46. Bölüm

49.Bölüm(Düğün)

Hülya_Alkc
kutuptayazmisalli

 

“Son Nefeste Bahar”

 

 

🎵 Merziye Rezazî — Mala me li cem mala we ye

(uzun versiyonu, fonda kaval ve dengbêj tınılarıyla, sözleri ninni gibi yankılanıyor)

 

> Mala me li cem mala we ye...

Ev jinê dilsoz û şêrîn e...

Hêdî hêdî, delalê min, bi axa te re...

Rojek tê, winda ye şevên min...

 

 

 

 

Sabah Amed’in üstüne doğarken,

Kırımlı Konağı’nın avlusu beyaz çiçeklerle süslenmişti.

Güneş taş duvarların üstüne vurmaya başladığında,

bir odada, bir kadın aynanın karşısında sessizce oturuyordu.

 

Dilhun.

Saçlarını bir gelin gibi topluyorlardı,

ama her telinde eski günlerin yankısı vardı.

 

Fırçanın her dokunuşunda gözlerinin önüne

bir anı düşüyordu:

Jiar’ın o soğuk bakışı,

bağırışlar, ağlayışlar,

o demir kapı… o yalnız odalar.

 

Aynada bir yanda o eski Dilhun’un gözyaşları vardı,

öte yanda bugünün gülümsemesi.

Kendine baktı uzun uzun…

O gülüş bir mucizeydi.

Çünkü o kadın, bir zamanlar sadece hayatta kalıyordu.

Şimdi ise yaşıyordu.

 

> “Ben o karanlık geceden geldim,”

diye fısıldadı aynaya,

“ama artık o gece ben değilim.”

 

Saçlarını yapan Bejne, sessizce ağladı arkada.

Kimse konuşmadı.

Sadece şarkı yankılandı odada:

 

🎵 Ev jinê dilsoz û şêrîn e,

mala me li cem mala we ye...

 

Aynı anda, konağın diğer tarafında Jiar hazırlanıyordu.

Gömleği iliklenirken aynadaki yansımasına baktı.

Bir an için nefesi kesildi.

Çünkü o aynada, yıllar önceki kendisini gördü.

 

O Dilhun’u zincirleyen,

korkularla seven, sevgisini yarayla gösteren o adamı…

 

Bir an gözleri doldu.

Kravatını bağlayan eller titredi.

Başını eğdi, fısıldadı.

 

“Allah’ım... bana bir kalbi yeniden sevdirmeyi öğrettin.”

 

Dilhun, aynanın karşısında oturur.

Saçları ince örgülerle toplanmış, beyaz duvağı omuzlarından aşağı süzülür.

Yüzünde bir gülümseme vardır ama o gülümseme, yılların içinden gelen bir sessizliğin yankısı gibidir.

Her telini tarayan kuaförün eliyle birlikte, aklı geçmişin her sahnesini yeniden tarar...

 

“O gece… o ilk gece. Zincir sesleri, Jiar’ın öfkesinin yankısı.

O duvarların arasına sıkışmış bir kız vardı… şimdi o kız, bir kadın olmuştu.”

 

Duvarda asılı olan aynada, Dilhun’un arkasında bir siluet belirir.

Jiar.

O da hazırlanıyordur — siyah takımı, beyaz gömleğiyle.

Kendini aynada görür ama gözleri hep Dilhun’dadır.

O da geçmişi görür, her bir sahnesini…

 

“Onu kırdığım her an, bir parçam eksildi.

Ama şimdi... onunla yeniden doğuyorum.”

 

Ağir ve Dila kapıda dururlar.

Dila’nın gözlerinde yaş, Ağir’in bakışında pişmanlık.

O pişmanlık ki, bu iki gencin kaderine sebep olmuştu.

Ama artık söz bitmiş, dua başlamıştı.

 

Dila (sessizce):

“Keşke her şey baştan yazılsaydı... böyle olmazdı hiçbir şey.”

 

Ağir (derin bir nefes alarak):

“Belki de yazılmıştı, Dila. Ama bugün… bugün kader onlara bir şans daha verdi.”

 

Dışarıda…

Kırımlı Konağı’nın avlusu bayraklarla, ışıklarla donatılmıştı.

Dengbêjler sıra sıra dizilmiş, defler ellerindeydi.

Kadınlar yöresel kıyafetlerle halaya hazırlanıyor, erkekler gümüş kemerlerini düzeltiyordu.

Hava, gül suyu ve taze pişmiş tandır ekmeği kokuyordu.

Her köşede bir dua, her yürekten bir “şükür” yükseliyordu.

Aşağıdan davul sesleri yükseldi.

Kadınlar zılgıt çekiyor, çocuklar koşuyordu.

Kırmızı halının ucunda, beyaz bir umut bekliyordu.

 

Ve o anda kapı açıldı.

Dilhun içeri girdi.

Elinde beyaz bir buket, yüzünde ışıktan bir huzur.

Tüm gözler ona döndü.

Ama Jiar’ın gözleri… sadece onun geçmişine baktı.

 

Sanki o an, salon bir perdeye dönüştü;

geçmiş bir film gibi gözlerinin önünden aktı.

Zincirler, geceler, hastaneler, kan,

ama sonra bir bebek ağlaması, bir gülüş, bir affediş.

 

Dilhun yürüdü.

Yavaş, ama dimdik.

Yanına geldiğinde Jiar’ın elleri titredi.

Kadın gülümsedi.

“Bitti,” dedi fısıltıyla,

“Artık hiçbir şey acıtmıyor.”

 

🎵 Rojek tê, winda ye şevên min...

Dilê te ye, em bêne nav hevîn...

 

Arka planda yankılanan o eski dengbêj sesiyle başlar sahne…

“Mala me li cem mala we ye...”

Ezgi ağır akar, tıpkı geçmiş gibi…

Tıpkı bir kadının susarak büyüttüğü acılar gibi.

 

Jiar, kalabalığın içinden bir adım öne çıkar.

Gözleriyle Dilhun’u bulduğunda, etraflarındaki her şey silinir.

Bir an... sadece ikisi vardır.

Birbirlerinin gözlerinde, bir hayatın tamamı gizlidir.

 

Mahmut Ağa gözyaşlarını saklamadan ellerini semaya kaldırır:

“Allah sizi birbirinize yazmış evlatlarım. Bu kez kaderinizi siz yazın!”

 

Azat Ağa başını öne eğer, o da artık biliyordur…

Bir zamanlar günah bildiği şey, bugün bir mucizeye dönüşmüştür.

 

Halaylar başlar, davullar çalar, ışıklar yanar.

Ama Dilhun ve Jiar, o kalabalığın ortasında yalnız kalır.

Dilhun başını hafifçe eğerek fısıldar:

“Artık korkmuyorum, Jiar…”

 

Jiar elini uzatır, parmak uçlarıyla duvağını kaldırır.

“Çünkü artık seni özgür bıraktım, Dilhun.

Ama sen yine de beni seçtin.”

 

Dilhun gülümser, gözlerinden yaş süzülür.

“Çünkü sen artık o eski Jiar değilsin.”

 

Ve o an…

Gecenin ortasında bir sessizlik olur.

Şarkı yeniden başlar:

 

> “Mala me li cem mala we ye...

Li ber dilê min tu ye...”

 

Dengbêjin sesi göğe yükselirken, Dilhun ve Jiar birbirine sarılır.

Kalabalık alkış tutar ama onların duyduğu sadece kalp atışlarıdır.

 

Davul sesleri hafifler, kalabalık susar.

Nikâh memuru önlerinde durur, sesini yankı gibi duvarlara çarptırır:

 

“Dilhun Karahan… hiçbir baskı ve zorlama olmadan, kendi hür iradenle Jiar Kırımlı’ı eş olarak kabul ediyor musun?”

 

Dilhun başını kaldırır.

Bir an gözleri Jiar’a takılır.

O gözlerde ne öfke, ne korku kalmıştır — sadece geçmişin küllerinden doğan bir sevda vardır.

Derin bir nefes alır, dudaklarından titreyen bir fısıltı dökülür:

 

“Evet.”

 

O “evet”, sanki taş duvarların kalbinden yankılanır, gökyüzüne karışır.

