Herkesin uyuduğu, Eris'in İmparator Zeord ile muhabbet ettiği, o saatlerde genç kız kılıcını aldı ve sessizce çadırından çıktı. Bir bakışıyla Lorganı yerinden kaldırdı ve herkesi geride bırakıp oldukça uzak bir yere gitti. Yalnız olduğundan emin olduğu bir mağaraya.
Koyu mavi gözleri elinde bir ateş oluşturdu. Şöyle bir savurdu ateşi. Yanan ateşe bir müddet baktıktan sonra kılıcını sapladı ve doğruldu. Ziyaret etmek istediği biri vardı.
Gözlerini kapatıp da dakikalar içerisinde uyuduğunda ruhu kılıcının yansımasıyla açılan kapıdan geçti. Her yer...ama her her karanlıktı. Dakikalarca yürüdü. Karanlık, amansız bir boşlukta. Şikayet etmedi, konuşmadı, etrafa da hiç seslenmedi. Biri onu durdurana kadar.
Bu sesi hatırladı Lidena. Ormandaki mistik yaratıklardan biriydi. Şu mavi gözlü olan.
"Babamı arıyorum." dedi genç kız kaşlarını çatarak. "Rüyasına girebilirim." dediğinde mistik yaratığın mavi neon gözleri karanlıkta hızla hareket etti.
"Bu da ne demek? " dedi dişlerinin arasından.
"Biraz daha ararsan sen de onun yanına gideceksin."
Lidena sözlerin ardından gözlerini kapattı ve derin bir nefes aldı.
"O öldü." diye mırıldandı kendi kendine.
"O öldü." Diyerek yanıtladı kendisini mistik yaratık.
Lidena kafasını salladı ve arkasını döndü. Saatlerce yürümesine rağmen kılıcı ve açtığı kapı tam arkasındaydı. Kapıdan geçmeden önce bir an durdu.
"Kendimi nasıl kontrol edebilirim?" diye sordu dürüstçe.
Lidena ellerini açtı ve avuç içlerine baktı.
"Sanki elim bir kez kana bulanırsa bir daha asla temizlemeyecek gibi. Herkesi öldürmek istiyorum. Değerli ya da değersiz." dediğinde mistik yaratık fısıldadı.
"O zaman kendini hatırla. Değerli şeylerin elinden haksızca alındığında diğerlerinin ne hissedeceklerini en iyi sen bilirsin. Hatta bilemezsin. Çünkü sen diğerleri gibi derinden bile hissedemezsin."
İşte bu sözlerin ardından Lidena tekrar kendi bedenine dönmüş ve gün doğana kadar kılıcını ve yanan ateşini izlemişti. En sonunda herkesin uyandığını anladığı bir vakitte dışarı çıktı. Deli gibi onu arayan milleti buldu.
"Nerelerdeydin!?" dedi Asır omuzlarını tutarak. "Endişeden deliye döndüm!" dedikten sonra sıkıca sarıldı. Lidena ise sessizce onu itip diğerlerine baktı.
"Herkes hazırlansın, yola çıkıyoruz." dediğinde Verma Duvran öne çıktı.
"Eğer Eris denen mankafa için yola çıkıyorsak hiç önermem. Çünkü kendisi sarayda İmparator Zeord ile çay içiyor." dediğinde Lidena dişlerini sıktı ve yaşlı adama baktı.
Her şey bu emir ile başladı. Asır soru soramadı bile.
"Verma Duvran'ı benim arabama bindirin." diyen Lidena Paya ve Pasna'ya öncülük etmek için gittiğinde Lark koşarak Prens Asır'ın yanına gitti.
"Efendim, İmparatorun sarayına böyle gitmek konusunda emin misiniz? Babanız... " dediğinde Asır gözlerini kısarak Lark'a baktı.
"Bak ne diyeceğim. Bence sen ve birkaç muhafız babama bir ileti göndermelisiniz. İçerisinde Nuyya ve oğlu Fanra ile alakalı olan. Sonrasında benim işlerime isterse karışabilir tabii." dedi iğnelercesine.
Lark bu sözler üzerine tereddüt etse de Prens Asır'ın itelemeleri ile oradan ayrılmak zorunda kaldı. Lidena'nın emrine tüm birlik sarayın yolunu tuttu.
Verma Duvran, at arabasında ters gittiğinden dolayı, morali bozuk bir şekilde yolu izlerken Lidena sordu.
"Eris'in bana hüküm verememesi için ne yapmam gerek?" dediğinde yaşlı adam omuzlarını silkmişti.
"Bilmem. Belki verdiği emiri duymazsan yerine getirmek zorunda da kalmazsın."
Bu sözler Lidena'nın aklına kazındı. Duymazsa anlamaz, anlamazsa uyamazdı. Haklıydı. Günlerce yolculuk yapıldı. Günlerce geçen yolculuk Saray'ın etrafını kuşatmaları ile son bulmuştu. Bu süreç boyunca Eris, İmparator Zeord ile vakit geçirmiş, iyice aklına girmişti. Artık ona fazlasıyla güveniyordu.
"Geldiler." Mias'ın haberi üzerine Geile Eris'in karşısına geçti.
"Saçmalıyorsun! Bunca zaman onu sevdiğinden bahsederken şimdi düşmanıyla birlik olmuş onu yenmekten söz ediyorsun?" dedi Eris'e bakarak. Sadece sağlam bir gözü vardı. O da eskisi gibi bakmıyordu etrafa.
"Asıl sen önüme çıkma. Her şeyi mahvettin bari bırak da almak istediği intikamını alsın. Kabul et, bu durumun suçlusu sensin."
Bir anda bağıran genç adam ile Geile hızla geri çekilmiş buldu kendini.
"Her şey bitene kadar buradan kıpırdamayacaksın." dedikten sonra öfkeli bir şekilde genç kızı orada bırakmıştı.
Koridorun sonunda kendisini bekleyen İmparator Zeord genişçe sırıttı.
İmparatorun desteği ile Eris derin bir nefes aldı ve hafifçe sırıttı. Tıpkı İmparator gibi. Avluya doğru ilerlediği esnada Lidena ile Asır tartışıyordu.
"Hiç mantıklı değil! " dedi Asır sinirle.
"Bence mantıklı." dedi Verma Duvran ise.
"Neresi mantıklı değil? Sağır olursam emir veremez." dediğinde Asır kaşlarını çattı.
"Kulak zarlarına zarar vereceksin." dedi Asır ellerini açarak. "Sence bu mantıklı mı? "
"Şifacımız var. Ayrıca ben de sen de iyileştirebiliriz." Asır karşı çıkmak istediği esnada Lidena eli içerisinde bir ateş yaktı ve öfkeyle genç adama baktı. "Tartışmaya kapalı!"
Avuç içerisindeki ateşi ileriye fırlattı. Küçük ateş topu kızıldan maviye döndü, sonrasında ise ikiye bölündü. Gittiği gibi hızla geri dönüp de iki kulağından içeri girmiş ve kulak zarını yakmıştı. Başı döndü. Dizleri üzerine çöktü ve ellerini kulaklarına dayadı.
"Tanrım!" diye bağırdı Nevil korkuyla. Ellerini tıpkı Lidena gibi kulaklarına koymuş, endişeyle olup biteni izliyordu.
Asır kulaklarından akan kana bakarken dişleri sıktı.
"Kahretsin!" dedi öfkeyle. "Kahretsin! "
Genç kızı kaldırmak istedi, seslendiğinde duymuyordu ki kendisini. Lidena ise gözlerini sımsıkı yummuş, bedeninin acıya alışmasını bekliyordu. Biraz da başı dönüyordu. Kan dolu ellerini kulaklarından çekti ve doğruldu. Daha önce hiç duymadığı bir cızırtı vardı beyninde. Gözlerini kendisini tutan Asır'a çevirdi. Bir şeyler, bir şeyler diyordu.
"İyi misin? İyileştireyim mi?"
Lidena gözlerini kıstı. Tamam, gerçekten sağır olmuştu. En ufak şey duymuyordu. Aslında duyduğu bir şey vardı, garip bir cızırtı. Kulakları çınlıyordu.
Asır'ı elini yanağına koymasıyla ne yaptığını anlamış ve ittirmişti.
"Hayır!" diye bağırdı farkında olmadan. Herkes bu bağırış ile ona bakmıştı. Genç adam kızın duyamadığı için bağırdığını anlayınca kafasını salladı.
İşaret parmağını sarayın avlusuna tuttu.
Lidena ne dediğini anlamadı ama işaret parmağını takip etti ve Saray'a baktı. Çenesinden damlayan kanı sildikten sonra kılıcını almış ve doğrulmuştu. Artık son yakındı. Artık son gözlerinin önündeydi. Birkaç adımı arkasında, iki üç cümlenin sonunda.
Sessizce Asır ve Verma Duvran'ın arasından geçmiş ve kılıcını kınından çıkarır çıkarmaz aralarında sallamıştı. Kılıç , hayali bir kalem gibi, saray ile onların arasında bir çizgi çizmiş ve bu çizgi mavi bir alevle göğe yükselmişti.
Sessiz adımlarla sarayın avlusuna ilerlerken onu gördü. İçi öfkeyle harcandı yeniden. Tek gözünün yeşili bile canını sıkmaya yetmişti.
Eris ise ellerini yumruk yaptı ve birkaç adım sonrasında durdu. Onu izledi. Kendisine adım atışlarını. Yüzünde saçma bir gülümseme oluştu.
"Biliyor musun?" dedi Lidena'nın kendisini duymadığından bir haber.
"Bana gelmeni bin bir çeşitle hayal ettim. Olur da özler de gelirsin, belki bana ihtiyacın olur gelirsin. Belki de oturur birbirimizden özür dileriz." Derin bir nefes aldı ve biraz daha yaklaştı. "Her şeyi düşündüm. Beni öldürmeni bile. Benden nefret etmeni bile. Ama bir başkasından hoşlanmanı..." tek gözünü de kapattı ve derin karanlığında bir müddet düşündü. "Çok emindim. Beraber kitap okurken, içki içip sarhoş olurken, baş başa dertleşirken, birilerinden kaçarken çok emindim!" diye bağırdı. "Beni sevdiğinden çok emindim!" dedi gözyaşını silmeden. "O kadar emindim ki ne yaparsam yapayım beni kabul edersin sandım. Çünkü seni ben her şekilde kabul edebilirdim."
Lidena kaşlarını çattı. Eris'in ne anlattığına dair en ufak bir fikri yoktu. Ama ağladığını fark etti. Gözünden kaçmadı. Öldürmemesi için yalvarıyor muydu?
"Ama Geile haklıydı." dedi pişmanlık içerisinde. "Sevmek her zaman karşılıklı olmaz. Bunu böylesine diretmemeliydim. Şimdi geriye dönmek için çok geç. Özür dilemek ise imkansız ve anlamsız. Karşına geçmek?" dedi alaylarcasına. "Karşına geçmek ve seni yaşama tutan tek sebepten alıkoymak?" dedi ve ironik bir tavırla güldü. "Asla. Belki bunca zaman aptallık ettim, korktum, kaçtım ve insanlara acımadım. Ama bu sefer etmeyeceğim Lidena." dedi kendinden emin bir tavırla. "Bu sefer aptallık etmeyeceğim."
Ellerini açtığında Lidena kılıcının kabzasını sıkıca tuttu.
"Öldür beni, tıpkı Fanra gibi. Ödeşmek istiyorum. Yaptığım hatanın bedelini aynı şekilde ödemek istiyorum."
Derin bir nefes aldı ve bağırdı.
"Ben ölürsem!" diye bağırdı. İşte o an saraydaki bütün muhafızlar hazır ola geçti. Eris zekiydi. İmparatordan bile. O kısacık günde bütün muhafızlar ile konuşmuş ve hiç uyumadan tüm sarayı etkisi altına almıştı. Dediğini yapmıştı. Lidena'ya intikamı konusunda yardım etmişti işte. "Bilin ki tek ve asil lideriniz İmparatoriçe Lidena'dır!"
Saraydaki herkes duymuştu. Hatta balkondan onları izleyen İmparator Zeord bile. Sinirden küplere binmiş bir halde balkondan iniyordu.
Lidena ise herkesin bir anda silahlanarak kendisine dönmesini yanlış anlamış ve kılıcını avcu içerisinde döndürmüştü.
"Özür dilerim. Seni böylesin kötü bir şekilde sevdiğim için."
Genç kızın hızla fırlattığı kılıcının kalbine saplanması ile ölen genç adam, avlunun duvarına saplanıp kalmıştı.
Hayatta çoğu şeyi kaçırırdı insan. Bazen bir bakışı, bazen bir gülüşü ve bazen de bir sevdayı. Yetişmek için atılan kulaçlar insanı daha da geriletebilirdi. İnsan o kadar hırs yapardı ki bu yolda, geçtiği sokakları görmez, ezdiği çiçekleri fark edemezdi. Öylesine takık, öylesine gururlu olurdu ki inat ederdi. "Benim istediğim olmalı!" Bir başkasının ne istediğinin önemi yokmuş gibi.
İşte o çoğu şeylerden biriydi Eris. Çoğunlukla yanlış anlamış ve yanlış anlaşılmıştı. O zamana kadar güçlerinin olmayışı ile o kadar ezmişti ki kendini en çok kendisi kendisine zarar vermişti. Gezegenin en güçlü kadını, gezegenin en güçsüz adamını sevebileceğine o kadar kafayı takmıştı ki istedikleri olmadığında en güçlüsü olmaya karar kılmıştı. Ve evet. Aslında Eris, Lidena'dan bile güçlüydü. Öldürmek bir başkasına emir vermekten daha kolaydı. Bir başkasına hüküm vermek gezegeni yeniden yaratmaktan zordu çünkü. Tanrı'nın özgür olarak yarattığı kulunu kulu yapmak, evet. Aslında Eris Tanrı'ya Lidena'dan daha yakındı. Ama arkasına bile bakmadı.
Tanrı'yı tanımadı. Günahları umursamadı. İnsanlara acımadı. O sadece bir şeye baktı. Bir şeyi gördü.
Şimdi kılıcı ucunda bir ceset gibi asılıyken, kendisinin onca emeğini, içten özrünü duymadığının bile bilincinde değildi. Zaten bilinci de, kör gözünden akan bir damla gözyaşının, kılıcına düşmesiyle sonsuza dek gitmişti.
Asır kafasını salladı. Yanı başında ağlayan Nuyya'nın omuzlarını tuttu ve kendisine çevirdi.
"Sakın. Sakın Lidena'ya Eris'in ona ne anlattığını söyleme." dedi tehdit edercesine. "Zamanı geldiğinde, kendine geldiğinde, bizzat ben söyleyeceğim." dedikten sonra diğerlerine bakmış ve onları da bakışlarıyla uyarmıştı.
Lidena ise sessizlik içerisinde Eris'in yanına gitmiş ve kılıcını çekerken mırıldanmıştı.
"İki yabancı sayılsak bile gözlerinde gördüm." dedi içtenlikle. "Pişmanlığı nerde görsem tanırım." kılıcını hızla geri çekmiş ve yere yığılmış adama bakmıştı. Elini şöyle bir kulaklarına sürttü ve dakikalar içerisinde kulakları iyileşti. Sadece kurumuş kan kulaklarından boynuna kadar akmış ve her yeri kaplamıştı.
Koyu mavi gözlerini sarayın kapısına dikti ve derin bir nefes aldı.
Kılıcını iki kere taş zemine vurdu. Sonrasında ise hızla kaldırdı ve kıpkırmızı olmuş kılıcıyla havaya vurdu. Öylesine büyük bir güç sarayın devasa kapısını kırarak açtığında İmparator Zeord kılıcıyla kendisini bekliyordu.
"Ne duruyorsunuz!?" diye bağırdı. "Saldırın!"
Hiçbir muhafız yerinden hareket etmedi. Ölmüş de olsa emir bir kere verilmişti. İtaat etmek zorundalardı. Öyle de oldu. Hiç kimse kılıcına elini uzatmadı. Her muhafız bir bir Lidena'nın arkasına geçtiğinde Lidena sessiz adımlarla adama doğru yürüdü.
"Babamı öldürdün." dediğinde İmparator Zeord alayla güldü.
"Zaten baban bir ölüden fazlası değildi küçük hanım."
Lidena bir iki adım attı ve tebessüm etti.
"Abisinin kardeşi." dedi alaylı bir ses ile. "Cehennemde beni bekle." diyerek kılıcını birkaç kez eli içerisinde döndürdü. "Nasıl öldürdün babamı? " dedikten hemen sonra hızla kafasını iki yana salladı. "Hayır anlatmana bile gerek yok. Asla benim kadar vahşice olmayacaktır. "
Kılıcını hiç beklenmedik bir anda sol dizine attığında dizinden sonrası kopup giden adam acıyla haykırdı. Sonrasında ise hızla doğrulup ateşten bir topu Lidena'nın üzerine fırlattı. Lidena mavi gözlerinin kanlanmış beyazıyla elini savurdu ve alevi sarayın bir duvarına fırlattı.
"Söyle bana büyük adam..." dedi ağır ağır üzerine yürürken. "...kardeşini öldüren mi amcasını öldüren mi canidir?"
İmparator Zeord kılıcını yere sapladı.
"Tıpkı bahsettikleri gibi." dedi dişlerinin arasından. "Sen şeytandan bozma bir canavarsın."
"Sen de bu canavarın zavallı avısın." diyerek kılıcına elini uzattı. Kılıcı bir şimşek gibi patlayıp da eline geldiğinde saçlarının kızıl uçları havalanmıştı.
"Oku!" diye bağırdı bir anda. "Herkesin dilinden düşüremediği şu şiiri." diyerek öfkeyle baktı. Saçları uçuşuyor, gözleri bazen kızıl bazen mavi bakıyordu. Bahsettikleri gibi. O, öylesine güçlüydü ki güç gözle görülebilir oluyordu.
Elinde kılıcı ile kendisine bakan adama baktı ve hüküm verdi.
"O ki yeryüzüne indiğinde
Sadece doğarken gözyaşı dökecek.
O ki öldürmek istediğinde
Tek kelâm etmeyecek
Ana kucağından uzak
Babadan ırak
O insana yabancı
Tanrıya tanıdık
Zamanı geldiğinde
Tanrı'dan alacak yasak toprakları
Sırf öldürmek için öldürecek
Gücü kendinden sakınanları
O yeryüzüne vardığında
İnsan soğuğu ateş zannedecek
Karlara koşacak
Kar sıcak gelecek
O, öylesine soğuk iken yakacak insanı
Cehennemden bozma kolları
Ve yine O ki;
Unutturur gurur ve şanı
İnsan çırılçıplak kalır
Artık yoktur şerefin herhangi bir anlamı
Tanrı O'nun adına buyurur
O benim yansımamdır
Edebinle diz çök ve haykır
Olur da belki canın sende kalır..."
Lidena'nın son sözleri bağırarak söylemesi üzerine İmparator Zoerd sağla dizi üzerine çöktü ve acıyla inledi.
"Tarafımca öldürüleceğini bile bile neden böyle bir şey yaptın?"
Lidena elini adamın çenesine attı ve sertçe sıkıp kendisine çevirdi. İmparator Zeord pis bir tavırla gülümsedi.
"Senden bir anne, bir baba, bir ömür aldım ben..." dediğinde Lidena onunla birlikte güldü. Öyle bir güldü ki koyu mavi gözleri yaşlarla doldu.
"Sen bana bin acıyı bin güçle beraber verdin." diye fısıldadı. "Şimdi..." yüzündeki gülüş bir anda silindiğinde çenesinden kavradığı koca adam havada yükseldi. Kan akan kopuk bacağını umursamadı. "...bana verdiğin o güç ile öleceksin." İmparator Zeord biraz biraz kızarmaya biraz biraz morarmaya başladığı sırada elini uzattı. Kafasındaki altından taç eline doğru geldi. Tacı alevler içerisinde eritti. Bir ok haline getirdi. Zümrüt kısımları altından okun ucunda dururken Lidena mosmor olmuş olan adama baktı. Artık gözlerinden akan yaş değildi. Kan akıyordu.
Lidena ise gülerek izliyordu onun dökülen kandan yaşlarını.
"Taç kafana yakışmamıştı. " dedikten sonra kılıcını sıkıca tuttu ve havada duran oka baktı. "Bir de şöyle deneyelim."
Kılıcıyla taçtan okun arkasına vurduğu gibi büyük bir patlama sesi gelmişti. Ok hızla Zeord'un alnına saplanmıştı. Ama kılıcın yaydığı güç bedenini paramparça ettiğinden kafası kopup gitmiş ve tahta saplanmasına sebep olmuştu.
Eski İmparator Zeord sarayında paramparça ölmüşken Lidena dizleri üzerine çöktü. Siyah saçlarının kızıl uçları yüzünü kapatırken güldü. Sarayın içerisine koşan herkes öylece durmuş onu izliyordu. Önce sarsılan bedenine bakmışlar ve ağladığını sanmışlardı. Ama kafasını geriye attığında, yüzü kanlar içerisinde, delirmiş bir tavırla güldüğünü gördüler.
İçtenlikle güldü. Sesi kısılana kadar gülüp yüksek tavana baktı. Bu yolda kaybettiklerine baktı. Annesini, babasını... İl arkadaşını, tek dostunu... Acı kahkahası kötü bir şekilde hıçkırığa sonrasında ise ağlamaya döndüğünde acıyla çığlık attı. Tüm acısıyla haykırdı. Tüm acısıyla ağladı. Her kafasını kaldırdığında gördüğü o yüksek tavan bir anda sarsıldı. Gök defalarca kez gürledi. Delicesine bir sağanak başladı. Herkes endişe ile yerinde donup kalmıştı. Asır bile.
Çünkü ilk kez gülerken görenler ilk kez ağladığını da görüyorlardı.
"Tanrı bilir ya
O'nun adı doğmadan önce konulmuştur
Gece vakti açan, zehirli çiçek
Size unuttuğunuz ölümü getirecek...2
ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ
Merhaba!
Evet. Kızımızın her zaman Zeord'u öldürürken güldüğünü hayal etmiştim. Her şey bittiğinde. Her şeye veda ettiğinde.
Bilmiyorum. Belki kurgu büyük bir seri falan olabilirdi. Yazabilirdim belki de. Ama ne kadar zamanımı aldığını hayal bile edemezsiniz.
Kısa dediğiniz her bölüm adına söylüyorum. Her bölüm en az 1000 kelimeydi. 101 bölüm yazdım. Ve final 2000 den fazlaydı.
102000 kelime. 500 küsür sayfalık bir kitap. Sizin için pek bir şey ifade etmiyor ama benim zamanım ve emeğim için "vay be" Diyorum. Yine yaptım yapacağımı. Bundan sonrası sizde. Siz yazın biz okuyalım.
Lidena'ya hoşça kal diyorum. En espirisiz, en soğuk, en uzak kızım oldu. Her kızım güçlüdür ama her kızım ayrıca komiktir. Lidena diğerlerinden farklıydı.
Komik ya da eğlenceli bir yanı yoktu. Yine de eğlenip, okuduğunuz ve desteklediğiniz için teşekkür ederim 🍓
💚❤💜🖤
Gece vakti açan zehirli çiçeğimiz
O zaman...
Nasipse başka kurgularda bambaşka aşklarda görüşmek dileğiyle!
LadyReBeL
ᕦʕ •ᴥ•ʔᕤ
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
21.73k Okunma |
2.91k Oy |
0 Takip |
101 Bölümlü Kitap |