22. Bölüm

23.Bölüm(İtalyan mafya)

Hülya_Alkc
kutuptayazmisalli

  

 

Gece yarısı ev sessizliğe bürünmüştü. Luca, Melis’in yanına kıvrılmış uyurken, birden Melis’in hırçın hareketleriyle irkildi. Genç kadın, uykusunda huzursuzca kıpırdanıyor, ter içinde kalmış bir halde inliyordu. Luca hemen doğruldu, gözleri karanlıkta seçmeye çalışarak ona baktı.

 

“Hayır... yapma Luca... ne olur... oğlumu ver...” diye hıçkırıklarla mırıldanıyordu Melis. Bu sözler, Luca’nın içini bir buz gibi sardı. Boğazında bir düğüm oluştu. Kendi yaptıkları, geçmişteki karanlık ve zalim kararları zihninde bir film şeridi gibi dönmeye başladı.

 

“Melis!” diye seslendi hafifçe, ama genç kadın hâlâ uykusunun esaretindeydi. Elleriyle yorganı sıkı sıkı tutmuş, çaresizce savruluyordu. Luca, daha fazla dayanamadı, Melis’in omzuna hafifçe dokundu ve biraz daha yüksek bir sesle, “Melis, uyan! Buradayım, tamam mı? Buradayım, bitanem” dedi.

 

Bir anda Melis gözlerini açtı, nefes nefese ve tamamen panik içinde doğruldu. Karanlıkta Luca’nın yüzünü gördü, ama sanki hâlâ rüyanın etkisindeydi. Gözleri dolmuştu, nefesi düzensizdi.

 

“Lütfen yapma,” diye mırıldandı Melis, sesi titriyordu. Ama gözlerinden akan yaşlar onu ele veriyordu. Luca bir an durdu, ne diyeceğini bilemedi. “Melis... ben... bak, hiçbir şey yapmıyorum. Sana ve Buğra’ya zarar verecek hiçbir şey yapmam. Anla beni,” dedi, sesi hem yumuşak hem de kırılgan bir ton taşıyordu.

 

Melis cevap vermedi, ama gözlerindeki korku Luca’yı daha da derinden yaralıyordu. Aniden, hiçbir şey söylemeden, kendini Luca’nın kollarına attı. Sıkıca ona sarıldı, sanki bırakırsa her şey tekrar kötüye dönecekmiş gibi bir hisle.

 

Luca, şaşkınlıkla bir an duraksadı ama sonra kollarını nazikçe Melis’in etrafına doladı. “Tamam,” diye fısıldadı. “Geçti. Ben buradayım. Seni ve Buğra’yı koruyacağım, tamam mı? Söz veriyorum.”

 

Melis, onun kollarında biraz olsun rahatlamıştı ama hala içindeki korkuyu atamıyordu. Luca, onun bu halini gördükçe, geçmişteki her yanlış adımını daha da derin bir pişmanlıkla hatırlıyordu. Kendi içinden, “Ne olursa olsun, onları bir daha asla böyle bir korkuya sürüklemeyeceğim,” diye söz verdi.

 

Luca, Melis’in başını göğsüne yaslamış halde, uykusuz gözlerle tavana bakıyordu. Karanlık odada, karısının huzursuz nefes alışverişleri yankılanıyordu. Her bir nefes, Luca’nın vicdanını daha da ağırlaştırıyordu. Melis’in o kabus dolu sözleri kulaklarında yankılanıyordu hâlâ. “Oğlumu ver...” Bu kelimeler, kalbini bir hançer gibi delip geçmişti.

 

Melis, derin uykusunda bir kez daha kıpırdandı. Luca, onu incitmekten korkarak daha sıkı sarıldı. İçindeki fırtınayı dindirebilmek için bir çözüm arıyordu ama geçmişin hayaletleri onu asla rahat bırakmıyordu.

 

“Ne yaptım ben?” diye fısıldadı kendi kendine. Sessizlikte yankılanan bu kelimeler, yalnızlığını daha da belirginleştirdi. Melis’in huzursuz uykusu, Luca’nın pişmanlıklarına ayna tutuyordu.

 

 

Sabahın ilk ışıkları odaya sızarken, Melis yavaşça gözlerini araladı. Luca’nın sıcak kollarında olduğunu fark edince bir an duraksadı, sonra başını hafifçe kaldırıp ona baktı. Gözleri yorgun ve kızarmıştı, ama içinde bir kırılganlık vardı.

 

“Uyumadın mı?” diye sordu fısıldayarak.

 

Luca, hafif bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. “Senin bu halde olmanı izleyip nasıl uyuyabilirdim ki?” dedi, sesi derin bir suçluluk taşıyordu.

 

Melis, yüzünü buruşturdu, gözleri hâlâ yaşlarla doluydu. “Kabuslarımın sebebinin sen olduğunu biliyorum, Luca. Ama... bilmiyorum, tek limanımda senmiş gibisin. Hâlâ sana sarılmadan uyuyamıyorum,” dedi, sesi titrek ama samimiydi.

 

Bu sözler Luca’yı bir kez daha derinden yaraladı. Bir insanın hem yarası hem de merhemi olmak... bu kadar karmaşık bir duyguyu daha önce hiç yaşamamıştı. Elini Melis’in yüzüne uzattı, parmak uçlarıyla onun saçlarını geriye doğru taradı.

 

“Melis,” dedi, sesi alçak ama kararlıydı. “Sana ve Buğra’ya bir hayat borçluyum. Geçmişte yaptıklarım... hatalarım... biliyorum, bunların telafisi yok. Ama ne olursa olsun, bundan sonra size asla zarar gelmesine izin vermeyeceğim. Söz veriyorum. Beni ne kadar sevmesen de, ne kadar güvenmesen de... seni ve oğlumuzu korumak için yaşacağım.”

 

Melis, bu sözlere cevap vermedi. Ama gözlerinden süzülen yaşlar, Luca’nın söylediklerinin ona dokunduğunu gösteriyordu. Sessizce, başını yeniden Luca’nın göğsüne yasladı.

 

 

Melis oğlunun yanına giderken, Luca ise mutfağa geçti. İlk kez kendi elleriyle kahvaltı hazırlamak istedi. Onlara daha iyi bir eş ve baba olmak için çabalamanın bir yerden başlaması gerektiğini hissetmişti.

 

Masaya çay, tost ve biraz meyve koydu. Hayatı boyunca belki de hiç böyle bir şey yapmamıştı ama şimdi, bu küçük çaba bile ona anlamlı geliyordu. Melis, Buğra’yı kucağında taşıyarak mutfağa geldiğinde, Luca’nın hazırladığı kahvaltıyı görünce şaşkınlıkla durdu.

 

“Bu da ne?” diye sordu, sesi biraz alaycı ama bir o kadar da şaşkındı.

 

Luca, hafif bir gülümsemeyle omuz silkti. “Sana ve oğlumuza iyi bir başlangıç yapmak istedim. Çok iddialı değil ama...”

 

Melis, hafifçe gülümsedi. Bu gülümseme, Luca’nın içindeki karanlığı biraz olsun aydınlatmıştı. “Teşekkür ederim,” dedi, sesi nazikti.

 

Melis, Luca’nın hazırladığı kahvaltıyı görünce önce şaşırmış, ardından hafifçe gülümsemişti. Ancak tam teşekkür edecek gibi olduğunda, dış kapının sertçe çalınması ikisinin de dikkatini çekti. Melis, endişeli bir ifadeyle Luca’ya baktı.

 

“Kim olabilir bu saatte?” diye sordu, sesi temkinliydi.

 

Luca’nın yüzü bir anda ciddileşti. Kahvaltı masasını bırakıp kapıya doğru ilerledi. Kapıyı açar açmaz karşısında uzun boylu, takım elbiseli adamlarını ve ortağı Giovanni’yi gördü. Giovanni’nin yüzü sert ve soğuktu. Gözleri, bir sorun olduğunu açıkça belli ediyordu.

 

Luca, duraksamadan, “Önemli bir şey değil, Melis. Sen Buğra’yı al ve yukarı çık,” dedi. Sesi sertti, ama içinde bir koruma içgüdüsü olduğu belliydi.

 

Melis, Luca’nın sözünü dinleyip mutfağın kapısından geriye çekildi. Luca, kapıyı açar açmaz karşısında Giovanni ve takım elbiseli birkaç adamını buldu. Hepsi sert yüz ifadeleriyle onu selamladı. Giovanni hemen İtalyanca konuşmaya başladı.

 

“Luca, abbiamo un grosso problema. La polizia sa tutto,” dedi Giovanni. (Luca, büyük bir sorunumuz var. Polis her şeyi biliyor.)

 

Luca’nın yüzü karardı. Hızla cevap verdi, “Chi lo ha detto? È impossibile!” (Bunu kim söyledi? Bu imkânsız!)

 

Adamlar, hızla birbirlerine bakıp konuşmaya başladılar. Melis, yukarı çıkmak yerine merdivenin başında durmuş, fısıldayan sesleri dinliyordu ama hiçbir şey anlamıyordu. Sadece İtalyanca kelimeler, sert tonlamalar ve arada bir yükselen Luca’nın sesi duyuluyordu.

 

Giovanni bir adım öne çıkarak sesini yükseltti“Non abbiamo tempo per le discussioni, Luca. Tutti devono essere al magazzino. Adesso!” (Tartışacak zamanımız yok, Luca. Herkes depoda olmalı. Şimdi!)

 

Luca, arkasını dönüp Melis’e baktı. Gözleri sert ama koruyucuydu. “Yukarı çık ve kapıyı kilitle,” dedi yine, bu kez daha kesin bir sesle.

 

Melis, ona bir şey sormadı. Sadece Buğra’yı alıp yatak odasına geçti. Ancak merak içini kemiriyordu. Luca, bir süre daha adamlarla konuşup evden hızla ayrıldı.

 

 

Luca, Giovanni ve diğer adamlarıyla birlikte depoya geldiğinde içeridekiler hemen ayağa kalktı. Depo, soğuk bir karanlıkla kaplıydı. Yalnızca bir kaç yerden sarkan lambalar aydınlatıyordu. Silahlar ve kasalar duvar kenarlarına yığılmıştı. Hava, tehdit ve tedirginlik kokuyordu.

 

Giovanni, odanın ortasına geçti ve ellerini açarak konuşmaya başladı.

 

“Abbiamo un traditore tra di noi. E lo scopriremo stasera,” dedi, sesi kararlıydı. (Aramızda bir hain var. Ve bunu bu gece öğreneceğiz.)

 

Luca, ağır adımlarla Giovanni’nin yanına geldi ve derin bir nefes alarak kalabalığa döndü. “Nessuno lascia questo posto finché non sappiamo chi è stato,” dedi. (Kimin yaptığını öğrenene kadar buradan kimse ayrılmayacak.)

 

Adamların yüzünde bir gerginlik vardı. Sessizlik içinde birbirlerine bakıyorlardı. Luca, bir adım öne çıkıp birini işaret etti.

 

“Tu, vieni qui,” dedi, sesi buzu andırıyordu. (Sen, buraya gel.)

 

Adam, titreyerek Luca’nın yanına yaklaştı. “Non sono stato io, capo. Non ho detto niente!” diye bağırdı, sesi korkuyla doluydu. (Ben değildim, patron. Hiçbir şey söylemedim!)

 

Luca, adamın gözlerine baktı. Sesi sakin ama tehditkârdı. “Se menti, lo saprò,” dedi. (Yalan söylüyorsan, bunu öğrenirim.)

 

Giovanni araya girdi. “Luca, forse è qualcun altro. Ma dobbiamo essere certi.” (Belki başka biridir, Luca. Ama emin olmalıyız.)

 

Luca, başını sallayarak konuşmaya devam etti. “Tutti saranno interrogati. E se qualcuno ha tradito questa famiglia, sarà l’ultima cosa che farà nella sua vita.” (Herkes sorgulanacak. Ve bu aileye ihanet eden kimse, bu hayatında yaptığı son şey olacak.)

 

Adamlar sessizce başlarını salladılar. Luca, Giovanni’ye dönüp hafifçe eğildi. “Başlayalım,” dedi alçak bir sesle.

 

Giovanni, köşede duran bir sandalyeye işaret etti. İlk sorgu başlamak üzereydi. Ancak Luca’nın aklı bir yandan ailesindeydi. Melis ve Buğra’nın güvenliği, bu karanlık dünyanın ortasında her şeyden daha önemliydi.

 

Depoya giren adam, zorla getirilmişti. Ellerinden bağlanmış, yüzü morarmış ve kan içinde bir hali vardı. Luca’nın gözleri, yıllar sonra eski haline dönecek kadar kararmıştı. İçindeki öfke, yıllardır bastırdığı karanlık duyguları serbest bırakmıştı. Adam yere düşerken, Luca hemen yanına yaklaştı ve yüzünü avuçladı.

 

“Kim olduğunu sanıyorsun, ha?” diye bağırdı Luca, sesindeki soğukluk ve tehlike belirgindi. “Ailem hakkında konuşacak cesaretin nereden geldi?”

 

Adam, ağzından kan sızarak zorlukla nefes aldı. “Ben… Ben sadece… sadece bir hata yaptım,” diye inledi.

 

Luca, adamın saçlarını tutarak kafasını sertçe kaldırdı. “Bir hata mı?” diye tekrar sordu, sesi titriyor ama öfke o kadar yoğundu ki titremesi korkudan değil, hırsından kaynaklanıyordu. “Aileme ihanet etmek hata mı? Ne yaptığını sanıyorsun?”

 

Giovanni, köşede durarak gözlerini adamın üstünden ayırmadı. Luca, adamın yüzüne sert bir tekme attı, adam yere yuvarlandı. Sesi bir çığlıkla yankılandı depoda. Luca, sakinleşmek bir yana, her darbede daha da öfkeleniyordu.

 

“Daha fazla dayanamayacak mısın?” diye sordu Luca, alaycı bir şekilde. “O kadar zayıf mısın? Ya da belki de… seni öldürmeden önce sana acı vermek, beni tatmin edecek, ne dersin?”

 

Adam, zorlukla kafasını kaldırarak “Lütfen… yapma… her şeyi itiraf edeceğim…” diye yalvardı.

 

Luca, gözlerini sıktı ve gülümsedi, ama bu gülümseme bir ölüm tebessümüne dönüşüyordu. “Şimdi bana doğruyu söyle. Her şey ne zaman başladı?”

 

Adam, soluk soluğa ve gözlerinden yaşlar süzülecek şekilde yanıtladı: “Birkaç ay önce… biri bana iş teklif etti… ama ben… ben ailem için yaptım… Onları korumak için…”

 

Luca, yavaşça adama yaklaştı ve başını eğdi. “Beni gerçekten aptal yerine koyduğunu mu sanıyorsun? Kimseyi korumadın, sadece kendi canını kurtarmaya çalıştın. Ama…” Luca bir adım geri çekildi, derin bir nefes aldı. “Herkesin bir bedeli vardır. Seninki de… bu gece ödenecek.”

 

Adam, gözleriyle yalvarırken, Luca silahını belinden çekti.

 

“Luca, yapma…” diye mırıldandı Giovanni, ama Luca ona bile dönmeden silahı adama doğrulttu.

 

“Hayır,” dedi Luca, sesi karanlık ve acımasız bir tonla. “Ona biraz daha acı vereceğim.”

 

Giovanni, başını sallayarak geriye doğru çekildi. Luca’nın ne kadar karanlık bir insan haline geldiğini gördükçe içi sızlıyordu. Ama o da bu dünyada hayatta kalabilmek için bir bedel ödemek zorundaydı.

 

Luca, silahı tekrar indirdi ve adamın yanına çömelerek, “Hadi bakalım, son şansın,” dedi, gözlerinde ölümün soğuk yansıması vardı. Adamın gözleri korkudan devrilmişti. Luca, adamın çenesini kaldırarak ona son bir bakış attı.

 

“Kim seni buraya gönderdi?” diye sordu.

 

Adam, boğuk bir şekilde cevap verdi, “Cazzo... Ma che razza di...” (Lan… Ne tür bir...?)

 

Luca, gözlerini kapatarak gülümsedi. “Evet, biraz geç kaldın. Ama en azından bir şey öğrendin.” Ve sonra, bir hamleyle, adamı yerle bir etti. Silahını çekerken, etraftaki adamlar donmuştu. Giovanni bile, Luca’nın gözlerindeki karanlık karşısında dehşet içinde kalmıştı.

 

Luca, silahı kaldırdı ve adamı hedef aldı. Son bir darbe, son bir kurşun… Depo, sessizliğe gömüldü. Adam yere yığılırken, Luca’nın nefesi ağırdı, her şey bitmişti.

 

"Bir hain, bir bedel öder," dedi Luca, silahını bırakıp bir kenara yürürken.

 

Giovanni, Luca’nın karanlık halini izlerken, derin bir iç çekti. Her şey daha da kararmıştı.

 

Luca, eve girerken kapıyı sertçe çarptı. Yüzü, gözleri, her şeyine sinmiş olan öfke ve karanlık bir şey vardı. O an, adımlarının sesini duyduğu an Melis salonun ortasında onu bekliyordu. Genç kadın, karısının gözlerindeki o boş bakışı fark etti, ama bir şeylerin ters gittiğini hissetti. Hemen doğruldu, yavaşça Luca'ya doğru yaklaştı.

 

“Luca, neler oluyor? Ne oldu?” diye sordu Melis, sesinde bir korku vardı. Gözlerinde derin bir endişe.

 

Luca, bir an ona bakmadan, başını öne eğdi ve derin bir nefes aldı. Melis’in endişesini fark etti ama hiçbir şey söylemedi.

 

“Bir şey yok,” dedi Luca, sinirle. “Sadece… bazı işler var, Melis. Her şey kontrol altında.”

 

Ama Melis, kocasının yanına yaklaşıp yüzüne dokunduğunda, Luca’nın gözlerindeki o karanlık ifadenin derinliğini gördü. Bir şeyler ters gitmişti, bunu hissedebiliyordu.

 

“Luca, bana ne olduğunu anlat, lütfen…” diye ısrar etti Melis, gözleri endişeyle dolmuştu. “Neden bu kadar değiştin? Ne oldu sana?”

 

Luca, yavaşça başını kaldırıp ona bakarak, derin bir iç çekti. “Melis…” dedi, sesi bir an kırıldı. “Üzgünüm ama… ben buyum. Bu karanlık, bu işlerin içinde hep varım. Bunu değiştiremem.”

 

Melis, şaşkınlıkla onu izledi. “Ama… Luca, senin böyle olman gerekmiyor. Biz bir aile olma yolundayız , senin bu yükleri taşımaman gerekiyor.”

 

Luca, karısının bu kadar saf ve umutsuz bakışlarına dayanamayarak bir adım geriye çekildi. “Benimle olmak, bu dünyada olmanın bedelini de ödemek demek, Melis. Benim bu hayatım bu kadar basit değil.”

 

“Luca, lütfen…” Melis’in sesindeki acı, adamı biraz daha zorladı. Ama Luca, kendini geri çekmekten başka bir şey yapamayacak gibi hissetti. Birkaç saniye sonra, başını çevirdi ve “Bana biraz yalnızlık ver, Melis. Duş alacağım,” dedi.

 

Luca, yavaşça yukarı çıkmaya başladığında Melis’in bakışları onu takip etti. Ama içindeki korku, karanlık düşünceler ve anlamadıkları, genç kadını sarhoş etmişti. Hızla yukarı çıktı ve Luca’yı peşinden takip etti.

 

“Luca!” diye seslendi Melis, merdivenleri çıkarken. “Lütfen… bana bir şeyler anlat. Ne yapıyorsun? Bu adamlar kim? ”

 

Luca, ona bakmadan odasına doğru yürüdü ve kapıyı sertçe kapattı. Ama Melis, kapıyı iterek içeri girdi. “Luca, yapma! Lütfen!”

 

Luca, yavaşça gömleğini çıkarmaya başlarken, karısının gözlerinde bir korku gördü. Onun bu korkusu, adamın kalbinde garip bir duyguyu uyandırdı. “Melis, dinle. Ben sana bir şey yapmıyorum. Benimle yaşamak istiyorsan, bu işin böyle olduğunu kabul etmen lazım. Bunu kabul etmelisin.”

 

Melis, Luca’nın her hareketini izlerken, her şeyin farkına varmaya başladı. Gözleri, adamın üzerindeki kan lekeleriyle dolu kıyafetlerine takıldı. O an, ne olduğunu anlamaya başladı. Yavaşça bir adım geri çekildi.

 

“Ben… ben… özür dilerim,” dedi Melis, titrek bir sesle. “Luca, ben… bunu anlamadım. Sen eli kanlı bir mafyasın. Ve asla değişmesin.”

 

Luca, biraz gülümsedi ama bu gülümseme acı doluydu. “Melis, bazen biz… bazı şeylere alışıyoruz. Alışırış sadece zaman gerekli”

 

Melis, başını eğdi ve hıçkırarak gözyaşlarını tuttu. “Bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum, Luca..”

 

Luca, bir an Melis’i izledi, ama bir şey söylemeden duşa girdi. İçeride suyun sesi duyulurken, Melis hızla odadan çıkıp koridor boyunca ilerledi. Yavaşça kapıyı kapattı ve derin bir nefes aldı. Her şeyin, her şeyin farklı olduğunu anladığı o an…

 

Devam edecek..

 

Yıldızı yakmayı ve yorumlarınızı bekliyorum❤

 

 

Bölüm : 10.01.2025 22:57 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...