
...
.
.
Melis, hastaneden çıktıktan sonra birkaç gün kendini toparlamaya çalıştı. Olanları sindirmek kolay değildi. İçindeki bebeğin varlığı, onun tüm hayatını altüst etmişti. Bir yandan okula devam etmeye çalışıyor, bir yandan da oteldeki işinden ayrılmanın planlarını yapıyordu. Çalışmayı bırakmak demek, bir süreliğine tamamen babasına ve üvey annesine bağımlı olmak demekti. Ama bedeni artık uzun saatler ayakta kalmaya dayanamıyordu.
Bir akşam, cesaretini toplayarak Emine’ye ve babasına işten ayrıldığını söyledi.
“Ne?! Sen delirdin mi?” diye bağırdı babası. “Bu evde bir kişi bile az çalışırsa ne hale geliriz biliyor musun?”
“Baba, çok yoruluyorum. Bir süre okula odaklanmam lazım,” dedi Melis, sakin kalmaya çalışarak.
Emine alaycı bir kahkaha attı. “Yoruluyormuş! Biz gençken gece gündüz çalışırdık, bir kere şikayet etmezdik. Ama tabii, senin el bebek gül bebek büyütülmüş halin bu!”
Melis, daha fazla tartışmadan odasına çekildi. Ne deseler haklı çıkacaklardı. Zaten onun içindeki asıl fırtınayı bilseler, belki de çok daha kötü tepkiler verirlerdi.
---
İşten ayrılmasının ardından Melis, tüm enerjisini okula vermeye çalıştı. Ama sınıftaki arkadaşları bile artık onun ne kadar farklı olduğunu fark ediyordu. Eskiden derslere katılan, grup çalışmalarında aktif olan Melis, şimdi sadece sessiz bir köşede oturuyor, kimseyle konuşmuyordu.
Bir gün öğretmeni, onu dersten sonra yanına çağırdı.
“Melis, seni bir süredir izliyorum. Neler olduğunu bilmiyorum ama yardıma ihtiyacın varsa buradayım,” dedi, samimi bir sesle.
Melis, gözlerini kaçırdı. “Her şey yolunda. Sadece biraz yorgunum.”
Öğretmen bir süre sessiz kaldı. “Yorgunluk bazen bizi içten içe kemirir. Ama unutma, yüklerini paylaşmazsan, altında ezilirsin.”
Melis, bu sözleri aklında tutarak okuldan ayrıldı. Yüklerini paylaşmak… Ama kiminle? Hayatında güvenebileceği kimse kalmamış gibiydi.
Bir akşam, Melis okuldan eve döndüğünde evde tuhaf bir sessizlik vardı. Babası salonda değildi. Emine’nin odasından ise fısıldamalar geliyordu. Sessizce kapıya yaklaştı. Kapı aralık kalmıştı. İçeride babası ve Emine, bir yığın fotoğrafı inceliyorlardı.
“Bu fotoğraflar nereden çıktı?” diye sordu babası, sinirli bir şekilde.
“Onun çantasından. Melis’in çantasından,” dedi Emine, soğuk bir sesle.
Melis’in kalbi hızla atmaya başladı. Fotoğrafları görmek için başını uzattığında, birkaç ultrason görüntüsüyle birlikte Gianluca’nın eski bir fotoğrafını gördü. Fotoğraf, o gece Melis’in cebine sıkıştırdığı ve sonrasında çantasında unuttuğu bir şeydi.
“Bu ne rezillik!” diye bağırdı babası. “Bu ne demek oluyor, Emine?”
Emine’nin sesi daha da alaycı bir hal aldı. “Ne demek olacak? Görmüyor musun? Bize söylemeden hayatını yaşamış! Rezil bir kız yetiştirmişsin.”
Melis, hızla odasına doğru koştu ama çok geç kalmıştı. Babası arkasından geldi, odanın kapısını tekmeyle açtı.
“Bu doğru mu?!” diye bağırdı, fotoğrafları suratına fırlatarak. “Ne bu rezillik?!”
Melis, donup kalmıştı. Ne söyleyeceğini bilmiyordu.
“Konuşsana! Yoksa doğru mu bunlar?” Babası öfkeyle Melis’in kolundan tuttu ve onu sarsmaya başladı.
“Baba, lütfen…” diye fısıldadı Melis, gözyaşları içinde.
Ama adam daha fazla dinlemedi. Onu odadan dışarı sürükledi ve kapıyı açarak, “Defol git bu evden! Böyle bir kızım yok benim!” diye bağırdı.
Melis, kapının önüne yığıldı. Üzerindeki pijamalarla, elinde hiçbir şey olmadan, sokakta yapayalnız kalmıştı.
O gece Melis, karnını tutarak sokaklarda yürüdü. Ne yapacağını, nereye gideceğini bilmiyordu. Karnındaki bebek için ağlıyor, hayatındaki çaresizliğe isyan ediyordu. Sahile vardığında, bir bankta oturup başını ellerinin arasına aldı.
O sırada bir ses duydu.
“Yine mi buradasın?”
Başını kaldırdığında, hastaneye onu götüren genç adamı gördü. Adam, elinde bir çanta taşıyordu.
“Sana bir şey olacak diye endişelendim,” dedi. “Belli ki yardıma ihtiyacın var. Lütfen, anlat bana.”
Melis, derin bir nefes aldı. Bu kez içindeki fırtınayı saklamaya çalışmadı. “Hayatım bir enkaz… Ve artık ne yapacağımı bilmiyorum,” dedi, gözyaşları içinde.
Adam, yanına oturdu. “Bazen, en dipte olduğumuzda yardım eli uzatan birini buluruz. Sana yardım etmek istiyorum.”
Melis, bu sözler karşısında ilk kez bir umut hissetti. Belki de bir çıkış yolu vardı. Belki de bu sefer yüklerini paylaşma zamanıydı.
Melis, sahildeki genç adamla konuşmasının ardından birkaç gün boyunca sokaklarda dolaştı. Babasının ve Emine’nin onu evden kovduğu an, zihninde sürekli dönüp duruyordu. Karnındaki bebeği koruma içgüdüsü, her şeyden güçlüydü. Ancak nereye gideceğini, kime sığınacağını bilemiyordu.
Bir sabah, okuldan bir arkadaşı olan Eylül’ün numarasını aramaya karar verdi. Eylül, her zaman sessiz ama güvenilir biri olarak tanınırdı. Telefonu titreyerek açtı ve aradı.
“Melis? Sabah sabah aramana şaşırdım. İyi misin?” diye sordu Eylül, neşeli bir sesle.
“Eylül…” dedi Melis, sesi titreyerek. “Sana anlatmam gereken şeyler var. Şu an çok zor bir durumdayım. Konuşabilir miyiz?”
Eylül’ün sesi ciddileşti. “Tabii ki. Nerdesin? Gel, benim evde buluşalım.”
Melis, adresi aldıktan sonra Eylül’ün evine doğru yola çıktı. Kalbi hızla atıyordu. Hayatında ilk kez birine bu kadar açık olacaktı.
Eylül, Melis’i kapıda karşıladı. Melis’in solgun yüzünü ve gözlerindeki korkuyu görünce şaşkına döndü.
“Ne oldu sana? Hemen içeri gel,” dedi, endişeli bir şekilde.
Melis, oturdukları kanepeye çökerken gözyaşlarını tutamadı. “Evden atıldım, Eylül. Babam ve üvey annem… Onlara anlatamadığım bir şey yüzünden beni kovdular.”
Eylül, sessizce dinledi. “Peki, ne oldu? Bunu yapacak kadar ne olabilir?”
Melis, derin bir nefes aldı ve her şeyi anlattı: Gianluca’yla tanışmasını, o geceyi, hamile olduğunu öğrenmesini, üvey annesinin çantasındaki fotoğrafları bulmasını… Her şeyi.
Eylül, bir süre konuşmadı. Gözleri dolmuştu. “Bunu tek başına yaşamana gerek yok, Melis. Burada kalabilirsin. Ailem bir süreliğine şehir dışında, bu yüzden rahat olabilirsin.”
Melis, gözyaşları içinde teşekkür etti. İlk kez birinin ona yardım etmek istediğini hissediyordu.
Melis, Eylül’ün evinde kalmaya başladı. Eylül, ona hem fiziksel hem de duygusal destek oluyordu. Beraber yemek yapıyor, ders çalışıyorlardı. Ancak Melis’in okul hayatındaki sorunlar bitmek bilmiyordu.
Sınıfta dedikodular başlamıştı. Melis’in sessizliği ve değişen davranışları, arkadaşlarının dikkatini çekmişti. Bir gün sınıftaki popüler kızlardan biri olan Cansu, koridorda Melis’e yaklaştı.
“Duyduğuma göre, evden atılmışsın. Doğru mu?” diye sordu, alaycı bir sesle.
Melis, cevap vermeden yanından geçmeye çalıştı. Ama Cansu pes etmedi. “Bir de karnını saklıyormuşsun. Ne saklıyorsun, Melis? Anlat da herkes bilsin!”
Eylül, hemen araya girdi. “Yeter artık, Cansu! İnsanların hayatına burnunu sokmayı bırak!”
Cansu, alaycı bir kahkaha attı. “Tabii tabii. Siz iyi takılın. Ama gerçekler er ya da geç ortaya çıkar.”
Melis, Eylül’ün koluna tutunarak uzaklaştı. “Herkes öğrenecek, Eylül. Ne yapacağım?” diye sordu, çaresiz bir şekilde.
Eylül, onu sıkıca sarıldı. “Bırak ne derlerse desinler. Sen güçlüsün, Melis. Bu dünyada seni yargılayan çok olacak ama seni sevenler hep yanında olacak. Ben buradayım.”
Eylül, Melis’e destek olmaya devam ederken, bir gün oturup ciddi bir konuşma yaptılar.
“Melis, bu şekilde devam edemezsin. Bir plan yapmamız lazım. Bebeği büyütmek istiyor musun? Yoksa başka bir çözüm mü düşünüyorsun?” diye sordu Eylül, ciddiyetle.
Melis, bir süre düşündü. “Bebeği istiyorum, Eylül. Ama nasıl bakacağımı bilmiyorum. Babamı asla affetmeyeceğim. Ama bir iş bulmam, para kazanmam lazım.”
Eylül, Melis’in elini tuttu. “O zaman birlikte bir çözüm bulacağız. Ama önce sağlıklı bir şekilde okulu bitirmen lazım. Bir süre daha burada kal. Sonra birlikte çalışıp her şeyi halledeceğiz.”
Melis, ilk kez içindeki yükün biraz hafiflediğini hissetti. Belki de bu karanlık dönemin sonunda bir ışık vardı.
Devam edecek...
Oy ve yorum yapmayı unutmayın lütfen 🥰
MELİS

EYLÜL

| Okur Yorumları | Yorum Ekle |

| 20.88k Okunma |
888 Oy |
0 Takip |
28 Bölümlü Kitap |