27. Bölüm

28.Bölüm ( Ay Işığında Kan ve Sessizlik)

Hülya_Alkc
kutuptayazmisalli

LUCA🎀MELİS

 

.

 

 

 

 

Adam, Buğra’yı yere bıraktığında zaman neredeyse durdu. Melis titreyen elleriyle oğluna uzanmak istedi ama Luca’nın kolu, bir duvar gibi önüne geçti.

 

"Dur Melis… o kadar kolay değil bu". dedi, sesi boğuk, yorgun ama hâlâ kontrol sahibiydi.

 

Adam alayla güldü, İtalyanca bir şeyler mırıldandı.

 

“Cesaret güzel şeydir Morreti… ama bazen insanın sonunu getirir.”

 

Luca dişlerini sıktı, kendi dilinde cevap verdi:

“Sen benim sonum olamazsın. Çünkü ben zaten cehennemden geliyorum.”

 

Melis, yavaşça eğilip oğlunu kucağına aldı. Küçük çocuk annesine sarılırken ağlıyordu. “Anne gitmeyelim, korkuyorum…” diye fısıldadı.

Melis’in kalbi paramparça olmuştu.

 

“Tamam aşkım… geçti, buradayım… kimse sana dokunmayacak…”

 

Ama Luca’nın gözleri o sırada başka bir şeye takıldı. Arka binanın çatısında bir keskin nişancı gölgesi.

Bir adım öne attı, Melis’e neredeyse fısıltıyla,

 

“Geri çekil. Şimdi.” dedi.

 

Melis şaşkınlıkla Luca’ya baktı ama gözlerindeki o ölümcül ciddiyeti görünce hemen Buğra’yı kollarına daha sıkı sardı.

Luca cebinden silahını çıkardı, ve bir saniye içinde silah sesi yankılandı. Çatıdaki gölge yere düştü.

 

Adam, geriye çekilmek istedi ama Luca çoktan üzerine yürüyordu.

 

“O kadına bir daha dokunmaya kalkarsan, Morreti adını son kez duymuş olursun.”

 

“Sen hâlâ aşkınla savaşıyorsun Luca,” dedi adam, dişlerinin arasından tıslayarak. “Kadınlar seni yumuşatır, bu da seni öldürür.”

 

Luca bir adım daha yaklaştı, silahı adamın alnına dayadı.

 

“Yanıldın. Kadınlar öldürmez. Ama bir kadın için ölmeyi göze alan erkekleri durduramazsın.”

 

Bir patlama sesi daha yankılandı. Adam yere düştü.

 

Melis donmuştu.

Luca silahını indirdi, sessizce Buğra’nın başını okşadı.

 

“Artık bitti…” dedi fısıltıyla, ama gözleri hâlâ uzak bir noktaya kilitlenmişti.

 

O an, Melis bir adım attı, elleriyle Luca’nın yüzünü tuttu.

 

“Bitmedi Luca… Sen her seferinde kurtarıyorsun ama her defasında biraz daha kayboluyorsun. Bunu istemiyorum.”

 

Luca, Melis’in ellerini tuttu, alnını onun alnına dayadı.

 

“Ben sadece seni korumaya çalıştım, Melis. Ama ne kadar çok korursam… o kadar çok seni kaybediyorum.”

 

Melis ağlamaya başladı,

 

“O zaman beni koruma. Sadece sev.”

 

O gece, üçü de ağlayarak birbirine sarıldı. Ama o sarılış, bir barış değil, bir fırtınanın sessiz başlangıcıydı. Çünkü uzaktan, o ilk depodaki kamera sistemine bakan biri, her şeyi izliyordu.

Ve o adam, Luca’nın babasının sesiyle fısıldadı:

 

“Evlat… henüz hiçbir şey bitmedi.”

 

Luca, karısını ve çocugunu güvenle eve bırakmış hemen ardından babasının yanında bulmuştu kendini... Şuan tam karşısında göz gözeydi babası ile.

