
Okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.
YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN...☆☆
"Her hikayenin üç tarafı vardır. Sana göre, bana göre ve acı gerçek..."
||W. Shakespeare
"Acı Gerçekler"
Yine büyük yıkımlar gerçekleşiyor ve ben de bu yıkımların altında kalıyorum. Karşımda ki adam bana yine sözler veriyor ve ben yine o sözleri duymak zorunda kalıyorum.
Her şey tekrarlanıyordu. Biliyordum ki sonları da aynıydı. Bu yüzden inanmayı bırak artık duymak bile istemiyordum. Yalanlar, yalanlar ve yine yalanlar.
Kimse bana dürüst olmayı veya gerçekleri anlatmayı seçmemişken ben nasıl güvenebilirdim ki birine?
Donuk bakışlarımla Daren'e bakmaya devam ettiğimde o kollarını duvardan çekip geriye doğru adımladı.
Benden uzaklaştığında hızla kendimi toparladım. Bende sırtımı duvardan ayırıp masama doğru geçtim hızla. Daren'in yüzüne bile bakmak istemiyordum şuan da.
"Çık buradan, Yalçın." Dediğimde Daren'den kısa bir süre ses çıkmadı. Ben önümde ki dosyalarla ilgileniyor gibi yaptığım için şuanda onu göremiyordum.
Bir şey demesini bekledim ama o cevap vermek yerine dediğimi yapıp gitti. Odanın kapısı onun ardından sertçe çarptığında gözlerimi sıkıca kapatıp derin bir nefes verdim.
Daren yanımdayken nefes almak çok zordu. O her seferinde aynı şeyi yapıyor ne yapıp edip beni zor durumda bırakıyordu. Ona yenilmem de ayrı komikti zaten.
En başından beri ona yenilmedik mi zaten?
Onun sıkıntılarını çekiyordum zaten. Başında ona yenilmenin, inanıp güvenmenin cezasını şimdi çekiyordum. Hatta baya uzun zamandır çekiyorum ama bir türlü geçmiyordu. Çözüm bulmam şarttı. Hemde en acilinden bir çözüm.
Yazarın anlatımıyla;
Melih elinde ki telefonunu cebine atıp asansöre doğru yürüdüğü sırada bakışları, duyduğu tanıdık sesle yön değiştirdi.
Adımlarını durdurup başını kafetraya girişine doğru çevirdiğinde gördüğü manzara kaşlarını çatmasına sebep olmuştu.
Gülce vardı. Orada hiç bir sorun yoktu tabi. Ama manzarasını fena halde bozan bir pürüz takılıyordu gözüne. Ve bu pürüz çok can sıkıcıydı.
Gülce elinde ki kahvesiyle durmuş karşısında duran uzun boylu, sarışın adamla gülerek sohbet ediyordu. Büyük ihtimalle şirkette ki çalışanlardan biriydi. Göründüğü kadarıyla da Gülce'yle de baya iyi anlaşıyordu. Yani en azından şuan ki konumları ve dışarıdan duruşları bunu gösteriyordu.
Melih'in bakışları tıpkı bir ok gibi sarışın olan adamın üzerine saplandığında ellerini yumruk yapıp başını sağa sola yatırdı, gözlerini kapattı. Sakinleşmeye çalışıyordu.
Şuan bu duruma neden bu kadar sinirlenip alındığına pek bir anlam veremiyordu gerçi ama bunda da sorun yoktu. Şuan da sorun olarak gördüğü tek şey Gülce'nin karşısında duran sarıydı.
Sakin olmak için derin derin nefesler almaya devam edip ellerini cebine yerleştirdi, Melih. Ve sanki hiç bir sorun yokmuş gibi yavaş adımlarla Gülce'nin olduğu tarafa ilerledi. Bunu neden yaptığını bile bilmiyordu. Tek istediği onu oradan almaktı.
"Ay evet o gün ne giymişti o öyle. İğrençti gerçekten!" Gülce bir kez daha seslice gülmeye başladığında Melih sabır çekti. Bu gülüşü o hiç görmemişken bu sarının ne özeli vardı yani?
Sonra bu düşünceden vazgeçti tabi. Asıl ben kimim dedi kendine kendine. Ama bu kısa sürdü. Çünkü şuan da anlamsız, tanımlayamadığı bir duygu ile hareket ediyordu mantığı siktir etmişti kısacası.
Melih, "Gülce!" Diyerek yanlarında durduğunda Gülce'nin gülüşü dudaklarında asılı kaldı. Yüz ifadesi yavaş yavaş durgunlaştı.
Gülce anlamsız bakışlarını Melih'in yüzüne çevirdiğinde Melih'in şuan ki odağı öldürücü bakışlar attığı sarışındı. Küfürler etmeye başlamıştı çoktan. Yakışıklıydı herif. Gülce onu beğeniyor olabilir miydi? Olabilirdi.
"Melih, sana diyorum!" Gülce Melih'in kolunu dürtüp ona bakmasını sağladığında hemen elini geri çekti. "Duymuyor musun beni?" Büyük ihtimalle bir kaç dakikadır ona sesleniyordu ama Melih çok ayrı alemlerde olduğu için pek duymamıştı.
"Ben," Gülce'ye bakar bakmaz kalbine yüzlerce kelebek aynı anda girmiş gibi bir karıncalanma hissetti. Bu da neyin nesiydi şimdi? Bu duyguyu en son ne zaman tatmıştı? Ya da böyle bir duyguyla hiç karşılaşmış mıydı ki?
"Bir sorun mu var?" Gülce Melih'in sessizliğini bozmak adına bir soru yönelttiğinde Melih başını ağır ağır iki yana salladı. "Ee ne oldu o zaman?"
"Bir şey olmadı. Ne olacak ki?" Neden çağırdığını kendi de bilmiyordu ki. Sahi niye buradaydı? Kendine niye engel olmamıştı?
"Seslendiniz ya, ondan soruyor." Sarı konuşunca Melih saniyesinde Gülce'ye mırlayan ifadesini terk edip kaşlarını çattı. Karşısında duran herife döndü hızla.
"Seni ne ilgilendirir? İstersem gün boyu seslenir adını söylerim. Sanane!" Gereksiz olduğunu düşündüğü bir tepkiyle sertçe konuştuğunda hala farkına varmamıştı. Gülce de bu tepkiye anlam veremeyip öylece durdu.
"Ben ondan demedi-" kendini açıklama ihtiyacı hissetmişti gariban sarı ama nafile. Melih buna izin verir miydi hiç? Asla.
"İşin gücün yok mu senin, mesai saatleri içinde burda şen şakrak sohbet falan, hayırdır? Canın kovulmak istiyor herhalde?"
"Afedersiniz ben sadece-" gariban şansını deniyordu hala.
"Açıklama istemez. İşinin başına geç hemen!" Melih yine gereğinden fazla bir tepkiyle sesini sert ve yüksek çıkardığında sarı hızlıca başını sallayıp koşar adım asansörlerin olduğu tarafa ilerledi.
Zafer kazanmış gibi gömleğinin yakalarını düzelten Melih üzerinde hissettiği bakışlarla hızla yanında duran Gülce'ye döndü. Şuan da pek sakin durmuyordu. Yinede hala güzeldi. Sinir ayrı yakışıyordu kıza.
"Ne yapıyorsun sen?" Gülce kollarını göğsünde toplayıp Melih'e baktığında bu Melih'in umurunda bile olmadı. Sonuçta istediğini aldı ve sarıyı uzaklaştırdı. Buna yeterince keyiflenmişti zaten.
"Ne yapmışım?" Rahat bir tavırla konuştuğunda Gülce sabır çekerek elini alnına attı.
"Patronluk taslamaya mı çalışıyorsun, ne bu tripler?"
"Herkes işini yapsın istiyorum sadece."
"Bunu söyleyen sensen ciddi bir sorun vardır." Gülce alayla tebessüm edip Melih'in yanından hızla geçip gitti.
Bu tepkileri tabikide Melih'in hoşuna gittiği için şuan da Gülce'nin arkasından sırıtmakla meşguldü beyefendimiz. "En çokta bu hallerine bitiyorum." Derken henüz düştüğü ateşin farkında değildi.
Gülce hızlı adımlarla asansöre doğru ilerlerlediğinde Melih, attığı iki koca adımıyla hemen yanına ulaştı.
"Amacım patronluk taslamak falan değildi, gerçekten." Kendini açıklama ihtiyacı hissetmişti ve bu da sanırım ilkti. Melih en son ne zaman birine kendini açıklayıp yanlışı düzeltme gereği duyuyordu?
"Öyle mi?" Gülce hızla attığı adımları bir anda durdurup çatık kaşlarıyla Melih'e bakmaya başladı. "Peki amacınız neydi acaba Melih Bey?"
Dediğinde Melih'in yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Bu soruyu duyduğuna bile emin değildi. Çünkü kendisi şuan da karşısında duran kızın güzelliğini sorguluyordu.
"Amaç yok diyorsun yani?" Gülce cevap alamayınca Melih'in koluna hafifçe vurdu. "Sana diyorum!"
"Hı?"
Gülce bir kez daha elini alnına attı. "Sayıyla mı veriyorlar sizi bana!" Daha fazla bir şey demeyip gitmek istediğinde Melih zar zor da olsa kendine geldi ve hızlıca Gülce'nin bileğini tuttu.
"Bak ben-" Melih konuşmak için dudaklarını aralamıştı ki susmak zorunda kaldı.
"Gülce!" Özgür'ün sesi şirkette resmen yankılanmaya başlamıştı. Öyle bir bağırmıştı ki kulaklar kesinlikle çınlıyor olmalıydı. "Hayırdır?" Özgür Gülce ve Melih'in önünde durduğunda bakışları ilk önce Gülce'nin bileğini tutan ele hemen sonra da elin sahibine kaydı.
"Rahatsız mı ediyor bu herif seni?" Tüm ciddiyetiyle birlikte ağır abi rolüne girdiğinde Gülce kendisine yüklenen gülme isteğini bastırıp hızla geri çekti kendini.
"Hayır, bir sorun yok." Hemen Özgür'ün kolunu tuttu. "Hadi gidelim." Diyerek yürütmeye başladığında o da arkasından ilerliyordu.
Melih arkalarından öylece bakakalmıştı. Şuan da nedenini bilmediği bir şekilde Özgür'ün yerinde olmak istiyordu. Gülce'nin yanında olmak istiyordu.
"Kendine gel, Melih." Dedi kendi kendini uyararak. "O sana çok fazla. O sana o kadar fazla ki öyle bir ihtimali düşünme bile." Ama düşünmek istiyordu. Kendini kandırıyordu bunları söyleyerek. Ateş bacayı çoktan sarmıştı çünkü. Dönüş var mıydı belli değildi.
...
Odamın içinde dönüp durduğum sıra kapı aniden açıldı ve içeriye Melih girdi. O anlık sinirle hemen kaşlarımı çattım. "Telefonu Fizan'dan mı getirdin, Melih?" Diyerek sitemle konuştuğumda Melih hiç tepki vermeden masamın önünde duran deri koltuklardan birine oturdu.
Tepki vermemesi ve şuan ki yüz ifadesine hiç normal durmuyordu. Ne olmuştu da bir anda bu kadar morali bozulmuştu?
Melih, dirseklerini dizlerine yaslayıp pür dikkat yeri izlemeye başladığında hemen yanına oturup elimi omzuna koydum. "Bir sorun mu var?" Sorduğum soruyu başını iki yana sallayarak cevapladı. "Bir sorun var, Melih. Anlat bana." Diretmeye başladığımda kısa bir süre daha tepkisiz kaldı. Ama sonra cevap alana kadar soracağımı bildiği için de kısa sürdü suskunluğu.
"Önceden çok mutluydun değil mi?" Dediğinde vücudumun anlık titrediğini hissettim. Neyden bahsettiğini anladım ama bu seferde ben onu cevapsız bıraktım. Kendi kendine konuşup anlatmasını bekledim.
"Hayatını kararttılar. En güzel imkanlarını elinden aldılar." Bunlar şuan da neden gündeme gelmişti anlamadım ama sorgulamakta istemedim. Çünkü buradan konuyu kendine bağlayacağının farkındaydım. Bu yüzden karşı çıkmadan bekledim. "Farklı şartlarda olmayı çok isterdim, biliyor musun?" Dediğinde başımı salladım. "Normal, sıradan biri gibi olmak isterdim." Başını bana doğru çevirdiğinde gözlerinin dolduğunu gördüm. "Ama başkasının hayatını çalmışken böyle bir hayat dilemeye hakkım yok."
"Kimsenin hayatını çalmadın, Melih." Dedim onu sakinleştirmek için. Bu düşünceye neden kaptırmıştı kendini bilmiyordum. Tek bildiğim onun asla böyle bir şey yapmayacağıydı. Melih, istediği hayatı bir başkasından çalacak kadar kötü biri değildi, olamazdı.
"Affedebilir misin, beni?" Dediğinde sol gözünden bir yaş süzüldü. Melih benim yanımda ağlamazdı. Şimdi neden bir anda böyle davranmaya başlamıştı. Sorun neydi anlayamıyordum?
"Melih, sorun ne anlamıyorum, Bir şey mi oldu?" Diyip elini tuttuğumda yanağına doğru bir yaş daha süzüldü. Kısa bir süre bekleyip tekrar konuşmaya hazırlandığı sırada yükselen telefon zil sesi bir anda odadaki tüm havayı değiştirmişti.
Cebinden telefonunu çıkarıp arayan kişiye baktığında yüzünde ki hüzün aniden kayboldu. Bir anda ciddileşti ve kaşlarını çattı. Sebebini öğrenmek için bende telefona doğru baktığımda arayanın Akın olduğunu gördüm.
Sonunda girdiği delikten çıkmıştı demek. Bakalım bizi neler bekliyordu.
"Açmayacak mısın?" Diyerek Melih'e baktığımda o aramayı cevaplayıp ayağa kalktı.
"Efendim." Kısa bir süre sessiz kaldı sonra. Akın bu kadar uzun ne anlatıyordu acaba. Boş boş konuşup Melih'in canını daha da sıkmaz inşallah. Aradan dakiklar geçiyordu ama Melih hala cevap vermiyordu. Merak etmiştim ne anlattığını.
Ayağa kalkıp Melih'in omzuna dokunduğumda irkilerek arkasını döndü. Kızarmış gözleriyle yüzüme baktığında kafayı yemek üzereydim. Bu tepkileri neydi şimdi neler oluyordu?
"Eve gitmemiz gerekiyor." Dediğinde hala ne olduğunu açıklaması için bekliyordum ama o telefonunu kapatıp aniden cebine attı ve hızla benim kolumu tutup odanın kapısına doğru yürütmeye çalıştı.
"Melih ne yapmaya çalışıyorsun!" Kolumu hızla çekip konuştuğumda sesim yaşadığım sinirle sert ve yüksek çıkmıştı. "Saçma sapan davranmayı keser misin? Bir telefon almaya gittin geldiğinden beri tuhafsın. Neler oluyor?"
"Çıkmamız gerekiyor burdan." Dediğinde yılmış bir şekilde elimi alnıma attım. Sınıyordu beni. "Mira çıkmamız lazım buradan. Lütfen şuan da açıklama isteme benden. Daha sonra her şeyi anlatacağım söz veriyorum. Şimdi benimle gel." Tekrar koluma uzanacağı sırada kendimi geri çektim.
"Akın ne dedi sana?" Açıklama yapmadan buradan gitmeyecektim. "Niye gitmemiz gerekiyor?" Sorularımı ardı ardına sıraladığım da o yine beni ve sorularımı es geçti.
"Akın her şeyi tek tek sana anlatacak. Söz veriyorum, sana. Hadi gidelim şimdi?" Tepksiz kaldığımda gitmeyeceğimi anlayıp derin bir nefes aldı. "Ender, Ender Hanzede geliyor." Bu ismi duyar duymaz içim ürpermişti.
Düğüm örgütünün eski lideri Ender Hanzede.
Akın'ın babası Ender Hanzede.
Peki ama şuan da ne alakaydı bu? Benim bildiğim kadarıyla o yurt dışındaydı. Ve ben Akın'ın yanına geldiğimden beri de dönmemişti. Bu yüzden de hiç karşılaşmamıştık.
"Neden geri dönmüş?" Diye sorduğumda Melih'in gözleri direkt gözlerimi buldu. Ve tek bir şey söyledi.
"Akın'la yaptığınız anlaşmayı öğrenmiş."
🕸
Daren önünde ki dosyalarla ilgilenirken aniden odasının kapısı açıldı. Çalınmadan girilmesine sinirlenerek hızla başını kaldırdı ve gelen kişiye baktı.
Bağırmaya hazırlanmıştı ki gördüğü kişiyle tüm kelimelerini yuttu.
"Baba?" Diyerek hızla yerinden kalktığında yaşadığı şaşkınlığı kısa bir süre üzerinden atamamıştı.
Yıllardır görmediği babası Ender Hanzede, şuan da kanlı canlı karşısında duruyordu.
Onunla en son liderlik tesliminde karşılaşmıştı. Sonrası yoktu. Neden şimdi geri gelmişti peki?
Yaşını epey belli eden kır saçları, kırışmaya başlamış yüz hatları ve titreyen elleriyle, eski lider olan Ender Hanzede'yi hiç anımsatmıyordu. Tek benzerlik asla eğilmeyen başı ve dik duruşuydu.
Yavaş adımlarla Daren'e doğru yürüdüğünde gözlerinde ki hüznü gizleyemiyordu. Daren'i burada bu şekilde görmek ona neden şimdi kötü hizsettirmişti? Pişman mıydı?
Daren de babasına doğru yürüyüp karşısında durduğunda, ikisi de sözsüz bir konuşma yaşadı aralarında. O an sadece gözler konuştu. Yılların birikimi olan kelimeler dökülmüştü belki de.
"Oğlum." Ender samimiyetle kollarını Daren'e sardığında Daren tepkisiz kalmayı seçti. Kırgındı çünkü. Her şeye çok kırgındı.
Babası onu bu cehenneme atıp gitmişken nasıl eskisi gibi bakabilirdi yüzüne. Nasıl silerdi bir anda yaşadığı her şeyi. Şuan da baba demek bile ağrına giderken nasıl yapardı bunu?
Ender Daren'in karşılık vermediğini anlayıp üzüntüyle geri çekildiğinde Daren ifadesiz durmaya devam etti.
"Niye geldin?" Tek bir soru sordu, Daren. Cevabını merak ediyordu çünkü. "Bunca zaman sonra niye geri döndün?"
Cevap veremedi Ender, sustu.
"Beni ne hale soktuğunu mu görmeye geldin?" Bu sefer dayanamayıp ellerini yumruk haline getirdi. "Nasıl bir cehennemde yandığımı görmeye mi geldin?" Yıllar sonra babasını karşısında görmesi tüm kinini dışa vurmasına sebep oluyordu. Susmakta istemiyordu zaten. "Sebep olduğun yıkımların enkazlarına bakmaya mı geldin?" Ender cevap vermiyordu ve Daren de cevap verecek süreyi zaten tanımıyordu ona. Çünkü bunlar birer soru değildi sadece.
Daren'in bunca zamandır
içine attığı çığlıklarıydı...
"Ben senin örgüt sevdan yüzünden her şeyimden vazgeçtim." Lavin'di onun her şeyi. Ama bir başına kalmıştı. Hepsinin sorumlusu da karşısında duran adamdı.
Ender Daren'in söylediklerini daha fazla dinlemeden direkt söze girdi. "Ben seni o cehennemden kurtarmaya geldim, Daren." Daren bunu duyar duymaz sinirden gülmeye başlamıştı.
Kısa bir süre sonra sakinleşmeye çalışarak yine ciddiyetle kapladı yüzünü. Ender'e doğru bir attı.
"Cehennemi kendin yaratıp şimdide yok edeceğini mi söylüyorsun?" Dediğinde Ender hiç beklemeden başını salladı. Daren daha fazla sinirlenmeye başladığında artık zor duruyordu.
"Bilmediğin bir oyunun içindesin ve ben bu oyuna son vermeye geldim."
"Ne saçmalıyorsun?" Dedi Daren sabırsızca. Artık açık konuşulmasını istiyordu. Yalanlardan ve bilinmezliklerden bıkmıştı.
"Her şey Akın'ın bir oyunuymuş, Daren." Bu cümle defalarca kez Daren'in kafasında yankılandı. Zaten tahmin ettiği bir şeydi ama şuan da her şeyi net bir şekilde duyuyordu. Ne yalan ne bilinmezlik her şey şeffaflaşıyordu.
"Ne oyunu?" Dedi Daren devam etmesini beklerken.
"Lavin," İşte bu ismi duymak daha da sinirlendiriyordu Daren'i. Tüm oyunların başında döndüğü kişi Lavin'di ve bu gerçek onu tüketiyordu. "Lavin'i kandırmış. Tüm gerçekleri öğrendim ben, Daren. Her şey Akın'ın planıymış."
"Nasıl kandırmış açık konuş artık!" Daren hiddetle bağırdığında Ender onun bu halini normal karşıladı. Haklıydı gerçekleri öğrenmek istiyordu. Bu yüzden daha fazla uzatmazdı. "Lavin'i sana düşman yapıp senden intikam almak istemiş ve başarmışta." Daren'in her duyduğu kelime onun içinde ki ateşi daha da harlıyordu.
"Nasıl yapmış bunu, nasıl girmiş Lavin'in aklına?" Diye sorduğunda Ender gözlerini kaçırdı. Bu gerçeği söylemekten korktu. "Sana diyorum nasıl yapmış!"
"Lavin ailesini senin öldürdüğünü sanıyor."
Daren inanamadı buna. Böyle bir şey olamazdı. Lavin asla inanmazdı böyle bir şeye.
Aniden gözünün önüne bir kaç görüntü düştü. Lavin'in ve Melih'in onlarda kaldığı gece Lavin'in geçirdiği krizi hatırladı.
"Ne yaptım ben sana?"
"Lanet olası bu canımı daha ne kadar yakacaksın!"
"Doğru, sen sadece beni öldürmedin!"
"Ailemi de,"
Evet, Lavin inanmıştı Akın'a. Daren bu gerçeğin altında ezildi resmen. Lavin'in ona karşı biten inancı altında ezildi.
"Lavin nasıl inanır böyle bir şeye?" Daren zar zor konuşmaya başladığında gözünden bir damla yaş süzüldü. "Nasıl ailesini öldürdüğümü düşünür."
Beş yıl önce Kerem, Daren'i arayıp Lavin'in ailesinin öldüğünü söylediğinde Daren kafayı yemiş, delirmişti. Hem ölümlerine hemde böyle bir durumda yanında olamadığı Lavin'e üzülmüştü. Ama elinden bir şey gelmiyordu o zamanlar.
Lavin'in annesini annesi, babasını babası bilmişken nasıl yapardı bunu onlara? Lavin böyle bir şeye nasıl ihtimal vermişti?
"Lavin'e bir kaç fotoğraf göstermiş. Yani kıza inanması için her şeyi sunmuş." Diyerek açıklama yapan Ender'i duymuyordu bile, Daren. Kafası allak bullak olmuştu.
"Şimdi ne olacak?" Daren'in sorusu üzerine Ender hemen kapıya doğru yöneldi.
"Lavin ile ben konuşurum. Kızın her şeyi bilmeye hakkı var." Daren buna karşı çıkmadı çünkü o da bunu istiyordu. Artık her şeyin ortaya çıkmasını istiyordu.
Ender'den önce davranıp odasından çıktı ve direkt Lavin'in odasına doğru ilerledi. Koşar adım yürümeye başladığında Ender de onu takip ediyordu.
Daren Lavin'in odasının önüne geldiğinde ilk önce derin bir nefes aldı ve sonra kapıyı yavaşça aralayıp içeriye girdi.
Odanın içine bakındığında kimsenin olmadığını fark etti. Nereye gitmişti bir anda? Çok olmamıştı şirkete geleli hemen nereye kaybolmuştu?
"Aşağıya falan inmiştir belki." Diyip odadan çıkacağı sırada Ender hızla Daren'in kolunu tutup onu durdurdu.
"Akın," Dedi. "Lavin, Akın'ın yanına gidiyor büyük ihtimalle. Yetişemedik." Ender başını iki yana sallayıp Daren'e baktığında Daren hemen kolunu çekip başını dikleştirdi.
"Hayır!" Diye bağırdı aniden. "Bu sefer olmaz!" Derken kendinden gayet emin konuşuyordu. "Bu sefer kaybeden ben olmayacağım. Asla ama asla Lavin'e geç kalmayacağım."
"Akın çoktan her şeyin farkına varmıştır. Artık her şey daha da zorlaşıyor." Ender kısa bir an düşündü. Lavin ile Akın'ın yaptığı anlaşmayı biliyordu ve bunu Daren'e söyleyip söylememek arasında gidip geliyordu. Ama biliyordu ki artık saklayacak bir şey kalmamıştı. "Daren," Dedi kararını vererek. "Akın, Lavin'i öldürebilir."
Daren bunu duyar duymaz eli ayağı boşalmıştı. O an tutunacak bir yer arayıp bulamadığında hafif geriye doğru sendeledi.
Ne demekti şimdi bu? Ne demek Akın Lavin'i–
Düşünmek dahi istemiyordu böyle bir ihtimali. Düşünmeyecekti de. İzin vermeyecekti.
"Ölecek bir kişi varsa o da, Akın."
🕸
Melih patika bir yola girdiğinde hızla başımı ona çevirdim. "Nereye gidiyoruz? Hani Akın bizi evde bekliyordu?" Dedim.
Melih gözünü yoldan ayırmadan "Akın şuan da evin güvenli olmadığını söyledi. Bu yüzden de dağ evine gidiyoruz." Diyerek cevap verdi.
"Peki sen bunu bana şimdi mi söylüyorsun?" Melih'in şuan da neyi vardı bilmiyordum ama hiç normal davranmadığı aşikardı.
"Sürekli açıklama istemeyi keser misin, Mira!" Aniden bana dönüp bağırdığında neye uğradığımı şaşırmıştım. Bana ilk defa böyle bir tepki veriyordu. "Aşağılık eve gittiğimizde Akın sana her haltı anlatacak. Şimdi sus ve yolun bitmesini bekle!" Diyip tekrar önüne döndüğünde kısa bir an duraksadım. Bu tepkiyi beklemiyordum bu yüzden şaşırmıştım. Yine de onun dediğini yapıp başımı dışarıya doğru çevirdim ve yol boyunca sesimi çıkarmadım.
Hava kararmaya başladığında araba ahşap bir evin önünde durdu. Dışarı çıkmak için kapı koluna uzandığımda Melih hemen bileğimi tutarak beni durdurdu. Ne olduğunu anlamak adına yüzüne döndüğümde başını omzuna doğru yatırıp derin bir nefes aldı.
"Birazdan her ne yaşanırsa yaşansın sakın yanımdan ayrılma. Tamam mı?" Dediğinde bu söylediklerine bir kılıf aradım ama yoktu. Çünkü ne demeye çalıştığını ya da ne anlatmak istediğini zerre anlamıyordum. Yine de uzatmadan onu onaylayıp başımı salladım.
Birlikte arabadan indiğimizde güneşin son ışıklarıda yok olmuş yerini zifiri bir karanlığa bırakmıştı. Önümüzü zor görüyorduk. Bu yüzden de Melih hemen telefonunun fenerini açmış elimi tutmuştu. Tepkisiz kalıp ona ayak uydurduğumda önümüzde duran eve doğru adımladık.
En sonunda kapısına geldiğimizde Melih bir kaç kez vurdu tahtadan ve pekte sağlam olmayan kapıya.
Saniyeler sonra kapı ardına kadar açıldı ve biz karşımızda Akın'ı gördük. Çok tuhaf bir görüntüsü vardı şuan da. Her zaman ki gibi değildi.
Özensiz saçları, uzamış sakalları ve dağınık olan kıyafetleri onu bambaşka biri gibi göstermişti. İlk defa bu haline şahit oluyordum.
"Geçin." Diyerek kendisi de içeri girdiğinde bizde arkasından ilerledik. Melih hala elimi tutuyordu. Korkuyor gibi bir hali vardı ve buna anlam veremiyordum.
İçeri girdiğimizde sadece küçük bir salon karşıladı bizi. Yanan şömine ateşi ve bir kaç mumdan başka aydınlatıcı bir şey de yoktu.
Akın geçip kahve tonlarında olan üçlü koltuğa oturduğunda ben ve Melih ayakta dikilmeye devam ettik. Hala burada olma sebebimi bilmediğim için sinirliydim bu yüzden de çenemi tutamayacaktım.
"Neden geldik buraya?" ikisinden de ses çıkmadı. "Konuşsanıza." Diyerek direttiğimde Akın bakışlarını bana çevirdi.
"Melih'le konuşmam gerekiyor. Sonra sana da sıra gelir. Açıklamamızı yaparız." İtiraz etmek için dudaklarımı araladığımda buna izin vermedi. "Yani biz dışarıda konuşurken sende burada otur. Gelince her şeyi açıklayacağım. Ama eğer dediğimi yapmazsan hiç bir soruna yanıt bulamazsın." Şuna bak ya! Zaten sabahtan beri bilinmezliklerle bana eziyet ediliyordu bir de biraz daha beklememi istiyordu.
Akın'a doğru bir adım attığım sırada Melih avucunda ki elimi uyarır gibi sıktı. Bakışlarımı ona çevirdiğimde ise gözlerini kapatıp açtı. Buradan da dediğini yap mesajını vermişti.
Normalde bağırıp çağırarak rezil ederdim, Akın gereksizini. Ama şuanda tek istediğim sorularıma yanıt bulmaktı. Israr etmeye devam edersem Akın inadına cevap vermeyip hiç bir şey anlatmazdı bana. Bu yüzden de hiç bir şey diyemedim.
Ben tepki vermeyince Akın oturduğu yerden kalkıp kapıya doğru yürüdü. Melih de elimi bırakıp arkasından gitti. Dışarı çıktıklarında yapacak bir şey bulamayıp koltuğa oturdum bende.
Yazarın anlatımıyla;
Melih, sinirden deliye dönmüş bir şekilde bahçeye çıktığında Akın da hemen arkasından geldi.
"Ormanın içine doğru ilerle." Akın'ın komutuyla birlikte ormana doğru adımladığında çok fazla gidemeden bir anda durdu ve hemen Akın'a döndü.
"Neler oluyor?" Sabahtan beri sormak istediği soruyu sorup cevap beklerken Akın sustu. Etrafına bakındı sadece. O da bir şeyler düşünüyor gibiydi. "Sana söylüyorum, Akın!" Diyerek bağırdı Melih.
Akın, Melih'in bağırmasına sinirlenip anında ona döndü. "Bana bağırmayı kes!" Elini kaldırıp Melih'in omzuna koydu. "Düşünüyorum burda ve sen buna engel oluyorsun." Sertçe geri ittiğinde Melih bunu umursamadan beklemeye devam etti.
Bir kaç bir şey söylemişti, Akın. Ama tam olarak neler olduğunu bilmiyordu. Bu yüzden de deli gibi merak ediyordu. Aynı zamanda içinde anlamsız korkular da birikmişti.
"Babam," Diyerek söze girdi en sonunda, Akın. "Her şeyi öğrendi. Ve eminim şuan da o Daren piçini de her bir boktan haberdar etmiştir!" Ellerini saçlarına daldırıp sinirle çekiştirdi. "Lanet olsun!"
Melih'in korkuları birbir gerçek oluyor gibiydi. Kalbinin üzerinede şimdiden bir yumru çökmüştü. "Her şey bitti yani?" Korkuyla sorduğu sorunun cevabını beklerken Akın anında başını kaldırıp sert bakışlarla yüzüne baktı, Melih'in.
"Asla!" Dedi hiç düşünmeden. "Bu oyunu ben başlattım," başını dikleştirdi derin bir nefes aldı. "Ben bitireceğim." Dedi.
"Saçmalamayı kes, Akın!" Melih Akın'ın aklından ne geçtiğini tam olarak bilmese de tahmin ediyordu ve bu tahmin oldukça can sıkıcıydı. "Oyun falan yok artık. Şimdi gidip Mira'ya," Dedi ama düzeltti hemen kendini. "Lavin'e, " Dediğinde bu ismi ilk defa kullandığını fark etti. "Lavin'e her şeyi anlatacağız. Tüm gerçekleri öğrenecek ve kurtulup gidecek. Ondan sonra herkes kendi yoluna, duydun mu beni?"
Melih ne kadar işi bitirmeyi düşünse de Akın onunla aynı fikirde değildi. Melih'in amacı Lavin'i kurtarmakken Akın'ın amacı çok daha farklıydı.
Melih eve doğru adımlamaya başladığında Akın hemen yolunu kesti.
"Asıl sen saçma sapan konuşma!" Sertçe bağırıp Melih'in kolunu sıktı, Akın. "Ben beş yıldır bu oyunun içindeyim. Onca zaman bu sonu görmek için mi çabaladım sanıyorsun? Aptal olma!" Dediğinde Melih anlamaz bakışlarla Akın'a baktı.
"Bana, Daren'in bize ihanet ettiğini söyleyip örgütten ayrılmamı, seninle gelmemi söyledin." Melih'in kurduğu cümleyle Akın'ın kolunda duran eli gevşedi. "Sana güvenip geldim. Sonra da intikam almak istedin. Ona da tamam dedim. Planlar kurdun, hepsine gözüm kapalı dahil oldum. İntikam uğruna hiç bir suçu günahı olmayan bir kızı kullandın, ona da tamam dedim." Melih'in söyledikleri kendi ağrına da gidiyordu. Çünkü bunların hepsine istemeyerekte olsa ortak olmuştu, pişmandı. Neye yarardı artık bu pişmanlık?
Çok istediği hayatı bir başkasının elinden çalmıştı ve o bir başkası, kardeşim dediği kızdı...
"Lavin'in ailesini gözünü kırpmadan öldürdün sen." Gözünden bir yaş düştü. "Ben bu gerçeği bilmeme rağmen hep sustum. Kardeşim dediğim kıza yalanlar söyledim. Gözünün içine baka baka ona ihanet ettim." Artık tutamıyordu kendini. Yıllardır omuzlarına yük olan bu gerçekleri artık taşıyamıyordu. "Bu da yetmezmiş gibi ailesinden kalan benliğini de ondan çaldık. Sırf sen istedin diye Lavin'i öldürüp Mira'ya hayat verdik. Oysa Lavin'e ailesinden kalan tek şey, yine kendisiydi." Melih ağlamaya devam ettiği sırada Akın tek kelime etmeden, tek bir mimik oynatmadan onu izliyordu. "Sen onu bile çaldın. Ve bende sana yardım ettim. Ama yeter!" Dedi Melih. Hızla kolunu kurtardı Akın'ın elinden. "Ben artık bu yükle yaşamıyorum."
Haklıydı. Yıllardır omuzlarında taşıdığı bu yükün altında eziliyordu artık, bıkmıştı.
"Olan oldu!" Diye bağırdı Akın. Onca şey söylemişti Melih ama bunlar Akın'ın gözünde boş şeylerdi. Çünkü ona göre her şey yaşanmış ve bitmişti.
"Bazı suçların bedelini masumlar öder, Melih."
"Ama buraya kadar, Akın. Oyun bitti, Lavin kurtulacak. Ben ona her şeyi anlatacağım." Melih eve doğru yürümek için hareketlendi ama Akın yine önüne geçerek buna engel oldu.
"Henüz değil." Dediğinde Melih anlamaz bakışlarla Akın'a baktı ve devamında gelecek olanı bekledi. "Son bir hamle kaldı, Melih. Oyunun bitmesi için son bir hamle kaldı."
Akın'ın aklından neler geçiyordu emin değildi. Ve korkarakta olsa bunu öğrenmek için sordu sorusunu. "Nedir o?"
Akın'ın hırs bürünmüş olan gözleri Melih'in gözlerine sabitlediğinde dudaklarından kanla kaplı olan o kelimeler döküldü;
"Lavin, ölecek."
...
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |
![Hiranur Uzun / Ruhların Düğümü / [46.BÖLÜM]:ACI GERÇEKLER](https://cdn.kitappad.com/image/img_thump/1/hiranur-uzun-ruhlarin-dugumu.webp)
| 10.62k Okunma |
1.12k Oy |
0 Takip |
48 Bölümlü Kitap |