
.
Melis, sabaha karşı eve geldiğinde vücudu titriyordu. Gözyaşları yanaklarında donmuş gibiydi, boğazında düğümlenen hıçkırıklar içinden çıkamıyordu. Kapıyı sessizce açtı, çantasını yere bıraktı ve ayakkabılarını çıkarmadan koridordaki aynanın önüne yığıldı. Yüzüne bakmaya cesaret edemiyordu. Aynadaki görüntüsü, sadece utanç ve çaresizlik dolu bir yabancıdan ibaretti.
Kendi kendine mırıldandı:
“Bu... benim suçum değildi. Değil mi? Hayır, hayır… suç benim olamaz. Ama... neden kaçamadım? Neden bir şey yapamadım?”
Ama bu sorular cevapsız kalıyordu. Melis’in zihni bulanık, duyguları karmakarışıktı. Yavaşça kalktı ve odasına doğru yürüdü. Kapıyı kilitleyip kendini yatağa attığında, yalnızca boşluğa bakarak saatlerce öylece kaldı.
---
Ertesi Gün
Melis’in üvey annesi Emine, sabahın erken saatlerinde mutfakta bağırmaya başlamıştı.
“Melis! Kalk artık! Evde yapacak iş var!”
Melis, sanki sesi duymamış gibi yatağında hareketsiz yatmaya devam etti. Olan bitenin ağırlığı, onu yataktan bile kaldıracak gücü bırakmamıştı. Kapı aniden sert bir şekilde açıldı ve Emine içeri daldı.
“Bu ne hal? İşe gitmeyecek misin? Yoksa dün gece neredeydin, ha? Yoksa yine bir iş çevirdin de bizi rezil mi ettin?”
Melis, başını kaldırmadan, boş bir ses tonuyla cevap verdi.
“Ben hiçbir şey yapmadım. Lütfen beni yalnız bırak.”
Emine alaycı bir şekilde güldü.
“Hiçbir şey yapmadın mı? Tabii ki yapmadın! Zaten hiçbir işe yaramazsın. Baban eve geldiğinde ona da anlatırım dün gece nerede olduğunu!”
Melis, gözlerini sıkıca kapattı, annesi bağırmaya devam ederken ağlamamak için kendini zor tutuyordu. Ama o sırada koridordan bir başka ses geldi.
“Ne bağırıyorsun yine kadın?” diye homurdandı Melis’in babası Cemil. Sesi alkolle boğulmuş, sert ve ilgisizdi. Kapı aralığından belirdiğinde elinde yarısı içilmiş bir bira şişesi tutuyordu. “Kızın haline bak. Bari bir sabah huzur bırak.”
Emine ellerini beline koydu, taviz vermeyecekti.
“Huzur mu? Huzuru bu evde mi bulacağız? Bu kız yüzünden hayatım zindan oldu zaten! Ne annesi gibi güzel ne de akıllı. Şuna bak, işe bile gitmiyor artık!”
Melis’in nefesi sıklaşmıştı. Artık daha fazla dayanamayacaktı.
“Kesin!” diye bağırdı, sesi çatlamıştı ama öfkeliydi. “Ne olur… ne olur biraz susun! Yeter artık!”
Ama bu çıkış, Emine’yi daha da öfkelendirdi.
“Sen kimsin ki bana bağırıyorsun ha? Bu evde benim dediğim olur! Anladın mı?!”
Cemil, kızının üzerine bir adım attı. Onun kırılgan hali bile ilgisini çekmemişti.
“Kendine gel, Melis. Sesini annene yükseltme. Yoksa gerçekten canını sıkarım.”
Melis, babasının gözlerindeki tehdidi görünce geri çekildi. Hiçbir şey söylemeden odasına kapandı ve kapıyı kilitledi.
---
Saatler Sonra
Melis, yatağında oturmuş kırık kolyesinin zincirini tutuyordu. Gözleri, boş bir noktaya sabitlenmişti. Kolye, annesinden kalan son hatırasıydı. Şimdi o da paramparça olmuştu, tıpkı kendi gibi.
Sessizce mırıldandı:
“Anne… keşke burada olsaydın. Ne yapacağımı bilmiyorum.”
Ama hiçbir cevap yoktu. O gece yaşadıkları, her saniye beyninde yankılanıyordu. Gianluca’nın yüzü, sesi, gücü… Hepsi kabus gibi peşindeydi. Her seferinde gözlerini kapattığında, o anı tekrar tekrar yaşıyordu.
---
Bir Hafta Sonra
Melis, bir haftadır işe gitmiyordu. Telefonları açmamış, kimseyle konuşmamıştı. Çevresindeki herkes onu suçluyor gibiydi. Babası ve Emine, her fırsatta ona yükleniyordu.
O gün, Emine odasının kapısını tekrar çaldı.
“Yeter artık, Melis! İçeride öyle yatmakla sorunların çözüleceğini mi sanıyorsun? İşe gitmen lazım! Yoksa patronun seni kovacak!”
Melis kapıyı açmadan cevap verdi.
“Beni rahat bırak, Emine. İşe gitmek istemiyorum.”
“İstemiyorum ha? Bak sen! Bizim halimize bak, senin keyfini mi bekleyeceğiz?” diye bağırdı Emine. Ama bu kez Melis, kapıyı açmadan, sessizce ağlamaya devam etti.
