


DİLHUN ❤ JİAR KIRIMLI
.
.
.
Dilhun, odanın rahat köşesinde, Jiyan’ı emzirirken huzurlu bir şekilde oğluna bakıyordu. Jiar’ın gözleri bir yandan oğlundaydı, bir yandan Dilhun’un nazlı duruşunda. Tabi belki birazcıkta güzel karısının dolgun gögüslerinde olabilir.
Dilhun hafifçe gülümseyerek.
"Jiar…"
Jiar gözlerini onun yüzüne çevirerek
"Efendim, gülüm? Bir şey mi istedin?"
Dilhun hafif bir nazla, oğlunu emzirmeye devam ederken.
"Bir şey söyleyeceğim ama kızmayacaksın, tamam mı?"
Jiar hafif endişeyle eğilerek.
"Ne oldu, Dilhun? Söyle, ne istersen yaparım. Sana nasıl kızarım ki?"
Dilhun oyuncu bir ifadeyle kaşlarını kaldırarak.
"Ama söz ver, kızmayacaksın."
Jiar, gülerek ellerini havaya kaldırır.
"Söz veriyorum, kızmayacağım. Ama bu kadar naz yapınca insanın içi daha da merak ediyor. Hadi, söyle artık."
Dilhun, bir an oğluna bakar, sonra hafif bir tebessümle.
"Şey… Kardeşim Mirza, senin kız kardeşin Bejne’yi istemeye gelecek."
Jiar bir an donup kalır, sonra şaşkın bir şekilde.
"Ne? Mirza, benim kız kardeşim Bejne’yi mi istemeye gelecek? Dilhun, ciddi misin?"
Dilhun,hafif bir gülümsemeyle ama nazlı bir şekilde.
"Evet, ciddiyim. Mirza zaten uzun zamandır onunla ilgileniyor. Bejne de boş değilmiş. Ama işte… bunu sana söylemek biraz zor geldi."
Jiar, şok olmuş bir ifadeyle başını kaşır.
"Benim Bejne’m, o küçük, nazlı kızım, birine mi gönül vermiş? Üstelik Mirza’ya? Dilhun, bu biraz hızlı olmadı mı?"
Dilhun, kıkırdayarak.
"Jiar, bu hızla ne ilgisi var? Hem sen de beni çok hızlı gelin etmiştin, hatırlatayım." demişti.
Jiar derin bir nefes alarak gülümser
"Tamam, tamam, kabul. Ama Mirza’nın niyetinin ciddi olduğunu bilmek isterim. Yoksa kimse Bejne’yi üzemez. Hele benim küçük prensesimi."
Dilhun, gözlerini devirerek.
"Jiar, Mirza öyle biri değil. Ayrıca Bejne de kolay kolay kimseye boyun eğecek bir kız değil. İkisi de birbirlerini tanıyorlar. Bu iş olur."
Jiar, hafif bir gülümsemeyle başını sallar.
"Peki, gülüm. Madem sen de destekliyorsun, o zaman gelsinler. Ama bilsin ki Mirza’yı bir sınavdan geçireceğim. Öyle kolayca bu iş bitmez."
Dilhun, gülerek.
"Sınav mı? Jiar, Mirza seni alt eder, benden söylemesi."
Jiar, kahkaha atarak.
"Alt ederse de helal olsun. Ama yine de Bejne’yi istemek kolay olmayacak. Ağabey olmak bunu gerektirir."
Dilhun,başını hafifçe yana yatırarak.
"Sert ağabey pozları kesmeyi bırak da şu oğlumuzu bir süre kucağına al. Senin yüzünden neşesi kaçacak."
Jiar, oğlunu nazikçe kucağına alırken.
"Tamam, hanım ağam . Hem oğlumuz da Mirza ve Bejne’nin düğününde oynayacak yaşa gelir. Haydi bakalım, ailemiz daha da büyüyor."
Dilhun, bu tatlı sohbet sırasında gülümserken Jiar’ın yüzündeki şefkatli ifadeye bakar. Hayatında ilk kez bir huzur ve mutluluk hissetmiştir.
Dilhun, gülerek ve nazlı bir şekilde başını yana yatırır.
"Ne o, Jiar? Oğlumuz daha yeni doğdu. Sen Bejne’yi galiba üç seneye anca verirsin Mirza’ya. O zamana kadar oğlumuz yürümeye başlayacak!"
Jiar, kaşlarını kaldırıp ciddi bir şekilde ama içinde belli belirsiz bir muzurlukla.
"Eee, tabii ki! Bejne’yi kolay kolay kimseye vermem. Hele Mirza gibi birine, önce bin sınavdan geçecek! O zamana kadar Jiyan yürür mü, konuşur mu, Mirza’yı sınamak benim işim."
Dilhun, kahkaha atarak.
"Jiar, sen gerçekten bazen abartıyorsun. Bejne’yi sen büyüttün diye bu kadar korumacı oluyorsun. Ama unutma, o artık bir kadın oldu. Hem Mirza da benim kardeşim."
Jiar, kollarını kavuşturup, hafif bir gülümsemeyle.
"İyi biri olabilir, ama ben yine de emin olmalıyım. Hem, üç yıl mı dedin? Belki dört yıl… Oğlumuz Bejne’nin düğününde yeminle halay başı olur!"
Dilhun, ona bakıp başını iki yana sallar.
"Jiar, sen gerçekten âlem adamsın. Ama neyse, Mirza’nın işini zorlaştırmazsan sevinirim. Yoksa Bejne seni asıl zorlayacak, benden söylemesi."
Jiar, derin bir nefes alıp, oğluna bakarak gülümser.
"Peki, gülüm. Mirza sınavları geçerse Bejne’yi veririz. Ama şimdilik bu konuyu kapatalım. Benim önceliğim, oğlumuz Jiyan’ı büyütmek. O da bir gün benim gibi bir ağabey olacak. Ona da öğreteceğim, kardeşini korumayı."
Dilhun, şefkatle Jiar’a bakarak.
"Sen gerçekten hem çok tatlı, hem de bazen fazla inatçısın, Jiar. Ama bu hâlini seviyorum. Ama uzun süre çocuk deme bana lütfen."
Jiar, ona bakarak hafifçe gülümser
"Tamam tamam demem yavrum.Sen seviyorsan, ben böyle kalırım, gülüm. Ama Bejne konusunda ciddiyim. Mirza’yı önce bir avcı gibi izlemem lazım."
Dilhun, gülümseyerek başını sallarken oğlunu kucağına alır.
"Hadi bakalım, Jiyan. Baban yine muziplik peşinde. Ama sen annen gibi sakin olacaksın, değil mi?"
Jiar,kahkaha atarak.
"Hayal kurma, Dilhun. Oğlumuz kesin benim gibi inatçı olacak!"
.
.
.
MİRAN KIRIMLI'DAN...
Miran, Diyarbakır’ın kalabalık çarşısında arabasını dikkatlice sürerken, yan koltukta yeğeni Jiyan için aldığı büyük bir hediye kutusu vardı. Gözleri mutlulukla parlayan Miran, kendi kendine konuşuyordu.
"Ulan, bu hediyeyi görünce var ya, Jiar ağabey kesin kıskanır. Dilhun yenge de bayılır. Eh, küçük prensin ilk hediyesi benden olacak sonuçta."
Tam bu sırada, karşı şeritten hızla gelen bir araba onun önüne doğru savruldu. Miran, frene son anda bastı ama diğer araç onun arabasına hafifçe çarptı. Şokla arabadan indi. Çarpan araçtan genç ve kendine güvenen bir kız indi.
Kız, ellerini beline koyarak.
"Ne yapıyorsun sen? Kör müsün? Şehir içinde böyle mi araba kullanılır?"
Miran, kaşlarını kaldırarak.
"Şaka lan bu? Ben duruyordum, sen gelip bana çarptın. Bir de beni suçluyorsun!"
Kız, sinirle.
"Ben dikkat ediyordum, ama sen yavaş gitseydin böyle olmazdı! Hem kocaman bir araba sürüyorsun, farkında mısın?"
Miran, gülerek.
"Kocaman mı? Kızım, sen araba kullanmayı yeni mi öğrendin? Kendi hatanı kabul etsen ölecek misin?"
Kız, öfkeyle ellerini iki yana açar.
"Senin gibi ukalalar yüzünden yollar tehlikeli oluyor zaten. Ehliyetini alırken torpil mi yaptırdın?"
Miran, gülümseyerek ve hafif bir alayla.
"Sen daha fazla konuşma, ehliyetin var mı ondan bile şüpheliyim. Neyse, ben zararımı karşılayacak birini bulurum. Ama önce bir aynaya bak da hatayı kim yapmış gör."
Kız,sinirle gözlerini devirerek.
"Ben sana hatanı göstereceğim ama burada değil! Uğraşacak vaktim yok. Zaten başıma ne geldiyse böyle kendini bilmezler yüzünden!"
Miran, arabaya geri binerek.
"Ne diyeyim, kolay gelsin. Ama bir dahaki sefere dikkat et. Bu kadar tatlı biriyle tartışmak zorunda kalmamayı tercih ederim."
Kız, şaşkın bir şekilde.
"Ne? Tatlı mı dedin? Dalga mı geçiyorsun?"
Miran, gülerek arabasını çalıştırır.
"Hadi görüşürüz. Umarım başka bir arabaya çarpmazsın."
Kız, sinirle Miran’ın arkasından bakarken Miran arabasını sürerek konağa doğru yola çıktı. Ancak ne kadar sakin kalmaya çalışsa da içinde bir huzursuzluk vardı. Konağa vardığında sinirle arabadan indi ve elindeki hediyeyle içeri girdi.
Jiar ve Dilhun, Miran’ın yüzündeki ifadeyi hemen fark etti.
"Hayırdır, Miran? Suratın beş karış. Kim seni bu kadar sinirlendirdi?"
Miran, derin bir nefes alarak.
"Boş ver, ağabey. Çarşıda bir kazaya karıştım. Arabama çarptılar, bir de beni suçladılar. Ne insanlar var şu dünyada!"
Dilhun, gülerek.
"Kim bilir, belki o kişi seni biraz daha fazla sinirlendirseydi, burada başka bir hikâye dinliyor olurduk."
Miran, başını iki yana sallayarak.
"Yenge, sen de başlama lütfen. Zaten başım ağrıyor."
Jiar, alaycı bir şekilde.
"Yoksa bir kız mı çarptı arabana? Genelde böyle sinirlenmezsin."
Miran, gözlerini devirecek kadar sinirli ama biraz da utanarak.
"Evet, bir kızdı. Ama öyle dediğiniz gibi değil! Ukala biriydi, o kadar."
Dilhun, kahkaha atarak.
"Ukala mı? Kim bilir, belki kader seni çarpmıştır, Miran."
Miran gülümsemeye çalışarak.
"Yeter artık, dalga geçmeyin. Yeğenim için hediye aldım, ona bakın siz."
Jiar, gülerek.
"Peki, Miran. Ama bir dahaki sefere, arabana çarpan kişiyle biraz daha kibar ol. Belki de bir şeyler başlamıştır, farkında değilsin."
Of, yeter! Bu evde ciddiye alınmak mümkün değil."
Ama odayı terk ederken, yüzünde hafif bir gülümseme belirmişti. O kızın söyledikleri hâlâ aklındaydı. Kim bilir, belki gerçekten bir tesadüf değildi.
Kırımlı Konağı'nda, günün yorgunluğunu atmak için herkes akşam yemeğine hazırlanıyor. Dilhun, Jiyan’ı uyutup odaya döndüğünde Jiar pencerenin önünde duruyordu. Elinde bir kitap, ama dikkatinin kitapta olmadığı belliydi. Dilhun’u görünce gülümseyerek yanına yaklaştı.
"Demek oğlumuz uyudu. Şimdi sıra benimle ilgilenmene geldi, gülüm."
Dilhun, kaşlarını kaldırarak.
"Jiar, oğlumuzun annesi olmam yetmiyor mu? Bir de seninle mi uğraşacağım?"
Jiar,ona iyice yaklaşarak.
"Uğraşmak mı? Yoksa beni ihmal mi ediyorsun? Kıskanıyorum bak, Jiyan benden daha fazla ilgi görüyor."
Dilhun, gülerek
"Tabii ki görüyor. O bir bebek, Jiar. Sen ise koca bir adamsın. Bunu kıskanman komik."
Jiar.oyuncu bir şekilde eğilerek.
"Belki de ben de biraz şımartılmak istiyorum. Mesela şöyle… Biraz sevgi dolu sözler, birkaç öpücük…"
Dilhun, ellerini beline koyarak.
"Jiar, eğer oğlum uyanırsa bu sevgi dolu sözler yerini çığlıklara bırakır. O yüzden dikkat et."
Jiar, ona iyice yaklaşarak.
"Tamam, çığlıklar olmaz. Ama belki fısıltılar olabilir?"
Dilhun, onun bu sırnaşmalarına dayanamayarak gülmeye başlarken Jiar eğilip onu kollarının arasına aldı. Tam o sırada kapıdan bir tıklama sesi geldi. İkisi de aniden toparlanarak kapıya bakar
Bejne, kapıyı hafifçe aralayarak.
"Akşam yemeği hazır. Herkes seni bekliyor, abim. Ve tabii seni de, yenge."
Dilhun gülerek
"Tam zamanında geldin, Bejne. Yoksa Jiar’ın sırnaşmalarından kurtulamayacaktım."
Jiar, alaycı bir şekilde
"Ben sırnaşmıyorum, sevgimi gösteriyorum. Ama neyse, yemeğe gidelim. Yoksa Bejne beni de çekiştirir."
.
.
.
.
Yemek masasında herkes toplanmıştı. Mahmut Ağa baş köşede oturuyor, Dicle Hanım ise sessizce çocuklarına bakıyordu. Miran, Bejne ile bir şeyler konuşurken Jiar ve Dilhun birbirlerine bakıp gülümsemekten kendilerini alamıyordu. Tam herkes keyifle yemek yerken kapı çalındı.
Bejne"Ben bakarım."diyerek kapıya doğru ilerledi.
Kapıyı açtığında içeri, uzun yıllardır Urfa’da yaşayan büyük hala, Zarife Hanım girdi. Üzerinde şık bir elbise, başında güzel bir eşarp vardı. Zarife Hanım’ın torununu görmek için geldiğini duyan herkes ayağa kalktı.
Mahmut Ağa.
"Zarife, hoş geldin! Bu ne güzel sürpriz. Buyur, otur."
Zarife Hanım,gülümseyerek.
"Torunumu görmeden duramazdım. Nerede benim küçük prensim?"
Dilhun, gülerek.
"Uyuyor hala, ama birazdan getiririm."
Tam o sırada, kapıdan başka biri daha girdi. Sabah Miran’a çarpan kızdı bu. Üzerinde sade ama zarif bir kıyafet, elinde küçük bir hediye paketi vardı. Gözleri Miran’a kaydı, ama hemen toparlanarak Zarife Hanım’a döndü.
Kız "Babaanne, neden haber vermeden geliyorsun? Arkandan koşmak zorunda kaldım."
Miran, kızın yüzünü görünce önce şaşırdı, sonra sinirle gözlerini kıstı.
Miran,kendi kendine.
"Bu da mı buraya geldi? Neyse, sakin ol Miran. Sakin ol."
Zarife Hanım:
"Ah, Miran! Tanışmadınız galiba. Bu benim torunum, Rojda. Urfa’dan gelirken beni yalnız bırakmadı."
Miran, zoraki bir gülümsemeyle.
"Tanıştık sayılır. Hatta sabah biraz… karşılaştık."
Rojda, alaycı bir şekilde.
"Evet, çok… etkileyici bir karşılaşmaydı."
Dilhun ve Jiar, ikisi de Miran ve Rojda arasındaki gergin ama ilginç enerjiyi fark edip birbirlerine baktılar. Dilhun, gülerek Jiar’ın kulağına eğildi.
"Galiba Miran için işler daha da eğlenceli olacak."
"Sabah çarptığı kişi Zarife hala’nın torunuysa, Miran’ı güzel günler bekliyor."
Herkes tekrar masaya otururken Miran ve Rojda’nın aralarındaki gerilim odadaki havayı biraz daha ilginç hale getirmişti. Zarife Hanım, torunu Rojda ve küçük Jiyan hakkında konuşurken, Miran’ın yüzündeki ifadeyi gören Dilhun ve Jiar, bu yeni hikâyenin daha başında olduklarını anlamıştı.
Kırımlı Konağı’nda yemek masası, Miran ve Rojda arasındaki laf dalaşıyla şenleniyordu. Herkes onları gülerek izlerken, iki genç birbirlerini haklı çıkarmak için hararetle konuşmaya devam ediyordu.
Miran, kaşlarını kaldırarak.
"Bakın, sabahın köründe yolda sakin sakin gidiyordum. Ama bu hanımefendi, sağa sola bakmadan önüme kırdı. Arabayı neredeyse hurdaya çevirecekti!"
Rojda, ellerini beline koyarak.
"Öyle mi? Asıl sen sabah sabah uykusuz kafayla direksiyon başına geçmişsin! Hız sınırını aşan kimdi, bir hatırlatır mısın?"
Miran, gülerek.
"Ben hız sınırını aşmadım. Sen yavaş sürüyordun. Resmen yolun ortasında dans ediyordun."
Rojda, alaycı bir tonla.
"Eğer biraz trafik kurallarını bilseydin, bu kazayı engelleyebilirdin. Ama tabii sen, kurallara uymak yerine bahane üretmeyi seçiyorsun."
Miran:
"Bahane mi? Hanımefendi, ben kuralları senden iyi bilirim. Ayrıca, sabah beni görünce korkudan direksiyonu mu bıraktın, yoksa gözlerin mi karardı?"
Rojda,sertçe.
"Senin gibi biri beni korkutamaz! Ama doğru, gözlerim karardı. Çünkü o devasa egon yolda önümdeydi!"
Mahmut Ağa, gülmüş
"Yavaş, yavaş! Çocuklar, birbirinizi yemeden önce nefes alın. Miran, oğlum, kızcağız haklı mı değil mi, önce bir karar verelim."
Miran, itiraz ederek.
"Baba ne haklısı? Sabaha kadar uyuyamamış, arabayı üstüme sürmüş!"
Rojda, Mahmut Ağa’ya dönerek.
"Amca, sabah sabah yollar onun babasının malıymış gibi davranıyordu. Ben mi suçlu oldum şimdi?"
Dicle Hanım,gülümseyerek
"Rojda kızım, sen de çok ateşlisin maşallah. Ama biraz sakin olun. Daha yeni geldin, konağın keyfini çıkaracağına kavgaya tutuşmuşsun."
Rojda, mahcup bir şekilde.
"Özür dilerim, Dicle yenge. Ama bu beyefendi beni gerçekten çileden çıkardı."
Miran, kendi kendine mırıldanarak.
"Ben beyefendi değilim, adamım. Bunu bir anla artık."
Mahmut Ağa, ellerini kaldırarak.
"Tamam, tamam. Yeter! Yoksa yemek bitmeyecek. Miran, kız haklıysa özür dile. Rojda, sen de bir daha dikkatli ol. Bu kadar laf dalaşı yeter."
Rojda, hâlâ tatlı bir inatla.
"Ama amca, özür dilemesi gereken o. Çünkü kazayı o başlattı."
"Ben özür dilemem. Çünkü suçlu değilim."
Dicle Hanım, gözlerini devirmeden edemez.
"Miran, bu kız seni sabah da alt etmiş. Şimdi de burada. Bari bir çay ısmarla da uzatmayın."
Rojda ve Miran, aynı anda bağırır.
"Ben mi uzatıyorum?!"
Tüm masa kahkahalarla gülmeye başlar. Rojda ve Miran, hâlâ tatlı tatlı birbirlerine laf atmaya devam ederken, aile bu durumun gelecekteki olayların habercisi olduğunu fark etmiş gibiydi.
Devam edecek...
Yıldızı yakmayı ve yorumlarınızı bekliyorum❤
MİRAN ❤ ROJDA


| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.43k Okunma |
593 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |