

.
.
Melis, kucağında mızmızlanan Buğra ile İtalya'nın dar sokaklarında ağır adımlarla yürüyordu.
Buğra’nın uykusuzluk ve açlık dolu mırıldanmaları, Melis’in kafasındaki karmaşık düşünceleri bir anlığına dağıtsa da, genç kadının yüzündeki gergin ifade hâlâ yerindeydi. Luca’nın geçmişi, evdeki gergin hava ve kendi içinde duyduğu huzursuzluk, onu bu yürüyüşe çıkmaya zorlamıştı.
"Biraz hava almak iyi gelir," diye mırıldandı kendi kendine. Ancak İtalya’nın dar sokaklarını pek bilmediğinden, evden çok uzaklaşmamaya çalışıyordu. Yine de içindeki huzursuzluk, her adımda biraz daha artıyordu. Buğra’nın minik elleri, Melis’in tişörtünü çekerken, genç kadın yorgun bir nefes aldı.
“Biliyorum, oğlum,” dedi yumuşak bir sesle. “Birazdan eve döneceğiz. Sadece... biraz daha yürüyelim, tamam mı?”
Bu sırada, evde durum çok farklıydı. Luca, yeni bir işkenceden dönmüş, öfkesi burnunda, elleri hâlâ kan içindeydi. Son zamanlarda işlerinin ters gitmesi, üzerindeki baskıyı artırmıştı. Eve geldiğinde içerideki sessizlik, onu bir an duraksattı. Genelde Buğra’nın neşeli kahkahaları ya da Melis’in sesi duyulurdu. Ancak bu kez evde çıt çıkmıyordu.
"Buğra’yı uyutuyor olmalı," diye düşündü. Ayak seslerini hafifletmeye çalışarak yukarı çıktı. Ancak Melis ve Buğra’nın odasına baktığında, kimseyi bulamadı. Genç adamın kalbi hızla çarpmaya başladı. Diğer odaları tek tek kontrol etti. Hiçbir yerde yoklardı.
"Melis... Buğra..." diye fısıldadı. Ama cevapsız kalan bu çağrı, içinde büyüyen korkunun fitilini ateşledi. Birkaç saniye sonra, bu korku yerini öfkeye bıraktı.
Hızla dışarı çıktı, avluda bekleyen adamlarına bağırdı. "Siz ne işe yararsınız ha? Evde kimse yok! Karım ve oğlum nerede?"
Adamlar şaşkınlıkla birbirlerine baktılar. Hiçbiri Melis ve Buğra’nın dışarı çıktığını fark etmemişti. Luca’nın öfkesi daha da büyüdü. Silahını çıkararak havaya bir el ateş etti.
"Lanet olası herifler! Burada bir işe yaramadan duruyorsunuz. Ben size ne için para ödüyorum?" diye bağırdı.
Adamlar arasında bir sessizlik oldu. Luca, gözlerini onlardan birine çevirdi ve öfkesiyle dolup taşan bir sesle, "Sen!" dedi, parmağıyla birini işaret ederek.
"Melis ve Buğra’yı nasıl fark etmedin? Hangi köşeyi koruyordun ha?"
Adam, titreyerek bir adım geri çekildi. "Patron... Vallahi bilmiyorum. Kimse dışarı çıkmadı gibi..."
Bu cevap Luca’nın sabrını tamamen taşırdı. Silahını doğrulttu ve soğuk bir ifadeyle tetiği çekmek üzereydi ki...
"Dur, Luca! Ne yapıyorsun?"
Melis’in sesi, genç adamın kulağında yankılandı. Luca, başını hızla sesin geldiği yöne çevirdi. Melis, kucağında ağlayan Buğra ile karşısında duruyordu. Yorgun ama kararlı bakışları, Luca’nın elindeki silahı bir anlığına düşürmesine neden oldu.
"Melis..." diye mırıldandı Luca. Derin bir nefes aldı. "Neredeydin? Beni delirtmek mi istiyorsun?"
Melis, sakin ama sert bir sesle konuştu. "Buğra’yla biraz yürüyüşe çıktık. Evde bunaldım, biraz nefes almak istedim. Ama dönüp baktığımda ne görüyorum? Sen burada adamlara silah çekiyorsun!"
Luca, bir an için hiçbir şey söyleyemedi. Öfkesi yerini bir nebze suçluluğa bırakmıştı. Ama hâlâ içinde büyüyen korkuyu bastıramıyordu.
"Bir daha haber vermeden gitme, Melis," dedi, sesi bu kez daha yumuşak ama kararlıydı. "Sen ve Buğra... İkiniz benim her şeyimsiniz. Seni kaybetmekten korkuyorum, anlıyor musun?"
Melis, kucağındaki Buğra’yı sakinleştirmeye çalışırken başını iki yana salladı. "Korkuyorsun, Luca? O zaman bana güvenmeyi öğren! Her adımımı kontrol etmek yerine, beni anlamaya çalış!"
Luca, gözlerini Melis’ten ayırmadan ona yaklaştı. "Seni anlamaya çalışıyorum, Melis. Ama benim dünyamda... benim hayatımda bu kadar korkusuz olmayı nasıl başarıyorsun?"
Melis, bir an duraksadı. Gözlerinde yorgun bir ifade belirdi. "Luca, korkmuyorum çünkü zaten kaybedecek bir şeyim kalmadığını düşünüyorum. Eğer Buğra’yı ve beni gerçekten seviyorsan, bu hayatı düzeltmek için daha fazlasını yapmalısın. Sadece işine değil, bize de önem vermelisin."
Luca, derin bir nefes alarak başını salladı. "Haklısın," dedi. "Ama söz veriyorum, Melis. Seni ve Buğra’yı korumak için ne gerekiyorsa yapacağım."
Melis, gözlerini Luca’ya dikti. "Umarım sözlerinde durursun, Luca. Çünkü bir kez daha bu güveni sarsarsan, geri dönüşün olmayacak."
Luca, sessizce başını eğdi. Melis, kucağındaki Buğra ile eve doğru yürürken, Luca arkasından bakakaldı. İçindeki korku ve pişmanlık, bir kez daha onu kendi gerçekleriyle yüzleşmeye zorluyordu.
Akşam olmuş, Melis kucağında mışıl mışıl uyuyan Buğra’yı odasına taşımıştı. Onu yatağına yatırırken bir an durup yüzüne baktı. Oğlu, onun dünyadaki en büyük dayanağıydı. Buğra’nın huzurlu nefes alışverişlerini dinlerken içindeki karmaşa biraz olsun diner gibi oldu.
Sessizce odadan çıktı ve doğruca mutfağa yöneldi. Yemek yapmak her zaman Melis için bir tür terapiydi. Bugün de kafasını dağıtmak, olan biteni unutmak için kollarını sıvadı. Dolaptan malzemeleri çıkardı, zihni biraz dağılırken elleri hızlı ve becerikli bir şekilde çalışıyordu. Luca’ya hâlâ kızgındı ama aynı zamanda onun içinde kopan fırtınaları da anlamaya çalışıyordu.
Masayı hazırladığında her şey hazırdı. Aroması mutfağı dolduran sıcacık yemekler masada sıralanmıştı. Lazanya, zeytinyağlı enginar, taze bir salata ve sonunda tatlı olarak tiramisu... Melis derin bir nefes aldı, masaya bakarken bir an olsun yüzünde hafif bir gülümseme belirdi.
O sırada Luca, sessizce mutfağın kapısında belirdi. Genç adam, biraz çekingen, biraz mahcup bir ifadeyle Melis’e bakıyordu. Gün boyu Melis’in söylediklerini düşünmüş, bir türlü huzur bulamamıştı.
“Güzel kokular alıyorum,” dedi Luca, sesi yumuşak ve neredeyse çekingen bir tondaydı. Melis, arkasını dönüp ona baktığında Luca’nın bu haline şaşırdı. Genelde sert ve kontrolcü bir tavır sergileyen adam, şimdi bir çocuğun izin ister gibi duruşuyla karşısındaydı.
“Yemek hazırlamışsın,” diye devam etti Luca. Gözleri masadaki yemeklere kaydı. “Ben de sana eşlik edebilir miyim?”
Melis, kaşlarını hafifçe kaldırdı. Luca’nın böyle bir soru sorması ona hem garip hem de hoş gelmişti. Ama içinde hâlâ bir mesafe vardı. Elleriyle masadaki tabakları düzeltirken sakin bir sesle konuştu.
“Luca,” dedi, bir an duraksayarak. “İstersen abartma. Bu yemek hepimizin, senin de hakkın. Otur.”
Luca, Melis’in sözlerindeki ince iğneyi hissetmişti. Hafifçe başını eğdi, ama alttan bir gülümseme belirdi yüzünde. “Haklısın,” dedi ve masanın yanına geçip oturdu.
Melis de karşısına geçti. Yemek boyunca ikisi de sessizdi. Melis, bir şeyler söylemek istiyor ama nereden başlayacağını bilemiyordu. Luca ise onun bu mesafeli duruşuna saygı duymaya çalışıyor, sabırlı olmaya karar veriyordu.
Bir süre sonra Luca, sessizliği bozdu. “Melis,” dedi, sesi bu kez daha kararlıydı. “Bugün söylediklerin üzerine çok düşündüm. Haklısın. Sana yeterince güvenmediğimi fark ettim. Ama bu hayat, bu karmaşa... Sizi koruma içgüdüm her şeyin önüne geçiyor.”
Melis, çatalını bırakarak gözlerini Luca’ya dikti. “Luca, koruma içgüdüsü adı altında bizi boğuyorsun. Ben sadece özgürce nefes almak istiyorum. Bu kadar basit.”
Luca, bir an sustu. Melis’in sözleri bir kez daha kalbine saplanmıştı. Ama bu kez geri adım atmak istemiyordu. “Haklısın,” dedi. “Ama değişmek için zamana ihtiyacım var. Sana söz veriyorum, Melis. Bunu başaracağım.”
Melis, onun bu kararlı bakışlarını izlerken derin bir nefes aldı. “Zaman, Luca,” dedi sonunda. “Bana ve Buğra’ya bunu gerçekten göstermek için zamana ihtiyacın var.”
O gece, masada konuşulanlar Luca için bir başlangıç, Melis için ise küçük de olsa bir umut ışığıydı. Belki de Luca’nın bu kez sözünde duracağına inanabilirdi. Ama yine de temkinli olmayı seçti. Bu yol, ikisi için de kolay olmayacaktı.
Akşam yemeğinden sonra Melis, bulaşıkları hızlıca toparladı ve salona geçti. Günün yorgunluğu tüm bedenini sarmıştı ama Buğra uyurken biraz da olsa dinlenmek istiyordu. Luca, masayı toparlamasına yardım ettikten sonra sessizce onun yanına oturdu. Salondaki atmosfer, hem huzurlu hem de garip bir şekilde yüksekti. Melis’in hâlâ kafası karışıktı, ama Luca’nın bugünkü tutumu bir nebze olsun içini rahatlatmıştı.
“Bir film açalım mı?” diye sordu Luca, Melis’in yanına otururken. Ses tonu yumuşak ve neredeyse çekingen bir tondaydı. Melis, hafifçe omuz silkerek, “Olur,” dedi. Luca’nın seçtiği bir İtalyan filmi, ekranda dönmeye başladı. Melis, başını kanepeye yaslayarak izlemeye koyuldu.
Film ilerlerken Luca, bir an göz ucuyla Melis’e baktı. Gözleri yarı kapalıydı, uyumakla uyumamak arasında gidip geliyordu. Luca, onun bu halini izlerken istemsizce yüzünde bir gülümseme belirdi. Onca karmaşanın arasında, Melis’in böyle huzurlu bir an yaşayabilmesi ona iyi geliyordu.
Bir süre sonra Melis, yavaşça gözlerini tamamen kapadı ve derin bir nefesle uykuya daldı. Luca, filmden kopup tamamen ona odaklandı. Şefkatle onun yüzüne baktı, yorgunluğunu, endişelerini ve içinde taşıdığı gücü bu sessiz anlarda daha net görebiliyordu.
Nazikçe elini uzatıp Melis’in saçlarını okşamaya başladı. Sonra eğilip hafifçe saçlarından öptü. “Huzurlu uyu, amore mio,” diye fısıldadı. Onu rahatsız etmemek için dikkatlice hareket ederek kollarına aldı. Melis, derin uykusundan uyanmadan, Luca’nın güçlü kollarında tamamen gevşemişti.
Yavaş adımlarla yukarı çıktı ve yatak odasına girdi. Melis’i yatağa yatırdıktan sonra yorganı usulca üzerine örttü. Bir an durup yüzüne baktı, sanki bu anı zihnine kazımak ister gibi. Luca’nın sert ve tehlikeli dış dünyasından tamamen farklı bir dünyası vardı Melis’le. Bu dünya, onun sığınabileceği tek yerdi.
Yatağın diğer tarafına geçip hemen yanına kıvrıldı. Kolunu hafifçe Melis’in beline doladı, yüzünü onun saçlarına yasladı. “Sen ve Buğra... benim için her şeysiniz,” diye fısıldadı kendi kendine. Gözlerini kapatırken, içinde bir anlık huzurla, Melis’in nefes alışverişine uyum sağladı. Bu sessizlik, o gece ikisine de iyi gelecekti..
Devam edecek...
Yıldızı yakmayı ve yorumlarınızı bekliyorum ❤
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.88k Okunma |
888 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |