8. Bölüm

"8"Korkunun kendisi

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

"Bazen yıllarca kaçtığın duyguları bir gecede kabul edersin... (Meryem)"

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

Allah'ım, bunu bana yapamazdı. Şuan olmamalıydı. Tam huzura bu kadar yakınken beni beynimin içine hapsetmek nasıl bir cezaydı? Herşeyi hissedecektim, görecektim, duyacaktım ama tepki veremeyecektim. Bir robot değildim. İnsandım bir insana bunu nasıl yapardı?

Cümlesi kafamın içinde gidip geliyordu. 'Senden öncekilere yaptığım gibi.' Benden önceki ortaklarının öldüğünü yani öldürdüğünü düşünüyordum ama bu ölmekten kötüydü. Hiç olmamış gibi yaşamaktı. Benliğimi silmek istiyordu. Olayların gidişatına bakılırsa, tüm bu söylediklerini defalarca yapmıştı. Kaç kişiyi bir robot gibi kontrol ediyordu.

Titreyen adımlarla oturma odasında bir ileri bir geri yürürken korkudan midem düğümleniyor, dizlerimdeki güç çekiliyormuş gibi hissediyor­dum.

Sırtımdaki ağır bakışlarını hissedince ona doğru döndüm. Kapı eşiğine dayanmış korkudan titrememi izliyordu. Kurbanını izliyordu. Ona ait oluşumu izliyordu ve benim çileden çıkmış halimi zevkle izliyordu. Elleri cebinde bana bakarken ne kadarda rahat görünüyordu. Benliğimi yok edecek adam karşımda duruyor ve herşeyimi öylece sileceğini biliyorken ben ne yapabilirdim?

"Şimdi Maria... Yüzünde ki bu ifade ne biliyormusun?" dedi fısıltıyla. "Korkunun kendisinden korkuyorsun, titriyorsun ve yapabileceğin hiçbir şey yok." fısıltıyla söylenen cümleler kafamın içinde gürültülü şimşeklerin çakmasına sebep olmuştu.

​​​​​Daha konuşmaya bile başlamadan Azrail bana yaklaştı. Geri adımlar atamadan önümde durdu. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmak zorunda kaldım.. Erkeksi kokusu duygularıma eşlik ederken vücudu benimkine eğildi. Bu kadar korkmuş ve çılgına dönmüş olma­saydım, şu hareketine hayranlık duyabilirdim.

"İşte şimdi benden korkuyorsun Maria." dedi sakince. Yaşamım hatta geçmişim onun elindeydi ve beni ayakta tutan bir tek ailem ile dolu olan anılarımı silmekle tehdit ediyordu. Nasıl korkmayayım? Ödüm kopuyordu. Onlarda olmazsa geriye benden hiçbir şey kalmazdı

Aramızdaki gergin sessizliği bozdu. "Tek bir şey Maria benden korkmayı bırakırsan bu tuşa.." Ne olduğunu anlamadan elleri bileğime dolanıp kaldırdı. "Senin parmağınla basarım."

Dudaklarım düz bir çizgi halini aldı. Gözlerim titriyordu ve boğazım düğümlenmişti. "Lütfen." dedim fısıltıyla.

Bileğimi canımı acıtacak kadar sıkınca gözlerimi kapattım. Dudaklarımı birbirine bastırırken çenemi tutup gözlerimi açmam için sertçe konuştu. "Ben konuşurken sakın başını eğme!"

Korkudan küçücük kalan bedenimin titremesi umrunda değildi. Bu adamın karşısında hiçbir şansınız olamazdı. Başından beri ipler elindeyken ben ondan nasıl kaçabilirdim?

"Ben.. Ne istiyorsan yapacağım. En başından beri söylüyorum lütfen hafızamı silip beni bu hayatta cehennemi yaşatmayın." dudaklarım titreyince bileğimdeki elini gevşetti. Kafamın içinde dönen cümleler özgürce dudaklarımdan fırladı. "Henüz yeni cehennemden çıkmışken.."

Son söylediğim cümle ikimiz için de beklenmedik bir şaşkınlığa yol açtı. Ama hemen sonra yüz ifadesi yine sertleşti.

"Cehennemi yaşadığını sanıyorsun Maria. Asıl cehennemin ne demek olduğunu görmek istiyorsan gözlerime iyi bak."

Bir süre gözlerine bakmayı sürdürdüm. O siyah derin ve acımasız gözlerine. İçime içime işleyen karanlık bakışlarına. Bir kalp çarpıntısı gibi göğsümün arasına giren keskin gözlerine.. Saatlerdir çıkamadığım gözlerine zaten bakıyordum.

O an kafamın içinde arzu duyduğum ve merak ettiğim bir soru yankılanınca ilk kez bu çağrıya kulak verdim. " Peki ya cennet? Sen hiç cenneti gördünmü?"

Cümlelerim kafasının içinde yankılanmış gibi bir kaç dakika düşündü. "Cennete bakmak istersem gözlerine mi bakmalıyım Maria? Bana bunumu soruyorsun?"

Acı acı gülümsedim. "Hayır, emin olun cennet gibi güzel bir yeri benim amaçsız gözlerimde bulamazsın." şaşkınlığının verdiği cesaretle devam ettim. "Ben gördüm cenneti.. Ve senin gözlerinin cenneti göremeyecek kadar karanlık olduğunuda görüyorum. İnanın geçmişiniz beni ilgilendirmiyor sizi bu duruma iten travmatik olaylar en az sizin kadar benimde umrumda değil. Ama cenneti görmeyen gözlerinizin benim gözlerimden intikam alarak cehenneme çevirmeyin yoksa o ateşe ikimizi atarım."

Kaslarının gerildiğini hissedince yutkundum. Geri dönüşü olamayacak cümleler kurmuştum. Bunu biliyordu.

" Ben yanmaya hazırım. "deyince şaşkınlığı bana geçti. Korkusuzdu. Bu adam hiçbir şeyden korkmuyordu. Kimseden. Hemde kimse. Ben bu adamla ne yapacaktım?

" Şimdi akıllı ol ve sana ne diyorsam onu yap. Kurallara uymazsan hayatın bir dokunuşa bağlı. Bunu bil ve ona göre davran. Tek kural Maria, benden kork."

"Peki." dedim kısaca. Bileğimi bırakınca geri çekildi. Acıyan bileğimi ovalamadım. Şuan ondan daha büyük bir acı kalbimde dolanıyordu. Hafızamın silinme acısı.

Arkamda duran pencereden arabanın farları yanıp sönünce bu gerilim dolu hava anında dağılmıştı. Arkasını dönüp giderken elimi attığım ilk şeye tutundum. Pencere pervazına tuturak kalbimi sakinleştirmek adına elimi göğsüme bastırdım.

Evin kapısı sert bir şekilde kapanınca gözlerimi kapatıp açtım. Kalbim olduğundan fazla hızlı atıyordu. Elinde sigarasıyla dışarı çıktı ve arabanın bagajında ki yarı baygın adamı gösterdi.

Arabanın anahtarını alan adamlar beklemeden araba ile birlikte ayrıldılar. Yürüyecekmiydi. Evine nasıl gidecekti? Daha doğrusu onun evi varmıydı? Acaba nasıl bir evi vardı? İçinde normal insanlarda olduğu gibi koltuk takımı temiz ve beyaz bir yatak odası... Hayır bu adamın evi kendisi gibi korkutucu ve kasvet doluydu muhtemelen.

Pencereden sırtına bakarken siyah gömleğinden fışkıran kasları hareket ettikçe kendimi çok edepsiz bir şey izliyor gibi hissediyordum. 1.93 boyuyla zaten fazla uzundu ve kaslı vücudunu gördükçe onun varlığının ağırlığı her gördüğümde etkileniyordum.

Kesinlikle iyi bir vücudu vardı. Sağlıklı besleniyor olmalıydı. En azından öyle düşünüyordum. İki tane kadınn kahkahasını duyunca düşüncelerimden ayrılmıştım. Kadınlar azraili görünce sanki tutulmuş gibi bakarak fısıldadılar.

Öyle aç gözlü ve iştahla bakıyorlardı ki bir an için o bakışlardan midem bulanmıştı. Kadınlardan siyah saçlı ve sıkı bir vücuda sahip olan kadın öne çıkarak caddenin karşısından Azraile doğru yürüdü.

Allahım, karşısında ki adamın kim olduğunu bilseydi bu kadar rahat gelebilirmiydi? Hoş, bence gelirdi.

Arkamı dönüp içeri gitmek istedim, ya da bu manzarayı izleyebilirdim. Azrailin bu seksi ve güzel kadına tavrını bir tarafım merak ediyordu.

Kadın dudaklarını yalayıp konuştu.

"Birinimi bekliyorsun?"

Azrail cevap vermedi. Kadın cevap alamasada bu umrunda değilmiş gibi devam etti.

"Beklemiyorsun sanırım. Neden bana gelmiyorsun güzel bir şarap içer ve hoş vakit geçiririz."

Arsızca cilve yapıyor ve iştahla parlayan gözlerinden neredeyse adamın önünde diz çökeceğini görmeye başlamıştım.

Azrail yine sessiz kaldı. Sanki kadın orada değil gibi sigarasını içiyor ve dediklerini zerre umursamıyor gibiydi. Ama sonra erkeksi sesini duyunca merakla cama daha çok yapıştım.

"Diz çök!" dedi. Diz çökmü? Aman Allah'ım ne yapacaktı?

Kadının gözleri heyacandan yuvalarından çıkacak gibi parladı.

"Hemen buradamı?" dedi etrafına kaçamak bir bakış atarak. Sonra bir dizini yere koydu sonra diğer dizini. "Bana uyar."

Mideme giren ani kasılmalarla arkamı döndüm. Bu manzarayı izlemeyecektim. Ellerimle pencere pervazını sıkarken o sesi duyunca olduğum yerde donup kaldım.

Beklediğim sesi. Bir el silah sesi. Kadını öldürmüştü. Diğer kadın çığlık atarak kaçıyordu. Topuklu ayakkabısının sesini duyabiliyordum.

Ama ikinci el silah sesi gelince gözlerimi kapattım. Zoraki adımlarla titreye titreye yatak odama giderek battaniyenin altına girdim. Uyumalı ve o sesleri bir kez daha hafızamda bastırmalıydım.

Zihnim bana ayak uydurdu ve uykuya daldım...

Sabah telefonuma gelen mesaj sesiyle uyandım. Gözlerimi ovuşturarak mesaj kutumu açtım. Mesaj Azrailden gelmişti.

"Hesabına yüzbin dolar yatırdım. İlk ödemen."

Yüzbin dolarmı? Yüzbin dolar? Belkide hayatımda asla yan yana göremeyeceğim bir para miktarı şuan hesabımda duruyordu. Hızla hesabımı kontrol edince şaşkınlığım üç katına çıktı.

Aniden telefon çalınca korkudan yataktan düşecektim. Arıyordu. Beklemeden ve üç defa çalmadan önce açtım.

"Neden üçüncüde açtın telefonu?"

Bir yalan düşün bir yalan. Onu sinirlendirmeyecek ve sorgulamayacak o yalanı bulunca dudaklarımı ısırdım.

"Duştayım."

Sakin sesi utancımı yatıştırmamıştı. Neden bu kadar sakindi? İnandımı yoksa aklından mı geçirdi? Omurgamdan terler akıyordu.

"Yalan söylerken ustalaşıyorsun bir an için inanacaktım." dedi sert cümlelerle.

Hızlıca etrafıma baktım. Lanet olsun kameramı koymuştu evime. Eğer bunu yaptıysa bu evden acilen taşınmalıydım.

"Evinde kamera yok Maria, artık seni anlamak zor değil. Her sustuğunda kafanda ne tür tilkiler dönüyor anlıyorum."

Birde beni anlıyordu öylemi? Bedenim gerilse de konuşurken sakin kalmaya çalıştım.

"Duşta olmadığımı nereden biliyorsun?" dedim kafasını karıştırmak için ve sessiz adımlarla banyoya yöneldim. Suyu açmak gibi bir saçmalık yapmak için.

"Nereden bildiğimi bilmek istemezsin?" dediği an kapı çalınınca donup kaldım. Ağzımı tutmasaydım boğazımda ki çığlıklar dışarı fırlayacaktı.

"Kapıdaki sen misin?"

"Neden açıp öğrenmiyorsun?" dediğinde bir kez daha kapı çalındı. Lanet olsun benimi izliyordu yoksa? Ben bocalarken zevk alıyordu öylemi?

Hızlı adımlarla kapıya gidip açtım ama hiç tanımadığım bir adam kapıda duruyordu.

"Kimsiniz?" dedim adama bakarak. Bir yandan telefonu kulağımda tutuyordum.

Bir paketi bana uzattı. "Efendimizden."

"Efendiniz kim?" dedim şaşkın bir sesle ve onun sesini telefondan duydum.

"İçini aç Maria!"

"Bendekide soru." dedim söylenerek. Telefonu omzumla kulağım arasına sıkıştırdım. Paketi açıp içindekini gördüğümde yüzümü buruşturdum.

"Buda ne?" dedim adama sorarak. Telefonun kapanma sesini duyunca telefonu cebime attım.

"Efendimiz sizden dün akşam yaptığınız yemeği yapmanızı istedi. Karşılığında hesabınıza onbindolar attı."

Hayretler içindeydim. "Dün akşam ki yemek.. Salçalı makarna mı?"

Adam bir şey demedi. Telefonu çıkarıp aradım ama açmadı. Bir kez daha aramaya cesaret edemedim ve mesaj attım.

"Adamını gönder yapmam uzun sürer evimde yabancı istemiyorum. Adresini gönder kendim getireceğim." mesajı attım.

Bir dakika geçmeden adamın telefonu çaldı sadece beş saniye kulağında tuttuktan sonra hiçbir şey demeden gitti.

Kapıyı kapatırken hala şaşkındım."Salçalı makarna istediya.."gülmeden duramadım. Mutfağa yöneldim. Suyu kaynamaya bırakırken diğer malzemeleri doğradım. Bir yandan söyleniyordum.

​​​​​​" Şimdi bu yemeğe zehir katıp seni öldürmek vardı. " Bu fikri aklımın başka bir köşesine yerleştirdim. Bir gün elime fırsat geçerse onun canını fena yakacaktım.

Birincisi beni öldürmediği için ve bunun için onu pişman edecektim. İkincisi beynime çip yerleştirdiği için. Hangi hakla benim olanı silmeye kalkardı. Ve ben kendime verdiğim sözleri mutlaka yerine getirirdim.

Makarnayı hazırladıktan sonra bir taksi çağırdım. Adama adresi uzattığımda attığı bakış tam olarak bir delirmişim gibiydi. Belkide delirdim ve bunlar benim kafamın içinde ki kurgulardı.

Demirli kapının önünde beni bıraktıktan sonra geldiği gibi geri gitti. Beklemesini isteyecektim. Yemeği verdikten sonra nasıl geri dönecektim? Ama aptal adam korkudan bir altına işemediği kalmıştı.

Patika yoldan yürüyerek fabrikanın açık kapısından içeri girdim. Kapıdaki adamlar beni tanıyordu. Kim bilir nasıl? Artık bu soruları sormak bana sıkıcı geliyordu.

Eski merdivenlerden çıktım. Üçüncü kattaki salonun önünde durdum. İlk gelişimde ki olaylar gözümün önünde canlandığında biraz huzursuz hissetsemde artık alışmam gerektiğini neredeyse hergün söylüyordum. Çünkü artık ben bir taşıyıcıydım ve daha kötüleri ile karşılaşmıştım.

Kapıyı tıklatarak içeri girdiğimde iki adam ve iki kadının salonun ortasında diz çöktüğünü ve beş metre kadar önlerinde Azraili görünce duraksadım. Sanırım bunlar seçilen taşıyıcılardı.

Her birinin önünde iki adam ve iki kadın duruyordu. Kadınlar için erkek, erkekler için kadınlar eşleşiyordu. Sanırım duygu karmaşası yaşamamak içindi.

Tüm başlar önce bana döndü. Diz çöken insanların hali çok kötüydü. Her yerlerinde açık yaralar oluşmuş ve yüzleri ölümü görmüş gibi korkunç vaziyetteydi.

Sonra onunla göz göze geldim.

"Yaklaş." Ses tonu her zamanki gibi sertti.

Derin bir nefes alıp yutkunduktan sonra yaklaşıp yanında durdum.

"Sesini çıkarmadan izle." Uyarırcasına telefonu çıkarıp masanın üstüne bastırdı. Dediğini yaptım zaten karışmaya niyetim yoktu.

"Başlayın." dedi gür bir sesle. İlk sırada duran kadını, hemen arkasında duran iri cüsseli adamlar ayağa kaldırdı. Kadın titriyor ve ağzından akan kanlar yüzünden korkunç görünüyordu. Titreyen ellerini elbisesine götürünce tırnaklarının söküldüğünü fark ettim. O an yüzümü buruşturdum. Bu adam için zayıf bir kadın veya çocuk fark etmiyordu. Herkese her türlü işkenceyi yapardı.

Kaşlarımın altından yüzüne baktım. Bana bunları yapmamış olması bana o an tuhaf geldi. Her bir taşıyıcı bundan geçerdi. Peki bana neden fiziksel zarar vermemişti? Benim onlardan farkım neydi? Bunu ona sorabilirmiydim? Hayır, mümkün olduğunca ona soru sormaktan kaçınıyordum.

Yapacakları beni korkutuyordu.

Birkaç saniyelik bir sessizliğin ardından adam başını sola ya­tırdı. "Biraz hızlı." dedi karşısında ki titreyen kadına. Sarı saçlarının uçları sanki çamura batırılmış gibiydi. Gözlerinin altı morarmış ve dudakları şişmişti. Kadının haline acımıştım. Bir ölü gibi dikilmiş ne derlerse yapıyordu. Ölümden bu kadarmı korkuyorlardı bu insanlar?

Kadın üstündeki parçalanmış elbiseyi omuzlarından düşürdü. Gözlerimi kaçırdım. Elimde tuttuğum kabı masanın üstüne bıraktım. İkinci kadın verilen komutları yerine getirdi. Üçüncü adama gelince karşısında duran kadın erkek gibi bir sesle kükredi.

"Soyun!"

Kadının yüzünü görmüyordum ama sesinde ki tondan sert bir yapısı olduğunu tahmin edebiliyordum. Adam üstündeki paçavraları çıkardı. Sonda ki hepsinden daha gençti. 18 olabilirdi.

Genç adam onlardan daha iyi durumda değildi. Daha zayıf ve daha cılızdı. Karşısında ki kadın aynı cümleyi tekrarladı ama genç adam yapmadı.

Azrail silahını çıkardı, bir el silah sesi tüm salonun duvarlarında bir çığlık gibi yankılandı. Ama kadın onu vurması için çekileceği sırada, genç adam kadının kollarını arkadan bükerek kendine siper etti. Kurşun kadının kalbine saplandı. Kanlar içinde dizlerinin üstüne çöktü.

Kimse paniklemedi. Kendi adamını öldürmüştü. Neden kimse bağırmıyordu? Ya da tepki vermiyordu. Genç adam kadının elbiselerini çıkarıp kenara attı. Şaşkındım ve ne yapmaya çalıştığını anlamaya çalışıyordum.

Genç adam çok büyük bir görev başarmış gibi başını kaldırdı. "Soyundum."

Anlamamıştım. Bu yaptığı doğrumuydu. Kafam karışmıştı ama sormak beni çok aptal durumuna düşürürdü. Azrail silahı masanın üstüne bırakıp genç adama yaklaştı. Kalbim küt küt atıyordu.

Geniş sırtından onu izlerken dudaklarım kurumuştu. Genç adamın omzuna dokundu. Sert bir dokunuştu, genç adam sağa doğru eğilmek zorunda kalmıştı.

"Partnerinim benim için öldü. Görevi yerine getirip onun kıyafetlerini çıkardım. Benim yerime o." dedi.

"Doğru gerekirse partnerin senin için ölmeli. Ortaklık bunu gerektirir. Bu pek olan birşey değil ama partnerine sormadan onu ölüme sürükleyemezsin. Yanlışın bu. Yinede.." dedi genç adamın korkudan titreyen gözlerine eğilerek, "Cesaretin değerlendirilecek."

Genç adam sanki çok büyük bir iş başarmış gibi diz çöktü ve teşekkür etti.

Azrailin cümlelerini duyunca genç adam ve benim kanım donmuştu. "Seni canlı bomba yapacağım. Bu senin için makul bir ceza."

Genç adam yalvarmak için ayaklarına kapanmak istedi ama yüzüne inen sert bir yumruk ile geri savruldu. Genç adamın kollarından tutup apar topar salondan çıkardılar. Haykırışı koridorun sonunda buraya bile geliyordu. Yalvarıyordu. Ölmek dışında herşeyi yapmak için yalvarıyordu.

Ama Azrailin asla kalbi yumuşamazdı. Bir kalbi varmıydı onuda bilmiyordum. Herkes odadan çıktı. Bir kişi dışında. Sessiz duran ve orta yaşlarda bir adam yaklaştı. Azrail büyük adımlarla masaya doğru yürürken onu izledim.

İfadesizliğini, acımasızlığını ve kararlılığını. O herşeyi yapabilecek kudrette biriydi. Bunu zamanla daha iyi anlıyordum.

"Efendim, bir görev var. Mail ile geldi."

Azrail telefonunu çıkarıp maillere baktı. Ben hala ayakta dikiliyor ve varlığımı çoktan unutmuş olabileceğini düşünüyordum. Bir kez bile yüzüme bakmamıştı.

"Demek düğünden kaçmak isteyen bir gelin. Parayı söyle." dedi soğuk bir sesle.

Adam anında cevap verdi. "1Milyar."

Gözlerim kocaman açıldı. Bir düğünden gelin kaçıracağız ve karşılığında bir milyar dolar öyle mi?

"Tamam çık sen."

Adam hızlı adımlarla salonu terk etti. Dönüp ancak o an yüzüme baktı.

"Basit bir düğün değil. Düğün sahibi ülkenin başkanının kızı Maria. Kendi isteğiyle bu düğünden kaçmak için bize para ödüyor."

Nutkum tutulmuştu. Binlerce asker ve polisin arasından gelini nasıl kaçıracaktık? Hem başkanının kızından bahsediyoruz. Büyük bir suçu geçtim idam ederlerdi herkesi.

Yüzümde ki şaşkınlığı fark edince sırıttı."Korkuyor musun?"

Çenemi kaldırdım. "Asla."

Takdir dolu bir ifadeyle, "Aferin Maria. Kimden korkman gerektiğini anladın."

"Peki ben ne yapacağım bu görevde? Neresindeyim tam olarak?"

"Göreve bir kaç hafta var o sürede yeni bir görev almayacağım. En azından bizim için yok. Seni görevden bir iki gün önce gelip alacaklar. Detayları o zaman konuşuruz."

Gözlerimi kırpıştırarak Azrailin o simsiyah, her zaman çok kızgın görünen gözlerine baktım. Buna hazırlıklı değildim. Kahretsin, böyle bir şeye hiç hazırlıklı değildim. O düğünde gazeteciler olacaktı belkide Türkiye'den önemli büyük meclis üyeleri. Aylarca manşetlerde fotoğraflarım basılmıştı. Ya biri beni tanırsa. Ya yanlışıkla gazetecilerden biri yada kameralara yakalanıp fotoğraflarım basılırsa. Ya biri beni tanırsa?

Yutkundum. Benim için tehlikeliydi. Yakalanırsam Türkiyeye götürülürdüm. Titreyen ellerimi görmesin diye cebime sakladım ama yüzümde ki ifadeden tedirginliğimi fark etti.

"Sorun ne? Görev sana korkutucu mu geldi? Yakalanmaktanmı korkuyorsun?"

"Hayır, sadece bir soru sormak istiyorum." dedim sorusunu unutmasını umarak.

Sessiz kalınca sordum. Merak ediyordu ne soracağımı?

"Beni kimse senden alamaz değil mi?" diye kafa karıştırıcı ve sanki bir aşığa söylenen cümleler döküldü dudaklarımdan. Kaşları yukarı kalktı. Bu soruyu en azından böyle cümlelerle beklemiyordu.

"Bir anlaşmamız var, ve ne olursa olsun kim olursa olsun beni almalarına izin vermezsin değil mi?" diye sordum tekrardan.

Bedenim aldığım nefeslerle yükselen göğüslerime baskı yapıyordu.

"Yakın zamanda birileri seni almaya mı gelecek Maria?" sesi sakin ama cümleleri sertti.

"Hayır, sadece diyelim günün birinde herhangi biri yada birileri beni aldılar. Bu ülkeden götürmek istediler buna izin verirmisin. Ya da şöyle sorayım karşında ki öyle insanlarki... Yani çok büyükler..." söyleyemedim ne olduğunu.. Zaten çok açık konuşmuştum.

Birden ayağa kalkıp üzerime yürüdü. Hareket etmeye cesaret edemeden önümde durdu. Parfümünün kokusu duyularımı doldururken bakışları benimkileri hapsediyordu. Tamamen etkisiz hale getirilmiştim.

Yutkunarak Azrailin gözlerinin içine bakarken sırtımı dikleş­tirdim.

"Şunu son kez anlamanı istiyorum. Ben istemeden veya seni bırakmadan kimse seni benden alamaz. Başka bir ülkenin başkanı bile gelse öyle kolay alamazlar. Ben istemediğim müddetçe benden alamazlar Maria anlıyor musun?"

Öyle kolay alamazlar dedi. Yani küçükte olsa alabilecekleri açık bir kapı vardı. Ama yinede ben istemediğim müddetçe seni alamazlar dedi. Gözlerinde ki kararlılık bana cesaret verdi. Sorabilirdi. Neden böyle söylediğimi, neden ona böyle ansızın saçma bir soru sorduğumu sorabilirdi. Ama sormadı. Ve bu işime geliyordu. Çünkü ona açıklayamazdım.

Azrail öne eğildi, artık yüzlerimiz birbirine çok yakındı.Konuşurken bakışları soğuk, sesi acımasızdı. Sakin bir tavırla,"Neyden korkuyorsun yada kimsen kaçıyorsun bilmiyorum Maria, ama benim yanımda benden başka kimseden korkmana gerek yok."

"Ya kaçtığım adamlar bir parmak hareketiyle insanları buraya yığacak insanlarsa." dedim fısıltıyla.

"Devlet adamlarınımı kızdırdın?" diye sorunca gözlerimi kırpıştırdım. Başımı hayır anlamında salladım. "Kimi bu kadar kızdırdın o zaman?"

Midem bulanıyordu ama dişlerimi sıkarak korku­mu göstermeyi reddettim.

"Sadece ne olursa olsun kim olursa olsun beni almalarına izin vermeyin. Bana bir söz verdin zamanı gelince yada benden sıkılınca beni öldüreceksin. Bunu başkalarının yapmasına izin verme." sessizce söylediklerimi dinledi. Gözlerinde büyük bir merak belirmişti. Aniden neden bunları söylediğimi neden şuan söylediğimi merak ediyordu. Ama sormadı. Ya da umursamadı.

" Merak etme anlaşmanın sonunda seni öldüren ben olacağım bunun sözünü veriyorum Maria."

Kalbim göğsümde ritmik bir hızla atıyor, azrailin bakışları avuç­larımın terlemesine neden oluyordu.

"Bu iyi birşey.. Ölürken sana kırgın gitmeyeceğim eğer sözüna sadık kalırsan."

Başını yana doğru eğdi ve beni derinden incelemeye başladı. Çok derinden. Sadece onun hareketlerini izliyordum. Bir anda sıcak nefesini yüzümde hissettim. Ada­mın sesi kavurucu ateş gibiydi.

" Seni öldürmek için duyduğum arzu, tahrik edici boyuta ulaştı Maria. Emin ol bu hazinenin elimden alınmasına izin vermeyeceğim." ölüm vaadiyle beni baştan çıkarıyordu. "Acıyı hissedeceksin. Göğüslerinin arasında ki kalbini yavaş yavaş çıkarırken." diye devam etti. " Benim için harika bir şaheserin ilk gösterimi olacak." sesi titreyen tenimde yankılanıyordu. Söyledikleri, hayalleri ve bunu yaparken alacağı zevki gözlerinde görüyordum.

​​​​​​" Bunu... Daha önce birine yaptın mı?"Dilimi ısırdım. Ne aptalca bir soru Meryem. Bu soruyu şuan ve onun karşısında sormam ne kadar aptalcaydı? Umarım beni basit biri olarak görmezdi.

​​​​​​Sağ eliyle boynumda ki saçları geriye attı ve baş parmağıyla sıcak yanağıma dokundu. Narin ve tahrik ediciydi. "Yaptım. "dedi ve baş parmağını çeneme doğru bastırdı." Çoğu kez. "

​​​​​​" Görev içinmi öldürdün o insanları? "

Sabırla sorularımı yanıtladı. Hiç yapmayacağı birşeydi bu. Beni şaşırtıyordu.

"Kimi zaman."

"Peki beni neden öldürmek istiyorsun?" diye sordum. En merak ettiğim soru buydu. Neden? Öylesine mi? Bir sebebi olmalıydı. Hayatımda ilk defa o gece gördüğüm adam beni sebepsizce bu kadar öldürmek istemezdi.

Uzun bir süre sessiz kaldı. Saatler sonsuz gibi geldi o an. Cevap vermeyecek diye ödüm kopuyordu. Ama beni anlamış gibi sonunda konuşmaya kadar verdi.

"Çok dikbaşlısın, inatçısın fazla konuşmuyorsun.. Sıkıcı derecede suskunsun bunlar sebep değil ama hepsini toplarsan sabırsızlığıma davetiye çıkarıyorsun ve ben sabırsız bir insana dönüştüğümde buda felaketle sonuçlanıyor yani sebep yok. Seni öldürmek istiyorum ve bunu yapacağım."

Başımı hayır anlamında salladım." Buna inanmıyorum. "

Çenemi sıkıp yüzüne yaklaştırdı." O senin problemin. "

" Beni neden öldürmek istediğini biliyorum. "dedim dik dik gözlerine bakarak.

" Neymiş? "dedi alaycı bir sırıtışla.

" O gece Chris ile karşılaştığım gece buna karar verdin. Bizi izliyordun. İki defa onu reddettiğimi ve Chris'in beni ısrarla o dağdaki eve götürdüğünü herşeyi uzaktan izledin. Kendi kendine sordun bu kadında kim? Chris için birden ortaya çıkan bu kadın neden bu kadar önemli? Ama sonunda onu öldürmen gerekiyordu. Çünkü bu senin görevindi. Ve yaptın. Onu öldürdün. Sonra beni öldürmek için geldin. Ama Chris yalvarınca şaşırdın. Bunu o gece karanlık olsa bile gözlerinden fark ettim. Chris bundan önceki hayatında kimseyi umursamayan biriydi ve sen benim hayatım için yalvardığını görünce vazgeçtin.. Sana yalvarmamı bekledin ve bende yapmayınca bu planı kurdun. Beni sırf merakın için öldürmedin. "

Siyah gözlerinde kıvılcımlar parladı. Doğru tahmin etmiş ve doğruları söylediğim için öfkelenmişti. Ama ben iyi bir gözlemciydim bunu hesaba katmıyordu.

" Sence Maria, benim merak ettiğim kadınlara ne olur? "

Tuhaf sorusu kafamda yankılandı.

" Öğrenmek istemiyorum." dedim kararlılıkla.

Büyük avucunu belimde hissedince tepki verecek vaktim olmadı. Beni belimden tutarak pencereye yaklaştırdı. Bu dokunuşun nereye varacağını merak ederek ilk tepkimi göstermedim.

Dik başlı ve inatçı davranıyordum. Buda onu kışkırtıyordu.. Belkide içimde bir yerde bunu yapmak hoşuma gidiyordu.

Pencereyi açarken, beni etrafımda döndürüp dışarı bakmaya zorladı. Nefesini kulaklarımda hissedince tüm duygularım alev alev yanmaya başladı.

"Her bir ağacın altında yatan kadınlara ne olduğunu merak ediyor musun?"

Allahım, sorduğu soruya tepki veremeyecek kadar sıcak hissediyordum. Kafamın içide dahil her yerimden cehennemin ateş şalaleleri akıyordu sanki. O sıcak nefesi, belimde ki sıcak dokunuşları..

Konuşamayacak kadar yoğundum. İlk defa böyle yoğun duyguların dalgalarında boğuluyordum. Bu zamana kadar kimse bana böyle hissettirmemişti ve hissettiremezdi. Peki bu adamın farkı neydi Meryem? Bu Azrailin her hareketi, aldığı her nefesin tenimde dans etmesi bende neden yıkıma yol açıyordu.Tenimin nasıl yandığını hissederek saçlarımı boynumdan çekti.

Bütün çizgilerimi yıkan bir gerçeklik ile savaşıyordum. Dokunuşu, bu kadar yakınlık.. Korktuğum bir gerçeklikle içime işliyordu. Parmak uçlarım neden uyuşuyordu? Sorularım kafamda çoğaldıkça onun karanlık sularında boğuluyordum. Kalbim neden bu kadar hızlı atmaya başlamıştı? Duygularım düşüncelerimi bastırıyor sadece hislerle boğuşmama sebep oluyordu.

"Onları öldürdün." dedim titrek bir sesle.

Siktir.. Sesimin titremesi hiç iyi değildi.

Büyük avucu incecik boynuma dolandı. Kafamı geri yaslayarak yüzüne kaldırdı. Gözlerimde ki arzunun yansımasını yakalamıştı. Başını yavaşça yana eğdi. Hafifçe gülümsedi.

"Hayır Maria!" dedi yakıcı nefesiyle. Gözleri alev alev yanıyordu. Birazdan öyle bir cümle kuracaktı ki benimde o bakışlarından bir farkım kalmayacaktı.

"Onları gömdüğümde yaşıyorlardı."

Onları gömdüğümde yaşıyorlardı. Onları gömdüğümde yaşıyorlardı. Onları... Gömdüğümde.... Yaşıyorlardı.

 

✩✩✩

Ah Meryem, bazen bu adamı hafife aldığını düşünüyorum.. Karşında herşeyi yapabilecek biri var. Herşeyi.

Peki salçalı makarnaya demeli. Adamın bir de böyle bir yanı var okurlarım. Sizi daha çok şaşırtacak. Çok. Bu arada salçalı makarnaya bayılıyorum. Bu yüzden karakterlerimde sevmek zorunda 😅

Gelelim bölüme.. Evet nasıldı bakalım bölüm?

Meryem yeni duygularını keşfediyor. Kuzum bu zamana kadar acıdan başka bir şey yaşamadığı için bu bedenini ele geçiren sıcak duygulara anlam veremeyecek başta.

Biz buna aşk diyoruz elbette çünkü nasıl hissettirdiğini biliyoruz. Ama Meryem'in bu zaman kadar hissettiği tek şey acıydı.. Aşk duygusu hoşlantı ona çok uzaktı. Hiçbir adamın suratına dahi bakmazdı.

Azrail de onu mıknatıs gibi çeken bir şey var. Elbette bunu biraz tahmin edebilirsiniz.. Ama biraz 🥹beni tanıyan ve kitaplarımı okuyan okurlarım bilirki şaşırtmayı severim.

Bizi diğer bölümlerde neler bekliyor.. Okuyup göreceğiz..

Görüşürüz. 🫶🏻🤎

Bölüm : 14.04.2025 12:24 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...