
Okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.
YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN...☆☆
"Ben, yine de vazgeçmedim seni sevmekten. Eskisi gibi değil ama, biraz buruk, biraz sitemkar seviyorum artık seni..."
||Cezmi Ersöz
"Karmaşık Duygular"
Yazarın anlatımıyla
"Sen gerçekten kafayı yemişsin!" Diyerek bağırdı Özgür. Ayakta durmuş bir o yana bir bu yana dönüp duruyordu.
"Özgür bir sakin olur musun?" Gülce fısıltı gibi çıkan sesiyle Özgür'ü sakinleştirmeye çalışıyordu ama kendi ondan daha kötü haldeydi. Üzerindeki şoku hala atlatmış sayılmazdı. "Bırak da anlatsın Daren." Dedi kızarmış gözleriyle Daren'e dönerek.
"Neyi anlatacak ya, neyi? Görmediniz mi nasıl davrandı Lavin'e. Resmen hiç bir şey olmamış gibi kızla toplantı yaptı!" Özgür her saniye daha fazla yükseltiyordu sesini. Bu da artık Daren'in sabrını zorluyordu.
"Kes sesini!" Daren bir anda bağırıp hiddetle ayağa kalktığında Özgür o an duyduğu korkuyla birlikte geriye doğru sendeledi. Kerem ve Gülce de panikle ayaklanmıştı. Daren'in Özgür'e vereceği tepkiden endişe ediyorlardı.
"Daren sakin-" Kerem araya girmeye çalışsa da Daren onu umursamadan Özgür'ün üzerine yürümeye devam etti.
"Ne saçmalıyorsun sen ya! Hala nasıl böyle konuşabiliyorsun?" Daren'in kurduğu cümlelerden pekte bir şey anlamamıştı Özgür. "Ben o kızın yüzüne bakmaya utanırken, sen nasıl hala yüzsüzce konuşabiliyorsun!"
"Yüzsüz olan ben miyim?" Özgür az önceki halinin aksine daha sakin ama bir o kadar da ürkekti"Ben miyim yüzsüz?"
"Evet!" Daren bir saniye bile düşünmeden öfkeyle bağırdı. "Sensin, benim, biziz! Biziz oğlum biziz!" Sinirden yumruğunu kendine vura vura göstermişti Daren. Benim derken, elini göğsüne çarpa çarpa konuşmuştu. Canının acısı umrunda değildi. Çünkü asıl acıyan vurduğu yer değildi...
"Daren," Gülce duyduğu şeyler karşısında hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlamıştı. Daren'in kurduğu cümleler altında eziliyordu resmen.
"Terk ettik lan biz onu, terk ettik!" Dedi bu seferde Daren. Git gide artıyordu siniri, kontrolünü kaybetmişti. "Terk ettik, cehennemin ortasında bırakıp gittik!"
"Daren yapma." Kerem ne yapacağını bilemeyerek Daren'in koluna uzandı. Kendisine vurmasını istemiyordu. Ama Daren hiç umursamadan geri çekti kendini ve Özgür'e doğru bağırmaya devam etti.
"Hangi yüzle bakayım ona? Hangi yüzle soru sorayım ona? Nasıl gidip, buraya neden geldin diyim? Söylesene!" Özgür Daren'in ardı ardına sıraladığı sorular karşında tek kelime edemedi, sadece başını önüne eğmek ile yetindi. "Az önce konuşuyordun, bağırıyordun, şimdi ne oldu Özgür efendi? Ne oldu da sustun?" Daren acı bir tebessüm yerleştirdi yüzüne. Öylece durdu, bekledi, bekledi... Ama Özgür ağzını açıp tek kelime edemedi.
Çünkü o da biliyordu, farkındaydı her şeyin. Ne diyebilirdi ki? Ne cevap verebilirdi Daren'e?
"Buyuz işte biz, gördün mü? Buyuz." Daren son kez konuştu ve ardından tek kelime etmeden evden çıkıp gitti.
Gülce olanların etkisiyle daha fazla ayakta duramadı. Kendini acı içinde yere bıraktığında Kerem ve Özgür direkt onun yanında belirmişti.
"Gülce!" Özgür telaşla konuşup Gülce'nin kolundan tuttu ve düşmesini engelledi.
"Lavin," Gülce hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettiğinde sadece Lavin'in ismini söyleyebildi. Gerisi gelmemişti.
O gece Kerem, Özgür ve Gülce salonun ortasında saatlerce oturdu. Daren de sabaha kadar eve dönmedi.
Hepsi acı çekiyordu evet, bu inkar edilemez bir gerçekti. Fakat Lavin, yani Mira, artık bunları umursamayacak kadar duygusuz birine dönüşmüştü. Onlar ne kadar acı çektiyse Lavin daha fazlasını çekmişti.
Her şey için çok geçti...
Lavin
"Ne yapıyorsun sen?" Yaptığı şeye karşılık bağırmak istedim ama pekte öyle olmadı. Sesim sanki içime kaçmıştı. Fısıltıyla konuşmuştum
"Çekil."dibimde durmasından rahatsız olduğumu belirterek ellerimi göğsüne yerleştirdim ve onu geriye itmeye çalıştım.
Milim kıpırdamamıştı.
"Ne istiyorsun Akın, çekil." Dememe kalmadan uzun ve ince parmaklarını sigarasına götürüp aldı. Ben çekileceğini düşünürken o beni bozguna uğratmıştı.
Sigara dumanını yüzüme doğru üflemişti.
Bu yaptığına karşılık, bu sefer daha sert olacak şekilde ittim onu. Geri geri giderek sendelediğinde gözlerimi onun yüzüne diktim.
"Akın ne saçmalıyorsun sen?" Diyip sesimi yükselttiğimde o sadece sırıttı.
"Komik mi?" Dedim bu seferde. Çok sinirliydim şuan da.
"Komik. Dersini aldın mı bari?" Alayla kahkaha attı ve ben daha hiç bir şey söylemeden odadan çıkıp gitti. Zaten, söyleyecek bir şey de yoktu.
Bu saçmalıklara ayıracak vaktin yok Mira!
İç ses kesinlikle haklıydı. Bunlar sadece saçmalıktan ibaretti. Odaklanmam gereken şeyler bunlar değildi.
☆☆☆
Sabah erkenden kalmıştım yine. Bu beş yılda kazandığım alışkanlıklardan biride buydu, artık alarm olmadan uyanabiliyordum. Vücudum kendini kurulu bir saat gibi ayarlamıştı sanki.
Elimdeki kahve bardağını kafama dikerek son yudumu da içtim. Elimdeki boş kupayı hızlıca komodine bırakıp üzerime bir şeyler almak için dolabımı açtım.
Çok düşünmeden giyeceğim kıyafetleri seçip yatağıma bıraktım.
Pijamalarımı çıkardıktan sonra aceleci bir tavırla üstüme siyah askılı cropumu, onun üzerinede kısa, lacivert blazerımı giydim. Altıma da onunla takım olan lacivert eteği geçirdim.
Ayakkabı olarak da siyah, deri çizmelerimi aldım.
Tamamen hazır olduktan sonra da direkt makyaj aynamın önüne geçtim ve hafif bir makyaj yaptım. Saçlarımı da sıkı bir at kuyruğu yapıp tepeden topladım. Alnıma düşen perçemlerimi düzelttikten sonra da, son dokunuşu yaparak, boynuma ve bileklerime parfümümü sıktım.
Tekrar ayağa kalktığımda hızlıca kol çantamı aldım ve odamdan çıktım.
Salona indiğimde Akın ve Melih'i kahvaltı yaparken bulmuştum. Gülümseyerek yanlarına yaklaştığım sırada Akın geldiğimi fark ederek bana bakmaya başladı. Bense bir kere bile dönmedim ona. Çünkü dünkü olay yüzünden hala sinirliydim.
Tabi bu hallerim onu çok memnun ediyordu. Bunu da gözümden kaçmayan gülümsemesinden, anlayabiliyordum.
"Günaydın," Melih beni duyar duymaz, kocaman bir gülümseme ile, başını bana çevirdi.
"Günaydın Mira Hanım," Diyerek beğeni dolu bakışlarını çok kısa bir süreliğine üzerimde gezdirdi. "Bu ne güzellik." Bu sözüne karşılık, sadece samimi bir şekilde gülümsedim.
"Her zaman ki hali." Akın ağzının içinden mırıldandığı sırada Melih de bende bir anda ona baktık. Bakışlarımızı üzerinde hissettiği anda ise duraksadı. Sanırım duymadığımızı falan sanıyordu.
"Yani her zaman ki hali işte, farklılık yok demek istedim." Melih öyle bir bakmıştı ki Akın direkt açıklama yapmaya geçmişti. Çocuk iki dakika da sorguya sokmuştu Akın'ı. Bu hallerine gülmeden edememiştim.
"Ne bilim yani," Melih tatmin olmamıştı belli ki. Ama Akın'ın nasıl biri olduğunu bildiği için de asla uzatmazdı.
"Ben artık gideyim. Size afiyet olsun." Konuyu dağıtmak için araya girdiğimde bu seferde ikisi bana döndü.
"Kahvaltı etseydin." Dedi Melih. Kahvaltı etmediğimi Melih de biliyordu aslında ama o kahvaltının günün en önemli öğünü olduğuna dair hala ısrarcıydı.
"Ben kahvaltı etme-" Dememe kalmadan Akın bir anda araya girdi.
"O sabahları sadece kahve içer."
Evet dürüst olmak gerekirse bunu sesli söyleyeceğini bende tahmin etmezdim.
"Akın sakin abicim." Melih gülmeye başladığında hiç bir şey demedim ve onlara arkamı dönerek kapıya doğru yürüdüm.
"Beni haberdar et," Akın'ın sesi adımlarımın yavaşlamasına sebep olmuştu. "Her ne olursa olsun." Diyerek eklediğinde ise omzumun üzerinden baktım ona. Kahvaltısıyla ilgileniyormuş gibi tabağına bakıyordu.
"Tamamdır patron." Diyerek gülümsedim ve hızla evden çıktım.
Kapının önünde şoförümü göremeyince etrafıma bakınmaya başladım. Tam o sırada da bana doğru gelen korumaya kaydı bakışlarım.
"Günaydın Mira Hanım." Diyerek bana gülümsediğinde sadece başımı oynattım.
"Araba neden kapı da değil? Geç kalacağım."
"Akın bey artık şoförle gitmenize gerek kalmadığını söyledi." Aldığım cevaptan hiç bir şey anlamamıştım bu da kaşlarımı çatmama sebep olmuştu.
"Peki ama neden?" Diye sordum aniden. Ne yapmaya çalışıyordu Akın?
Koruma arkasına doğru dönüp işaret verdiğinde bahçeye siyah bir Range rover girdi. "Çünkü artık kendi arabanızla gidecekmişsiniz." Karşımda duran koruma bana hafif bir şekilde gülümsediğinde bakışlarımı arabaya çevirdim. "Bunlarda anahtarlarınız." Elime doğru uzattığı anahtarlara kısa bir bakış atıp yavaş hareketlerle aldım.
"Teşekkür ederim." Dediğimde koruma bana selam verip yanımdan ayrıldı.
İtiraf etmek gerekirse, bu jeste kesinlikle bayılmıştım!
Yüzümde küçük bir tebessümle sürücü koltuğuna geçtiğimde bakışlarım kapının önünde bekleyen Akın'a kaydı. Ellerini pantolonunun ceplerine koymuş öylece beni izliyordu.
Ona gülümseyerek baş selamı verdiğimde hiç bir tepki vermeden tekrar içeri girdi. Bana kırgındı hala ama yapacak hiç bir şeyim yoktu. Yeteri kadar beklemiştim ben. Daha fazlasını kaldıramazdım.
Şirkete çok az bir mesafem kaldığında kulaklığımı taktım ve Merve'yi aradım, çoktan şirkete gitmişti.
Şirket kapısının önüne vardığımda yanımda bir araba durdu. Başımı çevirip baktığımda ise onun gözleriyle karşılaştım. Siyah gözlüklerini çıkarıp o da bana bakmaya başladığında aramızda kısa bir bakışma yaşandı.
Ama bu bakışma da hiç bir anlam yoktu. İkimizde ifadesiz bir şekilde birbirimize bakmıştık sadece. Önceden utanarak kaçırdığım gözlerim yoktu artık. Bu yüzden bu anlamsız ve gereksiz göz temasını kesen ilk kişi ben olmuştum.
Geçmem için beni beklediğini fark ettiğimde hızla bahçeye giriş yapıp arabamı park ettim. O da tam benim yanımda duran boşluğa arabasını park etti.
Emniyet kemerimi çözüp yan tarafımda duran telefonumu ve çantamı aldım. Kapımı açıp kendimi dışarı attığımda derin derin nefesler alıp vermeye başlamıştım.
Hazır hissettiğimde ise yavaş adımlarla şirkete giriş yapmak için yürüdüm. O tam karşımda dururken ben hiç bir şey olmamış gibi davranıyordum. Yanından geçip gitmek istesemde bunu yapamadım, yani izin vermedi.
"Günaydın Mira Hanım." Dediğinde bakışlarım onun gözlerini buldu. Ben ona ifadesiz bir şekilde baktığımda o da benimle aynı durumdaydı.
"Günaydın." Dedim, başımı dikleştirip. Ona ne adıyla sesleniyordum ne de başka bir hitapla. Adını kullanmamaya yemin etmiştim çünkü. İlerleyen zamanlards ne derdim bilmiyorum. Ama adını asla ağzıma almayacaktım. Bundan emindim.
Aramızda sessiz bir bakışma yaşandığında elini kaldırıp öne doğru uzattı ve geçmem için kenara çekildi. Yaptığı harekete başımı aşağı yukarı yavaşça sallayarak cevap vermiştim.
Adımlarımın her birini kendimden emin ve güçlü bir şekilde yere basarak yürüdüğümde o da tam arkamdan geliyordu, bunu hissede biliyordum.
Hep öyle kalır sanmıştım ben. O hep benim bir adım arkamda olur ve benim önümdeki engelleri aşmak için yardım eder diye düşünüyordum.
Ta ki o da koca bir engel olup, beni cehennemin içine atana kadar...
Güvenmiştim, inanmıştım, sevmiştim, aşık olmuştum. Ona her şeyim demiştim. Meğer bu benim kafamda kurduğum şeylermiş, işin aslı bu değilmiş. Kandırmış beni. Hatta öyle bir kandırmış ki, gözlerim gerçekleri göremeyecek kadar kör olmuş.
Keşke hep kör kalsaydım diye düşünüyordum. Keşkelerim hiç bitmiyordu tabi. Ama sadece keşke olarak kalıyorlardı. Hiç bir zaman kaybettiklerim dönmüyordu.
Geride kalan tek bir şey vardı;
Ruhsuz bir beden...
İse yaramazdı bu da. Bu yüzden Mira hayat bulmuştu zaten, bu yüzden Lavin'in katili olmuştu.
Yani kısacası ölmek Lavin'e bir ödüldü. O asla Mira'ya kızamazdı, böyle bir hakkı yoktu. Söylenecek tek bir şey varsa o da; "Savaş Mira..." olacaktı.
Savaş ki, her şeyin intikamını al. Tüm bu olanları onların yanına bırakma. Biz ne kaybettiysek o kaybın bir katını yaşat onlara...
Lavin'i dinlemişti, Mira. O yüzden buradaydı. Söz vermişti kendine.
"Bu yolda canını vermesi gerekirse bir saniye bile düşünmeyecekti!"
"Bu yoldan asla ama asla dönemeyecek, vazgeçmeyeceketi!"
Mira Lavin'e verdiği sözü unutmayacaktı...
Şirkte girdikten hemen sonra odalarımızın olduğu kata çıkmıştık. Daren kendi odasına geçerken bende Merve'nin yanına gittim.
"Günaydın Mira Hanım. İsterseniz hemen odanızı göstereyim size?" Diyerek hızla söze girdiğinde, gülümseyerek başımı aşağı yukarı hareket ettirdim. Cevabını alınca bana eliyle ilerideki koridoru işaret etti, birlikte yürümeye başladık.
Merve, en sonuna hedefe ulaşmış olacak ki koridorun sonundaki odanın önünde durdu.
"İzninizle," kapı koluna uzanıp geriye doğru itti ve geçmem için kenara çekildi.
İçeri girdiğimde bakışlarım çok kısa bir şekilde etrafı taradı. Oda, daha çok siyah tonlarının hakim olduğu, insanı çokta boğmayan bir tasarıma sahipti. Çok sade ve şık duruyordu açıkçası.
Yavaş adımlarla, artık bana ait olan, masama yürüdüm. Evet, artık bana aitti. Bu şirkette, Daren'in de olduğu bir şirkette, bana ait olan bir masa.
Benim için önemli olan tek şey ayrıntı da gizliydi.
"Daren'in de olduğu bir şirket."
Ben yıllar sonra amacıma ulaşmıştım. Ve artık kendime ve aileme verdiğim sözleri tutmak için de tamamen hazır hissediyordum.
Yıllar sonra kardeşlerimin ve sevdiğim adamın karşısına çıktım. Ama değişen çok şey vardı. Hiç bir şey eskisi gibi değildi. Biz bir araya gelmiştik fakat bu sefer kahkahalarla gülmek için değildi...
Buradayım, ama sadece intikam için...
Kafamda çorbaya dönmüş olan düşüncelerimi bir kenara bırakmaya çalışarak yerime oturdum ve önümdeki masaya tutunarak sandalyemi ileri doğru götürdüm. Omuzlarımı kendimden emin bir şekilde dikleştirip geriye doğru yaslandım.
Bakışlarımı odanın her bir köşesinde gezdirmiştim. Ve bunu yaparken olduğum yeri, olduğum konumu bir kez daha getirdim aklıma. O an farkına sonradan vardığım bir şey oldu.
Dudaklarımda ki tehlikeli gülümseme...
İliklerime kadar işlenmiş intikamı, ateşe verecek olan o gülümseme...
☆☆☆
Şirkete geleli yaklaşık iki saat olmuştu. İlk olarak Merve'yle birlikte günün planını konuşmuş ve katılmamız gereken toplantıların saatlerini ayarlamıştık. Ondan sonrada full odada oturmuştum. Bu süreçte de benimle tanışmak için çalışanlar akın akın gelmişti. Ve
genelinden duyduğum şeyler hep aynıydı.
"Saçlarınız çok güzel, doğal mı?"
"Gözleriniz lens mi?"
"Tarzınızı çok beğendim stilistiniz var mı acaba?"
"Spor yapıyor musunuz?"
"Çok güzelsiniz!"
"Duruşunuzu hayran kaldım."
Daha niceleri...
Cevap vermek için hiç konuşmamıştım neredeyse. Sadece isimlerimizi birbirimize söylerken diyaloğa girmiştim. Diğer türlü, sorulan sorular benim tepkisizliğim yüzünden geri çekiliyordu.
Neden merak ettikleri şeyler bunlardı cidden anlamamıştım.
Çalışanlar dışında kimseyi görmemiştim hala. Daren'le en son sabah karşılaşmıştık. Ondan sonra ne o odama geldi ne de ben yanına gittim. Kerem, Gülce ve Özgür de aynı şekildeydi.
Gitmek istiyordum yanlarına ama gitmiyordum.
Peki beni durduran şey neydi?
Gördüklerinde acı çekmelerini mi istemiyordum?
Mahçup hissetmelerini mi engelliyordum?
Üzülmelerini mi istemiyordum?"
Bu düşünceler, sorular benim yine aklıma Akın'ı getirmişti. Zaten o ve söylediği şeyler hiç gitmiyordu. Her an hatırlatıyordu kendisini. Bu bana yardımcı mı oluyordu, yoksa daha da mı zorlaşıyordu her şey, bilmiyordum.
Tek bildiğim düşüncelerimin Akın'ı haklı çıkarmasıydı. Evet, onunda dediği gibi; "Ben duygularıma yeniliyordum." Öldürdüğümü sandığım duygularıma.
Onlar en dipte de olsa bana göz kırpıyordu sanki. Oralarda bir yerlerde hala var olduğunu anlatmaya çalışıyordu. Ben bunu istemiyordum. Beş yıl üzerinden geçmesine rağmen, tekrardan aynı şeyleri yaşamak falan istemiyordum.
Bunu ne kendime, ne de annem ve babama verdiğim söze, yapamazdım. Hakkım yoktu.
Derin bir nefes alarak aniden ayağa kalktım ve her adımımı kendimden emin bir şekilde atarak odamdan çıktım. Yüzümde yine haddinden fazla bir ciddiyet vardı. Çözülmez, anlaşılmaz, bilinmez...
Adımlarımı aceleci olmayacak şekilde atıyordum. Sakin ve bir o kadar da temkinli.
Önüme düşen saç tellerimi geriye doğru itip derin bir nefes aldım.
Ve önünde durduğum kapıyı, tek bir kez tıklatarak içeri girdim. Tabiki de komut beklemeyecektim.
Ben içeri girer girmez Daren'in sert ve ifadesiz yüzüyle karşılaştım. Fazlasıyla odaklanmış bir şekilde önündeki dosyalara bakıyordu. Geldiğimi fark etmemişti sanırım.
"Şu kapı ben cevap vermeden açılmayacak diye kaç kere söyleyeceğim?" Derken başını bir kez bile kaldırmadı. Ta ki cevap alamayıncaya kadar.
En sonunda gömüldüğü dosyaları kenara bırakıp bana döndüğünde kısa bir anlığına duraksadı. Bu halini umursamadan, masasının önünde duran, siyah deri koltuğa kuruldum.
Sağ bacağımı sol bacağımın üzerine indirip önüme tel tel düşmüş olan perçemlerimi, geriye doğru iteledim.
O hala hiç tepki vermemişti. Bu da demek oluyordu ki adım atması gereken kişi bendim. Maalesef.
"Kolay gelsin," Diyip söze girdim. O ise sadece başını sallayarak beni onayladı. "Yoğun bir gün oluyor sanırım?" Dediğimde yine aynı şekilde baş hareketini yaptı.
Konuşsana be adam!
Dümdüz bir şekilde sadece gözlerime bakıyordu. Tabiki de bu hareketinden kaçmadım, kaçmayacaktım. Bu yüzden ne yapıyorsa bende onu yaptım. İfadesiz bakışlarla sadece gözlerine baktım.
"Merve bir ihaleye girdiğinizden bahsetti. Konuyu açar mısın biraz?" Dediğimde yine aynı şekilde yüzüme bakmaya devam etti.
Algılama da problem falan mı vardı?
"Evet, katıldığımız bir ihale var." Diyerek nihayet söze girmişti. Bir an sadece böyle bakışacağımızı düşünmüştüm. "Ve şirket için çok önemli."
İşte ilk kaybınız bu ihale olacak. Evet, kaybedeceksiniz. Çünkü ben buradayım, kazanmanıza izin veremeyeceğim.
Buradan ayrılır ayrılmaz yapacağım ilk iş Akın'a haber vermek olacaktı.
"Peki ihale ne zaman sonuçlanacak?" Diye bir soru yönelttiğimde bakışlarını benden ayırmadan sırtını geriye doğru yasladı.
"Haftaya bir davet düzenleniyor. Sonuçlar orada açıklanacak." Dediğinde anladım dercesine başımı aşağı yukarı yavaşça hareket ettirdim.
"Kazanma olasılığınız ne?" Dedim bu seferde.
"Ben işimi olasılıklara bırakamam." Dedi ve hiç düşünmeden tek bir şey söyledi. "İhale bizim."
"Çok heveslenme." Demek vardı şimdi ama tabiki de sustum. Evet Daren, yenilgilerine hazırlansan iyi olur.
"Ayrıca," Diyerek tekrar ileri doğru uzandı ve kollarını masaya indirdi. Tek kaşını havalandırıp ifadesiz duran bakışlarını gözlerime sabitlediğinde ben de ne diyeceğini merak ederek tüm dikkatimi ona vermiştim. "Kazanma olasılığınız değil, kazanma olasılığımız." Dediğinde dudağında belli belirsiz bir gülümseme oluştu. "Unuttun mu artık biz ortağız." Ortak kelimesini bana inat vurgulayarak söylediğinde bozuntuya vermeden bende gülümsedim.
"Haklısın, ortak." bende onun yaptığı gibi ortak kelimesini bastırarak söylemiştim. Bu onu kızdırmak yerine baya eğlendiriyordu. Ya da bana öyle görünmeye çalışıyordu bilmiyorum.
"Şirketi gezdin mi?" Diyerek tekrar arkasına yaslandığında başımı olumsuz anlamada iki yana salladım.
"Henüz değil." Dediğimde aniden ayağa kalktı ve üzerindeki polo yaka tişörtü düzeltti.
"Gidelim." Dediğinde ne yapmak istediğini anlamıştım. Bu yüzden kısa bir an duraksasamda hiç tepki vermeden bende ayaklandım.
Kapıya doğru yürüdüğümüz de geçmem için bana yol verdi. Yalandan bir gülümseme ile önünden geçip koridora çıktığımda o da çok geçmeden yanıma ulaştı.
"Bu katta çok fazla oda yok. Bu koridorda benim odam var. Diğer koridorda da senin odan." Diyerek, başıyla önümüzde ki koridoru işaret etti.
Şaşırmıştım açıkçası. Normalde duyduğum kadarıyla, bu kata Özgür'ler ve Sezen dışında kimse girmiyordu. Neden benim odamı bu kata almayı seçti?
Daren ne yapmaya çalışıyordu?
"Asistanlar ve stajyerlerin çalışma alanı aşağı katta." Diyerek devam ettiğinde, aklımdaki düşünceleri, sonrası için bir kenara bıraktım ve onu dinlemeye devam ettim. Şirketin geri kalan tüm planını sabırla anlatmıştı bana. Ama baya büyük bir yer olduğu için labirentten farksızdı. Daren'in odasının olduğu kat dışında her yer karmaşıktı. Her yerde farklı bir koridor, farklı bir oda vardı.
Yaklaşık bir saatin sonunda, kendimizi kafeteryanın önünde bulduk. Dolaşmaktan beynim sulanmıştı açıkçası. Ama bu uykusuzluktan kaynaklı olmalıydı. Çünkü bir kaç gündür her zamankinden daha az uyuyordum. Yoksa kolay kolay yorulmazdım ben.
"Yoruldun mu?" Daren'in sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim. Aramızdaki boy farkını giydiğim topuklu çizme bile kapatamadığı için başını eğerek bakıyordu bana. Bu çok sinir bozucu olsada aldırmadım.
"Hayır." Dediğimde dudağının kenarı hafif bir şekilde yukarı kıvrıldı.
"Buna kendin bile inanmadın bence." Diyerek bir masaya oturdu ve iki kahve söyledi. Kaşlarım çatılmıştı bu hareketinden sonra.
Neydi bu şimdi?
Neden bana çok normal davranıyordu?
Neden hiç bir şey olmamış gibi yapıyordu?
Vicdan azabı mı çekiyor du yoksa.
Saçmalamayı kes Mira! Kesin bir planı vardır. Bu saçma sapan hareketlerinin ve rahatlığının başka açıklaması olamaz!
Evet, iç ses kesinlikle haklıydı. Çünkü başka bir sebebi asla olamazdı. Olmazdı.
Ayakta dikilmeyi bırakıp oturduğu masaya doğru yürüdüm. Karşısında duran sandalyeyi çekip oturduğumda bakışlarını üzerimde gezdirdiğini hissettim. Başımı kaldırıp yüzüne baktığımda ise kısa ve anlaması zor bir bakışma yaşadık.
Gözlerini kaçıran kişi o olmuştu. İlk önce ellerini masanın üzerinde birleştirdi sonra da kafasını eğdi. Dudaklarından sıkıntılı bir nefes firar etti tam o anda. Sanki bir şey söylemeye hazırlanıyor gibi bir hali vardı.
Peki sen buna hazır mısın?
İç sesin bana sorduğu soruyla kalbime bir sıkıntı çökmüştü. Cevabını bilmediğim bir soruydu bu çünkü.
Hazır mıydım?
"Aslında kahveleri alıp yukarı çıksaydık daha iyi olurdu. İncelemem gereken dosyalar var." Çok sakin bir şekilde konuyu dağıtmaya çalışıyordum ama içimde ki fırtına çok büyüktü. Her an bocalaya da bilirdim.
"Önemli değil. Sonra da halledilir." Dedi bakışlarını önündeki ellerinden kaldırmadan. Tedirgindi, farkındaydım. Peki neden?
Diyecek bir şey bulamayınca gözlerimle etrafı taramaya başladım. Neredeyse gelen geçen herkes bizim olduğumuz masaya bakıp sürekli bir şeyler konuşuyordu. İnsanların bu yersiz dedikodu çıkarma işleri beni bitirecekti bir gün.
İçimden sabır çeke çeke tekrar Daren'e baktığımda onun zaten bana baktığını fark ettim. Evet, bakışları bendeydi. Gözlerimde...
"Bak ben-" Daren konuşmaya başladığında masanın yanında bir garson belirdi. Elindeki kahveleri gülümseyerek önümüze bıraktığında Daren yine derin bir nefes vererek alnında yeni fark ettiğim terleri, avuç içiyle sildi.
"Afiyet olsun efendim." Garson yine otuz iki diş sırıtarak bizden uzaklaştı.
Ben gelecek olan konuşmayı az çok tahmin etmiş, biraz endişelenmiştim.
Henüz onunla yüzleşmeye hazır değildim ben. Az önceki soruya cevap olarak kesinlikle bunu söyleyebilirim.
"Peki sen hazır mısın?"
Kesinlikle hayır!!!
"Sadece beni dinle," Daren'in sesi oluşan kasvetli havayı dağıttığında bakışlarımı yukarı kaldırıp gözlerine odaklandım. O zaten yine bana bakıyordu. "Ne dersem diyim, sadece sonuna kadar beni dinle." Dedi bir kez daha. Evet, doğru anladım. Yüzleşmeye çalışıyordu.
Yapma! Yapma, lütfen yapma! Bunu bana yapma! Şuan olmaz...
İçimden binlerce sessiz yalvarış döküldü. Yapmasın, benimle konuşmasın istedim. Ama sanırım bunun için geç kalmıştım.
"Gerçekler için çok geç kaldım biliyorum." Diyerek söze girdiğinde ona fark ettirmeden derin bir nefes aldım. "Ama yemin ederim her şeyin bir açıklaması var." Yine nefret ettiğim şeyi yapıyordu.
Açıklaması var!
"Senin gözünde bir değeri olur mu bilmiyorum ama benim için çok önemli." Bu sözleri ciddiye almıyormuş gibi rahat bir tavırla arkama yaslandım. Tıpkı olması gerektiği gibi.
Ben onu dinlemeyeceketim. Ben ona inanmayacaktım. Ben onu asla umursamayacaktım.
"Sen bence sus olur mu?" Dedim az önce beni uyarmasına rağmen. Onu tabikide dinlemeyecektim. Çünkü artık ne gerçeklerin ne de olmadık yalanların benim için bir önemi vardı.
"Bak yapma, dinle-" Yine denedi şansını. Ama boşuna. Bu kadar direnmesine hiç gerek yoktu. Bir faydası olmayacaktı nasıl olsa.
"Bu hareketlerin ve sakinliğin ardından böyle saçmalıkların geleceğini tahmin etmeliydim zaten." Ayağa kalkacağım sırada benden önce davrandı ve direkt kolumu tuttu.
"Lavin," Sınırlarımı zorlamaya devam ediyordu. Yapmaması onun için daha iyi olurdu.
"Kes sesini!" Demek için bir saniye bile düşünmedim. Sesim yüksek değildi ama netti. Kaşlarım çatılmış, gözlerim ateş saçmaya başlamıştı.
"Sakın! Deneme bile." Dedim yine aynı ses tonunda.
"Dinlemek zorundasın. Böyle olmaz, anlamıyor-" Yine konuşmasına izin vermeden araya girdim.
"Şansını zorlama." Dedim son kez uyarıda bulunarak. Yeterince uyarı almış olmasına rağmen hala böyle olması daha da berbattı.
"Yapma, lütfen." Ben o anda ilk defa bir şey fark ettim. Onun gözlerinde daha önce hiç görmediğim bir şeydi bu. Öyle tuhaf, öyle anlaşılmazdı ki, içime büyük bir sıkıntı çökmesini sağlamıştı.
Ben hiç bir tepki vermeyip öylece kaldığımda, kolumdaki elini gevşetti ve yavaşça geri çekti.
"Artık bu yükü taşıyamıyorum ben." Dedi bu seferde. Sesinde ki hüzün benim kalbimi defalarca kez sızlattı.
Salak Mira!
Yapmamalıydım, böyle hissetmemeliydim. Ona acıyamazdım, ona üzülemezdim.
Karşında duran adam, senin için hiç bir şey ifade etmiyor, Mira!
O bir katil, ailenin katili...
Kendine gel!
Bakışlarımı ondan çekip hızla düşüncelerimi dağıtmaya çalıştım. "Bu saçmalıkları burada bitir. Ve bir daha bu şekilde karşıma gelme."
Tek kelime etmesine izin vermeden ayağa kalktığımda o da benimle birlikte kalktı. Umursamadan sırtımı ona döndüm ve koşar adım yanından uzaklaştım.
Nefes almakta zorluk çekiyordum, dizlerim titriyordu.
"Şuan değil, şuan değil." Kendimi sakinleştirmek adına konuşarak ilerledim. Evet, şuan degildi, dağılamazdım.
Elim boynumda, derin derin nefesler vererek kendimi hızla şirketin dışına attım. Gözlerimi kısa bir an kapatıp açtığımda yürümeye devam ediyordum. Ama o an adımlarımın yavaşlamasına hatta durmasına sebep olan bir şey oldu.
Akın'ın heybetli vücudu görüş alanıma girdiğinde burnumdan almaya çalıştığım nefes götüme kaçtı!
Doğru duydunuz.
Akın. Tam. Karşımda. Tüm heybetiyle. Duruyordu...
Ben götüme kaçan nefesimle birlikte öylece ayakta dikilmeye devam ederken. Akın gülümseyerek yanıma doğru adımladı. Evet, gülümseyerek. Hemde otuz iki diş.
Allah'm bu bir kabus olsun lütfen!
Bence de kabus olsa iyi olur. Yoksa o az önce götüne kaçan nefesi bile zor bulursun artık...
Teşekkür ederim, içime su serptin!
İç sesimle küçük bir tartışmaya girdiğim sırada Akın çoktan yanıma varmıştı. Tam karşımda dikildiği sırada başını eğerek bana baktı.
"Senin burada ne işin var?" Dedim dişlerimin arasından. Şuan duygularım iç içe geçmiş durumdaydı.
Akın sorduğum soruya hiç bir tepki vermedi, öylece yüzüme bakmaya devam etti.
Kısa bir anlığına gözlerini benden ayırdı ve arka tarafımda olan bir şeye odaklandı. Ne olduğunu anlamak için geriye döneceğim sırada hiç beklemediğim bir şey oldu.
"Güzelim." Akın sol elini belime atıp hafif bir şekilde beni kendine doğru çekti ve şakaklarıma uzun bir öpücük bıraktı.
What dedin gülüm?
Geri çekildiğinde ben hala olayın şokunu atlatamamıştım. Dudaklarımı aralayıp bu yaptığının sebebini sormak istediğimde bir diğer şok dalgası gelmişti.
Bu seferde elimi tutup elinin içine haps etti. Gözlerini benden ayırmadan şirkete doğru yürümeye başladığında mecburen bende onunla birlikte dönmek zorunda kaldım.
Dönmez olaydım...
Şirket kapısının önünde, kaşları çatık bir şekilde dikilen bir adet Daren karşıladı beni.
Yanımda Akın, karşımda Daren. Ve en önemlisi de Akın'ın avucunda olan elim...
Sen şok dalgasının ta kendisisin şuan da!
Tek algılayabildiğim ses iç sesime aitti...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Hiranur Uzun / Ruhların Düğümü / [35. BÖLÜM]:KARMAŞIK DUYGULAR](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/hiranur-uzun-ruhlarin-dugumu.webp)
| 10.62k Okunma |
1.12k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |