

Herkes odalarına çekilmişti. Konağın taş duvarlarının arasında derin bir sessizlik vardı. Yalnızca geceyi yaran cırcır böceklerinin sesi duyuluyordu.
Dilhun, yatağın kenarında oturuyordu. Titreyen ellerinde bir mendil, gözlerinde tarifsiz bir hüzün. O an, Jiar onun sessizliğini daha fazla taşıyamayacağını anladı. İçinde yıllardır sakladığı gerçek, artık kabına sığmıyordu.
Jiar ağır adımlarla yanına geldi. Önünde diz çöktü, ellerini tuttu.
Jiar (kısık sesle):
“Artık zamanı geldi Dilhun… Sana yalan söyleyerek seni daha fazla yaşatamam. Gecenin zifirinde bile olsa, gerçek, senden saklanamayacak kadar büyük.”
Dilhun gözlerini kaldırdı. Endişeyle kocasına baktı.
Dilhun:
“Ne diyorsun Jiar? Hangi gerçeği?”
Jiar derin bir nefes aldı. Gözleri dolmuştu.
Jiar:
“Sen… Azat Ağa ile Mahne Hanım’ın kızı değilsin.”
O an odanın içinde ölüm gibi bir sessizlik çöktü. Dilhun’un nefesi kesildi, dudakları titredi.
Jiar devam etti:
“Yıllar önce… Amcan, amcam Bilal’in ihanet edeceğini, Azat Ağa’ya ihanet edip canına kıyacağını öğrendiler. Bu yüzden bir ‘kurban’ lazımdı. O gün Mahne Hanım ölü doğum yaptı. Ama yakınlarından biri… bir kız çocuğunu getirdi onlara. O kız sendin, Dilhun. Ve herkes bu yalana ortak oldu. Çünkü bu berdel olmalıydı”
Dilhun başını iki yana salladı.
Dilhun:
“Hayır… hayır… sus! Ben onların kızıyım! Annem bana ninniler söyledi… Babam saçımı okşadı… Yalan diyorsun Jiar, YALAN!”
Jiar gözyaşlarıyla onun ellerini daha sıkı tuttu.
Jiar:
“Keşke yalan olsaydı gülüm. Ama değil… Üstelik bir şey daha var… Yıllar önce bu yemini bozmak isteyen biri oldu: abin Ağir. Ben o zaman… diğer abin Berzan ile bir kumar oynadım. Ve seni… kendi elleriyle teslim eden, senin sandığın gibi Ağir değil… Berzan’dı.”
Bu sözlerle Dilhun’un kalbine bir hançer saplanmış gibi oldu. Ayağa fırladı. Gözlerinden yaşlar sel oldu.
Dilhun:
“YETER!… Artık duymak istemiyorum! Benim bütün hayatım… bütün ailem… yalan mıydı?!”
Ve bir çığlık atarak koşarak dışarı çıktı. Jiar neye uğradığını şaşırdı. Hemen oğlunu, Jiyan’ı kucağına aldı ve peşinden koştu.
.
.
.
.
Amed’in Kayalıkları – Gece...
.
.
Ay ışığı kayalıklara vuruyor, uçurumun kenarı gölgelerle ürperti veriyordu. Dilhun ağlaya ağlaya koşmuş, sonunda uçurumun kıyısında durmuştu. Saçları rüzgârda savruluyordu.
Gözleri boşluğa bakıyordu ama aslında gözlerinin önünden bir film şeridi geçiyordu:
— Çocukken annesinin ona söylediği ninniler…
— Babasının saçlarını tararken gülümsediği an…
— Ağir’in omzuna alıp gezdirdiği günler…
— Diğer abilerinin onun için yaptığı eğlenceli oyunlar...
Hepsi birer birer gözünün önünden geçti. Ama hepsi, şimdi bir anda paramparça olmuştu.
Jiar uzaktan koşuyordu, nefes nefese. Feryat ediyordu.
Jiar:
“Dilhun!… Dilhun ne olur yapma! Ben buradayım, ben… Ben senin gerçeğinim!”
Ama Dilhun, onun sesini duymuyordu. Gözleri kapalı, 5 yıldır gördüğü rüyayı hatırlıyordu:
Rüyasında hep uçurumun kenarında durmuştu. Arkasında Jiar’ın haykırışlarını duyar, ama yüzünü ona dönemezdi. O an anladı ki, gördüğü kabus, aslında bu gecenin habercisiydi.
Flashback sahnesi...
-
-
Ahhh!!yine aynı uçurumun kenarındaydım. Kan ter içinde kalmış,adeta ecelimi selamlıyordum.
Her zaman olduğu gibi ,tam kenarında bir salıncak ve kucağımda yeni doğmuş daha kanı silinmemiş bir bebek vardı.Her an düşecek gibiydim. Bebegin tüm çıglıgı uçurumda yankılanıyordu.
Bir tarafım yaşamak bir tarafım ölmek istiyordu. Neydi bu??nasıl bir çıkmaza girmiştim.
Ve en önemlisi neden burdaydım. Kucagımdaki bebek sürekli gögüsüme tutunarak emmek istiyordu.Aman Allah'ım en korkuncu benden süt geliyordu.
Allah'ım ne ile sınanıyordum. Tam bu düşünceler ile kendi kendimi yer iken gür ve öfkeli bir adam belirdi karşımda ,terden saçları anlına yapışmış tüm bedeni kanlar içindeydi. Önceden Yüzü gölgeliydi. Tam göremiyordum.
Ama şimdi tam karşımdaydı.
Jiar evet bu jiar'dı.
"Jiar neden burdayım? Bu bebek kimin?"dedim.
O sadece yalvarır şekilde, kurduğu bir cümleyi tekrar edip duruyordu.
" Sakın Dilhun'um sakın yapma "diyordu.Oysa ben ne yapacaktım.
Bu bebek kimindi. Ve benim kucağımda ne işi vardı.
Ve bir cümle daha kurdu Jiar
"Kadınım, ömrüm, nefesim canıma can olanım gel hadi bak senin için geldim"dedi.
Bana yapma diyen adama boş gözlerle bakmaya devam ederken o son sözleri ile yutkunamadım.
"Oğlumuz da alıp gidelim. Bak oda seni istiyor, yavrumuz annesine doymadan onu anasız koyma"demişti.
Bir anda bebek, kollarımdan uçuruma düştü. Bagırmak istedim , ama sesim çıkmadı.kendimi peşinden atmak kurtarmak, sımsıkı sarılmak ama yapamadım. İçimden bişeyler akıp gitti. Bir hışımla döndüm Arkama ama kimse yoktu.Durduğum yere mıhlanmış gibiydim.O an bağırmak istedim.
Etrafa bakındım ,çaresizce ama kimseler yoktu. Jiar nereye gitmişti. Bebek, ya bebek ölmüşmüydü. Allah'ım neden kimse yoktu. Ya ben niye kalkamıyordum.
Flashback shnesi end...
Jiar sonunda ona yetişti. Kucağındaki Jiyan hıçkırıyordu.
Jiar (çığlıkla):
“Eğer düşersen, biz üçümüz düşeriz Dilhun! Senin nefesin benim nefesim… Senin hayatın benim hayatım! Bak oğlumuza… onsuz kalmasına razı mısın?!”
Dilhun titredi. Gözyaşları yanaklarından süzülürken Jiar’ın sesi nihayet kulaklarına girdi.
Yavaşça döndü. Göz göze geldiler. O anda sanki zaman durdu.
Dilhun (hıçkırarak):
“Ben kimim Jiar? Bana söyle… ben kimim?”
Jiar (yanaklarından süzülen yaşlarla):
“Sen… benim karımsın. Benim ilk ve son sevdam. Adın ne olursa olsun, kimin kızı olursan ol, sen Dilhun’sun. Benim yüreğimin tek sahibi.”
Dilhun dizlerinin bağı çözüldü. Yavaşça uçurumdan geriye doğru adım attı.
Rüzgâr uğulduyordu, gökyüzünde ayın solgun ışığı parlıyordu. Ve sanki bütün dağ, bu üç kalbin feryadını dinliyordu.
Ay ışığı uçurumun siyah taşlarını gümüş gibi parlatıyordu. Dilhun, dizlerinin bağı çözülmüş halde uçurumun kenarında duruyordu. Ayaklarının altındaki taşlar ufalanıyor, aşağıya yuvarlanıyordu. Gözleri boşluğa bakıyordu ama ruhu paramparça olmuştu.
İç sesi:
“Ben kimim? Ben kimin kızıyım? Kimin evladı, kimin emaneti?.. Yıllarca sarıldığım annem aslında annem değilmiş… Baba dediğim adam, aslında bana yabancıymış. Ben neyim? Ben kime aidim? Hiç kimseye…”
Dilhun başını göğe kaldırdı. Yıldızlar sisliydi, nefesi boğazına düğümlendi.
Dilhun (çığlık atarak):
“BEN KİMİM!”
Sesi dağlarda yankılandı.
Arkasından Jiar koşuyordu. Kucağında Jiyan, gözyaşları içinde annesine uzanıyordu.
Jiyan (çocuk ağlamasıyla)
Jiar dizlerinin bağı çözüldü. Kalbi küt küt atıyor, her adımda ciğerleri yanıyordu.
Jiar:
“Dilhun, ne olur yapma! Ben buradayım, seni bırakmadım, bırakmayacağım! Sen bana yalan değilsin, sen bana gerçeksin!”
Ama Dilhun duymuyordu. Zihninde geçmişin kırık dökük anıları fırtına gibi dönüyordu.
Hepsi birbirine karıştı.
Dilhun (hıçkırarak):
“Benim adım yok Jiar! Benim kimliğim yok! Benim ailem yok! Her şeyim yalanmış! Bana kalan tek gerçek acı!”
Bir adım daha attı uçuruma. Ayaklarının altındaki taş parçası aşağı yuvarlandı, kayaların arasında kayboldu.
Jiar (çığlıkla):
“DİLHUUN! Sen benim karımsın! Sen benim nefesimsin! Adın değil, kökün değil, kanın değil… senin kalbin benim hayatım!”
Ama Dilhun’un gözleri dolmuştu, Jiar’ı göremiyordu. Onun yerine kendi rüyasını görüyordu.
Beş yıldır kabuslarında gördüğü an…
Uçurumun kenarındaydı. Arkasında Jiar’ın sesi vardı ama ona dönemiyordu. Aynı şimdi olduğu gibi…
Dilhun (kısık sesle, kendi kendine):
“Demek rüyalarım… beni buraya getirdi…”
Yavaşça gözlerini kapadı. Omuzları titredi.
İç sesi:
“Belki de benim yerim hep burasıydı… Belki de ben zaten hiç var olmadım…”
Ve Dilhun, gözyaşlarını rüzgâra bırakıp, uçuruma doğru kendini bıraktı.
Jiar (haykırarak):
“DİLHUUUUNNNN!”
Kucağındaki Jiyan, annesinin kaybolduğu boşluğa doğru elini uzatıp ağlıyordu.
Ay ışığı kayaların üzerine vuruyor, dağlarda sadece bir adamın feryadı ve bir çocuğun ağlaması yankılanıyordu.
O an, gece de ağlıyordu sanki.
.
.
.
.
Dilhun’un uçurumdan düşüşünü takip eden birkaç dakika… Jiar’ın çığlığı dağlara vurmuştu. O an, sanki kaderin ipleri bir anda kopmuştu.
Ama aynı anda, uzaklardan gökyüzünü yaran bir başka ses yükseldi:
“Tatatatatatata!”
Keleşlerin sesi, karanlığı parçalayarak yankılandı. Gecenin sessizliği bir anda barut kokusuna ve kurşunların uğultusuna teslim oldu.
Karahan Konağı...
Kapılar zorla kırıldı, pencerelerden mermiler yağdı. Avluda koşuşturan adamların ayak sesleri taş zeminde yankılanıyordu. Kadınlar çığlık atıyor, çocuklar annelerine sarılıyor, erkekler silahlarını kapmak için koşuyordu.
Mahmut Ağa bastonunu yere vurdu.
Mahmut Ağa:
“Uyanın! Uyanın! Konağa baskın var!”
Dicle Hanım dua ediyordu.
Kırımlı Konağı
Aynı anda orada da silah sesleri patladı. Kurşunlar camları paramparça etti, avluya inen mermiler tozu dumana kattı.
Azat Ağa hançer gibi bir sesle bağırdı:
Azat Ağa:
“Herkes yerini alsın! Bu gece kimseye boyun eğmeyeceğiz!”
Mahne Hanım çocukları arkasına almış, dua ediyordu. Mirza, Bejne’yi saklamaya çalışırken, genç kadın avludaki ateşleri gözyaşlarıyla izliyordu.
O gece, gökyüzü barut dumanıyla kaplandı. Kurşunların alevi, yıldızlardan daha parlaktı.
Ama kimseye mermi isabet etmedi. Sanki saldırı “gözdağı” vermek için yapılmıştı.
Sabah olduğunda her iki konak da harabeye dönmüş, camlar kırılmış, kapılar delinmişti. Ama asıl yıkım insanların yüreğinde olmuştu.
Mahmut Ağa, bastonunu sıkarken gözlerini kıstı.
Mahmut Ağa:
“Kim yaptıysa, bu kan davası artık daha da büyüdü.”
Azat Ağa, Karahan Konağı’na geldiğinde göz göze geldiler. İki taraf da susuyordu. Ama suskunluğun içinde en derin çığlık vardı.
Ve o sırada gizli haber geldi. Fısıltıyla yayılan söz herkesin kulağına ulaştı:
“Bu baskının ardında Miran Kırımlı var…”
Dicle Hanım’ın eli titredi, bastığı toprağı kayar gibi oldu.
Bejne gözleriyle abisini aradı.
Ve herkes bir anlığına birbirine baktı.
Bu işin sonu artık kanla, ihanetle, yüzleşmeyle bitecekti.
DEVAM EDECEK...
Beğeni atmayı ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🎀
Wattpad yazdığım 4 bölümü sildiği için yeni toparladım bölümleri 🏵
JİAR❤ DİLHUN KIRIMLI


| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 17.43k Okunma |
593 Oy |
0 Takip |
47 Bölümlü Kitap |