
Geç geldi biliyorum ama olsun. Umarım beğenirsiniz.
İyi okumalar:)
16.Bölüm.
Aradan zamanlar geçmişti, saat dakikaya karışmış gibi hızla geçmişti, gecenin karanlığı sokakların turuncu ışığına maruz kalmıştı. Onlarda olmasa kim tutar yıldızların parlayan ışığını.
Avuç içinde tutmuş olduğu silahı bilene koyup çıkmıştı Nevzat albayın odasından, içinde tuttuğu küfürleri dışarıya salmak istiyordu ama nafileydi. Vermişti bir kere ona bu emri. Aldığı emri geri çevirmezdi. Bunuda çevirmedi.
Bahçe yolundan ilerlerken ki öfkesi gözden kaçmamıştı, yanından geçen askerler saygıyla karşılarken o tepkisiz ilerliyordu.
"Hayırlı sabahlar komutanım." Demişti elindeki çay demliği ile bir adım arkasında ilerlemeye başlayan Aziz.
Alaz derin bir nefes verip, "Sana da Aziz."
Aziz komutanın vermiş olduğu derin nefesi duymuştu, bıkkınıktı bu. Elindeki demlik ile bahçe doğru ilerliyordu. Kıvırcık saçlarına limon sıkmıştı Alaz onun saçlarına dik dik baktı ve boyun bükerek önüne döndü. İçinden derin bir ya sabır vermişti.
Aziz elindeki demliğe bakıp başını kaldırdı. Alaz bahçe yolundan sola dönüp bankın yanında oturan time kısa bir bakış atıp başını etrafa çevirdi. Timin yanına ilerlerken içindeki yanan küllerin düşüşünü sayıyor gibiydi, başına bela olmasından korktuğu bir kadın vardı oda tam olmuştu hayatı düzlükte ilerlerken birden o düzlüğü bozacak birisi çıkmıştı karşısına. Ona hayat ne zaman gülmüştü? Bilmiyordu, kanlar tutmaya şanslıydı. Hayat bir tek eline kanlar vermişti ölüm her daim onun ellerinden olmuştu ölüm hep düşmanlara verilmişti tutmuş olduğu silahın hakkını bu şekilde veriyordu, belkide yumruklarıdır bundan yana hayat ona gülüyordu. Düşman öldürerek, yıkarak.
"Hadi be oğlum." Diye bağırıyordu Oğuz öfkeli öfkeli.
"Geldim be gardaşım!" Diye yanıt vermişti elindeki sıcak demlikle.
Tim yine çayın başındaydı, önlerindeki simit bile çayı bekliyordu. Alaz'ın gelmesiyle tim ayağa kalkacağı an eliyle oturun emrini vermişti, Mustafa Sait'in ense kökünden tutup oturduğu yerden onu itmişti. Sait neye uğradığını şaşırırken Mustafa'nın gözleri Alaz'daydı.
"Buyurun komutanım." Demişti geniş geniş.
Yine uğraşıyordu Sait'le takmıştı kafayı. Sait masum masum bakarken Alaz dik dik baktı Mustafa'ya.
"Otur sen Sait, benim dışarıda işim var. Ati bir gelsene." Burnunu çekip geriye doğru çekildi.
Oğuz, "Komutanım ee daha sabaha çayımızı içmedim."
"Ben içmiş kadar oldum." Demesiyle adımını geriye atması bir oldu.
İlerlerken Attila yerinden uyuşuk bir şekilde kalkıp omuzlarını gererek Alaz'ın peşine takıldı. Yağmur, kum tanesi kadar hissedilesi zor olan damlalarını aktarıyordu yer yüzüne. Hakkâri Trabzon'a dönüşmüş gibiydi. Sert ve acımasız aradaki tek fark koku ve tanıyış; Trabzon ikisini tanırdı da Hakkâri o kadar yakınmıydı onların acılarına bilinmezdi.
"Hayırdır devrem." Demesiyle Alaz durmuş geniş omuzlarını hareket ettirerek Attila'nın kahverenginin turuncularına boyalı olan gözlerini Alaz'a dikmişti.
Vardı bir şey anlamıştı. Alaz dudaklarını aralayıp konuştu. "Albayın kızı geliyor."
Attila ne var bunda der gibi başını iki yana salladı.
"Lan oğlum, kız gelişiyle hayatıma sıçacak lan." Diye isyan etti Alaz sessizce.
"Daha iyi, Suna hanımın aklı hep sende olur."
"Lan ne diyon oğlum, ben diyorum Paris sen diyorsun Adana."
Attila gözlerini kısarak baktı Alaz'a. Attila'nın hayatı aşksız ve kadınsızdı, dertsizdi ama illa ki timden daha bakış açısı geniş olan biriydi.
Sevmezdi çok kelime kullanmayı ama akıl vermeye gelince vermek zorunda olduğunu bildiği için veriyordu.
Her şey bir yana Attila ona tek kaşı havada yarım açık ağızla bakıyordu. Alaz Attila'nın ne diyeceğini beklerken Attila konuşmaya başladı.
"Albayın kızını kıskanır senden, tabii almayın kızı ileriye gitmezse."
Alaz dilini ağzının içinde oynatıp yan bir şekilde baktı. "O ne demek lan?" Dedi ters ters.
Attila dudaklarını büküp, "Laz damarı komutanımınki kadar kabarıksa..." Dedi ve geri sustu. Alaz'ın anlamasını bekledi. Alaz sağ eliyle yüzünü okşayıp içinden derin bir ya sabır çekmişti. Ama yüzünde beliren değişikliği Attila fark etmişti. Hoşuna gitmişti, kimin hoşuna gitmezdi ki sevdiğinin kendisine benzemesine?
Attila başını eğip burnunu çekti. Ellerini belinin ardında birleştirip, "Ee şimdi Yeliz'imi almaya gidiyorsun?"
Alaz bakkınca nefesini verip soğuk havanın vermiş olduğu etki ile kurumuş olan dudaklarını ıslattı.
"Evet işte, sende gelde dilinden kurtar beni."
Attila gülmüştü.
"Sevdiğin var işte o kadar da ileriye gitmez."
"Takıntılı." Dedi Alaz belirtmek ister gibi baktı Attila'ya.
Attila sıkılmış gibi nefesini verip ellerini iki yana açıp, "Bakıcaz oğlum. Bir gidelim görücez."
Alaz ilerlemeye başladığında Attila'da onun yanı süre ilerliyordu.
Alaz'ın içinde hâlâ yine kaybetme korkusu bulunmuştu, Suna ona az çok yakınlık göstermişti, şimdi Yeliz'in varlığı ile o minicik yakınlık kül olup uçsun istemiyordu, Alaz. Suna eskisi gibi ona parıldayan gözlerle baksın diye her şeyi yapardı, şimdi azda olsa o parıldı orada bir yerde duruyordu. Sonunda yıldızlar kadar parlayacaktı o gözler adı gibi emindi Alaz komutan.
*********
Dağlara atılan adım insanın dilindeki cümleleri boşaltırmıydı? Haykırışlar varlığını kaybedermiydi? Ben haykırmazdım, yaylalardan, dağlardan çıkmayan ben bir kere bile haykırmadım. İstemedimde. İçimdekilerin dışarı vurulmasını istemedim. Ben haykırıpta unutmak istemedim.
Sessizce elimdeki masa bezini bir köşeye koyup elimdeki şekersiz kahve ile salona girdim. Mihri salonu derinden bur süpürge ile temizliyordu. Saçlarını dağınıktanda dağınık bir topuz yapıp kolları sıvamıştı. Bana bir iş bile yaptırmıyordu bu hoşuma gidiyordu yalan yok. Tekli yeşil koltuğa yavaşça geçip Mihri'ye baktım.
"Yeter Mihri hadi otur."
"Bitti. Şunu götüreyim yerine." Dedi süpürgeyi alıp giderken.
Elimdeki telefonu oturduğum koltuğun köşesine bırakıp elimdeki kahveden bir yudum içtim. Mercan pastanedeydi saat 7.52 olmuştu. Gelmesine yarım saat vardı. Pastane bildiğim kadarıyla sekiz ve buçuk civarı kapanıyordu bir değişiklik olup olmadığını bilmiyordum.
Salona giren Mihri ile düşüncelerimi bir köşeye def edip ona baktım. Benimle ilgilenip durmuştu, duş olamam için kapıda bile beklemişti, belime ilaç sürmüş, ilaçlarımı dakikası geçmeden getirmişti. Kardeş duygusunu Hakkâri bana ağır bir şekilde veriyordu. Belkide Trabzon'dan gidenleri bana Hakkâri vâd edecekti kim bilir. Eğer böyle olacaksa ki oluyordu. Bana ilk önce eski beni versin. Bize eski bizi versin.
Mihri elindeki kahveyi komediye koyup saçlarını düzgünce toplayıp yine dağınık bir topuz yapmıştı.
"Akşama ne yemek yapsak?" Dedi Mihri sanki o kadar işi ben yapmışım gibi daha da çalışmak istiyordu. Kendisini yormayın çok seviyor cidden.
"Ne yemeği Mihri. Boş ver, Mercan artanlardan getirecek." Mihri beni kınar gibi bakışlar attı. Benim ise ona cevabım ne var der gibi bakmam oldu.
"Saçmalama, sen hastasın hâlâ, mercimekli çorba içermisin."
Başımı iki yana sallayıp beraberinde başımıda kaldırıp, "Yok hayır cidden, iyiyim hem ben. Boş ver yorma kendini."
"Sen bilirsin Sunacım."
Mihri dirseğin koltuğun kenarına koyup elini yüzüne dayayıp derin bir iç çekti. Ben o içlerin ne olduğunu biliyorum.
"Eee Sait'le nasılsınız?"
Güldü önce yalandan, sonra konuştu.
"Ben ve Sait mi. Biri daha var yalnız. Mustafa abimi unutma."
Doğruya Mustafa'da vardı bu ilişkinin içinde. Kendi kendi katıyordu. Ya da fazla korumacı oluyordu. Bu fazlalık Mihri'yi üzüyordu, onu koruyacak diye ona iyi gelen birini ondan uzak tutması hiç hoş değildi. Aileden bile fazla iyi gelirdi aşk, aşk asıl sevgiyi verendir. Sevgi, aşk aşk, huzur demektir.
"Kaç gündür yüzünü görmez oldum. Keşke burada olsa."
Başımı sallayıp dudaklarımı büzüp ona baktım.
"Arayayım mi gelsin?" Dedim birden.
Mihri kaşlarını kaldırıp emin olmak için yüzümü inceledi. Kalın kaşlarını çatıp emin olup olmadığımı sessizce sordu.
"Neden olmasın, hem şuan tektir."
Başını yukarı dikip iki yana salladı. "Yok vala Yıkım Timi asla ayrılmaz. Af buyur donla göt gibiler."
Onun bu isyankar tavırlarına gülmüştüm. Cidden de gördüğüm kadarıyla öylelerdi Yıkım Timi.
"Sen ver numarayı ben arayayım."
Mihri koltuktan ilerleyip bana yakın olan tarafa oturmaya başladı. Meraklı gözleri yüzümü incelerken telefonumu çıkarıp arama tuşlarına girdim. Durmadı telefonun alıp numarayı söyledi. Vermiş olduğu numarayı çevirip kulağıma götürdüm.
Bekledim, bekledim.
Çok bir süre sürmeden açtı telefonu.
"Alo Sait. Benim Suna."
"Buyrun Suna hanım. Hayırdır?"
"Kim var şuan orada."
Cümlesi yarıda kesildi telefon elinden alınmış gibi.
"Suna bir sorun mu var."
"Mustafa orada mı Alaz?" Onun sesini duymayı beklemiyordum.
Tedirgin sesi hâlâ devam ediyordu.
"Hayır şuan değil de sen neden Sait'i aradın?"
Elim alnıma gitti dilimi düğüm sardı galiba. Mihri kolumu dürtünce dikleştim.
"Suna bir sorun mu var?"
"Hayır hayır. Mihri burada da, Sait gelse birbirlerini görseler." Derin bir nefes verdiğini duydum. Ya sabır çektiğini bile duydum. Hoşuna gitmemiş gibiydi.
"Neden beni aramadın?" Sesi sert ve emirce çıkmıştı.
"Ben senin orada olacağından haberim yoktu Alaz. Sait gelebilir mi peki?" Dedim lafı uzatmak istemeyerek çünkü şuan yine onun varlığını hissederek bir bulantı içine girmiştim. Neydi bu, yüreğim yine onun elindemiydi. Hayır. Değil. Sadece geçmişin vermiş olduğu derin hissiyatlarım sonucunda ona karşı böyle hissediyordum. Peki nasıl mı? Sanki derinlerden beni daldıran bir denizmiş gibi konuşuyordu sessizleşmek istiyorum ve sadece o denizin dalgalı sesini ve huzurlu görüntüsünü izlemek istiyordu, tıpkı onun dalgın gözleri gibi.
Tuhaf bir duygunun eşiği altında kalmıştım. Ama bu duygu her neyse beni huzura kavuşturuyordu.
"Geliriz, bir dahakine beni ararsın."
"Bakaldan soda isteyeceğime senden isterim Alaz oldu mu?"
"Oldu." Telefonu beklemeden kapattım. Emirci tavırları karşısında sakin kalamıyordum.
Bakışlarım meraklı gözleri ile hâlâ bana bakan Mihri'ye döndü.
"Ne oldu?" Dedi yüzümü inceleyen gözleri kısılırken.
Önüme dönüp ayak ayak üstüne atıp, "Geliyor." Dedim kendimden emin bir şekilde.
Mihri'nin gözlerinin içi parlıyordu kısık gözleri büyüdü ve heyecanla ayağa kalktı. Ellerini birbirine çocuk gibi çakıştırıyordu.
"Kaç gündür yüzüne hasret kaldım." Dedi kelimeleri uzatarak.
Aşıktı, haddinden fazla aşıktı. Adını duyduğu an gözleride haddinden fazla parlıyordu. Tıpkı, tıpkı... Eski Suna gibi.
Dalgınlığımı yok etmemi sağlayan şey Mihri'nin koluma dökünüp emin olmaya çalışan gözlerle bakması oldu, "Mustafa abim gelmiyor değil mi?" Diye sordu.
Mustafa? Onu sormadım ki ben.
"Bilmiyorum ki. Galiba."
"Umarım gelmez. Yoksa bize rahat yok." Dedi koltuğa oturup geriye yaslanarak. "Onunkisi korumak değil zindanlamak."
Mihri haklıydı onu koruyacak diye sevdiğinden uzak tutuyordu, ona iyi gelen kişiyle arasına mesafeler örüyordu. Hemde fazla mesafeler.
"Fazla korumacı."
"Aman o korusa ne olacak ki? Ondan koruma beklemedim ben hiç." Dalgınca konuşmuştu başını öne eğip derin bir nefes ver. "Değer veriyor. Ama göstermeden." Mustafa'dan bahsediyordu. Haklıydı Mihri.
"Senin Trabzon'da kimin vardı. Yani nerede kaldın, veya büyüdün?"
Yüzünde beli belirsiz bir gülüş oluştu. Önüme dönüp onun kadar olmasada sessiz bir nefes almış ve vermiştim.
"Resul baba var. O vardı yanımda."
Mihri başını sallayıp geriye yaslandı.
"Annem babamdan nefret eder. Ama onun fotoğrafını yatağının altına saklar. Onun ki nefret mi yoksa ihanetin vermiş olduğu hırs mı bilemiyorum. İnsan hem nefreti hemde özlemi bir arada biriktirebilirmi?"
Kurduğu cümleler üzerinde gözlerim dolaştı. İhanet affı olmayan bir olaydır, ihanetin affı olmazdı. İnsanın kanlı izler bıraktığı gönülde iyileşme arzuları yok olurdu. Belki ona karşı hissedilen duygu affı sağlardı, ya da hissedilen sevgi.
Mihri'nin dedikleri benim içinde geçerliydi, sanki bir tek kendi için kurmamıştı o cümleleri. Benim içinde kurmuştu, sessizliğime ses katmıştı.
Susmadım susma gereğinde bulunmadım.
"Annemde babadan nefret ederdi. Aldığı her nefeste boğulurdu... Küçük olduğum için öyle hissetmiyordum. Bunu bildiğim içindi bunlar." İçime sesim kaçmadı, sanki bunu hep anlatır gibi anlattım.
Gözleri bana döndü, kaşları yavaşça çatıldı. Gözleri biraz duyguya kaçmış gibiydi. Beni dinlemek ister gibi sessizleşti ve derince bakmaya devam etti.
"Farklı insanlar benzer yaralar."
Dudağı yavaşça iki yana kıvrıldı, başını ve gözlerini yerle birleştirip, küçük bir gülümseme sesi attı. Ardından gelen derin nefesle başını doğrulttu.
"Ben ve sen." Dedi yalandan bir gülümseme ile. "Babam gittiğinde aslında küçüktüm, ama hatırlıyorum. Hemde her adımını. Annemle ilişkisine son verip, boşandıktan sonra bir daha aramadı. İzine kimse raslamadı. Kimseyi merak etmedi, zaman ilerledikçe bizde onu aramayı bıraktık... Beni bile merak etmedi. Küçük kızını."
Yarası çoktu, Mihri anlatırken dudaklarını birbirine bastırıp akmak için izin isteyen yaşına izin vermiyordu. Bir kişi ona tüm acıları yaşatmıştı. Tıpkı, benim gibi.
"Özlemiyorum artık eskisi gibi. Hatta gelmemesi için dua bile etmişliğim vardı. Çünkü. Çünkü annem mutluydu. Eskisinden daha mutluydu."
Derin nefesinin bir fırtınadan farkı yoktu, susmadı devam etti. Döktü içini.
"Sait beni tek sevecek adam gibi geldi. Bu ilerledikçe gibi olmaktan çıktı. Cidden de beni sevecek tek adamdı."
Gülümsedim, içten tebessüm edip gözlerine baktım, kahverenginin en belirgin gözlerine sahipti, belkide o yüzden gözlerinde ki pırıltılar bu kadar güzel gözüküyordu.
Aradaki konuşma bölünmüştü, kapının derin sızlatan sesi kulağımda yankılanmıştı. Bu zil sesi beni kendime getirmişti, dalgınlığım gitmiş, silkelenmiş gibi olmuştum.
"Bu kadar hızlı gelemezler. Mercandır." Mihri ayaklanıp kapı yolunu tutmuştu, bende içimde sanki saatlerce tutmuş olduğum nefesi bırakmıştım.
İçimi ısıtıyordu bu yabancısı olduğum ev. Belkide içine ayak basan insanlardır ısıtan. Ruhumu bile artık ısınıyordu, oysa her şey ruhumun bir parçası olduğu için ilk başta acıyan yerim hep ruhun oluyordu. Ruhsuz bir beden taşıyordum, ama en derinlerde gizlenmiş bir ışık vardı. Ve şu da vardı ki o ışık ortaya çıktığı an kendimi bulacaktım, olmam gereken kişi olacaktık.
"Hello baby." Mercan'ın sesi salonda yankılandığında gözlerimi onun yüzüne çevirdim, sarı saçları yağmurun gazabına uğramış gibiydi.
"Şemsiyen yok muydu?" Diye sordum oturduğum yerden kımıldamayarak.
"Firuze ablaya verdim. Onun arabası tadilatta."
Mihri, Mercan'ın elindeki poşeti alıp mutfak yolunu tuttu. Mercan aşağıya inip üstünü hızla değiştirip tekrar benim eve gelmişti. Aradan geçen zaman beni düşüşlere daldırmaya devam ediyordu. Hâlâ aynı konumda oturmuş öylece kendi kendime nefesler verip duruyordum, sebebi bellisiz nefesler bile beni boğmaya yetiyordu.
"Şunuda koyayım." Dedi Mihri kendi kendine hazırlık yaparken.
Gözlerim geniş olan komedinin üzerindeki poğaça, börek, ve kurabiyelere takıldı. Çayı demleyip tamda komedinin orta yerine koymuştu. Onun bu hallerini izlemek keyif veriyordu, romantik komedi izliyormuşum gibi geliyordu bana.
İçeriye giren Mercan göz devirerek yerine oturmuştu. Mihri'nin bu hareketleri ona ergence geliyormuş. Belkide aşkı tam olarak tanımadığı içindir.
"Ablamla konuştum. Liselilerin dertlerini dinliyor, aşk hayatlarına tavsiyeler veriyor." Mercan'a bakıp, kaşlarımı kaldırıp başımı usulca salladım. Telefondan saate baktım. Dokuza yakındı.
"Ayy ortam çok güzel olmadı mı?" Mihri'nin tatlı ve heyecan dolu sesi karşısında Mercan göz devirir başını iki yana salladı.
"Normal Mihri. Ama güzel." Dedi eğilip kurabiyeden bir tane alıp ucundan yiyerek.
"Merak etme sana da birini bulucam söz." Mihri Mercan'a öpücük gönderip arka cebinden telefonun çıkarıp havaya kaldırıp komedinin üzerindekilerin fotoğrafını çekmişti. "Instagramda yeni gönderi. Ama şuan değil sabah, Mustafa abim girip görmesin."
Mercan Mihri lafını bitirmeden hemen konuşmuştu. "Şuan gelmeyeceği ne malûm?"
Mihri'nin tek kaşı havaya kalkmıştı, gözleri usulca masum masum onları izleyen bana dönmüştü. Aralarındaki tatlı konuşmaya girmek istemiyordum. Ama zorundaydım.
"Alaz bu konuda hiç bir şey demedi. Ama gelmez büyük ihtimalle."
Mihri iki parmağını kulağına götürüp dokunduruo geri komediye iki üç kere vurmuştu. "Allah korusun, şuan olmaz."
Mihri'nin konuşması sona ermiştir kulağımda yankılanan zil sesi gözlerimin açılmasına ve bedenimin canlanmasına neden oldu, hisseyat bu kadar güçlü bir varlıkmıydı. Evet öyleydi. Kalbim haddinden fazla hızlanmıştı, boğazımda bir düğüm oluştu, büyük olmasada bir düğümdü işte.
"Geldiler, ben bakarım." Mihri'nin koşusunu izlerken gözlerim Mercan'a döndü, telefonu ile ilgileniyordu. Gözleri bana kalktığında gözü etrafı taradı, derin bir nefes verip elindekini bırakıp ayağa kalktı. Onun kalkmasıyla bende kalkmıştım ellerim saçlarımın tepesini düzenlerken üstümüde düzenlediğimi fark ettim. Başını iki yana sallayıp salondan çıkıp bakışlarımı giriş kapısına yönelttim. Gözüme ilk çarpan kişi Sait olmuştu. Mihri'i ona tam sarılacağı an geri çekildi.
"Hoş geldiniz Alaz komutanım." Dedi mutlu mutlu.
İfadelerim soğuk ve düzdü. Ama kalbim maalesef ki sıcaktı. Mihri'nin yana çekilip Alaz'ın içeriye girmesine izin vermişti. Kaşlarım belli belirsiz çatılmıştı kolunun arasında tutmuş olduğu şeyle, düz ve soğuk ifadem uçup gitmişti, kalbimle beraber ifadem de ısınmış gibiydi. İçimde bir çocuk sevgisi coşmuştu.
"Hoş bulduk Mihri." Dedi Alaz dikleşip bakışlarını bana dikerek.
"Mirhrim!" Dedi Sait heyecanlı sesini sakin tutmaya çalışarak. Mustafa yoktu eğer olsaydı Mihri adını ağzına almazdı.
Mihri'nin bakışları nasıldı bilmiyordum sadece Sait'e yaklaştığını fark etmiştim. Benim bakışlarım hâlâ ondaydı. Bir iki adım attıp karşıma geçeceği an Mercan'ın sesi ile durakladı.
"Hayrola ya Mustafa'yı nasıl atlattınız."
Alaz'ın bakışları salon kapısına yaslı olan Mercan'a takıldı.
"Göbeği çıkmıştı, bende biraz koşturayım dedim." Alaz'ın ona ceza olarak ne verdiğini az çok tahmin ediyordum.
"Soda mı o ya?" Dedi Mercan imalı sesini bir ben anlayabiliyordum.
Bakışları bana döndü, gözlerinin siyah ve kahverenginin tonlarında dolaşıp duruyordu. Başımı döndürüyordu ve bu beni rahatsız ediyordu. Ama geri kalmadım baktığı kadar baktım, bakışlarıma bakılırsa ifadesizdi.
"Burada mı dikileceğiz komutanım." Dedi Sait geniş geniş.
Alaz geri kalmadı açtı ağzını. "Geç otur oğlum sen. Rahatına bak." Dedi kalın sesi tonunun yanında geniş geniş konuşarak.
Sait durmadı Mihri'nin beline dokunup onu önden geçmesi için iteledi. Mercan arkalarından giderken ben karşımda o ile ne diyeceğini bekliyordum. Şuan ne diyeceğimi bilmiyordum ama sadece: "Hoş geldin." Diye bildim içime kaçmış olan sesim ile.
Derin bir nefes vermişti, dudaklarını yalayıp, "Hoş bulduk Suna hanım." Dedi kaşları beli belirsiz çatılaştı.
Elindeki altılı sodayı bana doğru tek eli ile uzattı. Boğazını temizleme isteğinde bulunup kaşıntı tutan boğazımı temizledim.
"Neden zahmet ettin?" Diye sordum.
Dudak büzüp ellerini ve kollarını geriye birleştirdi, "Telefonda öyle diyince ben aldım." Dedi yüzünün kasıldığını fark ettim etler yok olmuş kemikler yerini belli etmeye başlamıştı. Elleri yavaşça yakasına gitmişti, gözlerim yüzünden ellerine indi. Montunun formuarını indirip kollarını geriye atarak çıkarmıştı, omuzlarını sertliği gözüme çarpmıştı bakışlarının yüzümde durduğunu fark ettiğim an bakışlarımı salon girişine çevirdim. Yutkunduğumu bile geç fark etmiştim.
Alaz'ın ilerleyişini görmüştüm, sırtı yerle bir ederdi insanı, bunun için özel mi çalışmıştı ki? Dudaklarımın kuruduğunu fark ettiğim an dudaklarımı ıslattım arkamı dönüp mutfağa girdim. Zihnimi eline almaya başlıyordu, duygularımı eline vermek istemiyordum. Ne kadar rahat hissetsemde o rahatlıktan korkar oluyordum. Ama onun varlığı korkularımı yıkıp geçiyordu işte, o varken zincirler kalbimi sıkmıyordu.
Elimdeki sodaları tezgahın üzerine bırakıp tezgahın üzerinde bulunan sürahi den bir bardak su içip bardaki tezgahın üzerine bırakmıştım.
Arkamı dönüp salona ilerlemeyi düşünüyordum ki, karşımda onun varlığı ile durdum.
Bakışlarından ne çıkaracağımı şuan hiç bilmiyordum. Kaşlarımı çatıp yüzüne sorar gibi baktım.
"Sırtın nasıl? Daha iyi misin?"
Başımı salladım sadece. Gözleri yüzümü incelerken başımı yukarıya kaldırmaktan boynuma ağrı girmişti.
"İyiyim Alaz. Merak etme beni."
"Demesi kolay, yapılması zor." Başını eğip bakıyordu bana. Mutfağın giriş kapısını tutmuştu bedeni. Bakışlarım hoşuna gitmemiş gibiydi. Dudak büzüp onaylayıp yana çekildi. Geri dönüp ilerleyeceği an ağzımda çıkan cümleyle durup bana döndü. "Soda için teşekkürler." Demiştim.
"Rica ederim." Dedi kalın ses tonu eşliğinde.
En sonunda salona girmiştik, Mihri Sait'in yanına konulmuştu, Mercan ise koltuğun bir köşesine konulmuştu. Alaz iki tane tekli koltuktan birine geçti bense oturduğum yere tekrardan konulmuştum.
Aramızdaki derin seessizliği bozan Mercan olmuştu. "Çayınızı soğutmayın için, Alaz kurabiye istermisin?"
"Hayır." Sesi gayet net ve itaatkardı.
Bakışlarım ondayken gözleri yerden bana kalktılar. Önüme sakince dönüp Sait ve Mihri'ye döndün.
"Mustafa abimi nasıl atlattınız, şahsen beni bildiğim Mustafa Kandar ne yapar ne eder gelirdi."
"Habersiz geldik be gülüm. Alaz komutanım sağolsun, Mustafa komutanını Attila Turgut'a bıraktı."
"Ooo." Mihri'nin abartarak yükseliş sesi kulağıma gelmişti. Attila'nın elinde olması tehlikeliydi sanırım. Gerçi görünümü tehlikeli bir kişi olduğunu gösteriyordu. Ama sakinliği ve umursamazlık tavrı gözüme çarpan ilk şey olmuştu.
"Vala tepkisini görmeliydin, neye uğradığını şaşırdı." Sait'in cümlesine gülen Mihri ile bende gülmüştüm.
"O sahneyi görmek isterdim şuan var ya!" Mihri üzülmüş gibiydi, ama Mustafa'ya değil Mustafa'nın yaşadığı senaryoya şahitlik edemediği içindi.
"Açmısın." Diye sordu Mihri durduk yere.
Sait bakışlarını Mihri'ye çevirip yüzüne hasretle bakmıştı, dudakları birleşmiyordu hep bir derin nefesler bırakmak için duruyordu sanki.
"Hayır, senin varlığın açlığı bile yok ediyor." Kaşlarım benden habersiz havaya yükselmişti Sait içlerinde en küçüğü ve en aşkkoliği olmalıydı. Diline geleni söylüyordu, buna yürek isterdi çünkü komutanın yanında bunları dile getirmesi şok edici bir durumdu.
Mihri'nin cilveli bakışları gözümden kaçmamıştı, dudağının kenarı yukarıya kalkarken gözleri Sait'in yüzünü cilveyle izliyordu.
Bakışlarımı onlardan koparıp yere baktım. Mercan bir şeyler anlatmaya başlarken bakışlarım ve dikkatim istemsizce ona gitti. Sadece bur saniyelik bir bakış atmıştım onun gözleri bende değil Mercan'ın konuşmasındaydı.
"Tüm iş bana kaldı, Firuze abla komşusunun aldatılma olayını öğrenmek için mahallesine gitti dükkanda bir Can kaldı, oda elinde telefonla sosyal medyada." Derin bir nefes bırakıp Mihri'ye uyarıcı bir şekilde baktı ve konuştu. "Yarın kesin geliyorsun. Siparişlerle tek uğraşmak zor oluyor." Bu sefer bakışları bana döndü ve yine konuştu. "Sana da sabah geliyorum kontrol edip öyle çıkıyorum evden okay mi?"
Başımı usulca sallamıştım. "Ben iyiyim artık başımda nöbet tutulmasına gerek yok."
Alaz'ın dikleştiğini hissettim. Dirseklerine koyup dinlemeye devam etti.
Konuşma devam ederken zamanın su olduğunu unutmuştum. Mihri ve Sait aralarına konulan kırmızı çizgi engelini azda olsa aşmışlardı. Birbirlerine hasret kalmışlardı, o hasret azda olsa dinmişti. Aralarındaki bağa koparılamaz bir bağdı. Her engele karşı gelebilecek bir yüreği sahip bir adam kazanmıştı Mihri, ve eminim ki Mihri'de bunun farkındadır.
Kaybolan zamanın akışına yenik düşmüşlerdi, neredeyse iki saatten fazla kalmışlardı, Mercan ve Mihri beni yerimden kaldırmamışlardı. Sait saatin gidilecek olduğunu anlayınca Mihri'yle Alaz olmadan giriş kapısının önünde delice sarılmış koklaşmışlardı. Alaz geldiğinde ise aralarına azda olsa hürmeten bir mesafe konulmuştu. Sait dışarıya çıkmıştı, Mercan kendini evine atmıştı. Saat geç olmuş ve uyuması gerekiyordu, yorucu geçiyordu günü bunu biliyordum.
"Komutanım biz aşağıdayız."
Alaz ayakkabısını giyip doğruldu. "Sen al arabayı git oğlum, ben işim var."
"Emredersiniz komutanım." Sait'in bana baş selamı verip merdivenlerden Mihri ile inmişti.
Mihri aşağıdan; "Bende evime gidiyorum Sunacım."
Bende, "Tamamdır." Diyip bakışlarımı karşımda duran duvar misali adama çevirdim.
Bakışları çatık ve düşünür gibiydi, etrafa bakınıp tekrar bana döndü.
"Tek kalabilecek misin?" Sesi sert ve kalındı.
"Hep tek kaldım ya ben." Dedim yalandan bir tebessüm ederek.
Başını yukarı kaldırıp bakışlarını kaçırdı, sanki bu cümle hoşuna gitmemiş gibi derin bir nefes verdi ve tekrardan bana döndü.
"Hiç olmadın. Olmayacaksın da." Dedi asla kalınlığından ve sertliğinden ödün vermeyen ses tonu.
Kaşlarım çatıldı, sadece başımı sallama gereğinde bulundum. Etrafımıza sanki derin bir sis düşmüş gibiydi, hiç bir şey gözükmüyor, ben ve ondan başka. Gözleri yine delirmiş gibi yüzümün her yerini inceledi, bakışları hep boynumda duruyordu. Dudaklarını ıslatıp cüssesinden derin bir nefes aldı. Kendini bir konuda zor tutuyor gibiydi sol eli ensesine gidip koşarken bakışları yere kapıldı.
"Belin hâlâ ağrıyor mu?"
"Bunu sordun." Dedim.
Bakışları bana döndü, başını usulca sallayıp, "Peki neren acıyor?"
Bu sorusu beni düşündürmüştü. Dudaklarımı ısırıp etrafa bir göz attım.
"Bacaklarım. Ayaklarım." Dedim dudak büzüp başımı iki yana sallayarak.
Kaşları havaya kalkmıştı, sert bakışları girişti, ama çene hattı yerine konulmuştu.
"Burada kalayım mı."
Bu sorusunu hiç beklemiyordum. Kaşlarım şaşkınca havaya kalkarken içime düşüne ürperti tohumları yerlerine yerleşiyordu. Ama neden? O varsa ürperti yoktu, o varsa huzur vardı. Maalesef ki şuan öyle huzur vardı.
Bakışlarım hâlâ şaşkınca onun siyahlaşmış olan gözlerine bakarken. Ellerim bacaklarıma sürtündü. İçimden sadece zaman geçti zamana bırak dedim tekrardan içimden.
"Evin barkın yok mu Alaz?"
"Evimde sen, barkımda sen..." Yine vurdu yüreğime, yine sıcaklık bastı içimi, buz olan yüreğimi eritiyordu. Cümleleri mi ağır yoksa o cümleleri ağır yapan kişi mi oydu.
"İnsan kendi evinde rahat eder. İyi geceler Alaz."
Sessizlik.
Aramıza bir sessizlik girdi, o derin bir nefes daha verip başını öne eğdi, kaşları ne çatık ne de kalkıktı, sanki bu cevabıma ne üzülmüş ne de bir tepki vermişti. Dudaklarını ıslatıp arkasını döndü. Bakışları bende değildi. Kapının kulpunu tutup yavaşça çekti. İçime düşen bir kibrit parçası vardı ama yanmıyordu küllenmiş ama ateşten dolayı değildi o kül.
"İyi geceler." Kapının kapanma sesi sanki tüm ışıkları kapatmış gibiydi, kapı değil benim etrafımda yanan ışıklar kapanmıştı, kalbime sertçe vurulmuşta onun sesi çıkmış gibiydi.
Yüreğime bir taş parçası düştü ağırlığı tonlar kadardı, küçük olmasına dikkat edilmemeliydi ağırdı o taş, yüreğime çok ağırdı. Ama en acısıda şuydu: o ağırlığı ben yapmıştım.
Adımlarım kapıya gitmişti, sağ elim kapıya değdi, daha da yaklaştım. Alnım kapıya değdi, göz yaşım yok içimde akan bir kan vardı. Derin bir nefes verip kendimi yere bıraktım, sessizce öylece durdum.
Kalbime yine buz çökmüştü, azıcıkta olsa ısınmıştı kalbim. Herşeyin sebebi bendim, ama bunu kabul etmek istemiyordum. Yüreğim çok acıdı, orada hiç hissetmeme gereken duyguları yaşadım. O duygular bize acımıyor işte. Belkide bende o duygulara acımamam gerekti.
*********
Geç geldi biliyorum ama umarım beğenmişsinizdir.
Oylarınızı unutmayın, çok öpüldünüz💕
| Okur Yorumları | Yorum Ekle |