28. Bölüm

28.Bölüm(Dila❤ Ağir)

Hülya_Alkc
kutuptayazmisalli

KARAHAN KONAĞI....

.

.

.

 

Konağın avlusunda o gece rüzgâr sert esiyor, taş duvarların arasından yankılanan uğultu, Dila’nın içinde bir titreme yaratıyordu. Ağır, oturduğu yerden, avluda toprak zemine diz çökmüş olan Dila’ya soğuk bir bakış atmıştı.

 

"Bu kadar mı düştün, Dila? İhanetinle yetinmedin, şimdi de acizliğinle mi bu konağın yükünü artıracaksın?" dedi, sesi adeta buz gibiydi.

 

Dila, yorgun gözlerle başını kaldırdı. "Ne dersen haklısın, Ağır. Ama ben vazgeçmeyeceğim. Ne kadar sert olursan ol, ne kadar kök söktürürsen söktür, buradayım. Sana olan sevgimden asla vazgeçmeyeceğim," diye fısıldadı.

 

Ağır, ayağa kalktı ve "Sevgi mi dedin? Senin sevgin, ihaneti gizleyen bir maskeden ibaret! Bu konakta sevginin değil, sadakatin bir değeri var. Bugün sadakatin ne demek olduğunu öğreneceksin!"

 

Arkasını döndü ve avluya bekleyen hizmetçileri çağırdı. "Dila, bugün bu konağın tüm hizmetini sen yapacaksın. Bütün yerleri sil, yemekleri hazırla, odaları temizle. Her şey eksiksiz olacak! Bir hata yaparsan, bunu öyle bir ödetirim ki burada kalmayı bile dilersin!"

 

Hizmetçiler, Dila’ya merhametle bakmak isteseler de Ağır’ın öfkesi altında kimse konuşmaya cesaret edemedi. Dila ise yerinden kalktı, gözyaşlarını sessizce sildi ve başını eğerek söyleneni kabul etti.

 

 

Günün ilerleyen saatlerinde, Dila elinde bir bezle konağın büyük taş zeminlerini siliyordu. Dizleri yara içinde kalmış, elleri nasır tutmaya başlamıştı. Ama durmadı, çünkü içindeki inat onu ayakta tutuyordu. Ağır ise üst kattan onu izliyor, soğuk bir şekilde gülümsüyordu.

 

Mahne Hanım yanına geldi ve fısıldadı, "Ağır, bu kadar da acımasız olma oğlum. Ne kadar hata yapmış olsa da o bir insan. Senin karın olarak geldi bu konağa, şimdi bir köle gibi davranıyorsun."

 

Ağır, annesine dönüp sert bir sesle cevap verdi. "O kadın artık benim karım değil. Babamı bile tanımıyorsam onu da tanımam. Bu konakta kalmasının tek sebebi, kendi hatalarının bedelini ödemesi. Acıması hak edecek kadar gururlu olsaydı, bana ihanet etmezdi!"

 

Mahne Hanım içini çekti ama daha fazla bir şey söylemeden uzaklaştı.

 

 

Akşam olduğunda, Dila bitkin bir haldeydi. Konağın her köşesini temizlemiş, mutfakta yemekleri hazırlamış ve sonunda hizmetçilerin yardımıyla sofrayı kurmuştu. Ancak yemek saati geldiğinde, Ağır onu masaya oturtmadı.

 

"Dila, bu sofrada oturmayı hak ettiğini mi sanıyorsun? Hayır. Sen burada sadece hizmet edeceksin. Şimdi git ve yemeğini mutfakta, diğer hizmetçilerle birlikte ye!"

 

Dila, başını eğerek bu aşağılamayı kabul etti. Ancak içinden, "Bir gün bu sofrada, hak ettiğim yerde oturacağım," diye geçirdi.

 

Ağır, masadakilere dönerek sert bir şekilde konuştu. "Herkes şunu bilsin ki, bu konakta ihanet edenin cezası ağır olur. Dila’ya bu şansı, sadece hatasını anlaması için verdim. Ama bir kez daha yanılırsa, bu konaktan sonsuza kadar kovulacak. Ve kimse arkasından tek bir damla gözyaşı dökmeyecek!"

 

Masadaki sessizlik içinde yankılanan bu sözler, Dila’nın içindeki kararlılığı daha da güçlendirdi. Gözyaşlarını içine akıtarak mutfağa gitti ve bir köşede sessizce yemeğini yemeye başladı. Ancak bu zorlukların onu pes ettirmesine izin vermeyecekti. Ne kadar kök söktürürse söktürsün, Ağır’ın güvenini ve sevgisini yeniden kazanmak için her şeyi yapmaya hazırdı.

 

Dila, mutfağın loş ışığında küçük bir tabureye ilişmiş, önündeki tabakta duran yemeklere bakıyordu. Ancak gün boyu süren yorgunluğu ve içli köftenin ağır kokusu, midesini daha da bulandırıyordu. Çatalını yemeğe uzattı, ancak bir lokma bile alacak hâli yoktu. Gözleri dolmuştu, ne Ağır’ın sözleri, ne de hizmetkâr gibi çalıştırılması onu bu kadar yıpratmıştı. Asıl yük, kalbinin içinde taşıdığı suçluluk ve çaresizlikti.

 

Bir an başı döndü, midesi bulanarak kusacak gibi oldu. Aceleyle ağzını kapatıp yerinden kalkmaya çalışırken eli, tabaktaki içli köfteye çarptı. Tabak, masadan kayarak yere düştü ve büyük bir gürültüyle parçalandı. Dila panikle geri çekildi, elleriyle ağzını tutmaya devam ediyordu. Gözleri, yere yayılan yemeğe ve kırık tabaklara dikilmişti.

 

Tam o sırada, kapıda beliren ağır ayak sesleriyle irkildi. Ağır, mutfağa girmişti. Gözleri, yere dökülmüş yemek ve kırılmış tabaklara odaklanınca kaşları çatıldı. Yüzünde beliren öfke, odayı adeta dondurdu.

 

"Bu ne demek oluyor, Dila?" dedi, sesi tok ve tehditkârdı.

 

Dila, panikle ayağa kalktı. "Ben... Ben bilerek yapmadım! Yemin ederim ki, sadece—"

 

Ağır, Dila’nın sözünü sert bir el hareketiyle kesti. "Sus! Yine yalanlarla kendini savunmaya mı çalışıyorsun? Yemeği yere dökerek neyi kanıtlamaya çalışıyorsun? Hizmetkâr olarak bile bu kadar beceriksiz olman şaşırtıcı değil!"

 

Dila, titreyen bir sesle, "Hayır, Ağır! Ben sadece kendimi kötü hissettim... Midem bulandı, tabak elimden kaydı. Lütfen beni yanlış anlama!" diye yalvardı.

 

Ancak Ağır, onun açıklamalarına kulak asmıyordu, daha da sert bir tonla konuştu. "Yeter artık! Sana ne görev verdiysem, hepsini ya eksik ya da yanlış yapıyorsun. Bu konağın bir parçası olmayı bırak, hizmetçi olarak bile varlığın bu evi kirletiyor!"

 

Dila, gözyaşlarını tutamıyordu. Elleriyle kırıkları toplamaya çalışırken keskin bir cam parçası elini kesti. Kan, yere damlamaya başladı, ancak Dila acısını bile hissetmiyordu. Tek derdi, Ağır’ın gözündeki nefreti biraz olsun dindirmekti.

 

"Ağır, lütfen... Bu bir kazaydı. Sana yemin ederim ki—"

 

Ağır, ona doğru bir adım attı ve gözlerini onun gözlerine dikti. "Yemin etme, Dila. Yeminlerinin benim için bir anlamı yok. Bu konağın adını daha fazla lekelemeden kendine çeki düzen ver. Yoksa buradan gitmek zorunda kalacaksın!"

 

Dila, kanayan eline aldırmadan yere eğildi ve kırıkları toplamaya devam etti. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, içinden sadece bir şey geçiyordu: "Ne olursa olsun, burada kalacağım. Ne olursa olsun, Ağır’ın güvenini yeniden kazanacağım."

 

Ağır, ona son bir küçümseyici bakış attıktan sonra arkasını döndü ve mutfaktan çıktı. Ancak içindeki öfkenin ardında, Dila’nın gözlerindeki çaresizlik bir an için kalbini sızlatmıştı. Bu hisse teslim olmamak için derin bir nefes aldı ve kendini daha da sertleştirdi.

 

Dila ise mutfakta, kendi sessiz direnişiyle baş başa kaldı. Kırıkları toplarken bir yandan da içindeki kararlılığı güçlendiriyordu. Ağır’a kendini affettirmek kolay olmayacaktı, ama Dila pes etmeyecekti.

 

Ağır, konağın taş duvarlarının arkasında saklanmış balkonda sessizce sigarasını tüttürüyordu. Gecenin soğuk havası yüzüne vuruyor, ay ışığı taş avluyu aydınlatıyordu. Eline sıkıca tutunduğu sigara, tütünün sıcak külüyle titrek bir ışık gibi yanıp sönüyordu. Ama bu, içindeki yangını söndürmek için yeterli değildi.

 

Dila’nın abisi Jiar’ın yaptıkları, zihninde karanlık bir gölge gibi dolanıyordu. Kırmlı’nın bacısı Dilhun’un çektiği eziyetler, işkenceler ve zorlamalar… Ağır her şeyi öğrenmişti. Jiar’ın kan donduran yöntemleri, ailesini darmadağın eden planları ve en önemlisi, Dilhun’a yaşattığı cehennem… Ağır, Dilhun’un sessizce akan gözyaşlarını, çatlak dudaklarından çıkan kısık yeminlerini ve acı dolu gözlerini unutamıyordu.

 

Dilhun, Ağır’a bir yemin ettirmişti: "Ne olursa olsun, Sen susacaksın, Ağır abi. Susacaksın ve beni durdurmayacaksın." Bu yemin, Ağır’ın boynunda bir zincir olmuştu. Her ne kadar içindeki öfke Jiar’ı bulup onu parçalamak istese de Dilhun’un yeminine sadık kalmak zorundaydı.

 

Sigara, Ağır’ın elinde daha da küçüldü. Bir nefes daha çekti, ciğerlerine dolan duman, sanki içindeki nefretin bir yansımasıydı. Gözlerini uzaklara dikti. Karanlık dağların ardında Jiar’ın varlığını hissetti. Onun yaptığı her şey, Ağır’ın ailesine bir tokat gibi çarpmıştı. Dilhun’un sessiz direnişi ise bu tokadı unutmamak için bir yara izi gibiydi.

 

Dila’nın masumiyeti… ya da masum gibi görünmeye çalışması, Ağır’ın aklını daha da karıştırıyordu. Jiar’ın kardeşi olması, onun üzerindeki her şüpheyi büyütüyordu. Dila’nın o gün yere dökülen yemeği bile, sanki bir semboldü: bu konağa, bu aileye uymayan bir parça olduğunu hatırlatıyordu.

 

Ağır, sigarasını balkonun taş zeminine bastırarak söndürdü. İçindeki yangın dinmiyordu. Dila’ya ne kadar yumuşak davranmaya çalışsa da Jiar’ın gölgesi, Dila’nın her hareketinde onu takip ediyordu. Ona bir şans vermek, adaletle savaşmak gibiydi. Ama bu savaşı kimin kazanacağı belli değildi.

 

Kendi içindeki çatışma, gece boyunca sürecek gibi görünüyordu. Ağır, balkondan içeri adımını attığında, kalbindeki fırtına dinmemişti. Ama bir karar almıştı: Jiar’ın yaptıklarını asla unutmayacak, ama Dilhun’un intikam hakkını elinden almamak için sabredecekti. Bu sabır, Ağır’ın kalbini her geçen gün biraz daha taşlaştırıyordu.

 

Dila, günün yorgunluğunu üzerinden atmak için sıcak bir duş alıyordu. Suyun vücuduna değdiği her an, içindeki keder ve karmaşayı biraz olsun dindiriyor gibiydi. Gözlerini kapatmış, sıcak suyun rahatlatıcı hissine kendini bırakmıştı. Ancak kafasında dönen düşünceler, kalbindeki ağırlığı hafifletmiyordu.

 

O sırada, dalgın bir hâlde odasına giren Ağır, farkında olmadan banyoya yöneldi. Odaya girdiğinde bir şeyin ters olduğunu hissetmemişti; zihinindeki karmaşayla etrafındaki hiçbir şeyi algılamıyordu. Banyoya doğru ilerledi, elini yüzüne sürüp derin bir nefes aldı. Kapıyı açtığında, karşısındaki manzara onu yerinde dondurdu.

 

Dila, suyun altında, çıplak teni buğulanmış camın arkasından belli belirsiz görünüyordu. Ağır, bir an ne yaptığını idrak edemedi. Donup kaldı, ne geri çıkabiliyor ne de bir şey söyleyebiliyordu.

 

Dila ise, bir anda camın arkasında bir gölge fark etti ve irkilerek arkasını döndü. "Ağır!" diye bağırdı, sesi şaşkınlık ve korkuyla doluydu. Elleriyle vücudunu örtmeye çalışırken, titrek bir sesle ekledi: "Ne yapıyorsun burada?"

 

Ağır, aniden kendine geldi. Ama bir şey söylemek yerine, gözleri istemsizce Dila’ya takıldı. Buğulu camın ardından onun çaresiz ama bir o kadar da çekici hâli, içindeki duyguları altüst etmişti. Öfke, utanç, arzu… Hepsi bir anda kalbinde ve zihninde çarpışıyordu.

 

Adım adım banyoya yaklaştı, Dila’nın titreyen sesi onu durdurmaya yetmedi. "Ağır, lütfen... Çık buradan," dedi Dila, gözlerinde korku ve mahcubiyet karışımı bir ifade vardı.

 

Ağır, derin bir nefes aldı ve alçak ama sert bir sesle konuştu: "Neden bu kadar korkuyorsun, Dila? Benim gözümden zaten çoktan düşmedin mi? Bu hâlinle bile ne saklamaya çalışıyorsun?"

 

Dila, ne diyeceğini bilemedi. Gözleri doldu, ama hiçbir şey söyleyemedi. Ağır, onun yanına yaklaştığında, Dila bir adım geri çekildi, sırtı duvara yaslandı. Kalbi hızla çarpıyordu.

 

Ağır, ellerini banyonun duvarına dayadı, Dila’nın yüzüne doğru eğildi. "Beni bu kadar küçük düşüren sen değil miydin? Şimdi neden utanıyorsun? Korkma... Zaten daha fazla düşemezsin."

 

Dila, ağlamamak için dudaklarını ısırdı. "Ağır, bu yaptığın... Lütfen, git buradan," diye fısıldadı.

 

Ağır, bir an duraksadı. Gözleri, Dila’nın yüzündeki korkuya ve gözyaşlarına takıldı. İçinde bir şey kırılmış gibi hissetti. Geri çekildi, ellerini indirip bir adım geriye gitti. Derin bir nefes aldı ve soğuk bir sesle konuştu: "Bu kadar zayıf olduğunu unutmuşum. Ama unutma, Dila... Ne kadar arınmaya çalışırsan çalış, bu konağın kirini temizleyemezsin."

 

Son bir bakış atarak banyodan çıktı. Kapıyı sertçe kapattığında, Dila dizlerinin üzerine çökmüş, gözyaşlarına hâkim olamıyordu. Ağır ise, koridorda yürürken kalbindeki karmaşanın onu daha da derin bir karanlığa sürüklediğini hissediyordu. Hem Dila’ya hem de kendine duyduğu öfke, her geçen gün daha da büyüyordu.

 

Gece yarısı, Karahan Konağı’nda derin bir sessizlik hâkimdi. Yalnızca dışarıdaki rüzgarın hafif uğultusu ve zaman zaman evin duvarlarına vuran soğuk hava sesi duyuluyordu. Dila, uykusunda bir anda midesindeki bulanıklıkla uyandı. Gözlerini açar açmaz, ağrının şiddetiyle midesi kramp gibi kasıldı. Yavaşça doğrulup yatağında oturdu. Gözleri kararmış, başı dönüyordu. Ancak bu seferki durum daha farklıydı; titremeye başlamıştı ve vücudunda ateşin yükseldiğini hissediyordu.

 

Gecenin sessizliğinde, Ağır’ın derin uykusu bozuldu. Dila’nın garip hırıltıları ve nefes alışverişleri, ona hiç de yabancı değildi ama bu gece bir şeyler farklıydı. Bir süre uyandırmamak için gözlerini aralamasa da, Dila’nın bedeni titremeye devam edince, yavaşça gözlerini açtı.

 

"Ne var yine?" diye homurdandı, sesinde öfke barındıran bir tını vardı. Gözleri bulanık ama kesinlikle kararlıydı. Yatakta bir süre doğrulup Dila’ya bakarken, içindeki öfke daha da kabardı. "Sus lan artık, bıktım şu prenses hallerinden!" diye bağırarak, yastığını ters çevirip tekrar yatmak üzere döndü.

 

Dila, gözleri kapalı ve elleri titreyerek ona bakıyordu ama ne kadar çabalarına rağmen, Ağır’ın sözleri ona hiç de umursanacak gibi gelmiyordu. İçindeki ateşin ve soğuk titremesinin etkisiyle gözleri iyice kararmıştı. Her geçen saniye daha da zorlaşıyordu. Ancak Ağır, aldırmadan tekrar sırtını dönüp yatakta rahat bir pozisyonda uyumaya devam etti. O, gözlerini kapatıp, Dila’yı yalnız bıraktı.

 

O anda Mahne Hanım, yatak odasındaki huzursuzluğu fark etti. Dila’nın zorlanarak aldığı nefesleri duydu.Hemen kapısını çalarak içeri girdi. Mahne Hanım, Dila’nın ateşli ve titreyen hâlini gördüğünde, korku dolu bir bakışla genç kadının yanına yaklaştı.

 

"Dila, canım, ne oldu sana?" diye endişeyle sordu, ama Dila neredeyse sesini çıkaramıyordu. Gözlerinde bir panik vardı, titreyen elleriyle Mahne Hanım’ın elini sıkıca tuttu.

 

Mahne Hanım, paniği fark edip, "Ağır!" diye bağırarak hızla genç adamın yanına gitti. Ağır’ın derin uykusu birden kesildi ve gözlerini araladı. Mahne Hanım, telaşla ona Dila’yı gösterdi: "Ağır, Dila çok kötü durumda. Ateşi var, titriyor, bir şeyler yapmalısın!"

 

Ağır, bir an duraksadı, sonra sinirli bir şekilde kalktı. "Daha fazla mı şov yapacak?!" diyerek mızmızlanan Dila'ya baktı. Ancak Mahne Hanım’ın korku dolu bakışları, ona her şeyi hatırlattı. Yavaşça Dila'nın yanına gitti, ama kalbinin içinde hala öfke vardı. Bir an için, Dila’yı tek başına bırakıp yeniden yatmayı düşündü, ama gözleri, genç kadının zayıf ve savunmasız hâlini görünce, bir şeyler kırıldı içindeki sert kabukta.

 

Gözlerini bir an için kapatıp derin bir nefes aldı. Sonra, titreyen Dila’nın ellerini nazikçe tutarak, "Ne yapmamı istiyorsun?" diye sordu, ama sesindeki öfke ve belirsizlik bir şekilde hâlâ devam ediyordu.

 

Ağır, gözlerini kısarak Dila'ya bakarken içindeki öfke iyice kabarmıştı. Mahne Hanım’ın endişesi ve Dila’nın durumuna karşı kayıtsızlığı, onu iyice kızdırmıştı. Dila’nın her zaman böyle mızmızlandığını, yemekleri beğenmediğini, her seferinde bir bahaneyle kaçtığını düşünüyordu.

 

"Daha ne kadar naz yapacaksın, Dila?" diye homurdandı, gözleri keskin bir şekilde kadının üzerine odaklanmıştı. "Anne, bir şey olmaz buna! Hanım efendi verdiğimiz yemekleri beğenmedi diye, yok kokusu ağırmış, yok midem bulanıyormuş... Kaç gündür böyle naz yapıyor!" diye ekledi, Mahne Hanım’a doğru sert bir şekilde bakarak.

 

Sinirle, Dila'nın üzerinden çektiği yorganı tekrar yerine atarken, elleri titriyordu. Sözleri bir yandan sert, diğer yandan kayıtsızdı. "Buna mı dayanacağım ben? Ne zaman doğru düzgün bir şey söyleyecek, ya da ne zaman gerçekten bir şeyler olacak?" diye düşündü, ama sesini çıkarmadan, bir adım geri çekildi.

 

Mahne Hanım, bu tavra daha fazla katlanamayarak, Dila’nın durumuna tekrar odaklandı. Dila’nın gözleri artık ağlamaktan yorulmuştu ve ateşi her geçen dakika biraz daha yükseliyordu. Mahne Hanım, derin bir nefes alıp, "Ağır, lütfen, ona yardım et. Bir şeyler yap, bunu görmüyor musun?" dedi ama Ağır, ona sadece bir bakış attı, ardından sırtını dönüp hızla odadan çıkmaya karar verdi.

 

Odanın kapısı gıcırdarken, Dila’nın mızmızlığı, yorgunluğu ve bedensel sancıları onu bir hayalet gibi takip etti. Ağır, dışarıdaki karanlıkta biraz olsun huzur bulmaya çalıştı. Ama bir türlü içindeki karmaşayı atamıyordu.

 

Genç adam mental açıdan çok yorulmuştu. Dila sürekli onu aşağılıyordu. Sürekli birşeylere hırs edip Ağir'i suçluyordu. Geçmişte sevdiği kadından çok darbe yemişti. Artık güven problemi yaşıyordu. Hem kardeşi Berzan hem karısı Dila hem babası Azat ağa derken ihanet çemberi çoğalıyordu...

 

Devam edecek❤

 

Yıldızı yakmayı ve yorum yapmayı unutmayın....

 

Sizce nasıl olmuş?

 

Hikaye nasıl ilerliyor?

 

 

Bölüm : 11.08.2025 23:21 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...