23. Bölüm

24.Bölüm( Park'ta ki adam)

Hülya_Alkc
kutuptayazmisalli

 

Sabah, Melis ve Luca için ağır bir geceyi takip eden zor bir başlangıç olmuştu. Gecenin sessiz çığlıkları, sabahın erken saatlerinde yerini bir gerginliğe bırakmıştı. Luca, her zamanki gibi erkenden kalktı. Kafası karışıktı, gece boyunca Melis’in korkusunu ve kendi karanlığını düşünmekten gözlerini bir türlü kapatamamıştı.

 

Eşyalarını toplayıp spor için dışarı çıkmaya hazırlanırken, yan odadan gelen Buğra’nın ağlama sesini duydu. Küçük oğlunun sesi, her şeye rağmen içinde bir sıcaklık uyandırdı. Luca, içgüdüsel bir şekilde oğlunu sakinleştirmek için odasına gitti.

 

“Ne oldu, piccolo? (Küçük adam)” dedi yumuşak bir sesle. Buğra, babasını görünce ellerini ona uzattı. Luca, oğlunu kucağına alıp hafifçe salladı.

 

“Sanırım sen de benimle dışarı çıkmak istiyorsun, ha?” diye mırıldandı Luca. Oğlunun saçlarını okşarken yüzüne bir tebessüm yayıldı. Onu hızla giydirip çantasını hazırladı. Baba-oğul, sessizce evden çıkıp orman yolunda bir yürüyüşe başladılar.

 

Luca, Buğra’yı sırtında taşırken, çocuğun gülümsemesi ve neşeli sesleri bir an için onun karanlık dünyasını dağıtıyordu. Derin bir nefes aldı, çevresindeki ağaçlara ve doğaya baktı. Hayat, Buğra gibi masum bir şeydi, diye düşündü bir an.

 

O sırada Melis,yeni uyanmıştı. Etraf sessizdi, ama normalde yan odadan gelen Buğra’nın sesini duyamayınca hemen doğruldu. Çocuğunun yatağının boş olduğunu görünce paniklemiş.

 

“Buğra?” diye seslenmişti, ama cevap alamadı. Aceleyle kapıya yöneldi ve dışarı adım atar atmaz, kapının önünü dolduran korumalar önüne yığıldı.

 

“Geri çekilin!” dedi Melis, sesi titreyerek. “Buğra yok! Luca nerede?!”

 

Korumalardan biri, başını eğerek saygılı bir şekilde konuşmaya çalıştı. “Signora (Hanımefendi), lütfen sakin olun. Luca bey ve oğlunuz dışarıda. Her şey kontrol altında.”

 

Melis, öfkeyle ellerini yumruk yaparak bir adım ileri attı. “Kontrol altında mı? Benim oğlum nerede olduğunu bilmediğim sürece hiçbir şey kontrol altında değil! Hemen çekilin önümden!”

 

Korumalar, birbirlerine bakarak hiç tereddüt etmeden hayır demişler genç kadının önünde beklemeye devam etmişlerdi. Kalbi yerinden çıkacak gibi atıyordu Melis'in.

 

Melis pes edip içeri girdi. Hemen telefonuna sarılıp Luca’yı aradı. Telefon bir süre çaldıktan sonra Luca’nın sakin sesi duyuldu.

 

“Melis, senden önce korumalar aradı. Neden panik yapıyorsun? Sakin ol” dedi Luca, arka planda kuş sesleri duyuluyordu.

 

“Luca! sakin falan olamam Buğra nerede? Onu alıp nereye gittin? Neden bana bir şey söylemedin?”

 

“Rahat ol, amore mio (sevgilim). Sadece biraz yürüyüş yapıyoruz. Oğlumuzu biraz temiz hava alsın diye getirdim. Bir şey olmadı.”

 

“Luca, bana haber vermeden nasıl böyle bir şey yaparsın? Gece zaten…” Melis’in sesi titredi. “Gece zaten zor bir geceydi. Ben daha kendime gelemedim, sen oğlumu alıp gidiyorsun. Bu normal değil! Hem zaten korumalar ayrı dert bahçe'ye adım bile atamıyorum”

 

Luca, telefonun diğer ucunda bir süre sessiz kaldı. Ardından, daha yumuşak bir sesle, “Haklısın. Özür dilerim. Ama Buğra’yı böyle anlarda sakinleştirmek için yapabileceğim en iyi şey, onu bu dünyadan biraz uzaklaştırmak. Sadece baba-oğul bir yürüyüş yapıyoruz, hepsi bu. Ve diğer ise güvenliğin için Melis.”

 

Melis, derin bir nefes aldı ve bir süre durakladı. “Tamam, Luca. Ama bir daha bana haber vermeden bir şey yapma. Bu benim de oğlum, sadece senin değil.”

 

Luca hafifçe güldü. “Tabii ki, Melis. Haklısın. Eve döndüğümüzde konuşuruz.”

 

Melis, telefonu kapattıktan sonra biraz rahatlamış hissetti, ama içindeki tedirginlik tam olarak geçmemişti. Luca’nın karanlık dünyasının, oğlunu ve kendisini ne kadar etkileyebileceğini düşündükçe içi ürperdi. Evde, onları beklemeye karar verdi. Ama kafasındaki düşünceler, kalbindeki korkular kadar karışıktı.

 

Luca’ya bir şekilde jest yapıp gönlünü almak istiyordu. Mutfağa gidip Luca’nın sevdiği kahvaltılıkları hazırlamaya başladı. Taze ekmekler, peynir çeşitleri, kahve ve onun en sevdiği ricotta dolması... Her şey özenle hazırlanıyordu.

 

Bu sırada kapının açıldığını duydu. İçeri giren Luca’nın adımları sertti, nefes alışları düzensizdi. Melis mutfaktan kafasını uzattı, ama Luca’nın yüzündeki öfkeyi görünce yutkundu. Luca, Buğra’yı kucağında taşıyordu. Küçük çocuk hala babasının güçlü kollarında huzurlu görünüyordu. Ancak Luca’nın bu sakinliğe tahammülü yok gibiydi.

 

“Luca?” dedi Melis, sesi çekingen ve yumuşaktı.

 

Luca hiçbir şey söylemeden Buğra’yı Melis’in kucağına bıraktı. Oğluna bile bakmadan sert adımlarla yukarı çıkmaya başladı. Melis, şaşkınlıkla arkasından seslendi.

 

“Luca! Ne oldu? Bu halin ne? Konuş benimle!”

 

Luca, merdivenlerden çıkarken duraksadı. Bir an başını yana çevirip karısına baktı, ama gözlerinde hiçbir sıcaklık yoktu.

 

“Hiçbir şey sorma, Melis,” dedi dişlerinin arasından. “Hiçbir şey.”

 

Bu sözler Melis’i daha da endişelendirmişti. “Ama Luca,ben sadece…”

 

Luca, onu dinlemeden yukarı çıkıp yatak odasına girdi. Kapıyı arkasından sertçe kapattı. Melis, Buğra’yı kucağında tutarak kapıya doğru bir adım attı, ama ne yapacağını bilemedi. Kucağındaki küçük oğluna baktı.

 

“Ne oldu babana, ha? Neden böyle sinirli? Oyy kıyamam benim oğlum babası ile yürüyüş mü yapmış” diye mırıldandı kendi kendine.

 

Yukarıda Luca, öfkeyle gömleğini çıkarıp aynaya baktı. Yüzü sert, kaşları çatık, gözleri kan çanağı gibiydi. Avuçlarını sıkıp derin nefesler aldı. Aynadaki yansımasına öfkeyle bakarken kendi kendine mırıldandı.

 

“Yeter artık… Bu kadar kontrolsüz olmamalıyım. Ama o adam… O adam bana her şeyi hatırlattı.”

 

Luca, az önce adamlarından aldığı haberle deliye dönmüştü. Ortaklarından biri, Luca’nın arkasından iş çevirmiş, işleri riske atmıştı. Dahası, birisi Melis ve Buğra’nın fotoğraflarını çekip Luca’ya mesaj olarak göndermişti. Bu, Luca’nın sınırlarını zorlamıştı. Kendi ailesinin bu karanlık dünyanın bir parçası olmaması için verdiği mücadele, her geçen gün daha da zorlaşıyordu.

 

Kapının hafifçe tıklatıldığını duydu. Melis, çekingen bir şekilde seslendi.

 

“Luca? İyi misin?”

 

Luca, derin bir nefes alıp kapıyı açtı. Melis, endişeli gözlerle ona bakıyordu. Elinde Buğra’yı tutuyordu, ama Luca, ikisine bakmamaya çalışıyordu.

 

“Luca, ne oldu? Bu halin beni korkutuyor,” dedi Melis.

 

“Bir şey yok, Melis. Benim halletmem gereken şeyler var,” dedi Luca, sesi soğuktu. “Buğra’yla ilgilen. Ben hemen geleceğim. Bazı şeyler senin bilmeni istemeyeceğim kadar kirli,” dedi. “Ve ben bu kirin sana ya da Buğra’ya bulaşmasına izin vermeyeceğim. O yüzden, lütfen…”

 

Melis, gözyaşlarını tutamıyordu. “Ama biz senin aileniz, Luca! Eğer bu kirin içinde sen varsın, biz de bir şekilde içindeyiz. Neden bunu anlamıyorsun?”

 

Luca, Melis’in yanından geçip gitmeden önce kısa bir an durdu. Elini uzatıp onun yanağını hafifçe okşadı.

 

“Bu yüzden zaten buradayım, Melis. Ama bazen beni anlamaman daha iyi,” dedi ve hızla merdivenlerden inip evden çıktı.

 

Melis, kucağında Buğra’yla kapıya doğru baktı. İçinde Luca’nın taşıdığı yükü anlayamamanın çaresizliğiyle kalakalmıştı. “Bu kadar sert olma, Luca…” diye fısıldadı, ama onun sesini duyan kimse yoktu.

 

 

Bir süre sonra...

 

Luca hızla şirketin kapısından içeri girdi. Üzerindeki öfke, çevresindeki herkesi ürkütüyordu. Koridorları sert adımlarla geçip toplantı odasına girdiğinde, ortağı ve en yakın arkadaşı Giovanni onu bekliyordu. Giovanni’nin yüzü endişeliydi. Masanın üzerine birkaç dosya ve telefon konulmuştu. Luca içeri girer girmez sert bir sesle konuştu.

 

"Ne biliyorsun? Hemen anlat!"

 

Giovanni, ellerini kaldırarak Luca’yı sakinleştirmeye çalıştı. "Luca, sakin ol. Önce bir otur ve dinle."

 

"Dinlemek mi?" diye bağırdı Luca. "Bu sabah oğlum ve karımın fotoğraflarını telefonuma gönderen bir adamdan bahsediyorsun! Bu işte ne biliyorsan hemen söyle!"

 

Giovanni, derin bir nefes alıp konuşmaya başladı.

"Bak, Luca. Bu adam seni çok iyi tanıyor. Sana bir mesaj göndermek istemiş. Kim olduğunu tam bilmiyoruz, ama… Melis’i de tanıyor olabilir."

 

Bu sözler, Luca’nın sinirlerini daha da gerdi. Masaya yumruğunu vurdu, gözleri öfkeyle parlıyordu. "Ne demek tanıyor olabilir? Giovanni, bana oyun oynamayı bırak! Eğer karımı ve oğlumu tanıyorsa, bu işi çözmek için ne gerekiyorsa yaparım!"

 

Giovanni, hafifçe geri çekildi, ama sakinliğini koruyarak konuşmaya devam etti. "Luca, bu adamın geçmişinle bir bağlantısı var. Bunu görebiliyorum. Eski bir düşman mı, yoksa iş ortaklarından biri mi? Emin değilim. Ama bu kadar kişisel bir hamle, yalnızca seni hedef alıyor."

 

Luca, alnındaki terleri silerken nefes almaya çalıştı. Gözleri kararmış gibiydi. "Eğer Melis’i tanıyorsa, geçmişten bir şeyler biliyor olmalı. Kim bu adam, Giovanni? Adını öğrenmek istiyorum!"

 

Giovanni, biraz duraksadı. "Adı açıkça belli değil. Şimdilik yalnızca takma bir isim kullanıyor: 'Il Fantasma'."

 

Bu isim, Luca’yı derinden etkiledi. Yıllar önce iş dünyasında yaptığı hatalar, aldığı sert kararlar ve karanlık işler... Bu ismin ne anlama geldiğini çok iyi biliyordu. Kendi geçmişiyle yüzleşmek zorunda olduğunu hissediyordu.

 

"Il Fantasma," diye mırıldandı Luca. "Bu adamın bana ulaşmasına izin vermeyeceğim. Eğer o geçmişte kalmadıysa, ben de kalmam. Giovanni, hemen bir ekip topla. Bu işi kökünden halledeceğiz."

 

Giovanni, Luca’nın bu kararlılığı karşısında başını salladı. "Luca, dikkatli ol. Bu adam seni tanıyor, zayıf noktalarını biliyor. Eğer Melis ve Buğra onun hedefiyse, bu iş çok daha karmaşık bir hale gelir."

 

Luca, gözlerini kısarak cevap verdi:

"Kimse benim aileme zarar veremez, Giovanni. Kimse. Bunu ona öğreteceğim."

 

Giovanni, derin bir iç çekerek masadan birkaç dosya aldı ve Luca’ya uzattı. "Bunlar, onunla ilgili bildiklerimiz. Daha fazlasını öğrenmek için zamana ihtiyacımız var."

 

Luca, dosyaları hızla inceledi, ardından ayağa kalktı. "Zamana ihtiyacımız yok, Giovanni. Eğer benim geçmişimi hatırlatmak istiyorsa, o geçmişin ne kadar acımasız olabileceğini göstereceğim."

 

Giovanni, Luca’nın kararlılığını görünce, bu savaşın kolay olmayacağını anladı. "Peki, ne yapmayı düşünüyorsun?" diye sordu.

 

Luca, kapıya yönelirken durdu ve başını çevirerek cevap verdi.

"Önce bu adamın kim olduğunu bulacağım. Sonra da ona kim olduğunu unutturacağım."

 

Luca, karanlık bir dünyaya yeniden adım atarken, içinde hem ailesini koruma isteği hem de geçmişinin yüküyle yüzleşme korkusu vardı.

 

 

O sırada evden oğlu ile gizlice çıkan Melis, Buğra’nın küçük kahkahaları eşliğinde parkta dolaşıyordu. Çocuğunun mutluluğu, bir an için içindeki karmaşayı dindirmişti. Luca’nın sabahki soğuk tavırları ve eve dönüşündeki öfkesi hâlâ aklındaydı, ama bu anın tadını çıkarmaya kararlıydı. Gözlerini kapatıp derin bir nefes aldı. Çocuk parkının sesleri, kuş cıvıltıları ve Buğra’nın neşeli çığlıkları, zihnini kısa süreliğine rahatlattı.

 

Tam o sırada bir gölge Melis’in dikkatini çekti. Başını kaldırıp baktığında, gözleri karşısında duran bir yabancıya kilitlendi. Ya da… yabancı mıydı? Yıllar önce tanıdığı o adam… Yine siyah deri çantası elindeydi. Yıllar geçmesine rağmen hiç değişmemiş gibiydi. Kalbi hızla çarpmaya başladı. Bu adam, Buğra’ya hamile olduğunu öğrendiği gün, onu hastaneye yetiştiren kişiydi.

 

Adam, hafif bir gülümsemeyle Melis’e doğru yaklaştı. "Uzun zaman oldu, Melis," dedi. Sesi sakin ama bir o kadar da derindi.

 

Melis, şaşkınlıkla geriye bir adım attı. Bu kadar yıl sonra onu burada görmek… O kadar tuhaftı ki. "Siz…" diye mırıldandı. "Neden buradasınız?"

 

Adam, çantasını yere koydu ve hafifçe eğilerek Buğra’ya baktı. Çocuğun yüzünde bir merak ifadesi vardı. "Beni hatırlaman güzel, Melis," dedi, bakışlarını yeniden ona çevirerek. "O gün seni hastaneye yetiştirdiğimde, bunun bir veda olduğunu düşünmüştüm. Ama kader bizi yine bir araya getirdi."

 

Melis, derin bir nefes alıp kendini toparlamaya çalıştı. "O gün bana yardım ettiniz, evet. Ama kim olduğunuzu ya da neden burada olduğunuzu bilmiyorum. Beni mi takip ediyorsunuz?"

 

Adam, hafifçe güldü. "Hayır, seni takip etmiyorum. Ama yollarımızın kesişeceğini biliyordum. Luca ile olan hayatın… pek de kolay değil, değil mi?"

 

Bu isim, Melis’in tüylerini diken diken etti. "Luca’yı nereden tanıyorsunuz?" diye sordu, sesi artık daha sert ve kararlıydı.

 

Adam, Melis’in sorusunu yanıtsız bırakarak çantasını açtı. İçinden küçük bir not defteri çıkarıp ona uzattı. "Bu, Luca’nın geçmişine dair bazı şeyler içeriyor. Ama dikkatli ol, Melis. Gerçekleri her zaman göründüğü kadar basit değildir."

 

Melis, şaşkınlıkla deftere baktı, ama elini uzatmadı. "Ne demek istiyorsunuz? Luca’nın geçmişiyle ne ilgisi var? Siz kimsiniz?"

 

Adam, derin bir nefes aldı ve Melis’in gözlerinin içine baktı. "Ben sadece bir aracıyım. Seni uyarmak istiyorum. Luca’nın düşmanları sadece onun değil, senin ve Buğra’nın da peşinde olabilir. Bu savaşa hazır mısın?"

 

Melis, içgüdüsel olarak Buğra’yı kucakladı. Kalbi, bu adamın söylediklerinin doğruluğundan korkuyordu. "Ne savaşı? Luca’ya zarar mı vermek istiyorsunuz?"

 

Adam başını iki yana salladı. "Hayır, Luca zaten kendi savaşında kaybolmuş durumda. Ama o savaş seni ve oğlunu da içine çekebilir. Dikkatli ol."

 

Melis, bir adım geriledi. "Git buradan," dedi, sesi titrek ama kararlıydı. "Bize bulaşmayın."

 

Adam, hafifçe gülümsedi. "Umarım söylediklerimi ciddiye alırsın, Melis. Bu, yalnızca başlangıç."

 

Melis, adamın arkasını dönüp uzaklaşmasını izlerken, kafası karmakarışıktı. Elindeki not defterine bakarken içinden bir ses, bu adamın söylediklerini ciddiye alması gerektiğini söylüyordu. Ama Luca’ya bu durumu nasıl açıklayacaktı?

 

Kucağındaki Buğra’nın huzurlu yüzüne baktı ve fısıldadı: "Seni koruyacağım, oğlum. Ne pahasına olursa olsun."

 

 

Devam edecek...

 

Yıldızı yakmayı unutmayın ❤

 

 

Bölüm : 12.01.2025 21:54 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...