
Gerçekten buradaydı kanlı canlı karşımdaydı...
...
2.5 ay önce
Babamın gölgesi, hayatım boyunca üzerime çökmüş bir karabasan gibi peşimdeydi. Her zaman arkamdan sessizce gelen o soğuk nefesi hissederdim. Babam ve onun kravatla gizlenmiş, silah taşıyan dostları… Her biri birer canavardı gözümde. Dudaklarında gülümseme değil, tehdit taşır, ceplerinde para değil, kan biriktirirlerdi. Onlardan o karanlık adamlardan nefret ediyordum.
Ne zaman sofraya otursak, konuyu bir şekilde evliliğe getirirdi. "Mafya arkadaşımin oğlu çok iyi bir çocuktur" derdi, sesi her zamanki gibi kalın, tok ama ruhsuzdu. Ben her seferinde reddettim. Soğuk bir bakış, kırılmış bir onur ama umrumda bile değildi. Çünkü onların dünyasına ait değildim. Olmak istemedim.
Ama bu sefer… Bu sefer bir şey başkaydı. Bu çocuk ya da adam mı demeliyim ne yalan söyleyeyim, diğerlerinden farklıydı. Gözleri, karanlığın içinden parlayan yıldızlar gibiydi. Onun hakkında bir şeyler… tarif edemediğim bir çekim vardı.
Ve işte bu yüzden, saat gece yarısını geçmişken, yüreğim avuçlarımda çırpınırken, ilk defa biriyle buluşmaya gidiyordum. Ay, gökyüzünde yalnız bir göz gibi parlıyordu. Sokak lambaları çoktan sönmüş, şehrin uğultusu uykuya dalmıştı. Sadece ayak seslerim yankılanıyordu kaldırım taşlarında, sanki kalbimin çarpışını duyurmak ister gibi.
Attığı konuma vardığımda başımı kaldırdım. Oradaydı. Çatının ucunda, elleri cebinde, rüzgar saçlarını savuruyor, ay ışığı tenine gümüşten bir parıltı katıyordu. Durduğum yerden ona uzun uzun baktım. Hayal miydi? Gerçek miydi? Yoksa sadece gecenin büyüsü müydü beni çeken?
El salladı. Yüzünde hafif bir tebessüm. Sonra bir merdiven sarkıttı aşağıya, paslı demir halkalar çıtırtılarla yerlerine otururken, içimde tarif edilemez bir ürperti yükseldi. “Bir insan, bir başkasını neden çatıda buluşmaya çağırır ki?” diye geçirdim içimden, ama ayaklarım çoktan merdivene uzanmıştı bile.
Çatıya çıktığımda rüzgar yüzümü yaladı, hafif ama keskin bir serinlikte. Gökyüzü sonsuz bir tuval gibiydi, binlerce yıldız rastgele serpiştirilmiş sanki. Ay, bir sanatçının en büyük fırça darbesi gibi, gecenin tam ortasında parlıyordu. Yanıma oturdu. Sessizlik vardı aramızda ama rahatsız edici değil; bilakis, içimi saran bir huzur gibiydi.
Yıldızlara baktık birlikte. Sonsuzluğa. Evrenin sessizliğinde kayboluyorduk adeta. Ama bir an… garip bir dürtü geçti içimden. Onu o yükseklikten aşağıya itme fikri… kısa, sinsi bir gölge gibi zihnimden geçti. Ne saçma, ne çılgınca... ama geçip gitti.
Derken, sesi geceyi deldi: “Adın ne?”
Cevap vermedim. Sadece birkaç saat önce tanıdığım bir yabancıya ismimi söyleyecek kadar güvenmiyordum. O an dudaklarımı mühürlemiş gibiydim.
Sessizliğim uzayınca, gülümsedi. “Tamam, anladık. İsmini söylemeyeceksin. O zaman ben de sana Gizemli derim,” dedi.
Gizemli… Yabancıların taktığı isim, polislerin dosyalarında geçen o soğuk lakap. Umurumda bile değildi. Çünkü ben Talyaydım. Ve hep Talya olarak kalacaktım. Ne onların çizdiği kadere ait, ne de bu karanlık şehirde bir isme sığacak kadar sıradan biri.
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |