7. Bölüm

"7"Karmaşık duygular.

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

 

"Küçük hikayemle dolu hayatımda,

 

 

 

Ölümün gelmesini bekliyordum. Geldi... Ama onun beni öldürmek dışında başka planları vardı.. (Meryem)"

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

🎧Bölüm şarkısı : Yad ( Vanna Rainelle) 🎧

 

Hayatın bir sınırı olmalıydı.

 

Yaşadıklarımızın bir hayal olması ya da kötülerin kalbinde iyilik tanesi olmalıydı. Olmalıydı değil mi? Peki ya yoksa? Kötünün kalbinde iyilik yoksa.

 

Kıyıya ulaştığımda soğuktan tir tir titriyordum. Her yerimden sular akıyordu ve onun bana yaklaşıyor olma korkusu bunların hepsini bastırıyordu.

 

Bir hiç uğruna yanan ormana baktım. Güzel ağaçlarında canı yanıyor olmalıydı. Taş değildi ki onlar, ruhları olan ağaçlardı. En az benim kadar canlılardı.

 

Sesi kendisinden önce bana ulaşınca olduğum yerde sıçramıştım. Kollarımı göğsüme doladım. Donuyordum ve titriyordum.

 

"Sana o telefon iki defa çalarsa her yeri yakarım demiştim."

 

Ağaçların arasından bir canavar gibi fırladı. Ondan korkup neredeyse göle atlayacaktım. Donarak ölmek şuan daha cazip geliyordu.

 

"Cevap ver telefonun nerede?"

 

Soğuktan titreyen dudaklarımı güç bela hareket ettirdim. "Be.. Ben.. Onu köp. Köprüden düşürdüm."

 

Titreyen ses tonum hoşuna gitmemişti. Bir an için beni kucağına alıp yanan ağaçların arasına atarak ısıtmak istediğini gözlerinde görmüştüm. Ölmemi isteyecek kadar titreyen sesim onu tahrik etmişti. Bunun farkındalığı, soğukluğun yerini sıcaklığa teslim etti.

 

"Doğruları söylemediğini biliyorum. Senmi söylersin yoksa ben zorlamı söyleteyim?" tehdit açıktı ve ses tonu sertti. Doğruları söylemekten başka çarem yoktu.

 

"Uyuyabilmek için uyku ilacı içtim ve ikinci çalışta uyandım. Yetişemedim üçüncü defa çalınca panikleyip göle attım. Sonra uyku ilacı içip tekrar uyudum."

 

"Tekrar mı uyudun?" Öyle yüksek bir sesle bağırdı ki bir an için hava gürlüyor sanıp göğe bakmıştım.

 

Sustum. Tek kelime daha edersem sonu facia olurdu.

 

"Açıp doğruları söylemek yerine telefonu göle atıyorsun birde üstüne uyuyursun umursamadan öyle mi?" Cebinden silahı çıkarıp alnıma dayadı. "Sanırım benim kim olduğumu ve neler yapabileceğimi henüz anlamamışsın."

 

"Neler yapabileceğini gördüm." dedim beklemeden ve titremeden. "Bu yüzden telefonu göle attım."

 

"Hayır, Maria beni tanımıyorsun tanısaydın o telefonu açar ağlaya ağlaya yalvarırdın. Beni tanısaydın yapacağın tek seçenek bu olurdu."

 

Alnıma dayanan silahı aniden tuttum. Ve parmağımı tetiğin üstüne bastırdım. "Sende beni tanımalısın artık. Beni tanırsan bu hayatta hiç kimseyi umursamayan bir kadın olduğumu kabul etmiş olurum olursun. Ne kuralların umrumda ne de sen? O yüzden öldür beni ve hayatıma son ver."

 

Gözlerini kapatıp açtı. Kaşları belirgin bir şekilde çatıldı, bu sözleri duymak artık canını fena sıkıyordu. Ama beni öldürene kadar asla vazgeçmeyecektim. Gerekirse her gün söyleyecek ve sonunda dayanamayıp bir el silah sesiyle hayatıma son verene kadar pes etmeyecektim.

 

"Neden?" dedim ilk defa çaresiz çıkan sesimle. Onun karşısında ilk çaresiz cümlemi kuracaktım. "Neden öldürmüyorsun? Hayatında bir kez iyilik yapıp beni neden öldürmüyorsun?"

 

Sesimin çaresiz çıkmasımı canını sıktı, yoksa karşısında ilk defa bu kadar çaresiz oluşum mu? Bilemiyorum ama o silahı bir kez daha hayal kırıklığı ile indirince ağlamak üzereydim.

 

" Ben kimseye iyilik yapmam. "dedi aniden.

 

" Peki fiyatı nedir? "dedim tuhaf bir soruyla. Başta ne demek istediğimi anlamadı." Sen bir taşıyıcısın değil mi? Müşterin ne istiyorsa onu yapıyorsun? "

 

Soğuk bir sesle," Evet. "dedi.

 

" O zaman bir fiyatın olmalı. Seni satın alıp beni öldürmeni isteyeceğim. Bu sefer o silahı ateşlemek zorunda kalacaksın. "

 

Çenesini sıvazladı. Böyle bir şey söyleyeceğimi asla düşünmüyordu. Bunu şaşkınlığından anlamıştım.

 

" Paran yetmez, bütün organlarını bile bağışlasan beni satın alacak parayı bulamazsın. "

 

Cümle kafamın içinde yankılanırken kurduğu cümle canımı bir hayli sıkmıştı. Organlarımı satsam onu satın alamazdım öyle mi? Bunu hangi açıdan söylerse söylesin öfkemi kabartmaya yetmişti.

 

" Bende bir taşıyıcıyım değil mi? "

 

" Evet. "dedi.

 

Sağ elimi açıp yüzüne uzattım." Maaşımı öde o zaman. Bütün paraları dızlamanı izlemeyeceğim. "

 

Bir elime bir de yüzüme baktı. Şaşkınlıkla," Dızlamakda ne? "diye sorunca gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

Neden görselleştirmiyordum dızlamanın açıklamasını. Elinde ki silahı göstererek,"Alabilir miyim? "

 

Zorla alamayacağım kadar güçlü olduğu için istemek zorunda olmaktan o an nefret etsem de başka çarem yoktu. Bu olayın nereye varacağını merak ederek silahı elime verdi.

 

Bana güvendiği içinmi yoksa onu öldürecek kadar gücüm olmadığı için mi böyle sorgulamadan verdi bilmiyordum. Sorsamda söylemezdi.

 

Silahı alıp pantolonumun içine koydum. Meraklı gözlerle bana bakıyordu.

 

Yumuşak bir sesle, "Şimdi silahını nerede olduğunu sor?"

 

"Görüyorum, neden sormam gerekiyor?"

 

Gözlerimi devirdim. "Şuan onu saklayacak bir yer yok görmüyormuş gibi sor."

 

"Bu çok anlamsız." dedi sızlanarak.

 

"Oyunbozanlık yapmada sor."

 

Bir kez daha tek kaşını kaldırdı. "Oyunbozanlık ne?"

 

Ay şimdi kendimi kesecektim.

 

"Onu başka bir geceye bırakalım hadi sor şu lanet silahın yerini?" dedim biraz yüksek sesle.

 

"Lanet silahım nerede Maria?"

 

Şükür. Omuzlarımı yukarı aşağı kaldırdım. "Ben nereden bileyim?"

 

"Buda ne demek şimdi?"

 

"Yani aslında ben aldım o senindi ve ben sana vermek yerine alıp kendime sakladım. Sanada bilmediğimi söyleyerek kendime sakladım silahı. Yani cebe attım senin olanı. Bizde buna dızcılık denir."

 

"Saçma." dedi öfkeyle. "Uzaydan mı geldin bu ne anlamsız benzetmeler."

 

"Hey! Benim geldiğim yer hakkında böyle konuşma. Zamanında adımızı duyan kapılarını kapatıyordu korkudan."

 

Karanlık gözleri kısıldı. Anladı mı yoksa anlamamazlığa mı vurdu yüzünden okuyamıyordum. Yine bilinmezlik.

 

"Geldiğin yer nereyse bana tanıdık geliyor." dedi tuhaf cümle kurarak. Onu anlamak mümkün değildi.

 

"Nasıl yani?"

 

"Vaktimiz yok."

 

"İşemi gidiyoruz? Ama daha yeni bir işten çıktım."

 

"Sen bir taşıyıcısın, günde on görevi bile yapacak gücün olmak zorunda."

 

Omuzlarımı düşürdüm. "Ben makine değilim."

 

"Keşke makine olsan. Beni bu kadar uğraştırmazdın."

 

Bunu duyunca öfkeyle yüzüne bakmak için kafamı kaldırdığımda ormana doğru yürüdüğünü görünce beklemeden arkasından koştum.

 

Yürüdükçe ıslak elbiselerimden çıkan ses oldukça rahatsız edici ve utanç vericiydi. Ama o bundan hiç rahatsız olmamış gibiydi. Arabanın yanına gelince bagajdan kocaman bir paket çıkarıp bana uzattı.

 

"Üstünü değiştir."

 

Paketi açıp içinde ki kıyafetlere baktım. Bir ayıcık kostümüydü. Şaşkınlıkla, "Maskotluk mu yapacağım?"

 

"Maskot gibi görünen bir ajan olacaksın bu gece. Bir iş adamının oğlu üç gündür uyuşturucu komasına girdi. Adam yüklü bir miktar verdi ona uyuşturucu satanı bulmam için. Bu yüzden çalıştıkları meydanda maskotluk yapacaksın. Çok gizli çalışıyorlar. Belki fark edemediğin bir saniyede alışveriş yapabiliyorlar. Gözlerini dört açman gerek Maria. Hata istemiyorum. "

 

" Bulduğum an ne yapmalıyım? "

 

" Bağır! "

 

" Ha? "dedim şaşkın bir yüzle. Ama o benimle dalga geçmeye başladı.

 

" Soru sormada giy. Yolda anlatırım."beklemeden arabaya bindi. Geçen sefer kibar olup dışarıda beklemişti, ama şimdi yolun ortasında soyunmamı istiyordu.

 

Ellerimi yumruk yaptım. Dişlerimi sıkmaktan çenem ağrımıştı. Ama ona boyun eğiyor gibi görünmekten başka çarem yoktu.

 

Arabanın bagajnı açtım. Islak kıyafetlerimi çıkarıp kahverengi ayı kostümünü giydikten sonra ağır adımlarla ön koltuğa güç bela oturdum. Çok şişmandı bu kostüm.

 

Popomu sokmaya çalışmak on dakikamı alınca sıkılarak popomdan tutup içeri çekti. Donup kaldım. Koltuğu geri çekti.

 

"Popoma dokunmana gerek yoktu." dedim nefes nefese.

 

"Kostümün poposu diyecektin sanırım." dedi umursamayan yüz ifadesiyle. Kontağı çevirip arabayı çalıştırdı.

 

Sessiz kaldım. Utancımdan yerin dibine girmeden önce kendimi frenlemiştim. Kim bilir bu görevde başıma neler gelecekti? Beni yine bir testin içine mi atıyordu yoksa bu son görevim olup ölecekmiydim bilmiyorum. Tek bildiğim bu yanımdaki adam asla güvenilmezdi. Ona güvendiğim ilk an beni kendi eliyle kuyuya itecek gibi bir ruh hali vardı.

 

İnanılmaz biriydi. Her anlamda.

 

Arabanın penceresinin dışındaki dünya hızla akıp gidiyordu. Şehrin içindeyken gökyüzündeki yıldızlar bulutların arkasına kaybolmuştu. Kırmızı ışıkta durduk. Böyle kuralsız bir adamın kurallara uyması bana çok komik geliyordu. Sanki ceza almak umrundaymış gibi iyi adam rolünü oynarken keyif alıyormuydu?

 

Aniden cam tıklatılınca bir an için irkildim. Küçük bir kız çocuğu, belki 10 yaşlarında elinde mendil bana bakıyordu. Gözlerinde hayatın acımasız yorgunluğu, minik kirlenmiş ellerinde beyaz bir mendil... Ve camın arkasında ki ben.. Çocukluğumda ki manzaranın acımasız benzerliği derinlerde bir yerde beni çok incitmişti. O zamanlar gördüğüm bir erkek çocuktu, ve ben türkçe dersinden nefret ettiğim için mendil satmayı dilemiştim o zamanlar.

 

Ne kadar çocukca bir dua. Gerçek olacağını bilemezdim. Bilseydim başka bir şey dilerdim. Camı aşağı indirirken Azrailden para istedim.

 

"Çantam arkada kaldı 100 dolar verir misin?"

 

Yüzü yola dönüktü. Şuan yaşanan bu olay çok umrunda değildi. Vermeyebilirdi. O kimseye iyilik yapmazdı.

 

"Sonra ödeyeceğim." dedim fısıltıyla. Cebinden cüzdanı çıkarıp elime iki yüz dolar uzatınca gözlerim bu anı bekliyormuş gibi dolmuştu.

 

Ah sevgili babacığım. Oda aynısını yapardı. Her zaman daha fazlasını verirdi. O an benim gözümde bu adam o kadar kötü görünmemeye başladı. Bir an için babamın yaptığını yapmış olmasıydı belkide kalbimi yumuşatan. Ama bu unutulmuş eski anının acıları zihnime çoktan yerleşmişti.

 

"Acele et ışık beklemez." sert sesiyle kendime geldim. Parayı alıp küçük kızın elinde ki bütün mendilleri alıp başını sıvazladım. Mavi gözleri yıldız gibi parladı ve koşarak uzaklaştı.

 

Ellerimi bacaklarımın arasına alıp bakışlarımı dizlerime indirdim. Dolu gözlerimi kapatınca bir damla göz yaşı bacaklarıma damladı.

 

"Bunu ikinci defa mı yaşıyorsun?" ikinci kez sesiyle düşüncelerimden uzaklaştım.

 

Yola bakıyordu ama sanki ruhunun gözleri üzerime dikilmişti. Çocuksu bir şaşkınlıkla benim gibi sert bir kadının az önceki olay karşısında yumuşaması hatta gözlerinden yaş akması onuda şaşırtmıştı.

 

" Evet. Küçükken..." Boğazıma bir yumru oturunca susmak zorunda kaldım. Hayır, anlatamazdım. Bunu yapacak kadar yakın değildik ve olmayacaktık. Şuan içimi açarsam geri dönüşü olmazdı.

 

" Babanmı?" diye sorunca zihnimdeki cam kırıkları her yere dağıldı.

 

"Anlamadım."

 

"Bir zamanlar babanda mı yaptı aynısını?" diye sordu. Saç tellerimden başlayarak tüm vücudumu saran yoğun yakıcı ağlama hissi boğazımda birikmişti. Nasıl anlamıştı?

 

Kafamda ki soruyu anlamış gibi cevap vermesi gecikmedi. "Beden dilin herşeyi anlatıyor. Bir kadının ilk kahramanı babasıdır. Buna bazen şahit oluyorum tıpkı seninde az önce gözlerinde ki hüzünü gördüğüm gibi. Aynı anı ama farklı bir zaman."

 

Gözlerimi kapattım ve garip bir duygunun vücudumu doldurduğunu hissettim. Kendimi zorladım, ağlamamak için yutkunmadım.

 

" Ama.. "dedi şüpheli bir sesle." Bir daha bana kahramanmışım gibi bakma. Ben kahramanları bile öldüren bir adamım. Az önce verdiğim fazla para kim bilir hangi öldürdüğüm kahraman babanın kanlı parasıydı... "Bu gerçek dolu cümleler kavisli ruhumu tepetaklak etmişti. Bunun farkındaydım. Nasıl biri olduğunu en başından beri biliyordum. Ama her söylediğinde sanki ilk kez duymuş gibi korkup şaşırıyordum.

 

" Öyleyse neden verdin parayı? "sonunda kurumuş dudaklarımdan bir iki cümle dökülmüştü.

 

" Ben o kıza iyilik olsun diye vermedim. O iki yüz dolar onun hayatını değiştirirmi sanıyorsun? Onu dilendiren adam bu kadar parayı görünce belki daha fazlasını istemek için o küçük kızı soğukta dilendirmeye devam edecek. Kimseden böyle para gelmeyince de belki döverek öldürecek. "

 

Kaşlarım titredi. Tırnaklarımı avuç içlerime batırmaya başladım. Yani iyilik değil kötülük yaptım öylemi? O küçük kız artık her zaman bu tehlikeli ışıklarda daha fazla kazanmak için daha fazla canını tehlikeye atacaktı.

 

" Ve asıl soruyu soruyorum Maria, sence bir zamanlar baban bunu yaptığında o çocuğa ne oldu?"

 

Duyduklarım bir hançer gibi saplanıp kalmıştı zihnime. Kalbim öfke ve hayal kırıklığı ile hızlı bir tempoyla atıyor, ve onu titreyen vücudum takip ediyordu. Hayır, babam her zaman iyi biriydi ve eminim böyle bir düşünceyle fazla para vermiyordu. O bir karıncayı bile incitmezdi.

 

"Benim babam.." Boğazıma gelen bir hıçkırık ile hemen sustum. Hayır, anlatmayacaktım.

 

Susmayı tercih ettiğimde ikinci kez sormadı. Belkide umrunda değildi. Belkide sustuğum zaman istemediğim müddetçe konuşmadığımı anlayacak kadar tanımıştı beni.

 

İkisinden biriydi ama hangisi?

 

Arabayı meydan diye söylediği geniş ve kalabalık bir yerde park etti. Benim gibi maskotluk yapan iki kişi daha vardı. Broşür dağıtıyorlardı. Meydanın arkasında alışveriş mağazaları vardı. Bir otopark büyüklüğündeydi ve kalabalıkta her türlü insan vardı. Bir tarafında müzik çalıp oynayan gençler, bir tarafında video çeken insanlar, birşeyler atıştıranlar..

 

İki bankın arasını işaret etti. "Senin yerin orası, genel olarak gençleri hedef alıyorlar. Herhangi biri olabilir. Kalabalığın arasana karışıp işlerini görüyorlar arkadaş gibi görünebilirler. Şüpheli birini gördüğün zaman.." cümlesine devam etmeden küçük bir kutuyu uzattı. "Bu böceğin düğmesine basıp bana haber vereceksin."

 

"Tamam." böceği kulağıma takıp ayının kafasını başıma geçirdikten sonra aşağı indim. Paytak paytak iki bankın arasına yürürken beni izlediğini biliyordum. Ne düşünüyordu acaba? Bir aptal gibi yürüdüğümü mü?

 

Bana verdiği broşörün üstünde ki yazıyı okuyunca şaşırmıştım. "Hayvanları koruyalım." Neydi bu şakamıydı? Onun gibi bir katilin böyle bir broşör çıkarması şaşırtıcıydı.

 

Pek çok kez şaşıracağımı biliyordum bu yüzden alışmalıydım. Derin bir nefes alıp rastgele önümden geçen erkek kadın herkese dağıtmaya çalıştım. Bir çoğu yüzüme bile bakmadan gidiyordu. Neyse ki umrumda değildi. Asıl işim ajanlık yapmaktı. Etrafı iyice süzüyordum. Şüpheli bir davranış görmek istiyorsam daha çok çabalamalı ve onları kaçırmamalıydım.

 

Bir, iki saat bekledim, yorulmuş ve acıkmıştım. Dahası bu maskotun içinde havasızlıktan ölmek üzereydim. Sıcak terlerden sırılsıklam olmuştum. Biraz daha ve ben pes ederek nefes almak için koca kafasını çıkaracaktım.

 

Sonra şüpheli bir davranışı hemen tanıdım. Önümden geçen iki genç karşıdan karşıya geçerken gizemli bir şekilde avuçlarını açıp saniyeler içinde bir şeyler verip almışlardı. Hemen kulağımın içinde ki böceğin düğmesine bastım.

 

"Şüpheli iki kişi birisi kahverengi deri ceket giymiş ve siyah şapkası var, diğeri Siyah paltolu bir adam. Sırtında Siyah bir sırt çantası var. Yaklaşık 180 boylarında. Aksi yönlerde ilerliyorlar. Kahverengi deri ceket giyen adam çeşmenin köşesinden ara sokağa giriyor. Diğer adam ise Siyah bir arabaya bindi. "

 

O kadar hızlı konuşunca nefes nefese kalmış ve yorulmuştum.

 

" Tamam arabaya bin beni bekle. " arabadan inip köşeyi dönen adama doğru hızlı adımlarla gidişini görünce kafamdakini çıkarıp rahat bir nefes aldıktan sonra arabaya bindim. Bu görevde böylece bitmişti.

 

Aynalardan bir kaç kez gelip gelmediğini izliyordum. Sonra konuşmasını böcekten duydum.

 

"Arabayı köşeye getir."

 

"Tamam."

 

Şoför koltuğuna geçerek arabayı çalıştırıp çok uzak olmayan köşenin girişine getirdim. Adamı omzuna almış geliyordu. Adam kendinden geçmişti. Bagajı açıp adamı bir kum torbası gibi fırlatıp kapattı. Eski yerime oturdum. Kapıyı açıp oturdu.

 

"Peki onu ne yapacaklar?"

 

Arabayı çalıştırdı ve hızlı bir şekilde yola çıktı. Sorumu havada asılı bırakarak sürmeye devam edince önüme döndüm. Muhtemelen işkence yaparak öldüreceklerdi. Oğlu komada olan bir baba ne kadar öfkeliyse bu adamın sonu o kadar kötü olacaktı.

 

Evimin olduğu köşeden döndü. Kenara park etti. Arabadan indim onunda indiğini görünce şaşırdım.

 

"Yoksa başka bir görev dahamı?" dedim yorgunluktan düşüp bayılmadan önce bir görevi daha kaldıramazdım.

 

"Arabayı gelip alana kadar sende bekleyeceğim." dedi ve onu davet etmeden benden önce kapımın önüne kadar yürüdü.

 

Dişlerimi sıkarak kapıyı açtım. Ayakkabısını çıkarmadan içeri girdi ve bütün odaları umursamadan gezdi. En son oturma odasında koltuğa oturdu. Burası benim evim, ama bu onun umrunda olmayacak kadar rahattı.

 

Pislik!

 

Yatak odama gittim. Üstümde ki kıyafetleri çıkarıp duş aldıktan sonra geceliklerimi giyerek mutfağa yöneldim. Çok açtım ve bu saatte yapabileceğim tek yemek salçalı makarnaydı.

 

En sevdiğim. Yöresel salçayı özel olarak buradaki Türk restoranından almıştım. Sadece makarnada kullanıyordum. Suyun kaynamasını beklerken mutfaktaki masama oturarak bekledim.

 

Acaba oda açmıydı? Sormalımıydım? Hayır bu neden umrumda? Misafirliğini bile bilmiyor..

 

Ama gelip ortak olup yemeğimi yerse öfkelenirdim. Çünkü sadece kendime göre yapıyordum. En iyisi gidip sormaktı. Sonradan gelip yerse bu geceyi aç geçirirdim.

 

Oturma odasına gittiğimde Azrailin uzanmış uyuduğunu görünce olduğum yerde dondum. Bu ne rahatlık ya? Kendi evi gibi birde uyuyor. Ya adamlar gelirse ve o arabayı almadan giderlerse. Of.

 

Kafamı olumsuz anlamda sallayarak mutfağa tekrar gittim. Kaynayan suya fazlaca makarna koyarak sosunu hazırlamaya başladım. Soğanları pişirdim sonra hemen sarımsak. En sevdiğim kısmı bu. Rendelediğim domatesleride ekledikten sonra bir yemek kaşığı salça ile biraz pişirdim. Biraz ayırdığım makarna suyunuda döktükten sonra makarnaları tencereye aktardım. Beş dakika daha sosla piştikten sonra altını kapattım. Bir tabak çıkarıp biraz makarna koyarak yemeye başladım.

 

Allahım çok güzel olmuştu. Tabağımı bitirdiğimde kapıda durup beni izlediğini görünce son lokma neredeyse boğazımda kalacaktı.

 

"Biraz fazla yaptım ister misin?"

 

Cevap vermeye bile tenezzül etmeden karşıma oturdu. Tamam konuşkan biri değildi ama bu kadar suskun olması her zaman sinirimi bozuyordu. Uykusuzken çok mızmız davranıyordu. Bir tabak makarna önüne koyduktan sonra karşısına oturdum.

 

Bir çatal alıp önce kokladı sonra tadına baktı. Çiğnedi hatta ağzında baya oyalayınca beğenmediğini düşünerek üzülecektimki bir lokma daha aldı. Onuda hızlıca çiğneyip yuttu. Tabağı bitirene kadar onu izledim. Sadece gözlerini ve dudaklarını görüyordum. Her zaman maskesini değiştiriyordu. Bazen sadece gözleri açık oluyordu bazende hem gözleri hem dudakları.

 

Ama ne olursa olsun duygularını saklamak konusunda uzmandı. Hiçbir şey anlayamıyordum. Ama hepsini bitirdiğine göre beğenmişti sanırım. Tenceredeki son iki kaşıklık makarnayıda tabağına ekleyince onuda bitirmişti.

 

Şu sahnenin olağandışı olması konusunda başka bir sorun yok gibiydi. Dışardan biri görse normal iki insan yemek yediğimizi düşünürdü. Ama karşımda oturan adam bir katildi. Acımasızca kurbanının kim olduğunu umursamadan öldüren bir katil. Aynı zamanda herşeyin sahibi olan bir adamdı.

