Evet. Herkes umursardı. Torbalarca para verdiği, değerli taşlarla bezendiği, görenin gıpta ettiği kaftanın çamur olmasını herkes umursardı. Ama o umursamadı. Bu zamana kadarda asla parayı ve mülkü umursamamıştı. Onun gözü saf güçteydi. O... Eğer bir insan tanrıya kafa tutacaksa kendisinin olması gerektiğine inan biriydi.
Mahzenin pis zemininde yürürken kıdemli muhafız kendisine telaş içerisinde bir şeyler izah etmeye çalışıyordu.
"Efendim, dediğiniz gibi hayatta kalabileceği kadar yemek ve su verdik ama kendisi bir hayli güçten düştü. Böyle devam edersek öleb-"
İmparator Zeord bir bakışıyla genç adamı karşı duvara savurdu. Aralarından geçen o rüzgar akımı herkesi geri çekilmeye mecbur kılmıştı.
"Ölmeyecek." dedi korkunç bir kararlılıkla. "Benim kılıçımdan başka hiçbir şey onu sona götürmeyecek!" diyerek adamı bir paçavra gibi fırlatıp attı.
Çizmeleri birikmiş suyu etrafa sıçratırken hızlıca merdivenlere yöneldi. Yerin onlarca kat dibinde, güneşten metrelerce uzaktaydı o hücre. Herkes ve her şeyden izole edilmişti. Saray muhafızlarında başka hiç kimsenin bilmediği bir yerdi.1
Koridorun kilidi açıldıktan sonra hızlıca içeri girdi ve kafasındaki tacı gelişi güzel bir tavırla düzeltip gülümsedi.
"Günaydın abi." dediğinde eski İmparator Guan çökmüş yüzünü kardeşine çevirdi.
"Ne oldu? Zahmet edip yanıma gelmişsin." diyerek eskimiş kıyafetlerini düzeltip yere oturdu. Ona saygı duymadığını suratına vururcasına bağdaş kurmuştu.
"Yıllar önce ufak bir anlaşma yapmıştık." dedi. Sözlerin üzerine Guan koyu mavi gözlerini Zeord'a çevirdi.
"Bu yüzden burada değil miyim?" dediğinde Zeord hafifçe güldü ve elini kaldırdı. Gösterişli bir sandalye getirdi muhafızlar. Tam yanına bıraktıklarında asil bir tavırla oturdu ve bacak bacak üstüne attı.
"Anlaşmamıza göre karın ve kızın sürgün edilecek sen ise burada ayaklarım altında duracaktın." diyerek tepeden bir bakış attı.
"Duruyorum işte." dedi Guan kaşlarını çatarak.
"Ama kızın durmuyor." dedi Zeord histerik bir gülüş ile. "Bırak sürgünden geri dönmeyi, kuzeydeki krallıkları ele geçirmeye başlamış." dediğinde Guan hızla doğruldu.
"Yıllardır buradayım! Yıllardır güneş görmedim! Anlaşmamıza uyacaksın! Sakın, sakın kızıma zarar vereyim deme... " diyerek tehdit etmek istediğinde Zeord daha da gülmüştü.
"Ne yapabilirsin ki?" dedi alayla. "Söylesene abi? Ne yapabilirsin?" dedikten sonra diğer bacağını yere indirdi ve hafifçe üzerine eğildi. "Zaten aramızı bozan şey senin uğursuz kızındı." diyerek gözlerine baktı. "Karının ölmesine de sebep oldu."
"Karının öldüğünden de haberin yok tabii. Kimse gelip söylemeye zahmet etmemiştir ne de olsa."
Guan duyduğu sözler ile ne yapacağını
bilemedi.
"Soğuktan donarak öldü." dedi Zeord. "Soğuktan donarak çok fazla kişi öldü." dedikten hemen sonra ellerini açtı. "Tesla's malikanesindeydi ama." diyerek bir anda bağırdı. "İmparatorluğun en sıcak bölgesi! 20 küsür yıldır buzlar altında! Sorsan karını ben öldürdüm! " demiş ve sinirle ayağa kalkmıştı.
Guan kafasını öne eğmiş, sessizlik içerisinde pis zemini izliyordu.
"Gücünü sınırlar içerisinde tutsun diye ona komutanlar gönderdim." dedikten sonra dönüp abisine baktı ve saçlarını kavradığı gibi hırsla geriye çekti. Sinirden kıpkırmızı olmuş yüzünü abisinin yüzüne yaklaştırdı ve fısıldadı. "O ise bana kopmuş kellelerini gönderdi! "
Elini savururcasına bıraktığında Guan'ın başı yeniden öne düşmüştü.
"Bana tahtı bıraktın bense kızını!" diyerek elini salladı. Gösterişli sandalye hücrenin duvarına savruldu ve çarptığı an paramparça oldu. "Ama şimdi o canavardan bozma lanet şey aramızdaki anlaşmayı bozmaya geliyor. " dediğinde Guan hızla kafasını kaldırdı.
"Tahtta gözü yoktur! Liderliğini elinden almayacaktır! Kızıma zarar veremezsin." dedi telaş içerisinde.
Zeord inanamadığını belli eden bir ifade ile abisine baktı.
"O bir evlat olamaz." dedi önüne eğilerek. "O bir insan bile olamaz." diyerek kaşlarını çattı. "Krallıkların kellesini alan bir çocuk! O lanetlenmiş bir şey!" demiş ve hırsla ayağa kalkmıştı.
"Eğer ki düşündüğümden daha fazlasını yaparsa bil isterim abi." diyerek abisine döndü. "Kızından önce seni öldüreceğim." dediğinde Guan kardeşinin gözlerine baktı. "Şiirde de anlattığı gibi." dedi yumruklarını sıkarak. "Bunca sene yalanlar ile büyüdü. Bunca sene kandırıldı. Tıpkı şiirde de anlattığı gibi. " dedikten sonra kafasındaki tacı Guan'ın gözlerine bakarak düzeltti. "Tahtımın gölgesinde ölürken söyleyeceğim. Annesini de babasını da ölüme iten şeyin kendisi olduğunu."
"Anlaşmayı bozan senin aptal canavarın!" diye bağırdı Zeord da. "Senin yarattığın o şeyin sonu yakın..."
Guan ayağındaki zinciri çekiştirerek Zeord'un üzerine koştu ama ne fayda. Güneş görmemiş bedeni güçsüzlük içerisinde çırpınıyordu. Kardeşinin bir bakışı ile yıkılmıştı. Düştüğü yerde acı ile gözyaşları döktü Guan. Karısı ölmüştü demek... Güzeller güzeli karısı... Kızı ise ölmek için yola çıkmıştı.
Yapacak hiçbir şeyinin olmayışı kahrediyordu onu. Guan artık bir hiçti. Üstelik kardeşi bunca zaman güçlenmişken...
"Nöbetçilerin sayısını ikiye çıkarın!"
"Bir anda bastıran bu yağmur da ne?" diyen Ult ile Nevil genç adamdan biraz uzaklaşıp dışarıya baktı. Gerçekten bir anda başlamıştı.
"Hiç bulut yoktu oysa." dediği esnada genç adam ağır ağır arkasına geçmiş ve kollarını genç kadına dolamıştı.
"Tanrı üzgün mü dersin?" diyerek boynuna ufak bir öpücük kondurduğunda Nevil önce gözlerini kapatmış, sonrasında ise derince bir nefes alıp açmıştı.
"Belki de majesteleri üzgündür." dediğinde Ult da Nevil'in baktığı yere baktı.
Lidena elinde kılıcı, ıpıslak bir şekilde ordunun en iyi savaşçılarına Eğitim veriyordu. Bir komutan gibi, bir lider gibi, bir savaşçı gibi.
"Kim onun bir prenses olduğuna inanır?" diye mırıldandı Nevil. Hüzün içerisinde yanıyordu. "Kim çamur içerisinde bir prensesin kılıç tuttuğunu görebilir?" dedikten sonra dolmuş gözleri ile Ult'a baktı. "Ben ona her baktığımda ağlamak istiyorum. O kadar kalın duvarların arasında sakladığı şey bir hiç." dedi akan yaşlar içerisinde. "Herkesten sakladığı, hiç kimseye göstermediği o duvarların ardında bir hiçlik var. Ne bir sevda ne bir dost ne de bir hayal besliyor."
Ult ne demek istediğini anlamıştı. Çok iyi anlamıştı. Kendisine sarılan kadını sarıp sarmaladı.
Yaşamak için bile yaşamıyordu genç kız. Gözlerine bakınca anlıyordu insan. "Ölmek istiyorum" der gibi bir hali vardı. "Ölmek ve öldürmek" Nefes almasının tek sebebi buydu sanki. İnsani hiçbir tarafı yoktu. Aradan geçen yüzlerce günün ardından bir kere dahi görmemişti güldüğünü. Hiç ağlamamıştı. Diri diri yanarken acısını hiç göstermemişti. Öldürürken hiç acımamıştı. Vicdanı yoktu sanki.
Pencereleri aşıp, yağmurun sesini yırtan sesi ile bağırdı Lidena.
Onlarca kıdemli savaşçı üstüne koştuğunda ıslak siyah saçlarının arasından baktı hepsine. Koyu mavi gözlerinde tutuştu mavi ateşin en acı vereni. Her gelen kılıcı kendi kılıcı ile savurdu. Her savaşçı geldiği yere geri yolladı. Yağmur sanki ona güç verirmiş gibi bir sarıp sarmaladı. O onca savaşçı genç kıza yakınlaşamadı. Herkesi geri püskürttü resmen.
O kılıcıyla yağmur damlalarını keserken Asır onu izliyordu. İlk defa birini sevmişti ve ilk defa biri tarafından böylesine istenmemişti. Kim bilebilirdi buna sebebiyet verenin de onu izlediğini...2
Okur Yorumları | Yorum Ekle |
21.72k Okunma |
2.91k Oy |
0 Takip |
101 Bölümlü Kitap |