında öğrenmiş gibi bir ifadesi vardı.
Evin asansöründen aşağı indik. Belki bir kat. Siyah demir kapıya sağ bileğini uzattı. Özel bir tarayıcı kapıyı açınca şaşırmıştım. Odanın içinde ki tarihi eserleri görünce şaşkınlığım üç katına çıktı. Neden kilit altında tutulmasını şimdi daha iyi anlıyordum.
En az elli tane cam fanus ve hepsinden özel tarihi heykel, elmaslar, mücevherler, eski silahlar ve daha adlandıramadığım değerli eşyalar. Özenle korunuyordu. Fanuslarının üzerinde toz bile yoktu. Sanırım saatte bir tozları alınıyordu.
Tek tek gezmeye başladım. Hepsi inanılmazdı. Fanusların içinden parlayan mücevherler göz kamaştırıyordu. Öyle bir tanesi gözüme çarptı ki hepsini es geçip en ortalarda duran güzelliğe yaklaştım.
"Bu çok güzel." dedim elmaslarla süslenmiş kolyeyi göstererek.
Adam yanımda durdu. "Gerçekten en önemli tarihi eserim bu. Zamanında mısır kraliçesi kleropatraya aitti. Zamanla taşıyıcılar tarafından benim elime kadar geçti."
Bunu anlatırken kendiyle öyle bir övünüyordu ki sanki büyük bir savaşın ortasında savaşırken gücüyle o savaşın seyrini değiştirmiş gibi..
Ne övgü ama..
" Evet sanırım bu güzelliğini açıklıyor."dedim kolyeyi izlemeye devam ederek. Ne kadar ederdi acaba bu kolye?
" Tarih açısından eminim fiyatı paha biçilemezdir ama siz anlarsınız mesela açık arayla satışa sunulsa ne kadar eder? "diye sordum sonunda yüzüne bakarak.
" Hmm, Çok fazla. Bunu satışa çıkarsam dünya üzerinde bu satışa katılmayacak milyarder yoktur. Sanırım değeri üç amerika satın alacak kadar yüksek. "
Gözlerimin kocaman açılmasına gülümsedi.
" Yukarıda bir sürü insan var ve siz bu güzelliği burada saklıyorsunuz. "dedim biraz düşüncelerini öğrenmek için.
" Yukarıda ki hiç kimsenin buna ihtiyacı olacak kadar muhtaç olduğunu düşünmüyorum Maria. Zaten bir çoğu herşeye sahip. "dedi.
Benim gibiler sadece bu camın dışından bakardı demek istiyordu.
" Öyle diyorsanız. "dedim ve kolyeyi izlemeye devam ettim.
" Bir tarihi eser olmasaydı bu kadar beğendiğiniz için size hediye ederdim Maria. "dedi gülümseyerek.
Omuzlarımı yukarı kaldırıp indirdim."Benim böyle bir kolye ile işim olmaz. Sadece güzel deyip geçerim. Bu dünyada para eden hiçbir şey ilgimi çekmiyor. "
Açık sözlüğüme taç çıkaracaktı resmen. Hayran hayran yüzümü inceliyordu.
" Peki sizin için bu dünyada ne önemli Maria?"
Gerçekten merak ettiği için mi soruyordu yoksa öğrendikten sonra başka bir planımı vardı? Bence ikinci seçenekti.
" Bilmiyorum, bir şeye ilgi duymayalı yıllar oldu."
"Anlaşılan acı bir hayatınız olmuş."
"Neden böyle söylediniz?"
Elini saçından geçirerek, "Gözlerinizde yıldızlar parlıyor ama konuştuğunuz zaman sanki hayattan ölesiye nefret ediyor gibisiniz."
"Gözlerimde yıldızlar mı parlıyor?" dedim son cümlelerini umursamayarak.
"Evet, fark etmediniz mi yoksa?"
Umursamaz bir sesle, "Ayna karşısında pek vakit geçirmiyorum."
Heyecanla gülümsedi. "O zaman geçirmelisin Maria. Böyle bir güzelliği her gün görmek güzel olurdu." dedi cüretkâr cümlelerle.
Gözlerimi devirdim. "Ne demezsiniz."
Karamsarlığımı kafasında büyütmemeye çalıştı. "Peki burada başka ilginizi çeken bir eser var mı?" İçki dolabına doğru yürürken raflar arasında gezinmeye başladım.
"Hikayesi en tuhaf olan ne mesela?" dedim bir yüzüğün önünde durarak. Üstünde kırmızı bir arma işareti vardı. Daha yakından bakınca üç aslanın birleşimi gibi bir figür çizilmişti. Büyüleyici görünüyordu.
Bir şişe içki getirip bardak olmadan içmeye başladı. Aferin işimi kolaylaştırıyorsun.
"Hepsinin bir hikayesi var ama bana kalırsa en tuhafı burada değil."
Nihayet, benim elmastan bahsetme zamanı gelmişti. Saat ilerledikçe panik yapmaya başlayacaktım. İçkisini hızlı hızlı yudumlayan adama yumuşak bir ifadeyle baktım.
"Peki nerede?"
Çenesinden aşağı sızan damlaları koluyla silerek, "İkinci katta. İnan bana onu görünce aşık olacaksın. Yani elmasa."
Heyacandan kalbim çarpmaya başladı. Fark etmemesi için içimden dua ediyordum.
"Görmem mümkün mü?"
İç çekti. "Maalesef güzelim, o buranın en önemli parçası. Göstermeyi isterdim ama anlarsın ya en ufak bir zararda batarım."
Güzelim mi? Anlaşılan çoktan sarhoş oldu. Bu kadar çabuk olmasını beklemesem de bu işimi üç kat kolaylaştırdı.
"Sorun değil anlıyorum. Sizin için değerli ve onu korumak istiyorsunuz." gözlerimi üzüntülü bir şekilde kapatıp açtım. Kabul etmesini sağlamak için en güvendiğim yola baş vurdum. Vicdan. "Benimde bir zamanlar çok değer verdiğim bir kolye vardı. Herkesten saklıyordum."
İkinci içkisini içmeye başladı. Merakla, "Sonra kayıp mı ettiniz?"
Omuzlarımı düşürdüm. Sanki gözlerim dolmuş ve yaşlar akmasın diye kapatıp açmaya başladım.
"Hayır, onu benden çaldılar.. O kolye annemindi. Ondan bana kalan tek hatıraydı. Para etmezdi.. Bir gece eve dönerken siyah bir araba durdu ve para istediler." Kollarımı kendime dolayıp arkamı döndüm. Ağladığımı düşünmesini istiyordum. Ağlamayacağım için görmemesi gerekiyordu. Sonuçta bu roldü." Paramı verdim hatta tüm paramı. Ama yetmedi. Beni hırpaladılar, aşağıladılar ve sonunda kolyemi çalıp kaçtılar. Arkalarından saatlerce ağladım. Kendime geldiğimde hastanede buldum kendimi. O günden sonra hep annemin mezarına gidip ondan özür diledim. Ondan kalan son canlı eşyasını kaybettiğim için her gün özür diledim. "
Arkamı döndüğümde adamın gözlerini dolmuş görünce işe yaradığını anlamak beni mutlu etmişti. İyi rol yapabildiğimi öğrenmiş olmanın verdiği sevinçle gülmemeye çalıştım. Şuan gülersem tüm büyü bozulurdu.
Eli destek vermek ister gibi omzuma dokundu. Karşılık verip elinin üstünü tuttum. "Bunları yaşadığınız için çok özür dilerim Maria. Geçmişe dönüp size yardım etmeyi çok isterdim."
"Teşekkür ederim.. Ama bu mümkün değil. Sadece son kez görmek isterdim. Hatırlıyorum çünkü kokusu hala üstündeydi. Annemin kokusunu unutmaktan ölesiye korkuyorum."
Dudakları bir çocuğunki gibi büzüldü. Bir an için bu anlattığıma inanıp ben ağlayacaktım.
" Çok üzücü tüm yaşadıklarınız. Çok güçlüsünüz Maria. Eminim anneniz sizinle gurur duyuyordur. "
Boğazıma bir yumru oturmuştu sanki. Hemen konuyu değiştirmezsem kazdığım kuyuya yenik düşecektim.
"Umarım. Peki sizin sakladığınız o elmas sevdiğiniz birine mi ait? Bu yüzden mi koruyorsunuz?"
"Bu elmas bana emanet edildi aslında aile yadigarı değil."
Acı bir ifadeyle başımı eğdim. Oyunun işe yarayacak ikinci perdesini aralıyorum. "Sizin adınıza sevindim. Sevdiğiniz birinden olsaydı bu size acı verirdi. Ben son kez annemin kolyesine bakmak için herşeyi mi verebilirdim."
Gözlerimin dolduğunu gördü. Yüzü hüzünle seğirdi. İşte başarmıştım. Şimdi herşeyi bir kenara bırakıp tehlike arz etmediğimi düşünecek ve sonrada beni götürecek. Bu olacak emimim. Hep olurdu.
" Aslına bakarsan önemli değil. Sana göstermek istiyorum. Mutlu olacaksan herşeye değer."
Bingo. Başardım! başardım!
Hevesli görünmemeye çalışarak teklifini kısık bir ses tonuyla reddettim.
"Hayır, lütfen bunu size bana acımanız için anlatmadım. Bana samimi geldiğiniz ve tarafınızdan kötülük görmeyeceğimi düşünerek anlattım. Bu büyük iyiliğinizi kabul edemem."
Adamın artık şüphesi varsa da bununla uçup gitti. Kararlı bir şekilde bileğimi tuttu ve beni peşinden asansöre sürükledi.
" Lütfen Maria, size gerçekten göstermek istiyorum. "
Asansörde ikinci katın düğmesine bastı.
" Teşekkür ederim. Bu gece beni mutlu eden en çok şey bu iyiliğiniz ve gösterdiğiniz samimi tavrınız oldu. Asla unutmayacağım."
Asansör harekete edince yalpalandı. Kolundan tuttum. Kör kütük sarhoş olmuştu.
"Teşekküre gerek yok Maria. Şuan yapacağım beni çok mutlu edecek."
Asansörün kapısı açılınca koridora çıktık. Adamlar silahlarına davrandı ama yanımda ki adamı görünce tepki vermediler.
Kapıya yaklaştı ve gözlerini kapının deliğine gösterince bir klik sesiyle kapı açıldı. İçeride ki adamlar aynı kapıdakiler gibi iri yarıydı.
