

Odanın içinde yankılanan sessizlik bir anda Melis’in kalp monitöründen gelen keskin bir sesle bölündü. Bip... Bip... Ses aniden düz bir çizgiye dönüştü.
“Hayır!” diye bağırdı Luca, yerinden fırlayarak. Melis’in hareketsiz bedeni karşısında ne yapacağını bilemez haldeydi. “Onu kaybedemem!”
Doktorlar ve hemşireler hızla odaya doluştu. “Çıkmanız lazım!” diye uyardı biri, Luca’yı dışarı iterek. Ama Luca yerinden kıpırdamıyordu. Gözleri sadece Melis’e odaklanmıştı. “Hayır, gitmiyorum! Onun yanında kalacağım!”
Eylül, Luca’nın koluna yapıştı ve onu dışarı çekmeye çalıştı. “Luca, bırak doktorlar işlerini yapsın! Melis için buradan izlemek zorundasın!” diye yalvardı.
Luca istemeye istemeye geri çekildi. Kapının önünde, çaresizlikle ellerini saçlarına geçirerek yürümeye başladı. Her saniye bir ömür gibiydi. Melis’in monitöründen gelen düz çizgi sesi, sanki onun hayatını da emiyordu.
Doktorlar ellerinden gelen her şeyi yapıyordu. Kalp masajı, defibrilatör... Yüksek voltajlı elektrikle vücudu bir kez daha sarsıldığında, doktorlardan biri umutsuzca başını salladı.
"Hastanın ölü-"
" Durmayın, eğer durursanız tanrı şahidim olsun sizi gebertirim " diyerek belindeki silahı çekmişti.
Silahı gören doktorlar teslim oluyoruz şeklinde ellerini havaya dikerek “Bir kez daha deneyelim!” dedi başka bir doktor.
“1, 2, 3... Şimdi!”
Bir anda monitörden bir bip sesi duyuldu. Ardından bir tane daha... ve bir tane daha... Luca ve Eylül duydukları sese inanamadılar. “Dönüyor...” diye mırıldandı Eylül.
Luca, bir an durdu. Gözleri dolmuştu ama buna aldırmadı. Silahı beline takmış ve dışarı çıkmıştı.
Peşinden bir hemşire çıkıp başıyla onay verdi. “Kalbi tekrar çalıştı. Ama çok zayıf.”
Luca bu sefer ağır adımlarla odaya girdiğinde, Melis’in solgun yüzüne baktı. Gözleri hâlâ kapalıydı, ama kalp monitörü düzenli bir şekilde çalışıyordu. Yavaşça yatağın kenarına çöktü ve ellerini yüzüne kapatarak sessizce ağladı.
“Sana bunu ben yaptım,” diye fısıldadı. “Ben seni bu hale getirdim. Ama yemin ederim, eğer hayata tutunursan, her şeyi değiştireceğim. Seni bir daha asla incitmeyeceğim. Seni ve oğlumuzu koruyacağım. Sadece lütfen, lütfen gitme...”
Eylül, kapının eşiğinden bu sahneyi izlerken derin bir nefes aldı. Melis hayata dönmüştü, ama zorlu bir savaşın ortasındaydılar. Luca’nın içindeki pişmanlık ne kadar gerçek olursa olsun, Melis’in buna karşılık verebilmesi zaman alacaktı.
Doktor, sessizce Luca’nın yanına yaklaştı. “Hâlâ çok zayıf. İyileşmesi zaman alacak, ama umut var. Onun için güçlü olun.”
Luca, başını sallayarak Melis’in elini tuttu. “Ben güçsüzdüm, doktor. Ama artık onun için güçlü olacağım.” dedi, kararlı bir sesle. “Sadece hayatta kalsın.”
Melis’in kalp atışları, Luca’nın içinde yeni bir umut doğurmuştu. Ama bu, onun için sadece bir başlangıçtı. Geçmişin gölgesinden kurtulmak ve Melis’i yeniden kazanmak için önünde uzun bir yol vardı.
Günler geçmiş, Melis hâlâ hastane yatağında derin bir sessizlik içinde yatıyordu. Luca her gün başucundaydı, gözlerini ondan ayırmıyor, her nefesini dikkatle takip ediyordu. Yüzü kederle karışık bir umut taşıyordu. Melis'in zayıf bedenini izlerken, geçmişte yaptığı hataların ağırlığı omuzlarına çöküyordu.
Bir sabah, Melis’in parmakları hafifçe kıpırdadı. Luca hemen eğildi, onun elini avuçlarının içine alarak fısıldadı: “Melis… Duyuyor musun beni? Ben buradayım.”
Melis’in gözleri yavaşça aralandı. İlk başta bulanık görüyordu, ama karşısındaki Luca’nın silueti netleşince gözleri hafifçe doldu. “Bu… bir rüya mı?” diye mırıldandı, sesi çatallı ve güçsüzdü.
“Hayır,” dedi Luca, gözyaşlarını gizlemeden. “Gerçek. Seni kaybetmekten çok korktum.”
Melis’in gözlerinde bir acı parladı. Yavaşça konuştu: “Beni kaybetmekten korktun mu? Ama zaten kaybetmiştin, Luca. Her şeyimi aldın. Ruhumu, bedenimi, hatta oğlumu…”
Bu sözler Luca’nın kalbine bir bıçak gibi saplandı. Başını öne eğdi, bir süre konuşamadı. Sonunda, derin bir nefes aldı ve itiraf etti: “Haklısın. Sana yapmadığım kötülük kalmadı. Ama bilmeni istiyorum, Melis… Seni kurtarmak için ne gerekiyorsa yapacağım. Bu hayatta bir daha kimse sana zarar veremeyecek. Seni koruyacağım. Sana ve Buğra’ya…”
Melis, gözlerini yavaşça kapattı. Konuşacak gücü kalmamıştı, ama içinde yankılanan Luca’nın sözleri ona hem bir umut, hem de bir korku verdi.
.
.
.
Birkaç gün sonra...
Melis’in durumu biraz daha iyiye gitmişti. Doktorlar, vücudunun yavaş yavaş toparlandığını, ancak ruhsal olarak büyük bir desteğe ihtiyacı olduğunu söylemişti. Luca, Melis’in yanından bir an bile ayrılmıyor, oğulları Buğra’yı her gün getirip ona Melis hakkında anlatıyordu.
Bir sabah, Luca elinde bir fotoğrafla odaya girdi. Bu, Melis’in ve Buğra’nın doğumdan hemen sonraki bir fotoğrafıydı. Fotoğrafı Melis’in ellerine bırakarak sessizce konuştu: “Biliyor musun, o gün ne kadar güçlü olduğunu anlayamamıştım. Şimdi bakınca, senin ne kadar cesur olduğunu görüyorum. Buğra’ya bir anne değil, bir kahraman olmuşsun. Ve ben… Ben o kahramanı yok etmek için elimden geleni yaptım.”
Melis, fotoğrafa uzun süre baktı. Gözleri dolmuştu, ama gözyaşlarını akıtmadı. Sonunda sessizce konuştu: “Luca, ne söyleyeceğini bilmiyorum. İçimde seni affedebilmek için bir parça bile kaldı mı, emin değilim. Ama Buğra için güçlü olmam gerekiyor. Onun annesi olarak kalabilmek için…”
Luca, Melis’in bu sözlerinden sonra bir daha konuşamadı. Tek yaptığı, onun yanında oturup sessizce onun iyileşmesini beklemek oldu.
.
.
.
.
Gece olduğunda...
Hastane odası sessizdi. Melis yatağında uyurken, Luca pencerenin önünde ayakta durmuş, şehir ışıklarını izliyordu. Kendi kendine mırıldandı: “Sana o kadar çok şey borçluyum ki, Melis. Ama artık sadece sözler yetmez. Seni hak etmek için her şeyi yapacağım. Oğlumuz için… ve senin için…”
Bu gece, Luca için bir dönüm noktasıydı. Kendi içindeki karanlığı aşmak ve Melis’i gerçekten hak etmek için mücadele etmesi gerektiğini anlamıştı. Ama Melis’in onu affetmesi kolay olmayacaktı. Ve Luca bunu sonuna kadar hak ettiğini biliyordu.
Melis, sessiz gecenin derinliğinde gözlerini tavana dikmiş yatıyordu. Zihninde yankılanan anılar ve yüreğini saran acı, onu uykusuz bırakıyordu.
“Melis…” diye fısıldadı Luca, yatağın kenarına oturarak. Melis’in gözleri hâlâ tavana dikiliydi, ona bakmıyordu.
“Sana bir şey söylemek istiyorum,” diye devam etti Luca. Sesinde çaresizlik ve kırık bir umut vardı. “Biliyorum, sana yaptıklarımın hiçbir affı yok. Ama artık bu yükü taşıyamıyorum. Seni o gece inciten adam olarak bilmeni isterim ki hayal meyal hatırlasam da seni ilk gördüğümde kirli düşüncelerim olmuştu. Bunu saklamak için kendimden bile kaçtım, ama artık gerçeklerle yüzleşmem gerektiğini anladım.”
Melis, başını yavaşça çevirip Luca’ya baktı. Gözlerinde hem nefret hem de derin bir keder vardı. Yavaşça doğrulmaya çalıştı, ama bedenindeki yaralar hareketini kısıtlıyordu. Gözlerini kısmış, sesi titreyerek konuştu:
“Zaten biliyordum, Luca. İlk andan beri biliyordum. Ama sana bunu itiraf ettirebilmek için ne kadar acı çekmem gerekti, farkında mısın? Bana bir hayat borçlusun. Oğluma bir anne borçlusun. Ve kendine de bir vicdan borçlusun.”
Luca, Melis’in sözleri karşısında sessiz kaldı. Onun her cümlesi, bir bıçak gibi kalbine saplanıyordu. Melis, titreyen elleriyle yastığını sıkarak devam etti.
“Sen sadece bir gece hayatımı çalmadın, Luca. Beni babamın sevgisinden, hayallerimden, gençliğimden ettin. Beni sokaklara mahkûm ettin. Ve sonra… sonra tekrar karşıma çıktığında bana bir cehennem daha yaşattın. Ama tüm bunlara rağmen, hâlâ karşımda oturup benden af dileme cesaretini bulabiliyorsun. Bu kadar mı kolay sanıyorsun? Birkaç pişmanlık sözüyle her şeyi unutacağımı mı sanıyorsun?”
Luca, başını eğip ellerini saçlarının arasına geçirdi. Derin bir nefes aldı, ama boğazındaki düğüm konuşmasını zorlaştırıyordu. “Melis, biliyorum… Biliyorum hiçbir şey seni geri getiremez. Ama oğlumuz için… Buğra için bir şans istiyorum. Onu hak etmek için, seni hak etmek için her şeyi yapmaya hazırım. Ama bunu nasıl yapacağımı bile bilmiyorum.”
Melis, acıyla gülümseyerek başını iki yana salladı. “Buğra’yı hak etmek mi? Luca, sen oğlunu hak ediyorsan, bu onun masumluğundandır. Ama beni hak etmen… O, çok daha zor bir mesele. Çünkü ben, artık eskisi gibi bir kadın değilim. Sen beni kırdın, ezdin, yok ettin. Geriye sadece bir enkaz bıraktın. Bu enkazdan ne çıkarabilirsin, bilmiyorum.”
Luca, onun her kelimesinde daha da küçüldüğünü hissediyordu. Melis’in gözlerindeki derin acı ve yorgunluk, onu paramparça ediyordu. Yavaşça Melis’in ellerine dokundu, ama Melis hızla elini çekti.
“Dokunma bana,” diye fısıldadı, sesi soğuk ve sertti. “Beni affetmeni bekleme, Luca. Çünkü senin affedilmeyi hak ettiğine inanmıyorum.”
Bu sözler Luca’nın içine ağır bir taş gibi oturdu. Odayı bir süre sessizlik doldurdu.
Melis, tekrar tavana döndü ve derin bir nefes alarak gözlerini kapattı.
Luca’nın itiraflarından sonra bile içindeki öfke ve kırgınlık dinmemişti. Çünkü Melis zaten biliyordu… O karanlık gecede hayatını altüst eden adamın Luca olduğunu.
O zamanlar genç ve çaresizdi, ne yapacağını bilemeden sokaklarda savrulmuştu. O geceyi her hatırladığında midesi bulanıyor, vücudu istemsizce titriyordu. Şimdi ise o adam, hayatını mahvetmekle kalmamış, ona hem fiziksel hem de ruhsal işkence yaparak tekrar tekrar aynı acıları yaşatmıştı. Onun pişmanlık dolu sözlerini duymak bile Melis’in yaralarını sarmaya yetmiyordu. Çünkü Luca’nın pişmanlığı, yaşadığı cehennemi geri alamazdı.
Luca, Melis’in yanında oturmaya devam etti. İçinde yükselen pişmanlık ve çaresizlik, onu yiyip bitiriyordu. Melis’i kaybetme korkusu, onun her nefesinde büyüyordu. Ama Melis’in haklı öfkesi ve kırgınlığı karşısında hiçbir şey yapamıyordu.
Gece ilerledikçe Luca, Melis’in uyuyakaldığını fark etti. Ama onun huzursuz nefes alışverişleri, rüyalarında bile yaşadığı acının bir yansımasıydı. Luca, pencereye döndü ve içinden sessiz bir yemin etti: “Melis, seni bu hale ben getirdim. Seni bu enkazdan çıkaracak olan da ben olacağım. Söz veriyorum, ne pahasına olursa olsun.”
Devam edecek...
Yıldızı yakmayı ve yorum yapmayı unutmayın❤❤
Vallaha soracak soru bulamıyorum artık siz eleştirin kızlarım🥰
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.88k Okunma |
888 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |