32. Bölüm

[32.BÖLÜM]:KARŞILAŞMA

Hiranur Uzun
lady_bird

İnstagrama gelinde hasret giderelim.

(@ladybird.waty)

 

Şimdilik kaçıyorum öpüldünüz... ♡♡♡

 

Bölümü okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.

 

YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN..☆☆

"Artık hiç bir şey eskisi gibi değil. Bende öyle..."

 

|Cahit Sıtkı Tarancı

 

"Karşılaşma"

 

5 Yıl Sonra

 

Daren Yalçın anlatımıyla;

 

Biz fırtınalara direnmemize rağmen dalından kopmuş bir yaprağız, savrulmaya devam edeceğiz...

 

Bakışlarımı karşımda duran duvara sabitlemiş, her zaman yaptığım gibi yaramı kanatıyordum. Bu yarayı kendim açmıştım. Hiç unutmamak için, hep hatırlamak için. Bu yüzden de her gün bu köşeye çekilip, yara kabuk bağlamadan tekrar kanatıyorum.

 

Biliyorum; bu yara asla kapanmaz. Bu yara benim bedenimde değil, ruhumda çünkü...

 

Ben ruhumu yaşatmak için daha fazla direnemiyorum, o yarım. Öyle bir boşluk açıldı ki, bir daha kapanmaz. Ve bende bir daha tamamlanamam.

 

Zaten böylede olmuştu. Ben bir türlü kendime gelememiştim, tam olamamıştım.

 

Büyük bir kayıp verdim ama kaybı yaşayan tek kişi ben olmadım. Bir rüzgar, bir fırtına misali herkesi savurdum. Onların hayatlarını, yaşamlarını, hayallerini, geleceklerini...

 

Olanların, yaşananların, her şeyin bir sebebi var, evet. Ama yinede kendime duyduğum nefrete engel olamıyorum.

İğreniyorum her zerremden. Çünkü hiç bir sebep artık bana eskiyi iade etmeyecek. Ben kendi pisliğinde boğulmuş, iğrenç bir adam olarak kalmaya devam edeceğim.

 

Tam beş yıl önce yaptığım tercih hem benim hemde sevdiğim kadının hayatını mahvetti. Mecburdum ben, başka seçeneğim yoktu. Ama yemin ederim böyle olacağını bilseydim, kafama sıkar, her şeye son noktayı koyardım.

 

Onu o kadar özlemiştim ki, anlatamazdım. Saçlarını, gözlerini, kokusunu, varlığını. Ben onun her zerresini özlemiştim.

 

En zoru da neydi biliyor musunuz?

 

Unutuyordum onu. Kokusunu, bakışlarını, gülüşünü...

 

Kullandığım ilaçlar siliyordu onu beynimden. Her gün fotoğraflarına bakıyordum hatırlamak için. Çok zor oluyordu göz önüne getirmek. Yavaş yavaş tüm anılar siliniyordu sanki. Kalbimde yaşasın, benimle kalsın istiyordum ama olmuyordu. Artık onu rüyalarımda bile göremiyordum.

En çokta bu delirtiyordu beni.

 

"Daren sen yine ne yapıyorsun burada?" Kerem söylenerek odaya girdiğinde tek bir tepki vermeden karşımdaki duvarı izlemeye devam ettim.

"Daren duymuyor musun sen beni?" Kerem ben cevap vermeyince bu sefer kolumu tutup sarstı.

 

"Ne var?" İfadesiz bir şekilde yüzüne baktığımda sıkıntılı bir nefes vererek elini omzuma koydu. Yerde oturduğum için o da önüme çökmüştü.

 

"Niye yapıyorsun bunu kendine, yetmedi mi?" Bu cümleyi tam beş yıldır binlerce kez duydum. Ama hiç umrumda olmadığını şuan burada olmamdan anlayabiliyoruz.

 

Biliyorum onlarda benim için üzülüyordu. Fakat ben bunu istemiyordum, tek istediğim yalnız kalmaktı.

 

"Kerem yine nasihat çekmeye geldiysen hiç başlama." Yerde duran içki şişesinin kafama diktiğimde son damlalar geçti dudaklarımdan.

 

"Yeter ama!" Kerem sitemle elimdeki şişeyi aldı, duvara doğru fırlattı. Şişe büyük bir ses çıkararak yüzlerce parçaya ayrıldığında, cam kırıkları yerlere saçıldı.

 

Ben anlamaz bakışlarla Kerem'e baktığımda o ayağa kalkıp karşıma dikildi.

 

"Yorulmadın mı cidden bu yası tutmaktan? Daha ne kadar devam edeceksin?" Sınıra dayanmış gibi bağırmaya başladığında bakışlarımı yerde duran cam kırıklarına çevirdim. "Susma Daren susma! Her seferinde aynı şeyi yapmayı bırak. Şu yükü at artık ya at!" O bağırmaya devam ediyordu ama umrumda değildi. Çünkü yine aynı senaryo vardı karşımda. Her zaman ki gibi ilerliyordu her şey.

 

"Söylemesi ne kadar kolay değil mi?" Dedim en sonunda. Hala yere bakıyordum.

 

"Daren biz bunları daha ne kadar konuşacağız?" Kerem benden cevap alamayınca derin bir nefes verdi ve yanıma gelip, yere oturdu.

 

"Beş sene oldu Daren, beş sene. Koskoca beş sene ya. Evet zor, çok zor biliyorum. Ama böylede yaşanmaz be oğlum. Söndür artık şu yangını, kurtar kendini." Kerem'in kurduğu cümleyle alaycı bir kahkaha attım ve yüzüne doğru döndüm. Verdiğim tepkiyi anlamamış gibi kaşlarını çatarak bana baktı.

 

"Kendimi kurtarayım öyle mi, kendimi?" Sesim istemsiz bir şekilde yükselmeye başlıyordu ve ben buna engel olamıyordum.

"Sence ben diye bir şey kaldı mı Kerem? Sen buna inanıyor musun?"

Kerem gözlerini kaçırıp başını yere doğru eğdiğinde derin bir nefes aldım. "Onu kaybettim lan ben." Kendime bir kez daha hatırlattım bu gerçeği. Sanki beş yıldır altında ezilmiyormuş gibi bir kere daha tekrar ettim. Bir kere daha yıkıldım, bir kere daha kaybettim ve bir kere daha yaşamadığımı hatırladım.

 

"Tam beş yıldır her şeyin bir kabus olması için dua ediyorum ben. Onun olduğu günlere, saatlere, dakikalara, saniylere hatta saliselere bile muhtaçken sen bana kendine gel diyorsun." Daha fazla konuşmak istemediğim için hiç bir şey demeden ayağa kalktım. İçtiğim alkolün etkisiyle yerimde sendeleyerek yanımda duran siyah deri koltuğa tutundum.

 

Kerem ani bir refleksle koluma uzandığında kendimi geri çektim ve yavaş adımlarla kapıya doğru yürüdüm. Önüme bile zar zor görüyordum şuanda.

 

Bu da benim huyumdu işte. Gece işlerim biter bitmez kendimi sadece siyahtan ibaret olan bu odaya kapatıyor, sabaha kadar da onun gözlerine karşılık içiyordum.

 

Odadaki tek renk beyazdı. O da duvara yazdığım sözün gözükmesi içindi zaten.

 

Kendi karanlığımda, kendi yaralarımı kanatıyordum. Burası enkaz altında yaptığım bir sığınaktı benim için. O sığınakta başıma yıkılsın istemiyordum.

 

Kapının önüne geldiğimde omzumun üzerinden Kerem'e baktım.

"Ben, beni kaybettim zaten. Sizde boşuna aramayın." Diyerek sıkıntılı bir nefes verdiğimde Kerem bana doğru geldi.

 

"Beş yıl önce seninle konuştuğumda, gitmek için çok kararlıydın. Engel olmak istedim ama sen tam tersini yaptın. Bizi kurtarmaktı niyetin ama her şey daha da sarpa sardı. Şimdi daha mı iyi sence?"

 

Kerem'in kurduğu cümleyle gözümün önüne kesik kesik görüntüler düştü. Evet canlanmazdı belki yeniden ama ben her ayrıntısını hatırlıyordum. Gitmeye karar verdiğim günü...

 

5 Yıl Önce

 

Elimdeki kağıt parçasını sıkarak salona geçtiğimde ateş saçıyordum. Az önce Lavin bana, aldığı tehdit mektubunu göstermişti. Ve daha da kötüsü bu mektup, bir sene önce içinde olduğum örgütten gelmişti.

 

D. 

 

Namı değer Düğüm'den.

 

Bir sene önce oradan kurtulmak için her şeyi yapmıştım. Normal bir hayata kavuşmak, kardeşlerimin yanında olmaktı tek isteğim. Ama izin vermediler. Buraya geldiğimde bile kurtulamadim, peşimi bırakmadılar.

 

Örgütün başında olan kişi, yani bana baba olan kişi. Bir sonraki lider olarak beni istemişti. Ama ben bunu istemiyordum, benim Derdim kurtulmaktı. Ne yapıp ne edip çıkmam lazımdı bu işlerin içinden.

 

En sonunda istediğim olmuştu. Bir şekilde gelmiştim İstanbul'a, kardeşlerime kavuşmuştum. Döndükten sonra sürekli bir atak bekledim onlardan, ama hiç bir şey olmamıştı. Bende artık vazgeçmişlerdir diye sevinmiştim. Ama böyle değildi, onlar asla vazgeçmemişlerdi.

 

İlk önce beni aramaya geldiler İstanbul'a. Buldularda. Dönmem için uyardılar. Direndim, gitmek istemediğimi, kararımdan dönmeyeceğimi söyledim. Tekrar kaçtım onlardan.

 

Hatta Lavin'le tanışmama vesile olanda onlardı. O gece beni takip ettiklerini gördüğümde saklanmıştım kafeye. Tabi Lavin polisler yüzünden sanıyordu, yani çünkü öyle söylemiştim.

 

Tabi bu kaçan kovalayan işine çok sinirlendiler. Bu yüzden de istekle olmayan şeyi tehdite çevirdiler. Artık rica yoktu.

 

İlk önce kardeşlerimden başladılar. İlk adımı da Özgür'ü döverek atmışlardı. Daha sonra da Lavin'e saldırdılar. Ben her şeye rağmen savaşmak istedim. Ama malesef onlar çoktan zayıf noktamı bulmuşlardı.

 

Lavin...

 

"Daren iyi misin?" Kerem koltukta doğrularak bana baktığında kafayı yemek üzereydim. Ramak kalmıştı çıldırmama.

 

"Sınırlarımı zorluyorlar." Diyerek sert bir şekilde bağırdığımda Kerem endişeli bir şekilde ayağa kalktı ve yanıma geldi.

 

"Neler oluyor söylesene?" Diyerek kaşlarını çattığında elimdeki zarfi ona uzattım.

 

Neler olduğunu anlamaya çalışarak zarfı açtı ve içindeki mektubu aldı.

 

Kısa bir süre sonra dehşete uğramış yüz ifadesiyle bana baktı.

 

"Ne saçmalıyor bunlar?" Kerem en az benim kadar sinirli bir şekilde sesini yükselttiğinde başımı iki elimin arasına aldım ve geçip koltuğa oturdum.

 

"Bilmiyorum, bilmiyorum. Lanet olsun! Hiç bir şey bilmiyorum!" Diyerek ellerimi kafama vurmaya başladım. Kerem hemen yanıma gelip kollarımdan tuttu.

 

"Daren kendine gel." Sakinleştirmeye çalışıyordu beni ama şuan bu imkansızdı. "Bir şey düşünmek zorundayız. Şuan delirmenin sırası değil."

 

"Ne düşünmesi Kerem ne düşünmesi! Görmüyor musun sen neler olduğunu?" Diyerek bir kez daha bağırdığımda sıkıntılı bir nefes vererek yanıma oturdu.

 

"Daren mantıklı düşünmek zorundayız. Öfkeyle hareket edemeyiz. Anladın mı?" Ne dese boştu benim için. O da her şeyin farkındaydı. Tek bir yol vardı bunların bitmesi için. Ve ben o yola gireceketim.

 

"Sende bende biliyoruz ki başka çaremiz yok." Kısık bir sesle konuşarak yüzüne baktığımda, başını hayır dercesine iki yana salladı.

 

"Saçmalamayı bırak Daren. Zar zor kurtuldun oradan, seni bir daha gönderir miyim sanıyorsun?" Evet o göndermezdi. Ama ben giderdim.

 

Kimse benim sevdiklerime dokunamazdı. Ben gerekirse canımı bile verirdim onlar için. Ama asla ne kardeşlerime dokunulmasına, ne de Lavin'e bir şey yapmalarına izin verirdim.

 

Ve tüm bunların son bulması için tek seçenek vardı.

 

Geri dönmek.

 

"Kararımdan dönmeyeceğim Kerem. Artık Ne oluyorsa olsun. Onlar durmayacak bu çok açık ve net." Başımı önüme doğru eğdiğimde Kerem elini omzuma koydu.

 

"Daren saçmalama lütfen. Ya sen ne olacaksın?"

 

"Siz iyi olursanız bende olurum Kerem." Dedim.

 

"Biz sen yokken iyi olmayacağız Daren. Bu yüzden gitmen hiç bir şeyi değiştirmeyecek. Anladın mı beni?" Kerem'in kurduğu cümleyle acı bir tebessüm yerleşti yüzüme.

 

"Başka çaremiz yok. Sizden birine bir şey olursa ben o zaman zaten ölürüm." Kerem kurduğum cümle karşısında tek kelime etmedi. Kısa bir süre sadece yüzüme baktı. Sonrada sıkıca sarıldı bana.

 

"Ya bir daha asla dönemezsen?" Kerem'in sorduğu soruyla gözümden düşen yaşa engel olamadım. Evet böyle bir ihtimal vardı. Hemde çok büyük bir ihtimal.

 

"Söz veriyorum, ben yine döneceğim. Hemde en kısa sürede. Tüm o laneti üzerimden atıp yanınıza geleceğim." Dediğimde Kerem eliyle sırtıma vurdu bir kaç kez. Daha sıkı sarıldık birbirimize.

 

En sonunda gözlerimiz dolu dolu geri çekildiğimizde ben direkt bakışlarımı yere eğdim. Kısa bir süre ortama bir sessizlik çöktü.

 

"Lavin'e ne söyleyeceksin?" Kerem sorusunu sorarak sessizliği bozduğunda, yere bakmaya devam ederek konuştum.

 

"Ona, her şeyi çözeceğime dair söz verdim . Ve öyle de yapacağım." Dedim.

 

"Ona aşıksın. Nasıl bırakıp gideceksin?" İşte bu sorunun cevabını bende bilmiyordum. Onu nasıl bırakacaktım gerçekten?

 

Ben onu geride bırakıp nasıl gideceketim?

 

"Bilmiyorum." Dedim sıkıntı dolu nefesimi dışarıya vererek. İçimde ki korku kat kat büyümeye devam ediyordu. Ve elimden bir şey gelmemesi daha da beter bir şeydi. Korkum geri dönmek değil, geride bırakmaktı.

 

Ona çektireceğim acıyı, hayal kırıklığını düşündükçe kafayı yiyecek gibi oluyordum. Ama artık elimden hiç bir şey gelmiyordu.

 

Özür dilerim Lavin...

 

Şimdiki Zaman;

 

"Evet hiç bir şey artık daha iyi değil Kerem. Rahatladın mı bunu duyduğuna?" Hiç bir şey demesine izin vermeden hızlıca yanından ayrıldım.

 

...

 

Sabah erkenden uyanıp hızlı bir duş aldım. Üzerime siyah gömleğimi ve siyah kumaş pantolonumu giyip, koluma gümüş saatimi taktım.

 

Ayna karşısında durduğumda bakışlarım kısa bir an üstümde gezindi.

 

Ne kadar da kolaydı böyle görünmek. Böyle derken normalmiş, her şey yolundaymış gibi davranmaktan bahs ediyorum.

 

İçimdeki yangını görmeyenler için çok basit her şey. Sert görünüşüm, acımasız tavırlarım ve başında olduğum koca bir örgüt. Bunlar o kadar iyi gizliyor ki gerçekte ki beni, bazen kendim bile şaşırıyorum.

 

Yüzümde ki maske nasıl bu kadar iyi saklayabilir beni?

 

Siyah Maske olmak bunu gerektiriyordu belki de. Acı yok, acıma duygusu yok. Hatta hiç bir duygu yok. Bu işin yürümesi için gereken tek şey nefretti.

 

"Daren." Kapımın önünde Gülce'nin olduğunu anladığımda, yatağın üstünde ki ceketimi ve telefonumu alıp odanın kapısını açtım.

"Günaydın." Gülce gülümseyerek bana baktığında başımla onu onayladım. Evet doğru tahmin. Kardeşlerime bile günaydın diyemeyecek kadar soğuktum.

 

Kolumdaki saate bakıp merdivenlere doğru yöneldiğimde, Gülce arkamdan seslendi.

 

"Daren, Kerem seninle konuşmak istediğini söyledi. Gitmeden bir bakar mısın?" Yine hiç bir tepki vermeden hızlıca aşağı indim.

 

Kerem salonda oturmuş bilgisayarıyla ilgileniyordu. Karşısında ki koltuğa geçip oturduğumda başını kaldırıp bana baktı.

 

"Konu ne?" Diye sordum, hiç uzatmadan.

 

"Sana da günaydın Daren." Diyerek yerinde doğrulduğunda ben yine uzatmak istemediğimi belirtmek için kısa ve net olan cümlemi tekrarladım

 

"Konu ne?"

 

"Özgür aradı. Yeni ortaklarla toplantı varmış, senin de katılmanı istemişler." Daha fazla beklemeden kısa bir açıklama yaptığında yine kısa cevaplar vermeye devam ettim.

 

"Ne zaman?"

 

"Yarın öğleden sonra."

 

"Tamam, orada olurum." Hiç bir şey demesini beklemeden ayaklandığımda o da aniden kalktı.

 

"Dün için özür dilerim." Aslında özür dilemesi gereken bir şey yapmamıştı ama ben artık bu halime alışmaları gerektiğini düşünüyordum.

 

"Özür dilemesi gereken kişi sen değilsin." Diyerek karşısına geçtim ve elimi omzuna koydum.

 

"Daren bu halde olması gereken kişi de sen değilsin. Ben seni daha fazla böyle görmek istemiyorum. Biz kardeşimizi geri istiyoruz." Kerem'in kurduğu cümleyle elimi çektim.

 

"Sana dün gece de söyledim. Beni aramaktan vazgeçin." Dediğimde cevap vermek için dudaklarını araladı. Ama ben ona fırsat vermeden araya girdim. "Şimdi müsadenle." Diyerek hızlıca yanından ayrıldım ve evden çıktım.

 

Evin etrafındaki korumalardan biri arabamı kapının önüne getirdiğinde ona başımla bir selam verdim ve hemen şoför koltuğuna geçip oturdum.

 

Ani bir hızla evin önünden uzaklaşıp ana yola çıktığımda, Özgür'ü aramak için kulaklığımı taktım.

 

"Özgür yeni ortaklar hakkında konuşmak için aradım. Kısa ve net konuş mümkünse." Diyerek ön uyarımı yaptığımda yine huyu olan şeyi yaptı.

 

"Aa ben hiç uzatır mıyım? Ayıp ediyorsun."

 

İnkar etmek.

 

Huyuydu bu onun. Belkide yılların değiştiremediği tek şey Özgür ve patavatsız tavırlarıydı. Hiç bir şey eskisi gibi değildi tabi. Onlarla eskisi gibi aynı ortama çok girmiyordum. Genelde Kerem, Gülce ve Özgür hep birlikteydi. -Her zaman ki gibi.- Aralarında ki bağ hiç bir zaman değişmemişti. Tek fark artık hepsinin bir görevi olmasıydı. Bu yüzden eskisi kadar eğlenceli değildi günleri.

 

Üçüde şirketi yönetmekle uğraşıyordu. Onları Düğüm'e yaklaştırmıyordum. Yani o konulardan uzak durmaları en iyisiydi. Ben onların aksine sadece Düğüm'le ilgileniyordum. Lider olmuştum ve binlerce üyeye sahip olan o örgütü yönetiyordum.

 

Ben geri döndüğümde, yani Fransa'ya. İstedikleri gibi olmuştu, başa ben geçmiştim. Yıllardır da ben yönetiyorum. Geçen sene Fransa dan dönmüştük. Nereye mı?

 

Her şeyin başladığı yere. İstanbul'a.

 

Onunla anılarımın olduğu şehire tekrar dönmüştüm. Bunun sebebide Lavin'di. Ben güya bir düzen oturtmak için gelmiştim buraya. Oysa tek amacım Lavin'e olan özlemimdi.

Bunu dindirmek için anılarımızın olduğu yere geri dönmek istedim.

 

Kimse itiraz etmeden kabul etti. İstanbul'a geldiğimizde dikkat çekmemek için iş adamı rolüne girdik. Bu yüzden bir şirket açtık. Ama arka taraftaki karanlıkta, yani Düğüm de her şey farklıydı.

 

Orası zifiri karanlıktan, ölmüş duygulardan, yaralı ruhlardan ibaretti.

 

Orası cehennemin ta kendisiydi...

 

"Uzatmazsın Özgür. O yüzden şimdi bana anlatmaya başla ve iki dakika bile sürmeden konuşmanı bitir." Diyerek kafamdaki tüm düşünceleri dağıttım.

 

"Yurt dışından geliyorlar. Burada ki habercileri bizim kısa sürede şirketi büyüttüğümüzü, aldığımız işleri anlatmış. Sonra küçük bir araştırma yapmışlar. Memnun kaldıkları için de yarın görüşmeye gelecekler. Sana dosyalarını mail attım. İnceler haber verirsin."

 

"Tamam." Dediğimde Özgür homurdanmaya başladı.

 

"İnsan üstün başarımdan dolayı tebrik eder. Ne odun herifsin ya!" Sitemle bağırdığında kulağımın çınladığını hissetmiştim. Bu çocuğun türü neydi acaba?

 

"Aferin Özgür. Ama bu aferini yaptığın iş için değil. Kulağımı sağır etmeyi başardığın için veriyorum. Şimdi kapat telefonu ben yanına gelmeden." Dediğimde telefon anında kapandı.

 

Bu hareketi yüzümde küçük bir tebessüme sebep olduğunda, fark ettim ki gülümsemeyi bile unutmuşum. En son ne zaman güldüğümü bile hatırlayamıyordum. Zaten ben Lavin sayesinde gülmeyi öğrenmiş biriydim. Şimdi o yokken gülsem ne anlamı kalırdı ki?

 

Arabayı yaklaşık bir saat sonra Düğüm'e ait olan villanın önünde durdurdum. Burası şehire çok uzak dağlık bir alandı. İşlerin yürümesi için şehire yakın olamıyorduk. Bu yüzden de kimsenin aklına bile gelmeyecek bir yerdeydik.

 

Korumalardan biri gelip kapıma uzandığında ona izin vermeden kendim indim.

 

"Kapımı açmayacaksınız diye kaç kere söyledim?" Diyerek kaşlarımı çattığımda, karşımdaki genç ellerini önünde birleştirip başını önüne eğdi.

 

"Özür dilerim efendim." Mahçup bir şekilde konuşunca elimi omzuna koydum.

 

"Bir daha görmeyeyim." Dediğimde başıyla beni onayladı.

 

Ceketimi yan koltuktan alıp kapıya doğru yürüdüğümde yine her zaman olduğu gibi bütün korumalar tek tek dizildi önüme.

 

Bana duydukları saygıdan yapıyorlardı ama ben bunu istemiyordum. Askine bu kadar iğrenç bir işin içinde olmaktan nefret ediyorum, bu saygı duyulacak bir şey değildi.

 

İçeri girdiğimde kendi odama gitmek için merdivenlere yöneldim.

 

"Hoşgeldin Daren." Arkamı döndüğümde karşımda Erva'yı gördüm.

 

Erva, Düğüm'e yeni katılanlara eğitim veren biriydi. Tabi burada bir çok eğitmen vardı ama herkese sözü geçen oydu. Buraya geldiğim sene o da yeniydi. Neredeyse tüm eğitimleri beraber tamamlamıştık.

 

Hiç bir şey demeden onu başımla onayladığımda adımlarını bana doğru yöneltti. Yavaş yavaş yanıma yaklaştığında kaşlarımı çatarak yüzüne baktım.

 

"Kahvaltı yapmadım. Sende büyük ihtimalle-" Lafını bitirmesine izin vermeden araya girdim.

 

"Aç değilim." Dediğimde bu tavrıma bozulmuş bir şekilde yüzünü düşürdü. Ama bu pek umrumda olmamıştı.

 

"En azından bana eşlik edebilirsin?" Diyerek tekrar şansını dendiğinde başımı yana eğip bakışlarımı yüzüne sabitledim.

 

"Sana afiyet olsun Erva." Dediğimde daha fazla uzatmadan başını salladı ve teslim olmuş gibi ellerini yukarı kaldırdı.

 

"Tamam pes ediyorum Daren Yalçın." Gülümseyerek bana baktığında hiç bir tepki vermedim.

 

"Odama-" Dediğimde Erva direkt lafımı kesti.

 

"Odana sert bir kahve. Her zamankinden." Dediğinde anlamaz bakışlarla yüzüne bakmaya devam ettim.

 

"Kahvaltı yapmadığımı ve her gün kahve içtiğimi bilmene rağmen neden her zaman aynı teklifi yapıyorsun?" Diye sordum. Bu soruyu bekliyormuş gibi gülmeye başladığında ben hala ne olduğunu anlayamamıştım.

 

"Şansımı denemekten hiç vazgeçmiyorum diyelim. Bir gün o kahvaltıya gideceğiz." Diyerek kısa bir açıklama yaptı. Buna karşılık alaycı bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.

 

"Bence şansını başkasında denemeye başla." Dedim ve bir şey demesine izin vermeden hızlıca yukarı çıktım.

 

...

 

Bir kaç saat boyunca sadece şirketten gelen belgeleri incelemiş, imzalanması gerekenleri halletmiştim. Şimdi de eğitim kontrolü için mahzene inecektim.

 

"Daren bey yüzünüzü gören cennetlik." Ben merdivenlerden indiğim sırada, elindeki viski bardağıyla bana bakan Aras'ı gördüm.

 

"Çok özledin galiba." Diyip sırıttığımda kollarını açarak öne uzattı.

 

"Ne sandın abim, özledim tabi." Ellerimizi birbirine sert bir şekilde çarpıp sarıldığımızda gülümseyerek geri çekildi.

 

"Mahzende tüm gün kafayı yedim yahu." Dediğinde elimi omzuna attım.

 

"Bana devret bir süre, ilgilenirim." Dedim.

 

"Eyvallah kardeşim."

 

Aras, ben buraya geldiğim günden beri yakın olduğum biriydi. Hatta kardeş gibi olmuştuk. Kendimden bile fazla güveniyordum ona. Her zaman ne karar verirsem vereyim arkamdaki kişiydi.

 

Burada ki görevi mahzeni yönetmek. Aynı zamanda üçüncü seviyede ki kişilerin eğitmenliğini de yapıyor.

 

Mahzene düşen insanlar ilk önce birinci seviyeden başlardı. Birinci seviye onların duygularını öldürdükleri başlangıç noktasıydı. Bu yüzden o seviyeyi geçmek için kendilerini kontrol etmeyi öğrenmeleri gerekiyordu.

 

Yak, yık ve bitir.

 

İşte bu üç kelime günlerce hatta aylarca onların zihinlerine yerleştiriliyordu. Tabi insanlar bir müddetten sonra bu üç kelimenin beden bulmuş haline dönüşüyordu. Bundan emin olunduktan sonra seviye atlatılıyorlar.

 

İkinci seviyeye geçtiklerinde de, fiziki anlamda gelişmeye başlıyorlardı. Bu seviyede bedenlerini en iyi şekilde kullanmaları gerekiyor. Ve bundan sonraki seviyeye, yani en iğrenç kısma geliyorduk.

 

Ortak mahzen alanında bir boks maçı yapmak zorunda kalıyorlar ve maçı almak için rakiplerini öldüre biliyorlardı. Ben liderliği aldığımda bu maddeyi kaldırmak için baya uğraşmıştım. Ama böyle bir hakkımın olmadığını söylemişlerdi.

 

Buraya gelen insanlar, artık hayattan beklentisi olmayanlardı.

 

Düğüm'ün onları kurtarabileceğini sanıyorlar ama öyle bir şey yok.

Aksine burası onların hayatlarını tamamen cehenneme çeviriyor. Ve bunu fark ettiklerinde de her şey için çok geç oluyordu.

 

"Daren." Erva'nın bana seslenmesiyle başımı ona çevirdim. Elinde bir zarfla bize doğru geliyordu. Önüme geçip durduğunda ne oldu dercesine yüzüne baktım.

"Bu zarf sana gelmiş." İlk önce Erva'nın elinde ki zarfa sonra da Aras'a baktım.

 

Bana zarf gelmesi imkansız değildi. Ama mahzenin olduğu yere gelmesi imkansızdı. Çünkü buradan hiç kimsenin haberi yoktu.

 

"Bu nasıl oluyor?" Aras bana bakıp kaşlarını çattığında Erva zarfı bana doğru uzattı.

 

Hızlıca elinden alıp açtım ve içindeki notu çıkardım.

 

Uzun Zaman oldu değil mi?

 

Kendimi çok özlettim biliyorum. Ama merak etme, seni daha fazla bekletmeyeceğim. Çok yakında bir sürprizim olacak, hazırlıklı ol.

 

Hanzade

 

"Kim göndermiş?" Ben kağıda bakakaldığımda, Aras merakla elime uzandı.

 

"Nasıl olur?" Dedim kendi kendime. Gerçekten nasıl olurdu böyle bir şey?

 

Aradan seneler geçmişken neden şimdi tekrar geri dönmüştü, planı neydi?

 

"Abicim ne oldu ya?" Elimdeki kağıdı yırtıp yere attım ve sinirle evden çıktım. Aras ne olduğunu anlamamış bir şekilde arkamdan seslendiğinde hiç bir cevap vermemiştim. Şuan kimseyi ne görmek ne de duymak istiyordum.

 

"Arabamı getirin!" Sert bir şekilde bağırdığımda korumalardan biri ıslık çalarak diğerine komut verdi. Ben deliye dönmüş gibi yerimde dönmeye başladım.

 

"Daren neler oluyor?" Aras koşar adım yanıma ulaştığında saçlarımı karıştırarak yüzüne baktım.

 

"Akın." Diyebildim sadece. Şuan o kadar sinirliydim ki cümle kurmakta bile zorluk çekiyordum. Zaten Aras'ın anlaması için ismini söylemem yeterli olmuştu.

 

"Nasıl ya ne alaka şimdi?" Dedi şok içinde.

 

"Bilmiyorum Aras, bilmiyorum."

 

...

 

Dün o anki sinirimden direkt eve gelip kendimi odaya kapatmıştım.

 

Düşünmekten kafayı yemek üzereydim. Uzun bir aradan sonra tekrar dönmüştü ve bu dönüşün büyük bir yıkıma yol açacağını da biliyordum.

 

Daha ben yedi yaşındayken annem gözlerimin önünde öldü. Babam öldürmüştü.

 

Bir gece evde büyük bir kavga çıktığını hatırlıyorum. Annem o gün babama ilk defa karşı çıkmıştı. Onu da benim için yapmıştı, biliyorum. Ben öyle yaparsa kurtuluruz diye düşünüp seviniyordum tabi. Ama öyle bir şey olmamıştı. Aksine her şey o gün bitmiş, son bulmuştu.

 

Annem beni odaya kapatmış çıkmamam için tembihlemişti. Söz verdiğim için o gelene kadar çıkmadım oradan. Kapının arkasına çöküp ellerimle kulaklarımı kapattım. Tıpkı annemin söylediği gibi.

 

Sonra ne olduysa bir anda sesler kesildi. Ben ne olduğunu anlayamadım o an. Anneme Söz verdiğim için odadan da çıkamıyordum tabi. Beklemekten başka çarem yoktu.

 

O gece tek isteğim annemin gelip bana sıkıca sarılmasıydı. Ama saatler geçse de bir türlü odanın kapısı açılmadı. Annem gelmedi, bana sarılmadı, kokumu içine çekmedi, bana o güzel gülümsemesini göstermedi.

 

Sabaha karşı o buz gibi zeminin üzerinde uyuyakalmışım. Gözlerimi açtığımda çoktan hava aydınlanmıştı. Annemi yanımda göremeyince korkmuştum bu yüzden de sözümde duramadım. O odadan çıktım. Korka korka salona girdiğimde gördüğüm tek şey annemin kanlar içinde olan bedeniydi.

 

Ne yapacağımı bilmeden yanına uzandım, sıkıca sarıldım cansız bedenine. Defalarca seslendim uyanması için. Ama annem bana cevap vermedi, gözlerini açıp bana bakmadı.

 

Saatlerce anneme ağlayarak yalvardım. Uyanmasını, bana sarılmasını, geçti demesini istedim. Olmadı, annem bir daha uyanmadı. O sonsuza dek gitmiş, melek olmuştu.

 

O günden sonra bir yetimhaneye verildim. Annem ölmüş, babam kaçmıştı. Sonra ondan da haber alamamıştım. Kimsesizdim, tektim, yalnızdım.

 

Benim gibi bir sürü çocuk vardı yurtta. Ama ben onlar gibi olamıyordum, yapamıyordum, nefes alamıyordum orda.

 

On yaşıma geldiğimde biri geldi evlat edindi beni. Yani Akın'ın babası ve Düğüm örgütünün lideri.

 

Ender Hanzade.

 

O beni evlat edindikten sonra hayatım tamamen değişmişti. Onun sayesinde bir evim yuvam vardı artık. Her şey normaldi, güzeldi. Akın'la karşılaştığımda çok çekinmiştim. Ama o benim aksime büyük bir heyecanla bana sarılmıştı. Bana o kadar iyi davranmıştı ki, onun sayesinde eve ve onlara çok çabuk alışmıştım. Öz kardeşten farkımız kalmamıştı.

 

Ama büyüyünce her şey değişti. Birbirini seven o iki kardeş, düşman oldu. Ben bunu çok geç fark etmiştim. Onun bana olan nefretini kinini görememiştim. Ya da bilmiyorum sanırım görmek istemedim.

 

Babamın bana duyduğu sevgiyi kıskanmaya başlamıştı, ayrım yapıldığını düşünüyordu. Bunun sebebi ise Örgüttü. Çünkü Akın benden iki yaş büyük olmasına rağmen babam benim on sekiz yaşıma girmemi beklemiş başa benim geçmemi istemişti. Ben istemeyip reddettim. Hatta Akın istiyor diye ona vermelerini söyledim. Ama bu da işe yaramadı. Babam da Akın'ı istemeyince bozuk olan aramız daha da bozuldu. Artık yüzüme bile bakmıyordu.

 

En son İstanbul'a döndüğümde bana olan tüm nefretini yüzüme karşı söylemişti. Yani aramızda ki tüm bağlar koptu. Ama ne olduysa bir anda babama yardım ederek beni geri döndürmeye çalıştı. Bunu da tehditlerle yaptı tabi.

 

İşin içinde bir çıkar söz konusuydu ama ne olduğunu bilmiyordum. Akın ben döndükten sonra bir daha karşıma çıkmadı. Babama sorduğumda ise, ortadan kaybolduğunu, bir daha da haber alınamadığını söyledi.

 

Biz de yeni bir hayata başlamak istiyordur diyerek peşine düşmedik. Ama şimdi geri dönmüş ve yine tehdit de bulunuyordu. Kafasında dönen oyunlar neydi bilmiyorum. Tek bildiğim bu işin sonunun iyi bitmeyeceğiydi.

 

...

 

Sabah hazırlanıp direkt şirkete gelmiştim. Öğleden sonra ortaklarla toplantı vardı ve katılmam gerekiyordu.

 

Özgür onun için hazırlıklarla ilgileniyor bende imzalanacak olan sözleşmeleri inceliyordum.

 

Sabahtan beri burada olduğum için aşırı derecede sıkılmıştım. Şirket ortamı bana göre değildi çünkü. Ben sürekli Düğüm'de olduğum için buraya alışamadım gibi bir şey oldu.

 

"Daren hadi toplantı salonuna kardeşim." Özgür bir anda odaya daldığında kaşlarımı çatarak yüzüne baktım. Bunu fark ettiğinde boğazını temizler gibi yaptı.

"Yani geldiler. Onlar yukarı çıkmadan sen geç salona." Kısa bir açıklama yapınca onu başımla onayladım ve masada duran sözleşme dosyasını alıp ona uzattım.

 

Özgür'le birlikte toplantı salonuna geçtiğimizde üzerimdeki siyah gömleğin yakasını düzeltip yerime oturdum. Özgür de dosyalarla birlikte yanımda duran sandalyeye geçti.

 

"Daren bey geldiler." Asistanım Ebru içeri girip haber verdiğinde yine hiç bir şey demeden başımı salladım. Bu artık benim kendime ait dilim olmuştu.

 

Baş sallamak.

 

Özgür ayağa kalkıp üzerini düzelttiğinde sıkıntılı bir nefes verip başımı önüme eğdim. Uykusuzluktan ve yorgunluktan dik durmakta bile zorlanıyordum. Bunu fark ettirmemeye çalışmak daha da zordu tabi.

 

Odanın kapısı bir kez daha açıldığında ilk önce sakin olmaya çalışarak gözlerimi kapatıp açtım.

 

"Lavin." Özgür'ün sesi kulaklarıma ulaştığında aniden başımı kaldırdım. İlk önce Özgür'ü buldu bakışlarım. Sonrada onun şaşkınlıkla baktığı yere döndüm.

 

Tam o an göğsüme öyle bir ağrı saplandı ki, nefes almak bile zor gelmişti. Rüya görüyorum sandım başta. Çünkü gerçek olma ihtimali yoktu, olamazdı. Ben kesin kafayı yedim dedim. Ta ki hasret kaldığım o sesi duyana kadar.

 

"Merhaba." Dediğinde aniden ayağa kalktım. Ama dengemi sağlayamadığım için direkt masaya tutunmuştum.

 

Gerçekti, rüya değildi. Kafayı yememiştim, o buradaydı. Tam karşımda duruyordu.

 

Lavin'di karşımdaki kişi, kokusuna hasret kaldığım kadındı...

 

...

 

Bölüm : 20.01.2025 11:20 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...