"Efendim." dedi bir adam bize yaklaşarak. Adam düşecek gibi oldu ama kolundan tutmaya devam ettim.
"Gyol, hepiniz dışarı. Beni bu hanımefendiyle yalnız bırakın."
Adamlar bir iki dakika hareketsiz kalınca bağırdı. "Bana itaatsizlik mi yapıyorsunuz hemen dışarıda bekleyin dedim."
Üçüncü kez düşecek gibi oldu ve ben yine onu tuttum. Adamlar istemeye istemeye dışarı çıktılar. İşte sonunda elmas. Fanusun içinde açık bir kutunun içinde onu almam için bana bakıyordu.
Elmasa yaklaşarak, "Bu elmasın bir hikayesi var mı?" diye sordum.
"Herşeyin bir hikayesi vardır." dedi yanımda durup elmasa hayranlıkla bakarak.
"Peki bu elmasın hikayesi ne?"
Sağ elimi tutup cam fanusun üstüne bastırdı. "Bu elmas son öldürülen genç varisin saltanat mührü." dedi iştahlı cümlelerle. Sonra kaşlarını çatarak devam etti. "Ve onu yanında geldiğin adam öldürdü. Bu yüzden buradasın elması benden çalmak için."
Kaşlarım titredi. Oyun oynamıştı. Başından beri elmasa yaklaşmak için yaptığımı biliyordu. Zaten amacının beni bu ses geçirmez odaya getirdiğini gözlerinde ki alaycı ifadeden anlamıştım.
Yavaşça yüzüne döndüm. Elinde ki şişeyi gösterdi." Saf şeftali suyu." dedi sırıtarak. Hiç sarhoş olmamıştı. "Kabul etmeliyim çok iyi rol yapıyorsun. Bir an az kalsın inanıyordum."
Elimi çekmek için hamle yaptım ama daha çok bastırdı. "Buraya geleceğini duyduğumda elmas için geldiğini anlamıştım. Hadi ama bunun için tecrübesiz birini göndererek ne düşünüyordu? Ya da belkide en başından farkındaydı ve seni yem etti. Ne dersin?" dedi bileğimi bükerek.
Yem mi? Beni yem etmişti öyle mi? Başından beri kaybedeceğimi biliyordu. Beni izlerken zaten oyuna getirildiğimi biliyordu.
O Herşeyin farkındaydı ve beni bu oyunun baş karakteri yapmıştı. Sinirim bir bulut gibi yükselirken gözlerimi kapattım.
"Seni burada becereceğim sürtük. Durma bağır seni burada kimse duyamaz. Sesini bile duymayacaklar. Ve o asla yardıma gelmeyecek."
Omuzlarımdan tutup beni yere savurdu. Dizlerimin üstüne düştüm. Bacaklarımı tutup hızlı bir hamleyle beni kendine çekti. Terli eli elbisemin sırt zincirini tuttu. Gözlerimle alanı taradım, Buradan kendi başıma kurtulmalıydım. Ne kadar bağırırsam bağırayım kimse duymazdı. Ama zaten bağırmak istemiyordum. Bu zamana kadar kimsenin yardımına ihtiyacım olmadı. Şuanda olmayacaktı. Eğilip hızla bacağımın içine sakladığım silahı çıkardım..
Aniden boğazıma yapışınca elimde ki silahı düşürecek gibi oldum..
Kaşlarını çatmış bana bakıyordu.
"Senin gibi biri beni öldürecek kadar yüce olabilir mi kıçımın sürtüğü." diye hakaret ederken bakışları şüpheyle doluydu. Hiç düşünmeden silahı bacağına tutup ateş ettim.

(Temsili)
Gözleri büyüyen adam hızla yere yığıldı.
"Sürtük!"dedi bağırarak." Seni öldüreceğim."
Dağılmış saçlarımı omuzlarıma atarak ayağa kalktım ve topuklu ayakkabımın sivri kısmıyla yüzüne tekme attım. Sağ yanağından çenesine kadar kesilen yaradan kanlar yere fışkırdı.
Yüzüne eğilip kanlı saçlarından çektim. "Durma bağır! Kimse yardımına gelemez. " Sonra kafasını sert zemine çarparak kendinden geçmesini sağladım.
Elbisemi düzeltip fanusu açtıktan sonra elması bacağımın iç kısmında silahı sakladığım yere sakladım. Şimdi kapıda bekleyen adamlardan kaçmam gerekiyordu ama sayıları fazlaydı. Daha iki adım atamadan beni yakalarlardı. Topuklu ayakkabılarımı çıkardım. Çakmağı çıkarıp perdeleri tek tek yakmaya başladım.
Dakikalar içinde oda alevler içinde kalmıştı. Yerde yatan adamı kolumun altına alıp kapıyı açtım. Odadan dışarı özgürce çıkan siyah dumanlar işimi bir kaç dakikalığına kolaylaştırmıştı.
Bağırarak, "Yardım edin ateşten yaralandı." korumaları dehşet içinde efendilerine koştular. İlk dakika onlar hiçbir şey anlamadan ve onlar adamla ilgilenirken sessiz adımlarla geri geri yürüdüm.
"Hanımefendi ne oldu?" Korumalardan biri sorusunu sorduğunda çoktan koşmaya başlamış ve koridorun sonunda ki merdivenlerden iniyordum.
Arkamdan silah sesleri duyunca bir kaç merdiven düşerek zemine yüz üstü kapaklandım.
Siktir..
Adım sesleri üç dört hatta beş olunca ayağa kalktım ve koşmaya başladım. Oay yerinden uzaklaşırken sessizce kendimi azarlıyordum.
'Beni oyuna getirdi. Adi pislik. Hiçbir şey demeden beni görevin ortasına attı. Ya silahım olmasaydı. Ya olmasaydı.. Başından biliyordu. Bu yüzden silahı vermişti. Kaçacağıma inanmıyordu. Hatta şuan burayı terk etmiş olabilirdi. Öldüğümü düşünerek kendine bir bardak viski bile dolduruyordur.
Adi pislik! '
Bu görev istediğimden daha acemice olmuştu. Güzel plan yaptığımı düşünerek sevindiğim dakikalara küfür ettim. Ne de güzel oyuna getirilmiştim.
Bir el daha silah sesi duyunca derin bir nefes alarak işime odaklandım. Sol taraftaki koridora ilerledim. Elimde ki çakmağı devasa perdeleri tutuşturarak ilerlerken içimdeki öfkeyi yaktığımın farkında değildim.
Beni oyuna getirmesinin bedelini ödeyecekti. Bu evide onu da yakardım. Kaybedecek kimsem yoktu.
Boydan boya olan ve son model altın kaplamalı perdeler yanarken izlemek bana ayrı bir zevk vermişti. O alevler yükselirken verdiği sıcaklık hissi öfkemi kabartıyordu. Perdeler yanarak yerdeki parkelere düşerken düştüğü yeri yakıyordu. Camda ki yansımam bana gülümserken kaşlarımı çattım.
Her bir odaya girdim ve her odayı ateşe verdim. Kaçan insanların çığlıkları yeri göğü inletiyordu. Lüks arabalar hevesle girdikleri bu evden koşarak kaçıyorlardı.
Koridora ulaştığımda koşmaya başladım, saniyeler içinde evin arkalarında bir köşeye gelmiştim.
"Dur!" Arkamdan iki adamın bağırdığını duyunca düşecek gibi oldum. Sağımdan ve solumdan uçuşan mermiler eşliğinde koşarken tek bir kez çığlık atmamıştım. Adrenalin tüm bedenimi ele geçirmişti. Beceriksizler vuramıyordu bile.
Kalbimin hızla çarptığını hissederken yutkunarak basamaklardan aşağı indim. Tek bir kapı olan odaya daldım. Burası mutfaktı. Koşma sesleri duyunca tezgahın üstünde ki bıçağı kaparak kapının arkasına saklandım. Nefes almayı bile unutmuştum. Derin bir nefes alarak bıçağı göğüs hizamda tuttum.
Kapının yuvarlak kolu çevrilerek açıldı. Adam başını içeri uzattığında bıçağı omzuna sapladım. Silahı mermer zemine düşerken, Acı içinde yere yuvarlandı.
Silahı almak için harekete geçtiğim de saçlarıma dolanan güçlü eller beni acımasızca duvara fırlattı. Sol kolumun üstüne düşünce acıdan çığlıklarım boğazımda takıldı.
Silaha uzanma şansı bulamadan adam karnıma tekme atmak için ayağını kaldırdığını gördüm. Düşünmek için fazla zamanım olmadığın da herşey aniden gelişti. Yumruğumu erkekliğine geçirince acıyla iki büklüm oldu. Eğilince kafasından tutup mermer zemine yüzünü çarpınca burnunun kırılma sesi yüzümü buruşturmuştu.
Yerden silahı alınca bahçe kapısı açıldı. Kalbim hızla çarparken eğilip adanın altına saklandım.
Yerde yatan adamları görünce, Adamın telefonunu pantolonunun cebinden çıkarmasını izledim. Yardım çağırmadan acele etmeliydim. Bana arkasını dönmüştü. Saklandığım yerden doğruldum.
Gizlice arkadan yaklaşırken bıçağı tutan elimi kaldırdım,Fark edilmemek için nefes bile almıyordum. Neredeyse iki adım kala bıçağı hedefimin yanlarına bastırdım ve sesimin soğukkanlı çıkmasına dikkat ederek konuştu.
"Bana arabanın anahtarlarını ver."
Adam iki elini havaya kaldırdı. "Sağ cebimde."
"Araba nerede?"
"Evin arkasında ki garajda."
Bıçağın ucunu biraz içeri sokarak, "Yanlış bir hareketinde seni gebertirim anladın mı?"
Korkuyla konuştu. "Yapmayacağım."
Sağ cebinden anahtarı çıkarıp yavaşça önüne geçtim. "Gözlerini kapat!"
"Lütfen beni öldürme!" dedi yalvararak.
"Sana gözlerini kapat dedim. Ve diz çök hemen!" bağırışım dört duvarda gürültüyle yankılanmıştı. Soğuk terler döken adam diz çöktü.
"Gözlerini açarsan seni gebertirim anladın mı?"
"Açmayacağım."
"Yada bu umrumda değil." diyerek adamın yüzüne silahın arkasıyla vurunca bayılarak yanına düştü.
Bahçe kapısına kendimi güç bela atarak koşmaya başladım. Evdeki alevler göğe ulaşıyor ve dumanları geceyi daha ayrı korkutucu yapıyordu. O ihtişamlı ev alevlerim ile dans ediyordu.

Bana oyun oynayanın sonu bu olacaktı. Hep olmuştu..
İki metrelik duvardan tırmanıp aşağı atladım. Elbisemin kenarı yırtılınca bunu o an umursamadım. Şu yaşadıklarım dan sonra bu elbise umrumda değildi.
Arabayı arka tarafta ki eve bağlı olan lüks araçların yanında bulmuştum. Kırmızı bir porsheydi. Kapıyı açıp şoför koltuğuna oturdum ve frenleri bağırtarak bu lanet yerden ayrıldım.
130 km hızla otobana çıktım. Adrenalin kanımda yuva kurarken, gaza kökleniyordum. Yeterince uzaklaştığımı anlayınca kenara çekerek arabayı durdurdum. Alnımı direksiyona yaslayarak sakinleşmeye çalıştım.
Bir şeyden emindim. Azrail beni bu gece sınamıştı. Beni tehlikenin ortasına atıp bundan nasıl sıyrılacağımı merak ettiği için beni bu pislik oyunun içine attı. Peki ya kaybetseydim. Tatmin mi olacaktı? Belki de olurdu. Ondan herşey beklenirdi.
Acımasız biriydi. Kimseye tölerans gösterecek biri değildi. Şimdi gelip beni bulacaktı. Adımın Meryem olduğu kadar emindim. Uzaktan bir yerlerden beni izliyorsa o evi ateşe verdiğimi ve kaçtığımı biliyordur.
Dikiz aynasından onun arabasını görünce haklı çıkmıştım. Şimdi oyun sırası bendeydi. Benimle her türlü oyun oynanmayacağını ona öğretecektim.
Bir Türk kadınına bulaşırsan Azrail de olsan bedelini ödersin. Arabayı çalıştırdım. Gaza basarak hızla tekrar otobana çıktım. Aynı hızla arkamdan geliyordu.
Ben yolun sağ şeridinden giderken sola kırdı, onu engelleyerek önüne geçtim. Önüme kırma çabalarını engelledikçe içimde ki küçük mutluluk kırıntıları kabarıyordu. Şimdi arabanın içinde küfürler yağdırdığını hissediyordum.
Belki işkence odasında bir hafta bile bırakırdı. Yapabilirdi. Ondan korkmuyordum. Bunu anlamasını herşey den çok istiyordum.
Bir kez daha önüme kırmaya çalıştı onu aynı hareketle engelleyince bu sefer arkamdan bana sert bir darbe vurdu. Direksiyon hakimiyetini kaybetmedim. İyi bir sürücüydüm. Zamanında şoförlük yapmıştım.
Şimdi benim sıram sevgili Azrail. Ne olacağını umursamadan arkamdayken ani fren yapınca iki araba birbirine girdi.. Keskin bir ses ve kurtarma çabaları.. Kafamı direksiyona çarptım. Şeritten çıkarak ikimizde bir ağaca tosladık. Arabalar kaymıştı. Bu ikimiz için de tehlikeliydi. Arabasının önü paramparça olmuştu. Benim arabanın arkası kullanılmayacak hale gelmişti.
Kemeri çözerek arabadan ağır adımlarla indim. Arabamdan duman çıkıyordu. Azrailin arabası alev almıştı. Başım dönüyordu. Bunu umursamadan onun arabasına yaklaştım.
Direksiyona kafasını fena çarpmış olmalıydı. Dumanlar havaya yükselirken iki seçeneğim vardı. Araba birazdan patlayacaktı. Baygındı. Alnından akan kanlar çenesine kadar ulaşmıştı.
Ya onu burada bırakıp ölmesini izlemek, Ya da bir ilk yapıp hayatını kurtarmak. İkiside benim elimdeydi.. Bir an için arkamı dönüp gidecek ve ondan sonsuza kadar kurtulacaktım..
Hani hayatınızı değiştirecek seçimler yapmak zorunda kalırsınız ya.. Kararsızlık sizi yiyip bitirse de o yanlış seçenek size dünyanın en iyi hatası gibi gözükür. Sonunu bildiğiniz hikayeye bile bile adım atarsanız. İşte şuan ne olduğunu anlamadığım bir kalp ritim bozukluğu yüzünden donup kaldım.
Ölmesine izin veremezdim. Bunu istemediğimi fark edince kendimden nefret ettim. Bu uzun zamandır tanıdık olan duyguyu oysa derinlere bir yere çıkmaması için gömmüşken şimdi her türlü suçu kendine hayat bilen bu adamı kurtarmak için neden çıkıyordu?
Ve ben neden izin veriyordum?
Arabanın arkasından bir patlama sesi duyunca neredeyse korkudan çığlık atacaktım.
Ya şimdi ya hiç Maria. Ya kurtaracaktım ya da elmasla beraber sırra kadem basacaktım.
Kurtarmayı seçtim. İki parçamdan birisi bunun büyük yanlış olduğunu haykırsa bile bu hataya bile isteyerek koştum. Kapıyı açıp kemeri hızlı bir hamleyle açarak kollarının altından tuttum.
"Allah'ım çok ağır."
Bir iki üç.. Denedim ama benim için fazla ağırdı. Ancak sırtını dışarı çıkarabilmiştim. Arabanın alevleri arka koltuğa ulaşınca son kez son gücümle kendimi geri eğerek çektim ve başarılı oldum.
Kollarından tutarak zorda olsa onu arabadan uzaklaştırdım. Ve o an araba büyük bir gürültüyle patlayınca kendimi ona siper ettim. Tüm benliğimle yaptım bunu.
Ateşler gökyüzüne yükselirken kendimi çekecektim ki kapalı gözlerinde takılı kaldım. İstesem yüzüne bakıp aslında neye benzediğini görebilirdim. Ani bir istekle elimi maskesinin üstüne koydum. Sadece bakıp geri kapatacaktım.
Haberi olmazdı. Bende asla söylemezdim. Neye benzediğini, çene yapısını, yüzünü, ve dudaklarını çok merak ettiğimi fark edince kendime kızmak için geç kalmıştım.
Şuan gözlerini açsa üstünde olduğumu ve yüzünü açmaya çalıştığımı görseydi üçüncü dünya savaşı çıkardı. Bir anda gözlerini açınca elimi çekmek için o saniyeleri ustalıkla kullandım.
Allah'ım ucuz atlattım. Beni üstünde görünce donup kaldı. Uyanmıştı ve şimdi karanlık gözleri üç kat daha karanlık bakıyordu.
"İlginç,"dedi sakince. Üstünde duruyor olmam umrunda değilmiş gibi. Sanki buna alışkın gibi tepki bile vermedi. Daha farklı bir şey ilgini çekmişti. Onu kurtardığım gerçeği.
Yaşamının benim titreyen ellerimde durduğunu hatta onu kurtardığımın farkındalığı ile gözlerime bakıyordu.
" Neden Maria? "
Neden Maria? Evet bende bunu hayatımın her anında soracaktım. Buna adım gibi emindim. Neden yaptım? Neden kurtardım? Neden? Ama sadece yapmak istedim? Böyle basit bir ölümü hak etmediğini düşünerek yaptım belki de? Belkide daha ismini bile öğrenmeden bu dünyayı terk etmesin istedim.
Belki de sadece ölmesini istemiyordum. Böyle aniden. Benim yüzümden.
Aslında bu saydıklarımın hepsiydi. Sadece söyleyecek cesareti henüz kendimde bulamadım.
Tereddüt etmeden üstünden kalkıp elbisemi silkeledim. Sorusunu havada asılı bıraktım. Cevap vermek içimden gelmiyordu. Doğruldu ve yanan arabasına baktı. Kaşları çatılmış ve olanları hatırlayınca yüzünde büyük bir öfke büyümüştü.
"O arabayı seviyordum." dedi sert bir sesle.
Sevdiği bir şey varmış ilginç.
"Eminim aynısını alırsınız." dedim ayağa kalkarken.
"Sana elması al ve çık dedim. Koca malikaneyi neden yaktın?" dedi beni azarlamaya çalışarak.
Kaşlarımı çatarak bütün bedenimi yüzüne doğru çevirdim. Kendimi küçük düşürüp adamın beni taciz etmeye çalıştığını asla söylemeyecektim. Söylesem bile umrunda olmazdı sadece kendimi acındırmaya çalışmak yapacağım son şeydi.
"Adam başından beri biliyormuş neden geldiğimizi. Başta planımın çok güzel işlediğini düşündüm rol yaptığımı anlamadığını sanıyordum ama hepsi beni zaten o elmaslı odaya sokmak için onun oyunun bir parçası olduğunu anladığım da herşey için çok geçti. Kapının önünde bir sürü adam vardı. Tek kaçabileceğim yol buydu. "
Dikkatlice söylediklerimi dinledikten sonra sustu. Doğruyu söyleyip söylemediğimi zaten anlamıştı. Ama koca bir malikaneyi ateşe vermem onu çok şaşırtmışa benziyordu. Nasıl yaptığımı sormak istiyor gibi küçük bir merak parıltısı sezince gözlerimde bende sormayacağını bildiğim için açıkladım.
"Önce adamın ayağına ateş ettim. Zaten biliyorsunuz silahta tek kurşun vardı." Beni bilerek oyuna attığının farkında olduğumu anladı. Kimi kandırıyorum bu Azrail birinden asla özür dileyecek biri değildi. Zaten kendi isteğiyle gönderdi. Ben sadece her şeyin farkında olduğumu bilmesini istiyordum." Sonra perdeleri yaktım ve adamı dışarı çıkardım. Adamların şaşkınlığından yararlanarak kaçtım. Ateş ettiler, kaçarken her odanın perdesini yaktım. Üç tane adamı mutfakta bayılttıktan sonra arabayla evi terk ettim."
Nefes nefese kalmıştım. Ne tepki vereceğini merak ederken o susmayı seçti. Koca bir evi yaktım iki adamı vurdum ikisini yere serdim. Bunu ben yaptım. Ama karşısında asla övgü alamıyordum.
Kahretsin Meryem. Neden Azrailin beni övmesini istiyordum ki. O duygusuz biriydi. Neden bir çocuk gibi bana aferin demesini bekledim. Kalbim beklentiyle çarpıyordu.
Aramızda ki gergin sessizliği bozdu. "Elması alıp kaçabilecek vaktin varken neden yaktın evi?"
Neyi duymak istiyordu? Öfkemden yaptım dememi mi? Adam beni taciz etmeye çalıştığı için öfkelenerek evi ateşe verdiğimi mi? Yoksa asıl en çok onun beni ateşe atıp ölmemi beklemesinden dolayı o evi alevler içinde bıraktığımı mı? Hangisini duymak istiyordu.
"Doğru olanı Maria?" dedi aniden. Sanki kafamın içinde ki çatışmayı görmüş gibi. Gerçeği anlamış gibi. Neden o lanet evi yaktığım gerçeğini.
Sakin sesi sinirlerimi yatıştırmamıştı. Neden bu kadar sakindi? Büyük ses getirecek bir olay yaşanmıştı. Yanında getirdiği kadın ev sahibini vurmuş, adamlarını yaralamış ve bir servet değerinde olan malikaneyi yakmıştı. Benim yüzümden başı ağrıyabilirdi. Ya da onu sorgulayacak kimse yoktu. Kim cesaret edebilirdi bu azraili sorgulamaya.. Orası tartışılır. Ama bana neden kızmıyordu?
Ev ve içindekiler umrunda olmadığı için mi? Yoksa onun hayatını kurtardığım için mi? Hangisiydi?
Omurgamdan terler akıyor, sorular kafamın içinde bir kaosa dönüşüyordu. Ama gözlerimi onun karanlık gözlerinden ayırmadım.
"Doğruyu duymak istemezsiniz. Lütfen bana işkence mi edeceksiniz edin, yoksa eve gideceksem gideyim. Bu geceyi erken kapatmak istiyorum."
Ani konu değiştirme nedenimin asıl sebebini anladığın da gözlerinde küçük bir ışık parladı. Arabadan çıkan alevler gibi küçük kıvılcımlar. Ona öfkelendiğim için o evi yaktığımı anlamıştı. Kahretsin insanları anlamakta üstüne yoktu. Olağanüstü bir yeteneği vardı. Karşısında yalan söylemek imkansıza yakındı.
"İşkence odasına gideceksin Maria," dedi tehditkar cümlelerle. Sonra elini uzattı. "Şimdi elması ver."
Silahın olduğu yere sakladığım elması çıkarıp avuçlarına bıraktım.
"Çakmak?"
Kahretsin! Şimdi nasıl çıkaracaktım çakmağı? Elbisemde saklayabileceğim yer olmadığı için onu sütyenimin içine saklamıştım. Şimdi oradan çıkarıp nasıl verecektim? Yanaklarım utançtan kızarırken bunu fark etmesi geç olmadı.
"Evet?" dedi soru soran gözlerle. Altı dudağımı ısırdığımın farkına vardığımda dilimde ki bakırımsı kanın tadını hissettim.
"Kayboldu." dedim yalan söyleyerek. Lütfen inan. Lütfen inan.
Bir adım atınca bir adım geri attım. Kahretsin.
"Kaybetmedin Maria."
Elbisemin kenarını öyle bir sıkmıştım ki kolum uyuşmuştu.
"Kaybettim gerçekten." dedim ısrarla yalana devam ederek.
"Doğruyu söylersen kızmayacağım." ses tonu sakin çıkınca rahat bir nefes aldım. Bu blöf müydü? Yoksa doğruyu mu söylüyordu? Ah bu bilinmezlik.. Nefret ediyorum.
Ne söyleyeceğimi düşünerek geçirdiğim dakikalar canını hayli bir sıkmıştı. Biraz daha susarsam boğazıma yapışacak gibi bakıyordu. Tamam kaçışım yoktu. Elimi göğüs dekolteme daldırdım.
Çakmağı nereden çıkardığımı görünce karanlık gözleri kocaman olmuştu. Korkuyla yutkunarak avucumu açarak içinde ki çakmağı uzattım.
"Elbisemin cebi yoktu ve nereye saklayacağımı bilemedim." dedim kısık bir sesle.
Bir elime birde göğüslerime bakınca korkudan arkamı dönüp kaçmayı düşünmeye başladım. Beni öldürecek gibi bakıyordu. Çok kötü bakıyordu.
"O benim için değerliydi." dedi dişlerini sıkarak.
Sesim titremesin diye tane tane konuşmuş ve korktuğum için parmak uçlarım kanım çekilmiş gibi beyazlamıştı "Ben.. İsterseniz sizin için yıkayabilirim."
"Göğüslerinden çıkardığın çakmağı kullanacağıma kafama sık daha iyi." dedi sakin ama umursamaz ses tonuyla.
Bende çok meraklıydım sana bunu vermeye zaten. Avuçlarımda tutarak sıktım ve geri çektim elimi.
Telefonunu çıkarıp bir numara tuşladıktan sonra biriyle konuşup araba getirmesini istedi. Sonra cebinden sigara çıkarıp dudaklarının arasına alıp başka bir çakmakla yaktı. Onu izlerken durup bekliyordum. Arabası patladıktan sonra yeni bir araba istemişti.
Arkamda ki ağacın gövdesine oturup beklemeye başladım. Ayaklarımın altında ki taşlı toprağı izlemeye başladım. Ayakkabılarımı evde bırakmıştım. Çıplak ayaklarım toz olmuştu.
Başımı kaldırıp gökyüzünde parlayan yıldızları izlemeye başladım. Bir hiçliğin ortasında yıldızlar ne kadar çok ve parlak görünüyordu. Oysa şehirdeyken onları görmek pek mümkün değildi.
Dizlerimi karnıma çekerek alnımı dizlerime yasladım.. Başımı kaldırıp çaktırmadan Azraile baktım. Hâlâ sigarasını içiyordu.
Acaba araba geldiği zaman beni burada bırakır mıydı? Yapardı. Çakmağı nereden çıkardığımı görünce ceza olarak bile yapardı. Ya beni bu hiçlikte bırakıp giderse. Evin yolunu nasıl bulacaktım? Şehirden kilometrelerce uzaktaydık.
Beni arabaya davet etmezse beni alması için yalvarmayacaktım. Ben bunu asla yapmam. Yalvaracağıma ormanda ki kurda kuşa yem olurum daha iyi.
Uzaktan araba farları bize doğru yaklaşınca oturduğum yerden kalktım. Araba önümüzde durdu. İçinden daha önce görmediğim bir adam çıktı. Azrailin yanına gidip anahtarı uzattı.
"Burada ne olmuş böyle?" dedi gelen adam hurda olan arabalara bakarak. Azrail aniden bana bakınca omuzlarımın içine sinmiştim.
"Küçük bir kaza." dedi tıslayarak. Arabanın anahtarını alıp tek kelime etmeden arabaya binip çalıştırdı. Bir iki adım kalp kırıklığı ile atmıştım ki arabayı çalıştırdığını görünce durdum.
Beni bırakıp gidecekti. Gerçekten bırakıp gidecekti. Gaza bastı ve arkasından gidişini izlerken istemeden de olsa gözlerim dolmuştu. Yola koşup gidişini izledim.
İnanamıyorum beni hiç tanımadığım adamla nasıl yalnız bırakırdı. Dönüp telefonla konuşan adama baktım.
Bana dönük bakınca küfür etti..
"Siktir! Bu ne yapıyor?" bakışları giden arabaya kayınca bende baktım. Gitmiyordu son hızla üzerime geliyordu.
Arabayı üstüme sürüyordu. Dudaklarımdan küfür döküldü.
"Siktir!"
Yanımda ki adam bağırdı. "Daha ne bekliyorsun çekil sana çarpacak bu deli."
Kıpırdayamadım. Kaçla geliyordu? Durması mümkün olabilecek bir hızda değildi. Farlar yüzümü aydınlatırken korkuyla yolun ortasında bekledim. Kaslarım gerilse de,beni öldüreceğini bilsemde durmaya devam ediyordum. Kalp krizinden ölecektim bana çarpmadan önce.
Peki böyle öldüreceksen asla çekilmeyeceğim. Gözlerimi kapatmadım. Beş metre ve keskin bir dönüş alarak önümde durdu. Saçlarım rüzgarıyla havalanmış ve ayaklarımın titremesinin önüne geçemeden geriye doğru yalpalandım.
Lanet olsun üç santim. Üç santim ve ölecektim. Sürücü koltuğunun camını açtı. Az önce üstüme araba sürmemiş gibi, umursamazca yüzüme baktı.
"Bin!"
Öfkeden delirmek üzereydim. Bu ne yüzsüzlük ya..
Öfkeyle bağırdım. "Asla."
Arkamı dönüp koşmaya başladım. Umrumda değil. Ölecek olmam umrumda değil. Hayvanların beni parçalamasına razıyım. Sık ağaçların arasına son hızda daldım. Hiçbir kuvvet beni o arabaya bindiremezdi.
Havaya doğru bir el silah sesi duyunca fark etmediğim bir taşa takılarak karanlıktan fark edemediğim yokuştan yüz üstü yuvarlandım. Dalları cildimi keserken taşlar kollarıma çarparak canımı yakarken bir an o düşüşün sonu olmayacak sanmıştım.
Bir ağacın yerin üstüne çıkan köklerine çarparak durdum.
"Kahretsin!"
Ayağa kalktım. Ellerim ve ayaklarım kanıyordu. Çok uzakta değildi. Gürleyince bir yerlerden kuş uçmuştu.
"Maria! Seni bulacağımı biliyorsun."
✩✩✩
Ben yazarken heyecanlandım siz okurken ne hissettiniz bilmiyorum? 🥹
Umarım o adrenalini hissettirdim sizlere sevgili okurlarım.
Maria ilk görevinden tam puan aldı benden. Bu kadın öfkesi uğruna herşeyi yakar okurlarım. O Türk kadını tersi pistir. Azrail 'ciğim bunu anlıyorsundur umarım.
Evet Peki bizim kızın Azrailin arabasına çarpması. Adamı az kalsın öldürüyordu. Tarihte bunu yapmayı başaran ilk kadın olarak ismi altın harflerle yazılsın 😅
Ah Meryem güzelim, Azrail den asla kalamayacaksın. Çabalayabilirsin ama zor be kızım.
Bakalım sizleri yarın ne bekliyor sevgili okurlarım.
Yarın görüşürüz. Yanaklarınızdan öpüyorum. 😘
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 3.25k Okunma |
380 Oy |
0 Takip |
60 Bölümlü Kitap |