29. Bölüm

[29. BÖLÜM]:SON DARBE

Hiranur Uzun
lady_bird

İnstagrama gelinde hasret giderelim.

(@ladybird.waty)

 

Şimdilik kaçıyorum öpüldünüz... ♡♡♡

 

Bölümü okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.

 

YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN..☆☆

"Beni mahveden şey; bana yalan söylemiş olman değil, sana bir daha inanmayacak olmamdır..."

 

Victor Hugo

 

"Son Darbe"

 

Bir insan en fazla kaç yaraya katlanabilir?

 

Bir insan en fazla kaç ihaneti affedebilir?

 

Bir insan en fazla kaç acıya dayanır?

 

Bu soruları kendime sorduğum zaman, cevaplar o kadar acınası ki, Hayatımın tamamen cehenneme dönmüş olduğunu bana bir kez daha hatırlatıyor.

 

Sırtıma saplanan o kadar bıçak vardı ki, hangi birini çekip çıkaracağımı bilmiyordum. Zaten nasıl çıkarırım, nasıl sararım açılan yaraları, o da belli değildi. Bitmiş, tükenmiştim. Yolun sonuydu belkide. Lavin'in hikayesi, büyük kayıplarla birlikte sona ermişti. Düşmüştüm artık.

 

Kalkması neredeyse imkansız olan bir düşüştü bu...

 

O kadar yorgundum ki, yürümeye bile halim kalmamıştı. Duvarlara tutunarak gelmiştim odama da. Daha fazla dayanacak gücüm kalmamıştı. Bu yüzden içeri girer girmez, yere çöktüm ve sırtımı kapıya yaslayarak dizlerimi kendime çektim. Hıçkıra hıçkıra ağlamaya başladığımda elimle ağzımı kapatarak sesimin çıkmasını engellemeye çalışmıştım.

 

Şimdi ne olacaktı, ne yapacaktım ben?

 

Kafam almıyordu. Nasıl, nasıl yapabilirlerdi bunu bana? Daran'in yaptıkları yetmemiş miydi? Şimdi de kardeşlerimden mi tekme yiyeceketim?

 

Aklımda dönen sorular o kadar sıkmıştı ki beni, nefes almakta bile zorluk çekmeye başlamıştım.

 

"Susun yalvarırım susun." Sessiz bir şekilde konuşup, ellerimle kulaklarımı kapattım. Sesler o kadar fazlaydı ki, kafamın için de yankılanıyordu. Yalvarıyordum, susmaları için yalvarıyordum.

 

Telefonum cebimde titremeye başladığında elimin tersiyle göz yaşlarımı sildim. Derin bir nefes alıp telefonu elime aldığımda ekran da D. yazısı belirdi.

 

Akın arıyordu.

 

Aramayı reddedip mesaj attım.

 

"Şuan bakamam."

 

Mesajım anında görüldü oldu.

 

Yazıyor..

 

D. : Sorun değil. Ben kararını vermen için zamanının daha da kısaldığını haber vereceketim.

 

Yazdığı şeyi pek anlayamadım bu yüzden sadece soru işareti attım.

 

"?"

 

Yazıyor..

 

Yazıyor..

 

Yazıyor..

 

D. : Şimdi haber geldi bana. İşler daha da karışmış. Yani benim daha erken gitmem gerekiyor. Sana sunduğum teklif hala geçerli. Bir an önce kararını vermen lazım. Ben yeterince açık olduğumu düşünüyorum bu konuda. Buna rağmen aklında soru işaretleri varsa bu senin sorunun. İyi geceler dilerim..

 

Telefonu kapatıp yere bıraktım ve kafamı geriye doğru yatırıp, kapıya yasladım. Bakışlarım boş boş tavanı izliyordu. Yaşananlar yetmiyormuş gibi bir de bu Akın denen herifle uğraşıyordum. Ama şöyle bir düşününce hayatımda kalan tek mantıklı kişiydi. Evet tam olarak öyleydi. Kimse şuan da güven vermiyordu. Ya da şöyle söyleyeyim; güven verecek kimsem kalmamıştı. Akın mantığıma uyan tek isimdi. Belki de şimdilik.

 

"Belki de karar falan vermeme gerek yoktur." Kendi kendime konuşmaya başladığımda artık hiç bir şey düşünecek halim kalmamıştı.

 

Harabe olmuş bedenimi zar zor da olsa ayağa kaldırdım. Yavaşça odanın kapısını açıp, dış kapıya doğru yürüdüm.

 

Artık mantık yoktu, düşünceler yoktu, fikirler yoktu. Sadece bir yol vardı. Her şeyin sonu olan bir yol. Ve ben o yola gireceketim.

 

Sokağa çıktığımda tek gideceğim yerin - küle dönmüş bile olsa- evim olduğunu biliyordum. Bu yüzden oraya gideceketim. Ama şuan o evden bile daha beter olduğumu kimseye anlatamazdım. Omzumda öyle bir yük vardı ki ben çoktan ezilmiştim. Lavin yoktu, Lavin ölmüştü.

 

Ve ben ona bir mezar kazacaktım...

 

Kısa bir süre sonra kendimi evimin önünde buldum. İlk önce sadece dışarıdan baktım. Öylece durdum ve izledim. Verdiğim sözü ne çabuk unutmuştum. Bir kaç saat öncesine kadar; "Bir daha dönmemek üzere gidecektim." Diyordum. Şimdi ne olmuştu?

 

Ben söyleyeyim. Lavin son tekmesini de yemişti. Ve artık kalkmak çok zordu.

 

Ayaklarımı yere sürte sürte ilerledim. Evin etrafına sarılmış olan güvenlik şeritlerini umursamadan içeri girdim. Her şey kül olmuştu. Bir tane bile anım kalmamıştı. Evim, çocukluğum, anılarım, hayallerim... Kockoca bir enkaza dönmüştü.

 

Bu sefer ağlamıyordum. Artık halime gülüyordum. İlk önce kendime baktım. Ne kadar acınası olduğuma, ne kadar zavallı olduğuma baktım.

Sonra başımı kaldırıp içeriye göz gezdirdim.

 

Koca bir karanlık.

 

O an kendimi yere bırakıp, hem geceye hemde yanan eve ait olan karanlığa teslim oldum.

 

İçeriyi aydınlatan tek şey sokak lambalarıydı. Hoş tabi, neye yarardı ki? Hangi karanlığa yeterdi onun gücü? Umut mu olacaktı sanki bana?

 

Hayır.

 

Artık umut falan yoktu. Ben acının son bulmasını istiyorsam kendi yaşamıma da son vermek zorundaydım. Çünkü acı bendim, benim bedenimde ki ve ruhumda ki bıçaklardı..

 

Elimi hırkamın cebine atıp bir saat önce ihtiyacım olur diye aldığım maket bıçağını kavradım. Evet bu beni korumak için değil, öldürmek için lazımdı.

 

Gözümden bir yaş düştüğünde gülümsedim. Bu son göz yaşlarım olacaktı. Kurtuluyordum. Bitiyordu acılar, son buluyordu.

 

Hırkamı sıyırıp bileğimi açığa çıkardım. Başımı kaldırıp yeniden eve bakamadım bile. Utandım. Burada bunu yapmak bana acı veriyordu. Ama artık başka çarem kalmamıştı. Güçlü bir kız değildim. Salak gibi söz vermiştim aileme. Tutamayacağım bir söz..

 

"Affedin beni. Ben siz olmadan devam edemiyorum." Dediğimde bir hıçkırık koptu dudaklarımdan.

"Yapamıyorum. Bu dünya, yalnız kalmış insanlar için çok acımasız. Katlanamıyorum. Affedin." Maket bıçağının soğuk metali bileğime deyince, vücudum titremeye başladı.

 

"Lavin." Duyduğum sesle arkamı döndüm. Karanlıkta yüzünü pek seçemiyordum. Siyah bir gölge gibi ayakta durmuş bana bakıyordu. Hızlıca ayağa kalkıp geri geri adımladım.

 

"Sakin ol. Akın ben." Dediğinde onun söylediğinin aksine sesimi yükselterek bağırdım.

 

"Git burdan. Rahat bırakın artık beni."

 

"Gitmem. Salak gibi kendini öldürmene izin vereceğimi mi sanıyorsun?"

 

"Sanane bundan. Defol git!" Diyerek tekrar bağırdığımda bu onun umrunda olmamıştı. Yavaş adımlarla bana doğru yaklaştığında bende geri geri gidiyordum.

"Gelme! Yemin ederim ikinci kesiği boğazıma atarım." Kanayan bileğimin acısını umursamadan bu sefer bıçağı boğazıma yasladım.

 

"Lavin saçmalamayı bırak artık!" O da tahammülsüzce bağırdığında yerimden sıçradım.

"Bu kadar aptal ve zavallı olma. Sana savaşmayı teklif ettim sende salak gibi kendini öldürmeye mi karar verdin?" Dediğinde hiç bir şey demeden sadece durdum. Elim titriyordu.

"Her şey onların yanına kar kalacak öyle mi? Bunu istiyor musun cidden?"

 

"Tek başıma neyin savaşını vermemi bekliyorsun sen?" Dedim, hala savunma yapmaya çalışarak.

 

"Tek başına değilsin. Sana yardım edeceğimi söyledim. Evet belki güvenmek istemiyorsun, evet belki inanması zor. Ama en azından senin bulduğun çözümden bin kat iyi. Ailen öldü. Üstelik bunu yapan sevdiğin adamdı." Dediğinde sakin olmak ister gibi kapatıp açtım gözlerimi. Artık duymak istemiyordum. Bu yüzden başımı iki yana sallayıp susması için bağırdım.

 

"Kes sesini kes! Duymak istemiyorum anlamıyor musun?" Dediğimde alaycı bir kahkaha attı.

 

"Kaçmaya devam et o zaman sen. Çok doğru bir karar." Ellerini birbirine çarpıp, yine alayla, bir alkış çaldı.

"Ailen geri dönmez belki ama intikamını alırsın. Kim bilir bunu daha kaç insana yapacaklar. Evet seni öldürmediler hatta daha acımasız davrandılar. Ama böyle pes edemezsin. Diğer insanların sana ihtiyacı var. Böyle düşün." Dedikleri aklımı bulandırıyor, vazgeçmeme olanak sağlıyordu.

 

"Ya yine kaybedersem?" Diye sorduğumda derin bir nefes aldı.

 

"Öyle bir ihtimal olmasın diye elimden geleni yapacağım. Sana söz veriyorum." Dediğinde kısa bir an düşündüm. Ben başarabilir miydim bunu? Yapabilir miydim? Üstesinden gelebilir miydim?

 

"Gerisi sana kalmış." Diyerek beni düşüncelerden ayırdığında tekrar Akın'a baktım. O ise arkasını dönüp evden çıktı.

 

Haklıydı. Hemde çok haklıydı. Benim gerçeklere ihtiyacım vardı. Bunu aileme borçluydum. Eğer onlar Daren yüzünden öldüyse bende bu işin bir parçası olurdum. Bu yüzden yapamazdım, aniden böyle bir karar veremezdim.

 

Elimde mi maket bıçağı ayaklarımın dibine düşüp bomboş olan evde büyük bir sesle yankılandı.

 

"Bunu bile başaramadın. Aptalsın Lavin. Aptal." Koşar adım kendimi evin dışına attığımda, siyah bir arabaya yaslanmış olan, Akın'ı gördüm. Bakışları beni bulduğunda dudağının kenarı kıvrıldı. Derin bir nefes alıp yanına yürüdüğümde o da bana doğru geldi. Aramızda bir kaç adımlık mesafe bırakarak karşımda durduğunda başımı ve omzumu dikleştirip yüzüne baktım.

 

"Seninle gelmeyi kabul ediyorum." Dediğimde bunu bekliyormuş gibi başını aşağı yukarı sallayarak gülümsedi.

 

"Doğru kararı verdin. Emin ol buna." Dedi. Elini kaldırıp bana doğru uzattığında, içimde tek bir zerre tereddüt veya bilinmezlik bırakmadan elini tutup sıktım. Bu da demek oluyordu ki artık anlaşmıştık. Onunla birlikte savaşacaktım.

 

...

 

Akın'ın arabası Kerem'lerin evinin önünde durduğunda, bileğimin üstündeki bez parçasına baskı uyguladım. Canımın acısını kendime hatırlatmaya devam edecektim ki, geri dönme şansının olmadığını bir kez daha kavrayacaktım.

 

Bakışlarımı Akın'a çevirdiğimde onun zaten bana baktığını fark ettim.

 

"Sana haber vereceğim." Uzatmadan buradan ayrılmak istiyordum.

 

Arabadan ineceğim sırada Akın kolumu tuttu. Ne oldu dercesine tekrar yüzüne baktığımda ilk önce bakışları bileğime kaydı.

 

"Bileğine pansuman yapmayı unutma mikrop kapabilir."

 

"Hallederim." Dediğimde elini yavaşça çekti.

 

"Halletmek zorundasın, artık böyle. Kimse senin yaranı sarmak için koşmayacak unutma. Yalnızsın Lavin. Bunu kazı aklına. İlk deneyimin bu kesik olsun. Şimdi git ve yaranı kendin sar." Dediğinde haklı olduğuna bir kez daha emin oldum.

Hiç bir şey demeden arabadan indiğimde o da arkamdan geldi.

 

"Nasıl halledeceğini hala söylemedin?" Arkamdan seslenmesiyle birlikte yerimde durup bir kez daha döndüm ona.

 

"Bana bırak demiştim." Dediğimde teslim olmuş gibi ellerini yukarı kaldırıp gülümsedi. Hiç bir tepki vermeden bahçeye girdim.

 

Kendimi arka bahçedeki balkondan eve attığımda, sessizce odama geçtim. Gerçi artık benim değildi. Hatta hiç bir zaman benim olmamıştı.

 

Hızlıca odadaki banyoya girip duş aldım ve çıkınca bileğime gelişi güzel bir pansuman yaptım. Çok derin değildi kesik ama mikrop kapmasın diye temizlemiştim.

 

Bornozumu üzerime geçirip tekrar odaya geçtim ve hemen dolabımın yanında olan bavulu alıp yatağa bıraktım. Bütün kıyafetlerimi aceleye içine yerleştirip odada bana ait hiç bir şey bırakmayacak şekilde doldurdum bavulu.

 

Üstüme giymek için ayırdığım, düz siyah, kalın askılı coropumu üstüme geçirip, altıma da beyaz bir eşofman giydim. Üzerime de askeri yeşili ve beyaz tonlarının hakim olduğu kolej ceketi aldım.

 

Nemli olan saçlarıma hızlıca bir fön çekip, tepeden olacak şekilde bağladım ve perçemlerimi alnıma bıraktım.

 

Duş alınca gözlerimde ki kızarıklık az da olsa gitmişti. Yine de aynaya bakınca her şeyi anlayabiliyordum. Az önce yaşadıklarım ve şuan ki durumum arasında dağlar kadar fark vardı. Ama artık her şey bitti. Yeni bir dünya ya adım atacaktım. Beni ne bekliyordu bilmiyordum. Tek bildiğim geri dönüş artık yoktu.

 

Bakışlarımı duvar da asılı olan saate çevirdim.

 

6:15

 

Gülce'lerin uyanmasına daha vardı. Bu yüzden biraz olsun dinlenmek için kendimi yatağa attım. Ne kadar mümkündü bilmiyorum ama yine de gözlerimi kapatıp uyumaya çalıştım.

 

...

 

Kabuslar sayesinde zar zor uyuduğum uykudan, uyandım. Yine karmaşıktı gördüğüm şeyler. Bir babam, bir annem, bir Daren.. Yeter diye bağırmak istiyordum artık. Bitsin istiyordum. Ama sanırım her şey yeni başlıyordu.

 

Ayılmaya çalıştığım sırada salondan Gülce'lerin sesi geldi. Derin bir nefes alıp ilk önce sakinleşmeye çalıştım. Onların yüzüne bakmaya cesaretim yoktu. Peki onların var mıydı?

 

Düşüncelerimi bir kenara bırakıp ayağa kalktım ve odadan çıkıp salona doğru yürüdüm. İçeri girdiğimde ilk olarak Özgür görüş alanıma girdi. Koltuğa gelişi güzel uzanmış uyumaya çalışıyordu. Sanırım yine zorla uyandırılmıştı. Bu hali beni güldürmüştü. Sonra asıl gerçeklere dönünce buruk bir gülümseme yer aldı yüzümde. Hala konduramıyordum bunu onlara.

 

Arkamdan Kerem ve Gülce girdiğinde bu sefer onlara döndüm.

 

"Günaydın Lavin." Gülce de az çok tahmin ettiğim gibi bir mahcubiyet vardı. Kerem söylemiş olmalıydı ona. Ama sanırım Özgür uyumaya devam ettiği için hala ona bir şey söylememişlerdi.

 

"Günaydın." Diyerek tekli koltuklardan birine geçtim. Kerem elinde ki telefonun karanlık ekranına, Gülce de yerde ki halıya bakıyordu. Kimsenin konuşmaya niyeti yoktu anlaşılan.

 

"Uykunuzu alamadınız galiba." Dedim gülümsemeye çalışarak. Şimdilik böyle davranmam daha iyiydi.

 

"Yoo uyuduk aslında. Özgür sabah sabah fazla enerjimizi sömürdü." Kerem'in kurduğu cümleyle bakışlarımı Özgür'e çevirdim.

 

"Garibim uyuyor. Ne yaptı ki?" Diye sorduğumda bu sefer Gülce araya girdi.

 

"Suçu Özgür'e atıyor işte." Kerem'e imalı bir bakış attığında ben anlamamış gibi yapmaya devam ettim.

 

"Gerginsiniz ne oldu?" Dedim alayla.

 

"Aslında sadece Gülce öyle. Ters tarafından kalktı herhalde." Kerem Gülce'ye baktığında Gülce sinirle gözlerini devirdi.

 

"Aynen." Diyerek kalkıp odasına gittiğinde yine saf kızı oynamaya devam ettim.

 

"Canı bir şeye mi sıkıldı acaba? Ben bir bakayım." Dediğimde Kerem başını iki yana salladı.

 

"Bırak yalnız kalsın. Böyle anları oluyor onun. Kendini toparlar şimdi." Kerem'in kurduğu cümleyle onu onaylayıp ayağa kalktım ve mutfağa gidip bir bardak su içtim.

 

Demek gerçekti. Beni bırakıp gideceklerdi. Hemde hiç bir şey söylemeden.

 

"Sakin ol Lavin sakin ol." Kendi kendimi sakinleştirmeye çalıştığım sırada telefonuma düşen bildirim düşüncelerimi dağıttı.

 

Elimi ceketimin cebine atıp telefonumu aldım ve gelen mesaja baktım. Akın'dı.

 

D. : Nasıl gidiyor?

 

Ona Kerem'ler hakkında bir şey söylememiştim. Yani gideceklerini bilmiyordu. Doğrusu bende yeni yeni emin oluyordum zaten.

 

"Normal."

 

Mesajı attıktan sonra kısa bir isminin üzerinde takılı kaldı bakışlarım. Hala ona D.'nin anlamını sormamıştım. Yani ona vaktim olmamıştı. Ama merak ediyordum. Mektupların da da aynı şeyi kullanmıştı çünkü. Ne anlama geliyordu acaba.

 

...

 

Kısa bir süre sonra Gülce'yle birlikte kahvaltı hazırladık. Yine yüzünden düşen bin parçaydı tabi. Acaba gerçekten bana yapacakları şey yüzünden mi üzülüyordu, yoksa başka sebebi mi vardı?

 

Hep birlikte masaya oturduğumuzda Özgür elini yüzünü yıkamak için ayaklandı. Kerem bunu fırsat bilmiş olacak ki hemen arkasından gitti. Canımı yakıyordu gerçekleri bilmek. Resmen her şey planlı programlı hazırdı. Bir anlığına belki vazgeçerler diye beklemiştim. Ama sanırım öyle bir şey olmayacaktı.

 

Kardeşlerim de beni sırtımdan vurmuştu. Kabullenmesi ne kadar zor olsa da gerçek buydu. Tıpkı tüm acı gerçekler gibi...

 

Gülce'nin bakışlarını üzerimde hissettiğimde zoraki bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.

 

"Bir şey mi oldu niye öyle baktın?" Dediğimde o da gülümsedi ve başını iki yana sallayarak önüne döndü.

 

Beş on dakika sonra Özgür ve Kerem nihayet masaya geri dönmüştü. Bilerek yüzlerine bakmadım. Hiç bir şey çaktırmadan kurtulmam lazımdı bu oyundan.

 

"Çay ister misiniz?" Diye sordum. Ortam o kadar gergindi ki her seyi yaşayan kişi olmamam rağmen onlara göre daha sakindim. Öyle olmak zorundaydım.

 

"Ben alırım zahmet etme." Özgür bardağını alıp tezgaha doğru yürüdüğünde tabağımdakilerle oynamaya devam ettim.

 

Acaba vazgeçerlermiydi?

 

Evet bu düşünce beni boğuyordu. Lütfen vazgeçsinler diyordum. Ama sanırım onlar kararını çoktan vermişti.

 

"Lavin bir planın var mı üniversite için?" Kerem'in sorduğu soruyla başımı kaldırıp yüzüne baktım. Evet sanırım ilk adımları buydu. O zaman ben de fazla beklemesem iyi olacaktı.

 

"Aa evet. Bende sizinle bunu konuşacaktım." Dediğimde Özgür de gelip masaya oturdu ve üçü de pür dikkat bana bakmaya başladı.

 

"Neyi?" Dedi Gülce.

 

"Ben yurt dışında bir özel okul buldum. Orada okumayı düşünüyorum. Baya da bir araştırma yaptım bu akşam. Kafam da oluşan tüm soru işaretleri bitmiş oldu yani. "

Diyerek rahatça açıklama yaptığımda bir anda birbirlerine bakmaya başladılar. Benden daha kolay kurtulmanın sevinci olsa gerek.

 

"Nasıl yani, sen gidiyor musun?" Özgür'ün sorusuyla gülümseyerek başımı salladım.

 

"Evet sizle konuşmayı bekliyordum. Kontenjan dolmadan kayıt yapmak istiyorum."

 

"Lavin en doğrusunu yapmış hepimiz bir yol çizmeliyiz artık."Bakışlarım Kerem'i bulduğunda, yaşadığım hayal kırıklığıyla birlikte, acı bir tebessüm yayıldı yüzüme.

 

Vazgeçmemişlerdi...

 

"Benim Hakan abiye haber vermem lazımdı unutmuşum. Afiyet olsun size." Koşar adım odama geçtim ve kapıyı kapatıp yere çöktüm.

 

"Gerçekten gidiyorlar." Lanet olası kafam almıyordu ama ben kendimi ikna etmek için bu kelimeleri defalarca tekrar ettim.

 

Gidiyorlar, Gidiyorlar, Gidiyorlar...

 

Evet kimsem yoktu. Yalnızdım. Akın'ın da dediği gibi; "Yaralarımı sarmak için artık kimse koşmayacaktı."

 

Ceketimin kolunu yukarı sıyırıp sargı da olan bileğimi ortaya çıkardım ve tek bir şey düşündüm.

 

"Tek çare de, tek çıkış yolu da; Akın."

Bölüm : 20.01.2025 11:02 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...