

KARAHAN KONAĞI...
Kırmızı ve mavi ışıklar Karahan Konağı’nın karanlık bahçesini aydınlatırken, sirenlerin yankısı geceyi yarıyordu. Ambulans konağın önünde durduğunda, Dilhun ve Mirza aceleyle sedyeyi taşıyan sağlık görevlilerine yol gösteriyordu.
Ağır, bir köşede sessizce duruyordu. Elleri yumruk olmuş, nefesi düzensizleşmişti. Gözleri, Dila’nın solgun yüzüne bir kez bile kaymıyordu. Dilhun ise öfkeyle ona döndü, ama bir şey söylemeden ambulansa yöneldi.
"Mirza, çabuk ol!" diye seslendi Dilhun, gözyaşlarını silerek. "Daha fazla zaman kaybedemeyiz."
Mirza, ablasının gözlerindeki korkuyu gördüğünde hiç tereddüt etmedi. "Tamam, abla. Sen sakin ol," dedi ve sağlık görevlileriyle birlikte Dila’yı ambulansa yerleştirdi. Genç kadının zayıf nefes alışları herkesin içine işliyordu.
Dilhun, ambulansa binmeden önce son bir kez Ağır’a baktı. "Abi, ne duruyorsun hâlâ? Gelmeyecek misin?" dedi, sesi çatallıydı.
Ağır, gözlerini kaçırarak bir sigara yaktı. "Siz gidin," dedi kısık bir sesle. "Ben sonra gelirim."
Bu sözler, Dilhun’un sabrını taşırdı. Gözleri öfkeyle doldu. "Sonra mı? Karın burada ölüm kalım savaşı veriyor, sen hâlâ inatla gururunun arkasına saklanıyorsun! Eğer ona bir şey olursa, bu vicdan azabıyla nasıl yaşayacaksın, Abi?" dedi, gözlerinden yaşlar süzülürken.
Ağır cevap vermedi. Sadece başını eğdi ve sigarasından derin bir nefes aldı.
Dilhun daha fazla bir şey söylemeden ambulansa bindi. Mirza da yanına geçti. Kapılar kapandığında, ambulans hızla hastaneye doğru yol aldı. Ağır, sessizce bahçede kalmıştı. Sigara titreyen ellerinde yanarken, içinde kopan fırtınayı bastırmaya çalışıyordu.
.
.
.
Hastane Koridorları...
Dilhun, Dila’nın ameliyata alındığı haberiyle birlikte bekleme salonunda oturuyordu. Ellerini karnına koymuş, hem kendi bebeği hem de Dila için endişeleniyordu. Mirza, ablasının yanında oturmuş, ona destek olmaya çalışıyordu.
"Abla, sakin ol. Her şey yoluna girecek," dedi Mirza, ama kendi sesi bile inandırıcı değildi.
Dilhun, gözlerini ona çevirdi. "Nasıl sakin olayım, Mirza? O kadın orada ölümle pençeleşiyor. Ve abim… hâlâ burada değil!" dedi, öfkeyle.
Mirza derin bir nefes aldı. "Ağır ağabey böyle biri, abla. İçindeki öfkeyi dışarı vurmak yerine, her şeyi kendi içinde yaşıyor. Ama inan bana, o da pişman. Sadece bunu kabul edecek kadar cesur değil."
Dilhun başını iki yana salladı. "Pişmanlık bir işe yaramaz, Mirza. Eğer Dila’ya bir şey olursa, abim bu vicdan azabıyla nasıl yaşar? Ya Dila… ya o bebek…" dedi, gözyaşlarını tutamadan.
Mirza, ablasının ellerini tuttu. "Bak, sen elinden geleni yaptın. Şimdi tek yapmamız gereken beklemek. Dila güçlü bir kadın, bunu atlatacak. Hem nerden çıkardın belki hamile değildir." dedi.
"Mirza kardeşim sen anlamasın. Ama Dila o haldeyken hamile olmaktan başka bir nedeni yok olamaz. "
.
.
.
.
.
Saatler geçtikçe bekleme salonundaki sessizlik, yerini daha derin bir gerilime bıraktı. Dilhun, her kapı açıldığında ayağa fırlıyor, ama her seferinde eli boş dönüyordu. Mirza, ablasını sakinleştirmek için çabalıyordu.
Kapının açılmasıyla birlikte doktorlardan biri dışarı çıktı. Dilhun hemen yanına koştu. "Doktor bey, lütfen bir şey söyleyin. Dila nasıl?" dedi, gözleri umutsuzlukla doluydu.
Doktor, yüzündeki yorgun ifadeyle başını salladı. "Durumu stabil, ama kan kaybı çok fazla. Henüz kesin bir şey söylemek zor. Lütfen dua edin," dedi ve tekrar içeri girdi.
Bu haber, Dilhun’un dizlerinin bağını çözdü. Sandalyeye oturup başını ellerinin arasına aldı. Mirza, onun omzuna dokunarak teselli etmeye çalıştı.
.
.
.
.
Konağın Bahçesi
Ağır, hâlâ konağın bahçesinde duruyordu. Telefonu cebinde titreşiyordu, ama açmaya cesaret edemiyordu. İçindeki savaş, yüzüne yansıyordu. Bir yanda öfkesi, diğer yanda Dila’ya olan sevgisi… Ama gururu, her şeyin önüne geçiyordu.
Sonunda telefonu eline aldı ve bir numarayı çevirdi. "Ne oldu?" diye sordu sert bir sesle.
Dilhun’un sesi, telefondan yankılandı. "Abi, hâlâ burada olmamanın bir bahanesi yok. Dila’nın hâli kötü. Eğer onun başına bir şey gelirse, bu sadece onun değil, hepimizin hayatını mahveder. Artık kendine gel ne olur!" dedi ve telefonu kapattı.
Bu sözler, Ağır’ın içine bir kor gibi düştü. Sigara elinde yanarken, gözlerini konağın kapısına dikti. Ama yine de harekete geçmek için bir adım atmadı. Gururunun ve öfkesinin ağırlığı, onu olduğu yere mıhlamıştı.
.
.
.
.
.
Saatlerdir süren bekleyişin ağırlığı, Dilhun ve Mirza’nın üzerine kara bir bulut gibi çökmüştü. Zaman sanki duraklamış, her saniye bir asır gibi geliyordu. Dilhun, elini karnına koyarak sessizce dua ediyor, gözyaşlarını tutmakta zorlanıyordu. Mirza, bir köşede oturmuş, ablasına destek olmaya çalışıyordu ama onun da yüzündeki endişe açıkça okunuyordu.
Kapının açılmasıyla birlikte, beyaz önlüklü bir doktor dışarı çıktı. Gözlerindeki yorgunluk ve ciddiyet, herkesin yüreğine bir ağırlık daha ekledi. Dilhun, hızla yerinden kalkarak doktorun yanına koştu.
"Doktor bey, lütfen bir şey söyleyin. Dila nasıl?" diye sordu, sesi titreyerek.
Doktor, bir an tereddüt etti. Gözlerini Dilhun’dan Mirza’ya çevirdi ve derin bir nefes aldı. "Hastanın yakınlarından biriyle özel olarak konuşmam gerekiyor. Eşi?" diye sordu.
Dilhun, bir an duraksadı. "Ağır… yani abim… henüz gelmedi," dedi kısık bir sesle.
Doktor, kaşlarını çattı. "Bu durumu kendisiyle konuşmamız gerekiyor. Lütfen onu arayın ve hemen buraya gelmesini sağlayın. Bu tür bir kararı birlikte değerlendirmemiz lazım," dedi ve bekleme salonundan ayrıldı.
.
.
.
.
.
Ağır, hâlâ konağın bahçesinde oturmuş, sigarasını tüttürüyordu. İçindeki öfke ve suçluluk birbirine karışmıştı. Telefonu cebinde tekrar titrediğinde, derin bir iç çekerek açtı.
"Abi, neredesin?" dedi Dilhun, sesi hem öfkeli hem de endişeliydi. "Doktor seni istiyor. Dila’nın durumu hakkında konuşması gerekiyormuş. Hemen buraya gel!"
Ağır, bir an sessiz kaldı. Yüreğinde kopan fırtına yüzüne yansıdı, ama bunu belli etmemeye çalıştı. "Tamam, geliyorum," dedi kısık bir sesle ve telefonu kapattı.
Ağır, hastaneye adımını attığında yüzünde hiçbir duygu belirtisi yoktu. Ama içinde, kalbini sıkan bir korku ve endişe vardı. Gözleri, bekleme salonunda oturan Dilhun ve Mirza’ya kaydı. İkisi de onun geldiğini fark edince ayağa kalktı.
"Doktor seni bekliyor," dedi Dilhun, gözleri dolu dolu. "Lütfen, bu sefer doğru olanı yap, abi."
Ağır, hiçbir şey söylemeden başını salladı ve doktorun odasına doğru yürüdü.
Doktor, masasının arkasında oturuyordu. Ağır, içeri girdiğinde doktor ayağa kalktı ve elini uzattı. "Hoş geldiniz. Eşinizin durumu hakkında konuşmamız gerekiyor," dedi, ciddi bir ifadeyle.
Ağır, karşısındaki sandalyeye oturdu. "Dila nasıl? " diye sordu, sesi titreyerek.
Doktor, derin bir nefes aldı. "Maalesef eşiniz dış gebelik yaşamış. Bu, embriyonun rahim dışında bir yerde gelişmesi anlamına geliyor. Bu durum, hem anne hem de bebek için ciddi riskler taşır. Eşinizin hayatını kurtarmak için gebeliği sonlandırmak zorunda kaldık."
Bu sözler, Ağır’ın üzerine bir balyoz gibi indi. Gözlerini yere dikti, elleri titremeye başladı. "Yani… bebek…" diye mırıldandı, kelimeleri boğazında düğümlenerek.
Doktor, başını salladı. "Bebeği kaybettik. Ama eşinizin hayatını kurtardık. Şu an durumu stabil, ancak ciddi bir süreçten geçtiği için dinlenmesi ve psikolojik destek alması gerekecek."
Ağır, derin bir nefes aldı. İçindeki öfke, yerini derin bir üzüntüye bırakmıştı. "Peki…" dedi, sesi titreyerek. "Bugüne kadar tedavi olduk ama çocuğumuz bir türlü olmadı. Eğer böyle bir şey yaşadıysa… tekrar bir şansımız olur mu?"
Doktor, anlayışla başını salladı. "Dış gebelik, tekrar gebe kalmayı engelleyen bir durum değildir. Ancak eşinizin sağlık durumu ve bu yaşanan olay göz önünde bulundurularak dikkatli bir süreç izlenmesi gerekir. Daha önce denemeleriniz olduysa, bir kadın doğum uzmanıyla detaylı bir planlama yapmanız gerekecek."
Bu sözler, Ağır’ın içine küçük de olsa bir umut ışığı yaktı. Ama aynı zamanda, Dila’nın yaşadığı acının büyüklüğünü bir kez daha fark etti. "Peki, şimdi ne yapmam gerekiyor?" diye sordu, gözleri dolu dolu.
Doktor, nazik bir şekilde gülümsedi. "Eşinizin yanında olun. Ona destek olun. Şu an en çok ihtiyacı olan şey bu."
Ağır, doktorun odasından çıktığında, Dilhun ve Mirza’nın gözleri ona çevrildi. Dilhun, onun yüzündeki acıyı görünce bir şeylerin ters gittiğini anladı.
"Abi… ne oldu?" diye sordu, sesi titreyerek.
Ağır, derin bir nefes aldı ve başını salladı. " Dila hamileymiş. Ama dış gebelik olduğu için düşük yapmış" dedi, gözlerini yere indirerek. "Ama Dila… yaşıyor."
Bu sözler, bekleme salonunda bir sessizlik yarattı. Dilhun, gözyaşlarını tutamadan abisine sarıldı. "Abi, o hâlâ burada. Hâlâ bir şansımız var," dedi, sesi titreyerek.
Ağır, kardeşinin sözlerini duyduğunda gözlerini kapattı. İçinde, kaybettiklerine rağmen bir umut ışığı belirdi "Evet," diye mırıldandı. "Hâlâ bir şansımız var."
.
.
.
.
.
Hastanenin bahçesindeki bankta oturan Ağır, derin bir nefes alarak başını gökyüzüne kaldırdı. Yıldızsız bir geceydi, karanlık ve sessiz. Yanında oturan Dilhun ise karnını hafifçe okşayarak abisine baktı. İkisinin de yüzünde yorgunluk ve kırılmışlık vardı. Sessizliği Dilhun bozdu.
"Abi, Dila iyileşecek, değil mi?" diye sordu, sesi kırılgan ama umut doluydu.
Ağır, derin bir nefes aldı ve gözlerini yere dikti. "İyileşecek," dedi, sesi boğuk ve alçaktı. "Ama… bacım, içimdeki yangını söndürmek kolay değil."
Dilhun, abisinin bu hâlini görünce dayanamadı. "Abi, neden böyle oldu? Neden hepimiz birbirimizi kırıp döktük?" dedi, gözleri dolarak.
Ağır, başını iki elinin arasına aldı. "Bacım… seni o itten koruyamadım," dedi, sesi titreyerek. "Küçücüktün… Şimdi ise anne olmaya hazırlanıyorsun. Ama ben hâlâ seni koruyamadım. Özür dilerim, bacım. Hüküm dediler, herkes bir oldu seni bu bataklığa attılar. Sesini duyamadık. En çok da Jiar'ın sana yaptığı şeylerden… ve hepsinin Dila'nın haberi olup abisini koruması canımı yakıyor, Dilhun."
Dilhun, abisinin sözleri karşısında derin bir nefes aldı. İçindeki öfke ve kırgınlık bir anda gün yüzüne çıktı. "Senin kadar ben de suçluyum, abi," dedi, gözleri dolarak. "Aslında nefret etmem gereken insanlardan medet umdum. Seni suçladım hep. Canımın acısını senden çıkardım. O gün… beni o adamın ellerine bıraktınız diye her gün kahroldum. Ama… yine de istesem o gün o hüküm gerçek olurdu. Yapamadım, abi. Oğlum için Jiar'ın ölümüne göz yummak istemedim."
Bir an durdu, derin bir nefes aldı. "Dila'nın yaptıkları inan benim umurumda değil. Berzan abimin ihaneti daha çok yordu kalbimi. Ama keşke benim yüzümden kızmasaydın Dila’ya," dedi, sesi titreyerek.
Ağır, gözlerini kapattı ve başını salladı. "Senin yüzünden değil, bacım," dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı. "Dila… başından beri çocuk istedi. Her gün, her gece sırf hanımağa olabilmek için bir varis istedi. Ama olmadı, Dilhun. Denedik… gitmediğimiz doktor kalmadı. Sorun Dila’daydı, ama kimseye söylemedim. Sonunda kuma geleceğini biliyordu. O yüzden hep bekledik. Ama o beklemek yerine sürekli sorun çıkardı. Sürekli beni, bizi suçladı."
Derin bir nefes aldı ve Dilhun’a baktı. "Ve şimdi… şimdi bir umudumuz olduğunu öğrendim. Belki bu bebek yok… ama bir şansı varmış. Dila iyileşme göstermiş," dedi, gözleri dolarak.
Dilhun, abisinin sözleri karşısında gözyaşlarını tutamadı. "Abi, bir şeylerin değişmesi için çok geç değil," dedi, elini abisinin koluna koyarak. "Belki bu yaşananlar hepimize bir ders olur. Belki sen ve Dila, yeniden bir başlangıç yapabilirsiniz. Ve… belki hepimiz bu yükten kurtulabiliriz."
Ağır, kardeşine baktı. Gözlerinde yılların yorgunluğu ve içinde sakladığı tüm pişmanlık vardı. "Umarım, bacım," dedi, derin bir iç çekerek. "Umarım…"
İki gençte birlikte hastanenin içine girdiler
Hastanenin önünde bir araç hızla durdu. İçinden öfke ve endişe dolu bir yüzle Jiar indi. Korumalarının ona anlattıkları kanını dondurmuştu. Dila’nın durumu ve Ağır ile Dilhun’un orada olması, içinde hem koruma içgüdüsü hem de bir öfke fırtınası koparmıştı. Jiar, hızlı adımlarla hastane kapısından içeri girdi.
Koridoru geçip bekleme salonuna vardığında, gözleri önce bankta oturan Dilhun ve Ağır’a takıldı. Bir an durdu, derin bir nefes aldı. Kalbi hem öfkeyle hem de endişeyle atıyordu. Adımlarını hızlandırarak onların yanına geldi.
"Bu ne rezillik? Ne oluyor burada?" diye gürledi, sesi hastane koridorlarında yankılanırken.
Ağır, Jiar’ın öfkesine aldırış etmeden başını kaldırdı ve sakin ama sert bir sesle konuştu. "Sakin ol, Jiar. Şu an bu kadar gürültü yapmanın zamanı değil."
Jiar, dişlerini sıkarak Ağır’a bir adım daha yaklaştı. "Dila benim kız kardeşim, Ağır! Onun başına bir şey gelirse bunun hesabını sana sorarım!" dedi, sesi titreyerek. Gözleri öfkeyle parlıyordu, ama altında derin bir korku saklıydı.
Dilhun, aralarındaki tansiyonu düşürmek için araya girdi. "Jiar, lütfen. Şu an tartışmanın sırası değil. Dila içeride, doktorlar elinden geleni yapıyor," dedi, gözleri dolarak.
Jiar, bu kez Dilhun’a döndü. "Sen neden buradasın, Dilhun? Hamilesin, dinlenmen gerekirken buraya gelmişsin. Sana defalarca söyledim, kendini ve çocuğumuzu riske atma diye!" dedi, ama bu sözlerin arkasında endişesi gizliydi.
Dilhun, eşine sert bir bakış attı. "Jiar, Dila burada acı çekerken ben nasıl evde oturabilirim? Onu yalnız bırakamazdım," dedi, sesi kararlıydı.
Ağır, derin bir nefes alarak ayağa kalktı. "Jiar, eğer Dila’nın iyiliğini istiyorsan şu an sakinleşmelisin. Hepimiz endişeliyiz, ama birbirimizi suçlamanın kimseye faydası yok," dedi, gözlerini Jiar’a dikerek.
Jiar, bir an sustu. Ağır’ın sözleri onu duraksatmıştı. Derin bir nefes aldı ve gözlerini yere indirdi. "Ben sadece… ona bir şey olmasından korkuyorum," dedi, sesi bu kez daha yumuşaktı.
Dilhun, eşinin elini tuttu. "Ona bir şey olmayacak, Jiar. Hepimiz buradayız. Ve ne olursa olsun, birlikte üstesinden geleceğiz," dedi, gözlerinden bir damla yaş süzülürken.
Jiar, bir süre sessiz kaldı. Sonunda başını kaldırıp hem Dilhun’a hem de Ağır’a baktı. "Peki, doktor ne dedi? Dila’nın durumu nasıl?" diye sordu, sesi titreyerek.
Ağır, derin bir nefes alarak cevap verdi. "Henüz tam bir bilgi vermediler. Ama… Dila’nın bir dış gebelik geçirdiğini söylediler. Bebeği almak zorunda kalmışlar," dedi, gözleri dolarak.
Jiar, bu sözler karşısında donup kaldı. Elleri yumruk hâline geldi, ama bir şey söylemedi. Gözlerini yere dikerek derin bir nefes aldı. "O hâlde… bekleyeceğiz. Ama bil ki, Ağır, Dila’nın bu hâline sebep olan her şeyin hesabını soracağım," dedi, sesi karanlık ve kararlıydı.
Dilhun, aralarındaki gerilimi hissetti ama bir şey söylemeden Jiar’ın elini sıktı. "Birlikte bekleyeceğiz. Ve Dila için ne gerekiyorsa yapacağız," dedi, sesi titreyerek.
Üçü de sessizce bekleme salonunda otururken, içlerindeki fırtınalar devam ediyordu. Ama o an, hepsi için önemli olan tek bir şey vardı.Dila’nın iyileşmesi.
Devam edecek...
Yıldızı yakmayı unutmayın❤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.43k Okunma |
593 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |