16. Bölüm

16.Bölüm( Son Pişmanlık)

Hülya_Alkc
kutuptayazmisalli

"Kalbimde açtığın yaralar, zamanla kapanır mı bilmem. Ama bil ki, her an seni hatırlatan bir iz bırakır."

 

“Melis? Melis! Kalk!” diye bağırdı, ama genç kadın kıpırdamıyordu. Panikle hemen telefonuna sarıldı ve ambulans çağırdı.

 

Hastaneye vardıklarında, Melis hâlâ bilincini kaybetmiş haldeydi. Doktorlar onu ameliyata alırken, Luca dışarıda öfke ve panik arasında gidip geliyordu. Kendi elleriyle bu hale getirdiği kadının yaşaması için dua eder gibi koridorda volta atıyordu.

 

Ancak birkaç saat sonra, Luca’nın sağ kolu olan Leon hızla hastaneye geldi. Yüzündeki ifade, Luca’nın alışık olduğu soğukkanlılıkla tamamen zıttı.

 

“Luca, seninle konuşmamız lazım. Çok önemli!” dedi, sesi endişeliydi.

 

Luca, gözlerini ona dikerek öfkeyle konuştu. “Ne var leon? Görmüyor musun, şu an doğru bir zamanda değilim!”

 

 

Leon, elindeki belgeleri Luca’ya uzattı. “Bu iş düşündüğümüzden daha büyük. Melis masum, Luca. Emily ve diğerleri seni kandırmış. İşte kanıtlar!”

 

Luca, belgeleri alıp okumaya başladığında yüzü kireç gibi oldu. Fotoğrafların montaj olduğu, Emily’in ve hizmetçilerin Melis’e kurduğu tuzaklar, her şey açıkça yazıyordu. Leon'un getirdiği ses kayıtları ise son darbeyi vurmuştu.

 

“Hayır… Bu doğru olamaz…” diye fısıldadı Luca, kendi elleriyle yaptığı zulmün ağırlığını anlamaya başladığında.

 

O an ameliyathanenin kapısı açıldı ve doktorlardan biri dışarı çıktı. “Hastanız şu an için stabil, ama durumu hâlâ kritik. Çok kan kaybetti. Bir süre yoğun bakımda kalması gerekecek.”

 

Luca, dizlerinin bağı çözülmüş gibi yere çöktü. Gözleri yaşla dolarken, içinde bir volkan patlıyordu. Melis’e yaptığı her şeyi, her acıyı, her aşağılamayı bir bir hatırladı. Kendi nefretinden, öfkesinden ve körlüğünden tiksiniyordu.

 

“Melis… Ne yaptım ben sana? Nasıl bu kadar kör olabildim?” diye fısıldadı, ama artık çok geçti. Genç kadın onun yüzünden ölümün kıyısındaydı, ve Luca’nın elinden sadece pişmanlıkla beklemek geliyordu.

 

Hastanenin koridorlarında derin bir sessizlik hâkimdi. Luca, duygularını kontrol edemediği bir karmaşa içinde beklerken, Melis’in başına gelenleri düşünmekten kendini alamıyordu. Ellerini saçlarının arasına geçirmiş, başını eğmiş bir şekilde oturuyordu. Her şey, her yaptığı işkence ve aşağılamalar bir tokat gibi yüzüne çarpıyordu.

 

O sırada Buğra’nın sesi kulaklarında yankılandı. Oğlunun ağlama sesi, koridorun sonundan bile net bir şekilde duyuluyordu. Luca, bir an irkilip doğruldu. Hizmetçi aceleyle küçük Buğra’yı kucağında getirdi.

 

“Efendim, Buğra durmadan ağlıyor. Onu susturamadık. Sanırım annesini istiyor.”

 

Luca, tereddüt etmeden oğlunu kollarına aldı. Küçük Buğra, sanki babasının sıcaklığını hissetmiş gibi aniden sustu ama gözlerinden akan yaşlar hâlâ durmuyordu. Luca, oğlunun küçük yüzüne baktığında içinde bir şeyler kırıldı. Melis’in yokluğu, sadece onu değil, oğullarını da paramparça ediyordu.

 

Luca, Buğra’yı kollarına daha sıkı sararak derin bir nefes aldı. Küçük çocuğun başını göğsüne yaslarken, sesi titreyerek konuşmaya başladı.

 

“Biliyor musun, Buğra? Annen… annen dünyanın en güçlü kadını. Seni o kadar çok seviyor ki… Ama ben… ben ona hep haksızlık ettim. Oysa annene hep hayran oldum. Senin için ne kadar çabaladığını gördüm ama… görememiş gibi davrandım. Kendi hayatımı sana yaşatım oğlum affet”

 

Buğra, sanki Luca’nın sözlerini anlıyormuş gibi yüzünü babasının göğsüne bastırdı. Luca, bir an gözlerini kapatıp, Melis’in ona her zaman verdiği sıcak gülümsemeyi hatırladı. O gülümsemeyi kendi elleriyle yok etmişti.

 

“Annen senin kahramanın, Buğra. Ama ben… ben onu koruyamadım. Ona hak ettiği sevgiyi ve güveni veremedim. Belki de bu yüzden seni kollarına alamadı, seni doyasıya sevemedi. Çünkü benim yüzümden acı çekti.”

 

Luca’nın gözleri dolmuştu. Ağlamamak için kendini zorluyordu, ama içinde biriken pişmanlık duygusu her şeyi paramparça ediyordu. Küçük Buğra’nın minik elleri babasının yüzüne dokunduğunda, Luca kontrolünü kaybetti. Gözyaşları yanaklarından süzülürken, oğluna daha sıkı sarıldı.

 

“Ama sana söz veriyorum, Buğra. Anneni iyileştireceğim. Ona yaşattığım her acıyı telafi edeceğim. Ne pahasına olursa olsun, seni ve anneni yeniden bir araya getireceğim. O, senin gülüşünü görmeden bu dünyada bir gün bile daha fazla acı çekmemeli.”

 

Buğra, babasının kucağında biraz sakinleşmiş gibi görünüyordu. Ama küçük gözlerinden akan yaşlar hâlâ dinmemişti. Luca, oğlunu tekrar kollarına alıp hafifçe salladı ve Melis’in iyileşmesini beklemekten başka bir çaresi olmadığını fark etti. Ancak, içindeki pişmanlık ve kendine duyduğu öfke onu her geçen saniye daha da tüketiyordu.

 

Melis’in yokluğu, Buğra’nın gözyaşları ve kendi kalbinin ağırlığı arasında sıkışıp kalmıştı. Ama bir şeyden emindi: Buğra’nın annesine kavuşmasını sağlamak için her şeyi yapacaktı. Ne olursa olsun, bu kez doğru olanı yapacaktı.

 

Hastane koridorlarında zaman durmuş gibiydi. Günler birbirini kovalarken Luca için her saniye bir ömre bedeldi. Melis’in hâlâ yoğun bakımda olması, oğlunun her gece ağlayarak annesini istemesi ve kendi vicdanının ağır yükü, onu yavaş yavaş tüketiyordu. Gözlerinin altındaki morluklar derinleşmiş, yüzündeki keskin ifadeler yerini bir boşluğa bırakmıştı.

 

Hastane odasının önünde otururken, kafasında dönen düşünceler bir an bile durmuyordu. Melis’in yaralı yüzü, her bir işkencesinde acıyla çığlık atan hali gözlerinin önünden gitmiyordu. Kendi elleriyle paramparça ettiği o kadını şimdi hayatta tutmak için dua ediyordu.

 

"Tanrım, eğer bir mucize varsa, onu bana değil Melis’e gönder. O yaşamayı hak ediyor… Bense…” diyerek ellerini başına götürdü. Ancak kelimeler boğazında düğümlendi. Kendinden o kadar nefret ediyordu ki, Melis iyileşse bile onu affetmeyeceğini biliyordu.

 

Bu sırada, küçük Buğra, dadısının kucağında babasını izliyordu. Gözlerindeki çaresizlik, Luca’nın kalbine bir hançer gibi saplanıyordu. Oğlu her gece ağlarken, onu avutmaya çalışıyor ama hiçbir şey Buğra’nın annesinin eksikliğini dolduramıyordu. Küçük çocuk, her seferinde babasının kucağında kıvrılırken, “Anne… anne…” diye mırıldanıyordu.

 

Bir gün, Buğra yine ağlarken Luca onu kucağına aldı ve sessiz bir odada oturdu. Oğlunu göğsüne yasladı ve fısıldayarak konuşmaya başladı:

 

“Biliyor musun, Buğra? Annen şu an çok uzak bir yerde, ama geri dönecek. Sana söz veriyorum, anneni tekrar göreceksin. O sana tekrar sarılacak, saçlarını okşayacak. Sadece biraz sabretmeliyiz. Annen güçlüdür, oğlum. O her şeyin üstesinden gelir.”

 

Ama Luca bu sözleri söylerken kendi içinde aynı gücü bulamıyordu. Her geçen gün Melis’in yüzünü kanlar içinde bulduğu anı tekrar tekrar hatırlıyor, o anın pişmanlığı içinde boğuluyordu. Her şey, Emily’in planlarından, kendi kör öfkesinden ve yaptığı hatalardan kaynaklanıyordu.

 

Hastane koridorunda yankılanan doktorun ayak sesleriyle irkildi. Doktor Luca’ya yaklaşarak soğukkanlı bir şekilde konuştu:

 

“Melis’in durumu hâlâ kritik. Ancak hayata tutunmaya çalışıyor. Bu onun ne kadar güçlü bir kadın olduğunu gösteriyor.”

 

Luca derin bir nefes aldı ama bu sözler onu rahatlatmak yerine daha da huzursuz etti. Çünkü Melis’in güçlü olması, onun işkencelerine dayanması anlamına geliyordu. "Ben onu bu hale getirdim," diye düşündü içinden.

 

Günler geçiyor, Luca’nın çaresizliği her geçen an daha da büyüyordu. Her sabah Buğra’nın annesini sorduğu anlar, Luca’nın kalbine daha büyük bir ağırlık bırakıyordu. Hizmetçilerin fısıldaşmaları, dadının çaresiz bakışları, Melis’in odasının kapısında bekleyen doktorlar… Hepsi Luca’nın etrafında bir mahkeme kurmuş gibiydi.

 

Ancak Luca için en büyük mahkeme, kendi vicdanıydı. Günlerdir uyumuyor, yemek yemiyor, sadece Melis’in iyileşmesini bekliyordu. Çünkü Melis gözlerini açmadığı sürece, Luca için ne Buğra’nın gülüşleri ne de dünyanın herhangi bir güzelliği anlam taşıyordu.

 

Hastane odasında Melis hâlâ yaşam mücadelesi verirken, Luca bekleyişin getirdiği huzursuzluk ve suçluluk içinde yanıyordu. O an, kapıdan tanımadığı bir kadın girdi. Luca başını kaldırdı; genç kadının gözleri öfke ve kararlılıkla doluydu. Yanında sağ kolu, onunla birlikte gelmişti.

 

“Siz kimsiniz?” diye sordu Luca, soğuk bir tonla.

 

Kadın dik durarak cevap verdi: “Ben Eylül. Melis’in en yakın arkadaşıyım. Buraya onun için geldim.”

 

Luca, bir anlık şaşkınlığın ardından toparlandı. “Onun arkadaşlarının neler yaptığına çoktan şahit oldum. Eğer Melis’in yanında olsaydınız, onun başına bunlar gelmezdi.”

 

Eylül derin bir nefes aldı, kendini sakinleştirmeye çalışıyordu. Ama Luca’nın suçlamaları onu daha da öfkelendiriyordu. “Siz Melis’i tanımıyorsunuz. Onun hayatını mahvettiğiniz yetmezmiş gibi, bir de onu yargılıyorsunuz.”

 

Luca kaşlarını çatarak sert bir sesle, “Ne ima etmeye çalışıyorsunuz?” dedi.

 

Eylül bir adım ileri çıktı. “Sana Melis’in gerçekte kim olduğunu anlatmaya geldim. Çünkü onun ne kadar güçlü bir kadın olduğunu öğrenmeye hakkın var. Belki o zaman yaptıklarının ağırlığını daha iyi anlarsın.”

 

Luca’nın yüzündeki ifade donmuştu. Sağ kolu hafifçe başını sallayarak, “Eylül Hanım, konuşmanıza izin verdim. Lütfen devam edin,” dedi.

 

Eylül derin bir nefes aldı ve Melis’in geçmişini anlatmaya başladı:

 

“Melis senin sandığın gibi bir kadın değil. Evet, zorluklarla dolu bir hayat yaşadı. Ama o hiçbir zaman yanlış bir şey yapmadı. Yeri geldi aç kaldık. Yeri geldi bolluk yaşadık. O benim öz kardeşim gibidir. Herşeyimizi paylaşır birbirimize yeterdik. Ne ben ne de Melis asla para için onurunu namusunu hiçe saymaz. Üniversitedeyken babasının borçları yüzünden çalışmak zorunda kaldı. Bir gece, otelde garson olarak çalışıyordu. O gece orada bir iş adamı varmış. Melis, sadece işini yapmaya çalışıyordum dedi ağlayarak. Israrlarım sonucu korkarak o adam bana zorla dokundu dedi. Sesi kısılmış yüzü gözü tanınmaz durumdaydı. Ağlamış gözleri kan çanağı olmuştu. Melis o adamdan kendini koruyamamış. Çok sarhoştu, dur dedim ama durmadı dedi. Yalvarmış ama kimse sesini duymamış. O pislik yüzünden Melis'in hayatı karardı!”

 

Eylül’ün sesi titremeye başlamıştı, gözleri dolmuştu ama konuşmaya devam etti: “Melis, bu utançla ve korkuyla eve döndüğünde bir kaç hafta sonra hamile olduğunu öğrendi. Kendi babası bile ona inanmadı, onu dövdü, sokağa attı. Melis sokaklarda kaldı. Sonra yanıma geldi. Okulu bıraktı. Sınıf birincisi Melis Karaca okulu bıraktı. Karnında o adamın çocuğuyla. Aldır kurtul dedim ama yine de çocuğundan vazgeçmedi. Hiçbir şeye boyun eğmeden, o çocuğu doğurdu.”

 

Luca’nın yüzü kaskatı kesilmişti. Elleri yumruk olmuştu ama konuşamıyordu. İçinde bir fırtına kopuyordu. “O çocuk… Buğra…” diye fısıldadı kendi kendine.

 

Eylül devam etti: “Evet, Buğra. Melis onun için her şeye katlandı. Ama sen ne yaptın? Ona en kötü hayatı yaşattın. Kendi oğlunun annesine cehennemi yaşattın.”

 

Eylül, gözyaşlarını sildi ve Luca’nın gözlerinin içine bakarak konuşmasını bitirdi: “Sen onun yaşadığı hiçbir şeyi bilmeden, onu yargılayarak mahvettin. Ama asıl mahvolması gereken kişi o adam. O, Melis’in hayatını çalan adam. Sensin”

 

 

“Ben… hatırlamıyorum. O gece… Melis. Ama ben… ne yaptığımı bilmiyordum. Sarhoştum. Melis’in yüzünü bile hatırlamıyorum. Tanrım…” Luca ellerini yüzüne kapatarak geriye doğru sendeledi.

 

Eylül, şok içinde bir adım geri çekildi. “Sen…” diye fısıldadı. “Melis’i mahveden adam sensin ve bunu bile hatırlamıyorsun!”

 

Luca, dizlerinin üzerine çöktü. İçindeki suçluluk, pişmanlık ve utanç dalgası onu boğuyordu. “Ben… bilmiyordum. Tanrım, Melis’e bunu nasıl yapabildim? O benim oğlumun annesi… O benim oğlumun annesi!” diye inledi.

 

Eylül ise ona acıyarak baktı ama bir şey söylemedi. Çünkü Luca’nın hissettiği pişmanlık, onun kelimelerinden daha ağırdı. O an, Luca kendi içindeki karanlıkla yüzleşmek zorundaydı.

 

Luca odadan hızla çıktı. Koridorun sonundaki geniş camdan dışarı baktı; derin nefesler alarak düşüncelerini toparlamaya çalışıyordu. Ancak zihninde Eylül’ün söyledikleri yankılanıyordu: “Melis her şeyi tek başına göğüsledi. Sen ise onun hayatını mahvettin.”

 

O anda, Buğra’nın ağlama sesi kulaklarında yankılandı. Sanki oğlunun ağlayışı, Melis’in çektiği acıların yankısıydı. Luca, kararsızca Melis’in odasına gitmek istedi, ancak bir adım bile atamadı. O kadar suçlu hissediyordu ki, onun yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu.

 

Eylül, arkasından geldi. “Luca,” dedi sakin ama kararlı bir sesle. “Eğer bu yükle yaşayacaksan, en azından Melis için doğru olanı yapmalısın.”

 

Luca dönüp ona baktı, gözleri boş ve çaresizdi. “Doğru olan ne? Ona yaşattıklarımı nasıl telafi edebilirim? Bu mümkün değil. Ben her şeyin sebebiyim. Onun yaşadığı her acının, her gözyaşının sebebi benim.”

 

Eylül başını iki yana salladı. “Telafi etmek için değil, onun için bir şey yap. Ona gerçekten ihtiyacı olanı ver. Sevgi, güven ve özgürlük. Melis senden bunları istedi, başka hiçbir şey değil. Ama sen hep aldın. Şimdi verme sırası sende.”

 

Luca derin bir nefes aldı. Yavaşça Melis’in odasına doğru ilerledi. İçeri girdiğinde, Melis’in hareketsiz bedenine baktı. Vücudu hâlâ yara bere içindeydi. Solgun yüzü, çektiği acıların bir aynasıydı. Oğlunun annesini bu hale getiren kişi kendisiydi ve bunu kabullenmek Luca için dayanılmaz bir yüktü.

 

Luca, yatağın kenarına oturdu ve yavaşça Melis’in elini tuttu. Parmaklarının soğukluğu onu ürpertti. “Melis…” diye fısıldadı, sesi titriyordu. “Eğer beni duyuyorsan, lütfen beni affet. Sana yaşattıklarımı telafi edemem. Ama eğer bir şansın varsa, bir şansımız varsa… lütfen bana bir yol göster.”

 

O sırada Buğra’nın ağlama sesi yeniden yankılandı. Luca hızla kalktı ve oğlunu almak için beşiğe yöneldi. Onu kollarına aldığında, Buğra hemen sakinleşti. Luca, oğluna bakarak derin bir iç çekti.

 

“Babanın ne kadar berbat bir insan olduğunu bilmiyorsun, değil mi?” diye fısıldadı. “Ama annen… annen dünyanın en güçlü kadını. Senin için her şeyi yaptı. O hayatta kalmak için savaştı. Ve ben onun savaşını görmezden geldim. Ama artık değişecek, Buğra. Sana söz veriyorum, değişecek.”

 

Luca, oğlunu kucaklayarak Melis’in yanına oturdu. Yavaşça Buğra’yı annesinin yanına yatırdı ve elini Melis’in eline koydu. “Seni kaybetmeyeceğim, Melis. Ne pahasına olursa olsun, seni kaybetmeyeceğim.”

 

Eylül kapının eşiğinde duruyor, bu sahneyi sessizce izliyordu. Luca’nın pişmanlığına tanık olmuştu. Ama pişmanlık yeterli değildi. Melis’in hayatta kalması ve Luca’nın bu kez doğru olanı yapması gerekiyordu.

 

 

Devam edecek...

 

Yıldızı yakmayı ve yorum yapmayı unutmayın❤❤

 

 

Bölüm : 27.12.2024 23:39 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...