Bir kadının hayatta kalış değil, yeniden doğuş sözüdür o.

Ardından memur, başını Jiar’a çevirir:

 

“Jiar Kırımlı… hiçbir zorlama olmadan, kendi isteğinle Dilhun Karahan’ı eş olarak kabul ediyor musun?”

 

Jiar’ın gözleri doludur.

O bir an geçmişteki kendisine bakar — zincirlerin, pişmanlığın, karanlığın içinden gelen adama.

Ama şimdi o adam, affedilmiş bir kalbin önündedir.

Gözlerini Dilhun’dan ayırmadan fısıldar:

 

“Evet.

Bütün geçmişimle, bütün geleceğimle, evet.”

 

Kalabalık bir anda ayağa kalkar.

Zılgıtlar, dualar, alkışlar birbirine karışır.

Ama Dilhun ve Jiar için dünya o anda susar.

Sadece kalplerinin sesi duyulur.

 

Dilhun hafifçe gülümser, elini uzatır.

“Artık aynı yoldayız, Jiar…”

 

Jiar onun elini tutar, başını eğer.

“Ve ben o yolu, seninle yeniden öğreniyorum.”

 

Davul yeniden çalmaya başlar, dengbêjin sesi yükselir:

 

> “Mala me li cem mala we ye...”

 

Ve o anda, Amed’in gökyüzü altında, iki “evet” bir ömürlük dua olur.

O gece, Diyarbakır’ın taşları bile ağlar…

Çünkü iki yaralı ruh, sonunda aynı bedende sükûn bulmuştur.

 

.

.

..

..

 

Fransa'dan İtalya'ya

“Yabancı Gökyüzü Altında”

 

İtalya, Milano’nun dışı. Yağmur yeni dinmiş, taş kaldırımlarda gökyüzü yansıyor.

Siyah bir araba geniş bir villanın önünde durur. Kapı açıldığında Rojda’nın elleri kelepçeli değildir artık, ama bileklerindeki morluklar her şeyi anlatır.

Miran onu omzundan tutar, “İn,” der sadece.

 

Rojda, yavaşça arabadan çıkar. Gözleri etrafta — dev bir villa, gül kokusu, ama içi taş gibi.

Tam kapı açılır, karşılarında Berzan ve Asu belirir.

Asu’nun elinde iki küçük çocuk vardır, ikiz oğulları.

 

Bir anlık sessizlik.

Sonra Asu’nun bakışları Rojda’ya kayar; ve bir an, kendi geçmişini görür o gözlerde.

Korku, çaresizlik, teslimiyet…

Bir zamanlar o da böyle getirilmişti buraya kadın olarak değil, esir olarak.

 

Asu (soğukkanlı bir sesle):

“Hoş geldiniz… ya da belki gelmemeliydiniz.”

 

Miran (umursamaz):

“Burası artık benim de evim sayılır, Berzan.”

 

Berzan (dişlerini sıkarak):

“Bu ev benim geçmişimin mezarı. Onu da mı gömmeye geldin Miran?”

 

Miran (alaycı bir tebessümle):

“Ben sadece geçmişten kaçanlara ayna tutuyorum.”

 

Rojda bir adım geriye çekilir.

Asu hemen fark eder.

Kadın sessizce çocuklarını bakıcıya bırakır ve Rojda’nın yanına gelir, elini tutar.

 

Asu (fısıldayarak):

“Ben de bir zamanlar senin gibiydim. Sustum, ama o sessizlik beni öldürdü. Sakın susma.”

 

Rojda gözlerinden yaşlar süzülür.

Miran’ın sesi arkadan yankılanır:

“Gitmek istiyorsan gidebilirsin, ama benden kurtulamazsın Rojda.

Tıpkı Asu’nun Berzan’dan kurtulamadığı gibi.”

 

Asu döner, gözleri öfkeyle parlar.

“Fark var Miran!

Berzan beni cehenneme attı ama sonra elleriyle çıkardı oradan.

Sen ise… o kadını ellerinle gömeceksin.”

 

Berzan sinirle bir bardak kırar.

“Yeter!”

O an odada çocukların ağlama sesi duyulur.

Asu koşup onları sakinleştirir.

Berzan ellerini başına koyar, derin bir nefes alır, Rojda’ya döner:

“Bu evde kimsenin geçmişi masum değil. Ama Miran, senin cezanı kendi ellerinle vereceğim.”

 

Miran (sessizce):

“Cezam zaten bu, Berzan.

Ben… sevdiğim kadını esir aldım.”

 

Rojda ağlayarak Asu’nun kollarına sığınır.

İki kadın… aynı hikâyenin iki yarası.

Ve gökyüzü, Milano’nun üstünde ağlamaya başlar yeniden.

 

.

.

.

 

“Bir Kalbin İçinde İki Can”

 

Gece yarısı…

Kırımlı konağının taş duvarlarına, uzaktan gelen dengbêjlerin sesi karışıyor.

Avludan içeriye rüzgâr giriyor, perdeler dalgalanıyor.

Odanın içinde Dila, ellerini karnında kenetlemiş, pencerenin önünde duruyor.

Ağır, yatağın kenarında oturmuş, sessizce sigarasını söndürüyor.

İkisinin arasında bir geçmiş, bir pişmanlık, bir sevda var.

Ama bu gece başka… bu gece Dila konuşacak.

 

Dila (titrek bir sesle):

“Ağır…”

 

Ağır (başını kaldırır):

“Ne oldu, niye titriyorsun yine?”

 

Dila dönüp ona bakar. Gözlerinde korku yok bu defa, sadece ışık var.

“Bugün seni sevmeyi öğrenemedim belki,

ama kaderime razı olmayı öğrendim.”

Bir adım atar, elini karnına götürür.

“Ve… kaderim artık sadece benim değil.”

 

Ağır (şaşkınlıkla):

“Ne diyorsun sen, Dila?”

 

Dila bir an gülümser, dudaklarından bir titreme geçer.

“İçimde bir can var, Ağır…”

“Bizim canımız.”

 

O anda sessizlik çöküyor.

Sanki bütün konağın nefesi tutulmuş gibi.

Ağır’ın elindeki sigara yere düşer, gözleri dolu dolu olur.

Bir an inanamaz, sonra elleri titreyerek Dila’nın karnına uzanır.

 

Ağır (kısık bir sesle):

“Gerçek mi bu?”

 

Dila (gözyaşlarıyla):

“Gerçek.

Bir süredir sustum, emin olmak istedim… ama artık saklayamadım.

Ben anne oluyorum Ağır…

Ve sen baba.”

 

Ağır, başını Dila’nın karnına yaslar.

Bir anda, güçlü görünen o adamın içindeki çocuk ortaya çıkar.

Kollarıyla sarar onu, nefesi Dila’nın kalp atışlarına karışır.

“Allah’ım… demek bu kadarını da görecektim.”

 

Dila onun saçlarına dokunur,

“Belki biz birbirimize geç kaldık,

ama o bize zamanında geldi,” der.

 

Ağır (gözyaşlarıyla):

“Artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, Dila.”

 

Dila başını omzuna yaslar,

“Zaten ben o eski Dila değilim ki,” diye fısıldar.

“Artık içimde senin parçan var.

Ve ben ilk kez… korkmuyorum.”

 

Kameranın uzaklaştığı o sahnede, dışarıda sabah ezanı okunmaya başlar.

Yeni bir gün doğar.

Ve o gün, Kırımlı konağı ilk kez sabaha sevinçle uyanacaktır.

 

Sabah güneşi Diyarbakır toprağını altın gibi parlatıyordu.

Karahan konağının avlusunda serin bir rüzgâr esiyor,

dut ağaçlarının altına serilen kahvaltı sofrasından yeni çay kokusu yükseliyordu.

Dila sabahın erken saatinde Mahne Hanım’ın kapısını çalmış, gözleri parıl parıl yanıyordu.

 

Mahne Hanım:

“Hayırdır kızım, sabah sabah böyle heyecanla mı geldin?”

 

Dila (elleriyle karnını tutarak):

“Anne… ben… ben anne oluyorum.”

 

Bir an Mahne Hanım’ın gözleri büyür, sonra yavaşça dudaklarından dualar dökülür.

“Allah’ım şükürler olsun!

Bu konakta yeniden bir bebek sesi duyacağız demek!”

 

O an sesi duyan Azat Ağa da kapıya gelir.

Gururlu ama gözleri nemlidir.

“Vay benim aslan Ağır’ım!

Demek baba olacak ha?”

 

Herkesin içini bir huzur kaplar.

O kadar yıl acı, kavga, kan, gözyaşı dolu geçmişin ardından

nihayet bir hayat filizlenmiştir.

 

Mahne Hanım hemen

“Dilhun ile Jiar’ı çağırın, Kırımlı konağında da bilinsin bu müjde! Hadi toplanın gidin”

 

 

Bir süre sonra Kırımlı Konağı

 

Kırımlı konağının büyük kapısından Karahan ailesi içeri girdiğinde,

Dicle Hanım elinde gümüş tepsiyle onları karşılar.

Konağın her köşesi artık barışın, yeniden doğuşun kokusunu taşımaktadır.

Avluda Dilhun ince, beyaz bir şal içinde oturuyordu;

yanında küçük Jiyan gülerek oynuyordu.

Jiar ise her zamanki gibi onun yanında, sessizce gülümseyerek izliyordu.

 

Dila içeri girdiğinde Dilhun hemen ayağa kalktı.

Onlar artık sadece “eski düşman ailelerin gelinleri” değil,

aynı kaderin iki kadınıydı.

 

Dila (gözyaşlarını tutamayarak):

“Dilhun… ben…”

Bir eliyle karnını tuttu.

“Ben anne oluyorum.”

 

Bir anlık sessizlik…

Sonra Dilhun’un gözlerinden yaşlar süzüldü.

Yavaşça Dila’ya sarıldı,

“Bak…” dedi, “kader yine bizi aynı yerde buluşturdu.

Biz acıyla başladık, ama bak… sonunda hepimiz bir mucizeyle bitiriyoruz.”

 

Dicle Hanım:

“Bu konak bu kadar sessizlikten sonra bebek ağlamasına hasretti.”

 

Mahmut Ağa güldü,

“Eh, torun torba işine de başladık artık! Önce Jiyan'ım şimdi diğer torunum”

 

Jiar bir adım öne çıktı, kardeşine sarıldı.

“Dila, şu an dünyadaki en kutsal duyguyu taşıyorsun.”

 

Ağır (gözleri dolu dolu):

“Sen de taşıdın o duyguyu kardeşim, unuttun mu?

Bir kadını acıya değil, sevgiye doğurtmayı öğrendik artık.”

 

Avluda bu sözlerle birlikte bir sessizlik olur.

Dicle Hanım mutfaktan getirilen kahveleri tepsiyle uzatır.

Dila ve Dilhun yan yana oturur,

ellerinde kahveler.

Bir zamanlar birbirine nefretle bakan iki kadın,

şimdi yan yana gülüyordur.

 

Uzakta güneş batarken, dengbêjlerden biri avlunun taşına oturup yavaş yavaş söylemeye başlar:

 

> “Li ser mala me li cem mala we ye,

ji xwedê re ez spas dikim…

ev navê aşiqî, ev navê mirin e,

lê em jî ji nû ve jîyan dikim…”

 

(Evimiz bizimle, eviniz sizinle;

Allah’a şükür olsun…

Bu aşkın adı ölüm olsa da,

Biz yeniden yaşamayı öğrendik.)

 

Kamera yavaşça uzaklaşırken,

Dila başını Ağır’ın omzuna koyar.

Dilhun Jiar’ın elini tutar.

Avlunun ortasında iki konak halkı birbirine karışmış,

bir yanda çocuk gülüşleri, diğer yanda dua sesleri yankılanmaktadır.

 

O gece herkes biliyordu:

Bu iki konak, yıllar sonra ilk kez aynı sofrada sadece ekmek değil, barışı da bölüşmüştü.

 

Devam edecek...

 

Yıldızı yakmayı ve yorumlarınızı bekliyorum❤🎀

 

Bölüm : 15.10.2025 18:30 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...