7. Bölüm

4. Bölüm: Asil Kadın

Elif Kevser Kızıl
kwvseriko

 

♫♫The Seed- Aurora♫♫

 

***

Çok uzun zaman önce Solthania...

Achar ve Roderus'un kızı Sethalia'nın düğün günüydü. İmparatorluk sarayında büyük bir kargaşa vardı. Her yerde düzine düzine hizmetçi çalışıyordu. Süslemeler Sethalia'nın isteklerine göre hazırlanmıştı. Achar, hayallerini kurduğu düğünden bambaşka bir düğüne hazırlanıyordu. Sevdiği kadının ölümünden henüz üç gün geçmişti. Demetria'yı kaybettikten sonra gözlerindeki bütün duygular mum gibi eriyip kaybolmuştu.

"Dalgınsınız," duyduğu sesle irkilip o tarafa baktı Achar. "Sizi gören düğün değil cenaze var sanacak." Kral Fredher Rosenheim, bilmiş bir tebessümle bakıyordu. Kuzgun karası gözleri yaşından dolayı kırışmaya başlamıştı. Saçlarının aralarında çoğalan beyazları hayata karşı bildiği tecrübeleri gösteriyordu. Oysa Achar çok iyi hatırlıyordu, Kral Fredher'in saçları öylesine karaydı ki gecenin içinde görünmezdi. Ve bu adam, babasının en yakın dostuydu.

"Heyecanlandığımda durgunlaşırım." kestirip atmayı denemişti ancak olmamıştı.

"Demetria'yı neden öldürdün?" buz gibi saplanan soruyla sustu Achar. Evet, Demetria'yı kendi öldürmüştü. Ama bu kadar basit sorulabiliyor muydu? Çünkü o kadar kolay olmamıştı. Kendisi de yanmıştı o ateşle. Gözlerinde o yangının külleri savrulurken bu soruya ne cevap verebilirdi?

" Kara cadıy-" bütün Solthania'ya inandırdığı yalanı tekrarlayacaktı ancak Kral Fredher eliyle susturdu Achar'ı.

"Bu yalanı herkese inandırabilirsin. Ama bana," gözlerinden geçen o öfkeyi hissetti Achar. "Asla."

"Ekselansları, " imparatorluk salonuna giren Roderus'a göz ucuyla baktı Kral. "Hazırlanmanız lazım. Vakit geldi. Hizmetçileriniz sizi odanızda bekliyor."

Achar tek kelime etmeden salondan çıktı. Geride kalan Roderus ve Fredher sessizliğin arasında toz olup gittiler.

                     ***

İmparatorluğa yakışır bir düğünün ardından Achar'ın tahta geçme töreni gerçekleştiriliyordu. İmparatorluk Başrahibi Masel, taht salonununa girmişti. Salonun yükseltilen yerinde iki tane görkemli taht bulunuyordu. Achar ile birlikte Sethalia'da taç giyecekti. Başrahip Masel tahtların önüne geçip töreni başlattı. Törenin başlamasıyla birlikte Achar, rahibin sağ tarafına geçti. Hemen sol tarafına babası Roderus'un kolunda Sethalia'da geldiğinde Başrahip Masel, düğün törenini de başlattı:

"Yüce ve ulu Gökler'in huzurunda Solthania İmparatorluğu'nun varisi, Güneş'in ve Ay'ın yaratıcısı Solthan'ın emanetine sahip çıkan İmparator Achar ve bereketin habercisi, sevgi ve nezaketin sembolü Miranda Fathale'in emanetine sahip çıkan İmparatoriçe Sethalia'nın düğün törenine minnetle başlamaktan gurur duyuyoruz. 'Fadale Seithalen Solthania Fondesthare...' " Solthaniaiçin yapılan şükür ve bereket duasının ardından iki hizmetçi ellerinde taçlarla Başrahibin yanına geldiler. Başrahip önce Sethalia'nın sonra Achar'ın tacını taktı. Masel duasına devam ederken Achar salonda kopan alkış tufanını izledi. Bütün bu kalabalığın içinde bir çift kahverengi göz Achar'ın aklını dağıttı. Herkes alkış tutarken bir tek o kutlamıyordu.

Achar, hiç düşünmeden ona doğru ilerledi. Ayakları geri geri giderek çıktığı merdivenlerden koşarak indi. Bir anlığına bütün salon sustu. Achar yanılmış olamazdı. Ezbere bildiği toprak kahvesi hareleri karıştırmış olamazdı. Kendisine doğru geldiğini anlayan Demetria kendine has bir kırmızı duman eşliğinde salondan kayboldu. Fakat veda edeceği adamın kulağına sesini çınlatmaktan kaçmadı.

"Tahtın uğruna yaktığın kadının yerine seni yakacak kadını almanı tebrik ediyorum. Ve unutma ölüm beni güçlendirdiği kadar seni zayıflatır. Bir gün yeniden karşılaşacağız ve o gün seninle son kez vedalaşacağım."

***
Şimdiki zaman...
Freya

"Annemi öldürdüğünüzü biliyorum. Hem de babamla bir olup öldürdünüz." gözlerim fal taşına dönecek şekilde açıktı. Gergindim, sinirliydim, korkuyordum... Masaya elimi vurup ayağa kalktım. "Bize daha ne kadar yalan söylemeyi düşünüyordunuz? Bütün bunları öğrenmeyecek miydik?"

Bu sinirli çıkışım Tiago'yu da etkilemişti. Düşündüğünü belli eden mırıltılar çıkarırken bir eliyle şarap kadehini oynuyordu. Oysaki ben bu kadar rahat düşünemezdim.

"Siz ne saçmaladığınızı sanıyorsunuz?!" Kraliçe Verbena olduğu yerden masaya vurarak ayağa kalktı. Onun bu hallerini görmek haklı olduğumu kanıtlıyordu çünkü göz bebekleri bile korkudan küçücük kalmıştı.

"Ben doğruları söylüyorum Kraliçe!," olduğum yerden geri çekilip masadan uzaklaştım. "Annemi sırf babamla olan yasak aşkını resmileştirip kraliçe olmak için öldürdüğünü biliyorum. Öyleki babamı bile kendi safına çekebilmişsin!"

Sesimi kontrol edemiyordum. Benim bu çıkışımla beraber Theodore da ayaklanıp ortam gerilirse sakinleştirmek için hazırda beklemeye başladı.

"Bu saçmalığı kes artık Freya!" Verbena o cırtlak sesiyle bana bağırınca Tiago ayağa kalktı.

"Çok affedersiniz ama bölüyorum," elindeki kadehi masaya sertçe koydu. "Madem bu bir saçmalık annem öldükten sonra onu görmemiz bile yasaklanmıştı. Ayrıca 1 ay geçmeden evlenme kararı aldınız. Bunu açıklayın o zaman?"

"Bu ne biçim bir densizlik!" babam yerinden kalkıp bağırmaya başlamıştı. "Hepiniz yıkılın karşımdan! Ülkenizin kraliçesine nasıl iftira atarsınız?!" Sadece bu anı beklemiştim. Babamın çıkışmasını. Çünkü eğer haksızsa bizi susturmak için hep bu yolu kullanırdı. Haklı çıkmak için yapmayacağı şey yoktu. O an gözlerimin dolduğunu hissettim. Lav çukuruna düşmüşüm gibi yanmaya başlamıştı gözlerim. Masadan geri çekilip tek kelime etmeden salon kapısına yöneldim. Arkamdan Tiago da gelmişti. Koridor boyunca ne o ne de ben tek kelime etmedik. Ben nereye gidiyorsam o da benimle geliyordu. Çünkü ikimizinde gidebileceği tek bir yer vardı.

***

Soğuk taşın üzerindeki elim yaprak gibi süzülüyordu.

"Annem de saçlarımızı böyle severdi..." bakışlarımı Tiago'ya çevirdim. Onun soğuk sesi canımı yakıyordu. Bana duygusuz gözlerle bakıyordu. Bakışları ellerimdeydi, annemizin mezarını seven ellerimde.

"Buraya benimle gelmek için bir sebebin bile yok Tİago," uzun süre konuşmadığım için sesim pürüzlü çıkmıştı. "Benden nefret ettiğini bütün Solthania biliyor."

"Senden nefret etmiyorum." dediğinde ikimizde bunun yalan olduğunu biliyorduk çünkü bal gibi de ediyordu. Histerik bir gülümsemeyle baktım ona.

"Peki o zaman," derin bir nefes alarak oturduğum yerden kalktım. "Sana iyi günler, ben biraz yalnız kalayım. Sen de annemle dertleşirsin biraz." Basit bir baş selamından sonra olduğum yerden uzaklaşmaya başladım.

Saraya mı gideceğiz? Şimdi mi?

Hayır saraya falan gitmeyecektim. Krallığa ait Batı Ormanları'na doğru gidiyordum. Çünkü yalnız kalabileceğim tek yer orasıydı. Kimsenin beni bulamayacağından emin olduğum tek yer orasıydı. Bahçeye gidemezdim. Theodore beni bulurdu. Saraya da gitmezdim çünkü kimseyi görmek istemiyordum.

Ağaçlık alana yaklaştıkça gözlerim yanmaya başladı. İçimde bunca zaman tuttuklarımı akıtabilirdim artık. Ve sanki içimden bir ses bugünden sonra hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını söylüyordu. Sanki bu benim son ağlamammış gibi ağladım. Bir daha ne zaman ağlayacağımı bilmiyordum çünkü.

***

Theodore

Salondaki bütün o hengame bittikten sonra Freya'nın arkasından bakakalmıştım. Kaladin ve o bütün saçma planı bir kenara bırakıp sadece Freya'nın arkasından gitmek istedim. Her şey onun iyiliği içindi aslında. Günü geldiğinde zaten bu kavga olacaktı. Ama onu bu denli yalnız bırakmak istemiyordum. Hareketlerimden bile belli olurdu gitmek istediğim. Başımı çevirip Kaladin'e baktığımda önündeki yemeği yiyordu. Freya'nın arkasından gitmem gerekiyordu. Tiago da gitmişti onun arkasından. Ya Freya'nın başına bir şey geldiyse?

"Gidebilirsin Theodore," Kaladin'in belli belirsiz gelen sesine odaklandım. Stresten sağ bacağımı salladığımı yeni farketmiştim. Kaladin'in suratına boş gözlerle baktığımda hafif ağzım aralanmıştı. "Freya'nın yanına git Theo. Sana ihtiyacı vardır."

"Emredersiniz," olduğum yerden hızlıca ayaklanıp Freya'nın arkasından çıktım. Aklıma ilk gelen yere, Freya'nın çiçek bahçesine yöneldim. Bahçeye gittiğimde gözlerim onu aradı ama bulamadı. "Freya..." kalın ve tok sesim hafif pürüzlü çıkmıştı. Nasıl hissettiği hakkında hiçbir fikrim yoktu.

"Burada değil." Demetria'nın sesi kulaklarımda çınladığında derin bir nefes aldım.

"Nerede o zaman?" gergindim ve bu da sesime yansıyordu. Çünkü Freya'nın bana ihtiyacı vardı. İnkar etse bile istemese de biliyordum. O hep böyle yapardı, benden kaçardı.

"Seni istemiyor."

"O öyle düşünüyor olabilir ama bana ihtiyacı var Demetria," sinirden gerilen kaslarımı gevşetmek için boynumu germe ihtiyacı hissettim. "Lanet olsun şu feministliğini bırak. Bu sinirle nereye gittiğini bile bilmiyordur."

Demetria kendine has bordo bir dumanla karşımda kollarını göğsünde kavuşturmuş bir şekilde bakıyordu. Gözlerinde o bilmiş ifadesi vardı. "Ben biliyorum. Ama seni istemiyor. İstese bahçede seni beklerdi. Kusura bakma, söyleyemem."

Demetria'nın suratına boş boş bakmaya devam ettim. Biliyordum çünkü. Söylemem dediğinde söylemezdi. "Onun yanına git o zaman."

"Ne?! Benden bakıcılık yapmamı mı istiyorsun?"

"Ya yerini söyle ya da git." kesin ve netti. Başka da bir şey söylemeden saraya geri döndüm. Demetria'nın da Freya'nın yanına gittiğini bordo dumanlarının bana değilde başka bir yöne doğru uçmasından anlamıştım. Sarayın girişindeki askerler beni selamlayıp kapıyı açtıklarında karşımda gördüğüm bakışlarla olduğum yerde kaldım. Ona da öfkeliydim. Onun yaralı gözü de bana odaklanmıştı. Sessizce birbirimize baktık. Benim kuzgun karası gözlerimin dumanını onun keskin gümüşleri ortadan ikiye bölmüştü.

***

Freya

Krallığın batı ormanlarında birkaç köylünün yaşadığını biliyordum. Hatta sanırım haftada bir iki gün Benko bir arkadaşını ziyarete buraya geliyordu. Ne tarafta olduğunu bilmiyordum. Zaten amacım da oraya gitmek değildi. Ağaçların arasından süzülen güneş tenimi ısıtıyordu. Başımı yukarı çevirdiğimde tepemdeki ağacın dalında bir kuzgun vardı ve beni izliyordu.

"Burada da değilsindir heralde." son görmek istediğim kişi Kuzgun'du.

Bu adam uyumuyor mu? Gece ayrı gündüz ayrı!

Uyumuyor sanırım. Off, ne saçma saçma düşünüyorum ben de! Göz ucuyla tekrar havaya baktığımda yerinde durmuş hatta kanatlarını gerip başını öne eğer gibi yapmıştı. Etrafıma bakınıp gördüğüm ilk taşı ona fırlattım. "Kışt! Git buradan!"

Kuzgun çatlak sesiyle bağırıp olduğu yerden havalanıp uzaklaşmıştı benden. "Aptal kuş ve aptal kuşçu adam!" önümdeki çakıl taşını tekmemle savurmak istemiştim ancak öyle olmadı. Ayağım boşluğa savruldu ve savrulmasıyla birlikte ağzımdan acı bir inilti kaçtı.

"Lanet olasıca pis hayat! Söylesene senin benimle ne derdin var?!" gökyüzüne doğru bakıp bağırmıştım.

"Hayatı bilmiyorum ama senin kafadan bir derdin var." genç bir kız karşımdaki karaçam ağacına yaslanmış ve beni izliyordu.

Birileri tarafından görülmüş olmanın utancı ile yanaklarımın kızardığını hissettim.

"Merhaba," iki küçük adımla yanıma yanaşıp elini bana doğru uzattı. "Isoline."

Elini uzatıyor.. Bu ne demek? Sanırım bizden nefret ediyor ve bizi öldürecek!

"Eee... Ne?" yarı sırıtır bir yüzle onu izliyordum. "Şey ben özür dilerim, eğer yanlışlıkla senin arazine girdiysem ve yanlış bir şey söylediysem yani ben çok özür dilerim. Lütfen beni öldürme!"

"Ne öldürmesi?" bana doğru uzattığı elini biraz geri çekti ve yüzünde tuhaf bir ifade belirdi. "Adım Isoline, senin adını sordum ve..." sonra bir şeyleri anlamış edasıyla bezgin bir surat ifadesi yaptı. "El sıkışmanın ne demek olduğunu bilmiyorsun değil mi?"

"I ıh, hayır." başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum."

"Seninle tanışmak istiyorum ve bu yüzden elimi uzattım. Tanışmak için anladın mı? Öldürmek falan istemiyorum!"

"Ah, anlıyorum." başımı sallayarak anladığımı belli ettim. Sonra yüzüme içten bir gülümseme yerleştirip elimi uzattım. "Freya."

Freya, asil kadın demekmiş. Hiç de asil falan değilim, olmak da istemiyorum. Benim adımı kim koyduysa onunla şahsi bir meselem var.

"Isoline," o da gülümseyerek elimi tuttu. "Memnun oldum."

"Ben de memnun oldum."

"Buraya nereden geldin? Kolay kolay buraya senin gibileri gelmez. Sarayda mı çalışıyorsun?" benim gibiler derken bakışlarıyla üzerimdeki elbiseyi göstermişti. Çünkü özel kumaşlardan dikilme elbiseler giyerdim.

"Bu çok karışık. Ama biraz kötü bir haldeydim. O yüzden kafa dağıtmaya çıkmıştım."

"Anladım," başını sallayarak beni yanıtladı. "Aç mısın? Eğer istersen evime götürebilirim."

Bir havaya baktım bir de ormanın ötesinden bayrakları görünen Hamilton şatosuna baktım. "Aslında biraz vaktim var."

***

Theodore

Bütün gün sarayda dolaşmış ama yine de Freya'dan bir haber alamamıştım. Demetria'nın o çatlak sesi de zihnimde hiç yankılanmamıştı. Hava kararmaya başlamıştı bile. Askeri locadan ayrılıp saraya doğru ilerledim. Kaladin'e söylemem gerekiyordu. Bir ekip çıkarıp kızını buldurması gerekliydi. Geceleri bütün Hamilton sokaklarında haydutlar ve canavarlar dolaşırdı. Bir kral olarak Kaladin bunu hiç sorun etmiyor hatta sadece sarayla ilgileniyordu.

Kraliyet salonuna vardığımda Kaladin ve Verbena cam kenarında dışarıyı izleyip gülerek sohbet ediyorlardı.

İnsan hiç kızını düşünmez mi?

"Ekselansları?" Kaladin'in önünde belimi kırıp eğildikten sonra yüzlerine baktım. Bu bakış tekrar içimde öldürme isteğini ortaya çıkardı. "Freya sabahtan beri yok. Hava da kararmak üzere. Eğer izin verirseniz bir ekiple beraber onu aramak isterim."

"Bence yolunu bulacak kadar zeki bir kız," Kaladin söze atılmadan önce Verbena konuşmaya başladı. "Hem aile arasında çıkardığı o hadsiz kargaşadan sonra aklını başına getirebilir." Omuzlarına düşen sarı saçlarını hafiften geri atarak Kaladin'e baktı. "Değil mi hayatım? Hem Freya o kadar aptal bir çocuk değil. Saraya gelmesi gereken saati bilir."

"Evet," Kaladin eşinin söylediklerini iyice dinledikten sonra hırıltılı bir sesle konuştu. "Freya öyledir. Bir ekip çıkartıp bütün ülkeyi galeyana getirmeye gerek yok Theodore. Sen de şimdi evine gidebilirsin. Biraz kafanı topla."

"Emredersiniz Kralım." tekrar eğilip salondan çıkarken çok sinirliydim. İnsan kızını hiç merak etmez mi? Kaladin zaten piç soytarısının önde gideniydi. Eşi olacak o çakma sarışın Verbena da fahişelerden biriydi zamanında. Böyle bir ikilinin benim topraklarımı yönetmesine bir sene daha katlanamazdım. Bu sene hepsini öldürecek ve hakkım olan tacı geri alacaktım. Belki Freya'nın da hakkettiği değeri görmesini sağlardım böylelikle.

"Sakin ol koca oğlan!," Demetria'nın sesiyle birlikte yanan ruhuma soğuk sular dökülmüş gibi hissettim. "Boşu boşuna burada vakit kaybetme evine gidelim hadi."

"Freya nasıl, iyi mi?"

"İyi."

Tek bir kelime, iyi. Bugünlerden sonra çok daha kötü olacaktı ama şu an iyiydi. Benim narin kar tanem. Ona dokunmaktan çok korkuyordum. Elimin arasında eriyip giderdi. Ama öylece havada süzülüyordu. Sert bir rüzgar onu her yere çekiştirecekti. O rüzgar benim rüzgarımdı. Atımın yelelerini uçuran rüzgardı. Benim Freya'm. Onu seviyordum. Çocukluğumdan beri hem de. Fakat beni kendisinden uzak tutmak için her şeyi yapıyordu. Çekiniyordum o yüzden. Sevdiğimi söylersem aramızdaki küçücük samimiyetde yok olacaktı. Freya, havada yeni yeni parlayan yıldızlardan daha da güzeldi. Ay varisiymiş... Aydan bile daha güzeldi o. Benim Freya'm...

***

Eve geldiğimde alışkın olduğum taş zemine atladım. Atımı ahıra bırakıp önüne biraz yem koymuştum. Ezberimde olan yolu yürürken Demetria hâlâ zihnimden çıkmamıştı. Bir şey demedim. Evin kapısını açtığımda bilindik koku etrafımı sardı. Ama bu bildiğim kokudan başka bir koku daha vardı. Ezberimden atamadığım o lavantanın soğuk kokusu... Freya?

Salona doğru yürüdüğümde koltuğun üzerinde uyuyan, uzun saçları yere dökülmüş ve hafif ağzı aralanmış Freya'yı gördüm. Ocağın başında da Isoline kitap okuyordu. Freya benim evimdeydi.

"Ormanda buldum. Açmış eve getirdim yemek falan yedi. Eğer bıraksaydım başına bir şey gelir diye korktum." Isoline beni görür görmez korkudan açıklama yaptı. Ona da kızamazdım.

"T-tamam. Dikkat et bir daha alma kimseyi. Güvenemezsin."

"Peki abi. Şey..." bu ses tonunu biliyordum. Yanlış bir şey olduğunda, hata yaptığında böyle konuşurdu. Çocukken annemin vazosunu kırdığında da bu ses tonuyla konuşmuştu. Kardeşime asla kıyamıyordum. O vazo annemin kendi elleriyle yaptığı vazoydu. O yüzden babam çok yıpranmış bize bağırmaya başlamıştı. Ama annem olsa asla kızmazdı. Annem olmadığı için bu hale düşmüştük zaten. Madam olmasa biz bir arada hayatta kalamazdık. Aklıma düşen sisleri kenara itip sorgulayan ifadeyle Isoline'e baktım. "Babam,"

"Ne oldu babama?" karşımda sus pus duran kardeşime baktım. "Söylesene Issy."

"Babam onu gördü." baş ucuyla koltukta yatan Freya'yı gösterdi. "Ve biliyorsun, annemin saçları da beyazdı." Her şey kafamda buz gibi parçalandı. Babam onu annem sanmıştı.

Freya'nın güvende olduğunu görmemle içim rahattı ama babamı düşünmeden edemedim. Babam annemizin öldüğünü asla kabul etmemiş ve bu onu zamanla delirtmişti. Yaşlıydı zaten. Birçok şeyi unutmuş annemin seyahate gittiğine inanmıştı. Onu getireceğimi sanıyordu. Yavaş adımlarla babamın odasına çıktığımda bir bebekten farksız uyuyordu. Üstünü örtüp odasına baktım. Annemizin hiçbir detayını unutmamıştı. Sadece öldüğünü hatırlamıyordu. Ama geri kalan her şeyi hatırlıyordu. Hatta Isoline'i bilmiyordu. Bebek olduğunu düşünüyordu. Bizi bile unutmuştu ama annemi unutmamıştı. Köşe koltuğunun hemen orada annemin portresine baktım. Beyaz kıvırcık saçları upuzundu. Gözleri Solthania'da kimsede olmayan bir mor rengindeydi. Yüzündeki o samimi gülümsemeyi özlediğimi hissettim. Boğazıma bir yumru oturmuştu. Bir babama baktım bir de anneme. Böylesine iyi niyetli iki insana derin acılar yaşatan o adamı öldürmek için asla unutmayacağım tek sebep buydu. Belki Freya'ya olan aşkım unuttururdu ama babamı ve annemi düşündükçe o intikam alevi tekrar tekrar yanıyordu.

Merak etme anne, intikamını alacağım.

***

 

Ayyy, bu bölümde ilk defa Theodore'un ailesini gördük. Ama bir şey söyleyeyim. Siz tabi geçmişi bilmiyorsunuz ama Theodore'un babası var ya Davian. Ben ona çok üzülüyorum. Davian ve Magnolie aşkı diye bir şey var bu kitapta.

 

Bir de Isoline var. Üzümlü kekimiz. Hepiniz çok seveceksiniz onu. O hiçbir şeyi bilmiyor daha. Annesine babasına ne oldu bilmiyor. Hatta prenses olduğunu da bilmiyor. Ama öğrenecek. En çok da ona üzüleceğiz.

 

Size şunu söyleyeyim. Biz bu kitapta yeri gelecek üzüleceğiz yeri gelecek çok üzüleceğiz yeri gelecek felaket üzüleceğiz ama güzel üzüleceğiz.

 

Neyse canlarım canparelerimmmm çok seviyorum siziii<333 Öpüldünüzzzzz Mmmwuuaahahhhhhhhh

 

 

 

 

 

Bölüm : 11.12.2025 12:37 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...