
Okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.
YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN...☆☆
"Ne kadar silersen sil. Ya yırtılır kağıdın ya da izi kalır cümlelerin..."
||Cemal Süreya
"Söz"
Her insanın bir yarası vardır. Bu yara ister kişinin bedeninde ister ruhunda olsun, fark etmez. Acı veriyor. Bazıları o kadar derin oluyor ki o yarayı kapatmaya onlarca dikiş bile yetmiyor. Çünkü aslında yaraların hepsi bir ilaçla ya da bir dikişle iyileşmez, geçmez. Siz geçti sanırsınız ama izi kalır. Ve o yara izini her gördüğünüzde eski acısını iliklerinize kadar hissedersiniz.
Bizler yaraları açanları seviyorsak zamanla açılan yarayı da sevmeye başlarız. Neden mi? Çünkü o yara da sevdiğimizden bize kalandır.
Her yanımız kan içinde kalır yine de umurumuzda olmaz. Çünkü asıl canımızı yakan, kanayan yaralar değil, yaraları açanı bilmektir.
Düşünsenize siz, sevginin, huzurun, sevemenin, sevilmenin hatta bu dünyada en kutsal şeylerden biri olan aşkın tanımını tek bir kişide buluyorsunuz. Ona güveniyorsunuz, herkesten çok güveniyorsunuz. O kişiyi darmadağın olmuş hayatınızın tam merkezine koyuyorsunuz. Eviniz oluyor, hiç bir zaman hissedemediğiniz sıcaklığı size sunuyor. Ve bir anda o darmadağın olmuş hayatınızda umudun habercisi olan ışıklar yanıyor. Karanlık köşeler aydınlanıyor.
Tabi o zamanlar asıl yıkımın farkında da olmuyoruz. Bizi bekleyen fırtınalar, felaketler kendini henüz göstermiyor. Ta ki merkezde olan kişi sizi yüz üstü bırakıp gidene kadar.
Onu kaybettiğimizi kabullenmek istemiyor, geri dönmesi için çabalıyoruz. Peki ya sonra? Dönüyor mu tekrardan? Hayır.
Evet, basit bir kelime olarak görünebilir ama gerçekten hayır. Geri dönmüyor, dönmeyecekte. Dönse affedersiniz, hiç bir şey olmamış gibi tekrar güvenirsiniz, yine merkezinize koyarsınız, biliyorum. Ama o gitti ve dönmeyecek.
Derler ya herkes ikinci şansı hak eder diye. Aslında kimse ikinci şansı haketmez, etmemeli. Bizim parçalanan ruhumuz, biten duygularımız, duyulan pişmanlıklarımız ne olacak hiç düşündünüz mü? O kadar göz yaşı çekilen onca acı... Bunların hesabını kim verebilir ki bize?
Biliyorum, geri geldiğinde bunların hepsini tozlu raflar arasına kaldırabilecek kadar çok seviyoruz karşımızdakini. Açtığı yaraları şimdide geri sarmasını bekliyoruz.
Ölmüş olan ruhumuzun katiline, şimdide yaşatması için fırsat sunuyoruz.
Dönse ya pişmandır ya da gittiği yeri beğenmemiştir. Bu yüzden birine ikinci şansı verirken lütfen çok iyi düşünün. Kendi kendinizi sorgulayın. Onca göz yaşını, onca acıyı, açılan onca yarayı hak ediyor mu diye sorun. Cevabınız evet ise bir kere daha deneyin. Fakat her şeye rağmen yine olmuyorsa bir kez daha aynı acıları çekmeyeceğinize dair kendinize söz verin.
Sizin tek bir göz yaşınıza kıyamayan insanları sevin. Eğer böyle biriyle olursanız inanın bana hayatınız bir çiçek bahçesi kadar güzel olacaktır.
Benimde ruhumda açılan yaralar vardı ve şuan da ben bu yaraların tek bir öpücükle sarıldığını hissediyordum. Bu hiç normal değildi.
Yarım kalan ruhum şuan da tamamlanmış gibiydi ama yapmamalıydım böyle olmamalıydı.
Ben hareketsiz kalmış bir şekilde öylece dururken Daren son bir kez dudaklarını dudaklarıma bastırıp geri çekildi.
"Bir daha," alnını alnıma yaslayıp fısıltıyla konuşmaya başladığında gözlerim istemsizce kapandı. Şuan onu algılıyormuydum ondan bile emin değildim. "Bir daha sakın, o herifin sana seslendiği ismi bana söyletmeye çalışma." Dediğinde yavaşça gözlerimi açtım. Hala tek kelime edecek gücü bulamamıştım kendimde. Kafam yeterince güzel değilmiş gibi birde bu öpücük çıkmıştı. Nasıl kendimde olabilirdim şuan da.
"Sen Lavinsin." Daren'in sesi tekrar kulaklarımda yankılanmaya başladığında fark ettim ki zaten tek duyduğum ses ona aitti. "Benim Lavinim." Daren bunu söyledikten hemen sonra bir kolunu bacaklarıma diğer kolunu da belime dolayarak beni kucağına aldı. O anki refleksle tutunmak için kollarımı boynuna sardım. Başım aşırı derecede dönüyordu.
"Aşırı romantik lan!" Az önce benim rezil muhteşem olan dansımı izleyenler hep birlikte alkışlamaya başlayınca gülerek hepsine el salladım. Bunu neden yaptığım hakkında ise tek bir fikrim yoktu.
Daren'in kucağında kalabalıktan çıktığımızda garsonlardan biri elinde benim çantam ve telefonumla yanımıza geldi. Daren onları da eline alıp beni daha sıkı tuttu.
"Nereye gidiyoruz?" Dedim yüzüne dik dik bakarak.
"Olman gereken yere." Aldığım cevapla kaşlarımı çatıp sert olmayacak şekilde Daren'in göğsüne vurdum.
"Senin olmadığın her yer benim olmam gereken yer zaten." Dedim tek nefeste. O ise sanki komik bir şey demişim gibi gülümsedi. "Akın öğrenirse-" diyecektim ki Daren aniden fren yapan araba gibi durdu.
"O şerefsizin adını ağzına alıp durma!" Dedi tek nefeste. "Senin yerin benim yanım. Bunu da o güzel aklına makul bir dille anlat." Ben söylediklerine karşılık sadece susabilmiştim. O da benden cevap falan beklemiyordu zaten.
Hızlı adımlarla tekrar yürüyüp çıkışa doğru gittiğinde arkamızdan gelen ses Daren'in tekrar durmasına neden oldu.
"Mira!" Bu ses Melih'e aitti. "Mira!" Diyerek tekrar bağırdığında Daren'in omuzlarına tutunup başımı arkamızda olan Melih'e doğru uzattım. Koşar adım yanımıza doğru geliyordu.
"Melih!" Gülerek ona seslendiğim sırada Daren bana yandan bir bakış atıp sabır çekmeye başladı. "Bu dağ ayısı beni kaçırıyor!" Diyip Daren'i işaret ettim.
Melih sinirle yanımıza geldiğinde sert bir yüz ifadesiyle Daren'e baktı. "İndir kızı!" Sesinde ki emir kipi Daren'in hoşuna gitmemişti. Gözlerini kapatıp açarak sakinliğini korumaya çalıştı her şeye rağmen.
"Uzatmadan git buradan. Senin iyiliğine olur." Daren Melih'in yüzüne bile bakmadan bunu söyledikten sonra tekrar sert adımlarla yürümeye başladı. Ama malesef daha ikinci adımını atamadan Melih önümüze geçip başını dikleştirdi.
"Tekrar etmekten hoşlanmam." Göz kırpıştırarak bir Melih'e birde Daren'e baktım sırasıyla. Melih sanırım azıcık şansını zorluyordu ve Daren'in de ne öküz olduğundan haberi yoktu.
"Beni tanırsın, Melih." Daren söze girdiğinde söylediği şeyi algılamak için kısa bir süre düşündüm. Algılarım cidden bu kadar kapanmış olamazdı. "Bende seni tanırım." Diyerek devam etti, Daren. "Şimdi beni dinle ve yolumdan çekil."
"Sen benim tanıdığım kişi değilsin, Yalçın." Melih'in yüzünde tek mimik oynamamıştı. "Ben Daren'i tanırdım. O da yıllar önce öldü."
"Daren aynı Daren. Değişen ve ölen sizsiniz. Sen ve o yalanlarına inandığın it!" Daren'in bedenime sarılı olan elleri sıkılaştı o anda. Sinirlerine zor hakim olduğunu burdan anlayabiliyordum.
"Kes sesini!" Melih Akın'a edilen laftan memnun olmadığı için artık sessiz değildi. Bu sefer sesi yüksek çıkmıştı. "Mira gidiyoruz!" Diyerek kollarını bana doğru uzattığında Daren benimle birlikte bir adım geri çekildi.
"Sakın!" Dedi en net haliyle. "Sakın dokunmaya kalkışma!" Kucağında olan bedenimi kendine biraz daha bastırdı. Sıkı sıkı tutuyordu.
Benim kafam artık hiç bir şey algılamıyordu. Başım yeterince dönüyor midem de bir o kadar bulanıyordu. Kusmak üzereydim.
"Ben bana ait olanı da alıp burdan gidiyorum." Dedi Daren daha fazla tahammülü kalmamış gibi. "İstersen arabamı takip edip gelirsin. Eğer istemiyorsan da beni uğraştırma."
Dedi ve başka bir sey söylemeden koşar adım yürümeye başladı. Melih arkamızda kaldığında hemen ona doğru döndüm.
"Melih!" Diye bağırdımda yüzüme dahi bakmadı. "Melih!" Dedim bir kez daha ama bu seferde bakmadı. Gelmeyecek miydi almayacak mıydı beni?
Akın öğrenirse Melih biterdi. Buna nasıl izin veriyordu?
"Bırak beni!" Daren'in göğsüne sert bir yumruk attım. "Onunla gitmem lazım!"
"Lavin sadece senin elin acır. Boşuna uğraşma." Dediğinde tekrar bağırmak için hazırlanıyordum ama o sırada önümüzde siyah bir araba durdu. Vale hızla inip arka kapıyı açtığında, Daren ön kapıyı işaret etti. Valede başıyla Daren'i onaylayıp arka kapıyı kapattı ve bu seferde ön tarafın kapısını açtı.
Daren beni koltuğa bırakıp kapıyı üzerime kapattığında bakışlarımı Melih'e çevirdim. Hala orda duruyordu. Sırtı bize dönüktü.
"Melih!" Cama vurup tekrar ona seslendiğimde omzunun üzerinden bana baktı. Ve son gördüğüm şeyde onun bakışıydı.
Daren şoför koltuğuna geçip arabayı çalıştırdığında kısa sürede harekete geçtik. Melih öylece arkamızdan baktı.
"Nereye götürüyorsun beni! Melih'in başı senin yüzünden belaya girecek!" Dediğimde Daren yüzüme bir kere dönüp bakmadı. "Duymuyor musun sen beni-" bağırarak konuşmaya devam ediyordum ki başıma keskin bir ağrı saplandı. Acı içinde inlediğimde Daren hemen bana bakıp kaşlarını çattı.
"İyi misin?" Telaşla konuştuğunda onu umursamadan tekrar yüzüne baktım.
"Melih'in yanına götür beni!" Dedim az öncekinden daha sert olan sesimle.
"Başın alkolden dolayı ağrıyordur. Eve gittiğimizde kahve içer kendine gelirsin." Dediklerimi duymamazlıktan geliyordu ve bu sinir olmam için yeterli bir sebepti.
"Beni delirtmeye mi çalışıyorsun sen? Kafam gayet yerinde. Kendi evime gitmek istiyorum!" Dediğimde yolu hiç umursamadan gözlerime baktı.
"Bende evimi istiyorum, Lavin." Dudaklarından bir fısıltı gibi çıkmıştı söyledikleri.
Araba yavaşlamaya başladığında Daren son kez yüzümün her santiminde bakışlarını gezdirdi ve derin bir iç çekerek önüne döndü. Bense öylece kalakaldım.
Mallık var!
Salaklığı bir kenara bırakıp cama doğru döndüğümde, elimi ağrıyan başıma yasladım.
Ne vardı o kadar içecek! Aptal kafam!
"Melih arkamızda merak etme." Daren'in sesini kısa bir süre sonra tekrar duyduğumda sevinçle arkama bakmaya çalıştım. Tam o sırada da Daren camımı açtı.
Heyecanla başımı dışarı çıkarıp geriye baktığımda Melih'in arabasını gördüm. Beni gördüğünü bildiğim içinde hemen elimi salladım. Buna karşılık o da camından elini çıkardı.
Rüzgardan uçuşan saçlarımı tutmaya çalışarak tekrar başımı içeri soktuğumda dudaklarıma büyük bir gülümseme yayıldı.
"Melih'in seni bırakmayacağını bilmen gerekirdi." Daren konuşmaya başladığında yüzüm ifadesiz bir hal aldı.
"İnsanlara güvenmeyi çok önceden bıraktım." Dedim dışarıya bakmaya devam ederek. "Bırakmam diyenlerde bırakıyor sonuçta." Bunu söylerken de ona döndüm. Ama o yüzüme bakmadan sadece direksiyonu sıktı.
Hissettiğim öfkeyi bastırmak adına gülümseyerek cama doğru baktım tekrar. Bir şeyler söylemek doğru olurdu ama şuan yanlış zamandaydık. Ve ben bu kafayla bir şeyler söylemeye başlarsam hiç iyi şeyler olmayacaktı.
Yol boyunca ne Daren tek kelime etmişti ne de ben. Tek yaptığım uyuklamaktı. Aşırı derecede yorgun hissediyordum ve uykum geliyordu.
Başımı cama yasladığımda gözlerim ağır ağır kapandı.
...
~Daren
Arabayla evin bahçesine giriş yaptığımda Melih de hemen arkamdan geldi.
Korumaları tek tek geçip tam kapının önünde durdum. Emniyet kemerimi çıkardığım sırada da bakışlarımı Lavin'e çevirdim. Uyuyakalmıştı.
Gülümseyerek yüzüne bakmaya devam ettiğim sırada elimi uzatıp önüne düşen saçlarını geriye doğru ittim.
Kısa bir süre güzel saçlarına dokundum, ezberimde olan yüzünün her milimine bir daha baktım. Düzenli olarak aldığı nefes seslerini dinledim.
O hala Lavin'di. Değiştiğini, bambaşka biri olduğunu, Lavin'in öldüğünü söylüyordu ama o hala aynıydı. Benim tanıdığım küçük kız çocuğuydu. Aynı bakıyordu, aynı kokuyordu. Ve beni hala fazlasıyla etkiliyordu.
Tüm düşüncelerimi bir kenara atıp istemeyerekte olsa geri çekildim. Hızlıca kapımı açıp indiğimde etrafa hiç bakmadan Lavin'in kapısına doğru ilerledim. Kapıyı açıp uyandırmamaya dikkat ederek, Lavin'i kucağıma aldım. Kısa bir süre mırıldanıp ellerini boynuma doladı ve başını göğsüme yasladı.
Tıpkı bir çocuk gibi sevinçle gülümsedim o an. Mutluluktan içim içime sığmadı resmen. Uzun zaman sonra yanımdaydı, göğsüme yaslı bir şekilde uyuyordu. Uzun zaman sonra ilk defa gerçekten derin bir nefes aldığımı fark ettim. Hasret kaldığım kokusu tekrar tekrar ciğerlerime doldu. Ve bir kez daha anladım onun bana nefes olduğunu...
Bu anın daha uzun süre sürmesini çok isterdim fakat Melih buna çok büyük bir engeldi. Kendisi şuanda karşımda durmuş dik dik bana bakıyordu.
"Öyle dikilmeye devam mı edeceksin?" Diye sorduğunda başımı iki yana sallayıp evin girişinde olan merdivenlere doğru yürüdüm. Melih de hiç zaman kaybetmeden arkamdan geldi.
Kapının önünde durduğumuzda hizmetlilerden biri kapıyı açıp kenara çekildi. Ben anında içeri girip odama çıkmak için merdivenlere yöneldim. Tam o sırada da Kerem ve Özgür merdivenlerden iniyordu. Beni gördüklerinde adımları yavaşladı hatta durdu. İkiside bir bana bir de kucağımda olan Lavin'e baktı.
"Oha!" Kısa bir bakışma ardından ilk tepki Özgür'den gelmişti. Şaşırmadık.
"Bu sefer gerçekten oha!" Diyerek Özgür'e hak verdi Kerem. "Kızı kaçırdın mı lan?" Kerem şok içinde yüzüme baktığında tepkisiz kaldım.
"Şükür yani!" Özgür sevinçle merdivenlerin kalan basamaklarını inip yanıma ulaştı. Gülümseyerek önce Lavin'e baktı sonra da bana döndü. "Sonunda Lavin'i de alıp gidebil-" diyordu ki bakışları arkamda duran Melih'le kesişti. Bu da kelimelerini yutmasına sebep oldu.
"O biraz zor." Diyen Melih'in sesini duyduğumda sabır çekmeye başladım. Bunlar beni sınıyordu!
Özgür kaşlarını çatıp Melih'e bakmaya devam ettiği sırada onları umursamadan merdiven basamaklarını tek tek çıkmaya başladım. Kerem bana ne oluyor der gibi bir bakış attığında sorun yok dercesine gözümü kapatıp açtım.
Üçünüde geride bırakıp odama çıktığımda dirseğimle kapıyı açtım. içeri girdikten sonra da ayağımla itip tekrar kapattım.
İlerleyip Lavin'i yatağa bıraktığımda sinirle mırıldanmaya başladı ne dediğini pek anlamasam da bu hali hoşuma gitmişti. Bu yüzden yüzümde derin bir gülümseme ile yatağın yanına diz çöküp öylece kendi kendine konuşmasını dinledim. En sonunda bir anda sustu ve sırtını bana doğru dönüp tekrar uykuya daldı.
Yastığa dökülmüş olan saçlarına eğilip kokusunu içime çektiğimde gözlerim istemsizce kapandı. Buraya şuanda gömülsem gıkım çıkmazdı biliyordum. Keşke bu mümkün olsaydı.
Geri çekildiğimde yatakta duran çarşafa uzandım ve Lavin'in üzerini örttüm.
Kısa bir süre daha durduktan sonra hemen ayağa kalktım, sessiz olmaya çalışarak odadan çıktım.
O sırada da Gülce karşımda belirdi.
"Daren, Lavin-" Diyip sevinçle bağırdığında hemen onu susturmak için kolunu tuttup merdivenlere doğru ilerlettim.
"Sessiz ol!" Dediğimde Gülce anında sustu ama çok geçmeden daha kısık bir ses tonuyla tekrar konuştu.
"Lavin burada mı?" Sorduğu soruya cevap olarak başımı salladığımda yüzünde ki gülümseme daha da büyüdü. "Yanına gidebilir miyim?"
"Uyuyor."
"Nasıl getirdin onu?"
"Aşağıdakiler de açıklama bekliyor. Yanlarına gidelim. Anlatacağım her şeyi." Dediğimde Gülce anında başını salladı.
Birlikte aşağı indiğimizde üçünüde bıraktığım gibi bulmuştum. Melih ve Özgür karşı karşıya durmuş birbirlerine kötü kötü bakışlar atıyor, Kerem de Özgürün arkasında durarak onu desteklemek adına daha da kötü bakıyordu.
"Kesin şunu!" Dedim gereksiz uzayan bakışmalarını bölerek. "Geçin salona hepiniz." Dediğimde Kerem Özgür'ün koluna dokunup ilerlemesi için işaret verdi. Özgür sinirle salona yürümeye başladığında arkasından Kerem de gitti. Kerem'in arkasından da Gülce.
Melih elleri cebinde öylece dikiliyordu. Tabi sert bakışlarını ihmal etmiyordu. Gerçek halini bilmesem biraz olsun tedirgin olabilirdim. Ama onu tanırdım. O içinde Özgür de de olduğu gibi bir çocuk yaşatıyordu. Sadece olması gerektiği yerlerde ciddiyetini takınırdı. Onun asıl yüzünü bilmeyenler de korkardı. Fakat benim bir zamanlar kardeşim dediğim kişiden korkmama imkan yoktu.
Evet, kardeşimdi. Tıpkı Akın'ın da olduğu gibi. Üç kardeştik biz. Ama o iki kişi arasında bir seçim yaptı ve gitti. Geride kalan da ben oldum. Melih Akın'a inanarak onun yanında olmayı seçtiğinde yanımda bitti. Ama içimde ona karşı duyduğum sevgi hiç bitmedi. Bilmesede olurdu.
"Fazla kaşındın Yalçın. Sonun hiç iyi değil." Diyip söze girdiğinde gülümseyerek başımı eğdim. "Akın öğrendiğinde neler olacak düşündün mü?"
"Sen çok düşünüyorsun sanırım?"
"Ben sana olacakları düşünüyorum."
"Hayır, sen kendine olacakları düşünüyorsun." Dedim alayla gülümsedigim sırada. "Sahibin sana kızar diye çok korkuyorsun değil mi?"
Sınırları zorladığımın farkındaydım ama birinin ona gerçekleri söylemesi gerekiyordu.
"Saçmalayarak sadece beni daha fazla sinirlendirirsin. Bu da senin için iyi olmaz!" Sert bir şekilde konuşup bana doğru bir adım attığında geri adım atmak yerine bende ona doğru yürüdüm ve burun buruna geldik.
"Zoruna mı gitti?" Gülümsemeyi kesip kaşlarımı çattım "Sahibin olduğunu hatırlattım sadece." Dediğimde Melih'in çene kasları gerildi.
"Kuyruk acılarını böyle mi yok etmeye çalışıyorsun?" Diyip başını sağa doğru yatırdı. "Canın çok yanmış belli." Nereden vuracağını biliyordum zaten. Çokta şaşırmamıştım. Bu yüzden de sadece gülümsemeyi tercih edip salona doğru yürüdüm. O da yavaş adımlarla yanımdan ilerledi.
"Canım yandı, evet." Dedim yürümeye devam ederek. "En azından ben gerçekleri inkar etmiyorum." Diyip ona yandan bir bakış attığımda hiç tepki vermeden adımlarını hızlandırdı ve benden önce salona girerek tekli koltuklardan birine kuruldu.
"Daren anlat hadi." Özgür sabırsız bir şekilde öne eğilip bir anda konuşmaya başladığında sıkıntılı bir nefes verdim.
"Anlatacak bir şey yok aslında." Melih geriye doğru yaslanıp Özgür'e baktı. "Kısa bir süre misafir olduk buraya. Mira uyandığında gideceğiz. Kısa ve öz." Dedi rahatlıkla.
"Sen gitmek istiyorsan şimdi bile gidebilirsin. Lavin'i bekleme." Lavin'in ismine vurgu yaparak devam ettim. "Çünkü o uyandığında seninle gelmeyecek. Burada, olması gereken yerde kalacak." Dedim kararlı olduğumu belli ederek. Melih'in bunu anlaması biraz uzun sürecekti büyük ihtimalle ama pek umurumda değildi. Çünkü kararım kesindi başka bir seçeneğe ihtiyacım da yoktu.
"Bunu Akın'a da açıklamak ister misin Yalçın?" Diyerek tek kaşını havalandırdığında dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldı.
"Hala Akın dediğine göre söylediklerimi ezberlemen uzun sürecek." Diyip bakışlarımı Gülce'ye çevirdim. "Sen Melih'e bir oda ayarla bu gece misafir edelim onu." Gülce başını sallayıp söylediklerimi onayladığında yerimden kalkıp hiç bir şey deme ihtiyacı duymadan salondan çıktım ve merdivenlere yöneldim.
"Ben seni başından uyardım." Diyen Melih'in sesiyle adımlarım yavaşladı hatta durdu. "Ama sen kaşınıyorsun. Yapacak bir şey yok." Diyerek devam ettiğinde alayla gülümseyerek omzumun üzerinden ona baktım.
"Sen bilirsin." Dedikten hemen sonra hiç beklemeden tekrar merdivenlere yöneldim ve yukarı kata çıktım.
Odamın önüne geldiğimde Lavin'in içeride olduğunu bilmenin huzurunu hissettim. Şuanda burada, benim yatağımda uyuduğunu, benim yanımda olduğunu bilmek beni hiç olmadığım kadar memnun ediyordu.
Hep de böyle kalmalıydı.
İçimde ki büyük sevinçle kapıyı yavaşça aralayıp başımı içeriye doğru uzattım. Lavin hala uyuyordu.
Rahatsız etmemek için tekrar kapıyı kapatıp çıkacaktım. Ta ki Lavin'in sesini duyana kadar.
"Anne..." Söylediği şeyi duyunca tekrar içeriye doğru baktım. Lavin gözlerini sıkıca kapatmış elleri arasında olan çarşafı sıkıyordu. "Anne bırakma beni!" Sesi git gide yükselmeye başladığında kabusun etkisinin arttığını fark ettim. Bu yüzden de hızla içeri girip yatağın yanına çöktüm.
"Lavin," Diyip saçlarını okşamaya başladım.
"Annemi geri ver!" Çok terlemişti. "Anne!" Çığlıkları artmaya başladığında bu seferde elini tuttum. Bir yandan saçlarına yavaş yavaş dokunuyor bir yandan da elini sıkıca tutuyordum. Eskisi kadar bana güvenmiyordu biliyordum. Ama belki hisseder varlığımı, yanında olduğumu anlar da uyanır diye bekledim.
"Lavin buradayım, yanındayım." Dediğimde Lavin'in gözünden bir damla yaş düştü ve şakaklarına doğru aktı. Arkasından da devamı geliyordu. Kabusun etkisiyle ağlaması da şiddetlenmeye başlamıştı.
"Anne lütfen beni bırakma, yalvarırım beni bırakma!" Söyledikleri acısını hissetmeme sebep oluyordu. Canının yandığını bilmek benim canımı daha da yakıyordu.
"Lavin lütfen aç gözlerini bak ben yanındayım." Söylediklerimi bir kaç kez tekrar ettiğim sırada Lavin bir anda gözlerini açtı. Yerinden sıçrayıp hızlı hızlı nefes alıp vermeye başladığında komodinde duran suyu alıp Lavin'e uzattım.
İlk önce uzattığım bardağa sonrada bana baktı ve yaşlarla dolu olan yüzünü elinin tersiyle sildi. Ben suyu alıp içmesini beklerken o bir anda bardağı çekip yere fırlattı.
Bakışlarımı yerde tuzla buz olmuş bardağa çevirdiğim sırada Lavin ellerini göğsüme yaslayıp beni geriye doğru itti. Diz çökerek oturduğum için de dengemi kaybedip arkaya doğru sendeledim.
"Sen," Diyip işaret parmağını bana doğrulttu. "Sen o kanlı ellerinle bana dokunmaya nasıl cüret edersin!" Dediğinde ne olduğunu anlayamadan kaşlarımı çattım. Bu ne demekti?
"Lavin ben-"
"Kes sesini!" Diyip az öncekinden kat ve kat yüksek olan bir sesle bağırdığında devam edemeyip sustum. "Sesini duymak istemiyorum! Seni görmek istemiyorum! Yanımda olmanı istemiyorum!" Gözlerinden yaşlar süzülmeye başladığında kalbime binlerce ok aynı anda saplandı. "Defol git!" Önce etrafına bakındı sonrada hızla ayağa kalkıp odanın kapısına doğru yürüdü. Bunu görünce direkt ayaklanıp kolunu tuttum.
"Gidemezsin!" Dediğimde anında kendini geri çekip yüzüme sert bir tokat attı.
"Yeter!" Kıpkırmızı olmuş gözlerini gördükçe canım daha da yanıyordu. "Ne yaptım ben sana?" Dedi ben daha ne olduğunu bile anlayamadan. "Daha ne alacaksın?" Sağ elini kaldırıp kalbinin üzerine sert bir şekilde üst üste vurdu. "Lanet olası bu canımı daha ne kadar yakacaksın!"
Gözümden bir damla yaş süzüldüğünde başımı yana doğru yatırdım. "Lavin ben-"
"Lavin öldü diyorum! Niye anlamıyorsun!" göz yaşları daha şiddetli akmaya başlamıştı. "Sen öldürdün onu! Hala Lavin demeye utanmıyor musun gerçekten?"
"Ben seni öldürmedim Lavin. Ben sadece senim iyiliğini istediğim için-"
"Doğru, sen sadece beni öldürmedin!" Diyip göz yaşlarının arasından gülümsedi. "Ailemi de," diyordu ki devamını getirmeden yere çöktü. Anında kollarından tutup düşmesini engelledim ve onunla birlikte bende yere diz çöktüm.
Başı önüne düştü, saçları yüzüne dağıldı. "Hiç bir şey kalmadı." İki elini de açıp avuçlarına baktı. "Benim hiç bir şeyim kalma-" daha fazla konuşmasına izin vermeden kollarımı sıkıca bedenine sardım. "Bırak." Dedi zorlukla ama onu dinlemedim.
"Seni bir kere bırakarak en büyük hayatı yaptım zaten." Dedim daha sıkı sarılarak. "Şuan benden istediğin kadar nefret edebilirsin çünkü ben seni asla bırakmayacağım." Onu göğsüme saklamak ister gibi daha sıkı sardım bedenini. Kokusunu çektim içime. "Özür dilerim..."
Daren o gün o anlamıştı ki karşısında tamamen savunmasız, ölü bir ruh vardı. Ve bunu kendi elleriyle yapmış olduğu gerçeği onun canını yakmaya yetiyordu. Fakat biliyordu ki ondan daha fazla acı çeken biri varsa o da Lavin'di...
Önceden gözlerinin içi gülen kadının, artık bir beden içinde sıkışıp kalmış, ölü bir ruh olduğunu bilmek onun tek bir söz vermesini sağladı;
Bundan sonra aldığı her nefesi kolları arasında ağlayan kadına armağan edeceketi. Yaşamayı en çok o hakeden kişiye...
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Hiranur Uzun / Ruhların Düğümü / [43.BÖLÜM]: SÖZ](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/hiranur-uzun-ruhlarin-dugumu.webp)
| 10.62k Okunma |
1.12k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |