
"Sadece izledim... Yıkılışımı görmek kimleri mutlu etti, bilmiyorum."

Melis, tüm gücünü topladı ve yere düşen son cam kırığını da toplarken Luca'nın ayak seslerini duydu. Luca, Melis’in hemen önünde durdu ve elindeki cam parçasını bırakmasını bekledi. Melis, yavaşça kırığı yere bıraktı ve ellerini kanlı bir şekilde önüne koydu.
“Ne kadar beceriksiz olduğunu bir kez daha gösterdin,” dedi Luca, sesi buz gibi soğuktu. “Ama sana merhamet etmeyeceğim. Çünkü merhameti hak etmiyorsun.”
Melis, başını kaldırmadan konuşmaya çalıştı. Sesi zayıf ve titriyordu. “Luca… daha ne istiyorsun? Sana her şeyimi verdim. Artık dayanamıyorum.”
Luca, alaycı bir kahkaha attı. “Her şeyini mi verdin? Sana sahip olduğun her şeyi ben verdim, Melis. Sen sadece bana borçlusun. Bu borcu ödemeden rahat yüzü görmeyeceksin.”
Melis, ellerini yere koyarak doğrulmaya çalıştı. Yüzü acıdan kıvrılmıştı. “Ben insanım, Luca. Lütfen... biraz olsun insaf et. Beni yok ediyorsun.”
Luca, Melis’in bu sözlerine daha da öfkelendi. Elindeki şarap kadehini sertçe masaya bıraktı ve bir adım öne çıkarak Melis’in çenesini sertçe tuttu. Yüzünü ona doğru kaldırdı.
“İnsan mı?” dedi, yüzünde küçümseyen bir ifadeyle. “Sen benim gözümde sadece bir hata düzeltmesi gereken bir zavallısın. İnsan olmak istiyorsan, önce benim kurallarıma uymayı öğren.”
Melis, gözlerini kapatarak kendini tutmaya çalıştı. Ancak acısı ve çaresizliği gözyaşlarına engel olamıyordu. “Lütfen, Luca. Yeter artık. Sana karşı bir hata yapmadım. Beni yanlış anlıyorsun.”
Luca, çenesini bırakıp sert bir şekilde geri çekildi. “Yanlış mı anlıyorum? Senin gibi biri doğruları bilecek konumda değil. Bugünden itibaren bu evde senin adını bile duymak istemiyorum. Sadece emirlerimi yerine getireceksin. Konuşma hakkın bile yok.”
Melis, dizlerinin üzerine çökerek Luca’ya baktı. “Böyle devam edemem. Oğlumuz var, Luca. Onun için biraz olsun merhamet göster. Eğer bana değilse, Buğra’ya acı.”
Luca, Melis’in sözleri karşısında bir an duraksadı. Ancak gözlerindeki öfke hâlâ sönmemişti. “Buğra mı? Onun benim kanımdan olduğunu unutma, Melis. Seninle hiçbir ilgisi yok.
Melis, gecenin ilerleyen saatlerinde yerde yığılmış halde uzun süre kaldı. Cam kırıkları etrafına dağılmış, elleri ve dizleri kan içindeydi. Oğlunun odasından gelen hafif ağlama sesi, onu kendine getirdi. Derin bir nefes aldı, gözyaşlarını sildi ve yavaşça doğruldu.
Oğlunun yanına gitmek istiyordu, ama Luca’nın odasına dönmeden önce orada olması gerektiğini biliyordu. Buğra’nın ağlama sesine rağmen bir an duraksadı. Kendi çaresizliği içinde oğluna ne kadar iyi bir anne olabileceğini sorguladı. Ama sonra, içindeki sevgi, korkusunu bastırdı ve Buğra’nın odasına yöneldi.
Odaya girdiğinde, Buğra yatağında kıpırdanıyordu. Melis, oğlunu kucağına alıp sakinleştirmeye çalıştı. Küçük bedeninin sıcaklığı ona biraz güç verdi.
“Beni affet, oğlum,” diye fısıldadı. “Sana güçlü bir anne olamadım… ama seni korumak için elimden geleni yapacağım.”
O sırada kapının sertçe açılmasıyla Melis irkildi. Luca kapıda duruyordu, kaşları çatık ve bakışları sertti.
“Ne yapıyorsun burada?” diye sordu, sesi soğuktu.
Melis, Buğra’yı sıkıca tutarak cevap verdi. “Ağlıyordu… sadece onu sakinleştirmek istedim.”
Luca, birkaç adım atarak Melis’in yanına geldi. “Buğra benim oğlum. Senin gibi biri onun yanında olmamalı. Hadi, onu yatağına bırak ve çık buradan.”
Melis, gözyaşlarını tutmaya çalışarak Buğra’yı yavaşça yerine bıraktı. Luca, Melis’i kolundan tutarak odadan çıkardı ve kapıyı arkasından kapattı.
Koridorda, Melis’e doğru eğildi ve yüzüne alaycı bir ifadeyle baktı. “Annelik yapmaya çalışıyorsun, ama bunu bile beceremiyorsun. Bundan sonra Buğra’yı sadece benim iznimle görebileceksin. Anladın mı?”
Melis, gözlerini kaçırarak başını salladı. Ancak içindeki öfke ve acı giderek büyüyordu. Luca’nın onu tamamen yok ettiğini hissediyordu, ama oğluna olan sevgisi, bir gün her şeyi değiştirebileceğine dair küçük bir umut ışığı bırakıyordu.
“Bir şey söylemeyecek misin?” diye sordu Luca, sesi tehditkârdı.
Melis, sessizliğini bozdu. “Sana her dediğini yapıyorum, Luca. Daha ne kadar beni ezmek istiyorsun? Ne kadar aşağılamaya devam edeceksin?”
Luca, alaycı bir kahkaha attı. “Bu sadece başlangıç, Melis. Sana itaat etmeyi öğreteceğim. Sen, benim kurallarıma göre yaşayacaksın. Bunu unutma.”
Melis, derin bir nefes alarak başını eğdi. Luca, onu koridora bırakıp kendi odasına doğru giderken, Melis içinden kendine bir söz verdi. Bir gün, bu kâbus sona erecekti. Bir gün, oğlunu alıp bu cehennemden kurtulacaktı. Ama o güne kadar, dayanmalı ve güçlü kalmalıydı.
Luca, gecenin ilerleyen saatlerinde, masanın başında oturmuş viskisini art arda yudumluyordu. Sarhoşluğun etkisiyle gözleri kanlanmış, hareketleri kontrolsüzleşmişti. Melis ise odasında, kollarını dizlerine sarmış, sessizce ağlıyordu. Olanlar zihninde sürekli dönüp duruyordu; bedenindeki yaralar kadar ruhundaki yaralar da derindi.
Aniden odasının kapısı hızla açıldı. Luca kapıda duruyordu; yüzünde alaycı bir gülümseme, elinde yarısı bitmiş bir viski şişesi vardı.
“Ne o, hâlâ mı ağlıyorsun? Kendine acımaktan ne zaman vazgeçeceksin, Melis?” dedi, alaycı bir tonda.
Melis, bakışlarını kaçırarak hiçbir şey söylemedi. Luca, sendeleyerek odaya girdi ve Melis’in önünde durdu.
“Bana bak, Melis,” dedi, sesi daha da sertleşerek. “Bana bu masum, zavallı kız numaralarını oynama. Biliyorsun, bu evde sadece benim kurallarım geçerli.”
Melis, başını kaldırmadan, “Ne istiyorsun, Luca?” diye fısıldadı.
Luca, gülerek şişeyi yere bıraktı ve Melis’in yüzüne doğru eğildi. “Ne mi istiyorum? Sana kim olduğunu hatırlatmak istiyorum. Sana her şeyini borçlu olduğunu hatırlatmak istiyorum.”
Melis, geri çekilmeye çalıştı ama Luca onu sert bir şekilde bileğinden tuttu. “Kaçabileceğini mi sanıyorsun?” dedi, sesi tehditkâr bir hale bürünerek.
Melis, çaresizce, “Luca, lütfen… yapma,” diye yalvardı. Ama Luca’nın gözlerinde bir damla merhamet yoktu.
Gece, Melis için yeniden bir kâbusa dönüştü. Luca’nın zalimliği, onun içindeki tüm umut kırıntılarını paramparça etti. Melis, gözyaşları içinde, ilk günkü çaresizliğini yeniden hissetti. Luca’nın ağırlığı altında, sadece hayatta kalmaya çalışıyordu.
Sabah olduğunda, Melis hâlâ yatağın kenarında kıvrılmış haldeydi. Luca ise yanında rahatça uzanmış, uykusunun etkisiyle hafifçe mırıldanıyordu. Melis, onun kalkmasını beklemeden kalkıp odadan çıkmak istedi ama Luca birden gözlerini açtı.
“Hey, nereye gidiyorsun?” dedi, sesinde hâlâ alaycı bir ton vardı.
Melis, ona dönmeden, “Bırak gideyim,” dedi, sesi titreyerek.
Luca, yerinden doğrulup yatağın kenarına oturdu. “Gideceksin, öyle mi? Dün gece yaptıklarından sonra bu kadar kolay kurtulabileceğini mi sanıyorsun?”
Melis, şok içinde ona baktı. “Ne yaptıklarımdan bahsediyorsun? Sen… sen her şeyi zorla yaptın!”
Luca, alaycı bir şekilde güldü. “Zorla mı? Ah, Melis, sen gerçekten harika bir oyuncusun. Kendini masum göstermek için bu kadar mı çabalıyorsun?”
Melis, gözyaşlarını tutamayarak, “Ben hiçbir şey yapmadım! Sen beni zorladın, Luca!” diye haykırdı.
Luca, yüzüne arsız bir ifadeyle baktı. “Tabii tabii. Her şey benim suçum, öyle mi? Ama unutma, bu evde kimse senin söylediklerine inanmaz. Benim sözüm her zaman daha güçlüdür.”
Melis, çaresizce ellerini yüzüne kapattı. İçindeki acı, bir kez daha boğazını sıkıyordu. Luca, yatağın kenarından kalkıp odadan çıkarken, arkasından bir kez daha sert bir tonla seslendi.
“Ne yaparsan yap, Melis. Benim iznim olmadan bu evde bir adım bile atamazsın. Unutma, seni her şeyinle kontrol eden benim. Ve bu asla değişmeyecek.”
Melis, odada yalnız kalınca dizlerinin üzerine çöküp sessizce ağladı. Bu karanlık ve acımasız dünyada tek başına olduğunu bir kez daha anladı. Ama içindeki bir ses, bir gün her şeyin değişeceğini fısıldıyordu. Belki o gün uzaktaydı, ama umut etmekten başka çaresi yoktu.
Devam edecek...
yıldızı yakmayı ve yorum yapmayı unutmayın lütfen ❤🥰
bu arada spoi az kaldı herşey düzelicek....
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.88k Okunma |
888 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |