47. Bölüm
Hiranur Uzun / Ruhların Düğümü / [47.BÖLÜM]:TEK KURŞUN

[47.BÖLÜM]:TEK KURŞUN

Hiranur Uzun
lady_bird

Okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın...3

 

YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN..☆☆☆

"Her şey zamanında gerek. Geç yağan yağmurların faydası dokunmaz kurumuş çiçeklere..."

||Frida Kahlo

 

"TEK KURŞUN"

 

Tek bir kelime herkes için farklı anlam ifade eder. Bunlardan biri de gerçek kelimesidir.

 

Kimileri mutludur ve yalanlarla yaşamaya alıştığı için gerçekler omuzlarına ağır gelir. Öğrenmek istemezler, aydınlıkları karanlığa bürünsün istemezler. Çünkü yalandan da olsa inşa ettikleri bir hayatları vardır ve o hayatın mahvolmasına katlanamazlar.

 

Kimileri ise tam tersine gerçeklere ihtiyaç duyarlar. Hapsoldukları karanlıktan kurtulmak için en ufak bir gerçek kırıntısı ararlar. Asıl ağır gelen yalanlardır çünkü. Tek bir gerçek bile ortaya çıksa umut olur. Koskoca karanlıkta nokta kadar da olsa bir ışık yanar. Ve insan daha fazlasını isterken adım adım tüm gerçeklere ulaşır.

 

Bende gerçeklere ihtiyaç duyanlardanım. Çünkü benim dünyam çok karanlık. Çünkü benim artık bir hayatım yok. Çünkü benim artık kaybedecek tek bir şeyim kalmadı. Çünkü ben artık ruhsuz bir bedenden fazlası değilim, olamıyorum.

 

İşte tam olarak bu çünküler yüzünden bittiğimi iliklerime kadar hissediyorum. Ben bittim, tükendim ve çok yoruldum. Bedenim bile ağır geliyor artık.

 

Sürekli bana gerçeklerden bahs ediyorlar. Peki bu kime göre gerçek? Kimin gerçeği tüm bu saçmalıklar?

 

Ben artık yalanların bana gerçek olarak anlatılmasından çok yoruldum. Hatta o kadar bıktım ki bunlardan, ortada bir gerçeğin olduğunu bile sanmıyorum.

 

Yine sürüklendim bir yerlere ve yine aynı şeyler söylendi.

 

"Tüm gerçekleri sana anlatacağız."

 

Komik değil mi? Hemde çok komik. Ben gerçek diye dinlediğim yalanlardan bıktım ama karşımdakiler sürekli farklı bir yalan uydurmaktan bıkmadı. Sırf bu yüzden kendime acımayı bırakıp onlara acımaya başladım. Bu kadar yalanın içinde nasıl boğulmadıklarını, merak ediyorum açıkçası.

 

"Mira!" Melih'in sert ve yüksek çıkan sesini aniden duyunca irkildim.

 

Daldığım tüm düşünceler tıpkı bir toz bulutu gibi dağılıp yok olduğunda kendimi toparlayıp hızla ayağa kalktım. Tam o sırada da evin tahta ve eski kapısı kırılırcasına açıldı.

 

Buna bir anlam vermesem de yüz ifademi düz tutmaya çalışarak sinirle içeri giren Melih'e baktım. Gözleri kıpkırmızı olmuştu. Bu da kaşlarımı çatmama neden oldu?

 

"Melih," Diyerek ona doğru bir adım attım. "İyi misin sen, bir sorun-" Dememe kalmadan Melih hemen yanıma gelip elimi tuttu.

 

"Acele et, gidiyoruz buradan!"

 

"Ne?" Verebileceğim en normal tepkiyi vermiştim bence. Daha yeni buraya gelmiştik ve şimdide başka bir yere gideceğimizi söylüyordu.

 

"İkiletme Lavin, lütfen. Gidiyoruz dedim." Melih beni kapıya doğru yürütmeye çalıştığı sırada kendimi geri çekmeye çalıştım.

 

Beni ne sanıyordu bunlar? "Ben sürekli sizin bu saçma emirlerinize uymak zorunda mıyım?" Diyip sertçe elimi ondan kurtardığımda bu sefer içeriye Akın girdi.

 

O Melih'in aksine gayet iyi ve rahat görünüyordu. Elleri cebinde durmuş yüzünde anlamsız bir tebessümle bize bakıyordu.

