48. Bölüm

[48.BÖLÜM]:KAYBEDİŞ

Hiranur Uzun
lady_bird

Okumaya başlamadan önce yıldıza basında yollarımız aydınlansın.

 

"YILDIZLAR GİBİ HEP PARLAYIN..☆"

"Sen her şeyimsin benim. Ve bu her şeyden bir küçücük zerre eksilse bomboş kalırım ben..."

 

 

||Nazım Hikmet

 

 

 

"Kaybediş"

 

Biz insanlar çok bunaldığımız zamanlarda ya da ne bileym, artık çekilmez olduğunu düşündüğümüz hayatımızda, anlamlandıracak bir şeyler ararız. Bunun sebebi ise yaşamaya devam etme isteğidir.

 

Evet, doğru duydunuz. Yaşamaya devam etme isteği.

 

Bazen keşke ölsek de daha fazla kötülükle karşı karşıya kalmasak gibi bir düşünceye girebiliyoruz. Ama biliyor musunuz, bizim en çok istediğimiz şey aslında yaşamak...

 

Bizler yaşamak itiyoruz. Bizler bu hayatı dibine kadar yaşamak istiyoruz. Çünkü yaşamak, bir daha elimize gelmeyecek bir fırsat.

 

Tek bir kere geldiğimiz şu koca dünya da bize ölmeyi dileten insanlar veya olaylar oluyor, biliyorum.Ama korkmayın.

 

Hayat her zaman güllük gülistanlık olmayabiliyor. Bu yüzden de savaşmanız gereken bir çok şey de olacaktır elbet. Korkup kaçmak yerine bir kerede olsa savaşmayı denesek, ne kaybederiz ki?

 

O kadar güzel şey var ki hayatta. Saymak için bir asır harcamak bile gerekebilir. Peki biz bu güzel şeyleri göremeyip neden hep karanlıkta kalıyoruz? Neden bizim ışığımızı söndürmelerine izin veriyoruz?

 

Bizler, en çok yaşamak isteyen fakat ölüme terk edilen insanlarız...

 

Bunu değiştirmek ise yalnızca sizin elinizde ve inanın bana hala hiçbir şey için geç değil.

 

Aylar önce odamda otururken Melih yanıma gelmiş, gelirken de bna bir dergi getirmişti. Normalde böyle şeylerle ilgilenmediğimi de bildiği için şaşırmıştım bu hareketine. Çünkü sevmediğim şeyleri yapmaktan hep kaçınırdı.

 

Ona sorduğumda ise ilgimin çekeceği bir şeyler olduğunu söyledi. Bende Melih böyle diyorsa bir bildiği vardır diyerek onun yanına oturdum. Gece bilmem kaç... Biz ay ışığının vurduğu odamda saatlerce o dergiyi okuduk. Daha doğrusu Melih bana okudu bende onu dinledim.

 

Derginin son sayfasını çok net hatırlıyorum. Uzun ve anlamlı olduğu düşünülen bir paragraf vardı. Melih tıpkı diğer sayfaları okuduğu gibi o sayfayı da hiç üşenmeden bana okumuştu.

 

Yalan söylemeyeceğim, çok etkilemişti beni. Ama o uzun paragraftan bahsetmiyorum. Beni etkileyen asıl şey o paragrafın içinde geçen tek bir cümleydi.

 

"Bizler, en çok yaşamak isteyen fakat ölüme terk edilen insanlarız..."

 

Bu söz benim şu koca hayatımı özetleyen tek şeydi. O kadar anlamlı gelmişti ki duyduğumda, yarım saat boyunca boş duvara baktığımı hatırlıyorum.

 

Bunun yanında o gece yaşadığım ikinci bir şok daha vardı. Dergi Melih'in elinde olduğu için fark edememiştim. Ama o gittikten sonra ben odamda bıraktığı dergiyi merakla tekrar elime almış ve yine son sayfayı açmıştım. Paragrafı baştan sona okuyup o cümleyi defalarca kez tekrar etmiştim. İlerleyen dakikalarda da sayfanın alt kısmında yazan isim ve imza dikkatimi çekmişti.

 

Ben bu güzel sözlerin kimin kaleminden çıktığını merak ederken gördüğüm isim beni şoka uğratmıştı.

 

Seni çok seven kardeşin, Melih :)

Hiç bir zaman pes etmeyeceksin çünkü ben hep senin yanında olacağım...

 

O an fark etmiştim dergiyi onun hazırladığını. Sırf kafam dağılsın diye tek tek kendi yazmıştı her şeyi. Sevdiğim ve ilgimi çekeceğini düşündüğü her şeyi eklemişti.

 

Uzun süre birlikte değildik. Hayatımızın her anında birbirimizin yanında olmadık. O benim çocukluğumu bende onun çocukluğunu bilmiyordum. Aynı okullarda okumadık, aynı oyunlarda yer almadık, aynı mahallede büyümedik, ailelerimiz de arkadaş değildi.

 

Ama biliyor musunuz? Melih, anne ve babamdan sonra beni en iyi tanıyan insandı. Melih, benim kardeşimdi. Melih, benim yaşama sebebim, nefesimdi.

 

Ama o artık yok. Neden mi? Çünkü benim her şeyimi almaya yemin etmiş olan bu iğrenç dünya onu da benden aldı. Yaşamak için bulduğum, tutunduğum o kişiyi de benden çekip aldı.

 

Ben yine bir sevdiğimin ölümünü izledim.

 

Akın'ın beni fırlatırcasına attığı arka koltukta yüz üstü yatıyordum. Düşündüğüm tek şey ise geride bırakmış olduğum, Melih'ti. Bu saatten sonra bana ne olacak düşüncesi bir kerecik geçmedi aklımın ucundan. Bir kere bile korku veya endişe duymadım kendi adıma. Çünkü merak etmiyordum gerisini. Artık ne olacağı ne biteceği umurumda bile değildi. Sadece ağlıyordum işte.

 

Melih'e ağlıyordum, geçmişime ağlıyordum, Daren'e inanmayışıma ağlıyordum, ona duyduğum nefrete ağlıyordum, gözümün önünde can veren aileme ağlıyordum...

 

Akın arabayı durdurduğunda kendimi hiç zorlamadan öylece durmaya devam ettim. Şuan denesem belki kollarımı bile kaldırabilirdim. Çünkü bana enjekte ettiği ilacın etkisi yavaş yavaş geçiyordu. Bunu vücudum da azalmaya başlayan uyuşmadan anlayabiliyordum. Fakat yine de hiç umurumda olmadı.

 

Şuan nerede olduğumu, ne kadar süredir yolda olduğumuzu, buraya gelme sebebimizi vesaire hiç merak etmiyordum.

 

Akın kapısını açıp indiğinde çok kısa bir süre içinde benim kapımı da açtı. İçeriye doğru eğilip beni sırt üstü çevirdiğinde tepkisiz bir şekilde göz kırpıştırdım. Beni kucağına aldı, arabadan çıkardı, hiç bilmediğim bir başka evin içine soktu. Ve ben yine gram tepki vermedim.

 

Etrafıma bakma gereği bile duymamıştım. Hala Akın'ın kucağındaydım ve kendisi şuan da merdiven çıkmakla meşguldü. Evin ikinci katına ulaştığında uzun bir koridorda yürüdü. En sonunda bir odanın önünde durduğunda dirseğiyle kapı kolunu indirip geriye doğru itti.

 

Benimle birlikte içeri girdiğinde kendimi kısa bir süre içinde ahşap zeminin üzerinde buldum. Aniden hissettiğim soğukluk tüm bedenimi titrettiğinde tepkisiz kalmaya zorladım kendimi.

 

Akın beni bırakıp ayağa kalktı ve içerisinde sadece bir sandalye bulunan odanın içinde ilerleyip az önce girdiğimiz kapıdan çıktı.

 

O gidince bakışlarımı etrafta gezdirdim. Odayı aydınlatan tek şey küçük pencereden sızan ay ışığıydı. İçeride ahşap bir sandalye dışında hiç bir şey yoktu.

 

Etrafa bakmayı kesip başımı önümde birleşmiş olan ellerime çevirdim. Derin bir nefes alıp kurumuş olan dudaklarımı ıslattım. Susamıştım, hemde baya susamıştım. Fakat şuan bunu düşünecek halim bile yoktu.

 

Kısa bir süre sonra odanın içini adım sesleri kapladığında, Akın'ın geldiğini anladım ama yine de kafamı kaldırıp ona bakmadım.

 

O yavaş adımlarla bana doğru yürüyüp önümde diz çöktü ve tek kelime etmeden beni kollarımdan tutup ayağa kaldırdı. Zorluk çıkarmadan ona ayak uydurdum sadece.

 

Benim dizlerim hala tutmadığı için ayakta duramadım ve Akın'ın kucağına devrildim. Bunu umursamadan beni çekiştirmeye devam etti. Sonrada az önce gördüğüm sandalyenin üzerine oturttu.

 

Bedenimi sabitlediğinden emin olduktan sonra da hemen arkasını döndü ve az önce getirdiğini düşündüğüm halatları attığı yerden kaldırıp tekrar bana doğru döndü.

 

"Sabahtan beri konuşmuyorum fark ettin mi?" Diyip alayla konuştuğunda onu umursamadım ve ısrarla yere bakmaya devam ettim. "Seni sesimden mahrum bıraktığım için bana kızıyor olmalısın." Yanıma gelip ilk önce ellerimi tuttu ve arkamda birleştirerek halatı bileklerime doladı. "Sana bunu yaptığım için affet beni. Ama ilaç etkisini yavaş yavaş kaybediyor, farkındayım." Ellerimi bağlamayı bitirdiğinde bu seferde ayak bileklerime yöneldi. Önümde diz çökerek bir başka halatı aldı ve onu da bacaklarıma doladı. Yine hiç bir tepki vermeden yeri izlemeye devam ettim. "Şuan susman da çok garibime gidiyor biliyor musun?" Diyerek tekrar ayağa kalktı ve bir diğer halatı belimle sandalyeyi bir bütün yaparcasına bedenime dolamaya başladı. "Normalde senin bana bağırman, karşılık falan vermen lazımdı." Halatı yavaş yavaş vücuduma dolarken etrafımda dönüyordu. Bundan zevk aldığı çok belliydi. "Yoksa hala şoku atlatamadın mı?" Dediği sırada dolama işini bitirmiş düğüm atmaya başlamıştı.

 

Ben hiç bir sorusuna karşılık vermeyip susmaya devam ettikçe o sorular sormaya benim damarıma basmaya devam ediyordu. Amacı beni sinir ederekte olsa konusturmaktı. Fakat ben bunu yapmak istemiyordum.

 

"Pekala." Diyerek tam karşıma geçtiğinde bu seferde boş duvara sabitledim bakışlarımı. "Senin konuşmaya niyetin yok anlaşılan."

 

Konuşmayacağımı anladığı için mi yoksa aklında dönen şeytanlıkları uygulamak için mi bilmiyorum ama bir anda odadan çıkıp gitmişti.

 

Arkasından kapanan kapının sesi odayı doldurur doldurmaz dudaklarım arasından kuvvetli bir nefes çıktı. Sanki o burda olduğu zaman nefes alamıyor o gidince rahatlıyordum. Hatta bence bu cümleye sanki bile fazlaydı. Ben Akın'ın yanında nefes alamıyordum.

 

Aklımda ki binbir tane düşünceyi yok etmek için sıkıca kapattım gözlerimi.

 

Zifiri karanlığa gömülüp yok olmak istiyordum çünkü biliyordum ki artık aydınlık çok uzaktaydı. Ve ben o aydınlığa artık çıkamayacaktım. Etrafımı sarmış olan bu karanlık, hiç bir zaman terk etmeyecekti beni. Bir mahkum gibi kalmıştım işte. Yalnız ve çaresiz.

 

Şuan da ne istediğimi bile bilmiyordum. Aklımda sadece yaşananlar, dökülen kanlar, verilen canlar... Başka bir şey düşünemiyordum. O kadar batmıştım ki bu pisliğin içine çıkmak imkansızdı.

 

Sıkıca yumduğum gözlerim, bedenimde hissettiğim yorgunluk ve uyuşukluk yüzünden daha da ağırlaştı. Sonrası ise hiç olmadı.

 

...

 

Yazarın anlatımıyla;

 

Daren, sanki yeterince gaza yüklenmiyormuş gibi biraz daha hızlanmaya çalıştı. Ama malesef kullandığı arabanında bir sınırı vardı.

 

Dakiklar önce eline geçen kamera görüntüleriyle Melih ve Lavin'in konumunu öğrenmiş, hiç vakit kaybetmeden de yola çıkmıştı.

 

Arkasından gelen, Ender, Özgür, Kerem, Gülce ve sayısız koruma Daren'in hızına yetişmeye çalışıyor fakat başarısız oluyorlardı.

 

Daren sıkıca tuttuğu direksiyona sabırsızca bir kaç kez yumruk attığında arabanın içini telefonunun zil sesi doldurdu. Umurunda olmasada bakışlarını anlık olarak ekrana kaydırdı.

 

Ender Hanzede arıyordu.

 

Şuan da Daren'in arabasının hemen arkasında ki arabada korumalarıyla birlikteydi.

 

Daren, istemeyerek de olsa aramayı cevapladı. "Ne var?" Diyerek sert bir giriş yaptığında Ender, bu sinirini normal karşılayarak tepki vermedi.

 

"Kamera görüntülerine yenileri eklenmiş. Yaklaşık bir saat önce aynı konumdan Akın'ın arabası çıkış yapmış. Melih'in arabasından da henüz bir iz yok." Ender durum güncellemesi yaptığında Daren çoktan içinden dualar etmeye başlamıştı.

 

Lavin'in o arabada değil de, birazdan gideceği yerde sağ salim olmasını umuyor, başka bir ihtimali düşünmek bile istemiyordu.

 

Derin bir nefes alıp sakin kalmaya çalıştı. "Peki onun nerede olduğunu biliyor muyuz?" Diye sorduğunda Ender cevap verip vermemek arasında kararsız kaldı. Vereceği cevabın karşılığından çekiniyordu.

 

"Hayır." Dedi umutsuzca. "Patika bir yolda izini kaybettirmiş." Dediğinde Daren'in yüreğine akıl almaz bir ağırlık çökmüştü. Canını feci şekilde yakıyordu. "Ama sen hiç merak etme. Oraya da adamları yolladım. En kısa sürede haber çıkacaktır." Ender Daren'i yatıştırmaya çalışsa da başarısız oluyordu. Çünkü Daren Lavin'i görmeden kendine gelemeyecekti.

 

Daren umursamadan aramayı sonlandırdı ve hızını hiç düşürmeden yoluna devam etti.

 

En sonunda ellerinde olan konuma vardıklarında bütün arabalar aniden durdu. Herkes tek tek arabasından inip zifiri karanlığa karışırken Daren çoktan o karanlığın kendisi olmuştu.

 

Korumalar temkinli adımlarla ilerleyip ahşap evin etrafını sarmış, Kerem, Özgür ve Gülce de Daren'in arkasından ilerlemeye başlamıştı.

 

Daren hiç düşünmeden evin kapısına koştuğunda Kerem ve Özgür de onun arkasında gitmişti. Gülce ise karşılaşacağı manzaradan korktuğu için geride kalmış titreyen vücuduyla olduğu yerde kalakalmıştı.

 

"Lavin!" Daren kırarak açtığı kapıdan içeri girdiğinde hızla etrafa bakınmaya başladı. En ufak bir işaret, bir yaşam belirtisi aradı ama hiç bir şey yoktu. İçeriye giren korumalar her yeri talan edercesine ararken, Daren başarısız olduğunu çoktan anlamıştı. Lavin burada değildi.

 

Hayal kırıklığıyla bahçeye geri çıktığında, Ender Hanzede'nin donuk gözleriyle kesişti bakışları. Ender, ondan gelecek olumlu bir cevap beklerken Daren umutsuzca iki yana salladı başını.

 

Lavin yoktu, bu Daren'in yıkılışıydı.

 

Elini kalbinin üzerine götürüp gökyüzüne kaldırdı bakışlarını.

"Nerdesin?" Diyerek fısıldadığı sırada sol gözünden bir damla yaş yanağına doğru süzüldü. "Nerdesin, Lavin?"

 

Ender, Daren'in bu halini görünce canı en az onun kadar yanmıştı. Fakat pişmanlık duymaya bile hakkı olmadığını biliyordu. Çünkü farkındaydı; Daren'in hayatını kendi elleriyle mahvetmişti.

 

Daren'i yaralı bir çocukken almış, iyileştirmek istemişti ama onu daha çok yaralandığını hiç anlamamıştı.

 

Bunların olacağını kestirememişti. İstediği bir intikam, bir savaş değildi. Daren belki de her şeyin planlı bir oyun olduğunu sanıyordu. Fakat değildi.

 

Ender, Lavin'in babasını tanıyor, nerede olduğunu bile biliyordu. Yine de hiç onu öldürmek veya babasının intikamını almak gibi bir düşünceye kapılmamıştı. Çünkü o babasının ölümüne sevinen bir çocuktan fazlası değildi. O evlat olmuş ama karşısında hiç bir zaman bir baba görememişti.

Tam olarak bu yüzden de babasının ölümü umurunda değildi. Olanların hepsi sadece kaderden ibaretti. Buradan da bir kez daha anlamıştı;

 

Geçmiş hiç bir zaman peşimizi bırakmazdı...

 

Asla babam gibi olmayacağım diyen adam babasından da beter bir hale gelmişti. O çocuklarının hayatını cehenneme çevirmişti.

 

"Ölmüş mü?" Gülce'nin titreyen sesi karanlıkta yankılandığında tüm bakışlar ona döndü.

 

Daren duyduğu şeyle birlikte yerinde kalakalmış hatta nefes almayı bile bırakmıştı. Düşünmeye bile korktuğu şey yaşanmış mıydı?

 

Ender'in adımları arkasında duran ağaçların arasına doğru yöneldi. Gülce, Kerem ve Özgür ayakta dikilmiş yere bakıyorlardı. Onu da bir korku sardı. İhtimal bile vermek istemediği şeyin olmamasını diliyor, oğlunun sonunu görmek istemiyordu.

 

Adımlarını biraz daha hızlandırıp Gülce'lerin yanına vardığında onların baktığı yere bakmaktan çekindi. Ta ki yere çömelen Özgür'ün "Ölmüş." Dediğini duyana kadar.

 

Daren yavaş adımlarla yürümeye başladığında dizleri onu fazlasıyla zorluyordu. Ayakta duracak gücü bile kendinde bulamıyor, direnmeye çalışıyordu.

 

Ender bakmaya korktuğu için arkasını dönüp Daren'in gelmesini bekledi. Daren geldiğinde de herkes bir kenara çekilip onun önünü açtı.

 

Korka korka da olsa bakışlarını kaçırmayı bırakmış ve yerde yatan cansız bedene bakmıştı, Daren.

 

Nefes almak istedi, yapamadı. Gözünü kırpmak, hepsinin bir rüya olduğuna inanmak istedi, onu da yapamadı.

 

Yerde yatan Lavin değildi fakat kardeşim dediği insandı.

 

Dizlerinin üzerine düşen Daren'i gören Ender hemen arkasına dönüp baktığında gördüğü kişi koca bir çığlığa sebep oldu.

 

"Oğlum!" Diyerek bağıran Ender, öz evladından ayırmadığı Melih'in yanına çöküp saatler önce nefes almayı bırakmış olan bedenine sarıldı. Ağlamaya başladığında akan göz yaşları ok misali kalbine saplanıyordu.

 

Ender Hanzede, ilk defa bu denli ağlıyor, canından can gittiğini derinden hissediyordu. O hiç bir kaybına ağlamamıştı oysa. İlkti bu yıkılışı.

 

Daren dizlerinin üstünde durmuş Melih'e bakıyordu. Kerem ve Özgür ne yapacağını bilemeyerek öylece duruyorlardı.

 

Gülce ise elini kalbinin üzerine koymuş sessizce göz yaşlarını döküyordu. Anlam veremediği bir acı vardı yüreğinde. Elbette üzülürdü insan fakat bu başkaydı. Yüreğinde hissettiği bu acı ona çok yabancıydı.

Çünkü ölen tek kişi Melih değildi. Gülce'nin ilk heyecanı, ilk duyguları, ilk hisleri de ölmüştü.

 

İmkansız olduklarını biliyordu, bu yüzden uzak durmuştu, kaçmıştı. Korkuyordu, kalbinin duygulara yenilmesinden, mantığından uzaklaşmaktan korkuyordu. Yine de yeşeren küçük bir umudu vardı. Artık o da yoktu.

 

"Akın mı yaptı?" Kerem'in sorduğu soruya kimse cevap vermedi, veremedi. Çünkü zaten netti her şey.

"Ya Lavin?" Dedi bu seferde. Devam etmekten, o soruyu sormaktan çok çekindi ama yine de konuştu. "Lavin'e de bir şey yapmış olabilir mi?" Dediğinde Daren'in omuzları daha da çöktü. Böyle bir ihtimal olması bile onu yiyip bitiriyordu.

 

"Niye yaptın, Melih?" Duyduğu kırgınlığı gizlemedi, Daren. "Niye bunu kendine de Lavin'e de yaşattın." Yüzleşmek istiyordu ama konuşan sadece kendisiydi. "Akın'a neden güvendin? Neden bir kez olsun gelip benimle konuşmadın?" Başını kaldırdığında daha fazla sakin kalamadı. "Bende senin kardeşin değil miydim!" Diyerek bağırdığında kimse tek kelime edemedi. "Akın'ı dinleyip beni neden dinlemedin, Melih!" Ender sarıldığı cansız bedenden yavaşça ayrıldı ve başını önüne doğru eğerek öylece durdu. "Neden yaptın, Melih? Neden!" Bağırmaktan boğazı yanmaya başlamıştı. Zaten söyleyecek başka bir şey de bulamıyordu. Bu yüzden de susup hızla ayağa kalktı ve arabasına doğru koşar adım yürüdü.

 

Kapı kolunu kırarcasına açıp kendini içeri attığında geri de bıraktıklarını umursamadan tek bir kişiye gitmek istedi. Lavin'e.

 

Canlı veya cansız, onu bulacaktı.

 

...

 

Çok uzun bir süredir sadece duvarı seyrediyordum. Aradan kaç saat geçmişti emin değildim. Gerçi buraya geldiğimden beri bende pek zaman kavramı kalmamıştı.

 

Akın beni bu lanet sandalyeye bağlayıp gittiğinde beri bir kere bile yanıma uğramadı. Sesi soluğu çıkmıyordu ve bu pekte iyi şeylere işaret değildi. Aklında kim bilir ne planlar dönüyordu.

 

Derin bir nefes alıp bileğimde olan ipleri genişletmeye çalıştım ama olmadı. Canımı çok yakıyordu. O kadar sıkmıştı ki it herif bileğim kopacak neredeyse.

 

Bir süre önce tüm bedenimi hissetmeye başlamıştım. Hafif bir uyuşukluk bile kalmamıştı. Akın da bunu biliyor olmalıydı. Belki de bu yüzden yanıma gelmek istemiyordu. Ona karşılık vereceğimi biliyor, kendi yarattığı kişiden korkuyordu. Haklıydı da.

 

İlaç etkisini kaybettiğinden beri kendimi daha iyi hissediyordum. Olumsuz düşüncelere kapılıp pes etmek istemiştim ama sonra düşününce bunları Akın'ın yanına asla bırakmak istemediğimi fark ettim. Akın'a hakettiklerini yaşatmadan her şeyi kabullenemezdim. Bu hem aileme hemde Melih'e bir ihanetti.

 

Bu düşüncelerle daha da çabalamak istedim. Bileklerimde olan ipleri çözmeye çalıştım fakat bir türlü yapamadım.

 

Sandalyeyi yere devirmek için hareketlendiğim sırada odanın kapısı yavaşça aralandı. Anında durup bakışlarımı az önce yaptığım gibi duvara sabitledim.

 

"Bende ne zaman başlar diyordum." Akın alay edercesine konuştuğunda tepkisiz kaldım. "Doğrusu şaşırttın beni. Ben daha erken bekliyordum. Neden bu kadar geciktin?" Yine konuşmadığım için kendisi de susmayı tercih etti. Yanıma doğru yürüyüp tam karşıma geçtiğinde o iğrenç yüzünü görmemek için bakışlarımı başka bir yöne çevirdim.

 

Bu yaptığım onu sadece güldürmüştü. Eğleniyor gibi tekrar önüme geçtiğinde yine bakışlarımın yönünü değiştirdim. Bunun bu şekilde devam edeceğini bildiği için yerinde kaldı ve gülmeye devam etti.

 

"Çok inatçısın, Lavin. Sende en sevdiğim özellik sanırım buydu." Söylediklerini duymazdan gelip etrafa bakmaya devam ettiğim sırada saçlarımda hissettiğim eliyle irkildim. Hızlıca kendimi geri çekmeye çalıştığımda bu sefer sadece gülümsedi. Geri çekilmem sinirine dokunuyor belli etmemeye çalışıyordu ama sadece çalışıyordu. Çünkü ben net bir şekilde görebiliyordum.

 

"Sakın! Sakın dokunma bana. Duydun mu beni, Hanzade?" Diyerek onunla ilk defa iletişime geçtiğimde bir kez daha elini uzattı ve bu seferde parmaklarını yanağıma sürttü.

 

"Dokundum işte, engel olabildin mi?" Kendimi ne kadar geri çeksem de bu sınırlıydı ve malesef o bana dokunabiliyordu.

 

"Midemi bulandırıyorsun!" Diyerek bağırdığımda gözlerinin içine bakıyordum. "Senden iğreniyorum!"

Ben bir kez daha bağırdıktan hemen sonra Akın, yüzüme sert bir tokat attı. Yüzüm yediğim tokatla yana düştüğünde onun beklediği tepkinin tam tersini vererek gülmeye başladım.

 

O bu halime şaşırmış ve bunu gizleyememişti. "Ne o, sadece kendini mi deli sanıyorsun sen?" Bu sefer alay eden ve eğlenen bendim. "Sana söylediğim şeyi hatırladığın için beni bağlı tutuyorsun." Dediğimde ne demek istediğimi anlamamış gibiydi. Anlatmaktan hiç çekinmeden hemen geçmişe götürdüm onu. "Hatırlıyor musun bana, "Beni, ancak ben bitirir." Demiştin. Mira senin kopyan Akın, unutma." Gözlerini benden kaçırarak bu sözümü hatırladığını ve benim de düşüncelerimde haklı olduğumu kanıtlamış oldu. Bu da beni gülümsetti. "Korkuyorsun, Akın." Dedim alayı bir kenara bırakarak. "Sen bu dediğimi yapmamdan korkuyorsun."

 

"Kapat o çeneni!" Diyip aniden bağırdığında susmadım, susmayacaktım da.

 

"Sen korkağın tekisin!"

 

"Sus!"

 

"Senden başka bir bok olmaz, Akın!"

 

"Sana kapat o çeneni dedim!" Elini sinirle beline atıp silahını çıkardı ve alnıma yasladı. Kendimi geri çekmedim. Bir kez olsun gözümü kırpmadım.

 

"Beni bu şekilde korkutabileceğini ne düşündürdü sana?" Dediğimde hala konuşuyor olmama çıldırıyordu. "Namlu başıma yaslı olunca titreye titreye sana yalvaracağımı mı sanıyordun?" Dudaklarım yukarı doğru kıvrıldı. "Sen hem korkak hemde salaksın." Rahatça konuşmaya devam ettiğimde boşta olan elinin tersiyle yüzüme ikinci tokatını indirdi. İlk attığına göre fazlasıyla sert olan bu tokatla birlikte sandalyem yana devrildi.

 

Başım ahşap zemine sertçe çarpınca hissettiğim acı yüzümü buruşturmama sebep olmuştu. Gözlerimi kısa bir süre kapalı tutup derin nefesler almaya çalıştığım sırada da ağzıma gelen metalik tat midemi bulandırdı. Saatlerdir su bile içmemiş olan ben kan tadı yüzünden kusabilirdim. Kendimi tutmaya çalıştım.

 

Gözlerimi açtığımda Akın'ın önüme çökmüş bir şekilde bana baktığını gördüm. Şuan da zevkten dört köşe olmuşa benziyordu. Canımın yanması hoşuna gidiyordu büyük ihtimalle. Aklınca beni susturduğunu sanıyordu.

 

"İşte böyle, Lavinciğim." Diyen iğrenç sesi yeterince kötü olan mideme hiç iyi gelmiyordu şahsen. "Herkesi tek bir hamleyle yıkabilirim ve inan bana bunu yaparken de hiç çekinmem." Dedi ve başını omzuna doğru yatırıp gülümsemesini genişletti. "Tıpkı annene, babana ve Melih'e yaptıklarımdan gram çekinmediĝim gibi." Dediğinde beni vuracağı yeri çoktan çözdüğünü fark ettim. Elinde tek bu vardı bu yüzden de hep bunu kullanacaktı.

 

"Devam edersen–" diyordum ki izin vermedi.

 

"Annen ve babanı nasıl öldürdüğümü merak etmiyor musun?" Çok normal bir şeyi sorar gibi davranıyordu. "Madem bu kadar ısrar ettin hemen anlatıyorum. Doğrusu benim için büyük bir zevk." Diyerek tamamen yere oturdu ve kollarını arkasına doğru yaslayarak bana baktı.

 

Duymak istemiyordum, duymak istemiyordum, duymak istemiyordum!

 

"Baştan başlayayım o zaman." Dedi ve sanki izlediği bir diziyi anlatıyormuş gibi heyecanla konuşmaya başladı. "Babam olacak adam evlatlık aldığı Daren'i daha çok sevmiş. Bunu kurduğu çeteye lider yapmak için Daren'i seçtiğinde fark ettim." Bunu söylerken bile kin kusuyordu. "Daren kabul etmedi tabii. Fedakar kardeşi oynayıp benim başa geçmemi söyledi. Babam da kabuk etmedi. Bu yüzden de Daren kaçıp gitti. O gidince babam artık yapacak bir şey bulamayıp beni başa alır sandım. Ama tahmin et bakalım ne oldu?" Benden bir cevap bekler gibi yüzüme baktı. Sonra yine kendi devam etti. "Babam Daren'in peşine düştü. Beni yine yok saydı. Daren'i geri getirmek için peşine adamlar taktı, bir sürü mesaj bir sürü arama. Ama benim aptal kardeşim Daren dönmemekte ısrarcıydı. Babam kabullenemedi, çabalamaya devam etti. O yanınızda ki sünepe Özgür'ün yediği dayak, senin arkadaşının bıçaklanması falan filan, hepsi babamın bir oyunuydu."

 

Akın'ın söyledikleriyle kısa bir anlığına geçmişe gitmiştim. Her şey dün gibi aklımdaydı. O görüntüler gözümün önünde çok net bir şekilde duruyordu. Bu nasıl bir kötülüktü peki? İnsan oğluna acı çektirmeyi neden severdi? Daren tüm bunlara nasıl katlanabilmişti?

 

Aklımda ki tüm soruları dağıtan şey Akın'ın tekrar konuşmaya başlaması oldu. "Babam baktı yine olmuyor Daren'e düşünme hakkı tanıyıp geri çekildi. Tabi bu çok kısa süreliğine olacaktı. Bende bu fırsattan yararlandım. Daren'den intikam almak için bu seferde ben bela oldum ona."

 

Daren ne yapmıştı da intikam alacaktı ki? Daren suçsuzdu bu hikayede. Babası Daren'i seçtiyse bu nasıl Daren'in suçu olabilirdi?

 

"Takip etmeye başladım. Her adımını izledim, bir an bile bırakmadım peşini." Duraksadı ve bakışlarını gözlerime dikti. "Sonra seni ve sana olan aşkını fark ettim." Dediğinde gözümden sanki akmayı bekliyormuş gibi bir yaş süzüldü.

 

Daren ve bana olan aşkı. Yalan olduğuna inandırıldığım aşkı. Kandırıldığımı sandığım aşkı.

Beni tüketen aşkı...

 

"O andan itibaren tüm odağımı sana verdim. Çünkü Daren'in sevdiğini ondan çekip alırsam daha çok canı yapacaktı, biliyordum." Bunu bu kadar rahat söylüyor olması iğrençti.

"Sonra seni araştırdım, aileni araştırdım, ailenin geçmişine kadar her şeyi araştırdım ve ne buldum biliyor musun?" Derken gülmeye başladı. Yine ne gelecekti ardından merak ediyordum. "Senin o baban benim dedemin katili çıktı." Daha da güldü. "Tesadüfe bakar mısın ya!"

 

Akın bunu söyleyince aklıma, babamın yıllar önce annem ve bana anlattıkları geldi. Sesleri o kadar silikti ki beynimde sadece cümleleri hatırlıyordum.

 

"Seninle bir an önce tanışmak istedim. Bu yüzden de sana bir not gönderdim hatırlıyor musun?" Nasıl unutabilirdim ki? "O notların devamı da geldi. Amacım senin Daren'e karşı gard almandı. Çünkü eğer ondan nefret etmeseydin planım işlemezdi. Ki işlemedide. Gidip Daren'e anlattın." O anlattıkça benim gözümden sanki bir film şeridi geçiyormuş gibi o anlara gidiyordum. "Bu da planımın ilk pürüzü oldu. Ben ondan korkup uzaklaşmanı beklerken siz daha da yakınlaştınız. Bu da odağımı değiştirmeme sebep oldu." Bakışlarını benden ayırıp duvara bakmaya başladı. "Daren. Onu aramaya başladım. Sesimi değiştiriyordum. Kendimi babamın adamlarından biri gibi tanıtıp onu tehdit ettim. Bu numarayı yemişti çünkü zaten onu takip edenler olduğu için garipsemedi. Plan tıkır tıkır işlemeye başladı."

 

"Ne dedin ona?" Dakiklar sonra konuştuğumda Akın'ın bakışları beni buldu. "Onu ne ile tehdit ettin?"

 

"Seninle." Dediğinde sıkıntılı bir nefes çıktı dudaklarım arasından. "Baban sevdiğin kızın babasını öğrenirse onu öldürür. Lavin'in de hayatı mahvolur. Bunu ister misin? dediğimde delirdi tabi."

 

"Peki baban bunu yapar mıydı?" Akın'ın oyunu muydu gerçek miydi bilmek istedim.

 

"Normalde yapması gerekiyor değil mi? Babasının intikamını falan alması gerekiyor. Ama hayır, babam yapmazdı. Zaten çoktan babanı ve sizi bulmuştu. Buna rağmen kılını bile kıpırdatmadı. Çünkü tıpkı benim ondan nefret ettiğim gibi o da babasından nefret ediyordu." Babasına olan nefretini de bu şekilde dile getirmişti. "Ölmesi umurunda bile olmamıştı. Elinde olsa gelip babana teşekkür ederdi, eminim."

Nasıl bir olaydı bu? Ne tür bir saçmalıktı?

 

"Siz çıldırmışsınız." Dediğimde Akın yine gülümsemeye başladı. Sanırım oltifat olarak algılıyordu söylediklerimi.

 

"Asıl çılgınlığa daha gelmedik, bekle." Dedi ve derin bir iç çekti. "Daren sana bir şey olmasın diye kolayca yemi yuttu." Bana bir şey olmasın diye. "Süre istedi benden, döneceğini söyledi. Bu da tabi artık umurumda değildi. Düğüm'e dönecekti belki ama elinde hiç bir şeyi olmayacaktı. O çoktan kaybetmiş olacaktı, gerisi umurumda değildi."

 

Çünkü biz birbirimizi kaybetmiştik ve hiç bir şeyimiz kalmamıştı.

 

"Senin sınavına girmeni bekliyordu. Emeklerin boşa gitmesini, kendisi yüzünden kaybetmeni istemedi." O sınava girdim de ne oldu ki? Neredeyim, istediğim yerde miyim?

"Sonra sınav günü geldi. O da seni terk etti." Derken öyle keyifliydi ki, anlatamazdım. Ben o gün ki haykırışlarım aklıma geldikçe kalbim paramparça oluyor gibi hissederken Akın bundan zevk alıyordu.

 

Gözlerimde ki yaşları daha fazla tutamadığım için hepsi tek tek yanaklarıma doğru süzüldü.

 

"Bana bu kadarı yetmedi tabii. Böyle bırakmazdım oyunumu, yarım kalırdı yoksa." Gelecek olanı tahmin ettiğim için başımı iki yana salladım.

 

"Sus!" Diye bağırsam da Akın bunu umursamadı.

 

"Sizi havaalanında izledikten hemen sonra evinize gittim."

 

"Sus, lütfen sus!"

 

"Pencerden içeriyi izlediğimde ben bile duygulanmıştım. Annen sana pasta yapıyor, baban da ona yardım etmek için uğraşıyordu."

 

"Yalvarırım sana sus, Akın!" Yerimde kıpırdanmaya başlayıp kendimi duymamak için direniyordum.

 

"Annem ve babamı hiç öyle bir karede görmediğim için çok kıskanmıştım. O kadar çok kıskandım ki, bu görüntüyü ortadan kaldırmak istedim."

 

"Akın, lütfen sus!" Ses tellerim bağırdığım için çok acıyordu ama bunu umursamadım. Susması için defalarca kez yalvardım. Ama susmadı.

 

"Mutluluk kahkahaları yükselen o evi ateşe verdim, Lavin." Ağlamam şiddetlenip hıçkırıklara dönüştüğünde yetmez dercesine konuşmaya devam etti. "Sizin o vıcık vıcık olan sevinçleriniz yerini çığlıklara bıraktı ve ben bundan çok keyif aldım, inan bana."

 

"Öldüreceğim seni!" Hıçkırıklarım arasından bağırmaya başladığımda Akın, gülerek ayağa kalktı. "Seni öldüreceğim, Akın! Duydun mu beni!"

Başını iki yana sallayıp dalga geçer gibi yüzüme bakmaya devam etti. "Pisliğinde boğulacaksın!" Beni umursamadan arkasını döndü ve odadan çıkıp gitti.

 

Ben yine tek kaldım. Ben yine ağlarken yalnızdım. Ben yine koca bir yükü tek başıma sırtlandım. Fakat tek bir fark vardı; ben o yükün altında kalmış, bu sefer taşıyamamıştım. Önemi yoktu. Çünkü bu benim ilk kaybedişim değildi.

 

Lavin zaten her zaman kaybederdi...

 

...

 

 

 

Bölüm Sonu

MERHABA AŞKLARIMMMMM💖

 

Nasılsınız bakalım? Umarım iyisinizdir.

 

Size sürpriz bir bölümle geldim. Sevindiniz mi? Ben pek sevinemiyorum çünkü finale son 2 bölüm kaldı... Ayrılmak istemiyorum🥲

Zamanı geri alabilsek keşke degil mi?

Kitabımın ilk bölümü attığım zamana gitsek şöyle..

 

Neyse çok duygusal yapmayalım sonuçta bu bir son değil. Elbette yeni kurgularla yeni başlangıçlar yapacağız. Lütfen sizler de üzülmeyin✨️

 

Benim için çok değerlisiniz bunu sakın unutmayın🦋

"Yıldızlar gibi hep parlayın☆"

 

 

Bölüm : 04.03.2025 05:10 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...