---
Gece Olduğunda Melis, sessizce evden çıktı. Herkes uyumuştu. Elindeki kırık kolyeyle sahil kenarına gitmişti. Bir banka oturup dalgaları izlemeye başladı. İçinde bir şeyler kırılıyordu. Vicdan azabı mıydı? Utanç mıydı? Ya da öfke mi?
Kendi kendine mırıldandı:
“Bu böyle gitmez. Ya pes edeceğim, ya da o adamla yüzleşeceğim. Ama nasıl? Gücüm bile yok...”
Bir süre daha oturdu, gözyaşlarını gizlemeye çalışarak. Ama sahil, onun sessiz çığlıklarını bile duymazdan geldi.
Sabahın İlk Işıkları
Melis, uyandığında gözleri şişmiş, bedeni tükenmişti. Odasının loş ışığında eşyalarına baktı. Çantasını aldı ve okul için hazırlanırken, her şeyin bir şekilde normale dönebileceğine kendini inandırmaya çalıştı. Ancak içindeki huzursuzluk, nefes almasını zorlaştırıyordu.
Mutfağa geçtiğinde üvey annesi Emine kahvaltı hazırlıyordu. Melis, sessizce masaya oturdu.
“Bugün de suratın asık ha? Hiç gülmeyi düşünmüyor musun?” diye sordu Emine, alaycı bir şekilde.
Melis cevap vermedi. Sessizlik içinde çayını içti ve hızla evden çıktı.
---
Zaman Akarken...
Üç hafta boyunca Melis, hayatına bir şekilde devam etmeye çalıştı. Okula gitse de derslere odaklanamıyor, arkadaşlarından uzak duruyordu. Çevresindeki herkes onun içe kapanık halini garipsemeye başlamıştı, ama kimse nedenini sorgulamıyordu. Her gün eve döndüğünde aynı soğuk ve sevgisiz ortamla karşılaşıyordu. İçindeki yalnızlık büyüdükçe büyüyordu.
Geceleri uykuları bölünüyordu. O geceyi hatırlamamak için kendini zorluyor ama beynindeki görüntüler peşini bırakmıyordu. Gianluca’nın yüzü, ona söylediği her kelime… Her şey bir kabus gibi zihnine kazınmıştı.
---
Bir Sabah...
Yine sıradan bir sabahtı. Melis, evden çıkarken midesinde garip bir rahatsızlık hissetti. Sokakta yürürken başı dönmeye başladı. Her adımda daha da halsizleşiyor, vücudu onu taşıyamaz hale geliyordu. Tam bir köşe başında yere yığıldı.
O sırada yoldan geçen genç bir adam, Melis’i fark etti. Hemen yanına koştu.
“Hey! İyi misiniz?!”
Melis, gözlerini aralamaya çalıştı ama sesi çıkmıyordu. Genç adam panikle telefonuna uzandı.
“Hemen bir ambulans çağırıyorum. Dayanın!”
---
Hastanede..
Melis, gözlerini açtığında beyaz bir odadaydı. Başucunda bir hemşire, elindeki dosyaya bir şeyler yazıyordu.
“Neredeyim?” diye sordu, sesi kısılmıştı.
“Merak etmeyin, güvendesiniz. Yolda fenalaşmışsınız. Sizi bir genç adam getirdi buraya,” dedi hemşire, gülümseyerek.
Melis, başını ellerinin arasına aldı. “Fenalaştım mı? Ama neden?”
Hemşire, elindeki dosyayı kapattı ve yanına oturdu.
“Muhtemelen beslenmenize dikkat etmiyorsunuz. Ama bir başka şey daha var… Hamilesiniz.”
Bu kelime, Melis’in beyninde yankılanmaya başladı.
“Hamile mi?” dedi, donmuş bir şekilde.
“Evet. Yaklaşık altı haftalık. Henüz küçük bir şey ama ultrasonla bakabilirsiniz,” dedi hemşire ve odadan çıktı.
Melis, şok içinde yatağa yaslandı. Hamileydi. Her şey daha da karmaşık hale gelmişti. Kime anlatabilirdi? Babasına mı? Üvey annesine mi? Gianluca’ya mı? Ama onun kim olduğunu bile bulamazdı artık.
Ultrason odasına alındığında ekrandaki siyah-beyaz görüntüye baktı. Doktor, minik bir nokta olan bebeği gösterdiğinde Melis’in gözlerinden yaşlar süzüldü.
“Bu kadar küçük bir şey nasıl böyle büyük bir yük hissettiriyor?” diye mırıldandı kendi kendine.
---
Eve Dönüş
Melis, elinde ultrason fotoğraflarıyla eve döndü. Kapıyı sessizce açtı, çantasını yere bıraktı. Emine mutfakta yemek yapıyordu. Babası yine salonda bir şeyler izliyordu.
Kimse fark etmeden odasına geçti. Kapıyı kilitledi ve fotoğrafları masanın üzerine koydu. Bir süre onlara baktı. İçindeki çaresizlik, onu derin bir karanlığa çekiyordu.
Kendi kendine fısıldadı:
“Şimdi ne yapacağım? Kimseye söyleyemem… Kimse bana inanmaz.”
Gözyaşları içinde yatağa yığıldı. Her şeyden kaçmak istiyordu ama kaçacak bir yeri yoktu. O gece boyunca bebeğin ultrason görüntüsü, zihninde dönüp durdu. O küçük varlık, onun hayatını sonsuza dek değiştirecekti.
Devam edecek...
oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayin❤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.88k Okunma |
888 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |