9. Bölüm
Kupa Kızı / Sahtekar / '9'Karargah

"9"Karargah

Kupa Kızı
kupakizii0

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

"Kendi başının çaresine bakan bir kızın gözleri yumuşak ve kibar olamaz. (Jack London)"

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

Onları gömdüğümde yaşıyorlardı.

 

Tekrarladı zihnim. Bir kez daha. Ve bir kez daha. Sanki kafamın içinde devasa kayalar vardı ve cümleler bir dağdan diğerine çarparak korkutucu bir hisle kalbime akın ediyordu.

 

Alev alev yanan gözlerinde ki yansımamı görünce dehşete düştüm. Bulanık yansımamda, korkudan gerilmiş yüzümü gördüm.

 

"Sen... Bir canavarsın." dedim korku dolu bir ifadeyle. "Nasıl bu kadar acımasız olabilirsin?" Sorudan çok yakınma gibiydi.

 

Gözlerindeki ateş, koyu siyah gözlerinin arkasına saklandı. Zamanı geldiğinde tekrar tekrar çıkıp karşısındaki kurbanını korkutmak için uygun zamanı bekleyecekti.

 

"Evet." dedi bir fısıltıyla.

 

"Onları diri diri gömdün. Kimse yeraltından ölüm çığlıklarını duymayacaktı.Korku içinde bağırırken ne yaptın şarapmı içtin?"

 

Tüylerimi diken diken eden sesi, tenimi ısırmaya başlamıştı.

 

"Doğru tahmin Maria."

 

Kaygı midemden yukarıya doğru ilerledi. Banada aynısını yapacaktı. Bu gerçeklik kalbime, boğazıma dolandı.

 

Kollarından kurtulup sırtımı pencereye yasladım. Göğsüm inip kalkıyor, bakışları yüzümde geziniyordu.

 

"Neden yapıyorsun tüm bunları? Bu yaptığın taşıyıcının görevi değil. Sadece öldürmek ile yetinmeyip neden onları korku dolu bir ölüme mahkum ediyorsun.. Neden? Para içinmi? "

 

Titreyen nefesimi kontrol etmek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

 

"Para için yapmıyorum. Ama sen bunu anlayamazsın." dedi iki derin cümlelerle. Kaşlarımı çattım ne demek istemişti? Böyle mi doğdum Maria, yada psikopat bir ailede doğdum babam bana şiddet uyguluyordu ve sonunda korktuğum adamamı dönüştüm.. Yoksa ben duygusu olmayan bir psikopattım. Bunları yaparken zevk alıyorum.

 

Hangisiydi benim anlamayacağım? Hangi bahane?

 

"Cevap vermeyeceksin değilmi?"

 

Başını hayır anlamında salladı.

 

"Biliyorum hatta eminim. Bu yaptıklarının geçmişinle ilgisi var. Ama bir iki insan öldürmenden bahsetmiyorum. Sen bir canavarsın ve tedavi görmelisin."

 

Tepki verecek zamanım olmadı. Ani şiddetli bir hareketle başımın yanındaki pencereye yumruk atarak parçalara ayırdı. Soğuk rüzgar özgürce tenimi ısırmaya başladı. Saçlarım rüzgarda havalanıyordu.

 

Öfkeden deliye dönmüştü. Böyle bir şeyi söylemeye nasıl cesaret ettiğimi düşünüyordu. Bende düşünüyordum. Neden susmayı bilmiyorum? Ama duygularım düşüncelerimi ve suskunluğumu bastırıyordu.

 

" Bir kez daha kur o cümleyi ve ben nasıl hafızanı silerek seni hiçliğe gönderiyorum." Öfkesi, parçalanan elinden dökülen kanlar, sanki yeterince korkunç değilmiş gibi beni en korktuğum bir gerçekle tehdit ediyordu.

 

"Söylemeyeceğim." dedim alt dudağımı büzerek. Bundan sonra beni hep zayıf noktamdan vurarak susturacaktı. Artık emindim.

 

Kırılan pencereden süzülen ay ışığı yüzünde ölüm dansını oluşturuyordu.

 

Gecenin soğuğu ile Azrailin korkutucu sıcaklığı birleşerek yaşam ve ölümü oluşturuyordu. Hangisi daha korkunç diye sorsalar Azrailin ölüm sıcaklığı yanıtını verirdim.

 

"Aptal kadın." öfkeyle geri çekildi. Yanımdan geçip giderken titemememi, içimden attığım çığlıkları ve her türlü korkuyu bastırarak düşmemeye çalıştım. Görkemli figürü salonun kapısının arkasında kayboldu.

 

Yerin ayaklarımın altından kaydığını hissettim. Duvardan aşağı kayarak kalçamın üstüne oturdum. Alt dudağım titremeye başladı. Ruhumu parçalayan korku artık çok baskındı. Bu adamdan karşı konulamaz bir korkuyla korkuyordum artık.

 

Sonunda başarmıştı. Ben kaybettim. Tüm dik durma çabalarım bu gece son bulmuştu. Ondan artık ölmek bile istemeyecek kadar korkuyordum. Beni öldürmesine izin veremezdim. Diğer kadınlar gibi korkuyla çığlık atarak ölmek istemiyordum.

 

Toprağın altında umutsuzca, korku ve acı içinde ölmeyecektim. Ben.. Ben nasıl böyle bir adamdan beni öldürmesini istedim bu zamana kadar. Ya hemen kabul etseydi. Ya o gece Chris'i öldürdükten sonra beni alıp buraya getirip toprağın altına diri diri gömseydi.

 

Allah'ım. Ben ne yapacağım şimdi? Nasıl başa çıkacağım? Böyle bir ölüm istemiyorum. Yavaş yavaş ölmek istemiyorum. Korkudan atan kalbimi duyar gibi oldum. Yüksek ve gürültüyle atıyordu. Oda korkuyordu. Nasıl korkmasın?

 

Buradan hemen gitmeliydim. Hemen. Ayağa kalkacak gücü bulunca kendimi salondan dışarı attım. Merdivenleri inerken dizlerim titriyordu. Bir kaç kez düşecek gibi olunca kendimi sakin kalmaya zorladım. Eve gitmek ve bu lanet gecenin kapanmasını istiyordum. Herşeyi unutmak ve buraya hiç gelmemeyi diledim.

 

Fabrikanın kapısında bir taksi bekliyordu. Kim çağırdı umrumda değildi. Arka koltuğa kendimi atarak adresi söyledikten sonra gözlerimi kapattım.

 

Üç saat sonra gece yarısı.

 

Boğazıma dolan çığlıkla yataktan sıçradım. Ter içinde kalmıştım. Terden yüzüme yapışmış saçları çektim. Parmak uçlarım uyuşmuş ve gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi yanıyordu. Başımda fena bir ağrı vardı.

 

Kabus görmüştüm. Korkunç bir kabus. Azrail beni bir tabutun içine koyup üstüme toprak atıyordu. Korkudan ağlıyor ve çığlık atıyordum ve sonra yılanlar tabutumu parçaladıktan sonra vücuduma ulaşıyordu.

 

"Allah'ım, böyle ölmek istemiyorum. Yaşarken, hissederken acıları ölemem. Ani bir ölüm olmalı. Korkarak ölmek istemiyorum."

 

Ellerimle yüzümü kapattım. Hızlı nefesimi düzene soktum. Korkuyor ve deli gibi titriyordum. Kaç gece böyle kabus gördüm ve kaç gün çığlık atarak gece yarısı terler içinde uyandım bilmiyorum.

 

Günler bir saat gibi hızlı geçiyordu. İşe gitmiyor ve yataktan dahi çıkmıyordum. Bir kaç lokma yemek ve bir bardak suyla günlerdir yaşam mücadelesi veriyordum.

 

Her gün boş tavanı izliyor ve Azrailin söylediklerini kafamdan atamıyordum. Tekrar bir ölü gibi yaşamaya başlamıştım sanki.

 

Ondan bu kadar korkarken ansızın bana dokunuşu ve sıcak nefesi geliyor gözüme ve hıçkırıklarm boğazıma diziliyordu.

 

Büyük bir hataya doğru kendimi istemeden sürüklüyordum. Böyle hissetmem yanlıştı. Neydi bu adını koyamadığım hislerin adı? Neden amansızca ona çekiliyor gibi hissediyordum.

 

Birden aklıma siyah gözleri geliyor ve onu ses tonu takip ediyordu. Kalbim bir serçe gibi atmaya başlıyordu o zaman. Daha yüzünü bile görmedim. İsmini bile bilmediğim bir adam... Hayır bir canavara, bir Ölüm meleğine karşı neden yasak duygular hissediyordum.

 

Delirmiş olmalıydım. Başka açıklaması olamazdı. Deliler hastanesine kapatılmalıydım. Ya da beni günlerce uyutmalıydılar.

 

Bir felakete doğru ilerlerken duygularımı nasıl engelleyecektim? O okyanusta bir fırtınaydı ben ise okyanusun dibindeki önemsiz bir yosun.

 

Onun ulaşamayacağı hatta ulaşmak istemeyeceği kadar dipteydim. Koca bir fırtına okyanusun dibindeki yosunu göremezdi. Ama o küçük yosun suda sürüklenirken fırtınayı görebilir hatta hissedebilirdi.

 

Çünkü kudretliydi fırtına. Gürültülü ve güçlü. Önüne ne çıkarsa çıksın ayırt etmeksizin parçalara ayırırdı. Benim gibi küçük bir yosun o fırtınanın içinde ordan oraya sürüklenirdi.

 

Lanet olsun! Başım büyük beladaydı. Bunun önüne nasıl geçecektim? Yatakta doğruldum. Hareketsiz kalan kemiklerim çıtırdadı. Ayağa kalktığımda bir baş dönmesiyle yatağa düştüm.

 

Bugün değil, yarın bu depresyona bir son verecektim. Ben bu değildim. Böyle bir fırtınaya yenik düşemezdim. Bugün uyumalı ve yarın kendimi toparlamalıydım.

 

Günlerce rutinlerimin dışına çıkmadım. Bütün iş yerlerinden gelmediğim için kovulmuştum. Yeni bir iş şuan düşünmek dahi istemiyordum.

 

Her gün evden çıkıyor ve cadde boyunca yürüyordum. Sonra bulduğum ilk parkın herhangi eski ve yıpranmış bankında oturuyordum. Çocukların oyunlarını izliyordum ve zamanın nasıl geçtiğini fark etmeden geldiğim gibi yürüyordum.

 

Tamamen tepetaklak olmuştum. Bende böyle bir değişime yol açmıştı. Günlerdir hislerimle savaşıyordum. Onu düşünmemek adına verdiğim çabalar hep umutsuz kapılara çıkıyor ve hepsi birden yüzüme çarpıyordu.

 

Herşey bana onu hatırlatır olmuştu. Yürüdüğüm caddeden aniden fırlayacak ve beni göreve çağıracak gibi bekliyordum. Ya da aniden benden sıkılıp birden kafama tek kurşunla öldürmesini bekler olmuştum. Ya da herhangi bir adamını gönderip benden salçalı makarna yapmamı isteyeceğini bekler olmuştum.

 

Bu düşüncelerin hepsi birbirinden bağımsız ama tek bir adama yönelikti. Her anımda onun öfkesini, acımasızlığını düşünüp korkuyordum ama sonra daha kötü bir şey oluyor ve dokunuşlarını ve nefesinin bir ihtiyaç gibi bedenimde titremesini ve hatırlamasını düşünerek dehşete düşüyordum.

 

Hangisi daha korkunçtu? Korkunun kendisimi, yoksa korkunun kendisi olan bu adama hissettiğim tarifsiz duygularmı?

 

Kendimden korktuğumdan daha fazla korkuyordum bu adamdan. Hayatımda hissetmediğim duyguların kapısını aralamıştı ve ben kaçamıyordum. Her yönden beni kuşatmıştı.

 

Beynimde bir çip vardı. Kaçsam bulurdu. Bulduğu yetmezmiş gibi beni diri diri toprağa gömerdi. Yani bu adamdan kaçarak kurtulamazdım.

 

Peki ne yapmalıydım? Kendimi bu adamın karanlık bataklığından nasıl koruyup kurtaracaktım. Ondan kaçamazken onun duygularından nasıl kaçacaktım?

 

Lanet olsun! Şu hayattan defolup gidecektim. Kimin bedduasını Aldım da böyle bir belayı başıma sarmıştı. Çok değil ölümü bekliyorken nasıl böyle bir çıkmaza bir kez daha batıyorum hiç anlamıyordum.

 

Hayat benden daha ne almak istiyordu? Almadığı ne kalmıştı? Böyle bir kederle başa çıkamazdım ve istemiyordum.

 

Soğuk bir esinti saçlarımı uçuşturdu. Gitmek için banktan ayağa kalktığımda çocukların oynadığı top ayaklarımın dibine geldi.

 

Umursamadan yürüyecektim ki sağıma döndüğümde bana bakan on yaşında küçük bir kız çocuğunun ışık dolu bakışları beni durdurdu.

 

"Topu bana verebilir misiniz?"

 

Yeşil gözleriyle bana gülümsüyordu. Yuvarlak yüzü güldüğünde daha çok tombullaşmıştı. Bakışlarım ayaklarında takıldı. Sağ bacağının dizden aşağısı yoktu.

 

Zavallı güzel çocuğum. Yerden eğilip topu aldım ve pembe avuçlarına bıraktım. Işık dolu gözleri bir kez saha parladı. Kibar ve tatlıydı.

 

"Teşekkür ederim."

 

O an saçlarını okşamak ve sarılmak istedim. Neden bilmiyorum ama öyle bir sıcaklık yayılınca içime bundan dolayı fazlasıyla korktum. Hiçbir şey demeden arkamı dönerek koşar adımlarla parktan ayrıldım.

 

Arkamda buruk küçük bir kalp bıraktığımın bilincinde olduğumu biliyordum. Ama yapamazdım. O küçük kızın başını okşarsam, çizgi çektiğim duyguların kapısını aralamış olurdum.

 

Biliyorum kulağa delice geliyordu. Küçük bir kızın başını okşamakla ne duygusunun kapısını açabilirdim ki? Çocukça geliyor gibi görünebilirdi. Ama bendeki bağlanma duygusu beni korkutuyordu.

 

Eğer o küçük kızın başını okşasaydım günden güne rutinlerimi değiştirip farklı parklara gitmekten vazgeçerdim ve bu küçük kızın geldiği parka hergün gelmeye başlardım.

 

Bendeki bağlanma duygusu korkutucuydu. Bir gün görmesem bu küçük kızı başına bir şey gelmiş korkusu beni eski acılarıma geri döndürürdü. Kendimi çok iyi tanıyordum ve bununla bir kez daha başa çıkamazdım. Kalbimi yumuşatan bütün duygulardan uzak durmalıydım.

 

Kaybetme korkusu, bağlanma korkusu hep bunların eksikliği oluyordu ama yaşamaktansa yaşamamayı tercih edeli yıllar olmuştu. Bu yüzden yapamazdım. O küçük kızın kalbinin kırıldığını biliyordum ama daha sonrasında olacaklar onu daha çok korkuturdu.

 

Bu yüzden ondan kaçıyordum. Özür dilerim küçük tatlı kız. Ama emin ol hayatına alacağın en son insan ben olmalıyım.

 

Sakin geçen günlerden sonra telefonuma bir öğlen vakti mesaj geldi. Heyecanla yıkadığım ellerimi havluya silerek boş boş telefon ekranına baktım. Telefonumda ondan başka kimsenin numarası yoktu. Ondan geldiğini biliyordum. Muhtemelen iki gün sonra olacak düğünün hazırlığı için beni almaya gelecekti ve bunun haberi yazıyordu mesajda. Bilmeme rağmen kalbim deli gibi çarpıyordu ve o tanıdık korku yavaş yavaş hücum etmişti zihnime.

 

Bir mesaj sesi daha gelince düşünmeden mesajı açtım.

 

"Yarın sabah hazır ol." Birinci mesaj buydu. İkinci mesaj, "Bir süre evine uğramayacaksın."

 

Çok fazla şey anlatan bu mesajlara bakıp kaldım. Büyük bir görevdi ve sonucu facia olabilirdi. Hazırlığını yap ve bir süre göze batmayacaksın diyordu. Eski hayatına veda et ya öleceksin ya yaşayacaksın diyordu. Her türlü anlam çıkabilirdi bu mesajlardan.

 

Benim olmayan evin rutubetli duvarlarına baktım. Belkide son kez uyuyacaktım. Son kez.. Bana ait olan pek bir şey yoktu. Küçük bir valizi bile doldurmayacak kıyafetlerim dışında hepsi ev sahibine aitti.

 

Kıyafetlerimi mavi valizime yerleştirdim. Evin her yerini tekrardan temizledim ve duş aldım. Ev sahibini arayıp yarından itibaren evde olmayacağımı ve anahtarı onun kız kardeşine teslim edeceğimi söyledim. Kız kardeşi hemen üst katımda oturuyordu. Pek konuşkan olmasada bulduğu her boşlukta gelip benimle konuşmaya çalışırdı. Anlam veremediğim bir sebepten dolayı bana samimi davranıyordu. Kim bilir aklında ne vardı?

 

Ama artık ben burada olmayacaktım. Bu görev benim ya yükselişim ya da düşüşüm olacaktı. Ya yaşayıp kendimi Azraile kanıtlayacaktım. Ya da ölecektim ve aileme kavuşacaktım.

 

Herşey iki gün sonra belli olacaktı. İki gün.. Belkide hayatımın son günleriydi. Belkide yeni bir başlangıçın ilk sayfaları.

 

Kim bilir.

 

Saçlarımı kuruttum ve oturma odasındaki koltuğa uzandım. Geçen sefer Azrailin uyuya kaldığı koltuk. Daha önce hiç burada uyumamıştım. Sanki ilk defa uzanıyormuş gibiydim. Doğrusu ilk defa uzanıyordum ve bu koltuğun bu kadar rahat olduğunu şuan fark ediyor olmamın üzüntüsü içindeydim. Oysa benim yatağım sürekli ses çıkarıyordu.

 

Bunu şuan fark ediyor olmam tuhaftı. Çok tuhaf. Sabah beni almaya siyah bir araba geldi. Tanımadığım bu adam tek kelime konuşmadan valizimi alarak arabanın arkasına koydu. Arabanın kapısı açıldığında benim gibi iki kadın daha görünce şaşırdım. Biri kumral diğeri esmerdi. Kumral olan kadının yüzünde acı çekiyormuş gibi bir ifade vardı. Başı önüne eğikti. Esmer olan kadın bana gülümsedi. Karşılık vermeden karşısına geçip oturdum. Buna bozulsada umursamamaya çalıştığını yüzünden anladım.

 

Sonuçta ilk defa gördüğü insanın kendisine samimi davranmasını beklemek yalnızca onu üzerdi.

 

" Sanırım tek üçümüz seçildik." dedi Esmer olan kadın. Kumral olan kadın ancak o an kafasını kaldırıp bana baktı.

 

"En şanssızımız sensin." dedi hiçte samimi olmayan bir sesle. Esmer kadın bunu duyunca merakla sordu.

 

"Neden ona öyle söyledin Nikki?"

 

"Çünkü bu kadın onun ortağı. Geçen seferki taşıyıcıya ne yaptığını hatırlıyorsun." dedi iğneyeliyici bir ses tonuyla.

 

Biraz daha böyle bakmaya devam ederse o kumral saçlarını o kafasından tek tek yolup kanayan yerlerine tuz basacaktım.

 

Esmer kadının suratı bembeyaz kesildi. Az önce bana gülümsediği için kendini suçlu hissetti. Yüzünde yakın bir zamanda ölecekmişim gibi bir acıma duygusu belirdi.

 

Kahretsin! Bir bana acımaları eksikti. Ama bunların hepsini bir kenara iterek aklıma takılan soruyu sordum.

 

"Benden önceki kadına ne oldu?"

 

Adının Nikki olduğunu öğrendiğim kadın heyecanla başladı anlatmaya. Sanki zaten bu anı bekliyormuş gibi.

 

"Berbat bir ölümdü. Kimse öyle ölmeyi hak etmezdi. Son görevde başarısız oldu. Bu onu çok kızdırdı. Çünkü son görev o kadının gerçekten son göreviydi. Bir ilk olmuştu ve onun yanında bir yıl boyunca çalışan tek kadın olmayı başardı. Ondan öncekiler daha ilk görevden ölüyordu. Ama son görevde yapamadı. "

 

Heyecandan terlemiştim. Merak bir kurt gibi içimi kemiriyordu.

 

" Son görevi neydi? "

 

Esmer olan kadın atladı." İmparatorluk ailesinin varisini yakalamaktı. Zordu ama başarmıştı. Sonra ne olduğunu kimse bilmiyor tek bildiğimiz kadının varisi hücreden kurtarıp salmış olması. Sonra feci bir şekilde öldü. Çok kötü bir ölümdü. "

 

Aman Allah'ım. Chris! Elinden kaçan ve kadının son görevi Chris'di. Ah Chris! Gitmeden önce neler yaşadın? Nasıl acı çekti kim bilir? Peki kadın son görevi olmasına rağmen neden izin verdi kaçmasına? Chris ile aralarında ne oldu? Kafamdaki karanlık hücrelere yeni sorular eklenmişti.

 

"Peki nasıl öldü?"

 

Nikki ağzından salyalar akarak anlatmaya başladı.

 

"Bütün taşıyıcıların olduğu karargahta, efendimiz onu yavaş yavaş yakarak öldürdü. Önce parmaklarını yaktı, sonra kollarını. Acısı katlansın diye her ateşi söndürdüğünde yanmış etlerinin üstüne tuzla kapladı. Tanrım! Çığlıklarını her gece duyuyorum."

 

Kalbimde derin bir korku başlamıştı. Daha ne kadar korkutucu olacağını düşünürken daha fazlasını duyuyordum. Ya benim sonumda böyle olursa? Benide böyle acımasızca yavaş yavaş öldürürse?

 

Allah'ım yardım et!

 

Bana söylediklerinde son derece ciddiydi. Bana verdiği öldürme sözünü düşününce kendimi kötü hissettim. Ya başaramaz ve bu son görev beni bu ölüme götürürse? Bunu düşünmemeyi tercih ettim.

 

Düşüncelerden geldiğimizi fark etmemiştim. Arazinin kendisine ait park yerinde frene bastığında çakıl taşları camlara sıçradı. Motoru durdurdu ve biz arabadan indik. Derin bir soluk aldım. Kalbim sanki evimden buraya arabayla değil de koşarak gelmiş gibi çarpıyordu.

 

"Sakin ol, Maria, bu hayatta neyi başaramadın.." diye kendi kendime mırıldandım arabanın camına telaşlı bir bakış atarken.

 

Bir anlığına camda yabancı birini görür gibi oldum; eski korkusuz ve umursamaz halimden epeyce uzak bir kadın. Kahverengi gözlerimin altında halkalar belirmişti; bana küstah bir ifade kazandıran gözlerim cansız duruyordu ve dudaklarım düz bir çizgi halini almıştı.

 

Nikki iç geçirdi. "Artık burası yeni yuvamız" diye söylendi. "Burada bize ne yaparlarsa yapsınlar kimsenin ruhu duymaz. Dahası polis dahil kimse bu araziye yüksek mahkemenin izni olmadan giremez. Anlayacağınız kızlar burası bizim için yaşayan bir mezarlık."

 

Daha az stres ve daha fazla korku hissetmiyormuşuz gibi bu yeni bilgiyle bize birde ölüme yolculuğumuzun çok çetrefilli geçeceğini anlattı.

 

"Tamam," diye söylenerek yürümeye başladım. Ama karargaha giderken bir türlü susmak bilmedi. Şu gereksiz konuşan ve egolu tavrından nasıl da nefret etmeye başlamıştım. Güçsüz görünüyordu, benden büyük değildi ­ ama sanki herşeyin en iyisini yapabilen tek oymuş gibi laf sokuyordu.

 

Adeta bitmez tükenmez konuşması sabır damarıma basmak üzereydi. İki dakika içinde tam üç kez kendisinin özel seçildiğini ve Azrailin gözdesi olmak istediğini gururla, sinir bozarcasına tekrar etmişti.

 

Üstüne üstlük geçtiğimiz araziden fazlaca ölü balık kokusunu an­dıran sert bir koku yayılıyordu. Korku dolu zihnimi görünmez bir bulut gibi kaplayan ölmüş, üstünde kurtlaşma meydana gelen ölü balık yığınının kokusu zihnimi köreltiyordu. Bu arazinin altındada ölüler vardı kesin.

 

Ama bu düşüncemi belli etmedim. Bunun yerine, "Burasımı? " dört metrelik duvarla kaplı geniş bir kapının önünde durduk. Duvarların üstünde çivili teller vardı. Bir hapishaneyi andırıyordu.

 

Esmer kadın kapıyı fark etmeyip hipnotize olmuş gibi gözünü duvarın üstündeki kanlı tellere dikti. Temizlemeye bile uğraşmadıkları belliydi. Kapı açılınca orta yaşlı bir adam önümüzde durdu.

 

"Bay Henry, Seçimlerin fabrikasından karargaha yeni nakil oldu." diye açıkladı Nikki ve Bay Henry'e bir dosya zattı. Demek o fabrikaya seçimlerin fabrikası deniliyordu.

 

İri yarı olan bay Henry dosyayı aldı. Bay Henry'nin yüzünde bizden ne de üstten olanlara karşı sempatisi olduğu söylenebilirdi.

 

"Zavallı Henry, daha önce bir kadının kaçmasına yardım etmek isteyince efendimiz onun dilini kesti. Yalan söylediği için. Efendimiz yalandan nefret ediyor. Birde yetmiyormuş gibi dilini adama yedirdi. " diye ekleyerek esmer kadının omzuna hafifçe vurdu, ama esmer kadın bunu fark etmişe benzemiyordu. Bay Henry hakkında anlattıkları kanını dondurmuştu.

 

"Peki kadına ne oldu" diye sordu esmer kadın.

 

"Ah zavallı kadın. Delirdi. Aslında onu öldürecekti ama kadının kanser olduğunu ve zaten birkaç yıl ömrü kaldığını öğrenince onu deliler hastanesine kapattırdı. Kadınla konuşmak olanaksız ve aklı tamamen başından gitmiş durumdaydı. Sanırım ölmek üzere zavallı."

 

Yakınımda durdu ve gözlerini bana sabitledi." Sanırım senin durumun daha kötü olacak. "

 

Nikki'nin ağzından çıkan koku yana doğru dönmeme neden oldu.

 

"Off," dedim. "Dişlerini fırçalamanı tavsiye ederim Nikki" Aslında koku o kadar kötü değil ama değildi ama sırf kötü hissetsin diye abartmıştım.

 

Bozuldu. Ama sonra umursamadı. Sanki zaten hergün duyuyormuş gibi. "Hastayım tamammı. " diye bir yanıt geldi.

 

Yüzüme sanki üzülmüşüm gibi bir ifade yerleştirdim. "Bunun ne anlama geldiğini bildiğini sanıyordum Nikki. Kanser hastası kadın gibi sonun deliler hastanesine gitmek sanırım."

 

Esmer kadın bana şaşkınlıkla baktı.

 

"Sadece bademcik taşım var tamammı. Ölmüyorum yani." dedi tıslayarak. Bir yandanda bunun yüzünden öldürürlermi diye düşünmeye başlamıştı. Yüzündeki endişeden anlamıştım.

 

"O zaman sadece dilini keser. Onun gibi birinin ağız kokusundan nefret etmesi görülen birşey. Ya da ne bileyim dudaklarını birbirine felan diker. Kesin bunu yapar." dedim sırıtarak.

 

Gözleri kocaman açıldı ve bunu yapacaklarına inanmış gibi eliyle ağzını kapattı ve uzun bir süre konuşacakmış gibi durmuyordu.

 

Sonunda sessizlik.

 

Bay Henry Nikki'nin dosyasını uzattı ve esmer kadına baktı. Elinde tuttuğu dosyayı uzattı. İyide bana kimse dosya vermemişti. Beni içeri almazsa ne yapacaktım.

 

Telefonumu çıkarıp Azraile mesaj attım.

 

"Girişteyiz ve diğerlerinden dosya alıyor. Bana bundan bahsetmedin. Beni içeri almayacaklarmı?"

 

Esmer kadının dosyasını uzattı. Sonra bana baktı. Bakışlarında karşısındakini tanıdığına dair, hemen bir kaç resim belirmişti sanki. En azından gözlerinden onu görmüştüm. Demir kapı gıcırdayarak açıldı. Nikki benden dosya istenmediği için son derece öfkeli bir şekilde önümüzden geçerek yürüdü. Harika Nikki, devam et ve benim gibi birini kıskan. Bahçede silahlanmış bir sürü erkek ve kadın vardı. Siyah kıyafetleri vücutlarına tamamen yapışmış bu insanların yüzünde korku yoktu. Sağımızda en az ikiyüz kişi ve solumuzda en az üçyüz kişi vardı. Ellerinde taramalı silahlar vardı. Bu bilgiyi nereden bildiğimi sormayın.

 

Her an bir emir gelecek ve baskın yapacak gibi hazırolda bekliyorlardı. Hepsinin ortasında Bay Henry bizi durdurdu. Beş yüz kişi dönüp bize baktı. Nikki bile korkmuştu. Esmer kadın ve hâlâ ismini öğrenememiştim bir kedi gibi arkama sığınmıştı.

 

"İnanılmaz!" bir adam hemen önümüzde bize doğru yürümeye başladı. Arkasında on tane silahlı adam vardı. 1,85 boyunda kumral saçlı ve yeşil gözlü adam sanki buranın bir parçası değil gibi samimi ve sevecen bir yüzle bize yaklaştı.

 

"Demek aralarından bu üçü bize katılmaya hak kazandı." dedi üçümüzün yüzüne bakarken. Gözleri ilgiyle benimkilerde sabit durdu. Daha önceden beni gördüğünü ve hatta benim hakkımda bilgiye sahip olduğunu bakışlarından anlamıştım.

 

"Sen!" dedi sırıtarak ve yaklaşmam için eliyle işaret verdi. Sırtımı dikleştirip karşısında durdum.

 

"Sen osun, ölümü isteyen taşıyıcı." sanki şiir okuyor gibi narin ve melodi katarak söylemişti.

 

Ölümü isteyen taşıyıcımı? Ne tuhaf cümlelerdi bunlar.

 

"İsmim Maria." dedim ciddi bir ifadeyle. Tanımadığım insana samimi davranmazdım..

 

"Bende Carlos, Senden önce namın buralara geldi Maria." dedi beni baştan aşağı süzerek. Soru soran yüz ifademi­görünce ekledi: "Onun taşıyıcısısın ve ikinci kez yaşayabilen tek kadınsın evet buradaki herkes seni tanıyor."

 

Nikki alnını kırıştırınca buruşuk yüzlü bir köpeğe ben­zemişti.

 

"Aman çok güzel, şimdi liseye yeni gelen kız öğrenci gibi zorbalık göreyimde tam olsun." dedim ciddi ses tonumla. Aslında ciddiydim ama bu Carlos'u güldürmüştü.

 

"Bu ne kadarda komik. Bakalım birazdan böyle pat pat konuşabilecek misin Maria." dedi imalı imalı gülerek. Kesin başıma birşey gelecekti. Kesin.

 

Telefonunu çıkardı ve kulağına götürdü. Sabırsızlıkla bekledim. Telefonu cebine atınca beklemekten öfke katsayım biraz daha yükseliyordu.

 

Sonunda kapı açılma sesi duyuldu ve "Bu o efendimiz" diyen Nikki'nin sesini duydum.

 

Heybetli girişine askerlerin diz çökmesi ve bağırmaları eklenince kalbim hızlı hızlı atmaya başladı. Tüm heybetiyle bize doğru geliyordu. Onun sesini duyana kadar titrediğimin farkında değildim.

 

"Onu sıkı tutun!" dedi sakin bir sesle. Kimi tutacaklardı? Nikki mi? Yoksa Esmer kadınmı? Hangisine ne yapacaktı?

 

Kollarımdan tutulup diz çöktürülene kadar bahsettiği kişinin ben olacağımı düşünmemiştim. Nikki'nin yakılan kadın hakkında anlattıkları aklıma gelince dehşete düştüm.

 

Beni öldürecekti. Şuan herkesin önünde o kadına yaptıkları gibi beni canlı canlı yakacaktı. Aman Allah'ım!

 

Kaçmaya çalıştım. Adamlara tekme atmaya ya da ne bileyim tuttukları kollarını bile ısırdım. O bana ölüm dolu bakışlarıyla yaklaşırken çığlık atmak dışında herşeyi yaptım. O çığlıklar boğazımdan çıkamadı.

 

Kafa karışıklığı, konuşma yetimin kaybolması ve zihnimin korkudan düşünme yetisini kaybetmesi korkunun yani Azrailin ilk işaretleriydi.

 

Etrafımda neler dönüp bitiyordu bilmiyorum. Gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Yanarak ölmeden önce korkudan delirecektim. Korkuyordum. İçimden ağlamak geliyordu ama ölürken onun buna sevineceğini zevk duyacağını biliyordum. Bu yüzden ağlamayacaktım.

 

"Hazır" diye bir ses duydum. Sağımda duran ve kolumu sıkı sıkı tutan adam..

 

Ne hazırdı? Ne yapacaklardı bana? Oysa ihanet etmemiştim. Neden böyle ölecektim neden?

 

Birkaç saniye sessizlik oldu, sonra Azrailin sesini yüzümün hemen önünden duydum.

 

"Gözlerini aç Maria! "

 

Açmadım. Konuşmadım. Bu şuan umrumda değildi. Beni yakarak öldürecekti birde gözlerinin içinemi bakacaktım.

 

"Asla asla yapmayacağım işte." dedim titreyen dudaklarımın arasından.

 

"Bu kadarı yeter!" diye tısladı. "O gözlerini aç yoksa canını daha fazla yakarım."

 

"Zaten beni yakarak öldüreceksin. Birde yaralarıma tuzmu basacaksın. Bumu yapacağın?"dedim bağırarak.

 

Kimseden çıt çıkmadı. Benim gürültülü nefes alış verişim dışımda.

 

" Ne saçmalıyorsun ne ölmesi. "dedi bağırarak. Öyle bir bağırdıki gözlerimi refleks olarak açmıştım. Resmen gözleri alev alevdi.

 

" Beni öldürmeyecek misin? Benden önceki partnerine yaptığın gibi. "dedim fısıltıyla.

 

Dişlerini sıkınca gözlerini kapattı. Bunu ne zaman öğrendiğimi kimden öğrendiğimi şuan öğrense parçalara ayıracak gibi bağırdı.

 

" Tek bir şey daha söylersen kendimi tutmam. "

 

Gözlerim doldu. Alt dudağım titredi. Siyah gözlerinde ağlamak üzere olan bir küçük kız görünce hıçkırıklarımı bastırdım. Bağırması bile bir o kadar korkutucuydu. Az daha kalbim duracaktı.

 

"Başını eğin!" dedi arkamda duran adamlara bakarak. Neden böyle söylediğini anlamadan başım güçlü eller tarafından öne doğru eğildi.

 

Ne yapacağını düşündükçe ödüm kopuyordu.

 

"Kıpırdarsan canın daha çok yanar." sesini duyunca daha bir şey diyemeden boynumda saçlarımın bittiği yerde bir acı beynime sıçradı. Kızgın yağa su serpilmiş gibi bir ses duyuldu.

 

Beni damgalıyordu. Yaptıkları yetmiyormuş gibi, beynime çip yerleştirdiği yetmiyormuş gibi beni damgalıyordu.

 

Dilimi ısırdım. Ağlamamak için gözlerimi sıkı sıkı kapattım. Kıpırdamadım. Sustum. Alışkındım fiziksel acıya. Az önce yanarak öleceğimi düşününce bu acı yanında küçük kalıyordu.

 

Dayanılabilecek bir acıydı. Ya da korkudan acıyı bile hissetmiyordum. Ki bu ihtimal fazla yüksekti. Muhtemelen damarlarımdaki adrenalin yüzünden acıyı düşük bir seviyede hissediyordum.

 

Kollarımı bıraktılar. Diz çökmüş bir şekilde bir kaç dakika öylece durdum. Elimi boynuma attığımda hâlâ kanlı olan ve yanınca incecik kalan derim parmaklarımın arasına girdi.

 

Midem düğüm düğüm olmuştu. Birisi kolumdan tutup ayağa kaldırdı. Kafamı kaldırdığımda Carlos'un muzip gülümsemesiyle karşılaştım.

 

"Yürek yemiş olmalısın. Bir an için daha seni tanıyamadın öldüreceğini düşündüm." dedi. Sanki iki arkadaştık ve normal sohbet ediyorduk. Neydi bu gereksiz samimiyet? Bundan zevk alıyordu psikopat. Kolumu hızlıca çektim. Sustum ve bu onun zoruna gitmişti.

 

Nikki ve esmer kadına Carlos damga vurmuştu. Damganın üstünde kurt simgesi vardı. Yani o simgeye benzetmiştim. Nikki bayılmıştı. Esmer kadın ise benim gibi ayakta zor duruyordu. Nikki, o kadar kendisini övdükten sonra daha ilk saniyeden bayılınca içten içe gülümsemiştim. Böyle insanların cesaretleri hep laftaydı.

 

Carlos onu takip etmemiz için emir verdikten sonra önümüzden yürüdü.

 

Bordo renkli bir kapının önünde durdu. Buraya gelene kadar üç kat çıkmıştık. Bir üç kat daha vardı yukarıda. Her katta en az yirmi oda bulunuyordu. Carlos bazı odaları yukarı çıkarken göstermişti. Silah odaları, toplantı odaları, yatak odaları, spor odaları, bireysel odalar ve daha bir sürü oda.. Bir dünya gibiydi. Neye ihtiyacın varsa burada bulunuyordu. Taşıyıcılara ait bir hapishane.

 

Dünya adaletsiz, acımasız ve şiddet doluydu. Bende bunların bir parçasıydım artık.

 

Sonraki saatleri yatakta uzanarak geçirirken şiddetli ağrı ile başa çıkmaya çalışıyordum. Sessizlik içinde acımızı çekiyorduk. Nikki baygındı ve esmer kadın için için ağlıyordu. Sessiz hıçkırıklarını duyuyordum ama kimseye teselli verecek halim yoktu.

 

Stres yapma, uzun süre canın yanmayacak..

 

"Ah! Bu acı dayanılmaz ve kaşınıyor," diye mırıldanarak yatakta doğruldu.

 

Kendimi büsbütün stresli, yorgun ve tükenmiş hissediyordum. Zaten dün gece düşünmekten fazla uyuyamamıştım. Üstüne bugün yaşadığım stres ve boynumda dinmek bilmeyen damganın acısı vardı.

 

Bütün bunlar henüz yeni başlamıştı. Daha fazlası gelecekti bunun farkındaydım. Bir süreden sonra bu acılara katlanmak zorunda kalacaktım. Ama bu hafta için iyi bir başlangıç sayılmazdı. Duyduklarımdan sonra normal bir hafta geçiremeyecektim ya da normal bir hayat.

 

Ger­gin bir halde yatakta oturan esmer kadına baktım.

 

"Tanrım! Bana ne oldu?" Nikki sonunda uyanıyordu. İsyan eden sesini duyar gibi olduk. "Bu fazlasıyla, acı vericiydi.."

 

Esmer kadın onun sözünü kesmiş ve bu sabah belki yüzüncü kez duyduğu tiz sesini bastırmıştı. "Ne oldu Nikki? Hani aramızda bir rekabet olsaydı sen kazanırdın? İlk bayılan sen oldun."

 

Bunun üzerine Nikki ona ciddi bir ifadeyle baktı ve "Bir daha söylesene." dedi tehditkâr bir sesle.

 

"Efendine yalakalık yapmak için zamanı kolluyordun. Ama onun pek umrunda olacak biri değilsin. Yüzüne bakmaya tenezzül bile etmedi." dedi Esmer kadın. Kendine gelince dilide iyi açılmıştı.

 

Ama Azraili düşününce tüylerim diken diken olmuş, ama belli etmemiştim.

 

"Hannah kes sesini! Yoksa oraya gelip ben keserim." Esmer kadının ismi Hannah'dı.

 

"Hadi ya, sen daha küçük bir damganın acısına bayıldın. Seni tek yumruğumla yere sererim." yumruklarını sıktığını görünce Nikki susmak zorunda kaldı.

 

Hannah yüzünü buruşturdu ve az önceki öfkesini perdeler arkasına gizledi. Bana döndü.

 

"Seni fazla korkuttuk değilmi? Yani aptal Nikki sana o kadının başına gelenleri anlatınca aynısı sana olacak zannettin."

 

Azrailin bir kaç saat önce yaptıkları ve bana yapacak olduğu acılar aklıma geldi. Etkisi o denli büyüktü ki bir an sanki Azrail yine karşımda durmuş ve elinde yanan ateşi tutuyor gibi hissettim.

 

Sonra bu hislerin yeri siyah gözlerinin yakıcı ve ölümcül, aynı zamanda kusursuz kokusunu neredeyse hissedebiliyordum. Gerçekten de odada olup olmadığını görmek üzere çevreme bakınma dürtüsüne karşı koymaya çalıştım.

 

Sonra canımı sıkan şeyin onun canımı yakması olmadığını anladım; daha çok bana yabancı olan bu hislerin kapısını acımadan aralamış olması gerçeğiydi canımı sıkan. Sanki bu yabancı duygular içimdeki boşluğun bütün girinti çıkıntılarını dolduruyordu.

 

​​​​

 

Üzerime hücum eden duygulardan kurtulmak üzere silkindim ve yatakta doğrularak elimi yüzümü yıkamak için lavaboya gittim.

 

İçeri dönerken Hannah kapıda belirdi.

 

"Canını sıkmadım değilmi? Ben bazen düşünmeden konuşuyorum," diye açıklama yaptı Hannah.

 

'Şuan canımı sıkacak daha önemli şeyler var Hannah. Mesela ölümün peşimde bir gölge gibi dolaşması ve benim hayatımın onun ellerinde olması gibi.' Ah, ama bunları ona söylemek faydasızdı. Muhtemelen bir daha birbirimizi ne zaman görecektik. Ama Hannah ısrarla arkadaş olmak istiyor gibiydi. Benim durumumda bu yapacağım son şeylerin ilk sırasına yazılırdı.

 

Tıpkı ölüm arkadaşlığı gibi. Ne zaman öleceğimiz belli değildi. Birde buna üzülmek istemiyordum.

 

Ne çılgın bir dünyaydı bu.

 

"Senin adın Maria değilmi? Yani bir kaç saat önce öyle seslendiler." dedi Hannah. Yatağın üstüne oturup sırtımı soğuk duvara yasladım.

 

"İsmim Maria ve canımı sıkmadın. Evet ben arkadaş canlısı değilim. O yüzden görev bitene kadar birbirimiz ile konuşmak zorunda değiliz. "

 

Hannah şaşkınlıkla önce söylediklerimi düşündü. Gözlerinde tuhaf bir korku belirdi. Ya da benzetme.

 

"Öncedende böyle birimiydin? Yoksa efendimizin taşıyıcısı olduğun için günden güne onamı benziyorsun? "

 

Bu bir sorumuydu yoksa dışardan onun gibimi görünüyordum? Bu çok kötü olurdu.

 

"Ben öncedende böyleydim. Zaten ölecek arkadaşlık edinmek istemiyorum. Zaten benim kendi kaderimin acıları yetiyor."

 

Hannah bağdaş kurdu. Rahat bir pozisyon alması anlaşılan beni sıkıcı saatlere ve sorulara itecekti.

 

"Geçmişinde çok acı çekmiş olmalısın." dedi anlayış dolu bir ifadeyle.

 

"Tahmin bile edemezsin." dedim.

 

Nikki bir köşede sessizce bizi dinliyordu. Yılan.

 

"Ve sorsam anlatmayacaksın." dedi.

 

Başımı iki yana salladım.

 

"Geçmişinde ne yaşadın bilmiyorum ama buraya kadar yaşamış ve güçlü kalmışsın. Emin olduğum tek bir şey var ve sen bir yerlerde o ölmek isteyen kadından çok yaşamak isteyen bir kadınsın. Birinin seni acımasız kederinden alıp çıkarmasını bekliyorsun. Farkında değilsin ama içindeki sen bunu istiyor gibi. "

 

Duyduklarımın şokunu atlatmaya çalışırken tırnaklarımı avuç içime batırdığımın farkında değildim. Doğru değildi.

 

" Hep ölmek istedim. Her zaman. Her dakika. Her saniye. İçimde tek bir umut kırıntısı bırakacak sevgi taşımadım. Teşhisin yanlış. "dedim öfkeyle..

 

Omuzlarını silkti." Gözlerin Maria. "

 

Gözlerimi kırpıştırdım ve göz temasını kesmedim. Beden dilimi okuyordu.

 

​​​​​​" Ne varmış gözlerimde? "

 

​​​​​​" Gözlerin hiçte pes etmiş gibi bakmıyor."

 

​​​​​​" Yeter Hannah! Bir psikoloğa ihtiyacım olsaydı gideceğim yeri iyi biliyorum. Bu yüzden bana benim hakkımda bir teoride bulunma."

 

Acı acı iç çekti. "Özür dilerim."

 

​​​​​​" Dileme. "

 

"Pekala o halde," dedi Hannah ellerini dizlerine vurarak. Sonra derin bir nefes aldı. "Sizin göreviniz ne?"

 

Allah'ım umarım bu kızlarla bu odada fazla uzun kalmazdım. Arkadaş istemiyorum. Lütfen. Lütfen bunun olmasına izin verme..

 

✩✩✩

 

Ne bölümdü ama...

 

Uzun bölümleri bu karargahta geçireceğiz okurlarım. Eğlenceli olacak eminim.

 

Kitaba yeni üç karakter geldi. Biliyorum daha en başındayız ama.

 

Carlos sizce nasıl biridir? Onu sevecek misiniz?

 

Hannah? Ya da Nikki sizce bizim hayatımızda ne gibi roller oynayacak?

 

Carlos hakkında şu kadarını söyleyeyim hem sevecek hemde pataklamak isteyeceksiniz 😅

 

Hannah çok sevecen biri.. Böyle göründüğüne bakmayın sağ yumruğuyla adam devirir.

 

Nikki başta gıcık gelebilir ama sonradan seveceksiniz. Neden mi okuyunca anlayacaksınız.

 

Bu kitapta gerçek hayatımızda karşımıza çıkabilecek insanların davranışı için yazdım bu üç karakteri. Her ortamda bulunurlar..

 

Bölüm nasıldı?

 

Azrail hakkında ne düşünüyorsunuz? Sizce nasıl bir adam? Ay ne olur buna yorum yapın. Düşünerek ama. Merak ediyorum.

 

Şimdi düğünden gelin kaçıracağız ahaha eğlenceli olacak. Sizce bizi neler bekliyor?

 

Diğer bölümde görüşürüz. 🫶🏻

 

 

Bölüm : 15.04.2025 12:07 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...