 

O adam bir binanın zemin katında ki küçük ve eskimiş evin mutfağında salçalı makarna yiyordu. İşte bu çok olağandışıydı.

 

Bir başka sorun ise benim onu izliyor oluşumdu. Ve bundan dolayı hoş duyguların ilmek ilmek kalbime işlemesiydi büyük sorun olan.

 

Kafa karışıklığıyla gözlerimi kırpıştırdım. Kuruyan dudaklarımı ıslatarak fısıldadım. "Bundan sonra gelecek olan görevin tarihi bellimi?"

 

Adamın gözlerini kıstığını gördüm. "Neden sordun?"

 

Korku anında kendini hissettirirken bir yandan bakışlarının sıcaklığı hissiyle ateşlenen yanaklarımda kalbim zonkluyordu. Bundan dolayı gözleri kısılmıştı. "Zamanı bilirsem işten görev saatleri için izin alabilirim."

 

Bir an sessizlik oldu. Azrailin bakışları yüzümde dolaş­tıktan sonra gözlerimde durdu. "Bunun benim için önemli olmasımı gerekiyor Maria?"

 

Sertçe yutkundum. Beni baştan aşağı süzdü. Dudaklarımı ve her bir san­timimi inceledikten sonra bakışlarımız tekrar buluştu.

 

Ellerimi masanın altına indirirken, "Benim için önemli. Bir hayatım var ve çalışamazsam nasıl geçinebilirim."

 

"Senin ölene kadar tek işin artık taşıyıcılık. Başka bir görevin yok ve diğer çalıştığın yerlerden kovulman benim umrumda değil. Para konusunu bana açtın ve bedelini alacaksın. Bir daha bu konuyu açarak canımı sıkma!" dedi sert ve kesin cümlelerle.

 

"Peki." diye mırıldandım. Kabul ettiğimi söylediğim kabul edeceğim anlamına gelmiyordu. Yinede çalışmaya devam edecektim. Para için olmasada kafa dağıtmak için yapabilirdim. Yalnızlık beni geçmişimin düşüncelerine boğuyor ve bana acılarımı hatırlatıyordu. Bu yüzden çalışmakta ısrar ediyordum. Geçmişimde boğulmadan önce onunla yaşamayı öğreniyordum.

 

İçime bir ağırlık çöktüğünü hissettim. Azrail ile bakışlarımız buluşurken gözlerim büyüdü. Beni anlamaya çalışıyor gibi bakıyordu. Düşüncelerimi duymak ister gibi istekliydi bakışları. Sağ kaşını kal­dırmıştı.

 

"Vazgeçmeyeceğini görüyorum." Konuşurken bakışlarını benden ayırmadı. "Görev için geldiğimde yakınma yeter!"

 

Çenemi sıktım. Aniden masanın üstünden fırlayıp yüzüne yumruk atmak istiyordum. Muhtemelen başta şaşırırdı sonrası ise benim için bu dünyadaki cehennemi başlatırdı.

 

Uzun bir süre sessiz kaldıktan sonra, "Kendini savunmada nasılsın?" diye sordu.

 

"Kendimi bir kaç adamdan koruyacak kadar." dedim pek açık cevap vermeyerek.

 

"Fazlasını öğrenmek istermiydin?" diye sordu usulca.

 

Derin bir nefes alarak, "Bana seçme hakkı sunduğunuzu gördümya artık ölsemde gam yemem." dedim alaycı cümlelerle.

 

Bana anlamamış gözlerle baktı. Söylediğim cümleler ona yabancı ve anlamsız gelmişti. O an komik gelsede bu adamın yaptığına güldüğüm takdirde beni iyi şeyler beklemiyordu.

 

​​​​​​" Bizde bir deyimdir. Şöyle düşünün hiç yapmayacağınız bir davranışı yaptınız ve bende buna şaşırarak artık ölsem bile gözüm açık gitmez anlamında söyledim." dedim açıklamaya çalışarak.

 

Ağır bir sessizlik oldu. Adamın bakışları beni incelerken olduğum yerde kıvranma isteğine engel olamadım. Saatler gibi gelen bir süreden sonra bu ağır sessizliği bitirdi." Zaten tercih hakkı sunmadım. Soruydu, basit ve açık."

 

Derin bir nefes aldım. "Biliyorum ve öğrenmek istemiyorum. Tabi sen zorla tehditle öğretmek istersen karateyi tercih ederim."

 

İlk kez adamın bakışlarında bir şey belirdiğini gördüm. Çatalı bıraktı ve kollarını göğsünde kavuşturup başını yana yatırarak bana bakıyordu.

 

"Ben mi? Benim mi öğretmemi istiyorsun?"

 

Bir iç çektim, Siktir. Her cümleyi bu kadar sorgulamak zorundamıydı? Oysa ben çoğunu umursamadan söylüyorum. Bir kaç dakika gözlerimi kaçırdım.

 

Başımı çevirip Azraile baktığımda, siyah gözleri, içimde kalbi­min teklemesine ve midemde kelebekler uçuşmasına sebep olan bir şey gördüm. Bu yabancı duyguların anlamı neydi? Kalbim neden bana kazık atmış gibi hissediyordum. Beni yarı yolda bırakmış gibi hiç olmaması gereken birine hiç var olmamış duygularla hareketleniyordu. Konuşmaya devam etmeden önce ona bir süre bu şekilde bakmaya devam ettim.

 

"Hayır, yani öylesine söyledim o cümleleri."

 

"Öylesine söylenen cümleler neden yanaklarını kızarttı o zaman?"

 

Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım, Azrailin söylediği şeyi ilk başta anlamamıştım. Ya da anlamak istemedim. "Anlamadım?"

 

Siyah gözleri biraz daha yoğunlaştı, bakışları oldukça keskin görünüyordu. "Anladın Maria." dedi fısıltıyla. Bu ses tonu hem korkutucu hem çekici gelince kulaklarıma kaşlarımı çattım.

 

Dudaklarımı bükerek, "Lütfen ben kimseden bir şey öğrenmek istemiyorum. Son kararım."

 

"Son kararın?" diye belirtti. "Kararlarını verecek hakkın olduğunu kim söyledi Maria?"

 

​​​Şaşkınlıkla kaşlarımı çatınca onun dudakları seyirdi,ona açıklayamadığım bakışlarla bakıyordum ve bunun farkındalığı canımı yakıyordu.

 

"Soru sordun. Bende cevapladım. Ve sözleşmede size ait olduğum yazabilir ama sana ait olmadığımı ve asla fikirlerime zincir vuramayacağını ikimizde biliyoruz." diye devam ettim sakince. "İstediğimi söylerim."

 

Cebinden telefonunu çıkarıp kısa sürede bir ekranı açıp görmem için ayağa kalkıp gözlerime yaklaştırdı." Aslında fikirlerinde bana ait. Sen bana aitsin. Tek bir tuşa bakar çipi çalıştırıp seni her istediğimi yerine getiren bir bilgisayar programına çevirmem bir tuşa bakar."

 

Sonra aramızdaki boşluğu kapattı. Yüzüme doğru eğilince yutkundum, bedenim gerilmişti, kalbim hızla çarpsa da göz temasını kaybetmemek için başımı kaldırdım. Yüzüme yaklaşmadan önce ona uzun bir süre ekrana baktım. Tek bir tuş beni benliğimden silecekti ve o bunu yapabilirdi.. Bakışlarımız tekrar birbirine kenet­lendi, nefesi yüzüme çarparken erkeksi kokusunu alabiliyordum.

 

"Bunu yapamazsın!"

 

Bir elini masaya dayadı diğer eliyle oturduğum sandalyeyi tutarak aramızda ki boşluğu sıfıra indirince nefesimin kesildiğini hissettim.

 

"Yaparım, senden öncekilere yaptığım gibi."

 

Kendimi geri atarak ayağa kalktım. Sonra mutfaktan koşarak oturma odasına gittim.

 

Ailemle tek anım hafızamdı. Onlardan geriye kalan tek şey.. Ve onu benden alması tek bir hareketine bağlıydı.

 

✩✩✩

 

Bir bölümün daha sonuna geldik sevgili okurlarım.

 

Bölüm nasıldı?

 

​​​​​​Meryem'in hep atasözü veya deyim söylediğinde Azrailin yüz ifadesini sanırım hepimiz görmek isterdik 🥹azıcık tatlılık olmasınmı okurcuğum ❤️

 

Bakalım şuan aralarında çekim var ve ileride bu neye dönüşecek göreceğiz.

 

Oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. Sizi çok seviyorum... 💝

Bölüm : 23.02.2025 00:53 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...