 

Odaya sigara dumanı sinmişti. Kristal avizeden yansıyan loş ışık, masadaki adamların yüzlerine acımasız bir sarılık veriyordu. Luca, sessizce nefes alıyor, ama içindeki volkan her saniye büyüyordu.

 

Babasının sesi duvarlarda yankılandı:

“Görüyorsun değil mi, evlat? Güç dediğin şey sadece parayla değil, korkuyla ayakta kalır. Ve korku… kanla beslenir.”

 

Luca gözlerini kaldırdı, boğuk bir sesle konuştu.

“Bu mudur senin gücün baba? İnsanları öldürmek, masumları korkutmak? Melis senin bu kirli dünyanda bir hata mıydı?”

 

Morreti Sr., koltuğunda geriye yaslandı.

“O kadın… seni değiştirdi. Zayıflattı. Sen artık kan kokusunu duymuyorsun Luca. Ve bir Morreti, korkunun kokusunu kaybederse… ölür.”

 

Luca elindeki kadehi öyle bir sıktı ki, ince cam kırılıp elini kesti. Kırmızı damlalar, masaya sessizce düştü.

“Senin kanınla büyüdüm baba. Senin işlerinle… senin günahlarınla. Ama ben senin gibi olmayacağım.”

 

Masanın diğer ucundaki adam — Giovanni’nin uzun yıllardır tanıdığı eski bir tetikçi — sırıtarak araya girdi:

“Babanın izinden kaçamazsın Luca. Bu şehir senin damarlarında. Şu anda bile senin adına insanlar ölüyor.”

 

Luca dönüp babasına baktı.

“Ne yaptın sen?”

 

Babasının yüzünde ne pişmanlık ne utanma vardı, sadece donuk bir sakinlik.

 

“Giovanni’yi susturmak gerekiyordu. Bizim aile sırlarımız fazla derin, oğlum. Kadının ve o çocuğun güvenliği, bizim için bir kozdu.”

 

Luca’nın gözbebekleri büyüdü.

“Demek Melis’i kaçıran… sensin.”

 

O an, odadaki hava ağırlaştı. Silahını çekti, babasına doğrulttu. Diğer adamlar hemen pozisyon aldı, ama Luca’nın sesi donuk ve ölüm kadar soğuktu.

 

“Benim karıma dokundun… oğlumu kullandın… şimdi de bana aileden bahsediyorsun.”

 

Babasının gülüşü iğrenç bir yankı gibi duvarda çınladı.

 

“Aile kanla kurulur, Luca. Ve sen hâlâ aşk gibi masallara inanıyorsun.”

 

Luca bir adım attı, silahın tetiğine dokundu ama parmağını çekti.

 

“Ben senin kanını değil, adını öldüreceğim.”

 

Sonra cebinden bir dosya çıkardı, masaya attı.

“Yıllardır sakladığın her şeyi biliyorum artık. Silah ticareti, sahte kimlikler, çocuk kaçakçılığı... Hepsi bu dosyada. Senin adını ben değil, senin geçmişin bitirecek.”

 

Babası ayağa kalktı, boğazı titreyen bir sesle fısıldadı:

“Sen… benim oğlumsun.”

 

“Artık değilim.” dedi Luca. “Ben sadece Melis’in kocasıyım. Ve Buğra’nın babası.”

 

Silahını indirip arkasını döndü.

Ama o an, babasının fısıltısı geldi:

“Onları koruyabileceğini mi sanıyorsun? O kadın senin sonun olacak evlat…”

 

Luca durdu, başını hafifçe çevirdi.

 

“O kadın… Benim yaşama sebebim.”

 

Ve çıktı.

Kapının kapanma sesi, o koca malikânede yankılanan bir savaş ilanıydı.

 

 

Kapı sertçe çarptı.

Luca adımlarını bile duymadan merdivenleri indi. Yağmur öyle bir iniyordu ki, sanki gökyüzü onun öfkesini paylaşmak ister gibi ağlıyordu.

Arabaya bindiğinde direksiyonun başında bir an dondu.

Ellerini direksiyona koydu, alnını derin bir nefesle cama yasladı.

 

Yağmur camdan aşağı süzülürken şehir ışıkları kırılıp akıyordu, tıpkı içindeki anıların birbirine karışması gibi.

 

“Melis…” dedi, kısık bir sesle.

Sadece adı bile içini dağladı.

 

Motoru çalıştırdı, silecekler hırçınca gidip gelirken şehir arkada silinip gidiyordu.

Ama o nereye giderse gitsin, zihninden o sahneler kaçmıyordu.

 

Bir an, aynadan kendi gözlerine baktı. Ve o anda, geçmişin görüntüsü geri döndü.

O daha küçük bir çocuktu, koridorda ağlayan annesini görüyordu. Kadın, babasının bağırışlarını susturmaya çalışıyordu.

Bir bardak kırıldı.

Bir çığlık yankılandı.

Sonra sessizlik.

O gün, Luca babasının gölgesinde ilk kez korkuyu öğrenmişti.

 

“Asla onun gibi olmayacağım…” diye fısıldadı kendi kendine.

Ama o söz, bugün bir yalan gibi kulağında yankılandı.

 

Direksiyonun üzerine eğildi, yumruğunu sıktı.

“Ama oldum…” dedi, sesi kırık, boğuk. “Tanrı beni affetmesin… çünkü ben de Melis’i ağlattım.”

 

Yağmur camlara vurmaya devam ediyordu.

Korna sesleri, uzakta çakan şimşekler, hepsi bir an sustu sanki.

Arabada sadece Luca’nın soluğu kalmıştı.

 

Gözlerini kapadı; Melis’in yüzü geldi. Gözyaşları, korkuyla titreşen dudakları, “Luca yapma” diye yalvarışı…

Bir anlık öfkesinin, o kadını nasıl paramparça ettiğini hatırladı.

 

“Babam anneme ne yaptıysa… ben de sana yaptım, değil mi?” dedi, sesi titriyordu. “Senin gözyaşlarında onun suretini gördüm. Oysa ben seni korumak istemiştim.”

 

Direksiyonun başında hıçkırıkları bastıramadı. Yağmurla birlikte ağlıyordu artık.

Kendine değil, sevdiği kadına benzeyemediği için.

 

Bir anda telefonu çaldı. Melis’in ismi ekranda parladı.

Ama Luca sadece baktı. Parmakları o kadar titriyordu ki, cevaplayamadı.

Sanki aradaki bütün kelimeler, geçmişte boğulmuştu.

 

“Keşke seni sevmeseydim,” dedi. “O zaman seni kırmazdım.”

 

Arabayı yol kenarına çekti. Motoru kapattı.

Dışarı çıktı; yağmur iliklerine kadar işliyordu. Gözlerini gökyüzüne kaldırdı, şimşekler yüzünü aydınlattı.

 

“Anne… seni anlıyorum artık,” dedi sessizce. “Sen neden gitmedin… neden kaldın, şimdi biliyorum. Çünkü sevgi bazen zincir gibi, insanı hem bağlar hem yakar.”

 

Sonra ellerini yüzüne kapattı.

Bir çocuk gibi.

Bir adam gibi.

Bir baba gibi.

Ve o an, sokak lambasının altında dizlerinin üstüne çöktü.

 

Yağmurun sesiyle birlikte mırıldandı:

“Ama ben artık onun gibi olmayacağım… Melis’i bir daha ağlatmayacağım.”

 

Bir yıldırım çaktı. Uzaktan siren sesleri duyuldu.

Luca başını kaldırdı, gözlerinde hem korku hem kararlılık vardı.

Arabasına döndü, motoru yeniden çalıştırdı.

Direksiyonun başında yalnızca tek bir cümle fısıldadı:

“Bunu düzeltmek için cehenneme bile dönerim.”

 

Ve o an, Morreti’nin eski halinden geriye kalan tek şey, gözyaşlarıyla ıslanmış bir direksiyondu.

 

Devam edecek...

 

Yıldızı yakmayı ve yorumlarınızı bekliyorum❤🎀

 

 

Bölüm : 16.10.2025 14:18 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...