 

"Nereye, Melih?" Akın alay eder gibi konuşmaya başladığında Melih'in ellerini yumruk yaptığını gördüm. "Daha yeni gelmiştiniz. Hem daha Mira," Bu seferde bana baktı. "Pardon, Lavin demek istedim." Ne saçmalıyordu bu? "Lavin henüz gerçekleri duymadı." Pozisyonunu bozmadan yavaş adımlarla salonun ortasında olan üçlü koltuğa yayıldı. "Hatta istersen sen anlatmaya başla. Takıldığın yer olursa ben sana yardım ederim." Diyip aniden kahkaha atmaya başladığında öylece kalakaldım. Delirmiş miydi bu herif?

 

"Hasta mısın, sen? Bu ne saçmalık!" Bağırarak bir adım öne attığımda Melih hemen kolumu tuttu. "Beni delirtmeye mi çalışıyorsunuz!"

 

"Lavin-" Melih bana Lavin diyince aniden kendimi geri çekip ikisinden de uzaklaştım.

 

"Kafayı mı yedin sen, bana neden bir anda Lavin demeye başladın!"

 

"Neden? Yoksa adın Lavin değil miydi?" Akın yine o alaycı sesiyle konuşup sinirlerimi kat ve kat arttırmaya devam etti.

 

"Size ne oluyor? Bir açıklama yapın artık bana!" Dediğimde Akın bakışlarını Melih'e çevirdi.

 

"Ee hadi ama Melih, Lavincik bir açıklama bekliyor. Neden onu bekletiyorsun?"

 

Melih sinirle Akın'a doğru bir adım attığında ben sadece olanları izlemekle yetindim. "Yeter, o lanet olası çeneni kapat artık!"

 

"Zaten ben konuşmayacağım. Sen konuşacaksın, Melih." Akın bu seferde bana bakıp yanında ki boşluğu işaret etti. "Ayakta kalma gel otur şöyle." Akın'ın gram ciddiyet içermeyen konuşmasını es geçerek Melih'e döndüm.

 

"Lütfen bana bir şey söyle artık. Yalvarıyorum sana, Melih." Bunu söylediğimde fark ettiğim tek bir şey oldu. Tükenmişlik. O kadar zor durumdaydım ki, yalvarıyordum resmen. Hakkım olan gerçekleri ögrenmek için yalvarıyordum. Ve bu da benim çok zoruma gidiyordu.

 

Melih bana kısa bir an bakıp başını önüne eğdiğinde cevapları ondan alamayacağımı anladım.

 

"Sen söyle, Hanzade. Neler oluyor?" Diyerek bu sefer de umutsuz vaka olan Akın'a yöneldim.

 

"Kendi oyunumu başkalarından duyup gururlanmak istiyordum. Ama sanırım Melih dut yemiş bülbülü oynamaya devam edecek. Desene bu hayalimiz de suya düştü." Hala dediklerimi ciddiye almıyor alay etmeye devam ediyordu.

 

"Bu gereksiz ve can sıkıcı olan tavırlarınız daha ne kadar sürecek?" Az önce ki gibi bu sorma da cevap alamadığımda artık şaşırmadım. Çünkü ben soru sorup cevap almamaya, onlarda bununla eğlenmeye çoktan alışmıştı.

Bu bir çeşit oyun olmuştu sanırım.

 

"Lavin'i alıp buradan gideceğim, Akın." Melih uzun süredir devam eden sessizliğini bozup konuşmaya başladığında bakışlarımı ona çevirdim. Fakat onun şuan da tek odağı Akın'dı. "Sende tek kelime etmeden gidişimizi izleyeceksin." Ben söylediklerinde bir sebep aramaya başladığım sırada ortama bir sessizlik çöktü ama bu çokta uzun sürmedi.

 

Akın, sanki çok komik bir şey duymuş gibi abartılı bir kahkaha atmaya başladığında ben yüzümü buruşturdum. Kahkahası sinirimi bozuyordu.

 

Artık neye tepki göstermem gerektiğini bile bilmiyorum. Çünkü şuan da etrafımda dönen olayları anlamıyor bu yüzden de bir sonuç çıkaramıyordum.

 

"Güldük, eğlendik ve şaka bitti, Melih." Diyen Akın, her zaman ki yüz ifadesini takınmıştı. Gereğinden fazla olan ciddiyeti ve duygusuz bakışları yine yerli yerindeydi. "Yani artık sende bu saçma şeyleri söylemeyi kesebilirsin. Çünkü hiç komik değil."

 

Melih, Akın sözünü bitirine kadar onu dinlese de takmadı söylediklerini.

 

Bana doğru dönüp elini uzattığında ne yapacağımı bilemeyerek bir yüzüne bir de eline baktım.

 

"Hadi gidelim, Lavin." Dediğinde daha fazla bu saçmalığı ve bilinmezliği kaldırmadım.

 

"Melih," diyerek başımı yavaşça iki yana salladım. "Sana uyup buraya gelmemeliydim." Diyerek sırtımı Melih'e döndüm ve hızlıca kapıya doğru yürüdüm. Ama daha bir kaç adım atamadan durmak zorunda kaldım.

 

Akın yerinden kalkıp koca cüssesi ile karşımda durduğunda adımların hemen kesildi ve yerimde kalakaldım.

 

"İşimiz henüz bitmedi." Diyip ifadesiz yüz ifadesine bir de ifadesiz ses tonunu ekledi.

 

Bana söylediklerini duymazdan gelerek dudağımın kenarını yukarıya doğru kıvırdım. "Benim sizinle işim çoktan bitti, Hanzade." Omzuna sert bir şekilde çarpıp yanından geçtiğim sırada kolumu tutup beni durdurdu.

 

"Peki ya anlaşmamız ne olacak?" Şimdi de beni bu saçmalıkla durdurabileceğini sanıyordu. Olsun, her insan yanılabilirdi.

 

"Senin de, o iğrenç anlaşmanın da canı cehenneme!" Bunları söylediğim için pişman olmayacaktım. Çünkü sürekli beni kandırıyordu. Buraya gerçekleri ögrenmek için gelmiştim güya. Peki o ne yapıyordu?

 

"Bir şeyleri öğrenmek istiyorsan-" diyordu ki hemen araya girdim.

 

"Yeter, Hanzade!" Akın'a doğru bir adım attım. "Ben artık hiç bir şey öğrenmek istemiyorum. Yıllardır aynı şeyi söyleyip duruyorsun ama ben hala bir bok bilmiyorum!"

 

"Merak etme artık böyle şeylere kafa yormana gerek kalmayacak." Alayla gülümseyip Melih'e doğru döndü. "Öyle değil mi, Melih?" Dediğinde bende Melih'e baktım. O da zaten bana bakıyordu ve yüzünde çok kötü bir ifade vardı. Sanki tüm duyguların karışımı gibiydi. Hayal kırıklığı, pişmanlık, korku ve endişe...

 

"Bırak onu, gitsin." Melih Akın'a bakıp yalvarır gibi konuştuğunda daha da kafam karışmıştı. Az önce benimle birlikte gitmek istiyordu. Şimdi ise beni göndermek için uğraşıyordu. Burada olan hiç bir şeyin mantığı yoktu cidden.

 

"Asıl önemli olan kişiyi neden gönderelim ki? Sence de bu saçma olmaz mıydı?" Akın'ın aklında dönen şeytanlıklara daha fazla tahammülüm kalmamıştı. Fazlaydı bu kadarı. Çok fazla!

 

"Bunları dinlemek zorunda mıyım ya ben?" Diyerek çıkıştığımda bakışlarımın tek odağı Akın'dı.

 

"İstersen dinleme, benimde işime gelir. Anlaşmayı iptal ederek sonuna kendin karar verirsin." Ölümle tehdit edince her şeye tamam olacağımı sanıyordu. Bundan tahmini ne zaman vazgeçerdi acaba?

 

"Senden korkmuyorum, Hanzade!" Kapı koluna uzanıp evden çıkmak istediğimde yapamadım.

 

"Emin ol benden çok korkacaksın, Lavin." Bu cümlesine gülümsemek istemiştim sadece ama ona bile fırsatım olmamıştı. Boynumdan giren ve tüm vücuduma yavaş yavaş yayılmaya başlayan keskin bir sızı buna engel olmuştu. Ne olduğunu anlamak için elimi boynuma uzattığımda ise etime batırılmış olan bir şırınga fark ettim.

 

"Akın!" Melih bağırıp Akın'ı omzundan tuttu ve geriye doğru çekip arkamızda olan duvara itti.

 

Bakışlarım yere düşmüş olan Akın'a kaydığında sevinçten gülmeye başladığını gördüm. Öyle yüksek kahkahalar atıyordu ki delirmiş gibiydi.

 

"Neydi bu!" Melih yere düşen şırıngayı alıp Akın'a doğru salladığında ben yerimden hareket bile edemedim. Daha doğrusu edemedim. Tüm vücudum uyuşuyordu sanki. "Ne enjekte ettin kıza!" Melih, Akın gülmeye devam edince dayanamayıp yakasına yapıştı. "Sana diyorum, Akın!"

 

Hareketsiz bir şekilde durmaya devam ettiğim sırada etrafımda olan seslerin de azaldığını fark ettim. Melih'in bağırmasını bile zor duyuyordum. Gözümün önü kararmaya başlamıştı.

 

"Melih," zar zor konuşup bir adım attığımda bacaklarım boşaldı ve ben yere yığıldım.

 

"Lavin!" Melih hızla Akın'dan uzaklaşıp yanıma çöktü ve başımı ellerinin arasına aldı. Gözlerimi zar zor açık tutuyordum. Ses de yok denecek kadar azdı. Bilincim sanki kayıp gidiyordu. "Lavin bana bak, lütfen!"

 

"Korkma, sadece bir süre hareketsiz kalıp bizi dinlemek zorunda kalacak. Onun dışında zarar görmez." Akın'ın iğrenç sesini duyduğumda gözlerimi yumup derin bir nefes aldım. "Tabi sadece şimdilik."

 

"Saçmalamayı kes! Ona hiç bir şey yapamazsın!" Melih hiddetle bağırıp bir elini bacaklarımın altından geçirdi ve diğer eliyle de belimi tuttu. Çok geçmeden kucağına aldığında ise elim aşağıya doğru düşmüştü. Şaka gibiydi ama şuan hiç bir yerimi hissedemiyordum.

 

"Buna sen mi karar vereceksin, Melih?" Melih Akın'ı duymazdan gelip kapıya yanaştı ve dirseğiyle kapı kolunu indirip ayağıyla geriye doğru itti. Kapı ardına kadar açıldığında ise kararmış olan havayı umursamadan hızla ilerlemeye başladı. Saçlarım yüzüme doğru düşüyordu. Sanırım rüzgar esiyordu. Ama ben bunu bile hissetmiyordum. Soğuk bedenimi etkilemiyordu.

 

"Melih," açık tutmaya zorladığım gözlerimle Melih'e baktığımda yanağından süzülen bir damla yaşla birlikte bana döndü.

 

"Binlerce kez özür dilerim, Lavin." Özür dileme sebebini anlayamadım. Sorgulamak istedim, neden demek istedim. Fakat adını bile zor söylüyordum şuan da. "Özür dilerim." Dedi bir kez daha. "Yalvarırım, affet beni." Gözlerimi kırpıştırarak yüzüne bakmaktan başka hiç bir şey yapamadım.

 

"Melih, olduğun yerde kal!" Akın'ın sesini duyar duymaz Melih'in adımları durdu. Gelecek olanı biliyordu muhtemelen. "Hemen bırak, kızı!" Akın'ın arkamızdan gelen sesini umursamadan önüne bakmaya devam etti, Melih.

 

"Asla!" Diyerek yürümeye devam ediyordu ki etrafımızı bir silah sesi kapladı. Az önceye kadar zor duyan kulaklarım patlayan silahın sesiyle keskin bir acıyla yanmaya başladı.

 

"Bir adım daha atarsan bundan sonra ki kurşunu beynine yersin!" Akın'ın bunu söylemesiyle birlikte tüm vücuduma bir titreme yayıldı.

 

Gözlerimde oluşmuş olan o korkuyu gizlemeden Melih'e baktığımda onun sadece gülümsediğini gördüm. Kendim için bir kere bile korkmamıştım ama Melih için aynı şeyi yapamıyordum. Ben Melih'e bir şey olmasından çok korkuyordum.

 

"Bırak beni," baygın ve kısık çıkan sesimi ben bile zor duyuyordum. Bunu umursamadan konuşmaya kendimi zorluyordum çünkü beni gerçekten bırakması gerekiyordu. Akın dediğini yapabilirdi. O pislik her şeyi yapabilirdi.

 

Melih, Akın'ı umursamadan tekrar yürümeye başladı ve benimle birlikte bir ağacın altına çöktü. Bir şey hissetmememe rağmen çok nazik davranarak sırtımı arkamda duran ağaca yaslamamı sağladı. Ben hala baygın baygın yüzüne bakarken bakışlarımda bir yalvarış olduğuna da emindim. Kendi mimiklerimi bile ayrıt edemeyecek kadar kendimden geçmiştim. Melih'in beni anladığını düşünmekten başka çarem kalmamıştı.

 

Melih gözünden akan yaşı silip yüzüne sahte bir gülümseme yerleştirdi. Yavaşça bana doğru eğilip yüzümü avuçları arasına aldı. "Sana söz veriyorum, seni kurtaracağım." Diyerek fısıldadığında benimde gözlerimden yaşlar süzülmeye başladı. "Ne pahasına olursa olsun. Gerekirse canımı bile veririm." Tepki vermek istiyordum. Ona yardım etmek istiyordum. Kendime gelip Melih'le beraber buradan çıkmak istiyordum.

 

"Ne o, vedalaşıyor musunuz yoksa?" Akın'ın yakından gelen sesini duyunca bakışlarımı Melih'in arkasında ki karanlığa çevirdim. Akın, yavaş adımlarla bize doğru geliyordu. Yüzünde yine o alaylı gülümsemesi vardı. Keyif alıyordu bu halimizden.

 

Neler olmuştu bir anda? Neden bu hale gelmiştik? Benden ve Melih'ten ne istiyordu? Ben bu soruların cevaplarını istiyordum.

 

"Beni affet." Melih ben daha ne olduğunu anlamadan elini beline attı ve hızla silahını çıkarıp ayağa kalktı.

 

Akın buna şaşırmamış olacak ki hiç bir tepki vermeden öylece durdu. Fakat çok geçmeden o da silahını kaldırıp Melih'e doğrulttu.

 

"Vay be! Bu günleri de mi görecektik!" Hala nasıl bu kadar normal davranabiliyordu aklım almıyordu. Hasta kafasının içinden neler geçiyordu? "Kardeşiz sanıyordum." Yine alay ederek dudaklarını büzdü.

 

"Ben sana inandım, Akın. Kardeşim dedim, ailem olarak gördüm seni." Melih'in sesinde bariz bir hayal kırıklığı vardı. Canı yanıyordu. "Ama sen beni hiç bir zaman öyle görmemişsin, sen bana hiç değer vermemişsin-"

 

"Olayı dramatikleştirme lütfen!" Diyerek Melih'in konuşmasını kesti Akın. Nasıl bu kadar vicdansız olabilirdi aklım almıyordu. Karşısında ki yıllardır beraber olduğu, kardeşi gibi davrandığı insandı. Nasıl bu kadar gaddar olabilirdi? "Zavallısın Melih, biliyor musun?" Dediğinde ardından gelecekleri ben bile duymak istemiyordum. "Kardeşini bile harcamış biri sana neler yapmaz, bunu hiç düşünmedin mi?" Oysa hep harcanan olduğunu söylerdi. "Bu kadar aptal mısın, gerçekten?"

 

"Bana, Daren'in bizi liderlik için sattığını söyledin. Asıl harcananın biz olduğunu söyledin." Melih de bir şeylerin farkına yeni yeni varıyor gibiydi. O da yalanlarla kandırılmıştı. Tıpkı benim gibi.

 

"Biz diye bir şey yoktu! Hala salak salak konuşuyorsun!" Akın aniden bağırıp elinde tuttuğu silahı Melih'e doğru salladı. İğrençti. O cidden iğrenç biriydi. "Babamın eve besleme olarak aldığı birisin sadece!"

 

Bunu söylediğinde Melih'in omuzlarının düştüğüne şahit oldum.

 

"Benim için zavallı bir beslemeden fazlası olmadın, anladın mı?" Nasıl bu kadar acımasız olabilirdi? "Gerçi yalan söylemeyeyim." Diyerek düşünür gibi yaptı. "İşime yaradığın çok nokta oldu. Çünkü seni kandırmak kolaydı. Süzme salağın tekiydin."

 

Melih, duyduğu her kelimede biraz daha küçülüyordu sanki. Ellerinin titrediğini net bir şekilde görebiliyordum ve bu görüntü beni çok rahatsız ediyordu.

 

"Benim o piç kardeşim gibiydin sende. O da senin gibi salağın tekiydi." Şimdide konu Daren'e gelmişti. Buradan nereye varacağını merak etmiyordum çünkü her türlü üzülen tek bir kişi olacaktı. Melih.

 

"Ve saçmalık da nereden başlıyor biliyor musun, Melih?" Kendi kendine gülmeye başladığında bunun sinirden olduğunu anlamam uzun sürmedi. "Babam onu lider seçti. Düşünebiliyor musun?" Hala gülüyordu ama gerçek duygularını asla gizleyemiyordu. "Akıl alır gibi değil. Ben dururken onu seçti ve ben bunun sebebini hala çözemedim." Gülüşü yavaş yavaş soldu. "Yetimhaneden alıp büyüttüğü çocuğa benden daha çok mu güveniyordu yani?" Melih şuan da Akın'ı dinliyor muydu ondan bile emin değildim. Yüzünü göremesemde önümde titreyen bedeninden hiçte iyi olmadığını anlayabiliyordum. "Tamamen saçmalık, öyle değil mi?"

 

Kısa bir anlığına kimseden çıt çıkmadı. Ne Akın ne de Melih konuştu. Birbirlerine doğrulttukları silahlarla öylece beklediler.

 

"Ya seni bile," Diyerek tekrardan sessizliği bozan Akın yine Melih'e oynadı oyununu. "Seni bile benden çok sevdi. Neden diye çok düşündüm?" Başını omzuna doğru yatırıp gülümsedi. "Sokaktan alıp evine besleme diye getirdiği yetimi, öz oğlundan daha çok sevmesi normal mi sence?" Bunları söylemekte ki amacı Melih'e acı çektirmek ise gayet başarılıydı. "Yetim dedim direkt ama umarım kırılmamışsındır." Sahte bir üzüntü ekledi sesine. "Annen bir fahişe olduğu için kimden olduğun belli değildi hani." Bu kadarını da yapmamalıydı. Bunları söylememeliydi. "Şuan da da kim bilir kimin altına yatıyor." Diyerek genişçe gülümsedi. "Belki bir kardeşin bile olmuştur."

 

Silah tuttuğu eli yavaş yavaş yanına düştü. Şuan da yüzünü göremiyordum ama yaşadığı enkazın bakışlarına nasıl yansıdığını tahmin etmek zor değildi.

 

Sadece dinlemeyi seçmiş olan Melih uzun süre sonra konuşmayı seçip "Sus," Dedi sadece.

 

"Sizin hikayenin başlığına Fahişenin çocukları mı uygun olurdu yoksa fahişe ve eniklerinin dramı mı? Bence ikisi de çok yaratıcı."

 

"Sus dedim sana!" Melih az öncekine göre biraz daha fazla yüksek sesle konuşmuştu. Kendini tutmaya çalışıyordu ama artık çok zor ve imkansız gibiydi.

 

"Hadi ama seç birini. Hangisi olsun?" Akın'ın buna rağmen kışkırtmaya devam etmesi de cabası. "Aslında şöyle bir düşününce kendi halime bin şükür ediyorum biliyor musun?" Yüzünü ekşitti, Akın. "En azından benim babam belli."

 

Melih daha fazla bir şey demedi, diyemedi. Akın'ın karşısında küçüldükçe küçüldü. Söyleyecek tek kelime bulamadı. Ne denilirdi ki zaten buna? Ne tepki verebilirdi karşısında duran bu pisliğe?

 

"En azından benim annem önüne gelenin altına yatan bir fahişe değildi, Melih."

 

Dolu olan gözlerimle Melih'e bakarken Akın'ın sesi düşüncelerimi dağıttı. "Şu arkanda duran zavallı kızcağız da Daren beyin kurbanı." Dediğinde bakışlarım aniden onu buldu. Anlaşılan sıra bendeydi. Ve ben bundan hiç rahatsızlık duymuyordum. Çünkü öyle ya da böyle her şeyi öğrenecektim.

 

"Bildiği tüm doğrular uyduruk birer yalandan ibaret ama garibimin hiç bir şeyden haberi yok." Yüzünde ki alaylı ifadesiyle birlikte gözlerini bana kilitlediğinde ben devamında gelecek olanları bekliyordum.

 

"Annen ve babanı Daren öldürdü sanıyorsun değil mi?" Duraksadı. Sanki cevap verebilecekmişim gibi bekledi. "Bingo Lavinciğim! Aileni Daren öldürmedi!" Bunu söyler söylemez çok derin bir nefes aldım. Ve aldığım hiç bir nefes bu kadar acı vermemişti. "Şaşırdın değil mi?"

 

Doğru muydu bu? Daren, Daren yapmamış mıydı?

 

Melih'e seslenmek istedim. Ona sormak istedim. Doğru mu söylüyor demek istedim ama yapamadım. Tek kelime edecek gücü kendimde bulamadım.

 

"Seni de öyle bir kandırdım ki, Lavin. Cidden oyunumun en kusursuz kısmı oldun." Bu dediğinden keyif alıp sesli bir kahkaha atmaya başladığında şuan onu ellerimle gebertemediğim için lanetler okudum. "Kolay olmadı tabi ki. Çok nazlandın başlarda. Ama başardım, seni de alt ettim. Çünkü bilirsin, Akın Hanzade asla vazgeçmez." Yanında olduğum yıllarda binlerce kez kurduğu cümleydi. Nasıl bilmezdim.

 

"Akın Hanzade asla vazgeçmez!"

 

"Kısacası Lavin, çok pis oyuna geldin ve biz şuan da o oyununun sonuna geldik." Silahın namlusunu bana doğrultacağı sırada aynı anda Melih de aniden elinde tuttuğu silahı Akın'a kaldırdı. Fakat bir kişi için çok geç olmuştu.

 

Tek bir el ateş edilmiş ve tek bir kurşun çıkmıştı. İkisinden biri önce davranmıştı.

 

Ben korkuyla titreyip yaralanan kişiyi görmek için beklerken Melih'in bedeni gözlerimin önünde ayak ucuma yığıldı. Bunu görür görmez dudaklarımdan firar eden çığlık ve Melih'in kanla kaplı bedeni tüm vücuduma bir titreme yayılmasına sebep olmuştu.

 

Dakikalardır uyuşukluk dışında bir şey hissetmeyen bedenim acıyla kasılıyor, aldığım her nefes göğsümü parçalıyordu.

 

Akın, Melih'i vurmuştu.

 

Akın, Melih'i vurmuştu..

 

Akın, Melih'i vurmuştu...

 

Lanet bir kabustan fazlası olmasın istedim. Uyanmak istedim. Bunların hiç birinin yaşanmamış olmasını istedim. Defalarca kez gözlerim açıp kapattım. Ve her defasında karşılaştığım tek görüntü Melih'in kanlar içinde kalmış bedeninden fazlası değildi.

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettiğim de yerde yatan bedeni görmemek için gözlerimi sıkıca kapattım ve başımı hareket ettirebildiğim kadar iki yana salladım.

 

"Hayır!" Dedim fısıltıdan farksız olan sesimle. "Hayır, Melih!"

 

Melih zar zor açık tuttuğu gözleriyle bana bakmaya çalıştığı sırada ben ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum. Yanına yaklaşacak gücüm bile yoktu. Parmakları mı bile oynatamıyordum. Ben bu çaresizliği nasıl anlatabilirdim?

 

"Lavin-" Konuşmasıyla susması bir olmuştu. Canı çok yanıyordu. Melih'in canı çok yanıyordu ve ben bunu derinden hissedebiliyordum.

 

Kendimi sıka sıka elimi hareket ettirmeye çalışıyordum ama olmuyordu. Hareket edip yanına gidemediğim her an için lanetler okuyor yine boş boş durmaktan başka bir işe yaramayan kendimden nefret ediyordum.

 

Ailem gözlerimin önünde yanarak ölmüştü. Şimdi de kardeşim dediğim insan karşımda can vermek üzereydi. Ve ben sadece izliyorum.

 

Ben sadece izliyorum.Bu çok ağır bir cümleydi. Bunu ne bedenim ne de ruhum taşıyabilirdi. Ben bunun altında kalıyordum.

 

Titreyen dudaklarım arasından "Melih," Diyerek zar zor konuştuğumda, Melih'in gülümsediğine şahit oldum.

 

Sanki kanlar içinde yerde yatan o değilmiş gibi bana bakıp gülümsüyor,

gözleri kapanmak üzereyken bile bakışlarıyla bana güven vermeye çalışıyordu.

 

Korkma der gibi bakıyordu. Ama ben çok korkuyordum.

 

"Yapma," Dedim fısıltı gibi çıkan sesimle. "Beni bir kez daha yalnız bırakma." Gözlerimi sıkıca kapattığımda yanaklarıma yaşlar boşaldı. "Ben, ben bir kez daha yaşayamam aynı şeyi. Yalvarırım beni bırakma, Melih." Bunları söylerken beni duyduğundan bile emin değildim oysa.

 

O, benim söylediklerime karşılık sadece ağlıyordu. Melih'in gözlerinden akan her bir yaş da, ok gibi göğsüme saplanıyor, canımı yakıyordu. Ağlamamalıydı.

 

Ben sırf o beni duysun diye konuşmaya devam etmek istedim fakat yapamadım.

 

Melih, "Affet beni." Dediğinde göz kapakları ağır ağır kapandı. Ve ben o an anladım ki Melih'den duyduğum son şey buydu. Bu cümleden sonrası gelmeyecekti. Gelemeyecekti. Çünkü o da gitmiş, bırakmıştı beni. Çünkü artık Melih'te yoktu.

 

Bir kez daha gözlerimin önünde canımı kaybetmiştim ben. Tek yaptığım ise yine izlemek olmuştu.

 

Gözlerini kapatan onlarken asıl ölen bendim...

 

"Melih!" Dudaklarım arasından kuvvetli bir çığlık daha firar ettiğinde boğazım hissettiğim acıyla birlikte yanmaya başladı. "Allah'ım onu da benden alma, yalvarırım." Gözlerimi kapatıp başımı gökyüzüne kaldırdığımda aldığım nefes boğazıma takılıp koca bir düğüm oldu. "Yalvarırım onu da alma." Dedim bir kez daha. "Annemi, babamı, kardeşlerimi, sevdiğimi, her şeyimi aldın benden-"

 

"Onların hepsini ben aldım senden." Diyerek gülmeye başlayan Akın'ın sesi kulaklarımı doldurduğunda nefes nefese kalmış bir şekilde bakışlarımı ona çevirdim. "Ve bunu yaparken gram vicdanım sızlamadı biliyor musun?" Söylediklerinden zevk alıyormuş gibi konuşmaya devam edip yerde yatan Melih'e baktı. "Mesela şu zavallıyı görünce sadece midem bulanıyor. Başka hiç bir şey hissedemiyorum." Bir kaç adım atarak Melih'le arasında olan mesafeyi kapattı. Yere diz çöküp oturduğunda bende gözlerimle onu takip ediyordum. "Azıcık çenesini tutmayı becerseydi sonu biraz farklı olabilirdi. Ama kendi böyle olmayı seçti ve geberip gitti."

 

Yerde hareketsizce duran Melih'i görmemek için gözlerimi kaçırdığımda Akın bir kez daha kahkaha attı.

 

"Ne kadar duygusal bir an değil mi?" Diyip alayla gözünde ki yaşı siliyormuş gibi yaptı. "Ağlayacağım şimdi."

 

Gözümden bir damla yaş daha yanağıma düşüp çeneme doğru süzüldüğü sırada "Seni," Dedim zarzor ve devam ettim. "Seni öldüreceğim." Cümlemi tamamladığımda sanki şaka yapmışım gibi Akın yine güldü.

 

"Sen önce ayağa kalkmayı becer." Diyerek gülmeyi kesti ve ayağa kalkıp benim yanıma geldi.

 

Önümde diz çöküp elini omzuma koyduğunda kendimi geri çekmeye çalıştım fakat başaramadım. "Dokunma bana." Demekle yetindim sadece.

 

"İşimi zorlaştırmaktan başka neye yararsın ki zaten." Kaşlarını çatıp elinde ki silahı beline yerleştirdi ve hızla kucağına aldı beni.

 

"Bırak beni." Titreyen ve kısık çıkan sesimle konuşmaya çalışınca boğazıma dikenler batıyordu sanki.

 

"Planlarım da pürüzler olmuş olabilir. Ben henüz son hamlemi yapmadım." Diyerek arabasına doğru yürüyen Akın'ı duymazdan gelerek bakışlarımı Melih'e çevirdim. Ve yine değişmeyen bir görüntü vardı karşımda. Kanla kaplı bir gerçek.

 

Hıçkıra hıçkıra ağlamaya devam ettiğim sırada Melih'i son görüşüm olacağını anladım.

 

Vedasız biten ayrılıklar çok can yakarmış.

 

Bende kardeşime veda edemeden buradan ayrılıyordum. Ve inanın bana canımın yanmasından fazlasını yaşıyordum.

 

"Hoşçakal, Melih..."

 

...

 

 

Herkese merhaba aşklarımmm🫶

 

 

 

Biliyorum, bölüm yine geç geldi. Bir savunma yapmayacağım. Çünkü savunma yerine geçecek bir bahanem yok. Tek bir şey söyleyebilirim sadece; ben hiç iyi değilim.d

 

 

 

Kafa olarak bir çöküş var. Beni kitabın ilk zamanlarından tanıyanlar varsa artık bunun normallestiğini düşünür belki. Bahane sananlar da olabilir. Normaldir. Ama inanın bana bende aylarca emek verip yazdığım, belli bir kitleye ulaştırdığım kitabımın böyle boşlanmasını doğru bulmuyorum. Fakat elimden bir şey gelmiyor. Kafamı sürekli meşgul eden farklı şeyler ortaya çıkıyor. Ve inanın bana, ben psikolojik olarak çökmüş durumdayım. Toparlamaya çalışıyorum ama dağılıyor sürekli. Yazma yetenegiminde bu süreçte zedelendiğini falan düşünmeye başladım zaten. Eskisi kadar yazamıyorum artık... Kötü hissettiriyor bunu bilmek🥲

 

 

 

Neyse sizinde canınızı daha fazla sıkmak istemiyorum. Kendinize çok dikkat et çooookkkk...

 

 

öpüldünüz💋💋💋

 

 

Bölüm : 16.02.2025 19:04 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...