
Oy vermeyi ve yorum yapmayı
unutmayın...
⏳
“Hissettiğim bu şey beni deli mi eder? Yoksa aşık mı?”
Kulağıma dolan dalgaların sesi, avucumun altında hissettiğim kumlar ve yüzüme vuran güneş’in o tatlı hissi beni öylesine etkilemişti ki, daha bir kaç dakika önce ıssız bir kuyunun dibinde nefes almak ve gökyüzüne ulaşmak için çırpınmaya çalıştığımı bile unutmuştum.
Öyle huzur verici bir andı ki ne ara buraya geldiğimi ya da neden burada olduğumu sorgulamak aklımın ucundan bile geçmiyordu.
Burası cennetten bir yer gibiydi, öyle ki dalgaların sesini bile bastıran kahkaha sesleri bunu kanıtlar nitelikteydi.
“Pera, hadi sen de gel,” diyerek bana seslenildiğinde kapalı gözlerimi aralayarak güneş gözlüğümü çıkarttım. Masmavi gözlerini bana dikmiş, yüzündeki kocaman gülümsemeyle yanıma doğru yaklaştığında uzandığım yerden kalkarak ona doğru ilerledim.
Karşı karşıya geldiğimizde onun yüzündeki gülümseme bulaşıcılığıyla benim yüzümde de belirmişti. “Tenini esmerleştirmen hiçbir şeyi değiştirmez bebeğim, sen her zaman güzelsin.”
Yüzümdeki gülümseme büyüdü. “Biliyorum canım, söylemene gerek yok,” diyerek saçlarımı geriye savurduğumda, dudaklarını bükerek eliyle yanağımdan makas aldı.
“Neden bana katılmıyorsun birlikte yüzelim,” diye sorduğunda gözlerimi deniz’e çevirdim. O an içime bir sıkıntı düştüğünde yutkundum. Kalbim sanki maratondaymışçasına hızlandığında ellerimi yumruk yaparak belli etmemeye çalıştım. Tam o esnada duyduğumuz sesle başımı sesin geldiği yöne çevirdim.
“Boris, Pera hadi gelin bir şeyler atıştırın.”
İçimdeki sıkıntı aniden kayboldu. Sanki yeniden canlanmışım gibi içime derin bir nefes çektiğimde huzur geri geldi. Onunla birlikte hiç duymadığım anne kokusu sardı her bir yanımı.
Boris, hızla annemin kumların üzerine kurduğu sofraya ilerlerken beni de beraberinde sürükledi. Annemin yanına vardığımızda Boris hiç beklemeden örtünün üzerine oturduğunda ben öylece ayakta anneme bakıyordum. Çok güzeldi, öyle güzeldi ki dünyadaki güzellikler sanki onun yanında sönük birer mum gibiydi.
Kumral saçları rüzgarın etkisiyle geriye doğru savrulurken, bana bakarken parlayan mavi gözleri, Boris’in yaptığı şaklabanlıkla etrafı saran kahkahası, hepsi tamamen gerçek gibiydi.
Annemdi o, benim annem, bizim annemizdi...
Boris’in yanına oturduğumda ikisinin bakışları bana döndü ama ben önümdeki örtünün üzerindeki yiyeceklere bakıyordum. Bunları annem mi yapmıştı?
“Bunları sen mi yaptın?” diye kendimi tutamayarak fısıldadım.
Annem gülümseyerek başını salladığında yüzümde buruk bir tebessüm oluştu. “Ama benim çileğe alerjim var,” dedim istemsizce. Annem örtünün üstündeki çilekli pankek’e baktı. Tekrar bana baktığında yüzündeki gülümseme değişmedi.
“Kardeşsiniz ama biriniz çileğe bayılıyor, birinizin de alerjisi var.” Kenarda duran başka bir pankek’i alarak önüme koyduğunda gözlerim saniyesinde doldu. Bakışlarımı anneme çevirdiğimde başını yana eğmiş gülümsüyordu. Gözlerimin içine bakarak “Sana da limonlu yaptım. Güzel kızımı unutur muyum hiç?” diyerek gerçekliği silip atmak istercesine konuştuğunda vazgeçmedim.
“Peki, börekler neyli?”
“Peynirli ve Patatesli. Boris için peynirli senin için de patatesli.”
“Pastanın içinde muz var mı?”
“Evet, hatta kremşantinin içinde çikolata parçacıkları bile var.”
Pes edercesine dudaklarımı dişlediğimde Boris’in elini kolumda hissettim. Bana bakıyordu, sanki ne yapmaya çalıştığımı anlamıştı.
“Pera, vazgeçmedin değil mi?” dediğinde ne demek istediğini anlamadım. “Neyden bahsediyorsun?” diye sorduğumda yüzü asıldı. Boris sanki kötü bir şey demişim gibi üzüldüğünde kafam daha çok karıştı.
Tam o anda annemin sesiyle birlikte arkamdaki dalgaların sesi arttığında içimi az önceki gibi kötü bir his sardı. “Pera, bardağını uzat portakal suyu doldurayım.”
Gerçek değildi, buradaki hiçbir şey gerçek değildi.
Kafamı yavaşça anneme çevirdiğimde elinde tuttuğu portakal suyuyla bana bakıyordu. “Po-portakal suyu mu?” diye sesim titreyerek sordum.
Annem’ in mavi gözleri arkamdaki dalgaların şiddetini apaçık gösterirken, o dalgaların üzerime doğru geldiğini ve birkaç dakika sonra beni yutacağı bilincinde sadece vereceği cevaba odaklandım.
“Evet, sen çok seversin.”
İşte, tam o anda kalbimin sıkıştığını, sanki ruhumun bir girdaptan çıkmışçasına aceleyle bedenimle buluşması ve benim bunu sadece anneme bakarak hissetmem sadece saniyelikti.
Annemin gözlerindeki dalga biraz daha yaklaştığında Boris’e dönerek gülümsedim. Onun bakışları az önceki gibi hüzünlüyken, “Mutlu ol Boris ve daima gülümse. Sana kavuştuğum an intikamını aldığımı bil. Seni seviyorum Boris,” dedim son sözlerimin olduğunu bilerek.
Boris’in yüzündeki ifade dağıldı. Sanki gideceğimi anlamış gibi gözleri doldu ama güzel gülüşünü de sundu. “Ben mutluyum Pera. Seni çok özledim ama zamanı dolmadan buraya bir daha gelme. Hiç bir intikam senden önemli değil kardeşim bunu hiç bir zaman unutma. Seni hep seveceğim Dünya güzeli.”
Gözlerimden yaşlar benden izinsiz akarken arkamdaki denizin dalgalarının şiddetini hissedebiliyordum. Bakışlarımı anneme çevirdiğimde yüzündeki buruk gülümsemeyle bizi izlediğini gördüm. Yüzündeki her bir kıvrıma, çizgiye dikkatli baktım unutmamak için... Çünkü unutmuştum yüzünü.
Anneme benziyordum. Hep ona benziyor muyum diye düşünürdüm. Babam bana hep annene benziyorsun derdi. Doğruymuş, anneme benziyormuşum. Hatta tıpatıp aynıymışız. “Seni hiç görmedim, annem olduğunu biliyorum ama nasıl biri olduğunu bilmiyordum. Neyi seversin, neyi sevmezsin merak ederdim.” Konuşmak çok zordu. Dilim ne söyleyeceğini bilmiyordu ama kalbim onu yönlendiriyordu. “Bunca zaman neden karşılaşmadık, neden beni hiç görmek istemedin bilmiyorum. Aynı evde yaşadık ama hiç beni görmedin. Boris Türkiye’ye gittiğinde üst katımda olmana rağmen kendimi çok yalnız hissettim.”
“Pera-“ sözünü hızla kestim. Zamanım azalıyordu.
“Seni bu kadar yakından ilk kez gördüm. Belki gerçek değilsin ama gördüm ya bu bile bana yeter. Keşke yaşarken de görebilseydim, sarılabilseydim ama olmadı. Bir şey olmaz... Ben alışkınım zaten görünmez olmaya.”
Boris başını iki yana sallarken, annem gözyaşı döküyordu. Bu görüntü içimden ‘Acaba beni seviyor mu?’ sorusunun yankılanmasına neden olmuştu. Dilimin ucuna bile gelmeyen bir diğer soru da buydu ama kalbim bile bu soruyu soramadı.
“Ne olursa olsun seni sevmekten bir an bile vazgeçmedim. Çünkü sen benim annemsin... Yani öylesin değil mi?” diye mırıldandım tereddütle. Sorunun cevabı gayet açıktı ama bunca yılla rağmen duymak istemiştim.
Annem dudaklarını araladığında bakışları arkamda bir yere takıldı. Sorum havada asılı kalırken Boris’in, “Gitme vakti Pera Dünya,” sesiyle gözlerimin önü buğulandı. Hala annemin yüzüne beklentiyle bakmaya devam ediyordum ama o sanki söylerse bazı şeylerin değişeceği bilincinde susuyordu.
Hadi söyle anne, buna çok ihtiyacım var... Lütfen söyle.
Uzaktan da olsa kulağıma başka sesler doluyordu. Gerçeklik kendini az çok belli etmeye başladığında son kez olduğunu bilerek doya doya annemle, Boris’in yüzüne baktım. İkisi beni uğurlarcasına gülümsediğinde burnumun direği sızladı, içim burkuldu ve ben gerçekliğe döndüm.
Gözlerime hücum eden ışıklarla rahatsızca gözlerimi kırpıştırmaya çalıştım ama öyle yorgundum ki bunu bile becerememiştim. Etrafımdan gelen kısık pürüzlü sesler, çınlama eşliğinde kulağıma dolduğunda kaşlarım çatıldı.
Kendimi zorlayarak gözlerimi araladığımda bulanık görüşüm neticesinde nerede olduğumu kavrayamazken kulağıma dolan seslerden pürüz ve çınlama saniyesinde yok olduğunda bazı konuşmalar kulaklarıma doldu.
“Raporlarda değişiklik var Darcy.” Bu babamın sesiydi. Tam kendime gelemediğim için sesindeki ton endişe mi yoksa başka bir şey mi anlayamadım.
“Aynı şeyler mi?” diye soran Darcy’di. Sesi öyle sertti ki, nedenini sorgulama ihtiyacı duydum kendimce. Darcy bu ses tonunu sadece Rex karşısında kullanırdı.
“Öyle gözüküyor.” Babam sıkıntıyla nefes verdiğinde ne hakkında konuştuklarını merak ettim. Konu neydi de ikisini aynı telaşın içine sokmuştu?
“Sikeyim, nasıl olur!? Hani zordu, hani bir daha kolay kolay tekrarlamazdı?” Darcy’in sesi yükseldikçe içimi huzursuzluk kaplıyordu.
“Darcy, sakin ol. Bu öyle bir şey ki bi-“ Öksürmeye başlamamla babamın konuşmasını böldüm. Öksürmem kesildiğinde ikilinin kafalarını olduğum tarafa çevirdiğini ve bana şaşkınca baktıklarını gördüm.
Yüzüme zorlanarak bir tebessüm kondurdum. “Günaydı mı?”
“Sen, ne zaman uyandın?” diyerek başucuma gelen babamla başımı olduğu tarafa çevirdim. Gözlerim yeni yeni net görürken babamın gözlerinden yaşların düşmek üzere olduğunu fark ederek sitemle başımı iki yana salladım. “Yapma Doğu Saraç, uyandığım an böyle duygu seliyle karşılaşmak hiç hoş değil. Acı bana.”
Babam bu sözlerim üzerine güldüğünde, gülüşüne karşılık verdim. Vücudumda hissettiğim ağrılar kendini hatırlatırken aklıma davette yaşanan anlar dolduğunda aklıma takılan soru işaretlerine cevap bulabildim.
Ben Adas Alacakan’ın önüne atlamıştım. Onu kurtarmıştım.
Kaşlarım istemsizce çatılırken, bu durumu yeni kavrıyormuş gibiydim. Rex onu korumamızı söylemişti ama içimden bir ses o an Rex’in bunu bile söylediğini unuttuğumu fısıldıyordu.
Neden atlamıştım ki önüne? Onun canı, benim canımdan önemli miydi? Hiç sanmıyorum... Peki o zaman neden?
Çıkmaz soru daracığının içine çekildiğini hissettiğimde elimin üzerinde hissettiğim parmaklar beni kendi dünyama teslim etti. Bakışlarım elin sahibine döndüğünde Darcy’in kara gözleriyle göz göze geldim ama orada görmeyi beklediğim hissiyatı göremedim. Boş birer kuyuyu andıran gözlerinde sadece kendimi görüyordum.
“İyi misin?” diye sorduğunda sesi az önceki gibi sertti. Hayır, Darcy daima benimle yumuşakça konuşurdu.
“İyiyim,” dedim tereddütle. Onun bu hali duraksamama neden oluyordu. “Sen iyi misin?” diye bu sefer ben sordum. Darcy konuşmadan ufak bir baş sallamayla durduğunda kaşlarım çatıldı. Elimin üzerindeki parmakları öyle soğuktu ki içim ürperiyordu.
Bana baktığında hiçbir şey söylememesi beni tedirgin ederken kontrollerimi yapan Babama hitaben, “Bize biraz müsaade eder misin Baba?” diye sordum.
Babam serumu kontrol ederken yandan bana baktığında göz kırpıştırdım. Benden dönen bakışları Darcy’e takıldığında başını salladı. Yanıma yaklaşarak alnıma bir öpücük kondurduktan sonra dışarı çıktığında tekrar kara gözlerle karşı karşıya kaldım. Elimin üzerindeki parmakların baskısı arttığında elimi çektim. Daha sonra elimi kaldırarak elini sıkıca tuttuğumda Darcy içine derin bir nefes çekti. Bu hareketiyle neden böyle olduğunu anladım.
“Saklama kendini, kabuğuna çekilme. Burada bizden başka kimse yok.” Sözlerim Darcy’in gözlerindeki boş ifadenin dağılmasını sağladığında orada gerçek ifadesini gördüm.
Korkmuştu, bana bir şey olacak diye korkmuştu.
“Neden,” kısık çıkan sesiyle duraksadı. Boğazını temizleyerek nefeslendi. “Neden yaptın?”
“Bilmiyorum,” diye mırıldandım. Gerçekten bilmiyordum. Böyle bir hareketi neden yaptım hiç bir fikrim yok. Tek bildiğim o kurşunun ona gelmemesine karar verenin beynim değil de bedenimin olmasıydı.
“Nasıl bilmiyorum Pera, neden bilmiyorsun?” diye mırıldandığında başımı iki yana salladım. “Gerçekten bilmiyorum.”
Darcy sessizleştiğinde elini tuttuğum elimin sıcaklığı buz tutmuş elini ısıtıyordu. Onu korkuttuğum için kendimi suçlu hissediyordum ama gerçekten ne yaptığımın farkında bile değildim. “Üzgünüm Darcy, seni korkuttuğum için gerçekten üzgünüm.”
Darcy’in düz ifadesi sertleştiğinde elini tek hamlede elimden kurtardığında birkaç adım benden uzaklaştı. Kasılan bedeninden yayılan öfkeyle karşı karşıya kaldım. “Bu kadar mı yani? Bir üzgünüm lafı tüm herşeyi siliyor mu!?” Başını iki yana sallayarak, “Hayır Pera, silmiyor,” dedi. Öyle öfkeliydi ki, bu öfkesini bana yansıtmaktan hiç çekinmiyordu.
“O lanet olası adam zerre umurumda değil. Rex umurumda değil anladın mı!? Sadece sen Pera, sadece sen!” Darcy’in sesi yükseldikçe kalbim sıkışıyordu. “Sikeyim, bıraksaydın da o kurşun ona denk gelseydi. Sana değil!”
“Yapabileceğim bir şey yok, zamanı geriye alamayız.”
“Alamayız evet ama zamanı geri aldırmamayı sağlayabiliriz. Yapma bunu bir daha,” dediğinde bakışlarım sargılı eline takıldı. Adamla uğraşırken yaralanmış olmalı.
“Rex korumamızı söyledi,” diye mırıldandım sessizce ama bu cümlemin sadece bir bahane olduğunu sadece ben anladım.
Darcy kısa bir an güldüğünde bunun gerçek bir gülüş olmadığı aşikardı. “Rex mi sorun?” Başını iki yana sallayarak bir adım gerilediğinde yüzünde o sinir ifadesi hala yerli yerindeydi.
“Rex daima sorun,” dedim bir gerçeği vurgulamak istercesine. Öyleydi, var olduğumuz sürece Rex bizim daimi sorunumuz olarak kalacaktı. Mumlar sönene kadar, lakin o mumların hiç bitmeyeceğini biliyorduk.
“Değil. Senin sorunun değil Pera. Rex benim sorunum, senin değil, ” dediğinde istemsizce güldüm. Gözlerimi kapatarak kahkaha attığımda serum olan kolumu kaldırarak yatağa yavaşça vurduğumda hala gülüyordum.
Onun sorunuymuş, sadece onun. Ne komik değil mi? Hayatımı bir kuklaymışım gibi yöneten adam sadece onun sorunuymuş. Benliğimi kaybetmemi sağlayan adam benim sorunum değilmiş. Annemin yanımda olmamasının, Boris’in ölmesine neden olan adam, bunca yıl çektiğim acılar, kayıplar, bilinmemezlikler sadece onun sorunuymuş.
Bir çocuğun elinden alınan oyuncak yerine, Dünya’yı yakmak için eline tutuşturulan kibritle kendini yakması kimin sorunuydu peki? Darcy'in mi!?
“Darcy, defol,” dedim gülmeye devam ederken. Vücudumdaki yaralar gülüşümle daha çok sızlarken gülmeyi kesmedim. Canım acıyordu ama acısın istedim.
Darcy hareket etmeden öylece durduğunda daha yüksek sesle “Defol,” dedim. Gülmekten artık gözlerimden yaşlar gelirken hala kıpırdamayan Darcyle daha yüksek sesle, “Defol dedim sana, çık git. Defol!” diye bağırdım.
Darcy bu halime şaşkınlıkla bakarken bana doğru yaklaşarak, “Pera sakin ol,” dedi ama onun bana doğru gelen bedenini görünce daha çok bağırdım.
“Defol git! Çık! Seni görmek istemiyorum! Bilmiyormuşsun gibi konuşma sadece Defol git! Senin sorunun sadece tamam defol git! Görmek istemiyorum artık git!”
Artık gülmüyordum. Ağlıyordum. Çığlık çığlığa, bağırarak ağlıyordum. Yatakta debelenerek kendimi öyle sıkmıştım ki nefesimin tükendiğini hissediyordum ama sanki kalbimi sıkan biri varmış gibi elim kalbimin üstüne gittiğinde bu sefer canımım acısıyla çığlık atmaya başladım.
Darcy’in sakinleşmemi söyleyen sesini duydukça daha telaşlandım. Yapamıyordum, canım çok acıyordu.
Odanın kapısının açılma sesi kulaklarıma doldu ama kim olduğunu bilmiyordum. Sadece canımın acısına odaklanmıştım. Elimi üzerimdeki hastane önlüğünün üstünden kalbime bastırdığımda daha çok yanan canımla güçlü bir çığlık attım. Tam o anda kalbimin üzerindeki elimin üstüne konan ellerle çırpınmaya başladım. Elimi çekmeye çalışan ele karşı koymaya çalıştıkça daha çok canım acıyordu. Ne oluyordu böyle? Niye bu kadar acı çekiyordum.
Sağa sola dönerek kurtulmaya çalıştığımda başka bir el bacaklarımdan tuttu. Daha paniklerken gözlerimi sıkıca yumdum.
Başımı yastığa daha çok gömerken birden başımı kaldırarak yastığa sertçe vuracağım zaman bir el başımı tuttuğunda nefesim kesildi. Ağladığımı yanaklarımın ıslaklığından hissederken o ıslaklığın üzerinde hissettiğim nefesle birkaç saniye sadece buna odaklandım.
Yanaklarımda hissettiğim nefes kulağıma doğru ilerlediğinde çırpınmaya devam ettim. Nefes almaya çalışmaya odaklanmayı beklerken burnumun dibinde hissettiğim kokuyla bunu boş vererek ne olduğunu anlamaya çalıştım.
Kulağımda hissettiğim nefes, burnumun dibinden yayılan koku, başımın ve kalbimin üzerindeki el sadece bir kişiye aitmiş gibi hissediyordum.
“Pera Dünya, sakinleş.” Kulağımdaki nefesin sahibi kurduğu cümleyle titrediğimde beynim neye odaklanacağını şaşırmıştı. Kalbimdeki acıya mı odaklanacaktım yoksa kulağımın dibinde bana fısıldayan kişiye mi?
Elimle kalbime daha bastıracağım sırada elimin üstündeki el, sıkıca elimi tuttuğunda ve başımı kendine daha yaklaştırdığında son gücümle ayaklarımı tutan ellerden kurtulmaya çalıştım.
“Ştt, sakinleş,” diye tekrar fısıldadığında nasıl yapacağımı bilmediğimden daha çok ağladığımda dudaklarımdan bir hıçkırık kaçtı. “Bana odaklan Pera, kim olduğuma odaklan,” dediğinde burnuma yayılan kokunun kim olduğunu anlamaya çalıştım. Sesi tanıdıktı, koku tanıdıktı, nefes tanıdıktı, elimin üstündeki elinin hissiyatı yabancı ama bir o kadar tanıdıktı. Kimdi ki bu?
“Evet, böyle devam et. Elini bastırma, sadece elimi sıkıca tut,” dediğinde sanki sözleri birer kuralmış gibi hemen yerine getirdim. Kalbimin üstündeki elimi gevşeterek yavaşça çektim. Daha sonra elimi çevirerek avuçlarım onun eline denk gelecek şekilde yaklaştırarak, tutunacak küçük bir dal bulmuşçasına sıkıca tutum. Aynı şekilde o da elimi sıkıca tuttu.
“Aferin güzelim, şimdi kim olduğuma odaklanmaya devam et,” dediğinde istemsizce burnumu ona doğru yaklaştırdığımda boynu olduğunu tahmin ettiğim yere sürttüm. Elimi tutan eli sıkılaştığında, ayaklarımdaki ellerin hissi beni öylesine rahatsız etti ki, kısıkça “tutmasınlar beni,” diye mırıldandım.
Kimsenin beni duymadığına emindim ama o, o kadar yakınımdaydı ki beni duyduğunu biliyordum. Dediğimi yaparak kimin olduğunu bilmediğim kişilere hitaben “tutmayın,” dedi. Sözünün ardından ayaklarımdaki eller çekildiğinde sıkıca kapattığım gözlerimi gevşettim.
Kalbimdeki acı hala vardı ama eskisi kadar canımı acıtmıyordu. Titriyordum ama onun kokusuna öyle odaklanmıştım ki sakinleştiğimi hissediyordum.
Karanfil...
“Sözümü tuttum ama sen sözümü tuttuğumu görmek istemiyorsun anlaşılan,” diyerek kulağıma fısıldadığında nefesi tenimi ısıtıyordu. Etrafta başka sesler de vardı ama ben sadece onun sesine odaklanmıştım.
Karanfil kokuyordu...
“Beni bu kadar görmek istediğini bilseydim, uyandığın anda gelirdim,” kısıkça gülerek konuştuğunda istemsizce dudaklarım kıvrıldı. Eliyle sıkıca tuttuğu elimi, baş parmağıyla okşadığında daha sıkı tuttum elini.
Biraz daha boynuna yaklaştığımda dinen bağırışlarım sonunda dudaklarım aralandığında derin bir nefes verdim. Elimi tutan el kasıldığında tebessüm ettim. Gözlerim kapalı olmasına rağmen bilincimin gidip geldiği o anda fısıldadım. Sesim, yakınımda olmasına rağmen ona bile ulaşmazken bir şeyler söylediğimi anlayarak kulağımdan uzaklaşarak yüzümün hizasına geldiğinde zor da olsa sesimi yükselttim.
“Komiser”
Oydu, biliyorum. Çünkü, kokusunu, nefesini, tenini, sesini hissettim. Adas Alacakan’dı, beni krizden kurtaran oydu.
Uykuya dalmadan önce kendimi zorlayarak gözlerimi araladığımda bir karışlık mesafeden gözlerime değen ela gözlerle gülümsedim. Yüzüne kısa sürede olsa baktığımda benim gibi gülümsediğini gördüm. Ela gözleri, gözlerime bambaşka bir şekilde bakarken kalbimin üstündeki sımsıkı tutuşan ellerimizle ve gördüğüm son şey onun parıldayan ela gözleri olurken, “Teşekkür ederim,” diye mırıldanarak uykuya daldım.
...
Hastane yatağında her şeyden uzaklaşmış gibi huzurla uyuyan kızı izleyen gözlerde şaşkınlık kendini apaçık belli ediyordu. Az önce etrafı çığlığıyla darmadağın etmemiş gibi öyle rahat gözüküyordu ki akıllarda 'acaba gerçek değil miydi?’ sorusunun geçmesine kimse engel olamamıştı.
Pera, uyumuştu. Kriz geçirdikten sonra sakinleştirici almadan uyumuştu. Herkes oldukça şaşkındı. Özellikle kızının ilk olmayan krizinde sakinleştirici almadan kendine gelmediğini bilen Doğu Saraç ve onu en iyi tanıyan Darcy Matt...
Pera krize girdiğinde onu sakinleştirmek için atak yapan Darcy hiçbir şekilde yanına yaklaşamamıştı. Çaresizlikle herhangi bir Doktor ‘un içeriye girerek sakinleştirici vermesini beklediği dakikalarda odanın kapısı açılmıştı. Beklediği beyaz önlükleriyle girecek doktorlarken, hiç ummadığı biri girmişti. Komiser Adas Alacaksan.
Bu duruma şaşırırken, Adas komiserin gözleri yatakta çırpınarak bağıran kızın üzerindeydi. Komiser hiç düşünmeden kıza yaklaştığında, Darcy sadece izlemişti. Komiser, kızın yanına geldiğinde önce arkasında onunla beraber giren birkaç polise hitaben sertçe “Bacaklarını sabit tutun,” dediğinde emrini yerine getirerek kızın bacağını sıkıca sabit tutmaya çalıştılar.
Biraz daha yaklaşarak bir dizini kırıp yatağa bastırdığında Darcy müdahale etmek için harekete geçeceği sırada Pera’nın kalbinin üzerindeki elini tuttuğunu gördüğünde olduğu yerde durdu. Denemesine izin verdi, sakinleşmeyeceğini düşünerek...
Uzaktan komiseri izleyen Darcy, Pera’nın kafasını hızla kaldırarak yastığa vuracağı sırada komiserin bir diğer eli kafasına giderek onu tutmasıyla kendine yaklaştırması bir oldu. Pera’nın kulağına bir şeyler mırıldanıyordu. Onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Başarıyordu da.
Komiser birkaç şey daha mırıldandı kızın kulağına. Daha sonra kızın bacağını tutan polislere bırakmasını söyledi. Yavaş yavaş sakinleşen kızla birbirine sıkıca tutunan elleri sanki sakinleştirici ilaç gibiydi.
Pera sakinleştiği sırada odaya giren birkaç doktor ve Doğu Saraç yatakta debelenen birini görmeyi beklerken, yüzündeki hafif tebessümle gözleri kapanarak uykuya dalan kızı gördüğünde attığı adımda tökezleyerek Darcy’e çarptı.
Normalde ona temas ettiği için Darcy bir küfür savurarak adama saldırırdı ama o an şaşkınlıkla ortada dönen sahneyi izliyordu.
Komiser uzaklaşarak geri çekildiğinde arkasındaki polislere bakmadan, “Siz merkeze dönebilirsiniz, uyandığında sorgusunu ben hallederim,” dedi. Bunu üzerinde polisler aynı anda “Anlaşıldı komiserim,” diyerek odadan çıktığında gözler sadece ‘hasta ve doktoru’ ikilisinden ayrılmadı.
“Lütfen biri bana onu sakinleştirici olmadan nasıl sakinleştiğini söyleyebilir mi?” diye ciddi anlamda şok olmuş gibi konuşan Doğu Saraçla, Komiser ona döndü.
Daha yeni odaya gelen doktorlara bakan komiser, çatık kaşlarıyla, “Burada tüm hastane ayağa kalktı ama siz yeni mi geliyorsunuz,” diyerek sertçe konuştuğunda bazı doktorlar tedirginlikle birbirilerine bakmaya başladılar.
Doğu Saraç şaşkınlığı hala tazeydi ama az çok kendine gelerek odadaki doktorlara çıkabileceklerini söyleyerek odayı boşalttığında sadece Darcy, Komiser ve kendisi kalmıştı. Bir de Komiserin elini sıkıca tutan Pera Dünya.
Komiser, yatakta huzurlu uykuya dalan kızla rahatsız olmasın diye elini çekmek istedi ama parmaklarını hafif kıpırdatmasıyla kaşları çatılan kız huysuzca mırıldanarak sıkıca tuttuğu elin üzerine diğer elini koyarak, komiserin bu girişimini kendince farkında olmadan engelledi.
Bir kez daha çekmeye çalışmadı komiser. Elini tutmasına izin verdi.
Doğu Saraç ve Darcy ikiliyi dikkatle izliyorlardı. Hala üzerlerinde şaşkınlığın kırıntısı mevcuttu ama silmek istedikçe Pera’nın hareketleri buna engel oluyordu.
Komiser yakınında duran sandalyeye uzanarak yatağın yanına çekerek, kızın elini rahat bir şekilde tutacak şekilde oturdu. Onun da kafası karışmıştı. Kızın kriz geçirdiğini görmüştü ve kendince müdahale etmek istemişti sebepsizce. Boş vaktinde bilimsel kitaplar okumayı sevdiği için ve psikolojiye ilgi duyduğundan az çok kızın sakinleşmesi için kendince bir hamle yapmıştı. Yatakta uyuyan kıza bakıldığında başarılı olduğu ortadaydı.
Bakışları kızın yüzünde gezindiğinde içindeki karışıklık artıkça sıkıntıyla nefes verdi. Bir his vücudunda dolaşıyordu, bunca zaman hissettiklerinden farklı bir histi. Bu kıza baktıkça, eskiler aklına geliyordu.
Bir çıkmaza gireceğini hisseden Komiser, bundan kurtulmak için kafasını iki yana salladığında bakışlarını kızdan alarak ayakta bekleyen ve kendisini dikkatle izleyen ikiliye çevirdi. Doktor önlüklü ve az çok kızın dosyasından tanıdığı Doğu Saraç’a baktığında kaşları tekrar çatılmıştı. “Bu katta neden herhangi bir doktor veya hemşire bulunmadığını sorabilir miyim?”
Komiser’in sert sesiyle Doğu Saraç bir adım öne gelerek ellerini önlüğün cebine yerleştirdi. “Bu katta doktorlarımız da hemşerilerimiz de mevcut. Siz...” diyerek karşısındaki kişiyi tanımasına rağmen kim olduğunu söylemesi için duraksamıştı. Komiser ifadesini hiç bozmadan “Komiser Adas Alacakan,” dedi.
“Adas Komiser, siz bizim geç gelmemizi sorguluyorsunuz ama hastamız yani kızım,” diyerek kızım lafını vurgulamıştı. “Kriz geçirdiğinde siz saniyesinde onu sakinleştirdiniz. Yani ne biz geç geldik ne de siz erken.”
“Bu yine de hiçbir şeyi değiştirmiyor. Buradaki kızınız olabilir ama o da bir hasta, vurguya gerek yok,” diyen Komiser oldukça sertti. Sorgu odasında, karşısındaki adamları nasıl sorguluyorsa şuanda burada da aynı şekilde bu konuyu sorguluyordu.
Doğu Saraç yüzüne bir tebessüm kondurarak başını salladı. “Sizin dediğiniz olsun, kusura bakmayın geç geldiğimiz için,” dedi geri adım atarak. Biliyordu, karşısındaki bir polisti ve yanlışı daima doğru yapana kadar durmayacağını. Haklıydı da.
“Affedersiniz ama ben size bir şey sorabilir miyim? Hem bir doktor hem de bir baba olarak.” Doğu Saraç sesinden bile beli olan merakla doğruca Komisere bakarken, Darcy sessizdi. Az önce Pera’nın geçirdiği krizin sorumlusu olduğu için berbat hissediyordu. Hatta odadan hemen önce çıkmak istiyordu. Öyle de yaptı, hiçbir şey söylemeden odayı terk etti. Nefes almaya, düşünmeye ve kafasında yankılanan sesi susturmak için hastaneden hızla ayrıldı.
Odadan bir hışımla çıkan Darcy’in arkasından bakan Doğu Saraç ve Komiser bir süre sessiz kaldı. Daha sonra Komiser az önce kendisine soru yönelten adama bakarak, ne olduğunu soracağını bildiğinden olayı kısaca açıkladı.
Dikkatle Komiseri dinleyen Doğu Saraç, anlattıkları karşısında şüpheciydi. Kızı neden hiç tanımadığı birinin dedikleriyle sakinleşmişti? Kızı nasıl o adamın kokusuyla kim olduğunu bulmuştu? Kızı neden o adamın elini çekmesine rağmen bırakmayarak sımsıkı tutuyordu?
Doğu Saraç’ın kafasındaki soruları gittikçe çoğaldığı için ne yapacağını şaşırmış bi şekilde etrafına bakındı. Komiser olayı anlattığından beri sessizdi. Elini tutan kızın yüzünü incelemeye yine dalmıştı.
“Gözlerini kızımın üzerinden bir kaç dakikalık çeksen de,” diyerek sessizliği bozan Doğu Saraç kızının yanına yaklaştı. “Bir kontrol etsem. Dikişlerini zorladı, bakmalıyım.”
Komiser uyarıcı ses tonuyla istemsizce elini tekrar çekmeye çalıştı ama kız buna izin vermedi. Bunu fark eden Doğu Saraç başını iki yana sallayarak güldü. “İnatçıdır, istemedikçe bırakmaz. Başını çevirsen yeter kontrol edeceğim.”
Komiser, adamın dediğini yaparak elini çekmeden kafasını diğer tarafa çevirdi. Bu şekilde Doğu Saraç, kızının üzerindeki önlüğü çekerek sırtına baktığında dikişleri açılmadığı için sevinmişti. Tekrar kızının üzerini düzelttiğinde, yandan komisere baktı. Asla bu tarafa bakmıyor hatta gözlerini dahi kapatmıştı. Bu görüntü onu gülümsetmişti.
Tam o anda aklına doluşan görüntülerle yüzündeki gülümseme donmuştu. Ne çabuk unutmuştu, Boris’i öldürenin karşısındaki adam olduğunu. Polisti ve gerekeni yapmıştı. Boris onların gözünde suçluydu lakin ailesinin gözünde yeni doğmuş bir bebek kadar masumdu.
Fakat gözlerinin önünde kandan yüzü bile gözükmeyen çocuğun bedeni geldiğinde elektrik çarpmışçasına geriye çekildi. Gözleri Pera ve Adas üzerinde korkuyla gezdirdi. Ya Pera’ya da aynısını yaparsa?
Bu düşünce kanının çekilmesine neden olurken başını iki yana salladı. Şuan Komiser, Pera’nın kim olduğunu bilmiyordu, bilmeyecekti.
“Bitti mi?” diye soran komiserle kendine gelerek başını salladı. Tam kendine gelemediği için hala ona dönmeyen komisere baktığında, kendisini görmediğini fark ederek “Evet, dönebilirsin,” diye mırıldandı.
Komiser önüne döndüğünde Doğu Saraç’ın odadan çıkması gerekiyordu. İşleri vardı ama kızını tek bırakmak istemiyordu. Darcy yoktu, ulaşacak bir numarası da yoktu. Bu yüzden istemeyerek olsa da Komisere baktı. “Benim işlerim var. Bu süre zarfında eğer işiniz yoksa burada durabilir misiniz?”
Komiser yüzündeki garip ifadeyle sıkıca tutulan eline baktı. Daha sonra karşısındaki adama bakarak, “Kızınız elimi bırakmayacağa benziyor,” diye imayla mırıldandı. Doğu Saraç bu imayı hiç sevmemişti. “O yüzden sorun yok. Ben buradayım, zaten uyandığında ifadesini almam gerekiyor bu kahramanın.”
Başını sallayan adam, kızına yaklaşarak alnına bir öpücük kondurdu. Daha sonra kapıya doğru ilerlerken aklına gelen detayla başını Komisere çevirdi. Gözlerini yere dikmiş, hiçbir şekilde kızına bakmadığını gördüğünde içine bir nefes çekti. “Pera, kahramanlardan nefret eder,” diye mırıldandı az önceki sözlere ithafen. Ona dönen Komiser’in kısılan gözleriyle sözlerini tamamlayarak odadan çıktı. “Yaptığının kahramanlık değil de aptallık olduğunu söyleyecektir. Ona göre cümlelerinizi seçin.”
Oda boşaldığında Komiser’in omuzları bir anda çöktüğünde gözlerini sımsıkı kapadı. İçinden kendine bir ton küfür sıraladığında sağ elindeki soğukluk, sol elindeki sıcaklıkla çatışıyordu.
Boşta kalan eliyle saçlarını geriye tarayıp, başını geriye atarak tavana baktı. Uzun süre o şekilde tavanı izledi. Kafasındaki seslere ters düşmek istercesine bakışlarını kıza hiç çevirmedi. O uyanana dek tek bir kere bile dönüp yatakta yatan kıza bakmadı.
...
Pera
Saat: 19.00
İçime çektiğim her nefeste ciğerlerime aynı koku doluyordu. Uykudayken zihnimin bana oyun oynadığını düşünüyordum ama oyun değildi. Koku her yerdeydi.
Uyanmıştım ama gözlerimi açmak istemiyordum. Çünkü hatırlıyordum, yaptıklarımı, çığlıklarımı, sakinleştiren kişiyi ve hala odada olan kokuyu.
Ellerimin arasındaki el gitmemişti, hala buradaydı. Neden gitmemişti ki? Ne zamandır buradaydı? Elim sıcacıktı, hiç mi bunalmamıştı?
Gözlerimi açmalı ve karşımdaki manzarayla karşılaşmalıydım. Her ne kadar hatırlamak istemesem de, o anı her detayına kadar hatırlıyordum. Bu oldukça can sıkıcı bir durumdu ama öyle hissetmiyordum. İçimde tuhaf bir his vardı ve bu his odanın her bir yanını saran koku yüzünden daha karışık bir hal almaya başlamıştı. Gözlerimi açmalıydım yoksa bu durumla başa çıkmak çok zor olacaktı.
İlk uyanışıma göre daha rahat bir şekilde gözlerimi araladığımda oda karanlıktı. Anladığım kadarıyla akşam olmuştu. Kaşlarım çatıldı, kaç saattir buradaydı?
Başımı oynatarak elime baktığımda gördüğüm görüntüyle kalbimin atışının hızlanmasına engel olamadım. Öyle ki, tam kalbimin üzerindeki ellerimiz bunu çok açık bir şekilde hissediyordu.
“Yeni bir kriz anıysa bu sefer doktorları çağıracağım?” diyen sesi duyduğumda irkildim. Gözlerimi ellerimizden çekerek yanı başımda sandalyede oturmuş gözleri kapalı adamı bulduğunda kalp atışlarım daha bi' hızlandı. “Şşt sakin ol, bir günde iki kriz herkes için fazla.”
“K-kriz falan geçirmiyorum,” diye zorla konuştuğumda kapalı gözlerinin ardından alayla güldü. “Tabi canım, kalbin de aynı şeyi söylüyor.”
“Kriz geçirmiyorum,” diye yeniden mırıldandığımda gözlerim komiserin üzerindeydi. Gözlerini açarak doğruca bana baktığında göz göze geldik. Ela gözleri karanlıkta bile belli olurken, saniye saniye kısıldı.
“İyi o zaman yoksa bir 4 saati daha kaldırmazdı elim,” diyerek imayla sırıttığında kaşlarım çatıldı. Hızla ellerimin arasındaki elini ona doğru iterek serbest bıraktığımda parmaklarım anında üşüdü. “Elin artık uyuşmaz Komiser.”
Komiser, ittiğim eline kısa bir an baktıktan sonra kendine çekerek geriye doğru gerindi. Bu hareketi yüzümde bir tebessümün oluşmasını sağlarken, o bana dönmeden hızla silerek ifadesizce baktım.
Komiser tekrar bana döndüğünde üzerindeki deri ceketi düzelterek sandalyede rahat bir pozisyon alarak oturdu. Ellerini önümde birleştirdiğinde polis rolüne büründüğünü değişen ifadesinden anladım ve ona dikkat kesildim.
“Öncelikle,” dediğinde ne diyeceğini dinlemeye başladım. “Bu yaptığınız aptallığın bir açıklaması var mı Pera Dünya Saraç?”
Dudaklarımı büzerek omuz silktim. “Dediğiniz gibi Komiser Adas Alacakan, aptallık ve genelde yapılan aptallıkların bir açıklaması bulunmuyor.”
Komiser, kısık gözlerinin ardından sertçe baktığında aynı onun gibi yaparak gözlerimi kıstım. “Affedersiniz ama sizin yaptığınız da aptallık şuan,” dedim huysuzca.
“Karşınızda bir polis ‘in olduğunu unutmayın Pera Hanım”
“Sizde karşınızda bir hastanın olduğunu unutmayın Adas Bey,” dedim az önceki ifademi bozarak sertçe. “Öncelikle nasıl olduğumu sormanız gerekmiyor mu? Neden hemen sorguluyorsunuz? Belki konuşacak halim yok. Belki de hala ağrılarım var. Yaptığınız resmen yok sayma. Düzgünce konuşmaya başlamak yerine anında polis kimliğinizi ortaya çıkartıyorsunuz. Burasının neresi olduğunu unutmayın, o sorgulayıcı tavrınızı suçlulara karşı kullanın. Burada suçlu olmadığına göre ve bir hastane odasının sorgu odası olmadığına göre, evet devam edebiliriz aptallığımı anlatmaya.”
Konuşmamı bitirdiğimde bırakmayı unuttuğum nefesi rahatça bıraktım. Yüzümde, söylemek istediğim herşeyi söylediğim için rahatlamış bir gülümseme oluştuğunda bana şaşkınlıkla bakan komisere döndüm. Öylece bana baktığında yüzümdeki gülümseme büyüdü. “Devam edecek miyiz?”
Komiser gözleri üzerimdeyken öylece bana baktı. Baktıkça baktı, saniyeler dakikalara dönüştüğünde gülmemek için dudaklarımı dişledim. En sonunda başını iki yana sallayarak “Rest ayağına beynimi bulandırdı,” dediğinde kendimi tutamayacak kahkaha attım.
“Kıza bak, hem hastayım, konuşacak halim yok, ağrılarım var diyor ama taramalıya bağlıyor.”
“Ne yani, burada senin hayatını kurtarmışım ve buraya mahkum kalmışım ama sen gelmiş beni sorguluyorsun. Yaptığın çok ayıp komiser,” diyerek kahkahamı kestim. Aslında komiserin söylenmesi yüzünden şaka niyetine söylemiştim ama değişen ifadesinde gerek olmadığını anladım.
“Niye yaptın?” Geçte olsa bu sorunun sorulacağını biliyordum. Ben de bu soruyu çok düşünmüştüm ama bir sonuca varamamıştım. Şimdi komisere ne diyecektim ki?
“Bilmiyorum.” Açıkça söylemenin bir zararı yoktu. “O an beni döndürmeni istediğimde o kurşunun hedefi olmaya hazırdım.”
“Peki neden, neden o kurşuna hazırdın?” diyen komiser oldukça ciddiydi. Şuan sorgulamak için sormuyordu, merak ettiği için soruyordu.
Ona bir cevap vermem gerekiyordu. Kesin, net bir cevap ama o cevap bende yoktu. Bir neden olmalıydı. Onun önüne geçerek hayatımı riske atacak bir neden olmalıydı. Ne demeliydim ki? O an aklıma gelen ilk şeyi söyledim.
“Ben bir doktorum, hayat kurtarmakla yükümlüyüm.” Ne! Cidden mi Pera. Başka bir seçenek yok muydu?
Komisere baktığımda cevabım karşısında gözlerini kapatmış sabır dileniyordu. Kendi kurduğum cümle bana bile saçma gelirken, komisere normal gelmesini bekleyemezdim zaten.
“Farkındaysan ben de polisim Pera Dünya, insanları korumakla yükümlüyüm,” derken ses tonundan bile belli olan alayla gülmemek için yanağımın içini dişledim.
“Aa, birimiz korumak, birimiz de kurtarmakla yükümlü. Ne tesadüf.” Gülmemek için kendimi kastığım için sesim garip çıkmıştı. Fakat komiser yüzümdeki ifadeyi dikkate almadı.
“O zaman işini yapmış olmuyorsun. Benim işime çomak sokmuş oluyorsun.” Garip bir şekilde sinirlenmişti. “Ben korumakla, sen de kurtarmakla yükümlüyüz ya, işte senin yaptığın korumak oluyor. Ne ara meslekleri değiştirdik?”
“Alakası yok-“ derken sözümü hızla kesti.
“Çok alakası var.”
“Sen buna niye bu kadar taktın ki. Kurtardım işte, oldu bitti,” derken artık sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. Kurtardığım için pişman değildim. Yine olsa yine yapardım ama komiserin bu tavrı acayip sinirimi bozmuştu.
“Takmam normal değil mi? Hedef bendim ama sen benim önüme geçerek kendini hedef haline getirdin. Benden önce fark etmişsin, fark ettiğin an bana söyleseydin bir şekilde hallederdim ama belli ki aptallık yapasın tutmuş.”
Haklıydı, hem de dibine kadar. Ama iş işten geçmişti. Ben vurulmuştum ama iyiydim.
“Ne o komiser çok mu umurundayım?” diye işi alaya vurdum. Yoksa komiser, polisliği konuşturacak bu konuyu burnumdan getireceği benziyordu.
“Ben kimseyi umursamam, umursayacağım tek şey belimdeki silahın şarjöründeki kurşunlardır.”
“Ben de zamanında sizin gibi umursadığım tek şey neşterimin kurtaracağı hayatlardı. Günün birinde kendi ellerimle bıraktığımda anladım bazı şeyleri.”
İşi alaya vurayım derken, kendi topuğuma sıkmıştım. Niye konuyu buraya getirmiştim ki?
“Mesleğini neden bıraktın?” Komiserden gelen soruyla yerimde huzursuzca kıpırdandım. Kendime tonlarca küfür savurduğum sırada komiserin bakışları benim üstümdeydi. Cevap vermemi bekliyordu.
Ama benim buna da verecek bir cevabım yoktu. Bu yüzden hiç sevmesem de kaçmayı seçtim. Tabi bu zamanlar kaçmak benim için gurur meselesiydi, bir gün o gururumu ayaklar altına alacağımı bilmiyordum.
“Dinlenmek istiyorum Komiser, oldukça yoruldum. Müsaade eder misin?”
Komiser sorusundan kaçtığımı anlamıştı. Anlamaması için çabalamamıştım zaten bilsin, bilsin ki bir daha sormasın.
“Tamam,” dedikten sonra ellerini saçlarından geçirerek geriye taradı. O an dikkat ettiğimde gözlerinin altındaki morluklar fazlalaşmıştı. Acaba uyumuyor muydu? Çok yoğun olmalıydı. “Ama iyi olduğunda karakola gelip ifade vermen gerekiyor. Bu sefer düzgün cevaplarla.”
“Gelirim taburcu olduktan sonra, düzgün cevaplarla birlikte,” dedim kendimi tutamayarak gülümserken. Bakışları yüzümde dolaştığında o da gülümsedi.
Üzerine giydiği deri ceketi düzelttiğinde belindeki silahı dikkatimi çekti. Onunla ilk karşılaştığımızda görmemiştim ama şimdi net bir şekilde görüyordum. O an içimden acaba davette de silahı yanında mıydı diye geçirdim. Büyük ihtimalle yanındaydı. Her an her olaya hazırlıklıydılar. Davette de fark ettiğim gibi komisere söyleseydim belki de hiç kimse yaralanmadan etkisiz hale getirecekti.
“Silahıma göz koyduysan söyle bileyim, ona göre güvenceye almam gerek yoldaşımı.” Komiserin alaylı sesiyle bakışlarımı silahtan çekerek ela gözlere çevirdim. O an bakışlarındaki ifade çok tanıdıktı.
“Komiser, nedense böyle bir olaya tekrar düşeceğini ve kurtulacağını düşünüyorum,” dedim bir anıyı hatırlayarak. “Ama içimden bir ses de bu olayda benim olacağımı söylüyor.”
Gerçekten öyle hissetmiştim. Sebepsizce.
Komiser bana bakarak kapıya doğru ilerlediğinde, “İlkini tercih ederim,” dedi. Onun bu sözüyle dudaklarım iki yana kıvrıldı. “Bende her zaman ikincisini Adas Komiser.”
Komiser kapının kulpunu tuttuğunda son kez bana baktı. Gözleri kısılmış, elaları kendini gizlemişti. Boştaki eliyle işaret parmağını bana doğru uzattığında onu izliyordum.
“Ben sözünün eri biriyimdir Pera Dünya Saraç, unutma. Sana bol dinlenmeler ve afiyetler.”
Kapıyı açtığı gibi çıktığında dedikleri kafamı karıştırmıştı. Sözünün eri olması ne alakaydı. Hem afiyet olsun demişti, akşam yemeği saati miydi?
Bakışlarım istemsizce etrafta dolaştığında onun az önce oturduğu sandalyedeki poşeti gördüğümde kaşlarım çatıldı. Sandalye uzak mesafede olmadığı için, hafif kıpırdayarak poşeti aldığımda cam sesi kulağıma doldu.
Merakla poşeti kucağıma koydum. Yatağın kenarındaki tuşa basarak yatağı doğrultarak rahat bir pozisyon aldım. Poşeti tekrar elime aldığımda heyecanlanmıştım.
Yavaşça poşeti açtığımda açığa çıkan bir paket, şişe ve şeffaf kutuyla şaşkınlıkla gözlerim kocaman açıldı. Unutmamıştı, sözünü tutmuştu.
Az önce söyledikleri kulağımda çınladığında kocaman gülümsedim. Ben sözünün eri bir biriyimdir Pera Dünya Saraç, unutma. Sana bol dinlenmeler ve afiyetler...böyle söylemişti.
İçimde oluşan kıpırtı öyle fazlaydı ki, Doktor olmama rağmen neden olduğuna anlam veremedim. Belki fazla mutlu olduğum içindi. Bence onun içindi...
Cam şişeden sarı rengiyle bana göz kırpan limonata, lahmacun ve şeffaf kutudaki limonlu pankeki yemek için hevesle öne atıldım.
Kafamdaki bin bir türlü düşünce sessizce kenara çekildiğinde, komiserin de dediği gibi afiyetle yedim.
☆★☆
Üç günlük hastanede kalmamın ardından bugün taburcu olmuştum. Normalde hemen çıkmak istemiştim ama babam sağ olsun, zorla beni hastanede tutmuştu.
Evime kavuşmanın huzuru içimi hoş ederken sürücü koltuğunda oturan Darcy’e yan gözle baktım. Kriz geçirdiğim gün, komiser yanımdan gittikten birkaç saat sonra gelmişti. Hiç konuşmadan benimle birlikte bir haftayı hastanede geçirmişti. Yemek yememde, yürüyüş yapmamda bana yardım etmişti ama o süre zarfında dahi benimle konuşmamıştı. Bende onunla.
O gün Darcy’in sözlerinden etkilenerek kriz geçirmiştim ama bu benim kontrolüm altında gerçekleşmiyordu. Evet, sözleri beni oldukça etkilemişti ama kriz geçirmeyi beklemiyordum.
O konuşmak için adım atmıyordu, ben de o adım atmadıkça atmıyordum.
Darcy arabayı sitenin otoparkına çekerek park ettiğinde arabadan indim. Peşimden o da inerek arabayı kilitlediğinde yanıma gelerek birlikte asansöre doğru yürüdük. Tuşa bastığımda bizden başka kimse kullanmadığı için kapılar açıldığında içeriye girdim. Benimle birlikte Darcy girerek ineceğimiz kata basarak geri çıktığında bakışlarım ona döndü.
Siyah gözleri keskin bir şekilde gözlerime bakarken bir hafta sonra ilk defa benimle konuştu. “YA vospol’zuyus’ lestnitsey” (Merdivenleri kullanacağım.)
Kapı kapandığında içime derin bir nefes çektim. Darcyle birbirimize çok benziyorduk. İkimiz de cesur, bir o kadar korkak, sert ama kırılgan, sinirli ve inatçıydık. Bu yüzden en savunmasız gözüken anlarımızı birbirimizden saklardık. Cesur gözüktüğümüz ama korktuğumuz, sert ama kırılacağımız, sinirli ve inatlaşacağımız zamanlarda kendimizi dizginlemek adına uzaklaşır, zıt yerleri kullanırdık.
Ben asansöre binerken o merdivenleri kullanacaktı. Kendini dizginleyecekti. Acaba hangi duygusu içindi?
İneceğim kata geldiğimde kapının hemen önünde durmuş bana bakarken gördüğümde yanına doğru ilerledim. Çantam yanımda olmadığı için Darcy’in kartı çıkarmasını bekledim.
“Hoş geldiniz Bay Darcy ve Bayan Pera, buyurun.” Wendy’in sesiyle kapı açıldığında hiç beklemeden içeri girdim. Peşinden Darcy’in gelmesini bekledim ama adım sesi işitmediğimde sinirle arkamı döndüm.
Darcy'i kapının önünde öylece durduğunu gördüğümde gözlerimi devirdim. “Gir şu içeriye Darcy Matt.” Olduğu yerde durmaya devam etti. “Kime diyorum ben, gir şu eve.”
Siyah gözleri direkt olarak gözlerimdeyken dediğimi yaparak içeriye girdi. Öyle yavaş hareket etmişti ki, bu hareketi daha çok sinirimi bozmuştu. “Wendy kapıları kilitle ve ben diyene kadar da açma.” Sözlerimle anında kapının kilit sesi evde yankılandığında Darcy olduğu yerde öylece bekliyordu.
Ona öylesine sinirlenmiştim ki kısıkça “idiot” diye mırıldandım. Ama Darcy duymuş olacak ki kaşlarını çalarak “eto ty” dediğinde ona doğru adımladım.
Tam önünde durduğumda sertçe, “Sen bana salak mı diyorsun Darcy Matt,” dedim. Darcy hiç istifini bozmadan ifadesiz bir tonda, “Bunu bana söyleyen sensin, ben sadece gerçekten kim olduğunu söyledim Pera,” dedi.
“Yani ben salak mı oluyorum Darcy Matt.”
“Doğru anlamışsın Pera,” dediğinde kaşlarım çatıldı. Bu tavrı beni acımasız olmaya itiyordu. Ağzımdan çıkan cümleleri duymaya itiyordu.
“Haddini aşma Darcy Matt! Türkiye’ye geldik diye kim olduğunu unutmuşsun anlaşılan! Hatırlatmaktan hiç çekinmem!” Öfkeyle bağırdığımda sadece bana baktı. Siyah gözleri, kara delik misali boşken hiç bir duygu yoktu. Çatılan kaşları düzelmiş, yüzü ifadesizliğe bürünmüştü.
“Ne emrederseniz Bayan Pera,” demişti sert bir o kadar da duygusuz çıkan ses tonuyla. Olduğum yerde kaldım ama o bakışlarını benden çekmiş arkamda kalan duvara dikmişti. Tıpkı Rusya’daki Pera Dünya Saraç’ın adamı olmuştu.
Az önceki sinirim bir anda söndüğünde kalbimi saran buz kırağı yavaşça bedenime batarak kendini belli etti. Gözlerim dolduğunda dudaklarım bükülmüştü. “Yanımdaydın, o zamanlar tam da yanımdaydın. Ben annemi yaşarken görmedim ve şimdi hayatta değil.” İçimde öyle biriken cümleler vardı ki, dökmezsem rahatlayamazdım. “Annem benim ne sevdiğimi bilmiyor ama benim saç rengimi, göz rengimi biliyor. Bende onun hayatını bilmiyordum ama bana olan bakışlarının anlamını biliyordum. Çünkü biz birbirimizi gördük ama tanıyamadık. Ben annemin ne koktuğunu bilmiyordum Boris söyleyene kadar. Kavun kokuyormuş, benim gibi ama biliyor musun, ben kavun hiç sevmem.”
Anlattıkça gözlerimden yaşlar akıyordu. Ellerim titrerken bakışlarımı hala bana çevirmeyen Darcyden ayırarak titreyen ellerime çevirdim. “Bir de babam var. Bir tane sayılmaz ama neyse sen biliyorsun neyden bahsettiğimi,” dediğimde gülmüştüm ama bu can yakan türdendi. “Babam hayattaydı ama bana hiç baba olmadı. Beni sandalyeye bağlar ve kurtulmamı beklerdi. Aslında yapmak istemezdim ama bir cümlesine bakıyordu o sandalyeye oturmam. En acısı o zamanlar neydi biliyor musun? Beni hep annemle kandırırdı.” Bakışlarım ellerimdeyken Darcy’in ellerini yumruk yaptığını gördüm. O da bu anlarımı biliyordu, en yakın şahitlerden bir diğeriydi.
“Boris var bir de biliyorsun. O benim canım, mutluluğum, huzurum, intikamım... Bu yola adanmışlığım. Yanan mumum, sönen umudum.” Darcy, Boris’in adını duyduğu gibi gözlerini üzerime çevirdiğini hissettim. Onun adı bir heyecan ama hüzün kokanından. “Kanlar içindeki bedenini gördüğümüz zaman ikimiz için her şey intikam olmadı mı? İçimizde yanan ateş aynı değil miydi? Peki o zaman nasıl olur tüm bu yaşadığım boktan şeyler senin sorunun oluyor.” Kafamı kaldırarak Darcy’in gözlerine baktım. Az önce oradaki kara delik birer yanan alev topuna dönmüşken başımı iki yana salladım.
“Bana lütfen bir daha karışma, yapma deme Darcy.” İçimi saran acıyla çaresizce yüzüm buruştuğunda gözümden yaşlar akmaya devam ediyordu. “Benim sorunum, senin sorunun değil. Bu ikimizin sorunu. Lütfen bir daha yaşadıklarımı unutmuş gibi davranma.”
Artık kendimi tutamayarak başımı eğdiğimde, hıçkırıklarım etrafta yankılandı. Canımın acısı az önce anlattığım yaşanmışlıklarla harmanlandığında dindirecek bir şeyler aradım. Tam o anda bir el omuzlarımdan tutarak beni sertçe kendine çektiğinde ellerimi direkt Darcy’e sardım. Kafam göğsüne yaslanırken gözyaşlarım tişörtünü ıslatıyordu. Darcy bir eliyle saçlarımı okşarken, diğer eliyle sırtımı sıvazlıyordu.
“Özür dilerim, çok özür dilerim,” diyerek fısıldadığında daha sıkı sarıldım. Ağlayışlarım göğsünde yatışırken o devamlı benden özür diledi. Birbirimize benzer bir diğer özelliğimiz de asla birbirimize dayanamazdık. Asla küsemez, kırdığımızda çekinmeden sadece birbirimizden özür dilerdik. Bu yüzden Boris ‘ten sonra daima Darcy gelirdi. Ne olursa olsun Boris neyse Darcy de benim için oydu.
Koparamadığınız bir ip canınızı acıtır değil mi? İşte biz o koparamayacağınız iptik. Koparmaya çalıştığınızda bizim değil, sizin canınız yanardı.
...
Aradan geçen birkaç saat sonunda sıkıntıdan patlayacak dereceye gelmişken zar zor ikna ettiğim Darcyle birlikte karakola gelmiştik. Komiser hastane odasındayken, sorgu için gelmemi söylemişti ve bende hiç zaman kaybetmek istememiştim.
Darcy arabayı karakolun önünde park ettiğinde ona arabada beklemesini söyleyerek indim. Yürürken yaralarım sızlayarak kendini belli ediyordu ama katlanılmayacak kadar değildi. Karakoldan içeri girdiğimde kontrol amaçlı üzerim arandığı sırada bakışlarım etrafta gezdi. En son buraya geldiğimde gördüğüm kadın yoktu. Aklımın bir köşesine bu konuyu Darcy’e anlatarak o kadının kim olduğunu öğrenmesini istemeyi not ettim. Bu süreçte hiçbir sorun istemiyordum.
Arama işi bittiğinde büroların bulunduğu yere gelirken etrafa bakınıyordum. Komiserden adını öğrendiğim iki kişi vardı. Bu yüzden onları bulmak daha cazip gelmişti.
Sonunda adının Serhat olduğunu öğrendiğim adamı gördüğümde ona doğru ilerlemeye başladım. Yanındakilerle bir şey konuştuğu sırada yanına yaklaşan beni fark ettiğinde kaşlarını çattı. Anlaşılan benim onu tanıdığım gibi o beni tanımamıştı. Olsundu.
Yanlarında durduğumda sadece karşımdaki adama baktım. Sorgular bakışları altında, “Buyurun, sorun nedir?” diye sorduğunda yüzüme kondurduğum gülümsemeyle, “Adas Komiser nerede biliyor musunuz?” dedim.
Serhat denen adamın çatık kaşları daha fazla çatıldığında yanındakileri es geçerek bana yaklaştığında gülümsememi bozmadan ona bakmaya devam ettim.
“Neden sordunuz Adas Komiseri?”
“Hastaneden çıktıktan sonra sorgu için gelmemi söylemişti,” dediğimde çatık kaşları havaya kalktı. “Siz kimsiniz?”
“Pera Dünya Saraç,” dediğim gibi yüz ifadesi düzelerek yerini bir gülümseme aldığında tanıdığını anladım.
“Sen şu, topukla kafa yaran kızsın,” diyerek güldüğünde başımı salladım. “Artık topukla kafa yarmıyorum, hayat kurtarıyorum.”
“Şu Adas Komiserin önüne geçen de sendin değil mi?” diye sorduğunda başımı salladım. Demek ki buradakiler de biliyordu bunu.
“Adas komiser burada değil, onun yerine ekibinden biri sorguna girsin,” dediğinde şansıma küfürler savurdum. Adamın olmadığı güne nasıl denk getirebilmiştim ben ya.
Mecburen başımı sallayarak onayladığımda arkamdan bir yere seslenerek, “Adas komiserin ekibinden birini çağırsana koçum,” dediğinde öylece beklemeye başladım.
Ekipten birinin gelmesini beklerken aklıma takılan soruyu sormadan kendimi alamadım.
“Şey,” diye karşımdaki adama seslendim. Ona nasıl sesleneceğim bilmiyordum bu yüzden duraksamıştım. Karşımdaki adam benden büyüktü adıyla seslenemezdim, memur bey de demek istemediğim için kararsız bir şekilde ona baktığımda, bunu anlayan adam yüzünden silmediği gülümsemesiyle, “Serhat abi diyebilirsin,” dediğinde başımı salladım.
“Serhat abi, Adas Komiser bugün neden yok?”
Sorumla Serhat abi imalı bir sırıtışla, “Niye sordun? Yoksa sorguya onun mu girmesini istiyorsun,” dediğinde hızla başımı iki yana salladım. “Hayır, hayır sadece merak ettim.”
Serhat abi hınzır bir ifadeyle “Anladım ben,” dediğinde “Neyi anladın?” diye sordum. Bana biraz daha yaklaşarak kimsenin duymasını istemiyormuş gibi sessizce, “Sen Adas komiserin mahkumlarından biri olmaya başlamışsın,” dediğinde şaşkınlıkla bakakaldım.
İrice açtığım gözlerim, aralık duran dudaklarımla neye uğradığımı şaşırmış bir şekilde Serhat abiye baktığımda, yüzümün aldığı şekil komiğine gitmiş olacak ki kocaman bir kahkaha attığında kendime geldim.
“Serhat abi!”
Attığı kahkaha yüzünden birkaç kafa bizim olduğumuz tarafa döndüğünde yüzümün kızardığına emindim. Bir an nerede olduğumu unutarak Serhat abinin koluna vurarak, “Alacağın olsun Serhat abi,” dediğimde hiç bir şey dememişim gibi gülmeye devam etti.
“Ne yani, buraya Adas komiserimi sormaya gelen kadınlar genelde ona mahkum olmuş kadınlardır,” dediğinde yüzümü buruşturdum. “Kusura bakma da Adas komisere mahkum olmuş kadınların gözlerini bir doktora göstermelerini tavsiye ediyorum.”
“Kız öyle deme, öyle kadınlar geliyor ki mankeninden tut, oyuncusuna, ” diyerek başını salladığında omuz silktim. Beni ilgilendirmeyen bir konuydu.
“Komiserinizle ilgilenmiyorum,” dedim net bir şekilde. Öyleydi de beni zerre ilgilendirmiyordu. “Sadece hastanede bana yardımcı olduğu için teşekkür etmek için sormuştum ama sen konuyu başka tarafa çektin.”
“Tamam, tamam bugün Adas Komiserimin bir işi olduğu için çıktı ne zaman geleceğini bilmiyorum.” Yaptığı açıklamayla başımı olumlu anlamda sallayarak teşekkür ettim.
Birkaç dakika sonra yanımıza gelen bir kızla Serhat abi az önce kahkaha atmamış gibi ciddiyete büründüğünde bakışlarımı yanımızdaki kıza çevirdim.
“Sinem, Pera Hanım geçen Adas komiserin katıldığı davette vurulan kişi.” Serhat abi yaptığı açıklamayla bana bakan kıza dikkat kesildiğimde onunla burada karşılattığımızı hatırladım. Boris’in dosyasını bana açıklayan komiserin yanındaki kızdı. “Adas komiser ifadesi için gelmesini istemiş ama burada olmadığı için sorgusuna sen gir,” dediğinde kız kafasını sallayarak onayladı. Serhat abi bana baktığını hissettiğimde ona döndüğümde imalı bir şekilde göz kırptı. “Ama önce Adas komisere haber ver, belki kendisi girmek ister sorguya.”
Serhat abinin sözleriyle dudaklarımı dişleyerek gülümsememi tutmaya çalıştım. Yaptığı imalar ve hareketleri öylesine komikti ki, bunu Sinem denen kıza söylerken az önce bana göz kırpmamış gibi ciddiydi.
Sinem duyduklarının ardından bana baktığında gülümsedim. Ne kadar masum bir kız olmuştum bugün. Her boka gülümseyerek.
Serhat abi görüşürüz diyerek yanımızdan ayrıldığında ne yapacağımı bilmeyerek öylece yanımdaki kıza baktım. Onun bakışları bana döndüğünde sert bir ifadeye, “Beni takip edin,” diyerek ilerlemeye başladığında arkası dönük olduğu için gözlerimi devirdim.
İlk gördüğüm zaman bile gıcık bir tip olduğunu anlamıştım. Çekilecek tip değildi. Umuyordum ki biran önce biterdi. Merdivenlere geldiğimizde ben duraksadım ama o bir kaç adım atmış ilerlediğini gördüğümde istemesem de seslenmek zorunda kaldım.
“Pardon bir dakika bakar mısın?” dediğimde kız beni duymuş olacak ki olduğu yerde durarak bana döndü. Tek kaşını kaldırarak “Ne oldu?” dedi.
“Asansör var mı?” diye sordum. Pekala bunu sormak hiç istemezdim ama yaralarım canımı şuan bile acıtırken merdivenleri çıktığımda daha kötü olacağını biliyordum.
Sorduğum soruyla suratıma öyle bir bakış attı ki ondan gıcık kapmamın bir diğer nedeni bu olmuştu. “Ne saçmalıyorsun, burası otel mi?” diyerek kaşlarını çattığında sinirlenmeye başladığımı hissediyordum. “Ne alaka, sadece asansörü sordum,” dediğimde çıktığı merdivenlerden hızla inerek yanıma geldiğinde dibime kadar girerek, “Bak kızım sinirlerimi bozma, çık şu merdivenleri. Seninle uğraşamam,” dedi ve benim sinirimi bozmayı başardı.
“Ne diyorsun sen, insan olsana sen bir,” diyerek aynı onun gibi sertçe konuştuğumda üzerime gelerek, “Sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşabiliyorsun!” diye bağırdığında altta kalmadım. Tıpkı onun gibi bağırarak, “Asıl sen kim olduğunu sanıyorsun. Burası senin bana ahkam keseceğim bir yer değil. İşini yap!” dedim.
Fazla yükselmiştim ama kimsenin benimle böyle konuşmaya hakkı yoktu. İnsan gibi yok deseydi bir şekilde çıkmaya çalışacaktım. Ama anlaşılan karşımdaki kız ya kafası bozuk biriydi ya da bir derdi vardı.
“Sen çok oldun!” dediği gibi tek eliyle, kolumu kavradığı gibi beni ters çevirerek sırtıma yasladığında ani hareketiyle sırtımdaki yaralar canımı yakarken kendime engel olamayarak bağırdım.
Sırtımdaki iki kurşun yarası dehşet bir şekilde canımı yakarken, beni tutan kızın elinden kurtulmak istedim. Bunu çok kolay bir şekilde yapabilirdim ama yapacağım herhangi bir hareket hem yanlış anlaşılacak hem de şüphe çekecekti. Kendimi kurtarmak için aynı onun gibi saldırmam gerekiyordu ama bir polise karşı saldıramazdım.
Sinem denen polis kolumu daha sert çektiğinde acı katlandığı için tekrar bağırdım. Kolum değil de sırtım felaket acıyordu.
“Bırak beni,” diyerek acıyla inlediğimde beni dinlemedi. Daha yüksek bir sesle bağırarak “Bıraksana beni!” dedim.
“Kes sesini, sen kim oluyorsun da benimle böyle konuşuyorsun!” diyerek, debelendiğim için kolumu biraz daha çekti. Arkamdaki kız hiçbir şekilde kolumu bırakmadığında inatla ve acıyla bırakmasını söylüyordum.
Merdivenlerin olduğu kısımda, büronun olduğu kısım gözükmediği için kimse bizi görmüyordu bu yüzden kimse de yardım edemezdi. Zaten yardım edeceklerini de sanmıyordum. O da bir polisti sonuçta.
Tam ümidimi kesmişken “Sinem!” diye bağıran sesi duyduğumda acıdan yaş birikmiş gözlerimle gelen kişiye baktım.
Adas Komiserdi. O gelmişti.
Gözlerim gözlerine değdiğinde acımın gözlerimden bile okunduğuna emindim. O da bunu görmüş olacak ki az öncekinden daha yüksek bir sesle “Sinem, bırak kızı!” diye bağırdı. Onun sesi yankılandığında birkaç kişinin etrafımıza toplandığını göz ucuyla gördüm.
Aralarında Serhat abi de vardı. İlk Adas komisere baktı daha sonra neden bağırdığını anlamak için olduğum tarafa baktığında gözleri kocaman açıldı. “Sinem bıraksana kızı,” diyen Serhat abinin sesini duydum. O da böyle bir sahne beklemiyor olacak ki sesinde şaşkınlığın emareleri vardı.
Gözlerim Adas ve Serhat abinin üstündeyken arkamdaki kız beni daha çok kendine çektiğinde istemsizce gözlerimi kapatarak bağırdım. O sırada bağırmamla Serhat abinin “Kız yaralı bırak kızı,” dediğini duydum. Fakat acıdan tüm vücudum sızlıyordu. Ne bok vardı da daha iyileşmeden buraya gelmiştim ki. Yüksek ihtimal dikişlerim açılmıştı. Babam bunu duyunca feleğimi şaşırtacaktı kesin.
“SİNEM!” Adas komiser resmen kükreyerek yanımıza geldiğinde beni tutan kızın kolunu tuttuğu gibi geriye savurduğunda kolum serbest kaldı. Fakat az önce bedenimi tutanın o kız olduğunu bilmediğim için çekildiği gibi titreyerek dizlerimin üstüne düştüm.
Düşmenin etkisiyle dizlerimden ziyade sırtım acırken iki elimi de bacağıma koyarak sıktım. Tırnaklarım etimi batarken sessizce acının geçmesini bekledim. Kolay kolay geçmeyeceğinin bilincindeydim ama umut fakirin ekmeğidir kafasındaydım.
“Pera, iyi misin kızım?” diyerek yanıma gelen Serhat abiyle acıdan cevap bile veremedim. Onun yerine başımı iki yana salladım. “Komiser’im yeni hastaneden çıkmıştı acaba dikişleri zarar görmüş müdür?” Endişeli çıkan sesiyle konuşan Serhat abiye bakarak gülümsemek istedim ama yapamadım. Daha birkaç dakika önce tam anlamıyla tanışmıştık ama o benim için endişelenmişti.
Özür dilerim Serhat abi sana bunu yapmak istemezdim. Sen, beni düşünen sayılı kişilerden biriydin.
Omzumda hissettiğim başka bir elle kafamı kaldırıp bakmak istemiştim ama boynumu bile oynatmam canımı acıtıyordu. Bu yüzden yapmaktan vazgeçtim. Saniyeler sonra da sesini duymuştum. “Pera Dünya iyi misin?” diyen ses komisere aitti. İyi miydim? Hayır. Kafamı iki yana salladım.
“Kalkabilecek misin?” diye sorduğunda düşündüm. Kalkabileceğimi sanıyordum ama denemem gerekiyordu. Burada öylece oturarak acının geçmesini bekleyemezdim. Ellerimi bacaklarımın üstünden çekerek yere koydum. Destek alarak kendimi kaldırmaya çalıştığım sırada belime saplanan acıyla inleyerek kendimi yere bıraktım. Siktir, dikişlerim cidden açılmıştı.
Omzumdaki el saçlarımı geri çekerek yüzümü açığa çıkardığında acıdan ağlayacak raddeye geldiğim için kafamı daha çok eğdim. Etrafta insanlar vardı ve ben böyle gözükmek istemiyordum.
Serhat abiden, “tamam komiserim,” sesini duyduğumda ne olduğunu anlamadım. Önümden çekilen Serhat abi yerine bir çift postal aldığında ve yüz yüze gelecek şekilde diz çöktüğünde kafamı kaldırarak gözlerine baktım. Ela gözleri dikkatle yüzümü incelediğinde yanağımdaki ıslaklık beni ele veriyordu. Saklamam gerekmiyordu, canım acıyorsa acıyordu.
“Canım acıyor,” dediğimde dudağım büküldü. Ela gözleriyle ağladığım için kızaran mavi gözlerime, bükülen dudağıma ve gözümden akan yaşa baktığında gözlerini kapatarak bir şeyler mırıldandı. Tekrar gözlerini açtığında bakışlarını benden çekerek kenarda durmuş olan Sineme baktı. Başını iki yana salladıktan sonra bana döndü.
Bir dizini yere koyarak bana biraz daha yaklaştı. “Yaraların ne durumdaydı?” diye endişeyle sordu.
“Dikişlerim açıldı.”
Komiser içine derin bir nefes çektiğinde ona bakmaya devam ettim. Bana biraz daha yaklaşarak, “Seni revire götüreceğim, doktor bir baksın,” dediğinde başımı salladım.
“Seni kaldırmam lazım, izin veriyor musun?” diye sessizce sorduğunda kalkamayacağım için başımı salladım. Adas komiser bana biraz daha yaklaşarak bir kolunu sırtımdan geçireceği sırada onu durdurdum. Neden durdurduğumu anlamadığı için bana baktığı sırada üstündeki beyaz gömleği işaret ederek, “Sırtımda kan var, üstün kirlenecek,” dedim.
Söylediğim sanki çok boş bir şeymiş gibi duymamazlıktan gelerek bir kolunu sırtımın yara olmayan kısmından, diğerini de bacaklarımdan geçirdikten sonra ayağa kalkarak beni kucağına aldı.
Kimseye bakmadan yürüdüğü sırada arkada kalan ve sinirle bize bakan kıza hitaben, “Sinem, odama geç ve ben gelene kadar iyi bir açıklama düşün,” dedi. Sonra kimsenin duyamayacağım şekilde de “olacağını da sanmıyorum,” diyerek ilerlemeye devam etti.
Komiser yürürken boynuna doladığım kollarımdan birini indirerek tırnaklarımı bacağıma geçirdim. Canım acıyordu. Bu hareketimi fark etmiş olan komiser, ileriye doğru bakarken, “Bu iki oldu,” diye mırıldandı. Ne dediğini anlayamazken “Kendini taşıtmaya alıştığını düşüneceğim,” dedi.
Sözleriyle sessiz kaldım. İçimden konuşmak gelmemişti. O da sessiz kaldığımı gördüğünde bakışlarını bana çevirmişti. Kapattığım gözlerimi hiç açmadan öylece kaldım.
İçimde adlandıramadığım bir his vardı. Bu his her seferinde Adas Alacakan denen adamın yanında beliriyordu.
Nefret miydi? Bilmiyorum.
Sinir miydi? Belki.
İntikam mıydı...
Çok karışıktı. Öyle karışıktı ki, ona karşı susmayı istemiyordum ama dilimin düğümlenmesine neden oluyordu. Bu his neydi? Beni kokusuyla mayıştırarak ortaya çıkan bu his neyin nesiydi? Beni ona yaklaştıran, onun önüne geçmeme neden olan, onu görmek isteyen bu his neydi?
Revire gidene kadar tek bir kelime etmedim. Komiser beni yatağa yatırdığında, doktor kontrol etmeye geldiğinde de sessizliğimi sürdürdüm. Dakikalar sonra Doktor ‘un yaptığı iğneyle kendimden geçmeden önce konuştum.
“Komiser, Darcy’e haber verir misin?”
☆★☆
Sırtımdaki sızı beni rahatsız ettiği için yattığım yerde kıvrandım. Kapalı gözlerimin ardından sızan ışıkla kendime gelmeye çalıştım. Gözlerimi aralayarak birkaç kez kırpıştırdığımda etrafı net görmeye başladım. Olanları hatırladığım için nerede olduğumu biliyordum. Etrafa bakındığımda odada sadece Doktor’un olduğunu gördüm.
Doktor uyandığımı fark etmemişti bu yüzden “Doktor Bey,” diyerek bana dönmesini sağladım. Uzun süre uyumuş olacağım ki sesim boğuk çıkmıştı. Uyandığımı gören Doktor, gülümseyerek yanıma geldiğinde bakışlarımı üzerinde tuttum. Önlüğünde adının Oktay olduğunu gördüğüm doktor baş ucuma gelerek, “Nasıl hissediyorsunuz Pera Hanım?” diye sordu.
Boğazımdaki kuruluk nedeniyle yüzüm buruşurken, “Az çok iyiyim, sadece sırtım sızlıyor,” dediğimde anlıyormuş gibi başını sallayarak, “Normal, dikişleriniz zorlanmış. Pansuman yaptım ama sizin de oldukça dikkat etmeniz gerekiyor,” dedi.
“Biliyorum, dikkat ediyordum aslında ama bazı mesleğini oldukça ciddiye alan insanlar yüzünden bu hale geldim maalesef,” diyerek kendi kendime gözlerimi devirdiğimde Oktay Bey’den bir gülüş sesi geldi. Gülüşünün arasından, “Olanları duydum, Sinem biraz asabi bir kızdır,” diyerek omuz silktiğinde başımı iki yana sallayarak, “Asabiyetini gerekli şahıslar üzerinde uygulasın o zaman,” dedim.
Oktay Bey sessiz kaldığında kimsenin olmadığını bildiğim halde etrafa bakındığımda aradığım kişiyi bulamamıştım. Bunu fark eden Doktor, “Adas komiseri arıyorsanız burada değil,” dedi.
“Hayır, başka birine bakıyordum. Kimse gelmedi mi?” diye sorduğumda, tek kaşını kaldırarak “Az önceki sinirden masamı kıran adamdan mı bahsediyorsunuz?” dediğinde şaşkınlıkla ona bakmıştım. Uzandığım yerden masasına baktığımda dediği gibi ilerideki oldukça büyük masanın paramparça olduğunu gördüm. Bunu Darcy mi yapmıştı? Yapardı, doğru.
Tekrar Oktay Bey’e baktığımda yüzünde saklamadığı bir karışıklıkla bana bakıyordu. Mahcup bir ifadeyle, “Siz onun kusuruna bakmayın, beni böyle gördüğü için evhamlanmıştır.” dedim.
“Evham?”
Dudaklarımı birbirine bastırarak başımı salladığımda birden odada kahkaha sesi yükseldi. Şaşkınlıkla Oktay Bey’e baktığımda kahkahasının arasından “Böyle evham hayatımda görmedim,” diyerek gülmeye devam etti.
Ee, Darcy karşısında da böyle gülmüşse masayı değil de bu reviri kırıp dökmesi hak meselesiydi.
“Oktay Bey,” diye seslendiğimde kahkahasının arasından bana baktı. Kapıyı işaret ederek, “Umarım Darcy kapının ardında değildir. Yoksa bir daha bu revirin var olacağına dair şüphelerim var,” dedim.
Oktay Bey anlamadığı için kahkahasını keserek bana baktığı saniyelerde kapı aniden sert bir şekilde açılarak içeriye, “Bu şerefsiz niye bu kadar yüksek sesle gülüyor lan!” diyerek giren Darcy hızla Doktor ‘un dibinde biterek sinirle solduğunda gözlerimi yumarak gülmemek için kendimi kastım.
Darcy sertçe karşısında put kesilmiş adama baktığında kafasını yana eğerek “Kız uyuyor lan, d’yavol!” dediğinde sonda ettiği laf yüzünden gözlerim kocaman açıldı.
“Darcy!”
Konuşmamla gözlerini Doktora dikmiş Darcy, hızla bana döndüğünde siyah gözlerinin alev alev yandığını gördüm. Az önceki hırçınlığı anında kaybolduğunda “Pera,” diyerek yanıma gelerek elleriyle yanaklarımı tutarak alnıma bir öpücük kondurdu.
Geri çekildiğinde gözlerindeki korkuyu yakından görmek içimin titremesine neden oldu. Onu her defasında korkutuyordum ve Darcy bu duygudan nefret ederdi. Bunu bilmeme rağmen her defasında o korkunun ortasında bırakan da ben oluyordum. Bu oldukça sorumsuz bir davranıştı benim için.
Gözlerindeki bakışlar değişmezken yüzüme bir gülümseme kondurarak “glupyy” dedim. Söylediğime karşılık gözlerindeki ifade az da olsa dağıldığında “neuklyuzhiy” dedi. İkimiz de aynı anda güldük.
Darcy bir süre yüzünde tuttuğu gülümsemeyle bana baktı ama gözleri dolu doluyken, “İyi misin?” diye sorduğunda gülümsemem soldu. Dudaklarım bükülmek için can atarken başımı salladım. “Buradan götürür müsün beni?”
Darcy, burnunu çekerek başını salladığında geri çekildi. Ben de kolumdaki seruma baktığımda bitmek üzere olduğunu gördüm. Beklemek istemediğim için kolumdaki iğneyi tek hamlede çıkardım. Bu hareketimi gören Doktor, “Hey, ne yapıyorsun?” dese de onu duymamazlıktan geldim.
Bende Doktordum. Yani eskiden Doktordum. Şuan hasta bakmayı reddediyor olabilirdim ama ne yapacağımı gayette iyi biliyordum. Bu yüzden sırtımdaki pansuman için neyin gerekli olup olmadığını çok iyi biliyordum. Bu yüzden Doktor ‘un sözlerini tamamen duymamazlıktan geldim.
Darcy üzerine giydiği siyah ceketi üzerinden çıkarttığında sadece siyah bir tişörtle kaldı. Doğrulmaya çalıştığımda bana yaklaşarak destek olduğunda başarabildim. Elinde tuttuğu ceketi üzerime giydirdiğinde bana oldukça bol gelmişti bu da onun gülmesine neden olmuştu. Güldüğü için mutlu hissetmiştim. Benim mutluluğum sevdiklerimin gülümsemesiyle ortaya çıkıyordu. Onlar gülsün, ben daima mutlu olurdum, ne halde olursam olayım.
Yatakta oturur vaziyette kaldığımda Darcy yaklaşarak beni tek hamlede kucağına aldı. Doktor homurdanmaya devam ederken onu duymamazlıktan geldim. Darcy’in yarama dikkate aldığını, sırtımdaki kolunun hafif durması ama bacaklarımdaki elinin sert tutuşundan anladım.
Kapıya doğru ilerleyecekken hala konuşan Doktora bakarak “Yaptıklarınız için teşekkür ederim. Kolay gelsin,” diye mırıldanarak gülümsedim. Kapıya ulaştığımızda beni taşıdığı için kapıyı açamayan Darcy’e yardımcı olarak kapı kolunu kavrayarak açtım. Kapıdan çıktığımızda koridorun boş olduğunu gördüğümde içimi belli belirsiz bir his kapladı ama bu hissi fazla sorgulamadım. Sorgularsam çıkmaz bir sokağa girmekten farksız olmayacağımın bilincindeyim.
Buraya her geldiğimde yaşadığım duygu karmaşası beni öyle bir duruma getirmişti ki asla dönmem dediğim sözden dönmek üzereydim. Pes etmek bana yakışmazdı ama bir karmaşanın yaratacağı tüm hesapların sonu ben hariç herkese kesileceğinin farkındaydım.
Keşke pes edebilseydim de yandıkça yaktığımı fark etmeseydim.
Darcy koridoru aşarak merdivenleri çıktığında kulağıma bürodaki sesler doluyordu. Gözlerim de bu seslerin nedenini bulduğunda her bir yanda dizilen masanın başında bir cellat ve o masaların önünde de cezasını bekleyen kurbanlar vardı. Her bir ses, bir yaptırımdan bahsediyordu. Her bir cümle, ya kötü ya da iyi sözcükler doğuruyordu. Bir varmışlığın bir yokmuşluğu olduğunu fısıldıyordu.
Küçükken okuduğum tüm hikayeler bu cümleyle başlardı. Hep merak ederdim bu cümlenin ne demek olduğunu ama bir türlü bulmazdım cevabını. Sonra bir gün hiç bilmediğim, hiç anlamadığım dilde olan bir ülkeye taşındığımızda acaba demiştim içimden. Çünkü içinden bile Türkçe konuşan küçük kız birden bire yabancı olduğu bir sürü ses duyduğunda bu anlama geldiğini düşünmüştü. Ama yanılmıştı.
Sonra bir gün hiç ama hiç görmediğim birini karşımda bulduğumda içimden tekrar acaba demiştim. Bana söylediği gerçeklerle tanıştırdığında bu sefer içimde bulmak için kıvranan ses susmuştu. Çünkü bulmuştu ne demek olduğunu. Varlığın içinde yok olduğumda fark etmiştim ne demek olduğunu en sert darbeyle.
Çok canımı yakmıştı bu farkındalık öyle ki beni görmezden gelen annem, beni bir kuklaymış gibi yöneten Rex, beni hep koruduğunu düşünen ama yanmakta olduğumu fark etmesine rağmen sessiz kalan babam, bir zamanlar beni kabul görmeyerek koruduğunu sanan Boris ve daima yanımda olarak kim olduğumu hatırlatan Darcy bile bir varmış bir yokmuş diye başlayan hikayenin başrolü yapmışlardı beni.
Ben hiç istemeden kendi hikayemi yazmaya başlamıştım. Sadece anlamını bilmediğim cümlenin anlamını öğrenmek istemiştim. O anlam olmak istememiştim.
Boğukça kulağıma dolan yakarışlar, sinirle söylenen küfürler, çaresizce mırıldanışlar hepsi başka bir hikayenin varlığıydı. Benim hikayemin varlığı ise karşıda durmuş ela gözlerinin ne kadar can yaktığını bilmeden gözlerime diktiğinde devam etmişti. Bir hisse kapılmıştım; bu his benim hikayemin başlığından bile beni ne kadar yakacağını binlerce parçacıkla etrafa dağılarak duyursa bile bir kere yakalandın mı vazgeçmek öyle kolay olmadığını da söylüyordu.
Ben yanmak üzereydim. Cayır cayır alevler arasında kalmak üzereydim. Hiç bir insan yanmak ister miydi? Ben de istemiyordum. Ama pes de edemiyordum. Evet, o çıkmaz sokağa girmek istememe rağmen ela gözlere bakarken girdiğimi hissediyordum. Yapma, yakma komiser. Ne beni ne de kendini cayır cayır atma o ateşe... Ben zaten bin kere yandım, bir kere daha yanmaya hele ki seninle yanmayı kaldıramam. Bunu bana yapma.
Gözlerimle bile belli olan bir duygu içimi bu denli karıştırmasının tek nedeni onun yok olmasıydı. Nefretim o duygunun var olmasıyla bertaraf edilmişti. Ne olmuştu bana bilmiyorum. Nasıl bu düşüncelerin esiri olmuştum sadece bunu biliyordum.
Revirde Doktor ‘un yaptığı sakinleştirici iğnenin etkisiyle uykuya daldığım sırada sadece karanlıkta kalmaktı isteğim öyle de olmuştu. Sessiz bir kuyunun dibindeyken istemediğim tek şey duymak ve görmekti. Biraz da olsa gerçeklikten kopmak istemiştim çünkü yorulmuştum. Daha hiçbir şey yapmadan yorulduğumu hissediyordum. Ben bu kadar güçsüz değildim, bu kadar aciz değildim.
Fakat her gücün ve her acizliğin bir sebebi olmalıydı. Benim sebebim, kalmak istediğim sessiz karanlık kuyuda kulağıma dolan cümlelerdi.
“Farkında olmadan birine zarar vermek öyle kötü ki verdiğim zararın gözümün önünde olması ondan daha kötü,” diyen bir ses vardı sessizliğimin arasına sızan. Ben bu sesin kime ait olduğunu çok net biliyordum. Bu bilinç bile benim için çok farklıydı. Ben değer verdiğim kimse harici birinin sesini tanımazdım.
“Benim yüzümden vuruldun ve yine benim yüzümden burada öylece yatıyorsun. Ben daha ne kadar birilerinin kötü anısı olarak var olmak zorundaydım!” Ses tonundan bile kendini belli eden öfkeyle harmanlanmış sitem açıkça ortadaydı. “Üzerimdeki yük öylesine ağır ki artık omuzlarım bile çöktüğünün farkında değil ama ben farkındayım.”
“Kendi dünyamda saklanıyorum ama o dünyada saklanmak istediğimi söylememiştim. Neden saklanmak zorundaydım ki ben. Yalnızca içimi yiyip bitiren intikamın bitmesini istiyorum ama olmuyor. Bu intikam uğruna daha kaç kişiyi harcayacağımı bilmiyorum.” Demek ki bu dünyada herkesin içinde bir intikam ateşi vardı. Bunu bilmek yalnız olmadığımı hissetmek içimi rahatlatırdı belki ama olmadı. Onun da benim gibi içinde bir savaşın var olduğunu bilmek beni hiç rahatlatmadı.
“Yapma Pera,” diye devam etti cümlesine. Neye yapma dedi bilmiyorum ama bu cümle öyle ağırdı ki taşımaya bin dev girişse başaramazdı. “Ben birini bu uğurda kaybettim seni de kaybetmek istemiyorum. Al sök kalbimi ama onu yakma,” demişti acı çeken bir tonda ama bu acıyı kendi için değil de benim için çekiyordu.
“Biz bilmesek de herkesin bir yargısı var Pera. Sadece o yargının sonucuna bakmak doğru mudur? Öyle mi yapmalıyız Pera?” Sessiz kaldığında benden cevap beklediğini fark ettim ama cevap veremedim. Vermek istediğimi bilmezken içinde bulunduğum kuyuda sessizliğin sadece benim dudaklarıma vurulan mühürden ibaret olduğunu yeni yeni kavramıştım.
Komiser de sessizliğimi neye yordu bilmiyorum ama yanağımda hissettiğim sıcak dokunuşla istemeden titrediğimde kısık gülüş doldu kulağıma. Uyanık olmadığımı, onu duymadığımı düşünüyordu. Sadece onun parmaklarının dokunuşunu verdiğim tepkiye gülüyordu, görmesem de öyle fısıldadı hızla çarpmaktan usanmayan kalbim.
“Yaptığım her çelişkide daima kaybediyorum. Kaybettikçe kendime kızıyorum.” Bu cümleyi öyle bir söylemişti ki kaybetmenin öfkesini iliklerime kadar hissettim ama komiser cümlelerine devam ettiğinde az önceki öfkeli ses saniyesinde yok olurken bir çocuğu andıran çaresiz bir ses tonuyla, “Ama kazanmak da istemiyorum,” dedi.
Bu konuşmanın sonunu merak ediyordum ama sonunda sağ çıkamayacağımı görmezden geldim. “Kafam öyle karışık ki bu karışıklığın verdiği zararı bir kez daha görmek çok can yakıyor Pera. Ben artık görmek istemiyorum. Sadece her şey bitsin istiyorum.” Sözleri insana öyle dokunuyordu ki sanki bu cümleler benim söylemek istediğim ama bir türlü çıkaramadığım cümlelerdi. Öyle yakıcı, yıkıcıydı ki baş döndüren cinstendi. “Adımı her bir ağızdan duyduğumda içimdeki intikam sönmek üzereyken yeniden alev alıyor. Çünkü bana gerçeği hatırlatıyor. Acılı günlerimi, yediğim helvanın tadını, aylarca aç kaldığımı, uykusuz kabus dolu gecelerimi hatırlatıyor. Vazgeçemiyorum, bunları hatırladıkça durduğum yerden devam etmem gerektiğini hissediyorum.”
Onu bu duruma zincirlemiş bir şeyler vardı. Bu çektiği acıların bir sebebi vardı. Adını bile duyduğunda bunları hatırlatan bir şeyler vardı. Ela gözlerde kırık bir çocuğun puslu bakışları vardı.
“Özür dilerim Pera, bu yaşadıkların için özür dilerim. Onun gibi-“ İşte bu cümlenin sonunu getiremeden bir kapı sesiyle susmuştu. İçeriye biri girdiğinde ben onun sesini duymadım. Neden duymadığımı bende bilmiyordum ama tekrar sessiz karanlık kuyunun dibine çekildiğini hissettiğim anda kısık da olsa onun son cümlelerini duydum.
“İnsan uyuyunca masum görünürmüş, ben uyumayalı çok uzun zaman oldu.” Bu sözlerdi beni kendime getiren. Bir zamanlar içime fısıldanan, her hücremi buna bağlı kılan intikam artık öyle karmaşık geliyordu ki bunu ilk defa net bir şekilde sorguluyordum. Çünkü komiserin sözleri içimi öyle doldurmuştu ki, ondan başka bir şey düşünemez olmuştum.
Darcy’in adımları büroda dosdoğru ilerlerken benim gözlerim ela gözlerden ayrılmıyordu. Ne yapacağımı bilmez halde ona bakmaya devam ettiğim sırada yaslandığı duvardan beni izlemesi adını anmak istemediğim hissin büyümesine neden oluyordu.
“Darcy,” diye beni taşıyan adama seslendiğimde ilerleyen adımları durmuştu. Kafam göğsüne yaslı olduğu için başını eğerek bana baktığında ben sadece karşımdaki gözlere bakıyordum. “Komisere bir şey söyleyeceğim.”
Darcy sinirle içine bir nefes çektiğinde itiraz edeceğini anladım. Buna izin vermeyerek bacaklarımı tutan elden sıyrılarak ayaklarımı boşluğa uzattığımda, Darcy hızla eğilerek ayaklarımın yere basmasını sağladı.
“Pera, yeter artık gidelim. Yoksa bu sakinliğimi koruyacağımdan emin değilim,” diyen Darcy’in sesindeki dizginlemeye çalıştığı öfkeyi hissettim. Gözlerim ela gözlerden ayrılmazken, “Bana iki dakika ver,” dedim ve baştan beri beni yanına çağıran gözlere adım adım ilerledim.
Sırtımın ağrısını ne duyuyor ne de hissediyordum. Kulaklarım, gözlerim, bedenim tek bir noktaya odaklanmıştı. Sadece ona. Yanına vardığımda yaslandığı yerden doğrularak bir adım da o attığında tamamen karşı karşıya durduk. Onun gözleri yüzümü turlarken ben sadece gözlerine bakıyordum. Sessizlik ilk defa öyle güzel gelmişti ki, bunun sebebini sadece kafa karıştıran o his biliyordu.
Komiser kollarını önünde bağlamış dururken ilk defa gözlerim gözlerinden ayrılarak üstünde dolaştığında beyaz gömleği yerine siyah bir tişört giydiğini gördüm. Tekrar gözlerine baktığımda onun da bakışları gözlerimi takip etmiş olacak ki aynı anda kafamızı kaldırarak birbirimize baktık. Ela gözler ne kısıktı ne de puslu. Sadece kendiydi.
“Kanlı gömlekle büroda dolaşmak hoşuma gitti. Herkes gözündeki korkuyla bakıyordu. Havalıydım baya, kaçırdın.” Dudağının kenarındaki kıvrımla mırıldandığında söyledikleriyle kendimi tutamayarak güldüm.
“Kesin öyledir komiser, kesin,” diye karşılık verdiğimde tek kaşını kaldırarak, “İnanmıyor musun?” diye sordu. Yüzümdeki gülümsemeyle omuz silktiğimde baş parmağıyla beni işaret ederek, “Beni kıskanıyorsun,” dediğinde yüzümü buruşturdum.
“Küstahlığını mı? Hiç sanmıyorum.”
“Hadi ama sende biliyorsun”
“Evet, küstah biri olduğunu biliyorum komiser,” diyerek konuyu çarpıttığımda kalakaldı. Aslında havalı olduğundan bahsediyordu ama onu bozmak keyfimi yerine getirdiği için böyle söylemiştim. İşe de yaramıştı. Komiser boş gözlerle bana bakıyordu.
Bir kez daha güldüğümde komiser kendine gelerek, “Her seferinde beni bozmak hoşuna gidiyor değil mi?” diye sorduğunda hevesle başımı salladım. Bu hareketinle onun boş bakan gözleri aydınlandı, dudaklarındaki kıvrım büyüdü ve gülümsedi.
Onun bana gülümseyerek baktığı sırada gözlerimiz kesişti. Ela gözlerinde mavi gözlerimin yansımasını açıkça gördüm. Bu iki renk birbirine ne kadar zıtsa bir o kadar uyumlu gözükmesi kalbe zarardı. Fakat her güzel şeyin bir sonu olduğu gibi bu anında son bulması yakından gelen bir, “Pera Hanım,” sesiyle son buldu. Ben ela gözlerden ayrılamazken o ela gözlerdeki mavilik kaybolmuş yerini Sinem’in yüzü almıştı. Bu görüntü soluğumu keserken, yüzümün acıyla kasılmasına neden oldu. Neden o gözlerde daima kendi yansımamın olmasını istediğimi sadece o his biliyordu.
Kendimi toparlayarak arkama döndüğümde Sinem’in dik bir duruşla komisere baktığını gördüm. Aklımı karıştıran bir dürtüyle sesimin nasıl çıktığını umursamadan, “Bana seslendiyseniz bana bakacaksınız. Başka yere değil,” dedim. Normalde düşünmeden konuşmazdım ama bu sefer öyle olmamıştı. Dilime varan sözleri hiç törpüleme gereği duymadan çıkarmıştım. Asla sözlerinden pişman olan biri değildim, olmazdım da.
Sinem’in bakışları bana döndüğünde düz bir ifadeyle baktım. Kanıma karışan öfke halihazırda beklerken ilk defa kendim isteğimle birinden nefret ediyordum. O şanslı kişide tam gözlerimin içine bakan kızdı. Yüzündeki ifade normal olsa da göz kenarlarındaki kırışıklık bana alay ederek baktığını gösteriyordu. Bu oldukça sinir bozucu olsa da az önce bana karşı yaptığı davranışı ona yedirmeden buradan ayrılırsam bana da Pera demesinler.
“Seni dinliyorum,” diyerek üstün körü konuşmasını beklerken kısa bir an komisere baktıktan sonra bana döndü. “Bugün olanlar adına sizden özür dilerim.”
“Özrünüzü kabul etmiyorum.”
Sözlerimle birlikte bana şaşkınca baktığında aynı ifadenin arkamda duran komiserin üzerinde de olduğuna emindim. Umursamadan doğruca karşımdaki kıza baktım.
“Mesleğiniz gereği her şeyi açıkça ifade ediyorsunuz. Bu ister sözel olsun, ister de fiziksel ama unuttuğunuz bir şey var. Kimseye bilip bilmeden böyle davranamazsınız.” Sesimden bile taşan öfke doğruca sahibine ulaştığında sözlerimi sindirmeye çalışıyordu. Daha sindirecek çok şeyi olduğu için hızla yan dönerek komisere kısa bir an baktım. Tekrar Sineme dönerek, “Bu yaptığınızı savunacak bir cümleniz var mı? Tek bir cümle,” diye mırıldandım.
Fakat bir ses gelmediğinde sırıttım. “Bende öyle düşünmüştüm.” Komisere doğru dönerek parmağımla Sinem’i göstererek, “Buraya ifade vermek için geldiğimde sizde şahitsiniz ki hiç bir sebep yokken bana şiddet uygulamasıyla dikişlerimin açılmasına neden olan memurunuzdan şikayetçiyim,” diyerek asıl darbeyi vurdum.
Adas komiser kısılan gözleri sözlerimle bir anda gevşerken şaşkınlıkla bana baktı. Aynı şaşkınlık Sinemde de yer edindiğinde uzaktan gelen Serhat abinin, “Ne?” sesinin yanında Darcy’in, “Aferin,” sesi yankılandı.
Hiç bir nefretin dosdoğru nedeni olmak istemezdim ama bu karakola geldiğim zamanda ilk defa karşılaşmamıza rağmen apaçıkça gözleriyle bana nefret kusan kızın tek isteği benimde ondan nefret etmem değilse neydi ki. Nefretin çok güçlü bir duygu olduğunu en iyi ben bilirdim. Lakin o nefret hak edene beslenirdi. Sinemin benimle ne gibi derdi olurdu da, bu denli nefretle bakardı?
Şaşkınlıkla geçen birkaç dakikanın ardından ilk Sinem konuştu. Kısık çıkan sesiyle “Ne dedin?” diye mırıldandı. Bakışlarım yüzünde tur attığında renginin attığını fark ettim. Gözleri korkuyla açıldığında, “Senden şikayetçi olduğumu söyledim,” dedim tek seferde.
Sinem öyle bir gözlerime baktı ki, yutkunma ihtiyacı hissettim. Dolu dolu olan gözleriyle bir bana bir komisere baktığında onunda yutkunduğunu gördüm. Tekrar gözlerinin içine baktığımda orada gördüğüm pişmanlıkla dik durmaya devam ettim. Komiser birkaç adım atarak yanımda durduğunda bana dönerek sırtını Sineme döndü. İşte o an kızın gözlerinde başka bir duygu daha belirdi. Hüznün hareleri Adas’ın sırtında dolaştığında kafamda dönüp duran düşünce kırıntısı bununla birlikte çoğaldığında o bakıştaki yatan anlam kalbimin çatlamasına neden oldu.
Nefesim kesilirken gözlerimi Sinemin gözlerinden kaçırdığımda ela gözlerde saklandım. Aramızdaki kısa mesafe gözümde o kadar çoktu ki, bir adım atmak isteyip de atamadım. Çünkü gözleri suçlayıcı bakıyordu.
“Ne yapıyorsun Pera? Ne demek şikayetçi olacağım, saçmalama,” diyerek yükseldiğinde revirde uyandığım andan beri aklımda dönüp duran adımı atmaya karar verdim. Her ne kadar gözlerinde yok olacağımı bilmeme rağmen yapacaktım bunu.
“Ne dediysem o komiser, bana onu mu savunacaksın?” dediğimde başını iki yana sallayarak, “Özür diledi kız senden, şikayetçi olman gerekmiyor,” dedi.
Yapma komiser, sen karşımda onu savunurken zihnim hiçte güzel şeyler fısıldamıyor. Yapma bunu.
“İşini yapsana Komiser Adas Alacakan. Şikayetimi resmiyete geçirsene. Yine ifade mi vermem gerekiyor.” Konuştukça ciğerime batan iğneleri yok sayarak başımı yana eğerek, “Ama ifade vermeye geldiğimde de şiddet görüyorum,” dedim.
Komiser anlamsızca yüzüme baktığında az önce konuştuğu kızla şu anki kız aynı kişi mi diye düşündüğüne emindim. Bunu kendime yapan bendim. Pera Dünyaydım ben. Anlamı her ne kadar farklı olsa da benim için yakan, yıkan demekti.
“Bak Pera,” diye söze başladığında kaşlarımı kaldırarak gözlerinin içine baktım. “Sinem’in yaptığı yanlıştı, kabul. Bunu hepimiz biliyoruz ama şikayetçi olmak çok farklı. Siciline işler, mesleğinden ihraç edilir.”
Komiser’in sözlerindeki anlamı çok net bir şekilde biliyordum. Şikayetçi olursa karakoldaki kameralar o bölgeyi de çektiği için açıkça ne olduğu görülüyordu. Vereceği ifade de hiç bir suçu olmadığı ve konuştukları konuyu anlattığında asıl suçlunun Sinem olduğu ortaya çıkacaktı. Sinem de inkar edemeyeceği için dosya savcılığa verildiğinde mesleğinden ihraç edilebilirdi.
Bunun büyük bir yük olduğunu biliyordum. Kendi mesleğimden uzaklaşmış biri olarak başkasını bu duruma sokmak istemezdim ama bunu yapmasam da Adasla birlikte cayır cayır yanacaktık.
“Ne dediğimi duydun Komiser. Ekibinizdeki Sinem denen memurdan şikayetçiyim.”
Adas gözlerime öyle bir baktı ki, asıl suçu ben işlemiş gibi hissettim. Yaptığım bir çok kişiyi yakmak yerine tek bir kişiyi yakmaktı ama az önce nefret ediyorum dediğim cümle hafızamdan silinmişti. Özür dilerim Sinem...
“Tamam,” kısıktı sesi ama öfke doluydu. Gözlerimin içine baktı öfkeyle, asıl hedef bendim. Olması gerektiği gibi baktı, yapmam gerektiği gibi yaptım. “Şikayetimin nedenini biliyorsunuz. Yetmezse kameralardan destek alabilirsin Komiser Adas Alacakan. Başka bir şey yoksa müsaadenle dinlenmem gerek.” Dinlenebileceğimi hiç sanmıyordum. Bu yük oldukça ağırdı.
Bak Adas, seninle eşit ağırlıkta yükler taşıyoruz.
Komiser başını iki yana salladığında gözlerime bakmıyordu. Bakışlarını arkamdaki duvara dikmiş sertçe bakıyordu. Bana baksın istedim, son kez kötü de olsa bana baksın istedim ama yapmadı. Yanından sıyrılıp geçene kadar bakmadı. Sineme döndüğümde yanağına düşmüş yaşları gördüğümde başımı hızla çevirdim.
Yavaşça Darcy’in yanına ilerlediğimde yüzündeki sırıtışla beni bekliyordu. Gözlerini yüzümde gezdirdiğinde nasıldım bilmiyorum ama sırıtışı silindi. Uzanıp beline sarıldığımda kolunu omzuma atarak destek olurcasına sıvazladı. “Çabuk gidelim, lütfen.”
Darcy bir şey demeden ilerlemeye başladığında az önce Adas’ın yanına gittiğimde kaybolan acılar bir bir gün yüzüne çıktığında kendimi sıkmaktan başka bir şey yapmadım. Çıkışa ilerlerken sırtımdaki bakışları hissediyordum ama bu bakışlar öyle yoğundu ki, sırtımdaki yaraların yanına yeni yaralar ekleniyordu. Birinin mesleğini elinden alınabileceği bilincinde şikayetçi olmuştum. Günlerce, aylarca, yıllarca kendi mesleğimi istemeyerek bırakmanın acısını içimde yaşarken, bir başkasının da bu acısına neden olmuştum.
Ben kötü biri oluyorum Boris, istemiyorum ama oluyorum. Kurtulmak istiyorum Boris, yaşamak, yanmak istemiyorum. Sevmek, sevilmek istiyorum. Düşman, nefret edilen olmak istemiyorum. Ben galiba yok olmak istiyormuşum Boris... Çünkü bunlar yok olmakla eşit benim için.
Arabaya bindiğimizde içimde tuttuğum duygular gün yüzüne çıktığında oturduğum koltukta ağlamaya başladım. Darcy arabayı çakıştıracakken benim ağladığımı gördüğünde kalakalmıştı. Boğazımdan yukarı yükselen hıçkırıkları durduramadım. Arttıkça arttı, içime sığmaz oldu. Tüm hevesim kursağımda kaldı. Bunu ben yaptım. Yapmak zorundaydım. Ama istemiyordum ki, Sinem’e bunu yapmak istemiyordum.
Ben böyle biri olmak istemiyordum. Neden normal bir hayatım yoktu ki benim. Neden bir insanmışım gibi görülmüyordum. Neden her gün çaresizce gözlerimi aralamak zorundaydım. Neden birinden zorla nefret etmem gerekiyordu. Neden insanlara yalan söylemek zorunda kalıyordum. Neden böyle yaşıyordum.
Ağlamamın şiddeti arttığında gözlerim kapandığında kafamı geriye yaslayarak başımı iki yana salladım. Yaşlarla ıslanan yüzüme dağılan saçlarımla başımı iki yana sallamaya devam ettim. Arabada sadece benim hıçkırıklarım duyulduğunda artık bazı şeylerin tak etmesinin sonucuydu bu görüntü.
Gözlerimi aralayarak önümdeki karakola baktım. Kalbim sızlarken Sinem’in gözlerindeki çaresizlik, Adas’ın gözlerindeki öfkeyi hatırladıkça daha çok ağlayasım geliyordu. Sinemi gördüğümde düşündüklerimle şuanda düşündüklerim çelişiyordu. O an hangi duyguyla ondan nefret ettiğim kavramına vardıysam şuanda da başka bir duyguyla onun için acı çekiyordum. Çıkmazdaydım, ne bir tel örgü ne de bir kapı vardı. Kalakalmıştım öylece ve sadece arkamda kalan yol vardı.
Hıçkırıklarım kesilmezken kafamı yana çevirerek Darcy’e baktım. Kara gözleri öyle karamıştı ki, gözlerinin beyazında sadece iki siyah nokta varmış gibiydi. Öylece bana bakıyordu. Korkutucuydu ama bakışları değil, benim düştüğüm durumun korkutuculuğunu gözlerinde taşımasıydı korkutucu olan. “Seni bu işe sokan o Rex’i ömrüm boyunca ıstırapla cezalandırmazsam bana da Darcy demesinler! O şerefsizi doğduğuna pişman etmezsem, ölüm bile huzur bulmasın! Gözlerinden akan her bir damla sayısıyla onu derin sularda boğmazsam, doğduğum topraklar bana haram olsun! Senin huzursuz olduğun her gün onun bir kemiğini kırmazsam senin yüzünü bir daha hiç görmeyeyim!”
Darcy içine sığdıramadığı öfkeyle Rusça saydırdığında gözlerimdeki yaşlarla ona bakmaya devam ettim. Ne benim ağlamalarım durdu ne de Darcy’in öfkesi dindi.
“Ben artık duramıyorum, ben artık senin şu bakışlarına dayanamıyorum Pera. Yeter diyorum kendime, yeter Darcy git o adamı doğduğuna pişman et diyorum ama sonra duruyorum. Çünkü sikeyim ki, dönüp dolaşıp olan yine sana olacak! Bilmiyorum mu sanıyorsun peşimizdeki adamları. Sen görüyorsun bana söylemiyorsun diye ben bilmiyor muyum, görmüyor muyum?! Kahretsin, her şeye herkese lanet olsun!”
Ağlamalarım kesildiğinde Darcy de nefes nefese önüne bakıyordu. İkimizde daha başlamadan öyle bitap düşmüştük ki, bunun nedeninin ikimizden başka kimse anlayamazdı. Demiştim ya bir varmış, bir yokmuş. Biz ikimiz varken de yok olmuş çocuklardık.
“Pera,” az önceki öfkeye rağmen benimle sakince konuşuyordu. “Ne yapmak istiyorsan onu yap. Bu işi bitirmek istiyorsan, bitir. Devam etmek istiyorsan, et. Başka bir yol izlemek istiyorsan, izle. Ama bana tek bir şeyin garantisini ver.” Bu cümlenin sonunu biliyordum. Yıllar önce Boris’ e söylediği sözü, şimdi de benim için söyleyecekti.
“Eğer bittiğinde gitmek istersen, lütfen beni almadan gitme olur mu?”
Cevap veremedim birkaç saniye. Çünkü bu sözü Boris gibi tutamamaktan korktum. Bende tutamazsam kimsesizlikle kendini yaratan Darcy, tekrar aynı hücrede tıkılıp kalırdı. Onu bir daha oraya tıkmaya niyetim yoktu. Ya beraber, ya beraber.
“Yanımda sen olmadan asla gitmem Darcy Matt.”
Darcy uzun zaman sonra içten bir şekilde güldüğünde o gülüşün altında bir tereddüttün yattığını görebiliyordum. Biliyordu sözümü tutmam için elimden geleni yapacağımı ama Boris gibi elimde olmadan tutamayacağım için tereddütteydi. Ama ben ne olursa olsun bu söz için daima onun yanında olacaktım. Kana kan, yanışa yanış...
Bakışlarım Darcyden alarak tekrar karakola çevirdiğimde yüreğime tekrar hüzün konarken başka bir ağlamanın geleceğini biliyordum. Ama ne yapacağımı da bilmiyordum. Kararsızdım, bitiktim, muhtaçtım.
“Yap Pera, ben arkandayım.” Bu sözlerden sonra durmam mümkün değildi. Hızla bindiğim arabadan inerken kapıyı kapatarak karakola doğru ilerledim. Yanaklarımdaki ıslaklığı tek elimle silerek ilerlerken Darcyden aldığım cesaretle karakola girdim, kontrolden geçtim, büro katına gidene kadar adımlarımı kesmeden ilerledim.
Etrafa baktığımda aradığım yüzü görmedim. Bu yüzden başka tanıdık bir yüze bakındığımda Serhat abinin bir masada oturduğunu görmemle ona doğru ilerledim. Yanına vardığımda önünde biriyle konuştuğunu fark ettiğimde bir şikayetin ortasında olduğumu geçte olsa anladım.
Serhat abi önündeki genç çocuğa sert bir ifadeyle bakacağı sırada hemen ayakta dikilen beni gördüğünde kaşlarını kaldırarak, “Pera?” dedi. Oyalanmak istemediğim için sadece “Adas’ın odası nerede?” diye sordum.
Serhat abi şaşkınlıkla bana baktığında ne söylediğimin farkında bile değildim sadece cevaba odaklanmıştım. Birkaç saniye duraksamanın ardından Serhat abi “3. Kat,” dediği gibi devamını dinlemeden merdivenlerin olduğu kısma ilerledim.
Merdivenlere yaklaştığımda Sinemle kavga etmemin nedenini hatırlayınca kendi kendime göz devirdim. Merdivenlerden yavaş yavaş çıkmaya başladığımda nefesim kesiliyordu ama umursamadım. İlk kat bittiğinde soluklanmayarak ikinci kata çıktım. İkinci katta da soluklanma gereksinimi duyduğumdan birkaç saniye durduktan sonra üçüncü kata çıktım. Sırtım ağrıyordu ama içimdeki duygu yoğunluğunun verdiği adrenalinle onu göz ardı ettim. Vardığım katta sağa sola bakındığımda ileride gördüğüm tanıdık simayla ona doğru ilerledim. Gözlerindeki üzüntü etrafında toplanan insanlarda dolaştığında bunun nedeni olduğumu bilmek çok kötüydü.
Daha yanına yaklaşmadan beni fark ettiğinde şaşkınlıkla baktı. Düz bir ifadeyle yanına vardığımda etrafındaki toplulukta beni fark ederek geri çekildi. Aralarından biri, “Buyurun hanımefendi, sorun nedir?” diye sorduğunda ona bakmadan gözlerimi Sinemden ayırmadım.
Sinem yüzüme öylece baktığında “Adas nerede?” diye sordum. Yine ne dediğimi duymuyor sadece alacağım cevaba odaklanmıştım. Sinem boş boş yüzüme baktığı sırada başka bir ses, “Oha bu kim, çok güzel,” diyen çocuksu bir ses duydum ama istediğim şey bu değildi. O yüzden dikkatle Sineme bakmaya devam ettim.
Fakat Sinem cevap vermeden başka bir ses, “Komiserimin neyi oluyor bu kız? Baksana tanıyor gibi, ” dediğinde kaşlarım çatıldı. Sinem’in şaşkınlığı hala üzerinde olduğundan cevap vermeyeceğini anladığımda hemen sağıma döndüğümde bir kızla karşılaştım. Kahverengi saçları ve aynı renk gözleriyle küçük bir surata sahip kıza bakarken sorumu yineledim. “Adas nerede?”
Kız ufak bir tebessümle cevap vermek için dudaklarını araladığında şaşkınlığını atlatan Sinem kolumu tuttuğunda ona döndüm. Gözlerindeki ifade kızgınlıktı ama üzüntü onu öyle çok kapatmıştı ki belli bile olmuyordu dikkatli bakılmadıkça.
“Ne yapacaksın Adas Komiseri Pera, yaptın yapacağını gitsene,” dese de duymamazlıktan gelerek bana cevap verecek kıza dönerek, “Beni Adas komiserin odasına götürür müsün?” diye mırıldandım. Kız bir bana bir Sineme baktığı sırada tekrar cevap verecekken istediğim sese kavuştum.
“Ne oluyor burada?” diye soran Komiserin sesiyle olduğu tarafa döndüğümde bir kapının önünde durmuş bu tarafa bakıyordu. Önümdeki adamların arasından onu görebiliyordum ama o beni göremiyordu.
“Komiserim, burada sizi soran biri var?” diyen çocuğa baktığımda sarı saçlarıyla eş olan parlak sarı gözleriyle yandan bana baktı. Samimiyetle gülümsediğimde, “Çok güzel gülüyor oğlum,” diyen çocuksu sese döndüm.
Yeşil gözleriyle bana bakan çocuk ona döndüğüm gibi gözlerini kocaman açarak, “Gözlere bak, masmavi,” dediğinde kendimi tutamayarak gülümsedim. Bu hareketimden bir şey çıkarmış olacak ki yanıma gelerek elini uzattı. Yeşil gözleri parlarken, “Ben Uras Koçak, sizin gibi güzel bir hanımefendiyle tanıştığıma oldukça memnunum,” diye kocaman gülümseyerek mırıldandı. Özür dilerim Uras...
Uzattığı elini tutarak sıktım “Memnun oldum Uras, Bende Pera Dünya Saraç” diyerek gülümsememi büyüttüm. Uras sanki elini sıkan elimde büyülü bir şey varmış gibi hayranlıkla baktığında az önce konuşmasına fırsat verilmeyen kıza dönerek, “Bak Ece, ellerimiz nasıl uyumlu,” dediğinde kız gözlerini devirdi.
“Lan ne diyorsun kim o, kiminle elin uyumlu?” diye bağıran Adasla ona döndüğümde birbirimizi görmeyi engelleyen adam çekilerek, “Bu hanımefendi sizi soruyordu,” dediği an ela gözlerle karşılaştım.
Beni burada görmek onu şaşırtmış olacak ki kısıkça “Pera?” diye mırıldandı. Bunu kısıkça söylemişti ama herkes duymuştu. Elimi hala tutan Uras bana yaklaşarak, “Komiserim umarım ne sevgiliniz, ne nişanlınız ne de kocanız değildir,” dediğinde bu sözleriyle kendimi tutamayarak güldüm.
Gülüşüm Uras’ı başka bir bozguna uğratırken, “Oha bana güldü, bak Ece bana güldü,” diyerek aynı kıza tekrar döndü. Bu sırada Komiserin bakışları ellerimize takılmış olacak ki kısık gözleri aralanarak, “Lan!” diye bağırdığında ben dahil herkes irkildi. “Bırak kızın elini Uras.”
Uras hızla elini çektiğinde boşalan elim öylece havada kaldı. Gözlerim Urasın üstündeyken yeşil gözleriyle bana üzgünce baktı. “Valla komiserim dedi yoksa bırakmazdım. Valla bak.”
“O elin bir daha silah tutmasını istiyorsan kes sesini.” Uras gözlerini benden alarak Komisere çevirdiğinde, “Anlaşıldı komiserim.” diyerek sessizliğe büründü.
Bu sessizlikten yararlanarak Komisere doğru ilerlediğimde beni fark ederek gözlerini üzerime dikti. Yanına varana kadar beni dikkatle inceledi. Az önce yüzümdeki gülümseme solduğunda bir an kalakaldım. Komiserin yüzüne baktığımda gözlerinin üzerimde olması utanma duygusunun varlığını bana hatırlattı.
Daha fazla buna maruz kalmak istemediğim için “Biraz konuşabilir miyiz Adas?” diye sordum. Bu sefer ne dediğimi kendimde duymuştum ve komiser de oldukça net bir şekilde duymuştu. Gözlerim irileşmek için can atarken yüz ifademi sabit tutmaya zorladım. Komiserin yüzü de garip bir hal aldığında boğazını temizleyerek başını salladı.
Önünde durduğu aralık kapıyı daha da açarak geri çekildiğinde arkama bir bakış attığım sırada Sinem’e takılan gözlerim yüzündeki üzgün ifadeye karşılık samimiyetle gülümsedim. O bu gülümsemenin ne anlama geldiğini anlayana kadar buradan çıkardım zaten.
İçeriye girdiğimde arkamdan girerek kapıyı kapatan komisere bakmadan gözlerimi etrafta gezdirdim. Bedenimi saran heyecana anlam veremedim. Birkaç dakika önce hıçkırarak ağlamamış gibi şuan farklı bir duyguya nasıl geçiş yaptığımı sorgulamam gerekiyordu. Ama ana odaklanmak bundan daha cazip geliyordu.
Komiserin arkamda duran bedenini görmezden gelerek masada duran çerçeveye takıldı bakışlarım. Bir çift vardı; yan yana durmuş birbirilerine bakarken bakışlarının anlamı çerçeveden bile belli olan bir çift. Kadının simsiyah saçları omuzlarından aşağıya dökülmüş, bembeyaz teninde adeta bir şölen oluşturuyordu. Yeşil gözleri karşısındaki adamdaydı ama öyle aşk doluydu ki, bir fotoğraf karesine bile sığmayacak derecedeydi. Adamın kumral saçları ve karşısındaki büyüleyici bir şeye bakarmış gibi parlayan ela gözleri içimi tanıdıklık hissiyle doldurdu. Yan yana durmalarına rağmen ortada birleşen elleri gördüğümde sonsuz bir düğümle kalplerinin bağlılığını da netçe gördüm.
Gözlerim adamın üzerindeyken arkamda kıpırdanan bedene ne kadar çok benzediği bir yana, kalbimi sızlatan bir tanıdıklığın ortaya çıkmasını sağladı. Öyle güçlü bir sızıydı ki, ne kadar düşünsem de bu sızının nedenini çözemedim.
“Ada ve Asrın Alacakan.” Komiserin nereye baktığımı görerek bana kim olduklarını söylediğinde buna gerek olmadığını, onları çok iyi tanıdığımı sessizlikle gizledim. Rex’in, Komiser Adas Alacakan için verdiği dosyanın içinde tüm bilgileri bir yana anne ve babasının neden öldükleri bile yazılıydı. İkisi de polisti ve çıktıkları bir operasyonda Adas daha 8 yaşındayken şehit düşmüşlerdi. Operasyon adı gizliydi ama Rex’in söylediğine göre bir uyuşturucu çetesinin eline düştükleriydi.
İşte bu kısım benim öyle dikkatimi çekmişti ki, Darcy’e bile söylemediğim detayla kendi kafamda kurduğum planı uygulamıştım. Adas komiserin anne ve babası bir uyuşturucu çetesi yüzünden ölmemişlerdi. Çünkü araştırdığım kadarıyla böyle bir çete hiç var olmamıştı.
Rex bir işler çeviriyordu ve beni zorunlu kıldığı bu planda başrol olan komisere bir zarar gelmemesi için onu korumamızı istiyordu. Onun zaafını bulduktan sonra benim için yaktığı mum sönecekti ve artık özgür olacaktım ama içimden bir ses yanlış yaptığımı daima fısıldıyordu.
Asrın Alacakan ve Ada Alacakan Rex’in de bildiği farklı bir sebepten ölmüştü. Bu kanıya daha 10 yaşındayken varmıştım. Bir gece odasında yaptığı telefon konuşmasında her kiminle konuşuyorsa bu konuyu açmıştı. O zamanlar küçük olduğum için ne dediklerini anlamamıştım ama 18 yaşıma geldiğimde önüme atılan Adas Alacakan dosyasıyla bazı anılar zihnimin derinliklerinden sıyrılmıştı.
“Annen çok güzelmiş.” Kendi düşüncelerimden sıyrılarak gözlerimi alamadığım çerçeveye bakakaldım. Hatıraların verdiği sıkıntıyla derin bir nefes aldığım sırada omzumda hissettiğim elle alacağım nefesin teklemesine neden oldu.
“Neden geldin Pera?”
Kendini sakinleştirmek adına gözlerimi çerçeveden alarak karşı duvara çevirdiğimde karşılaştığım ela gözlerle, kaçan kovalanır misali yakalandım. Tam arkamda durmasına rağmen boyu benden uzun olduğu için kafam çenesine geliyordu.
Ela gözler aynadan bana bakarken bende aynı şekilde ona baktım. Bir süre öyle durduk, ne o ağzını açtı sorusunu yineledi ne de ben birkaç dakika önce sorduğu sorusuna yanıt verebildim. Kısık ela gözlere bakarken tek düşündüğüm bu plandan nasıl sağ çıkabileceğimizdi.
Evet, artık tek kişi olarak değil çoğul olarak konuşuyordum. Hem kendi adıma, hem Darcy, hem babam, hem de Adas için düşünüyordum. Biliyordum, biz sadece uyurken değil, uyanıkken bile masum gözüken insanlardık.
Artık komiserin yüzüne baktığımda Boris’in kanlı bedeni gözlerimin önüne gelmiyordu. Sebebini bilmiyordum ama bildiğim tek bir şey vardı o da yıllar önce Türkiye’ye gelen Boris’in ölmeden önce bana attığı mesajda barındıran anlamlardı.
Sadece içindeki hisse güven olur mu? Ne bir söze, ne bir göze inan. Sadece kendi gözlerinin içine bak ve ona güven.
Yansımada beliren mavi gözlerime dikkat kesildiğimde oralarda daima gördüğüm beden bu sefer gerçeklikle karşımdaydı. Her aynaya baktığımda neden gözlerimde bu adamı gördüğümü daima sorgulamıştım ama bir sonuca hiçbir zaman varamamıştım.
Söylesene Boris, şuan gözlerime güvenmeli miyim?
Fazla uzun süren sessizliğe bir son vermek adına bakışlarımı aynadan çekerek arkama döndüğümde bu kadar yakınlığı hesaplayamadığım için Komiserle aramda bir karışlık mesafenin olduğunu bilmiyordum. Geri çekilmek öte dursun daha yaklaşmak isteyen bir dürtü belirdi aniden. Bu dürtü öyle kuvvetliydi ki, komiserin nefesi saç diplerime karıştığında daha da büyüdü.
Ne yapıyordum ben? Neden bas bas geri çekilmemi söyleyen zihnime ayak uyduramıyordum? Neden ela gözlerin içinde kendimi gördüğümde kuş misali çırpınan kalbime söz geçiremiyorum? Bana ne yapıyorsun komiser, beni neden susarak hipnoz ediyorsun komiser.
“Pera,” diye mırıldanan kısık sesi işittiğimde gözlerimi kırpıştırmak zorunda kaldım. Öyle uysal bir tonda söylemişti ki, mayışmış gibi hissediyordum. Bu resmen delilikti ama akıllı olduğumu hiçbir zaman iddia etmedim.
“Adas,” Onun gibi kısık sesle mırıldandığımda yutkunduğunu gördüm. İçime çektiğim her nefes ciğerlerime karanfil tohumları ederken, fark ettirmeden derin bir nefes çektim. Sanki ölümün ucunda bir daha nefes alamayacak gibi bir derinlikte.
“Yanlış, çok yanlış,” diye devam ettim cümleme. Neye, kime dediğimin bile farkında değildim ama yanlıştı işte. Bir şeyler yanlıştı ama doğruluk payı da varmış gibiydi.
“Farklı ama güzel,” diye karşılık verdi. Bu sözünün ne anlama geldiğini bilmiyordum ama sanki o da bilmiyormuş gibi karmakarışık baktı gözlerime. Sanki zihnimizden sızmak için zaman kollayan cümleler bizden sorgusuz dudaklarımızdan dökülüyordu. Gerçekçiydi ama anlamı da oldukça ağır gibiydi. Çünkü aldığımız her soluk birbirimize çarptıkça sendeliyorduk. Onun nefesi umutsuzca, benim nefesim çaresizce çıkıyordu.
Aramızdaki mesafeyi ikimizinde aşmaya ne yüreği ne de cesareti vardı. Bu yüzden kendime gelmem gerektiğini fark ettiğimde o da fark etmiş olacak ki aynı anda bir adım gerileyerek bakışlarımızı birbirimizden çektik. Zor olan her oyunun mutlak bir ödülü vardı. Biz ödüle kavuşmak yerine cezasını çekeceğimizin bilincindeydik.
Bakışlarımı komisere çevirmeden ayaklarıma diktim. Önüme düşen saçlarımı geriye attığım sırada buraya neden geldiğim aklımdan silindiği için onu bulmaya çalıştım. Aradan geçen birkaç saniye sonra bulduğumda hiç ona bakmadan, “Az önce Sinemden şikayetçi olmuştum ya,” diye mırıldandım sessizliğin ardından.
Komiser’in bakışlarını üzerimde hissettiğim zaman ellerimi altımdaki kota sürterek gerginliğini atmaya çalıştım. Bu sırada yan gözle komiserin başını salladığını gördüğümde devam ettim. “Şikayetçi olmaktan vazgeçtim.”
Komiser sözlerimle birlikte “Ne?” diye şaşkınlıkla konuştuğunda omuz silerek “Vazgeçtim, şikayeti olmayacağım Sinem’den,” dedim. Çünkü vicdanım, planıma galip gelmişti. Bunca yıl elimde olmadan mesleğimden uzak kalmışken başkasının ahını alamazdım.
“Ne saçmalıyorsun Pera?” Sert çıkan sesi beni bozguna uğrattığında kaçırıp durduğum gözlerimi komisere çevirdim. Çatık kaşlarıyla bana bakıyordu. Yaptığım tutarsızlığa karşı böyle sinirlendiğini biliyordum. Yapılan yanlıştan dönmek için belli bir süre yoktu. Ne zaman tam anlamıyla yanlış olduğunu hissedersen o zaman vazgeçersin. Benim yaptığımda buydu.
“Dediğim gibi Komiser, Sinemden şikayetçi değilim.”
Bakışlarındaki sertlik hızla büyüdüğünde az önce açılan mesafeyi tek adımda kapattığında yaptığı atakla bedenimi dikleştirdim. Ama komiser sanki attığı adım yetmemiş gibi bir adım attığında daha fazla yaklaşmasın istedim. Daha fazla ela gözlerine bakmamayı, karanfil kokusunu solumak, nefesini hissetmek istemiyordum. Ya da kaçmaya çalıştığım hissin aniden ortaya çıkmasını istemiyordum. İstemiyordum işte...
“Aklın başında mı senin Pera Dünya Saraç, bir dediğin bir dediğini tutmuyor. Az önce aşağıda yaptığın şey neydi de şimdi geçmiş karşıma vazgeçtim diyorsun. Çocuk oyuncağı mı bu!?” diyerek sinirle soluduğunda başka bir noktaya takıldığım için ne dediğini biraz geç algıladım. Sözlerini içimden tekrar kendime fısıldadığımda benim de kaşlarım inceden çatıldı.
“Benimle konuşurken ses tonuna dikkat et Adas komiser, ne karşında ekibinden biri duruyor ne de bir suçlu. O küstah ve saygısız tavrını başkalarına sakla.”
“Karşımda ne duruyor biliyor musun?” diye sorduğunda konunun ne olduğunu dahi kavrayamıyordum. Nereden nereye gelmiştik ve neye varacaktık merak ediyordum.
“Bilmek istemezdim ama gözlerinizdeki bakışa bakılırsa... Evet, devam edin. Karşınızda ne duruyor?” dedim bakışındaki anlamı kendime saklayarak. Komiser söylediklerimi kısılan ve daha derin çatılan kaşlarıyla dinledikten sonra çenesini sıkarak minik bir adım daha attı.
“Karşımda duygusuz, ne olur kime olur diye düşünmeyen, başkalarını aşağılayan ve bundan zevk alan bir kız çocuğu duruyor... Kavradın mı?”
Sustum. Boğazımı yakıp yıkan kelimeleri zorla yutkunarak susturdum. Alev almış midemden yükselen ağrıyı, kalbimdeki sızıyı susturdum. Acı tam oradaydı ama oldukça sessiz, fısıltısı bile duyulmayacak kadar sessiz.
Ela gözler az önceki cümlelerin sarf ettiği ateşi körüklemek isteyen birer kibrit misali üzerime atılmak için beklerken, gülümsedim. Yana yana gülümsedim.
Komiserin gözleri gülümsememe takıldığında dudaklarımı sıkı sıkıya bastırarak gülümsedim. Arabadaki hıçkırıklarımın hiç usanmadan tekrar ortaya çıkacağını bildiğimden sadece gülümsememe sığındım. Başımı aşağı yukarı salladım bir süre fakat bu cümleyi kalbim onaylamadı. Hatta öyle bir yarıldı ki, içini açmadan bile o koca yarığı görebilirsiniz. Tabi gönül gözüne sahipseniz. Belli ki komiser buna sahip değildi. Aynı bakışları yüzümdeydi.
“Haklısınız komiser, oldukça haklısınız.” Sadece bunu söyleyebildim. Onlarca kelime geçiyordu ama sadece bunlar kırıklığımı gizler diye düşündüm. Hedefim bu değil miydi? Rex’in dediği gibi ona yakın olmak yerine uzak durarak planı başaramadığımı söylemek için bu cümleleri duymam gerekiyordu zaten.
Peki kalbim neden bu kadar sızlıyordu?
Komiserin dudakları aralandı ama tekrar kapandı. Suskunluk en büyük pişmanlığın göstergesidir değil mi? Komiser pişman olduğu için mi konuşmuyordu. Kendini kandırma Pera, kandırma.
“Başka bir analiziniz yoksa müsaadenizle,” diyerek birkaç saniye bekledim. Başka bir şey demeyeceğini anladığımda başımı sallayarak gözlerimi sonunda elalarından alabildim. Yanından geçtiğim sırada fark ettirmeden derin bir nefes çektim içime ama faydasızdı. Dikilen karanfil tohumları, gözyaşlarıyla büyümezdi.
Kapıya ilerlerken durmadım. Onun kısık çıkan sesiyle “Pera,” dediğini de duydum ama yolumdan şaşmadım. Komiseri arkamda bırakarak araladığım kapıdan çıktığımda sessiz ortamdan, gürültülü bir yere geçtiğim için hafifçe irkildim. Başımı kaldırarak etrafa baktığımda herkesin farklı masalarda ama birbirleriyle iletişim halinde olduklarını gördüm. Sanırsam bir olay vardı.
Onları meşgul etmek istemediğim için sessizce ilerlerken yanımdan geçen Ece’ye bile bakmadım. Ece benim az önce çıktığım odaya doğru ilerleyerek kapıyı tıklattığını duydum. İçeriden bir ses gelmediği halde açarak içeri girdiğini açılan kapı sesinden anladım. Hala kimse varlığımın farkında değildi.
“Komiser’im bir ihbar var. Beşiktaş civarında kimliği belirlenemeyen bir şahıs tarafından aldığımız ihbar göre uzun süredir aradığımız eşkale benzeyen birini görmüşler. Bu İris Günay olabilir.”
Ece’nin sesini uzaklaşmama rağmen duyarken olduğum yere adeta çivilendim. Gözlerim zihnimde yankılanan isimi algıladığında gözlerim irice açıldı. Bedenimi saran endişe adım adım kanıma karıştığında Komiser’in bir şeyler dediğini duydum. “Zaman kaybetmeden çıkalım.”
Olduğum yerde durduğum sürece dikkat çekeceğimin farkında olduğum için öylece ortada duran bedenimi harekete geçirerek aşağıya inmek için merdivenlere ilerledim. Hızlı olmam gerektiğini biliyordum ama sırtım buna izin vermiyordu.
Merdivenleri yavaşça inmeye çalıştığımda daha yeni ikinci kata gelmişken arkamdan yükselen sesleri duyduğumdan omzumun üstünden geriye doğru baktım. Komiser ve ekibi benim yavaş adımlarıma kıyasla hızlıca merdivenlerden indiğini gördüm. Komiser eğik tuttuğu başıyla yanındakilere bir şeyler söylerken tam kaldıracağı zaman önüme döndüm. Ona baktığımı bilmesine hiç gerek yoktu.
İki ayağım aynı basamakta durmadığı sürece hızım oldukça düşüktü. Çıkmak kolaydı ama inmek onun kadar kolay değildi.
Arkamdaki sesler daha yaklaştığında sadece adım sesleri duyuluyordu. Bir basamak daha indiğim sırada Uras’ın, “Neden merdivenlerden öyle iniyor,” diye sorduğunu duydum. Yine de duymamazlıktan geldim. Sadece aşağıya varmaya odaklanmak istiyordum. Ama başka bir ses, “Sırtında yarası var o yüzden,” dediğinde bu ses az önce şikayetini geri çektiğim Sinem’e aitti.
Onun bu cümlesi beni istemsizce güldürmüştü. Merdivenleri çıkmakta zorlandığım için asansörü sorduğum ve dikişlerim açılmasına neden olan kız, şuan da düştüğüm durumu açıklıyordu. Hayat gerçekten daha nelere yol açacaktı merak ediyorum.
Onların yaklaşan sesleriyle tam arkamda olduklarını anladığımda kendimi zorlayarak merdivenleri tek tek inmeye çalıştım. Komiserle bir daha göz göze gelmek istemiyordum. Ama benim bir isteğim ne zaman tutmuştu ki bu sefer tutsun değil mi!?
Hemen sol tarafımda gördüğüm yüz Uras’a aitti. İstemsizce durduğumda benden tarafta olan kolunu uzatarak, “Yardımcı olabilirim isterseniz?” diye sordu oldukça ciddi bir ifadeyle. Yukarıdaki çocuksu ses tonundan bir kırıntı yoktu. Gerçekten yardım etmek istediğini yeşil gözlerine baktığımda anladım.
Asla kendini acındıran biri değildim ve nedensizce arkamda durarak beni bekleyen ve yanımda bana bakan gözlerdeki acıma duygusunu hissedebiliyordum. Buna izin ne verirdim ne de verdirirdim. Yüzüme takındığım tebessümle Uras’a ve ela gözleri es geçerek arkamdakilere bir bakış attım. Tekrar Uras’a bakarak, “Teşekkür ederim ama gerek yok,” diyerek önüme dönerek az önceki yavaş adımlarıma zıt olarak hızlandım.
Sırtımın acısı kendini belli etmeye başladığında dişlerimi sıktım. İçimden az kaldı diye telkinlerde bulunsam da acı sözlerle dinmediği için canımın acısı da dinmedi. Arkamdan adım sesleri gelmezken ben sadece inmeye odaklandım. Ama olaylar istediğim gibi gelişmedi. Aniden bacaklarım ve omuzlarımda hissettiğim ellerle havaya kaldırıldığımda gözlerim kocaman açıldı. Ne olduğunu anlamazken kaçındığım ela gözleri gördüğümde kim olduğunu anladım.
“İzin verdiğini varsayıyorum,” dediğinde küçük dilimi yutmuş gibi şaşkınca baktım. Neden kaçıp durduğum elalar dönüp dolaşıp yoluma çıkmak zorundaydı ki. Tamam çıkıyordu da bu kadar göz önünde olması, el insaf yani...
Kendimi toparlamama fırsat vermeden ilerlemeye başladığında botlarının gıcırtısı doldu kulaklarıma. Bakışlarım ela gözlere yine bozuk plak gibi takılı kaldığında bu kadar yakından bakmanın etkisiyle elaların arasında gizlenmiş ormanın içindeki güneşi de fark ettim. Ve şu kanıya vardım; Varsa yoksa zarardı bu komiser bozuntusu.
Arka planda fısıldamaların arasında hepsi birer tahminde bulunuyordu. “Komiserim bu güzel hanımefendiyi nereden tanıyor Ece?” diyen Uras’a ters bir cevapla, “Ben nereden bileyim,” diyen Ece. Onlara katılan ve adını bilmediğim adam, “Bence başka bir şey var aralarında. Baksana Komiserim kızın gözlerine bile bakamıyor,” dediğinde fark ettim bu detayı. Bana bakmıyordu.
Ben ona odaklanırken onun kafasını bir saliselik de olsa bana çevirmemesi beni sevindirmeliydi değil mi? Neden sevilmenin yanından bile geçmiyordu bu çaresiz duygularım.
“Gerek olmadığını söyledim. Duymadın galiba?” Ciddi bir şekilde suratına baktığımda cevap vermemesinin siniriyle boynunda duran ellerimi ensesindeki saçlarına çıkararak çektim. Ani hareketim onda sadece kaşlarının çatılmasına neden olurken arkadaki konuşmaların çoğalması, bu hareketimi gördüklerini ispatlar nitelikteydi.
Bana cevap vermek zorundaydı? Odadaki sözlerini daha sindirememişken bu cevapsız tavrı beni deli etmeye yetiyordu.
“Sana diyorum değil mi? Cevap ver yoksa her bir tel saçını koparırım. Üşenmem!” Yapardım biliyorum. Ama o sanki yapamayacağımı düşünüyor olacak ki sessizliğine devam ettiğinde elimi daha yukarı kaydırarak saçlarına asıldım.
Komiser bu hamlemle durarak gözlerini bana çevirdiğinde donup kalmış gibi ellerim saçlarının arasındayken gözlerimiz buluştu. Bana bakması bir yana puslu gözleri tekrar ortaya çıktığı için saçlarındaki ellerim usulca gevşedi.
“Koç burcu musun?” Sorusuyla kaşlarım havalandığında az önceki hırçınlığım dingin dalgalara evrildiğinde uysal bir şekilde başımı olumlu anlamda salladım. Komiser benimle aynı şekilde başını sallayarak “Belli,“ diyerek yürümeye başladığında olayın gerçekliğini sorguladım. Ama bu işin ustası ela gözlü adam olduğundan ona, “Nereden çıktı bu?” diye sorarak cevabını bekledim.
“Çünkü hırçınlığın ve sinirin bir koç kadını izlenimi bırakıyor,” diye mırıldandı. Sonra gözlerini hafif kısarak bir şeyler düşünüyormuş gibi ses çıkartarak yandan bana baktı. “He, bir de konuşkanlığın.”
“Sende tıpkı ikizlersin. Bir öyle bir böyle.”
“Yok ya, ben Aslan burcuyum.”
“Bende öyle demiştim zaten,” diye kendi kendimi batırdığımda komiser güldü. Gözlerim bu fırsatla gülüşüne kaydığında bunu kimlerin fark ettiğini umursamadım. Bakmak istiyordum ve bakıyordum. Gerisi hallolurdu.
“Bu seferlik yine izin veriyorum beni taşımana zaten bir daha karşılaşmayacağız. En azından seni biraz kullanayım.” Açık sözlülüğümün üstüne hiçbir şeyi tanımazdım.
Ona baktığım için gülüşü solarak kaşları çatıldığında “Neden bu kadar emin konuşuyorsun?” dedi.
Ses tonuma dikkat ederek, “Çünkü yine içimden bir ses bunu söylüyor,” diye mırıldandım. İçimden bir ses öyle bir şey söylemiyordu. Sadece komiserin tepkisini merak ettiğim için söylemiştim.
Merakla tepkisini izlediğimde çatılan kaşları yavaşça gevşedi, yutkunduğunda aralık dudakları açılıp kapandı. Onu dikkatle izlediğimiz farkındaydı bu yüzden ela gözlerini benden kaçırıyordu. Bu haline içten içe gülüyordum ama gülerken bile bana odada sarf ettiği sözler aklıma geldikçe bunu yapamıyordum. Kırılmıştım, yıllarca bu sözlerle büyümüş biri olarak bu sözleri ondan duymak beni kırmıştı. Üniversite yıllarımda etrafımda bir sürü koruma olmasına rağmen zorbalıktan korunamamıştım.
Dışlanmıştım, beni kendilerinden üstün gördükleri için. Sözel şiddete uğramıştım, onlarla arkadaş olmadığım için. Bir sürü küfür, hakaret, aşağılanmaya şahit olmuştum ama hiçbiri bu kadar canımı yakmamıştı.
Komisere baktığım zaman her türlü duyguyu hissediyordum. Hüznü, mutluluğu, öfkeyi, nefreti hepsini iliklerime kadar hissediyorum. Benimle konuştuğu zaman sözlerindeki gerçeklik payını anlamadığım için öfkeleniyordum. Onunla karşı karşıya geldiğimde Rex’in sözleri bana nefreti hatırlatıyordu. Ela gözlerine baktığımda orada gördüğüm puslu ifade hüznü, bana gülümseyişi mutluluğu hissettiriyordu.
Bu kadar duyguyu tek bir anda hissettiren birine kırgın olmam normal değil miydi?
Düşüncelerimin öyle içine çekilmiştim ki komiserin sözlerini de, durduğumuzu da anlamamıştım. Boş boş komisere baktığımda duymadığımı düşünmüş olacak ki sözlerini tekrar etti.
“Yemek sözü vardı?”
Unuttuğum detayla öylece kaldığımda bakışlarım komiserin bana bakan gözlerindeydi. “Unutmadın mı?”
Kaşlarını kaldırıp indirerek “Unutmam.” dedi.
“Peki, bunu istemezsem,” dedim ve tekrar ona odaklandım.
“Teklifi eden sendin. İstemezsen de senin kararın.”
Elaları yüzümde gezindiğinde ne yapacağımı düşünüyordum. Balo gecesi bu teklifi yaptığımda aklımda başka planlar vardı ama şuan o planı tamamen silmiştim. Bu yüzden vazgeçtiğimi söylemem daha iyiydi.
Bakışlarımı yüzünden çekerek “Teşekkür ederim yardımın için,” diyerek beni indirmesi için bekledim. O da beni fazla bekletmeyerek eğildi ve ayaklarımın yerle buluşmasını sağladı. Tamamen ayakta durduğumda elleri bedenimden uzaklaştı. Karşı karşıya kaldığımızda biraz ilerimizde bizi izleyen ekibini görebiliyordum.
Şuan gitmem gerekiyordu ama az önceki soruya daha cevap vermemiştim. Bu yüzden, yüzüme mahcup bir gülümseme kondurdum. “Kusura bakma, yarına yurtdışına bir uçuşum var. Ne zaman dönerim bilmiyorum.”
Aslında uçuşum yoktu. Ama gerçekten buradan çıktıktan sonra Darcy ‘den yarın bilet almasını isteyecektim. Gidip Rex’le konuşmam gerekiyordu. Bu işe bir son vermek istediğimi söyleyecektim.
Komiser sözlerimin üzerine başını yere eğerek birkaç saniye bir şey düşündü ama neyi düşündüğünü bilemezdim. Başını tekrar kaldırdığında gözlerimin içine bakarak “Tamam,” dedi.
Bu kadardı. Bir tamamla her şey bitmişti. Artık gitmem gerekiyordu. Fakat ela gözlere bakınca olduğum yerde durdukça durasım geliyordu. Hiç gitmemek, daima burada kalmak istiyordum. Ama buraya ait bile değildim. Ben hiç bir yere ait değildim.
“Kendine iyi bak Adas Komiser,” dedim yüzümde silinmek için can atan gülümsemeyle.
“Sende kendine iyi bak Pera Dünya,” dedi ela gözleri puslanırken.
Geri geri ilerlerken bakışlarımı ondan bir süre çekmedim. Neden çekmedim bilmiyorum ama bir şeyler bekliyordum. Ne beklediğimi kendime bile söyleyemezken ondan bunu duymak bir mucizeyle eşdeğerdi.
Daha fazla geriye adımlayamazken gözlerimi arkadaki ekibe göz gezdirdiğimde bakışlarıma takılan ve buraya geldiğim zaman üzerimi ararken beni uyaran kadına birkaç saniye daha uzun baktım. Tekrar komisere bakarak dudaklarımı birbirine bastırdım ve arkama dönerek karakol çıkışına ilerledim.
Boğazımdaki yumru canımı yakarken karakoldan uzaklaştığımda beklentim esen rüzgarla birlikte bir mum gibi söndü. Eğer Rex’e bu işten vazgeçtiğimi söylersem, o da bunu kabul ederse Komiser diye biri artık olmayacaktı. Bir yanım bunu isterken diğer yanım istemiyordu.
Arabaya doğru ilerleyerek bindiğimde içeride beni bekleyen Darcy’e kısa bir bakış attım. Merakla beni izleyen Darcy yüzümdeki ifadeden bir şey olduğunu anlamış olacak ki, “Ne oldu Pera?” diye sordu.
Uzatmak istemediğim için yavaşça geriye yaslanarak, “Yarına Rusya için iki bilet alır mısın?” diye sordum. Bu sorum onu şaşırtırken bunu kabul etmeyeceğini düşünürken o tam tersine hiç itiraz etmeden “Tamam,” dedi.
Yan gözle ona baktığımda bana bakmıyordu. Önüne dönerek arabayı çalıştırdığında onun da artık yorulduğunu anlamıştım. Buraya geleli birkaç yıl olsa da, Komiserle tanışalı birkaç hafta olsa da ikimizde oldukça yorulmuştuk.
Darcy arabayı park ettiği yerden çıkardığında bakışlarım karakolun önüne takıldı. Komiser ve ekibi dışarıya çıkmış arabalara doğru ilerliyordu. Aklıma gelen detayla, “Birkaç adamı Beşiktaş taraflarına yönlendir. İris burada ve polisler şuan onu arıyor,” diye mırıldandım. Darcy’e bakmasam bile şaşırdığını anlamıştım.
Bana cevap vermeyerek telefonunu aldığında bakışlarımı hedefine daha çok odakladım. Komiser bir arabaya doğru ilerlerken önüne bakıyordu. Darcy’le onların önünden geçeceğimiz sırada komiserin bakışları bizim olduğumuz arabaya takıldı.
Camlar filmli olduğu için bizi göremiyordu ama gözleri tam olarak gözlerimdeyken bu konuda emin olamadım. Ela gözleri sanki arabada kimin olduğunu biliyormuş gibiydi.
Bu belki birbirimize son bakışımızdı.
Bir karar verdim ve bu kararın doğuracağı sonuçlardan belli etmesem de korkuyordum. Yanan mum sağdan sola savruluyordu. O da sönmek istiyordu ama söndükten sonra bir çöp olacağının farkındaydı. Bu yüzden direniyordu.
Bu direnç ne kadar sürecek bilmiyorum ama uzun sürmeyeceğini emindim.
☆★☆
Elinde tuttuğu bilgisayardaki görüntüleri izlerken, bardağındaki sıvıyı büyük bir hazla yudumluyordu. Önündeki ekranda izlediği sahne oldukça komikmiş gibi koca salona bir kahkaha saldığında ayakta durmuş başları önündeki korumalar merak etmek yerine korkuyla titrediler.
“Oldukça etkileyici... Ne cevherler varmış benim dünyalar güzelimde.”
Sahne ilerledikçe ortaya çıkan görüntüyü büyük dikkatle izledi. Ekrandaki görüntü balo gecesine aitti. Pera’nın, Adas’ın önüne geçerek kurşunların hedefi olduğu sahneyi izliyordu.
Rex, bardağından bir yudum alacağı sırada birden kaşları çatıldı. Elindeki bardağı hızla kenardaki masaya bırakarak ekrana odaklandığında görüntüyü geriye sardı.
Pera Adas’ın önüne geçerek vuruldu. Yere düştü ve Adas onu tuttu. İkili bir şey konuştular. Bir süre sonra Pera kendinden geçtiğinde Rex daha çok ekrana yaklaştı.
Fark ettiği ayrıntıyla kaşları havalanırken dudaklarının kenarı kıvrıldı. Ve ardından salonda eskisinden daha gür bir kahkaha sesi yankılandığında ellerini yumruk yaparak havaya kaldırdı.
“İşte bu!” diye tüm sesiyle haykırdı.
Olayı anlamayan korumlar, bu duruma sevinmek yerine korkuyla sindiler. Hiçbiri bir saniye sonra hayatta olup olmayacaklarını bilmeden yaşıyorlardı. Rex’in mutlu hali bile onlara derin bir nefes aldırmıyordu. Çünkü biliyorlardı, canı ne isterse o olur.
Rex sevinç içinde bilgisayarını kenara koyarak bardağını masadan aldı ve ayağa kalktı. Üzerindeki beyaz gömlek ve siyah kumaş pantolonla bir patron gibiydi. Oldukça ürkütücü bir patron...
Adımlarını koca salondaki cama doğru attığında önündeki manzaraya keyifle baktı. Kendine ait, Rusya’nın en gösterişli rezidansında bulduğu detayla keyiflendikçe keyiflendi.
“Demek öyle Adas Alacakan... Kanına karışmaya başlamış benim dünya güzelim.”
Sözlerinin anlamı öyle açıktı ki, hala bilgisayar ekranında oynayan sahne bunun kanıtıydı.
Adas’ın Pera bayıldığında sıkıca sarılarak alnından öpmesi, bir yıkımdı.
Adas’ın Pera’yı öptükten sonra gözündeki yaşı silmesi, bir yakımdı.
Rex’in de en sevdiği şeydi; Yıkmak ve Yakmak.
“Efendim, Pera Hanım ve Darcy Matt yarın buraya geliyorlar.”
Rex duyduklarıyla daha da sevinirken, bu heyecan ona fazla gelmiş olacak ki elindeki bardağı tuttuğu gibi arkasına dönerek az önce ona haber veren adamın tam kafasında patlattığında gür bir sesle, “Eğlence başlasın!” dedi.
Rex, Pera’yı bekliyordu. Dünyalar güzelinin onu özlediğini veya planının nasıl güzel ilerlediğini anlatacağını sanıyordu ama yanılıyordu.
Bunu görecekti ve şuan ki kadar heyecanlı olmayacağı yaklaşan kan kokusundan belli oluyordu.
🕯
.....
Bölüm sonu...
Nasıl buldunuz bölümü?
Severek okuyun Yan Dünya'yı..
İnstagram: 1lamia.h
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
