1. Bölüm
Kupa Kızı / Sahtekar / Tepetaklak

Tepetaklak

Kupa Kızı
kupakizii0

Kitaba başlama tarihinizi buraya yazın. İyi okumalar. ❤️

Başlamadan önce bir kaç cümle yazmak istiyorum.. Sevgili okurlarım normalde bir kurgu yazarken esinlendiğim çok olmuyor genelde ilham geliyor. Ama bu kurguda yaşadığım bir olay üzerine yazdığımı belirtmeyi çok istiyorum. Çünkü garipti ve aylardır etkisinden çıkamadım.

Psikoloğun yanında asistan olarak çalışıyordum. Özel bir yerdi. Ogün garip bir hisle uyanmıştım. Tanıdık ama uzak hissettiren bir yorgunluk gibiydi. Her zamanki gibi işe gittim küçük işlerimi hallettim ve psikoloğun gelmesini beklerken bir bardak kahve yaptım.

İlk seansımız sabah 10.30'du. Psikoloğum Bay O. Ofisine geçtiğinde kapı çaldı. İlk seans iki saat sürecekti. Bu sürede kapı bir kez daha çaldı. İkinci danışanımız biraz vaktinden erken gelmişti. Danışanımız Bay L. Bir kaç gün önce randevu almak için aradığında o hafta bütün seanslarımızın dolu olduğunu söyledim. Ama sonrasında o saatte gelecek danışanımızın işi çıkınca iptal etmişti bende Bay. L yi telefonla arayıp bu saatte gelebileceğini söylemiştim. Bekleme odasında karşıma geçip oturdu. Randevuları ara sıra bilgisayar ekranında kontrol ediyordum ama istemsizce hissettirdiği garip havasından dolayı danışanı süzüyordum.1,93 boylarında siyah saçlı ve kapkara gözleri vardı. Siyah V yaka bir gömlek giymişti. Gömleğinin kollarını sıvamıştı ve ilginç ama bir şeye benzetemediğim dövmesi vardı. Ben adamı süzerken bir anlığına tekrar gözlerine bakınca onunda bana baktığını fark edince şok olmuştum. Elim ayağıma dolanmıştı. Bakışlarında garip bir his vardı. Sanki boşluğa bakıyor gibiydi. Öyle donuk ama bir yandan çaresiz. İşim gereği danışanımıza sadece ismini ve soyadını sorabiliyordum. Randevu alırken kaydetmem içindi. Ama bu adamın bakışları, duruşu ve garip tehlikeli aurası ne bileyim bende fazlasıyla merak uyandırmıştı.

Sonrasında onu süzerken yakalandığım için utancımdan bilgisayarda saçma sapan şeylerle uğraşmaya başladım. Aslında kafamı ondan başka meşgul edecek bir şeyler aramıştım ve youtubeden komik videolar izlemeye başladım.

Kahkaha atmamak için kendimi zor tutsamda adamın beni izlemekten vazgeçmediğini ona her bakışımda fark edince bundan rahatsız olmaya başladım. Ama söylemezdim çünkü zaten bize gelen danışanlarımızın ruh sağlığı zaten bozuktu, travmatik hastalar, işkence gören kadınlar, aile içi cinsel taciz gören danışanlarımız hatta çalıştığım sürede şizofreni tanısı koyulan danışanlar ile saatlerce vakit geçirmiştim. Bu yüzden dile getirmek akıllıca değildi. Neyseki Bay L. Seansına girdiğinde rahat bir nefes almıştım. İlk seansı iki saat sürmüştü.

Bir ay sonra tekrar randevu aldı ve ben istemsizce onun geleceği saatlerde fazlasıyla gerilmeye başlamıştım. Ve yine Ogün saatinden bir saat erken gelmişti. Bekleme odasında karşıma geçirip oturdu. Yine siyahlara bürünmüştü. Bu sefer yanında fazla durmak istemediğim için mutfağa gidip zaten bir saat önce yaptığım temizliği yaptım. Ama bu o kadar kısa sürdüki sanki zaman benimle dalga geçiyordu. Bir telefon gelince bekleme odasına gittim. İçeri girdim, oturdum dakikalarca telefonda konuştum ve Bay L. Beni sadece izledi. Bir an için gözünü kırpmadı. Ayağa kalkıyorum beni izliyor oturuyorum yine aynısı.

Randevuda olmayan bir danışan kapıyı çaldı ve onu bekleme odasına aldım. Kahve ikram ettim. Kadınla sohbet ettik. Sarışın mavi gözlü ve gerçekten dönüp bir kez daha bakacağın bir güzelliği vardı. Randevuyu yüz yüze almak için birazda bilgi almak için gelmişti.

Ara sıra o garip adama bakıyordum belki ben yanlış anlıyordum başka bir kadın görürse onada bu şekilde bakıyormu diye düşünerek baktığımda adamın yine ve tekrardan bana baktığını hatta bu sefer daha derin bir incelemeyle beni süzdüğünü fark edince bocaladım. Kendimi zor tuttum adamla konuşmamak için. Adam seans için içeri girdiğinde randevu almak için gelen kadın hayretler içinde konuştu. Tam olarak konuşma şu şekilde geçti.

"B. Hanım bu adamda bir sorun var sanırım. Gözlerini bir an için sizden ayırmadı."

Mahçup bir şekilde elimdeki kalemle oynadım.

"AA, gerçekten ben hiç fark etmedim."

Kadın kapıya doğru baktı. "Bu çok tuhaf bakışları hiç normal değil. Dakikalarca sizi izledi."

İşte o andan sonra fazlasıyla korkmaya başladım. Akşam üzeri bunu psikoloğa söyledim. Rahatsız olduğumu hatta korktuğumu. Tahmin edersinizki biraz azar işittim.

"B. Hanım buraya gelen danışanlar grip oldukları için gelmiyor. Bir çoğunun bastırdığı ruhsal sorunları ağır travmaları var. Bunlara aldırış etmeyin ve yanlış bir cümle kurmayın."

Sinirlerim bozulsada doğruları söylüyordu. Çok ünlü bir psikologtu ve zaman zaman cezaevine gidiyordu ve ağır vakalar ile konuşuyordu. Ondan sonraki günler hep bir izleniyor hissi vardı içimde. Bir kaç defa rüyamda o adamı bile gördüğüm olmuştu. Korkutucuydu. Hepsinde sonunda beni öldürdüğü kabuslar.

Bir sonraki seansta yine saatinden erken gelmişti ama bu sefer yarım saatti. O an ilk kez benimle konuştu. Sesini ilk kez telefondan değilde bire bir duymuştum.

Korkutucu derecede mükemmel bir sesi vardı. Hipnoz ediciydi.

"B. Hanım bu mesleği kendi isteğinizlemi yapıyorsunuz?" diye sordu.

İlk başta soruyu anlamadım. Ses tonu kafamın içinde yankılanıyordu çünkü. Sonrasında diğer danışanlarıma verdiğim cevapları verdim.

"Özür dilerim Bay L. Özel hayatım hakkında bilgi vermem yasak."

Öyleydi. Psikolog beni işin en başında fazlasıyla uyarmıştı. Sana özel hayatın hakkında ne sorarlarsa sor cevap verme. Soyadını bile söylemeyeceksin. Bende buna göre davranıyordum.

"Biliyorum kurallar ve prosedürler." dedi imalı bir ses tonuyla.

Sadece sahte bir gülümsemeyle yetindim. Bende merak ediyordum bu adam kimdi ne sorunu vardı? Buraya neden geliyordu? Ama benimde sormam yasaktı. Psikoloğa bu konuda soru soramazdım. Dosyalarını incelemeye çalışsam işten atılabilirdim.

Seanstan sonra bir ay boyunca o adamı düşünmeden bir günüm geçmemişti. Sorununu çok merak ediyordum. Dışarıdan bakılınca gayet normal görünüyordu. Tamam çoğu danışanımız öyleydi sorununu gizleyen ve bunu profesyonelce yapanlar vardı elbette ama bu adam başka bir boyuttu okurlarım anlatmaya çalışsam bile yetersiz kalır kelimeler. Çünkü o adamın karşısında bir saat oturup beni o saatin her dakikası incelemesi bile tuhaf ve garipken yetmezdi cümleler.

Ve 8 mart dünya kadınlar gününde daha önce hiç kimseden almadığım bir hediyeyi o adamdan aldım. Seans saatini beklerken mutfağa gitmiştim bu sırada Psikoloğun ofisine girdi. Bekleme odasına gittiğimde masamda bir dal beyaz lale vardı. Üstünde küçük bir not. 'Üzerimde beyazı uzun zamandır sevmeyen bir adamın ağırlığı vardı. Ta ki narin bir lalenin aydınlığına kavuşana kadar. Dünya kadınlar gününüz kutlu olsun Hanımefendi. "

O seans iki saat sürdü ve ben o saatlerde elimdeki beyaz laleye ve o küçük notun şaşkınlığı ile kalakaldım. Ne demek istemişti? Neden bana böyle bir not bırakıyordu? Asla bu sorularımın cevabını alamadım. Çünkü sormaya cesaretim yoktu. Belkide alacağım cevaptan korktuğum içindi. Kısacası hayatımda belki çok fazla vardı.

Ama sonra bir karar vermiştim. Öğrenecektim. Ne pahasına olursa olsun. Aklımı kurcalaması her baktığım yerde siyah gözlerini görmek buna bir son vermek istedim ve bir gün iş çıkışı tek kalınca psikoloğun odasına girip dosyasını buldum. Ve gördüğüm dosya bu adamın karanlık geçmişi... İki yıldır sakin yaşadığım hayatıma bomba etkisi yaratmıştı. Ondan sonra bazı sebeplerden dolayı işten ayrıldım. Ve o adamı bir daha görmedim. Görmek istermiydim bu soruyu çoğu kez kendime sordum ama cevap belliydi. İstemiyordum. Asla.

Ama verdiği laleyi ve o notu hâlâ saklıyorum. Sebebini bende bilmiyorum bu yüzden sormayın. Sadece saklıyorum. İşte o anımdan esinlenerek bir kurgu yazıyorum sevgili okurlarım. Umarım okurken size o duyguları birazda olsa yaşatabilirim.

🎧Bölüm şarkısı : Another Love ( Tom Odell) 🎧

Ve kitap şu cümlelerle başladı

 

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

 

 

 

 

 

"Katilini affeden herkes tekrar ölmeye mahkumdur."

 

 

 

 

ᥫ᭡ ִֶָ𖤐

Meryem her şeye sahip bir kızdı. Mutlu bir aile. İyi ve sevecen arkadaşlar. Prestijli bir okul. Huzur dolu bir geçmiş. Mükemmel bir yaşantısı vardı. Dert edeceği bir geleceği yoktu. Aslında Meryem derdi olamayacak kadar çocuktu. O daha 10 yaşındaydı.

10 yaşında bir kızın ne derdi olabilirdi? Oyuncak bebekler mi?

Yarın hangi çizgi filmi izleyeceği mi?

Yoksa bir türlü beceremediği türkçe dersi mi? Türkçesi iyi değildi. Ama ne yaparsa yapsın ders notu dördün üzerine çıkmıyordu. 10 yaşında ki bir kız çocuğunun şuan tek dert ettiği şey türkçe ders notlarıydı.

Okul çantasını ayaklarının dibine indirerek arabanın camından dışarıyı seyretmeye başladı. Bugün türkçe öğretmeni ona sitem edince morali buna çok bozulmuştu. Gayret ediyordu ama bir türlü başaramıyordu ve bu küçük Meryem'i oldukça sinir ediyordu.

Kırmızı ışıkta beklerken arabasının camı tıklatıldı. Kendi yaşlarında bir erkek çocuğu babasına mendil uzattı.

"Efendim, mendil alır mısınız?"

Üstü başı yırtılmış, günlerdir bir kez gülmemiş dudakları oldukça gergindi. Belki de aylarca mutsuzdu bu küçük adam.

Meryem, dikkatlice çocuğu süzüyordu. Yetiştirmesi gereken sayfalarca türkçe kitabına baktı. Bu Meryem için sıkıcı saatler demekti. Türkçe onun için bu yıl vitrinde ki en nefret ettiği oyuncak gibi olmuştu. Türkçe dersinden nefret ediyordu. Annesi onu bugün fazlasıyla azarlayacaktı. Belki de ceza olarak en sevdiği oyuncağı olan sarı saçlı bebeğini elinden alacaktı. 'Off' dedi içinden ve gözleri iştahla para bekleyen çocuğa kaydı. Şöyle geçirdi aklından 'Keşke onun gibi tek derdim mendil satmak olsaydı.' çocukluk işte. Bir gün bunun olacağını bilerek söylemişti belki de küçük ve kırmızı dudakları. Ruhu ona daha şimdiden sinyal veriyordu.

Babası çocuğun bütün mendillerini aldı üstüne küçük çocuklar için fazla olan harçlık bile vermişti.' Kahraman babam.' dedi içinden gururla. Babasına aşık bir kızdı..

Meryem arka koltukta babasına gururla bakarken çocuk çoktan gözden kaybolmuştu. Belki bir daha karşılaşmayacaklardı ama, o çocuk belkide bir hafta aç uyumayacaktı. Okulda okuyarak büyük adam olacak çocuklar, hayat şartları yüzünden çocukluğunu bile yaşayamaz olmuştu. Elleri mendil değil kalem tutması gereken çocuklar daha 10 yaşında omuzlarına koca bir ailenin yükü bırakılmıştı.

İnsanlar hepimiz için adaletli değildi. Her insanın yaşadıkları zorluklar farklıydı. Kimi mutsuz bir aileden yakınıyordu. Kimi mutsuz bir evlilikten. Kimi ise parasızlıktan..

Ama öyleleri var ki ; Ailesini ve her şeyini kaybetmiş insanların geriye canından başka hiç bir şeyi kalmıyordu. Hayat böyleleri için daha zordu. Ağlayacak bir anne ve babası olmayan çocuklar ne yapardı?

Nasıl susardı ağlamaklı sesleri? Nasıl dinerdi sıcak küçük göz yaşları? Kim saçlarını okşayıp, onlara teselli verir di?

Kim? 

İşte 10 yaşında ki Meryem, o talihsiz kızlarımızdan belki de binde biriydi. En büyük acıları yaşayacağını bilmeden son mutlu günlerini ablasının düğününe hazırlanarak geçiriyordu.

Ablası Betül'ün bir Nisan Cuma günü düğünü vardı. Ablası Betül, üniversite de nişanlısı ile tanışmış ve şimdi ise evleniyorlardı. Eniştesi Oğuz, karizmatik ve iyi biriydi. Çünkü her ay Meryem'i luna parka götürüp onu en sevdiği oyuncak olan dönme dolaba bindiriyordu. Bu yüzden Oğuz abisini çok seviyordu.

Çocuk işte..

Bir Nisan Cuma günü. Öğlen saat 12.30.

"Meryem! Hani ablanın çiçekleri? Kızım onu sana vermiştim. Asla kaybetme demiştim."

Meryem söylenen annesinin kahverengi gözlerine baktı. Meryem heyecandan çiçekleri evdeki odasının çalışma masasında unuttuğunu hatırladı. Çok üzüldü. O parlayan kahverengi gözleri yaşla doldu.

​​​" Özür dilerim Anne! Çiçekleri masamın üstünde unuttum." Bir yandan giydiği pembe ayakkabının boncuklarına utangaç utangaç baktı.

"Hemen karşıda ki çiçek tezgahından bir demet lale alıp gel."Annesi Küçük Meryem'in omuzlarından tuttu ve onu iyice tembihledi." Karşıdan karşıya geçerken dikkat et ve acele et bebeğim. Ablan birazdan gelmek üzere. Onu karşılamak için salona gidiyorum. "

Meryem küçük başını yukarı aşağı salladı ve heyecanla karşı caddede ki çiçekciye koştu.

Çiçek satan sevecen kadın Meryem'i görünce al yanaklarını sıktı ve saçlarını okşadı. Meryem içinden 'Ne kadar da tatlı bir nine.' diye düşündü. Meryem Annesinin ve babasının ailesini hiç tanıyamamıştı. Çünkü Meryem daha doğmadan onlar gökyüzüne çıkmıştı. Annesi sevdiklerinin gökyüzüne çıktığını ve orada yaşadıklarını anlatmıştı.

Küçük bir kız çocuğu ölümü gök yüzüne çıkmak zannediyordu. Bu yüzden yaşlıları çok severdi. Çünkü Meryem'e göre onlar tatlıydı ve penguen gibi yavaş ve paytak yürüdükleri için oldukça sevecenlerdi.

"Bir demet lale istiyorum Nine." dedi kadının gözlerine bakarak.

"Al bakalım güzel kızım." Bir demet beyaz lale uzattı. Meryem, düşürmemek için minik avucunda sıkı sıkı tuttuğu yıpranmış parasını kadına uzattı ve heyecanla laleleri alıp kokladı.

"Çok güzel kokuyorlar." dedi yüzünde güller açan bir gülümsemeyle.

Çiçekci kadın göbeğini tutarak gülümsedi. "Evet, benim lalerim hep güzel kokar. Sana şans getirecek güzel kızım."

Meryem usulca, "Teşekkür ederim." dedi ve beklemeden arkasını döndü. O an koşmakta ve birinden kaçmaya çalışan çocukla çarpışınca iki çocuk poposunun üstüne yere düştü.

Meryem önce sızlayan poposu için sonrada ayaklar altında ezilen laleler için üzüldü. "Annem bana çok kızacak." dedi ağlamaklı bir sesle. "Bu laleler ablamın düğün çiçeğiydi."

Yerdeki gri lalelerden gözlerini kaldırıp ona çarpan ve gününü mahveden çocuğa baktı.

Çocuk elinde bir tane lale ile ona bakıyordu. Çarpışırken lalelerden birisi kucağına düştüğü için ayaklar altında hunharca ezilmekten kurtulmuştu. O beyaz laleyi çocuk özür dileyen gözlerle, Meryem'e uzattı.

Meryem bir elinde ki laleye bir de çocuğa baktı. Kendisinden en fazla 4-5 yaş büyüktü. Siyah gözleri özür diler gibi kısılmıştı. Siyah takım giyen bu çocuk da kimdi böyle? Onu ilk defa görüyordu. Bir kez bakan bu çocuğun burada yaşamadığını anlardı. Çocuk da onun gibi düğüne mi gelmişti? Çocuk damatlığı giymişti.' Belki onunda ablası evleniyordur' diye geçirdi minik hayal dünyasından.

Çocuk nezaketle elinden tutup onu yerden kaldırdı ve acelesi var gibi laleyi eline tutuşturdu.

Çocuk gözleri ile etrafını taradı. Anlaşılan birilerinden kaçıyordu. Meryem onun birilerinden kaçtığını anlayınca, sordu.

"Kimden kaçıyorsun?"

Ama çocuk dediklerinin tek kelimesini anlamamış gibi bakıyordu. Belki, 'Sağırdır' diye geçirdi aklından. Ya da konuşma engeli vardı. Çünkü sınıfında ki bir çocuğunda konuşma engeli olduğunu hatırlayınca, hayal perest aklı bunun olduğunu varsayarak çocuğun elinden tuttu. "Seni kötü adamlardan kurtaracağım." dedi ve gülümseyerek onu peşinden sürükledi.

Az önce çiçek aldığı ninenin tezgahının arkasına giderek oturdu,çocuğun şaşkın bakışları arasından onun kolundan tutup çekerek yanına oturttu. Minik parmağını kendi dudaklarına götürerek susması için işaret verdi.

Çocuk sanki anlamış gibi hatta bu işine daha çok uymuş gibi tepki vermedi. Bekledi.

Bir kaç dakika sonra Siyah takım giymiş dev gibi adamlar koşarak çiçek tezgahının önünden geçtiler. Dev gibilerdi çünkü Meryem'in boyu onlara göre kısaydı. Bu takım giymiş iri cüsseli adamlar Meryem'i bir hayli korkutmuştu. Aynen bazı gecelerde izlediği filmlerde ki kötü adamlar gibiydi. Meryem hayal dünyasına dalmışken çocuğun kalktığını hatta aksi yönde koştuğunu çok geç fark etmişti.

Koşarak yanından giden çocuğun arkasından üzüntülü bir şekilde baktı. "İsmini bile öğrenemedim." diyerek dudaklarını büzdü.

Masum bir şekilde düğün salonuna doğru ilerledi. Karşı caddeye geçti. Kapıdan girmesine metreler kalmıştı ama o an birisi küçük bileğini tuttu.

"....."

Az önceki çocuk siyah gözlerini dikmiş Meryem'in kahverengi gözlerine bakıyordu. "Konuşabiliyorsun." dedi Meryem sevinçle. Yanlış hayal etmişti. Çocuk sadece gülümsedi. Yine anlamamıştı bu kızın ne dediğini ama sadece ayak uydurup gülümsedi.

İşte Meryem'in son mutlu anı, son içten gülümsemesi ve son huzurlu anları buydu.

Yer yerinden oynuyor gibi adete sallanmıştı bu iki çocuğun minik bedenleri. Meryem için öyle bir yüksek ses yükseldi ki... Sanki dünya patlamış gibiydi...

Meryem ve o küçük adamın bedenleri patlamanın etkisiyle bir yerlere savruldu.

Çığlıklar, ağıtlar, haykırışlar bir balon gibi gökyüzüne yükseldi. Meryem'in kulağında büyük bir çınlama sesi vardı. Bedeni kanlar içinde bir yere fırladı, küçük kahverengi gözleri olayın ağırlığını atlatamadan bir korkunç patlaması daha yaşadı, hemen yanında iki parçaya bölünmüş bir kadın cesedi vardı. Tanıdık biriydi. Meryem'in küçük zihni anıları birleştirdi ve daha ağır bir keder küçük kalbine savruldu. Bu teyzesiydi. Minik ve kanlı elleriyle yüzünü kapattı ve haykırarak 'Anne' diye ağlamaya başladı.

Güçlükle, "Anne." dedi.. Bir kez daha. Boğazına takılan kanla öksürürken bir kez daha, "Anne." ve sonra gözleri karanlığa büründü.

Küçük Meryem'in asıl hayatı şu saatten sonra başlıyordu. Gözlerini haftalar sonra hastane duvarına açınca saatlerce ağladığını unutmayacaktı. Ona bir pedagog eşliğinde ailesinin hatta tüm akrabalarının gökyüzüne çıktığını söyledikleri günü unutmayacaktı. Ve hatta iki takım giymiş adamın daha ailesinin mezarını görmesine izin vermeden onu bir yetimhaneye apar topar gönderişini asla unutmayacaktı.

10 mayıs Cuma günü. Küçük Meryem yetimhane odasının soğuk rutubet tutmuş duvarına bakarken bayılana kadar ağladığını asla unutmayacaktı..

Meryem bugün yeni hayatında ilk yaşına girmişti. En büyük acıları yaşayan küçük bedeninde fırtına koparacak bir gelecek beklediğinin henüz farkında değildi. Bugün İstanbulda bir mum sönmüştü.

10 yaşındaki küçük bir kızın, umutları, ailesi, sevdiği herşey ve geleceği.. O huzurla deniz kenarındaki evinde yanan o mum sönmüştü.. Ve tekrar alevle yanacağı günü sabırsızlıkla bekliyordu.

​​​​​​Küçük ve yas dolu göz yaşları, içindeki acıyı akıtmak ister gibi ortası sararmış yastığın üstüne damladı. Küçük elleri ile gözlerini kapatıp, hıçkırıklarının bu soğuk ruhsuz duvarlara çarpmasına izin verdi.

"Anneciğim, Babacığım." sayıklayarak ağlarken odasının kapısı gürültüyle açıldı. Büyük adımların kendisine yaklaştığını her duyduğunda kalbi yerinden fırlayacakmış gibi atıyordu. Ancak o an onun sesini duydu.

Babasının biricik kardeşi ve kendisinin çok sevdiği halasının.

"Meryem."

Meryem ağlamayı bırakıp halasının, bir zamanlar kollarında uyduğu ve her zaman ki sıcak kollarına koştu. Belki de yaşayan tek ailesi.

​​Küflü yatakhenin demir yatağına, suratına inen sert bir tokat ile savrulacağını bilemezdi. Yumuşak yanağında zonklama vardı. Ağır bir zonklama. Hem maddi hem manevi.

Hayal değil di değil mi? O çok sevdiği ve kendisine çocuğundan daha fazla değer verdiği halası, yüzüne tokat atmıştı. Bu hayal olamayacak kadar acıtmıştı. Kanayan dudağından akan kanları boynuna akarken beraberinde hayal kırıklığını asla düzelmeyecek kalp kırıklığınıda getirmişti.

Bugün Meryem'in ızdırabının ilk tokatı atılmıştı. Yaşamanın bu kadar zor olacağını ve son kalan kişi olmanın verdiği çaresizliği hayatı boyunca unutmayacaktı.

​​​"Seni küçük velet.Hepsi orospu annenin yüzünden oldu. Kardeşim onun yüzünden öldü." Küçük Meryem'in ağlamaları o taş kalbini yumuşatmıyordu. Kanlı ellerini uzatarak halasına sarılmak için bir kez daha çabalamasını umursamıyordu. Bütün dünyası başına yıkılmış on yaşındaki küçük yiğeninin, Meryem'in ağlamasını, çırpınışlarını umursamıyordu. Halasının bacaklarına sarıldı. Hüngür hüngür ağlıyordu. Sesi ağlamaktan kısılmıştı. Halası saçlarından tutup suratına bir tokat daha attı. Kirli bir peçeteymiş gibi yiğenini yatağa fırlattı. Daha fazla öfkeli daha sinirliydi. Omuzlarından tutup sarsmaya başladı. "Annen öldü başıma sen mi kaldın adi küçük." soğuk zemine adeta fırlattı Meryem'i.

Meryem diyecek hiçbir şey bulamadı. Halasını çok seviyordu. Halası hiçbir zaman ona kötü davranmazdı. Üstüne titrerdi. Peki ya şimdi? Ne olmuştu? Ne değişti?

Bilemezdi o gülücükler saçan ruhunun bugünden sonra çürümeyi bekleyen bir ceset gibi yaşamaya çalışacağını.. Anlamı yoktu, Kimsenin, Anılarının.. Geleceğini kaybeden Meryem'in ızdırap dolu geleceği henüz başlıyordu.

Ailesini kaybetmişti. Herşeyini yitirmiş 10 yaşında ki yiğenine neden böyle davranıyordu?' Neden annem yüzünden diye geçirdi içinden.' Ama yüzüne inen üçüncü bir tokatla bilincini kaybedince bir kez daha karanlığa gözlerini yumdu.

Halası Rümeysa yetimhanenin müdürüydü. Meryem'in yaşayan hiçbir ailesi kalmamıştı. Bir tek Rümeysa hanım vardı. Meryem için acı dolu günlere gebeydi bu rutubet kokan yetimhane.

Ailesinin yokluğunu unutamadan halası tarafından her gün sözlü taciz ve cezalara maruz kalıyordu. Rümeysa hanım, Meryem'in bilmediği bir sebepten dolayı ondan nefret etmeye başlamıştı.

Meryem, sevecen bir kızdan umutsuz ve son günlerini yaşayan birine dönüşmüştü. Yetimhanenin bayat yemekleri boğazından geçmiyor her günü kuru bir parça ekmek yiyerek geçiriyordu. Her gece halası ona nefret dolu cümleler kuruyor, hem ruhunu hem bedenini kırbaçlıyordu.

Her gece yine bilmediği bir sebepten Rümeysa hanım onu cezaya bırakıyor ve yetimhanenin en üst katında o hasarlı duvarların üstünde tek ayak üstünde tutuyordu. Bazı geceler Meryem o duvardan atlayıp gökyüzüne uçmayı hayal ederken buluyordu kendini.

Bu işkenceden kurtulmayı dilediği zamanlarda, Rümeysa hanım canını çok yakıyordu.

"Ölsende kurtulsam." dedi Rümeysa hanım Meryemin kahverengi saçlarını tutup yere fırlatırken. Fırçalamadığı dişlerinin arasından tükürerek konuşunca Meryem yüzünü buruşturdu. Ne ara halasının böyle bir insana dönüştüğünü düşünüyordu. Ne ara benden bu kadar nefret etmişti. "Seni orospunun kızı.. Annen geberdi başıma kaldın. Ölmen için her gün dua ediyorum biliyor musun?"

Meryem'in korkudan kirlenen çenesi kasılmıştı. Titreyen ellerini yüzüne tutarak siper etti. Çünkü biliyordu. Halası her gece önce ceza verir sonra ölmesi için yakınır sonrada tokat atardı.

'Alıştım 'diye düşünüyordu. Ama insan acıya alışabilir miydi? Ama Meryem asla sormadı. Halasının neden ona böyle davrandığını. Hep içinde bir yerde bunun nedenini öğrense bile hiçbir şeyin değişmeyeceğini biliyordu.

Meryem 13, yaşındaydı, ikinci defa hayatının en acılı günlerinden birini yaşayacağını bilmeden devlet okulunun sınıfına girdi. Bugün yerli malı haftasıydı. Halasının bunu umursamayacağını bildiği için konusunu dahi açmamıştı. Öğrencilerin kimi sarma, kimi kek, kimi salata ve börek yapmıştı. Meryem ise elinde iki tane simit alacak kadar parası olduğu için simit almıştı ve öğretmeni kızmasın diye bir dal lale almıştı. Fırsat bulduğunda ona açıklayacaktı.

Ama hayatın ve acı çekenlerin bir kuralı vardı bu dünya da. Düşene bir tekme daha atarlardı. O gün Meryem için ilk dönüm noktası başlayacaktı.

Öğretmeni Berkay bey sırasına yaklaştı ve Meryem'in elindeki iki simiti fark etti. Kaşları çatıldı.

"Yerli malı haftasında ne getirdin Meryem?"

Meryem beyaz poşetini açtı ve içindeki simitleri gösterdi, "Simit,"

"Yerli malı haftasında Simit mi getirdin Meryem?" sesi olduğundan daha öfkeliydi. Berkay bey özel okuldan buraya yeni atanmıştı. Meryem'in yetimhanede kaldığını henüz öğrenme fırsatı olmamıştı.

Çantasından son parasıyla aldığı beyaz laleyi uzattı, "Özür dilerim öğretmenim. Sizin için bunuda aldım. "dedi masum masum bakarak.

Meryem'in elindeki laleyi alıp beyaz yapraklarını sıktı, buruşturarak, " Seni azarlamayayım diye birde bana lale mi aldın? "dedi.

Meryem susmakla yetindi..

Beyaz laleyi küçücük Meryem'in yüzüne fırlattı. Hayat bir kez daha sıcak yanaklarına tokat indirdi. Berkay bey Meryem'e okkalı bir tokat atmıştı. Asla unutamayacağı bir tokattı. Acısıda faazlacaydı. " Cevap ver Meryem yoksa disipline gidersin. "

Meryem ona dikkatlice bakan sınıf arkadaşlarına baktı. Hepsinin yüzünde alaycı bir ifade olduğunu görünce morali çok bozulmuştu. Kalbi kırılmıştı. Yanağı zonkluyordu.

" Hayır öğretmenim bir şeyler getiremediğim için özür dilemek istedim. Bu yüzden size aldım bu laleyi."dedi parçalanan ve yere düşen laleyi göstererek.

Berkay Bey öfkeyle elini masaya vurdu. Meryem'in kalbi korkudan hızlı hızlı atmaya başladı, minik elleri titriyordu.

Berkay bey o cümleleri kurdu. Ağır, acıtan ve Meryem'i hüngür hüngür ağlatacak o cümleleri, " Yarın annene söyle okula gelsin tamam mı? "

Meryem'in ruhu parçalara ayrıldı, vitrindeki cam parçaları gibi gürültülü bir şekilde savruldu. Kahverengi gözlerinden yaşlar akmaya başladı.

Meryem çantasını aldı ve hiçbir şey demeden okuldan koşarak kaçtı. Bir daha o okula gitmedi. Öğretmeni onun bir yetim olduğunu öğrendiğinde yetimhaneye gelip af dilemek istedi ama Meryem yüzüne bile bakmadı.

Ondan sonraki günlerde okula gitmedi kimi zaman sokaklarda geçirdi günlerini kimi zaman deniz kenarında oturarak. Halası okula gitmediğini biliyordu ama bunu umursayacak biri değildi. "Hep ne hali varsa görsün" derdi bu yüzden Meryem'de bunu yapıyordu.

Acıktığında evsizler Meryem'e yemeklerinden kalanı paylaşıyorlardı. Hasta olduğunda onlar gibi ateşin başında ısınmaya çalışıyordu. Okul saatlerini hep sokaklarda geçirdi.

Kimi zaman sadece sokak köşesinde aç bir şekilde oturdu, kimi zaman zengin çocukların zorbalıklarına maruz kalmış ve onların alay konusu olmuştu.

Ağladıktan sonra uyumaya alıştı, hayata ve insanlara konuşmayacak kadar kırılmıştı. Kırık kalbiyle artık yemekler yemeye alıştı. Meryem'in ruhu cenaze taşıyan bir ölü gibiydi. Sessiz, suskun asla konuşmak istemeyen birine dönüşmüştü. İyilik bile yapamayacak kadar yorgun bir kızdı Meryem. En büyük korkusu ise bağlanmak olmuştu. Onunla arkadaş olmak isteyenleri sert bir dille geri çeviriyordu. Nedenimi? Bir kez daha sevdiği birinin ölümünü kaldıracak kadar güçlü olamayışıydı. Her gün en ücra köşeye geçiyor, en ücra korkusuyla arkadaş oluyordu. Ölüm ile.

​​​​​17 yaşına bastığı güne kadar bu şekilde devam etti. Haftanın üç günü yemek ve su olmadan, duvarları ile arkadaş olduğu karanlık bir odada cezaya bırakılıyor, bu da yetmezmiş gibi cezaya kaldığı günlerin gecesini yetimhanenin en üst katında ki terasın kırık duvarında tek ayak üzerinde durması isteniyordu. Rüzgar ters yönde eserde yere çakılıp intihar süsü vermek için halası zorla yaptırıyordu.

Bu yıllarda hep düşündü. Her zaman düşündüğü ama dile getirmediği cümleler ağzında yara olmuştu. Kanayan ve asla durmayan açık bir yara.

'Rümeysa halam bana bunları neden yapıyordu?'

Ama asla dile getiremedi. Karşısındaki canavar kadına bunu neden yaptığını sormadı. 17 yaşına gelene kadar onunla toplasan on cümle kurmamıştı. Vurmaması için yalvarmadı. Onu dövdüğünde geri çekilmedi. Hakaretlerine ses etmedi.

Çünkü Meryem böyle bir kızdı. 10 yaşından sonra artık konuşmaktan nefret eder olmuştu. Ta ki 17 yaş gününün gecesine kadar. O sustuğu yılların acısını çıkaracağı gün gelmişti. Rümeysa halasının odasına ceza çekmek için geldiği o gece.. O odada başka biri vardı. Tanıdığı ama uzun yıllardır görmediği biri.

Halasının eşi Emre bey. Emre Bey bir orgeneraldi. Meryem'in babası öldükten sonra yerine atanmıştı. Uzun zaman görmediği Meryem'i şimdi genç kız olmuş ve bir su gibi güzel bir kadına dönüştüğünü fark eden Emre Bey, iğrenç zihninde ağza alınmayacak düşünceler belirmişti.

Meryem'i baştan aşağı süzdü, "Güzel bir kadın olmuşsun Meryem." dedi ağzının suyunun aktığını umursamayarak.

Meryem umursamadan dönüp gitmek istedi ama ince bileğinden tutulup deri koltuğa fırlatılana kadar herşey çok ani oldu. Emre beyin ellerinin pantolonuna gittiğini fark edene kadar zihni olayı anlayamıyordu. Anladığında ise kusmamak için kendini zor tuttu.

"Halanın gelmesine daha çok var, beni mutlu edersen seni onun pençesinden kurtarırım." dedi.

Meryem yüzünü buruşturdu. Kaçmak için kapıyla arasında ki mesafeyi ölçtü ama önce bu dev gibi üstelik bir orgeneral olan adamı geçmesi gerekiyordu. Pek fazla seçenek yoktu.

" Peki. "dedi Meryem ve gömleğinin üstten üç düğmesini açtı.

Emre bey bu kadar kolay olacağını öğrendiğinde neredeyse sevinçten havalara uçacaktı. Meryem'in üstüne eğildi saçlarını kokladı, kızın sehpanın üstündeki vazoyu aldığını ve kafasına geçirdiğini fark etmeyecek kadar kızın sarhoş edici etkisine kapılmıştı. Önce kafasındaki kanlar Meryem'in suratına aktı sonrada bedeni yere yığıldı. Meryem kapıya koştu ama kapı ondan önce açıldı.

Halası, dehşet içinde yerde yatan kocasının kanlı bedenine sonrada Meryem'e baktı.

"Aman Allah'ım ne oldu burada?" Kocasına koştu.

"Beni taciz etmeye kalktı." dedi Meryem. Belki ilk defa halası ona inanırdı.

"Seni sürtük!" diye haykırdı halası. "Kocamı baştan çıkarmaya mı çalıştın?"

Meryem o an karar verdi. Bu yetimhaneden defolup gidecekti. Koşmak için arkasını döndüğünde halası bileğine yapıştı ve artık bu kızdan kurtulmak için onu çatıya çıkardı. Onu aşağı atacaktı. Ama işler hiçte istediği gibi gitmeyecekti.

Hiç kimse o gece 17 yaşında liseli bir kızın, öz halasını yetimhanenin çatısından aşağı atacağını bilmeyecekti. Kadının korku dolu suratını düşerken izlediğini ve bundan oldukça zevk aldığını kimse görmeyecekti.

Ve hiç kimse.... 17 yaşında ki Meryem'in ilk kurbanını o gece öldürdüğünü bilmeyecekti.

Anıları kalbindeki kahverengi toprağa gömüldü. Mutluluğu bitti, Huzuru gitti. Bir başına kaldı Meryem. Hayalleri pencereden kanat çırparak uçtu. Ailesiyle birlikte sonsuzluğa süzüldü.

Elindeki bıçağı sıkı sıkı kavradı ve son kez Rümeysa halasının kanlar içinde kalan cesedine tepeden baktı. Rüzgar hafifçe uğulduyor ve kanla kaplı yüzüne ay ışığı vuruyordu.

İşte başarmıştı. Öz halasını öldürmüştü. Yüzündeki çarpık gülümsemeden asla üzülmediği anlaşılıyordu. Gökyüzüne baktı. O cümleler kırık dökük gülen dudaklarından döküldü.

"Bitti."

Meryem o gece çok büyük bir gerçeği fark etti. Kalbini kimsenin insafına bırakmamayı.

Bir yıl sonra....

Bir yıl polislerden kaçmayı başardı. Meryem çok sessiz ve akıllı bir genç kızdı. Nasıl kaçacağını kimden ne zaman saklanacağını ve ne zaman susması gerektiğini bu acımasız sokaklar ona öğretmişti.

Kâh merdiven altındaki betonda uyudu, kâh caminin avlusunda. Sokak çocukları ile arkadaş olmuştu. Meryem'e kendini nasıl koruması gerektiğini öğretmişlerdi.

Kaçak hayatı bir yıl sonra 18 yaşına bastığı gün bir haberle ileriye gideceğini anladığında artık ülkesinde yaşayamacağını anlamıştı.

Çünkü haberlerde Meryem'in ismi manşetlerdeydi.

"SON DAKİKA Rümeysa Burkan cinayeti davasında 2. perde!. Eski Orgeneral Korhan Erdemoğlunun en büyük kızının düğününde yaşanan büyük patlamadan sonra, Korhan Erdemoğlunun ablası çalıştığı yetimhanenin çatısından aşağı itilerek öldürülmüştü. Rümeysa Burkan'ın öldürülmesiyle ilgili davada ikinci duruşma bugün yapılan açıklamada katilin, Eski orgeneral Korhan Erdemoğlunun küçük kızı M. E,'nin işlediği mahkemeye sunulmuştur. Her yerde aranan M. E'nin bir sonraki duruşma için bulunması an meselesidir."

Meryem haberi görünce olduğu yerde donup kaldı. Onu arıyorlardı. Ama öfkesi buna değildi. Asıl öfkesi babasının isminin karalanmasıydı. Halasını neden öldürdüğünü bilmeyen insanlar ne düşünecekti?.

Zevk için öldürdüğünü mü? Yoksa psikolojisi bozulan kız halasını mı öldürmüştü. Halbuki Meryem'in halasının ona yaşattıklarını bilselerdi hak verirlerdi.. Ama bilmeyeceklerdi.

Ve bu sır Meryem'in ülkeyi terk etmesiyle mezara gömülmüş ve yaşadığı acılarla beraber temiz bir sayfa açmak için Amerikaya gitmesi ile son bulacak mıydı?

Geçmiş eninde sonunda bir gün karşımıza çıkardı. Hayatın gerçekleri buydu. Meryem bunu biliyordu.. Biliyordu ve geçmişi geldiğinde buna hazır olacaktı.

Kaçak bir şekilde ülkeyi terk ettikten sonra sınırda bir ay beklemiş ve sonunda içeri sızmıştı. Kendisiyle beraber gelen üç kız bu gece Amerika'nın gece hayatına hırslı bir giriş yapmışlardı. Bir gün buluşmak için sözleşerek ayrıldılar.

Onu kaçak getiren adamlar ile beraber üç ay saklanmış ve sonunda sahte bir kimlikle işe adım atmıştı. İsmini değiştirdi.

"Maria Murshell." yapmıştı. 18 yaşında ölen evsiz genç bir kızın kimliğini almıştı. Kızın ismi Maria Murshell'di. Kendi ismine benzediği için bu kimliği seçmişti.

18 yaşında ki Maria Amerika'nın acımasız sokaklarında gece hayatta kalmaya çalışırken buldu kendini. Burada para kazanmanın en kolay yolu hayat kadını olmaktı. Ama Meryem bunu yapacak bir kız değildi. Aile değerleri ve kendisine saygısı vardı. Zor olsada veya ne kadar zamanınıda alsa helal yoldan para kazanmak istiyordu.

Zaman zaman parti time çalıştı. Kalıcı bir işi yoktu. Tanımadığı iki kadınla beraber üç göz oda tutmuş ve ortaklaşa yaşıyorlardı. Hiçbirisi ile samimi olmadı. O kadınlar her gece eve adam getirip onların üzerinden para kazanıyorlardı. Meryem emindi, adamların geldiği arabadan ve giydiği kıyafetlerden bile üst rütbeli olduğunu bir bakışta anlıyordu.

Onlara acıyordu. Meryem evde eşleri olduğu halde sapkınlaşmış bu adamlara her seferinde iğrenerek bakıyordu.

Bir defasında kaldığı kadınlardan birinin getirdiği iş adamı Meryem ile gece geçirmeyi teklif edince bu Meryem için son nokta olmuştu. O evden ve kadınlardan uzaklaştı. Tekrar sokaklara düştü.

Çalıştığı kafenin bodrumunda gizlice yaşamaya başladı. Farelerin cirit attığı bodrum katını o evden daha çok sevmişti. En azından her gün o iğrenç sesleri duymak zorunda kalmıyordu.

Böyle böyle yıllar geçti ve Meryem büyüdü 20 yaşına geldiği yıllarda omuzları üzerinden saçlarını savurarak adamları yoldan çıkaran, karanlık, büyülü ve kusursuz güzelliğini keşfetmeye başladı. Beyaz bir teni, parlak kahverengi saçları, ve kocaman kahverengi gözleri vardı. Adamlar çaresizce onu arzularken, o da bu adamları umursamaktan çok uzaktı. Sevmiyordu, sevemiyordu ona böyle bakan adamları. Adamları suçlayamazdı. Güzel bir kadın gördüklerinde ona arzu duymalarını suçlamıyordu. Ama Meryem'den karşılık gelmediğindeki tavırları işte bu mide bulandırıcı boyutta oluyordu bazen.

Bir er­kek, kadınlar tarafından reddedilmeye katlanamaz; çünkü kendi içinde de kendini reddedilmiş hisseder. Bu yüzden ne zaman hayır dese, onlar daha çok ısrar ederdi. Bir kadın tarafından reddedilmeye katlanamazlardı.

Meryem'de his denen şeyden eser kalmamıştı.

Bu duyguyu uzun zaman önce ailesini kaybettiğinde ve o yetimhaneye bırakıldığında kaybetmişti. Bazen üzücü olaylarda ağlamaya çalışıyordu.. Fakat ne kadar uğraştıysada elinden hiçbir şey gelmiyordu, hıçkırıkları çoğu zaman zorlama ve sahteydi..

Kendisine bir söz vermişti asla ağlamayacaktı. Onu bu duruma iten olaylardan ve kişilerden uzak duracaktı. Çünkü bir kez daha ağlarsa göz yaşlarını durduramamaktan korkuyordu.

Eski acımasız yaşantısını düşünmemeye çalışıyordu ama bazen gökyüzüne baktığında Annesinin ve babasının yüzlerini görür gibi oluyordu. Bir yandan da kulağına fısıldayan babasının sesini duyar gibi oluyordu. "Benim güzel ve eşsiz kızım seni çok seviyorum."

Kışın yağan karlar gibi soğuk bir hayat yaşamaya başlamıştı. Günde üç işte çalışmaya başlamış ve kendisine tek odalı bir ev kiralamış biraz da olsa sakin bir hayat yaşamaya başlamıştı.

Her sabah beşte uyanıp çalıştığı pastaneye gider on ikiden sonra bir spor salonun küçük çocuklara boks öğretiyordu. Yaş aralıkları 8 ve 10'du. Akşam beşten sonrada daimi olarak çalıştığı bara gidip barmenlik yapardı.

Hayatı ve arkadaşı iş olmuştu. Az konuşur ve az uyurdu. Komşularını tanımazdı. Komşuları ise Meryem'in dilsiz olduğunu bile düşünürlerdi. Çünkü Meryem konuşkan biri değildi. Onlara selam vermez ya da diğer kadınların yaptığı gibi her gün dedikodularına dahil olmadığı için onu ucube olarak görenler bile vardı.

Ama kimse Meryem'in kalbinde ki derin yaralarını, aile özlemini ara sıra gece sabaha kadar annesinin o son sıcak sarılmasını, babasının sevecen tavırlarını, ablasının en mutlu gününün düğün sabahını hatırlayıp göz yaşlarıyla hıçkıra hıçkıra ağladığını bilmezdi.

Bir erkek arkadaşı bile olmamıştı. Meryem ile konuşmaya çalışan bir çok genç adam vardı. Meryem genç ve güzel bir kadın olmuştu. Dahası gizemliliği onu daha çok çekici kılıyordu.

Ama Meryem kimseden hoşlanmadı.. Hepsi onun için bir gün ölecek olan bedenlerdi. Kendisi gibi.

Bir gün ölecek birilerini sevmek istemiyordu. Meryem'in bu hayattan tek beklentisi öleceği güne kadar acısız yaşamaktı. Ondan sonra çok özlediği ailesine kavuşacaktı. Tek beklentisi bu olan bir kadını asla yıkamazsınız.

O devrilmez cesareti ve açık yürekliliği ile herkesten daha güçlüydü. Meryem kendisinden başka kimseye önem vermedi. Kimseye kolay kolay iyilik yapmazdı. Çünkü kalbi yumuşardı. İyilik yaptığı zaman kalbi yumuşayınca yerini duygular alıyordu. Meryem, birileri kendi yüzünden ölmesin diye iyilik yapmaktan kaçınıyordu. Belki de bir kez daha sevdiklerinin ölüm korkusunu yaşamak istemediği içindi iyilikten uzaklaşması. Bağlanma korkusu. Sessizce bir köşede dikkat çekmeden hayatını yaşıyordu.

Bir gece barın içinde sarhoş olan bir adamın onu taciz etmesiyle hayatına bir sihirli değneğin dokunacağını bilmiyordu.

Yine müşterilerden birine servis yaparken kendisinden 20 yaş büyük olan gri sakallı ve ağzından salyalar akan sarhoş adam Meryem'in vücuduna yiyecek gibi bakıyordu.

Meryem bunu umursamadı. Çünkü her gün karşılaştığı manzara alışmıştı. Sessizce servisini yapacak ve bu lanet geceyede bir kez daha son verecekti. Saat bir olmak üzereydi. İşinin bitmesine az bir zaman kalmıştı. Eve gidip duş alırken bu iğrenç bakışların enerjisini sıcak suyla attıktan sonra rahat bir uyku çekecekti. Yarın bir gün izin almıştı.

Hafta sonu için kamp yapmaya ormana gidecekti. Şu acı dolu hayatında, şehrin gürültülü ışıklarından uzak kafasını dinlediği tek yer ağaçların sessizliği olmuştu.

Ruhu acıyla dolduğu zaman ormana gider ve kendini sakinleştirirdi. İşe yaradığını inanmak istediği için sakinleşiyordu. Yoksa işe yaradığı için değildi.

Elindeki içki bardağı gürültülü bir şekilde yere düşünce yakın hayalinden uzaklaşıp ağzından salyalar akan adama baktı.

Meryem'e öyle aç gözlülükle bakıyordu ki, Meryem'in bu akşam yediği tavuk az kalsın midesinden dışarı çıkacaktı.

Nasır tutmuş elleri Meryem'in bileğine dolandı. "Gece için ne kadar istiyorsan veririm güzelim. Yeterki beni mutlu et." dedi çürümüş leş kokulu ağzından.

Meryem patronuna baktı. Bir şey yapması için bir kaç dakikası vardı. Ama patronu sadece izlemekle kalınca daha fazla vakit harcamadı, öfkeyle bileğini çekip adamın suratını masaya çarptı. Adamın siyah dişleri masanın etrafına dağılırken müzik durdu.

Adam kırılan ön dişlerinin arasından tısladı. "Seni fahişe!" kanı kirli olan gömleğini boyarken kızın üstüne atladı. "Seni burada becereceğim."

Meryem masanın üstündeki yarısı boşalmış bira şişesini kıvrak bir hareketle alarak adamın kafasına indirince çığlıklar havada uçuştu.

'Şimdi mi tepki veriyorlar?' diye geçirdi içinden. Oysa adam küfürler edip kendisine sözlü taciz ederken telefonun flaşları patlarken kimse korkmamıştı. Kimse kötü bir şey olduğunu düşünerek tepki vermemişti.

Patronunun gür sesi barın duvarlarında yankılandı.

"Maria! Çok ileri gittin."

'Çok mu ileri gittim? Beni taciz ederken o ileri gitmemiş miydi? Bileğime yapışıp küfürler ederken ileri gitmedi mi? Kendimi savunurken mi ileri gittim' bir kez daha düşündüklerini söylemedi.

Anlamıştı Meryem. Bu aciz ve fakir ruhlu insanlar bundan anlasaydı zaten en başında bu olaya dahil olurdu.

Sustu. Bir kez daha. Çünkü bu insan görünümlü canavarlara cümlelerini heba edemezdi.

Patronu bağırdı, "Kovuldun Maria! Lanet olası barımdan defol git."

Meryem, hiçbir şey demeden hizmetli odasından çantasını aldı ve barın ortasında korku dolu bakışların ortasında durdu ve Patronunun yüzüne baktı.

"Bugünün ücretini ver." dedi sakin bir sesle.

Patronu ciddi misin der gibi bakıyordu. Hatta bu kız gurursuz diyerek küçümsedi bir iki dakika. Sonra cebinden 20 dolar çıkarıp Meryem'in suratına fırlattı.

Meryem, eğilip yerden parasını alırken Patronu eğilip onun duyabileceği şekilde o iğrenç cümleleri söyledi.

"O adamın teklifini kabul etseydin şimdi on katını kazanmış olurdun aptal kız."

Meryem bir iki adım geri attı. Anlaşılan bu gece iyi anlaşılmamıştı. Yerdeki sandalyeyi aldı ve eski patronunun göğsüne vurdu. Herkes korkuyla kaçışırken, Meryem'in 20 doları adamın gırtlağına soktuğunu fark edemeyecek kadar telaşla kaçışıyorlardı.

" Bana o cümleleri kurmamış olsaydın şerefsiz! Bu gece sağlam yatağında uyuyacaktın." dedi ve adamın yardım edin diye bağırışına umursamadan barı terk etti..

'Bu insanların derdi ne.' diye düşündü yürürken. 'Sadece kiramı ödemek ve ölene kadar yaşamak istiyorum. Neden hayatımı olduğundan daha zorlaştırıyorlar?'

Yerdeki çöplere tekme atınca poşetler yola savruldu. Başına inen şiddetli ağrıyla hızlı adımları yavaşladı. Sırtını soğuk duvara verip bir kaç dakika dinmesini bekledi.

Çantasından ağrı kesici çıkarırken elinin titremesi ile ilaç kutusu parmaklarından kayıp gidince küfür etti.

"Siktir!"

Bir eli ile gözlerini kapatıp ağlamamak için kendini zor tuttu.

"Sadece nefes al Meryem. Sadece nefes al." dedi kendi kendine.

Elini yüzünden çektiğinde karşısında bir çift siyah gözler görmeyi beklemiyordu. Donup kaldı.

'Bayıldım mı?' gözlerini kırpıştırdı. Ama hayır karşısında genç bir adam duruyordu. Kendisinden belkide Dör beş yaş büyüktü. Siyah saçları terden yüzüne yapışmıştı.

"Bana yardım eder misin?" diye sordu genç adam. Ama Meryem şaşkınlıktan genç adamın sadece gözlerinin içine bakıyordu.

"Lütfen! Birinden kaçıyorum bana yardım eder misin?"

Meryem gözlerini kırpıştırdı. Genç adamın ne dediğini umursamadan yanından geçip gidecekti. Çünkü kendisinden başka kimseye yardım edeceğine bile inanmıyordu. Dahası az önce işten kovulmuştu ve yarın ev sahibi kirasını ödemek için kapıya dayanacaktı. Benim kendime bile faydam yok diye düşünüyordu.

Ama genç adam ısrarlıydı. Bir kez daha önüne geçti.

"Lütfen! Sadece beni bir kaç dakika sakla. Yoksa beni bulacak."

Meryem umursamadan bir kez daha yanından geçecekti ama ayak sesleri duyunca genç adamın yalvarırcasına koluna yapışmasıyla daha fazla dayanamadı.

Kolundan tuttu ve eski binanın merdiven altına saklandılar. Bir iki dakika daha bekleselerdi bu genç adam yakalanmış olacaktı. Çünkü o korkutucu adım sesleri sokağa sert bir giriş yapmıştı.

Meryem eğilip göz ucuyla gelen adama baktı. Kasları kollarından fışkırmış, siyah saçları maskenin üstünde dalgalanıyordu. Giydiği siyah kaban rüzgarla havalanınca ne kadar korkutucu ve güçlü olduğunu ancak hayal edebildi.

Gözleri adamın elinde ki silaha takıldı. 'Lanet olsun adamın elinde silah var.' dedi iç sesi. Genç adam yalan söylemiyormuş. Yardım etmeseydi bu genç adam ölecekti.

Bir kez daha genç adama baktı. Meryem zaten kendisine baktığını görünce utanmıştı. Siyah gözleri teşekkür eden bir ifadeyle kızın gözlerine takılmıştı.

Genç adamın kusursuz yüzü bir an Meryem'e çok hoş gelmişti. Keskin çene hatları belirgin büyük siyah gözler. Uzun kirpiklerin altındaki siyah çekici bakışlar. Herkeste olan bir yüz şekli yoktu. Sanki sadece ona özeldi. Bu adam için seçilmişti bu yüz hatları.

' Kusursuz ve çekici.' düşünceleri zihninde bir bayrak gibi dalgalanırken adım sesleri çoktan uzaklaşmıştı. Genç adam saklandığı yerden çıktı.

"Teşekkür ederim. Beni bu gece ölmekten kurtardın." dedi Meryem'in merdivenden yukarı çıkmasını beklerken.

Meryem sadece siyah gözlerine derin derin baktı. Bir kaç cümle kurabilirdi ama dudakları aralanmadı. Sadece çarpık bir gülümseme ve caddeden çıkmak için yürümeye başladı.

Bir hayat kurtarmıştı. İlk defa bir hayat kurtarmıştı. Nasıl hissettiğini düşünüyordu yolda yürürken. Kalbi heyecandan küçük küçük atıyordu. Belki adrenalin diye düşündü ama hayır bu tanıdık bir his gibiydi. Sanki mutluluktu. Uzak olan bu duyguyu düşününce istemsizce dudakları kıvrıldı.

Bir vitrin camından yürürken gülümsemesi gözlerine takılınca duraksadı.

Gülüyordu. 'Az önce gülümsedim.' diye düşündü. Meryem'in sık yaptığı bir şey değildi. En son mutlu olmayı ve gülümsemeyi o dehşet verici günde bırakmıştı çünkü.

Derin bir iç çekerken vitrin camının yansımasından o siyah gözlü genç adamı görünce aniden arkasını döndü.

' Yardım ettim git işte.' dedi öfkeyle içinden. 'Biliyordum işte. Bu yüzden kimseye iyilik yapmıyorum.' kızgın dolu cümleler bir kez daha düşünce olarak yankılandı zihninde.

Genç adam Meryem'in yüzünde nasıl bir ifade gördü kim bilir bir kaç adım geri çekilip bu güzel kadını rahatlatmak için ellerini havaya kaldırdı.

"Sakin ol! Senden başka bir iyilik istemeyeceğim." dedi samimi bir gülümsemeyle.

Meryem yürümeye başladı. İçinden tekrar ediyordu. 'Lütfen takip etme! Lütfen takip etme!'

Ama korktuğu her zaman başına geliyordu. Genç adam ısrarla koşarak yanında yürümeye başladı. Meryem topuklarının üstünde dönüp işaret parmağını genç adamın kusursuz yüzüne uzattı.

"Neden takip ediyorsun?"

Genç adam şaşkınlıkla kaşlarını kaldırıp indirdi. Belkide kızın dilsiz olduğuna inanmıştı. Yoksa kim bu kadar sabırla davranıp konuşmazdı.

"Karşılık vermek istiyorum. Beni ölümden kurtardın."

Meryem gözlerini devirdi. Bu hayatta isteyeceği pek fazla bir şey yoktu. "Karşılıksız yaptım. Şimdi git ve beni rahat bırak!."

Genç adam kızın sert sözlerine kulak vermedi. Sanki bu zamana kadar söylenen sert sözlere hep dalgayla cevap veriyor gibiydi.

"Ben karşılıksız yapmam sert kız. O yüzden istediğin bir şey varsa söyle. Hepsini yaparım."

Meryem gözlerini kısıp genç adama baktı. 'Ne istersem yapacak öyle mi?' diye geçirdi içinden. Kendini ölümden kurtaramadı benim istediğimi yapacak öyle mi? Dalga geçmek için hazırlandı.

" Mesela şu dağları ayağıma getir dersem yapar mısın? "diyerek çocukça bir cümle kurdu. Aslında tamda gülmeye hazırlanıyordu ama genç adam öyle bir baktı ki sanki gerçekten 'dağı ayaklarının altına sereceğim' diyecekti.

" Dağı ayaklarına getiremem ama seni oraya çıkarabilirim. "deyince Meryem'in içinde ki düşünceler kahkaha attı. Nedenini bilmiyordu ama bu genç adam ondan daha tuhaf davranıyordu.

" Tamam yaptın şakanı sert adam şimdi ben eve gidip uyumak istiyorum. O yüzden sen yoluna ben yoluma. "

Genç adamı yolun ortasında bırakarak köşeyi döndü ve caddelerden birine daldı.

"Akıllısı beni bulmaz." dedi elini dağılmış saçlarından geçirerek.

Eve gitmek ve artık duş almak için can atıyordu. Sıcak suyun altında rahatlamak istiyordu. Ama hayat bunu çok görecekti Meryem'e.

Siyah bir araba yolun karşısından ses çıkararak önünde hızlı bir dönüş yaptı. Meryem korkudan kalp krizi geçirmiş gibi kalbini tuttu. Şoför camı indirince az önceki siyah gözleri sonrada yüzündeki muzip sırıtışı görünce olduğu yerde donup kaldı.

"Yine mi sen!" dedi çıkışarak. Bir kaç kişi şaşkınlıkla olayı izliyordu. "Benden ne istiyorsun?"

Genç adam yanında ki boş koltuğu işaret etti. "O çok istediğin dağa götüreceğim seni."

Meryem bir lüks arabaya birde genç adama baktı. "Çaldın mı? Yoksa bir hırsız olduğun içinmi o korkunç adam peşindeydi?"

Genç adam kahkaha atınca Meryem utançla yüzünü buruşturdu. Sanki ben uzaylıyım demiş gibi gülüyordu adam. O kadar saçma bir şey söylediğini düşünerek içten içe kendine kızıyordu.

"Evet sert kız, bu lüks arabayı çaldım ve şimdide daha yeni tanıdığım bir kadını dağa kaçırıyorum." dedi dalgayla.

Meryem alınmıştı, hatta biraz panikle, "Sen sapık mısın?"

Genç adam gülmeyi bırakıp onu azarladı. "Yok daha neler? Ailen sana bu kadar temiz ve yakışıklı bir insanın hırsız olmayacağını öğretme di mi?" deyince Meryem sustu.

Kalbinde bir kaç cam kırılmıştı. Dudakları büzülüp kaşları titreyince genç adam yaptığı hatanın farkına vardı. Arabadan inip kızın yumuşak ellerini nazikçe tuttu. Son yaprağı kalmış bir gülü tutar gibi. Öyle narin öyle yumuşak.

" Özür dilerim sanırım yine aptalca ne konuştuğumu bilmeden kırdım. Gerçekten özür dilerim."

Meryem gözlerini kapatıp açtı. Ellerini çekti ve arabanın etrafından dolanarak ön koltuğa oturdu. Genç adam bir kaç dakikalık şaşkınlığın ardından şoför koltuğuna geçti" Pişman olmayacaksın," dedi, anahtarı kontağa takıp arabayı çalıştırırken.

Frenleri ağlatarak şehirden uzaklaşmak için son gez ilerledi.

Belkide Meryem o gece genç adamı dinlemeyip evine gitseydi farklı olurdu. Belki Meryem o gece sıcak duşun ardından uyusaydı her şey çok daha farklı olurdu. Belki... Ama hayat belkilerden daha acımasızdı.

Yalnızlıkla ayakta duran bir kadın vardı içinde Meryem'in. İçinde atamadığı atmaktan korktuğu bir kaç anı dışında onu hayata bağlayan tek bir canlı yoktu..

Sevgiye ve özleme aç bir kadındı. Asi ve sessizdi. Sessizliği bir okyanusun bekleyen fırtınası gibi dingindi. Gülücükleri sahteydi. İçindeki acı kadar gerçekti ölme arzusu. Unutmaktan korktuğu bir şey varsa oda tekrar birini sevip onun ölümünü yaşama korkusuydu..

Ve Meryem.. Korktuğu ne varsa yaşayacaktı.

MULTİMEDYA : MERYEM

Bölüm sonu...

Unutmayın sevgili okurlarım. Meryem acı çeken kadınlar için yazılmış bir karakterdir.

O meşhur soruma geliyorum. Bölüm nasıldı?

İlk bölüm ama Meryem hakkındaki ilk izleniminiz neydi?

Sizce siyah gözlü adam kim?

Meryem'i dağda neler bekliyor? Tamam böyle sorunca tuhaf oluyor ama.. Ah ah, yarınki bölümü sizin okumanız için ben daha çok heyecanlanıyorum.

Gelelim bölümün başında yazdığım esinlendiğim kısma. Bu kitabın sonunda anlayacaksınız değerli okurlarım. O yüzden ne gördüğümü söylemeyeceğim. Sizleri çok seviyorum. Yarın görüşürüz. 🤎🤎

Bölüm : 07.04.2025 20:23 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...