
Okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.
YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN...☆☆
"Ruhları birbirine öyle karışmıştı ki, birbirlerinden geri almak isteseler hangisinin kendilerine ait olduğunu anlamayacaklardı..."
||Victor Hugo
"Geçmişe özlem"
İnsanlar uyuduğunda acılarını dindirip kısa bir süreliğine unuttuğu için kendilerini uykuya bırakırlar. Uyusam belki geçer diye düşünürler. Evet, öyledir genelde. Uyuyunca dış dünyaya kendimizi kapatır, kısa süreliğine de olsa acımızı dindiririz. Bir zamanlar benim de düşüncem bu olduğu için gün içinde sadece uyumak isterdim. Fakat zaman geçtikçe anladım ki artık uyuyunca da geçmiyordu...
Çünkü artık kabuslar, sadece uyanıkken değil uyurken de peşimi bırakmamaya başlamıştı. Rahat bir uykuyu en son ne zaman çektiğimi hatırlamıyordum bile.
O kadar kötü bir hale gelmiştim ki uyumaya korkar olmuştum. Bu da sanırım hayatın bana oynadığı başka bir oyundu. Kabullenmek zorunda kaldığım bir başka oyun...
Peki uyuyunca da geçmiyorsa biz nasıl yaşamaya devam edeceğiz?
Ben, bunu yıllardır kendime sorup duruyorum ama henüz bir cevap bulamadım. Sığınacak bir liman yoktu, kaçacak bir yer yoktu, yaralarımı saracak biri yoktu. Böyle yaşanır mıydı? Sanmıyorum.
Başımda ki şiddetli ağrıyla yüzümü buruşturup kapalı olan gözlerimi yavaşça araladığımda beni karşılayan beyaz bir tavan olmuştu.
Ellerimi iki yanıma koyup uzandığım yataktan destek alarak oturur pozisyona geldim ve nerede olduğumu anlamak adına kısa bir bakış attım etrafa. Tanıdıktı.
Ellerimi şakaklarıma yaslayıp avuç içlerimle baskı yaptım. O kadar ağrıyordu ki kafamı koparıp atmak istiyordum.
Bir yandan baş ağrısıyla mücadele ederken bir yandan da dün geceyi hatırlamaya çalışıyordum. Fakat pekte becerikli olduğum söylenemezdi.
Aklıma bir şey gelmeyince zorlamayı bıraktım ve tekrar etrafıma bakındım. Nerde olduğumu anlamam çok uzun sürmemişti. Çünkü bu odaya ikinci gelişimdi. Tanımıştım.
Ayaklarımı yataktan sarkıtıp hızlıca ayağa kalktım. Üzerimde dün gece giydiğim bordo elbisem vardı ve şuan kendisine sövme isteğim artıyordu. Dün çok beğenmiş olmam bugün sövemeyeceğim anlamına gelmezdi herhalde.
Çıplak ayaklarım yerde ki soğuk zeminle buluştuğunda istemsiz bir şekilde titredim. Ama yinede umursamadan ilerlemeye devam ederek daha önce geldiğimde duş aldığım banyoya girdim.
İlk önce ne halde olduğumu görmek adına aynaya bakmak istemiştim ama keşke bakmasaydım.
Birbirine girmiş olan saçlarım, göz altlarıma akmış olan rimelim, kan çanağı gözlerim, solgun yüzüm. Gerçekten mükemmel görünüyordum.
Aynaya bakmayı bırakıp bir kedi yavrusu gibi başımı önüme eğdim. Gördüğüm görüntü ciddi anlamda midemi bulandırmıştı. Neydi benim bu halim?
Ve en önemli soru; benim bu halle burada ne işim vardı?
En son Melih'le bir mekana gitmiştik. Gerisini gram hatırlayamıyordum.
Sakinleşmeye çalışarak önce musluğu açtım ve hiç tereddüt etmeden başımı akan suyun altına soktum. Çok soğuktu ama şuan umurumda değildi. Bir an önce kendime gelip buradan çıkmam gerekiyordu.
Saçlarımı yıkadıktan hemen sonra hızlıca yüzümü de temizledim. Musluğu kapatıp elime iki havlu aldım biriyle yüzümü kuruttum diğerinide saçlarıma doladım.
İçli bir nefes verip tekrar odaya döndüğümde bu sefer yalnız olmadığımı fark ettim. Çünkü şuanda odanın ortasında bütün heybetiyle duran, Daren vardı.
Ben banyo kapısında öylece dikilirken Daren'in bakışları anında bana döndü. Ve gözlerimiz kesiştiği an tek yıpranmış kişinin ben olmadığımı fark ettim. O kadar yorgun o kadar bitkin bakıyordu ki bana. Benden bir farkı pek yoktu.
Yorgun bakışları yüzümde gezinirken onu umursamamaya çalışıp kaşlarımı çattım. Hesap sormam gereken bir andı.
"Her yerde karşıma çıkmak zorunda mısın sen?" Yavaş adımlarla ilerlemeye başladığım sırada ellerim saçlarımda olan havluya gitti. O an hissettiğim sinirle çıkarıp yatağın üzerine fırlattım.
Daren bu yaptığıma hiç bir tepki vermeden bana bakmaya devam etti. Bende ona inat göz temasını kesmemeye çalışıyordum ama zordu.
"Buna alışsan iyi olur." Tek bir mimik oynatmadan kurduğu cümleye karşılık olarak kaşlarımı biraz daha çattım.
"Alışmaya gerek var mı ki?"
"Bundan sonra göreceğin tek yüz olmayı planlıyorum. Alışıp alışmamak sana kalmış." Ukalalık yapması şuanda sinirlerime pek iyi gelmiyordu.
"Bazı planlar yolunda gitmeyebilir Yalçın." Soyismine vurgu yaparak konuştuğumda başını sol omzuna doğru yatırıp devamında gelecek olanı bekledi. "Yaptığın bu saçma planında yolunda gitmeyeceği gibi."
"O kadar emin olma." Diyip tek bir adım attığında dipdibe geldik. O tabi yine bana üstten üstten bakıyordu.
Çıplak olan ayaklarım, nemli bir şekilde yüzüme gözüme dağılmış olan saçlarım ve üst kısımları ıslak olan elbisem ile ne kadar ciddiye alınırdım bilmiyorum ama her türlü üste çıkmak için çaba gösterecektim.
"Asıl sen o kadar emin olma." Kolumu omzuna çokta sert olmayan bir şekilde çarpıp yatağın yanında olan komodine doğru yürüdüm. Ayakkabılarım oradaydı, hızlıca alıp giydim.
Odanın kapısına doğru yürüdüğüm sırada aklıma gelen bir soruyla durdum. "Melih nerede?" Omzumun üzerinden baktım Daren'e. Hala aynı yerinde arkası dönük bir şekilde duruyordu.
"Uyuyordur büyük ihtimalle." Alayla konuşup bana doğru döndü. Yani inşallah alay ediyordur benimle. Şuan Melih'in bu evde uyuduğu gerçeğini kabullenemeyebilirdim çünkü.
"Ne saçmalıyorsun sen?" Tahammülüm pek yoktu.
"Sen erkenden uyandın diye o da mı uyansın?" Yok cidden bu adam benimle dalga geçiyordu.
"Sorduğum sorulara bir kere de net cevap versen olmaz mı?"
"Seninle ne kadar çok konuşsam benim için o kadar iyi." Diyerek hafif tebessüm ettiğinde tepki vermeden odadan çıktım.
"Melih!" Koridor boyunca ilerlerken Melih'i arama çabalarımı da ihmal etmiyordum. En erken nasıl bulursam bizim için o kadar iyi olurdu. Zira Akın'ın dünden beri deliye dönmüş olma ihtimali pek de iç açıcı değildi.
Sanki normalde çok akıllı da.
Şimdilik bu düşünceleri bir kenara bırakıp gördüğüm her odaya destursuz bir şekilde daldım. "Melih neredesin?"
"Ayıp olmuyor mu?" Daren elleri cebinde peşimden gelirken bana bulaşmayı da eksik etmiyordu. Sağ olsun.
Yandan bir bakış atıp; "Melih!" Diye tekrardan bağırdığımda bu yaptığım daha çok hoşuna gitmiş gibi gülerek başını önüne eğdi.
Yüzünü dağıtma isteğimi bastırmak çok zordu bu yüzden de yapabileceğim tek şey yanından uzaklaşmaktı.
Koşar adım merdivenlere ilerleyip aynı hızla basamakları inmeye başladım. İnerken de bakışlarımla etrafı tarıyordum. Yoktu.
Aşağı katı da en hızlısından arayıp tüm köşelere baktım ama bırakın Melih'i bulmayı tek bir Allah'ın kuluna rastlamadım. Evde ölüm sessizliği vardı.
"Boşuna arama Lavin." Daren'in beni çileden çıkartan sesini duyunca sabır çeke çeke arkamı döndüm. Beyefendimiz merdiven basamaklarından süzülerek iniyordu resmen. "Evde senden benden başka kimse yok."
"Ne saçmalıyorsun sen?" Sınırdaydım artık. Fazla oluyordu.
"Demek istediğim hepsi bahçede." Elini salonun bitiminde olan balkon kapısına doğru kaldırdığında bakışlarımı o yöne çevirdim.
Sanırım benimle ciddi anlamda alay ediyordu. Yani beni sinirlendirmekten keyif aldığı çok açıktı. O yüzden de elinden gelen her şeyi yapıyordu maşallah. En ufak bir şeyi sakınmıyordu sağ olsun.
Daren'e arkamı dönüp salona doğru yürüdüğümde onunda benimle birlikte geldiğini anlamak zor değildi. Adımları çok yakınımda, benimle birlikte ilerliyordu.
"Uyuyor olabilirler. Sessiz olmalısın." Keyifle konuştuğunda duymazdan geldim söylediklerini.
Sürgülü olan kapıyı tutup olabildiğince sert bir şekilde kenara ittiğimde evin kocaman olan arka bahçesi karşıladı beni. Bakışlarım ilk önce ortada duran havuzun etrafında sonra da hemen arkasında duran yeşil alandaki oturma alanına kaydı.
Daha yakından bakmak için merdivenleri kullanarak bahçeye çıktım. Çokta aceleci olmayan adımlarla havuzu geçtiğimde oturma grubunda iki seksen yatan Melih'i gördüm ilk önce. Bu ağzımın iki karış açık kalmasına sebep olsada arkamdan gelen Daren'e çaktırmadan yürümeye devam ettim.
Yaklaştıkça diğer koltuklara yığılıp kalmış olan kişileri de görmüş oldum.
Melih'in ayak ucunda ki tekli koltukta iki büklüm yatan Özgür, onun hemen yanında ki geniş koltukta oturarak uyuyan Gülce ve Gülce'nin dizine uzanmış bir Kerem.
"Mülteci kampına dönmüş burası." İçimden geçeni dayanamayarak dile getirdiğimde Daren'den küçük bir kıkırtı duydum.
"Daha beter duruyorlar." Katılmak istemezdim ama cidden bu ne haldi?
Yatacak yer mi yoktu?
Tek sorun bu olsa keşke...
Diyerek beni kendime getiren iç sesime hak verdim. Asıl sorun Melih'in şuan burada rahat rahat uyumasıydı!
Melih'in olduğu koltuğun yanına yaklaşıp: "Melih," Dedim belki uyanır umuduyla. Ama Allah'tan kendilerinin uyuduğunda kış uykusuna yatan ayıya dönüştüğünü hatırlamam çokta uzun sürmedi. Yani umudumu çöpe attım direkt ve hemen Melih'in koluna yapıştım. "Melih uyan!" Sesimi hafif yükseltip kolunu sarstığımda yine tepki vermedi.
"Ah belim!" Aniden kopan gürültüyle hazırlıksız yakalanıp yerimden sıçradım ve gelen sese döndüm. Az önce küçücük koltuğa koca bedeniyle sığmaya çalışan Özgür, soğuk zeminle buluşmuştu. Kısacası yere yapışmıştı.
"Noluyor lan!" Kerem aniden Gülce'nin dizinden kalkıp ayakta hazır ola geçtiğinde ne olduğunu anlamaya çalışan Gülce de hala uykulu olan gözleriyle etrafa bakındı.
"Belim!" Özgür elini bel boşluğuna atıp yerde sızlanmaya devam ettiğinde ne yapacağımı bilemeyerek sadece boş boş yüzlerine baktım.
"Özgür kırık yoktur merak etme." Tüm bakışlar benim arkamda elleri cebinde durmuş olan Daren'i bulduğunda ortama kısa bir sessizlik çöktü.
Ta ki; "Anne!" Diye bağıran Özgür araya girene kadar.
"Abartma sende be!" Kerem kendine gelmiş olacak ki hızla yere eğilip yerde kıvranan Özgür'ü tek hamlede ayağa kaldırdı.
"Aa dik durabiliyorum!" Özgür şaşkınlık ve mutlulukla karışık olan yüz ifadesiyle etrafında dönmeye başladığında bakışlarımı onca gürültüye rağmen hala öküz gibi yatan Melih'e çevirdim. Çocukta ki rahatlığa bak ya!
"Melih!" Ben Melih'in kolunu daha da sıkı tutup sarstığımda uyanır sanmıştım. Ama malesef sadece yönünü değiştirmiş ve uyumaya devam etmişti. "Melih uyansana!" Tahammülüm kalmayınca koluna vurdum. Kıpırdamamıştı bile. "Melih-" Diyip tekrar sesleniyordum ki yanımda beliren Özgür elinde ki koca bir sürahi suyu Melih'in üzerine boşalttı. Ne olduğunu anlamadan iki adım geriye attım.
Melih yüzüne boşaltılan suyla birlikte yerinden fırladı. Derin derin nefesler alıp hızla etrafına bakındığında gözlerimiz kısa bir anlığına kesişti.
"Bak uğraşmaya gerek kalmadı." Özgür elinde ki sürahiyi oturma grubunun ortasında olan sehpanın üzerine bırakıp işlem tamam dercesine ellerini birbirine sürttü.
"Ne yapıyorsun lan sen!" Melih sinirle ayağa kalktığında hemen önüne geçip Özgür'e yaklaşmasını engelledim.
"Uyandırmasına yardımcı oldum." Diyip rahatça konuşan Özgür, Melih'i resmen tahrik ediyordu.
"Şimdi seni ebedi uykuna gönderirsem sana kim yardım edecek?" Melih yumruk yaptığı elleri ile Özgür'e doğru adımladığında ellerimi göğsüne yerleştirip çokta sert olmayan bir şekilde geriye ittim.
"Sakin olur musunuz?" Melih'in gözünün içine baktığımda ikiletmeden geri durdu.
Melih tüm dikkatini bana verip elini omzuma koydu. "Sen iyi misin?" Dediğinde onu onaylamak adına başımı salladım.
"Burada olmamalıydık biliyorsun değil mi?" Melih söylediğim şeye karşılık bakışlarını kısa bir anlığına benden çekip Özgür'lerin olduğu tarafa baktı.
"Sağ olsunlar yanına bile yaklaşmama izin vermediler. Az kalsın tuvalete bile birlikte gideceketik." Tekrar bana döndü. "En son burada oturuyorduk, Uyuyakalmışım. Özür dilerim." Daren bey ve arkadaşlarının muhteşem oyunları.
"Sorun değil." Bakışlarımı kaşları çatılmış bir şekilde bize bakan Daren'e çevirdim. "Misafirperverliğiniz için çok teşekkür ederiz. Ama bence artık gitme vakti geldi." Melih'e gidelim dercesine bir baş hareketi yaptığımda koltukta duran ceketini aldı. Ben ondan önce davranıp yürümeye başladığımda Melih de hemen arkamdan geldi.
"Lavin," Diyen Daren'in sesini duysam da duymamayı tercih ettim. Çünkü adım Lavin değildi buna hala alışamamış olması da onun sorunuydu.
Durmayacağımı ve cevap vermeyeceğimi anlayınca bu seferde; "Mira," Dedi ama ne demek. Öyle bir söyledi ki bu adı. İğrendiğini ses tonundan bile anlayabiliyordum. Çünkü Lavin derken ki ses tonu ve Mira derken ki ses tonu arasında dağlar kadar fark vardı.
Adımlarım yavaşlamış hatta durmuştu. Melih de hemen yanıma gelip benimle aynı hizada durdu. Başımı çevirip ona baktığımda o da bana baktı. Yapacak bir şey yok bakışı attığında mecburen omzumun üzerinden, arkamızda duran Daren'e çevirdim bakışlarımı.
"Hanım." Dedi ekleme yaparak "Mira Hanım." Diyerekte tamamen toparladı. "Birlikte kahvaltı etmeliyiz bence."
"Gerek yok." Dedim hiç düşünmeden. Tekrar önüme döndüm.
Yürümeye devam edeceğim sırada: "Bence çok gerek var." Diyerek tekrar konuştu Daren.
Sakinleşmek adına gözlerimi kapatıp açtığımda arkamda bir hareketlilik hissettim yinede dönüp bakmadım. Kim olduğuna anlamak çokta zor değildi sonuçta.
"Buyurun içeri geçelim." Daren çok geçmeden Melih ve benim dibimde belirdiğinde Melih kolumu tutup beni kendine doğru çekti.
"Şansını zorlama!" Dişlerini sıkarak konuşup Daren'e öldürücü bakışlar atan Melih pekte ciddiye alınmıyordu.
"Kahvaltı edelim dedim alt tarafı. Niye bu kadar sinirlendirdim ki sizi. Biz ortak değil miydik?" Daren'in sözlerine karşılık Melih'in koluna hafifçe dokunup bana bakmasını sağladım.
"Madem bu kadar ısrar ediyorlar. Daveti geri çevirmeyelim, Melih." Dediğimde Melih kısa bir an duraksadı. Teklifi kabul etmemi beklemiyordu. Ama yapacak bir şey yoktu. Daren'in oynadığı oyunlara ancak ayak uydurarak galip gelirdik.
☆☆☆
Gülce elinde tuttuğu siyah eşofman ve beyaz tişört ile Melih'in olduğu misafir odasına doğru ilerledi. Malum Özgür ona güzel bir duş aldırmıştı. Ama bu duş kıyafetleri üzerinde iken olunca pekte iyi sonuçlar çıkmadı ortaya.
Lavin ve Melih kahvaltıya kalacaklardı. Ve ikisi de o halde rahat edemezdi. Bu yüzden de Daren Gülce'nin onlara bir kaç parça kıyafet götürmesini rica etmişti.
Gülce oflaya oflaya Melih'in olduğu odanın kapısına geldiğinde tuttuğu kıyafetleri tek eline alıp önünde duran kapıyı iki kere tıklattı. İçerinden ses gelmeyince bir kere daha şansını denedi ama yine bir komut alamadı.
"Hizmet ettiğim yetmiyor bir de bu öküze nezaket göstermeye çalışıyorum. Başlarım böyle işe!" Gülce sinirle odaya daldığında odanın içine en hızlısından bir göz gezdirdi. Kimse yoktu.
"Sabır!" odadan geri çıkmak için arkasını döndüğünde içeride olan banyonun kapısı açıldı.
Melih üst kısmı çıplak bir şekilde odaya girdiğinde karşısında Gülce'yi görmeyi beklemiyordu. Bu yüzden anında kaşları çatıldı.
Gülce de böyle bir şey beklemediği için elinde ki kıyafetleri yatağın üstüne fırlatıp elleri ile gözlerini kapattı. İçinden kendine sövmeyi de ihmal etmiyordu tabii.
"Kusura bakma ben ses gelmeyince," Gülce ışık hızıyla kendini açıklamaya başladığında Melih hala öylece duruyordu. "Ben sen ses vermeyince odaya girdim." Diye devam etti Gülce. "Kıyafet," tek elini gözünden çekip yatağı işaret etti. "Kıyafet getirdim."
Cümleleri kekeleyerek söylemesi ve telaşlanması Melih'i istemsiz bir şekilde gülümsetmişti.
"Dilin tutuldu değil mi?" Melih kollarını göğsünde bağlayıp kapıya yaslandı. Memnuniyetle sırtımayı da ihmal etmiyordu tabi.
Gülce duyduğu şeyin saçmalığına sinirlenip hızla gözlerini açtı "Ne saçmalıyorsun sen be?" Diyip elini Melih'e doğru salladığı sırada bakışmak durumunda kaldığı katları görünce bir anlığına bocaladı.
Melih'in bu kadar kası var mıydı ya?
Düşüncesi anlık bir şekilde geçip gittiğinde hızla bakışlarını kaçırıp elini indirdi. Tabi bu Melih'in gözünden hiç kaçar mıydı?
"Çaktırmadan bakmaya çalışmana gerek yok yer fıstığı." Anlaşılan Gülce'nin bu hallerinden baya keyif alıyordu.
"Kapa çeneni!" Gülce yanaklarının kızarmaya başladığını hissettiği an kapıya doğru yöneldi ama Melih direkt önüne geçip çıkmasına engel oldu.
"Bakayım bir sana." Dedi Melih. Gayet memnun duruyordu olduğu durumdan. Ama Gülce için aynı şey söylenemezdi.
"Çekil." Gülce bir adım daha atmayı denediğinde Melih tekrar önüne geçti.
"Yer fıstığı domatese dönmeye başladı." Gülce duyduğu şeyle anında başını kaldırıp Melih'e baktı.
"Saçma-"
"Gülce!" Diyerek odaya doğru gelen Özgür'ün sesi duyulunca Gülce elini alnına atıp bilmem kaçıncı sabrını çekti.
"Bir bu eksikti." Gülce önünde duran Melih'i kenara çekip hızla açık bıraktığı kapıyı kapattı.
Melih yine şakaya vurdu. "Bu kadar hızlı beklemiyordum." İki elini alkış çalmak için havaya kaldırıp beğeni dolu bakışlar attı. "Şaşırtıcı ama güzel." Alkış çalmaya hazırlanıyordu ki Gülce'nin dudakları üzerine kapanan eliyle duraksadı.
"O kırılasıca çeneni kapat!" Dedi sessiz ama bir o kadar da sert çıkan sesiyle.
Odaya yaklaşan adım sesleriyle daha da endişeleniyordu Gülce. Özgür Gülce ve Melih'i burada, bu şekilde görürse Melih'in ölüm fermanı olabilirdi. Çünkü çok da doğru anlaşılacak bir konumda değillerdi.
Özgür de her şeyi yanlış anlayan bir kişilik olduğu için açıklama kaldıracak bir bünyede değildi.
"Gülce saklambaç mı oynuyoruz?" Diyen Özgür'ün sabırsız sesi çok yakından gelince Gülce hemen elini Melih'in ağzından çekip koluna yapıştı ve olabilecek en normal şeyi yaptı.
Tuttuğu kolundan çekiştirerek odanın banyosuna sürükledi. Melih bu durumdan hoşnut olduğu için pekte takmadı. Gülce'nin arkasından itaatkar bir şekilde ilerledi.
Banyoya girer girmez kapıyı kapatan Gülce arkasından kilitlemeyi de unutmadı.
"Yani," Melih pekte memnun olmayan bir şekilde banyonun içine göz gezdirdi. "Banyo da iş görür. Yatak olsa daha raha-" Gülce duyduğu şeylere karşılık Melih'in koluna kendince sert bir yumruk attı. Melih sinek ısırığı kadar bile etki etmeyen yumruğa verebileceği en abartılı tepkisini verip eliyle kolunu tuttu ve kıvranmaya başladı. "Ama bu kadar da sert sevmez ki insan!" Gülce'nin utançtan ve duyduğu öfkeden dolayı yüzü kızarmıştı. Ne diyeceğini artık pek kestiremiyordu. Çünkü zaten ne derse desin Melih onu ciddiye almıyordu. Bu yüzden de pes edip kulağını kapıya doğru yasladı.
"Sessiz ol!" Diyerek Melih'e uyarıda bulunmayı da ihmal etmemişti.
Gülce Özgür'ün adım seslerini artık çok daha yakından duymaya başladığında içinden sayısız dua ediyordu.
"Gülce!" Sabahtan beri Gülce'nin adını sayıklamaya devam eden Özgür'ün sesi açılan oda kapısıyla içeri dolunca Gülce yerinden sıçradı.
"Bittik!" Diyerek başını umutsuzca iki yana salladı.
Melih yüzünde ki gülümsemeyi sildi ve Gülce'nin arkasına geçip kapıyı dinlemeye çalıştı.
Gülce Özgür'ün çıkmasını sabırsızlıkla bekliyordu ama Melih için aynı şey söylenemezdi. Çünkü şuan da daha önce hiç karşılaşmadığı bir kokunun etkisine kapılmakla meşguldü.
Gülce her hareket ettiğinde saçları Melih'in yüzüne çarpıyordu ve Melih bu durumdan hiç şikayetçi değildi. Hatta öyle güzel bulmuştu ki Gülce'nin kokusunu, şuan buradan çıkmanın ona eziyet falan olacağını düşünüyordu.
Sert bir şekilde kapanan kapı sesiyle kapatmış olduğu gözlerini hızla açtı Melih. Kendine gelme zamanıydı.
Gülce rahat bir nefes alıp geriye döndüğünde arkasında olan Melih'in varlığından habersizdi. Bu yüzden de döner dönmez Melih ile burun buruna gelmişti.
Böyle bir şey olacağını kesitiremedikleri için ikiside bocaladı tabii. Ne yapacaklarını bilemez bir şekilde öylece beklediler.
Melih ilk defa Gülce'ye bu kadar yakın olmanın verdiği cesaretle yüzünün her detayını incelemişti. Gülce ise tam tersine utanmış Melih'e bakmamak içinde büyük bir çaba sarf etmişti.
Yer fıstığı her zaman böyle güzel miydi? Diye düşündü Melih. İlk defa Gülce'ye bu kadar yakından bakmıştı ve bu da -tuhaf bir şekilde- içinde anlamsız duygulara yer açmıştı.
Bu zamana kadar pek çok kadınla vakit geçirmişti ama gerçek bir aşka inanmadığı için her zaman kaçmıştı. Hiç kimseyle uzun bir birliktelik de geçirmemişti hayatı boyunca. Kimseye saf duygularla bağlanmamıştı.
Bu yersiz yersiz ortaya çıkan saçma duygularda neyin nesi? Diye düşündü kendi kendine. Niye bu kadar iyi hissediyordu? Kalbi neden kıpır kıpır oluyordu?
Melih'in geri çekilmeyeceğini fark eden Gülce anında kendine gelip ne yaptığı sorguladı kısa bir süre. Bu konumda olmaları çok yanlıştı.
Hızla iki elini Melih'in göğsüne yerleştirip geriye doğru itti.
"Sen," Dedi ama sesi titremişti. Heyecandandı. O öfkeden olmasını daha çok isterdi oysa. "Bir daha sakın bana yaklaşma." Gülce bakışlarını kaçırıp hızla banyo kapısını açtı ve hiç bir şey demeden çıkıp gitti.
Melih, Gülce'nin arkasından bakakaldığı sırada ne yaşadığını çözemedi kısa bir süre. Tuhaf hissetmesine rağmen hissettiği heyecanı da inkar edemedi tabii. Dudaklarında asılı kalan gülümsemede bunun kanıtı sayılıyordu. Hoşuna gitmişti.
☆☆☆
Gülce'nin benim için getirdiği mavi kotu ve uzun kollu krem badiyi üstüme giyip saçlarımı sırtıma attım.
Şuan yüzüm ne haldeydi bilinmez ama pek umurumda değildi artık. Yeterince rezillik yaşanmıştı, tipimi düşünmeye zamanım yoktu.
Şu Daren'in ısrarla etmemi istediği kahvaltıyı edip defolmak istiyordum buradan. Mümkünse tabii.
Son olarak da verilen beyaz sporları giyip hiç vakit kaybetmeden odadan çıktım. Koridorda ilerlerken az ileride olan bir diğer odanın kapısı açıldı. İçerinden çıkan kişi de Melih'di.
Salak salak sırıtan yüzüyle karşılaştığımda kaşlarımı çattım. Bunun bu hali neydi?
"Melih." Adımlarımı hızlandırıp hemen yanında durdum.
Yüzünde ki şapşal gülümseme ile bana döndü anında. "Hı?" Dedi kendinden geçmiş bir şekilde.
"Ne oldu sana bu halin ne?" Dediğimde kısa bir an duraksadı ve yüzünde ki gülümsemenin yeni farkına varmış gibi anında ifadesini değiştirdi.
"Hiç!" Dedi bir anda. "Öylesine."
"Salak salak sırıtıyordun az önce." Kollarımı birbirine dolayıp göğsümde topladım. "Hayırdır?" Diyip göz kırptığımda bir şey yok dercesine omuzlarını kaldırıp indirdi. Pek inanmamıştım ama yinede şuan uzatacak zamanım yoktu. O yüzden de bu fikri şimdilik geri plana attım. "Seninle sonra görüşeceğiz." Diyip yine imayla baktığımda hızla başını sallayıp gülümsedi.
"Hay hay, her zaman!" Diyerek kolunu bana doğru uzattığında bende küçük bir tebessümle hızla koluna girdim. Birlikte aşağı kata inmek için merdivenlere yöneldik.
"Sordurttum ama pek bir şey çıkmadı." Merdivenlerin hemen uç kısımda konuşan Kerem ve Daren'i görünce adımlarım yavaşladı. "Sanki bir anda yok oldu. Hiç bir şey anlamadım." Neyden bahsettiklerini anlamak için konuşmanın geri kalanını bekledim.
"Kamera falan yokmuymuş etrafta?" Diye soran Daren'in sesi ilişti kulağıma. Artık ilerlemeyi bırakıp durunca Melih de ne yaptığımı anlayıp bana ayak uydurdu.
"Hepsini kontrol ettik ama birinde bile görünmüyor." Dedi Kerem umutsuzca. Tam bu andan sonra kafama yatmıştı bir şeyler. Sanırım düşündüğüm şeyden bahsediyorlardı.
Hilal'den
Biz merdivenin başında Melih'le öylece dururken Daren bir anda bakışlarını bize çevirdi.
İlk önce bana sonrada yanımda duran Melih'e baktı ama en sonunda yine bende durdu gözleri.
Bir şey duyup duymadığımızı çözmek ister gibi yüzümü incelediğinde hiç beklemeden aşağıya indim. Melih de hemen arkamdan beni takip ediyordu.
"Kahvaltı hazırsa geçelim artık. Bizimde yapmamız gereken işler var." Bozuntuya vermeden başka bir konu açtığımda Daren kısa bir süre sadece yüzüme baktı. En ufak bir şey okunmuyordu gözlerinden. Bu sinirlerimi bozsa da belli etmedim.
Göz temasını kesen ilk kişi olup aceleci olmayan adımlarla salona doğru yürüdüm. Melih yine hiç beklemeden beni takip etmişti.
İkimiz birlikte salonun ortasına kurulmuş olan koca masanın önünde durduk. Her şey çok özenle hazırlanmıştı anlaşılan.
"Gelebilirsiniz." Diyen Kerem'in sesini duyunca sandalyelerden birini çekip oturdum. Benden hemen sonra Melih de yanımda ki sandalyeye kuruldu.
Daren baş köşedeki yerine geçerken Kerem de benim karşımda olan sandalyeye oturdu.
"Gülce ve Özgür nerede?" Diyerek sessizliği bozan Daren'e doğru döndü Kerem. Cevap vermek için hazırlanmıştı ki buna pek gerek kalmadı.
"Üstüne başına bak ya!" Diyerek söylene söylene salona giren Gülce'nin hemen ardından üstü başı un içinde kalmış olan Özgür de geldi.
"Pankek yaptım işte ne var bunda!" Özgür sitemle konuşup surat astığında Gülce elinde ki tabağı masaya bıraktı.
"Kusura bakma ama bu pankekten başka her şeye benziyor." Gülce'nin cevabına karşılık merakla başımı öne doğru uzattım ve tabağın içinde yanmış vaziyette olan şeylere baktım. Şey diye hitap etmek zorunda kaldım çünkü buna ne denirdi pek fikrim yok.
"Size de yaranamıyorum ha!" Diyen Özgür yazıklar olsun bakışını da atıp sertçe çektiği sandalyesine oturdu.
Gülce bu yaptığına gülecek gibi olduğunda bakışları yanımda oturan Melih'e değdi ve anında yüz ifadesi değişti.
Boğazını temizler gibi yapıp o da Özgür'ün yanında ki sandalyeye oturduğunda bakışlarımı Melih'e çevirdim. O da şuan da Gülce'ye bakıyordu hemde yüzünde tatlı bir tebessüm ile.
Bunun sebebini deli gibi merak etsemde şimdilik boş vermek zorunda kaldım.
"Afiyet olsun." Daren herkesin kahvaltıya başlaması için araya girdiğinde Özgür herkesten önce davranıp tabağına bir şeyler doldurmaya başladı.
Bu haline gülümseyerek başımı önüme eğdim. Bu halleri bana eskiyi hatırlatıyordu. Ve ister istemez bu hallerini özlediğimi fark etmiştim. Şuan da olduğumuz kalabalık masa bana o kadar sıcak şeyler hissettiriyordu ki. Huzur vardı sanki, mutluluk vardı, yıllardır bulamadığım aile vardı. Olmamalıydı.
Bunlar fazlaydı. Bana ve yaşadıklarıma da ihanetti. Bu yüzden de burada ne için olduğumu unutmamam gerekiyordu. Unutursam Mira bir kez daha kaybederdi, biliyordum.
Yüzümde ki gülümseme aklımdan geçirdiğim düşünceler ile anında solarken Melih elini omzuma koyup ona bakmamı sağladı.
Bir sorun mu var? Bakışına karşılık gülümsediğimde o da küçük bir tebessümle önüne döndü.
Kahvaltı etmeyi bırakalı çok uzun zaman olmuştu ve açıkçası şuan da da canım istemiyordu. Bu yüzden hızla masayı taradım. Aradığım şey bir fincan kahveydi sadece.
Malesef istediğimi bulamayınca bakışlarımı Gülce'ye çevirdim. "Kahveyi kimden isteyebilirim?" Dediğimde Gülce didikleyip durduğu peynir parçasından bakışlarını kaldırıp bana baktı.
İlk başta ona soru sormama şaşırmış olmalı ki cevap veremedi. Ama hemen sonrada memnuniyetle gülümseyip hızla yerinden kalktı. "Ben getiriririm sana." Gülce mutluluktan ne yapacağını bilemiyor gibi görünüyordu. Bunu da mutluluk hormonu salgılayarak mutfağa koşuşundan net olarak anlayabiliyordum.
Onunla konuşmama çok sevinmiş olmalıydı. Bu kadar sevindiğini görmek ve uzun zaman sonra normal bir diyalog kurmak bana da eskiden gelen bir samimiyeti hatırlattı.
Önceden kız kardeşim dediğim insana bu kadar yabancı davranmak. Ne bileyim, çok tuhaftı işte. Hem zoruma gidiyordu hemde yapmam gereken şeyin bu olduğunu biliyordum. Belki de zoruma giden de buydu.
Böyle davranmak zorunda kalmak..
Gülce elinde ki kupa bardağını önüme bıraktığında düşündüğüm her şey anında dağıldı.
Kafamı çevirip teşekkür etmek istedim ama onu bile o an yapamadım. Yüzüne baksam yine merhametim devreye girer diye korktum. Çünkü biliyorum, Gülce şuan da tekrardan onunla konuşmam için gülümseyerek bekliyordu. Ama yapamazdım.
Kafamı kaldırmadan "Teşekkür ederim." Dediğimde bir süre Gülce yanımdan hareket etmedi. Kırılmıştı anlaşılan. Kerem'in Gülce'ye teselli eder gibi bakmasından bunu anlıyordum.
Az önce ki neşesinin aksine; omuzları ve yüzü düşmüş bir Gülce gördüm. Üzülmek istedim ama bunu da yapamazdım.
Gülce yanımdan uzaklaşıp tekrar yerine oturduğunda ona bakmamak için çaba sarf ettim. Göz teması bile kurmak istemiyordum. Bu şuan da bana hiç yardımcı olmazdı.
Aradan dakikalar geçmiş ve şuana kadarda kimse tek kelime etmemişti. Masaya büyük bir sessizlik hakimdi. Herkes önünde duran tabağa bir şeyler alıp sadece didiklemekle uğraşıyordu. Tabi ben sadece kahvemi içtiğim için böyle bir derdim çok şükür ki yoktu.
"Kahvaltı da ettiğimize göre," Melih tabağının yanında duran peçete ile dudaklarını silerken ben dahil herkes ona baktı. "Bize müsade." Sandalysesini geriye doğru itip ayağa kalktı.
"Ne bu acele?" Daren ifadesiz bakışlarla Melih'e baktığında Melih sakinliğini korumaya çalışır gibi derin bir nefes aldı ilk önce.
"Oyunların daha bitmedi mi, Yalçın?"
"Oyun yok." Daren bunu söyler söylemez Melih sinirden olsa gerek anında gülmeye başladı.
Yine de bunu duymamış gibi yapmayı tercih edip bana doğru döndü. "Mira, gidiyoruz." Dediğinde başımı olumlu anlamda sallayıp bende ayağa kalktım.
"Her şey için teşekkürler." Yüzümde ki ciddiyet yerli yerinde dururken Melih'in yanına geçtim.
Daren ayağa kalktığında Kerem, Özgür ve Gülce de anında ayaklandı.
Melih'le birlikte dış kapıya doğru yürüdüğümüz sırada Daren'ler de arkamızdan senkronize bir şekilde ilerliyordu.
Yine hep beraber bahçeye çıktığımızda kapının önünde Melih'in arabasını gördüm.
Tabii ki de uzun bir vedalaşma yapmayacaktım. Bu yüzden de hepsine kısa bir baş selamı verip yolcu kapısını açtım. Melih o sırada Daren'in kulağına eğilip bir şeyler söylemişti ama duymam imkansızdı.
"Bir daha karşıma bu tür şeyler için gelme, Yalçın." Kollarını iki yana açıp geri geri yürümeye başladı Melih. "Bu sana son uyarım."
Melih arabaya doğru gelirken ne olduğunu anlayamadığım bir şekilde anında durdu. Bakışları malikanenin girişinde kalmıştı.
Ve o an dudaklarından tek bir kelimenin döküldüğünü duydum.
"Siktir!"
Herkesin aynı yöne baktığını görünce bende hızlıca Melih'in yanına geçtim. Neye baktıklarını görmek için başımı çevirdiğimde ise benimde söylediğim tek bir şey oldu.
"Cidden ha siktir!"
Akın buradaydı.
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Hiranur Uzun / Ruhların Düğümü / [44. BÖLÜM]: GEÇMİŞE ÖZLEM](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/hiranur-uzun-ruhlarin-dugumu.webp)
| 10.62k Okunma |
1.12k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |