
Okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.
YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN...☆☆
"Ev doğduğun yer değildir. Ev, bütün kaçma çabalarının bittiği yerdir..."
||Necip Mahfuz
"YEMİN"
Şuan ne düşüneceğimi, ne yapacağımı ya da nasıl bir tepki vereceğimi hiç kestiremiyordum. Çünkü birazdan neler olacağını bilmek sanırım beni korkutuyordu.
Akın buradaydı ve bu ciddi bir sorundu.
Dünden beri bizden haber alamamanın onu ne kadar sinirlendirdiğini tahmin etmek zor değildi.
Eminim ki şuan da bizi burada bu konumda görmesi de sinirlerini kat ve kat arttırmıştır.
Kısacası sıçtık! Uzatmasan mı?
İç sesim her zaman ki gibi yine kısa ve öz konuşmayı ihmal etmemişti. Yine haklıydı.
Hissettiğim korku ve endişeyi yüz ifademe yansıtmamaya gayret ederek bakışlarımı yanımda duran Melih'e çevirdim. O da aynı anda bana bakınca aramızda kısa bir bakışma yaşandı.
Akın indiği arabasının kapısını sert bir şekilde kapatıp bize doğru ilerlediğinde başımı dikleştirdim.
Aramızda yaklaşık beş adımlık bir mesafe bırakarak karşımızda durduğunda dudaklarına pekte samimi olmayan bir gülümseme bulaştı. "Herkes toplanmış." Bana bir an olsun bakmadan ilk önce yanımda duran Melih'e çevirdi gözlerini. Daha sonra da arkamızda dizilmiş olan dörtlüye baktı. "Beni çağırmadığınız için ne kadar üzüldüm anlatamam." Tekrar Melih'e baktı. "Özellikle de bu daveti senin yapmaman." Gülümsemesi derinleşip küçük bir kahkahaya dönüştüğünde başını önüne eğdi. Keyiften değil sinirden gülüyordu.
Saniyeler geçtiğinde tekrardan başını kaldırıp yine Melih'e dikti gözlerini. Ama bu sefer o sahte gülümsemesi bile yoktu. Kaşları çatılmış oldukça da sert bakıyordu.
"Cık cık cık." Diyerek yaptığımızı onaylamayan bir ses çıkarttığında kimse tek kelime etmeden sadece dinledi. "Bu olmadı, Melih."
Gözlerinde yanan ateşi ve hala da harlanmaya devam ettiğini fark edince sinirinin çoğunu Melih'e yükleyeceğini anladım. Buna izin veremezdim.
Hiç düşünmeden öne doğru bir kaç adım attığımda aramızda artık çok az bir mesafe kalmıştı.
"Akın, hiç bir şey düşündüğün gibi değil." Dediğimde bakışlarını Melih'in üzerinden çekmedi. "Her şeyin mantıklı bir açıklaması var."
"Mantık?" Duydukları ona aşırı saçma geliyormuş gibi yüzünü ekşitti. "Ve açıklama, öyle mi?"
"Mira!" Omzumun üzerinden Melih'e doğru baktığımda konuşmamı onaylamadığını belli ederek başını iki yana salladı. Suçu kendi üstüne alacaktı biliyorum ama burada ki tek suçsuz insan oydu. Bunu da çok iyi biliyordum.
"Misafirliğiniz bittiyse evimize gidelim, hayatım." Akın'ın eli elimi kavradığında irkilerek hızla ona döndüm. Gülümseyerek bana bakıyordu.
Düşünme ihtiyacı bile hissedemeden başımı aşağı yukarı sallayarak onu onayladım. O da hiç bir şey deme gereği duymadan aceleyle arabasına yöneldi. Bende arkasından sürükleniyor gibi bir şeydim.
"Akın!" Dakiklar sonra Daren'in sesini duyduğumda kalbime yine bir sızı saplandı.
Akın Daren'i duyar duymaz adımlarını durdurunca bende durmak zorunda kaldım.
"Konuşmaman senin yararına olur, Yalçın!" Akın'ın sesi öyle sert öyle gür çıkmıştı ki bir anlığına titrediğimi hissettim. Boşluğuma gelmişti. "Çünkü inan bana yapmak istediklerimi bilsen nefes almaya bile korkardın." Tehditini açık açık dile getirmekten çekinmemesi beni şaşırtmıştı. Çünkü Daren'in karşısında ne kadar sinirlenirse sinirlensin açık vermezdi. Şuan da bu kuralını çiğnediğine göre gerçekten susmak en iyi seçenekti.
Tabi ki de bu Daren'in umurunda olmamıştı. Hatta duymak bile komik gelmiş olmalıydı ki şuan gülüyordu.
Akın'ın elimin üzerinde olan baskısı artınca kendini gerçekten de zor zapt ettiğini anlamıştım.
"Hanzade, sen ne zaman büyüyeceksin?" Deme işte deme onu.
Akın anında arkasını dönüp beni de fırlatırcasına arkasına aldığında Melih'in bana doğru bir adım attığını fark ettim. Ama o da kendini durdurmak zorunda kalarak sadece ellerini yumruk yaptı.
"Kes sesini!" Akın'ın ilk defa bu kadar sinirlendiğini ve ilk defa kendini kontrol edemediğini görüyordum. "Konuşmaya devam edersen arkanda duran evi, sen ve yanında duran yancılarınla birlikte ateşe veririm."
Duyduğum şeyle birlikte gözlerim fal taşı gibi açıldı.
Evi ateşe vermek mi?
Gözümün önüne anlık düşen görüntüler ve feryatlar ile başımın döndüğünü hissedip Akın'ın koluna tutundum.
Yanan bir ev ve içinde olan canlar...
Daren tek kelime etmeden yavaş adımlarla bize doğru ilerlediğinde iğrenerek baktım yüzüne. Lanet olası gerçek yine gün yüzüne çıkmıştı.
Melih'in yanından geçip ben ve Akın arasında çok kısa bir mesafe bırakarak karşımızda durdu.
"Şaşırmam." Dediğinde sesinde anlamsız bir ima sezdim. "Sonuçta en iyi bildiğin şey o, değil mi?" Ne?
Akın'ın koluna tutunan elim yavaşça gevşeyip düştüğünde artık tutunacak hiç bir şeyim yoktu. Tıpkı bu zamana kadar olduğu gibi. Yine tektim.
Bakışlarımı Akın'a çevirdiğimde onun sadece Daren'e baktığını gördüm. Gözleriyle iletişim kuruyorlardı sanki.
En sonunda kendimi toparlayıp bir kaç adım attım ve Akın'ın arkasından çıkıp ikisini de tam karşıma alarak yanlarında durdum.
"Ne saçmalıyorsunuz siz?" Bu cümleyi kurmakta bile o kadar zorlanmıştım ki anlatamazdım.
"Mira arabaya geç!" Akın'ın kısık ama bir o kadar da sert çıkan sesini umursamadan hareketsiz kaldım. Bunu fark eden Akın da hemen bana dönüp "Sana arabaya geç dedim!" Akın bu sefer bağırıp koluma uzandığında Daren ondan önce davranıp elimden tuttu ve beni arkasına aldı.
"Bir daha o sesini yükseltirsen," Akın ilk önce Daren'in tuttuğu elime daha sonrada bana baktı.
"Ne yaparsın?" Dedi bakışlarını benden çekmeden. O an neden hala Daren'in elimi tutmasına izin verdiğimi anlamamıştım.
"Az önce söylediklerini sana uygularım Hanzade. Ama tek bir farkla." yine yangın konusuna geçiş yaptığında tüm vücuduma bir titreme yayıldı ve o an Daren'in elimi daha sıkı tuttuğunu fark ettim. "O yangında yanacak tek kişi sen olursun."
Akın'ın bakışlarına daha fazla dayanamayıp hızlıca elimi Daren'in elinden kurtardım ve hemen geri çekildim.
"Yetti bu saçmalığınız!" Dediğimde ortama ölüm sessizliği çöktü. Belki dakikalar geçti ama tek bir kişi bile ağzını açıp konuşmadı. Nefes sesleri bile zor duyuluyordu. "Gidiyorum ben siz ne halt ederseniz edin!" Diyip Melih'in arabasına doğru aceleci adımlarla ilerlediğimde Melih de hiç beklemeden yanıma geldi.
"Bu konu burada kapanmadı, Yalçın!" Diyen Akın'ı umursamadan yolcu koltuğuna bindiğimde Melih de şoför koltuğuna geçti.
"Bir an önce gidelim buradan." Derin derin nefesler alıp verdiğimde elim boynuma gitti. Kafayı yemek üzereydim.
Yine gerçekleri gün yüzüne çıkarıp etrafını sisle kaplamışlardı ve ben hiç bir şeye ulaşamamıştım. Yetmezmiş gibi birde daha da bulanmıştı her şey. Lanet olsun gerçekten.
Ne oyunlar dönüyordu bilmiyorum ama öğrenmek için de artık beklemeyecektim. Buraya kadardı. Bugün burada o sisler yolumu ne kadar kapatmış olursa olsun ben vazgeçmeyecektim.
Ne için buralara kadar geldiğimi ne için kendimi ve geleceğimi feda ettiğimi de asla unutmayacaktım. Asla.
🕸
Eve gelir gelmez odama çıkmış hızlıca bir duş almıştım. Şimdide yatağımda uzanmış, bana elma soyarak günün kritiğini yapan Melih'e bakıyordum. Bu çocuk her koşulda nasıl böyle sakindi gerçekten merak ediyordum.
"Daha iyi misin?" Melih'i onaylamak için başımı salladığımda elime soyduğu elmayı uzattı. İlk önce elmaya sonra da ona baktım.
"Melih ciddi olamazsın?" Dediğimde ne yaptım ki bakışları atarak elinde kalan elmayı ben almayınca kendi ağzına attı. "Güzel mi bari?"
Ağzı dolu doluydu ama bunu pek takmadı. "Hemde nasıl! Kütür kütür." Sesi boğuk çıkınca istemsizce gülümsedim. "Yemeyeceğine emin misin?" Diyip tekrar bir parça elmayı bana uzattığında gülmeye devam ederek elinden aldım.
Bir ısırık aldığımda gerçekten kütür kütür ve taze olması hoşuma gitmişti bu yüzden de gülümsemem derinleşti.
"Güzelmiş güzelmiş de biz harbiden ne bok yiyeceğiz. Bir fikrin var mı?" Dediğim an Melih elinde ki elmayı anında önünde duran tabağın içine bıraktı. Bu sırada da zehir ettin dercesine yüzüme bakmayı da es geçmedi tabi.
"İki keyif yapacağız şurada ya!" Tabağı yatağın yanında duran komodine bırakıp yatak başlığına yaslandı. "Boğazımıza dizildi."
"Emin ol Akın geldiğinde boğazına dizilen elmayı çok arayacaksın." Diyip bende onun gibi sırtımı yatak başlığına yasladım. "Akın'ın laflarına tercih ederim şahsen." Kaşlarımı sence der gibi kaldırıp Melih'e baktığımda hemen başını salladı.
"Kesinlikle!"
Bakışlarımı tavana çevirip sıkıntılı bir nefes verdim. "Kafam hiç bir şeyi almıyor artık." Dediğimde Melih tepkisiz kaldı. "Ne doğru ne yalnış anlam veremiyorum ben." Melih yine tepki vermedi. Bu konulara gelince hep susmayı tercih ediyordu ve ben sebebini anlayamıyordum. Her şeye yorum yapan insan niye bu konuda edecek tek kelime bulamıyordu?
Üstelik bu işin içinde olanlardan biride oyken.
"Melih," başımı Melih'den yana çevirdiğimde onun sadece karşıya baktığını gördüm. "Akın'ın bana anlattığı eksik bir şey mi var?"
Hemen bana döndü bakışları.
"Nereden çıkardın bunu?" Bunu duymayı beklemiyordu anlaşılan.
Bende bunu sormayı beklemiyordum gerçi. Çünkü beş yıldır bu konular hiç açılmadı. O kadar kabullenmiştim ki gerçekleri, sorgulamak istemedim hiç. Ya da belki de zoruma giden şeyleri tekrar tekrar dinlemek istemedim. Bilemiyorum.
"Akın ve onun konuşması," Tekrar tavana baktım ve kısa bir süre sustum. "Bilemiyorum, kafam çok karıştı." Dediğimde Melih bir anda yerinde doğruldu. Bana doğru dönüp bağdaş kurarak oturdu.
"Mira," derin bir nefes aldı. "Daren'in aklını karıştırmasına izin verme." Daren'le aralarında bilmediğim bir sorun vardı ve Melih onun adını bile anmak istemiyor gibi duruyordu. "Onun istediği bu zaten. Ona istediğini verme."
"Ona inandığımı söylemedim, Melih. Sadece düşünüyorum. Artık neye inanacağım şaşırdım çünkü. Anlıyor musun?"
"Ne önemi var?" Melih aniden çıkış yapıp hafif sesini yükselttiğinde ne olduğunu anlamayarak kaşlarımı çattım. "Beş yıl önce yolunu seçtin mi seçtin. Şimdide o yoldasın ve geri adım atma gibi bir şansın yok." Dediklerine şaşırsam da belli etmemeye çalıştım.
"Hatırlattığın için sağ ol, Melih." Dediğimde Melih sanki kurduğu cümlelerin yeni farkına varmış gibi bocaladı.
"Mira ben," Ne diyeceğini bilemez gibi sustu bir süre. "Ben öyle demek istemedim gerçekten." Dediğinde samimi olmayan bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.
"Yalnış bir şey söylemedin."
"Hayır hayır! Öyle dememeliydim, Allah kahretsin!" Sakinleşmek istercesine ellerini saçlarına daldırıp karıştırdı. "Yemin ederim öyle demek-"
Cümlesini bitirmesine izin vermeden araya girdim. "Melih biraz uyumak istiyorum."
Melih daha fazla konuşmadan sadece başını salladı ve aceleyle odadan çıkıp gitti.
Ona bunları söylediği için kırgın değildim. Haklıydı. Ben bu yolu kendim seçmiştim. Ama bir gerçek vardı ki kabullenmek çok zordu. Seçtiğim yol benim isteğimden kaynaklı değildi. Zorunluluktu.
Sürekli bu yolu seçtin deniyordu sanki başka bir seçenek sunmuşlarda ben reddetmişim gibi. Zoruma giden tek şeyde buydu zaten.
🕸
"Akın bir sakin olsana!" Melih'in sesini duyar duymaz elimde olan kahveden bir yudum aldım.
Bende nerde kaldı diyordum. Beyefendimiz saatlerdir zor dayanmıştı anlaşılan. Gecenin bu saatine bırakmayı tercih etmişti yüzleşme işini. Can sıkıcıydı.
"Akın sana diyorum!" Melih'in sesi daha yakından geldiği sırada odamın kapısı aniden açıldı. Ama ben bakışlarımı kapıya çevirmeye bile gerek duymadım.
"Melih defol git sıranı bekle!" Akın Melih'i benim önümden çekemeye çalıştığı sırada hala kahvemi içmekle meşguldüm.
"Kızın bir suçu yok-"
"Melih kes artık sesini!" Akın önümde duran Melih'i itip karşıma geçtiğinde bardağımı sehpanın üzerine indirip kollarımı göğsümde topladım.
"Bu saati mi bekledin özellikle." Diye sorduğumda Akın'ın sinirini katladığımın farkındaydım.
"Ne zamandan beri o piçin arkasında duruyorsun sen?" Diyerek yumruklarını sıktı. "Ne zamandan beri onun elini tutmasına izin veriyorsun!" Bağırmasına karşılık hiç bir tepki vermeden ifadesiz durdum.
"Konuşsana, Mira!"
"Saçma sapan konuşmalarına ve düşüncelerine verecek cevabım yok."
Dediğimde sabır çekerek gözlerini kapattı. Sinirlerini bozuyordum ve bunu bilmek beni memnun ediyordu.
"Mira, beni delirtme." Sesini kontrol etmeye çalışıyordu ama buna gerek yoktu. Çünkü bana bağırıp bağırmamasi hiç umurumda olmamıştı.
Ayağa kalkıp bende tam karşısına dikildiğimde başını eğerek baktı bana. Sinirimi harlayacak tek bir şey varsa da şu boy farkımızdır.
"Delirirsen ne olur, Hanzade?" Diyerek damarına basmaktan bir an olsun çekinmedim. Haketmişti.
"Anlaşmamız bitti mi yoksa?"
Yine dönüp dolaşıp konuyu aynı yere getirdi. Her zaman yaptığı şeyde buydu zaten. Güya bana ölümü hatırlatıp korkutmaya çalışıyordu. Ama unuttuğu bir şey vardı. Ben ölümden korkuyor olsaydım bu anlaşmaya hiç dahil olmazdım.
Stratejisini bir an önce değiştirmesi gerekiyordu. Aksi takdirde kaybedecek taraf hep kendisi olacaktı.
"Ne anlaşması?" Melih ne olduğunu anlayamadığı için ilk önce bana sonra da Akın'a baktı. Bir cevap bekledi sorusuna ama alamadı.
"Konu sürekli yaptığımız anlaşmaya geliyor farkında mısın?" Dedim sakin bir şekilde. "Bitirmek isteyen ben miyim yoksa sen misin emin değilim." Ne dediğimi anlamamış olacak ki kaşları çatıldı.
"Anlaşmadan vazgeçmek için bir sebebim yok benim!" Sesi sert ve yüksek çıkıyordu. Umursamadım.
"Gerçeklerden korkmakta bir sebep değil midir, Akın?" Bunu beklemiyor olacak ki kısa bir an bocaladığına şahit oldum. Bana belli etmemeye çalıştı ama fark etmem zor olmadı.
Neler oluyor bu aşağılık evde?
İç sesime verecek bir cevabım malesef yoktu. Çünkü bende neler olduğunu hala anlayamıyordum.
"Ne saçmalıyorsun sen, Mira?" Akın sesini normal tutmaya çalışarak konuştuğunda ellerimi iki yana açarak samimi olmayan bir gülümseme yerleştirdim yüzüme.
"Çok açık konuştum aslında." Dedim ve az önce kalktığım koltuğuma tekrardan oturdum. "Bana anlatmak istediğin bir şeyler vardır belki?" Aslında bir bok bildiğim yoktu. Sadece Akın'ın ağzından laf almaya çalışıyordum. Ve sanırım başarıyordum da.
Bakışları kısa bir anlığına Melih'e döndüğünde Melih'in boşluğa baktığını gördüm. O da aklında ki soru işaretleriyle boğuşuyor gibi duruyordu.
"Sana anlatacak hiç bir şeyim yok." Akın'ın sesiyle başımı tekrar ona çevirdim. "Ama senin olmalı." İşaret parmağını bana doğru kaldırdı. "Hesap vermek zorundasın, Mira!" Dediğinde yüzümde yine alaycı bir gülüş belirdi.
Komik şey seni!
"Hesap vermek mi?" Yüzümde ki alayı sesimede yansıtmayı ihmal etmedim. "Akın sen harbiden saçmalıyorsun."
"Mira, biraz daha benimle böyle konuşamaya devam edersen asıl saçmalığı görürsün."
"Hanzade ve muhteşem çözümleri." Ellerimi alayla birbirine vurup alkışladım. "Tehdit etmek."
"Nereden geliyor bu cesaret?" Diye sorduğunda yüzümde ki gülümseme yavaş yavaş soldu. Artık alayla gülümsemek bile istemiyordum. Karşımda ki adama yumuşak bir yüz göstermek istemiyordum. Ondan nefret ettiğimi haykırmak daha cazip geliyordu şahsen.
"Akın, benimde merak ettiğim çok sey var ama farkındaysan sormuyorum." Bunu söylediğimde sorusunu yanıtsız bırakacağımı anlayıp sıkıntılı bir nefes bıraktı dışarıya. Sakinleşmek ister gibi elleriyle yüzünü sıvazladı.
Kendi kendine mırıldanmaya başladığında anlayabildiğim tek şey araya sıkıştırdığı küfürleriydi.
Yine bir şey der sandım. Susmaz, sorgulamaya devam eder sandım ama öyle bir şey olmadı. Aksine Akın Hanzade tek kelime bile etmeden arkasını dönüp gitti.
Odamın kapısı sert bir şekilde çarptığında çıkan sesin kulaklarımı çınlattığını hissettim.
"Kendi çaldı," derin bir nefes aldım. "Kendi oynadı." Diyerek devam ettiğimde Melih, bazı şeylere anlam veremediğini belli eden bakışlarını bana dikmiş bir şekilde duruyordu.
Konuşmak isteyip dudaklarımı araladığımda bu kararın pekte doğru olmadığını fark ettim. Bu yüzden de aynı hızla dudaklarımı birbirine bastırıp susmayı tercih ettim.
Zaten şuan da Melih'e söyleyecek tek bir kelime bulamıyordum. Konuşursam yalan söylerdim ve ben ona yalan söylemek istemiyordum. Susmak en iyi seçimdi. En azından şuan için.
Israrla bana bakmaya devam eden Melih'e aldırış etmeden komodin üzerinde duran sigara paketini aldım ve sanki az önce hiç bir bok yaşanmamış gibi balkona çıktım. Sigaramı dudaklarımın arasına yerleştirip paketin içinde ki çakmağımla ucunu alevlendirdim.
İçime derin bir nefes çekip yavaş yavaş dumanını dışarı bıraktığımda odamın kapısı ikinci kez açıldı. Hemen ardından da kapanma sesini duydum. Melih de gitmişti.
Büyük ihtimalle kafası çok karışıktı ve bu karışıklığı çözmemizi istesede karşılık alamıyordu. Onu sinirlendiren şeyde tam olarak buydu. Susup onu cevapsız bırakmamız.
"Üzgünüm Melih." Diyerek bakışlarımı yavaştan kararmaya başlayan gökyüzüne çevirdim. "Her şey için üzgünüm."
🕸
1 hafta sonra
Günlerdir odasından çıkmayan ben bugün erkenden kalkıp hazırlanmaya başladım. Şirkete gideceketim.
Akın'ın yüzünü bile görmek istemediğim için bir haftadan beri sadece odamdaydım. Ve inanılacak gibi değildi ama ben bu bir haftada Akın'ı bir kere bile görmemiştim.
Melih'in dediğine göre benimle tartıştığı günden sonra evden çıkıp gitmiş. Nereye gittiğini de söylememiş. Benim için sorun yoktu hatta hiç dönmese de olurdu. Ama malesef ortada bir bok kokusu vardı.
Yani kesinlikle bu hayra alamet değildi. Akın'ın bu sessizliği bok kokusunun daha da yoğunlaşmasına sebep oluyordu.
Düşüncelerimi dağıttım ve elimde duran kıyafetlerimi yatağa bırakıp üzerimdeki eşofman takımını çıkardım.
Üstüme siyah, boğazlı kazak, altıma da küçül yırtmaçlı, gri kumaş bir mini etek giydim.
Hızlıca makyaj masama ilerleyip çok hafif bir makyaj yaptım. Fön çektiğim saçlarımı da sıkı bir at kuyruğu yapıp perçemlerimi alnıma bıraktım. Son olarak da masada duran gümüş saatimi ve halka küpelerimi taktım.
Çıkma vaktim yaklaşınca askıda olan gri kabanımı üzerime geçirdim ve siyah deri, topuklu çizmelerimi giydim.
En sonunda telefonumla çantamı alıp hızlıca odamdan çıkıp merdivenlere yöneldim.
Aşağıya indiğimde kapıda beni bekleyen Melih'i gördüm. Gülümseyerek yanına yaklaştığımda o da aynı şekilde bana karşılık verdi.
"Sonunda efsane geri döndü." Önümde reverans yaparak kapıyı açtığında omzuna hafifçe vurup dışarıya çıktım. O da hemen arkamdan gelip korumların evin önüne çektiği arabasına doğru ilerledi.
İkimiz aynı anda kapılarımızı açıp yerimize yerleştik ve Melih hiç beklemeden arabayı harekete geçirdi.
Yol boyunca espriler yapmış moralimi düzeltmeye çalışmıştı. Başarılı da oluyordu. Yani olduğunu sanıyordu çünkü ona asla bir şeyleri yansıtmamaya çalışıyordum. Ama benim içimde yanan ateşin farkında olduğuna da neredeyse emindim. O beni anlayabiliyordu. Melih bu yüzden kıymetlıydi.
Bazen insanlar sadece kendilerini anlayan kişileri yanlarında ister. Melih tam olarak o kişi oluyordu. O beni anlıyor destek olmaya çalışıyordu.
Bu hallerini görünce gülümseyerek başımı ona çevirdim. Bir yandan dikkatle yola bakıyor bir yandan da hararetli bir şekilde gece kulüplerinde yaşadığı komik anlarını anlatıyordu. Bu yol boyunca da böyle devam etmişti.
Araba şirketin önünde durduğunda kemerimi çıkarıp çokta aceleci olmayan hareketlerle kapımı açtım. Dışarı çıktığımda Melih de hemen arkamdan indi ve birlikte şirketin girişine doğru yürüdük.
"Akından bir haber alabildin mi?" Bu konu pek ilgimi çekmesede ihtiyacım olan bir bilgiydi. Bu yüzden sormuştum bunu da.
"Hayır." Dedi Melih kısık sesiyle. Akın'dan bahs etmek onu geriyor olmalıydı. Gözlerinde birden fazla duygu geçiyordu. Hayal kırıklığı, öfke... Akın'ın onu günlerdir yok sayması hem üzülmesine hem de sinirlenmesine sebep olmuştu.
Akın'ın onu yok sayması zoruna gidiyordu.
Şirkete giriş yaptığımızda etrafta ki çalışanlar bize gülümseyerek selam vermeye başladığında hepsine kısa bir baş selamıyla karşılık verdik.
Asansöre ulaştığımızda Melih uzanıp tuşa bastı. Kapı kısa bir süre sonra açıldığında içeride tanıdık bir yüzle karşılaştık.
Gülce asansörün aynasından saçlarına bakarken açılan kapıyla hemen arkasını döndü. Bizi görünce anlık olarak bocaladı ama daha sonra hiç bozuntuya vermeden gülümseyerek bana döndü.
"Merhaba!" Dediğinde onun gülen yüzünün aksine ifadesiz tuttum kendimi.
"Merhaba." Diyip Asansöre girdiğimde Melih'in anlık duraksadığını gördüm. Bakışlarımı yüzüne kaldırdığımda dudaklarını esir almış bir sırıtışla Gülce'ye baktığını gördüm. Ama Gülce onun aksine yüzüne bile bakmıyordu.
Hızlıca asansörden inip uzaklaştığında Melih arkasından bakmaya başladı bu seferde.
"Ağzını kapat ağzını." Diyerek onu asansörün kapanmak üzere olan kapısından içeri çektiğimde kısa bir an ne olduğunu algılamamış gibi yüzüme dikti boş bakışlarını. "Ağzını diyorum." Dedim tekrar ederek. "Kapat. Sinek kaçmasın." Dediğimde ima ettiğim şeyi anlayarak gülümsemesini daha da genişletti.
"Beni görmezden gelmesi bile çekici geliyor, bu normal mi?" Kimden bahs ettiğini anlaman uzun sürmemişti. "Yoksa kafayı falan mı yiyorum?" Bunu ciddi mi soruyordu emin değildim. Ama yanlış sularda olduğuna kesinlikle yemin edebilirdim.
"Melih, yapma." Sözlerimle birlikte dudaklarında ki gülümseme yavaş yavaş soldu. Ve bunu fark ettirmek istemezmiş gibi hemen kafasını çevirdi. Ona imkansızı hatırlatmış olmam canını sıkmıştı farkındaydım. Gizleyemezdi.
"Her zaman ki halim." Dedi bu seferde çapkınlığına vurgu yaparak. Gülce'nin de sadece bir kaçamak olduğunu düşünmek istiyordu fakat sanırım bunun için biraz geç kalmıştı. Çünkü gözlerinde ki bakış hiç öyle söylemiyordu.
Daha fazla uzatmadan konuyu kapattığımda ondan da ses çıkmadı.
Asansör odamın olduğu kata geldiğinde Melih'le birlikte açılan kapıdan koridora çıktık.
Sessizliğin hakim olduğu bu katta yankılanan tek ses ayaklarımda ki topuklu botlara aitti.
Odama doğru ilerlediğim sırada bakışlarım Daren'in odasına doğru kaydı. Bu da adımlarımın yavaşlamasına sebep olmuştu. Melih benden hızlı yürüdüğü için öne geçtiğinde yanında olmadığımı fark edip hemen arkasına döndü ve bana baktı.
"Bir sorun mu var?" Diyerek kaşlarını çattığında odadan gözlerimi ayırmadan başımı iki yana salladım. Ve daha fazla beklemeden Melih'in yanına geçtim.
Odama girer girmez çantamı masaya bıraktım, kendimi de koltuğa attım.
Melih de tam karşımda ki koltuğa kurulacağı sırada ceplerini karıştıran elleriyle bana baktı. "Lanet olsun! Telefonum arabada kaldı sanırım."
"Tamam sen al gel ben buradayım." Dediğimde başıyla beni onaylayıp hızla odadan çıktı.
Başımı geriye doğru yaslayıp şakaklarımı ovduğum sırada daha dakika geçmeden odamın kapısı tekrar açıldı. Yerimde doğrulup gelen kişiye döndüğümde Daren'in uzun ve heybetli vücudu görüş alanıma girdi.
Üstünde siyah gömleği altında siyah kumaş pantolonu vardı. Ama sanırım uzun bir gece geçirmişti. Dağınık, özensiz olan saçları, kırışık ve
yakaları açık olan gömleği bana bunu gösteriyordu.
Beni görür görmez uykusuzluktan olduğunu düşündüğüm kızarmış gözlerinin içi güldü. Evet eminim şuanda bu gerçekleşmişti.
"Lavin," Sesinde ki özlemi gizlemeyip konuştuğunda gözlerimi devirmekle yetindim. Lavin demesine sinir olduğumu daha ne kadar açık anlatabilrdim ki?
"Yalçın, bir öğretemedim sana adımı."
Dediğimde beni ciddiye almadığını belirterek sırıttı sadece. Sinirlerimi bozsada takmamaya çalıştım.
Bana doğru bir adım atıp "Bende sana öğretemedim." Dediğinde duraksadım. Bunu demesini beklemiyordum.
E yani tabi ki fark etmişti adını kullanmadığını.
Yıllar önce yemin etmiştim kendime. Bir daha adını anmayacağım demiştim. Öylede olmuştu. İsmini içimden zikretmek dışında dilime bir kere olsun getirmemiştim.
İlk zamanlar onun yüzünden ağlarken sanki karşımda o varmış gibi konuşmak, adını söyleye söyleye bağırmak isterdim. Yine de yeminimi çiğnemezdim. O isim bana acıdan başka ne getirmişti ki zaten?
"Sahi neden duymuyorum adımı?" Dedi bir kez daha söze girerek. Bu sefer cevapsız bırakmak istemedim.
Başımı kaldırıp önüme düşen perçemlerimi düzelttim. "Ben adımı duymuyorken sen niye duyasın?" Bu cevaptan çok soruya karşılık soru olmuştu ama olsun.
"Ha yani ben sana adınla seslenirsem sende bana sesleneceksin?"
"Hayır!" Dedim en net şekilde. Artık anlamıyorsa onun sorunuydu. Uzatmaya devam ederse ona eşlik edeceğimi düşünmüyordum.
"Pekala." Dediğinde uzatmamış olmasına gülümsemiştim. Doğru kararı vermişti.
Kısa bir sessizlik oluştuğunda bakışlarımı hala tepemde dikilmiş olan Daren'e kaldırdım. Dikkatle beni izliyordu. Bu yüzden de kısa bir anlığına gözlerimiz birbirine temas etti. Ama bunun fazla sürmesine izin vermeden bakışlarımı kaçırdım, önüme döndüm.
"Dikilmeye devam mı edeceksin?" Dediğimde hareket etmeden derin bir nefes bıraktı dışarıya.
"O geceyi hatırlıyor musun?" Sorduğu soruyla kaşlarım çatılmıştı. İlk başta hangi günden bahs ettiğini anlamasam da ses tonunda ki eğlence bana bunun gece kulübünde geçirdiğimiz gece olduğunu hissettirdi. Ve çok geçmeden "Gece kulübünde olduğumuz günü yani." Diyince kafamda ki düşünceleri doğrulamış oldu.
"Çok sarhoştum pek net değil." Dürüst davranmayı seçmiştim bu seferlik. Dediğim gibi hiç bir şey hatırlamıyordum. Bir girişimiz vardı gözümün önünde onun dışında da bir şey aklıma gelmiyordu. Bu bir hafta boyunca da o kadar şey düşünmüştüm ki hiç o geceyi aklıma getirmedim. Hatırlamak içinde çaba sarf etmedim.
"Oraya geldiğim an?" Dedi hatırlamamı ister gibi. Bakışlarımı karşımda ki sehpaya dikip gözümün önüne getirmeye çalıştım. Silik bir kaç görüntüden fazlası yoktu. Daren'in gelişini bile hatırlamıyordum. Lanet olsun neden o kadar içmiştim ki zaten! Ne geldiyse başıma o alkol illeti yüzünden geldi zaten. Tövbe bundan sonra tövbe!
Yine hatırlamıyorum desem bünyem hakkında dalga geçer miydi düşüncesiyle bu sefer bir yalan sıktım. "Hatırlıyorum az çok." Hayır bir bok hatırladığım yoktu.
"Öyle mi?" İ harfini gereksiz bir şekilde uzatıp ellerini cebine koyduğunda yüzünde hafif bir tebessüm vardı. Ne imasında bulunduğunu anlamamıştım ve bu beni çileden çıkarıyordu.
"Öyle." Dedim kaşlarım çatık bir şekilde. Numaram götümde patlayacaktı çok büyük ihtimalle ama sinirimi bozuyordu bilmiş tavırları.
"Canlandırma yapalım mı?" Dedi bu sefer ciddiyetle. "Ben pek hatırlamıyorumda." Diyerekte devam etti.
"Neyi hatırlamıyorsun tam olarak?" Dediğimde dudaklarını birbirine bastırıp kafasını eğdi. Ama hiç beklemeden tekrar bana baktı.
"Geldiğim anı." Dedi cevap olarak. Saçmaydı bu. Neyi test ediyordu bu geri zekalı! Aklın sıra hatırlamadığımı mı kanıtlayacaktı?
"Hatırlamıyorsan bu senin sorunun." Sert ve ifadesiz olan bakışlarımla yüzüne bakmaya devam ettiğimde elini bana doğru uzattı. İlk önce anlamayarak uzattığı eline sonra da bana bela olan o gözlerine çevirdim bakışlarımı.
"Hadi ama yardımcı ol ki hatırlayayım." Elimi alnıma atıp bu saçmalığın beni rahatsız ettiğini net bir şekilde göz önüne serdiğimde o ısrarla elini çekmedi.
Dayanamayıp elini ittim ve yerimden kalktım. "Odana dön, Yalçın. Sinir-" diyordum ki beni anında belimden tutup kendine doğru çekti. Bu hamleyi beklemiyordum ama dikkat etmem gerekirdi. Nasıl bu kadar dikkatsiz olabilirdim!
"Bence ikimizinde hatırlamaya ihtiyacı var," Dedi ve çok kısık bir sesle devam etti. "Lavin." Boşta kalan eli yanağıma tırmanıp ağır ağır tenimi okşadığında hala bir tepki vermiyordum. Daha doğrusu tepki vermeme engel olan şeyler oluyordu.
Gece kulübünde ki görüntüler geliyordu gözümün önüne..
Masaya çıkıp deli gibi dans eden bedenimi, beni rahatsız eden herifin bir suratını, Daren'in adamı yere serişini, beni masadan indirmek için Lavin diye seslenip durmasını ve son olarak inat ettiğim için kendine çekip öpmesini...
Ben o muhteşem dudakların sıcaklığını bile hat-
İç sesimi anında susturup dış dünyaya geri döndüğümde karşımda bana doğru biraz daha eğilen bir Daren gördüm. Yüzlerimiz arasında yok denecek kadar az bir mesafe kalmışken kalp atışlarımın arttığını hissedip ürpermiştim.
Ne yapıyordum ben?
Daren biraz daha yaklaşıp aramızda zaten olmayan mesafeyi sıfırlamak istediğinde hızla kendime gelip onu geriye doğru ittim.
Çok hafif tökezleyip gerilediğinde sert bakışlarımı gözlerine diktim. "Bir daha sakın," Her bir kelimenin üstüne vurgu yaparak konuşmaya başladım. "Sakın bana yaklaşma, Yalçın!" Bu halime şaşırmak yerine keyiflenmişti. Delirtiyordu beni!
Bir şey demeden kapıya doğru yürüdüğünde derin derin nefesler alıp verdim.
Ben çıkıp gitmesini beklerken onun sesi yine odayı doldurdu.
"Sana yemin ederim son olmayacak, Lavin."
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Hiranur Uzun / Ruhların Düğümü / [45.BÖLÜM]:YEMİN](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/hiranur-uzun-ruhlarin-dugumu.webp)
| 10.62k Okunma |
1.12k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |