2. Bölüm

Başlayalım Kuzgun

Lara Su
larasu

Hüsrana Karşı 1.

Ellerindeki kanı silip ayağa kalktı, yerde yatan adama bir kaç saniye bakıp gözlerini kapattı, boynunu gererek sağa ve sola hareket ettirdi. Elleri adama yumruk atmaktan uyuşmuş gibiydi. Etrafta delice coşan aptallara baktı, cidden birbirlerini döven insanlardan zevk mi alıyorlardı? Evet alıyorlardı, ellerindeki alkol şişelerini yerde kıran insanların sesini duydu. Küfür edenler, ismini haykırarak söyleyenler delice çığlıklar atıp demir tellere vuran insanlar. Herkes çıldırmış olmalı, gerçi kim deli değil ki?

"KAZANAN BÖRÜ. KURT, YİĞİT. YIKIM..." Elini adamdan çekip kanan burnuna dokundu. Tek yumruk yemişti dördüncü raunduna çıkmıştı, önüne geleni ezmişti. Acımıyordu Börü.

"Gayet iyi."

"Fazlasıyla efendim." Kendi aralarında konuşan yaşlı adamlar ortadan kaybolurken. Börü onların arkasından çatık ve umursamaz ifadesi ile baktı.

Dört bir yandan sesler geliyordu. Tellere vuran adamlara kısa ve umursamaz bir bakış atıp çıkışa ilerledi. Herkesin önünden geçip çıplak bedenine değen kanı elinin tersi ile silip kapıyı sertçe açtı. Kısa koridorun yanan sönen ışığının altında durup başını doğrultu. Kısa bir an ışığa bakıp tekrardan koridorun sonuna baktı. Karşısında çıkış kapısı, çıkış kapısının hemen sağında onun odası bulunuyordu. Koridorun sonuna vardığında iki seçenek arasında kaldı, ya çıkıp gidecek ya da verilen görevi kabul edecekti. Sağında ki kapıyı çalıp bekledi. İçeriden gel komutu gelince kapıyı açıp odaya girdi. Karşı karşıya oturan adamlara baktı. Saçlarına aklar düşmüş ama o aklar duruşlarını bozmamıştı, hâlâ dinç duruyorlardı.

"Hoş geldin Kuzgun." Mavi gözlerini kısarak Börü lakaplı adama baktı. "Seni hafife almışım. Ama tam emin değilim."

Karşsında saçı sıfıra vurulmuş adama bakıp altan küçük bir gülüş atmıştı. "Seni şaşırtacak. Benim elimde yetişen bir Kuzgun var karşında. Hafife alma demiştim."

Yine kendini sessiz moda almıştı Börü. Dikçe üstü çıplak bir şekilde dim dik duruyordu karşılarında. Ona verilen görevi yerine getirmek için buradaydı. Bulması gereken adam ve o adamın her şeyi... İşler burada tamamen dönüşü olmayan bir yol olacaktı bunu Börü'de karışsında oturan iki yaşlı adamda biliyordu.

"Kuzgun. Sen benim aradığım adamsın." Börü adamların arkasında duran iki adama baktı, siyah takımın içinde ikisi de estetik duruyordu.

Birisini tanıyor diğerinin sadece adını duymuştu. Tanıdığı adam konuşmaya başladı, "Geri dönüşü olmayan bir yola gireceksin. Bunun bilinci ile bu görevdesin Kuzgun," Başını emince kaldırıp dikçe baktı, "Bu görev için en uygunu sensin. Eğer istemiyorsan."

"Ne yapmam lazım." Sesi kısıktı, ama sertti. Kendinden emin bir şekilde konuşuyordu.

"Her şey bu dosyanın içinde. Burada ki kızı bul. Oda bu görevin bir parçası. Onu bulup bu dosyayı ona vermen lazım." İki siyah dosyayı Börü'ye uzatmıştı Börü dosyaları alıp dinlemeye devam etti. "Kıza bu dosyayı ver okusun sonra seninle iş birliği yapacaktır. Dikkat et kız bu görevin başı, her yola seni o götürecek." Başını bir kere sallayıp dinlemeye devam etti Börü. "Bu çantada kimliğin ve sahte ismin bulunuyor içinde lazım olduğunda kullanman geren bir silah üç şarjör var. Araba dışarıda bu da anahtarı," Anahtarı alıp avuç içine bastırdı. "Arabada yeni evinin adresi bulunuyor... İstanbul'a alışma dileğiyle Kuzgun."

Kısa bir an bakıştılar daha sonra başını sallayıp dosyaları çantaya koyup siyah tişörtünü alıp çıkmıştı, çıplak bedeni ile kendini dışarıya atıp sert adımlarla bulunan arabanın yanına gitti. Arabaya yaslanmış olan adam şapkasını daha da kapatıp geri çekildi. Börü ona dikkat etmeden arabaya atlayıp sürmüştü. Adamın orada durmasının nedeni arabanın ona ait olduğunu bilmesiydi. Siyah Mercedes geniş bir arabaydı. Onun bedenin anca yeterdi bu araba iri yapılı bir bedene sahipti Börü. Her şeyi ona göre ayarlamışlardı. Peki şimdi sıra ne? Börü evine gidecek duşunu alıp, alması gereken eşyaları alıp dinlenmeden evden çıkıp İstanbul yolunu tutacaktı. Derince bir nefes verip cebinden hiç eksilmeyen sigra paketini çıkardı, dudakları arasına yerleştirip ucunu yaktı. Derince çekip dışarıya doğru dumanını üfledi. Sigara dert mi çözerdi, ya da unuttururmuydu dertleri. Çektiği her duman bir derdine vedaydı, gökyüzüne kaybolup giden duman onun acısını da kaybettiriyor gibiydi.

Araba ilerledikçe ilerledi her şeyin sonun olduğu gibi onunda bir sonu vardı, araba durmuş Börü çantayı alıp arabadan inmişti evinin zemin katına inip evine girmişti. Dudakları arasında sigarası ile evine girip tertipli olan salonuna ilerledi. Küçüktü salon bir tane uzun koltuk ve bir de tekli koltuğu bulunuyordu. Ortada geniş bir komedi karşıda ise bir televizyon bulunuyordu. Boştu televizyon, izlemez Börü, küçüktü eski model bir televizyondu. Üstü çıplak bir şekilde duşa girip kısa bir an duşunu alıp çıkmıştı, altına siyah pantolonun üstüne ise lacivert bir sweatshirt giymişti. Asker kesimi saçlarını okşayıp salona geçti. Tekli koltuğa oturup tekrardan bir sigara yaktı, dudakları arasına sigarayı bırakmıştı. Elleri çantaya gitmişti. İçini açıp inceledi. İçerisinde, siyah bir cüzdan, ve ev anahtarı bulunuyordu. Genel elbiselere baktı, içinde bir kaç takım elbise ve üst alt giysiler bulunuyordu. Umursamadı. Kendisine verilen dosyayı alıp incelenmeye başlamıştı.

Gönük ailesi yazısına takıldı. Fırat Gönük bundan 24 yıl önce öldürülmüştü, eşi Mihriban Gönük tecavüze uğrayıp hayatını kaybetmişti, çıplak bedeni bir deponun içinde bulunmuştu, oğulları Gökalp Gönük... Fotoğraflar eskiydi. Mihriban eşi Fırat'a bakarak gülümsüyordu. Fotoğrafın kopyası yapılmıştı orijinal durmuyordu, fotoğrafı bir köşeye koyup sigarasından bir duman alıp üflemişti. Sigarayı küllüğe bırakıp dosyayı tekarardan inceledi. Dosyada bir detay daha bulunuyordu. Gönük ailesi artık yok, Gönük ailesi silinmişti. Soy isimleri tamamen kaldırılmış şirket, zincir fabrika ve bir çok yerin ismi değiştirildi.

Börü kaşlarını çatıp dosyayı konulan fotoğrafı inceledi. Fotoğrafta orta yaşlarda bir adam bulunuyordu. Fotoğraf yeni çekilmiş gibi, şirketin önünde fotoğrafını çeken insanlara gülümseyerek bakıyordu. Siyah boyalı saçlar ve dik uzun bir duruş. Yaman Durkan. Fırat Gönük'ün kardeşi. ​​​​​​

Peki neden soyismini değiştirmişti? Gönük ve Durkan arasında ne vardı?

Dosyada yazan bir yazı daha vardı, Fırak Gönük ve Yaman Durkan arasında aile kavgası bulunuyor, Yaman Durkan, "Ben hiç Gönük soyismini taşımadım, ailemi seviyorum ama ben annemin soyismi ile büyüdüm öylede devam edeceğim. Gönük bize uğur getirmiyor." Yanıtını vermişti.

Börü kimi arayacaktı, kimi bulup Yaman'ın karşısına çıkaracaktı? Abi, Gökalp Gönük.

Dosyanın son sayfasını açıp inceledi. Küçük bir erkek çocuğu mezar başında dim dik duran ama göz yaşlarına hâkim olmayan bir çocuktu. Yaşlar akıyordu ama başı dik bir şekilde bakıyordu. Uzun boylu zayıf bir çocuktu. Arkasında duran iki adam bulunuyordu, koruma. Bu çocuk, Fırat ve Mihriban'ın oğulları Gökalp Gönük'tü.

Neredeydi ve neden ailesinden uzaktaydı? Şimdi ne yapıyor? Neden Gönük mirasından uzakta?

Börü'nün görevi Gökalp'i bulmaktı. Ama ilk önce bulması gereken bir kadın vardı. Diğer dosyayı eline alıp içini açtı. Dosyada pek bir şey yazmıyordu ama çokça fotoğraf bulunuyordu.

Gözleri bir yazıya takıldı. "Senin geçmişin hâlâ yaşıyor. Ya savaşı başlatacaksın ya da sen de ölü bir şekilde yaşayacaksın tıpkı abin gibi." Kafası daha da karışmış gibiydi. Bu not birine bırakılmış gibiydi, dosyanın bir köşesine sıkıştırılmıştı.

Hastanede kucağında bir bebek vardı Gökalp'in. Sarı kırmızı çiçekli battaniyeye sarılmış bir bebek. Sayfayı çevirip diğer fotoğrafa baktı. Kucağında bir köpekle kameraya bakarak gülümseyen bir kadın vardı. Kumral uzun saçları iki yana düşmüş, kahverenginin en açık rengiyle ışıl ışıl parlıyordu. Börü kadını inceleyip çenesini okşadı. Bulacağı kadın buydu. Peki ya adı. Fotoğrafı eline alıp arkasını inceledi. Elzem Yıldırım. Parantez içinde yazılı olan Gönük soyismine takıldı gözleri.

Börü ağzından küfürler yağdırıp fotoğrafı dosyasının içine koydu. Kafası darmadağın olmuş bir vaziyette bakıyordu çatık kasları merak edici gözleri öylece bir şeyler arıyor gibiydi.

"Kim kimin çocuğu kim kimin ailesi. Kafaya göre soyisim mi değişiliyor amına koyim." Dosyayı çantaya bırakıp fermuarını çekip ayağa kalktı. Küçük evinin küçük odasına yöneldi. Işığı açıp dolabına yöneldi. Küçük sandığı eline alıp içinde bulunan kolyeyi çıkarıp avuç içine koydu. Anısı ve geçmişi bu kolyenin içinde saklıydı, herkes anısını bir yere yazardı o yazmak yerine bir yerde tutuyordu. Kolyeyi boynuna takmadı. Işığı kapatıp odasından çıkmıştı, çantasının içine kolyeyi bırakıp fermuarını tekrardan çekti. Kullanmış olduğu telefonu eline alıp küçük bir not kağıdı aradı. Komedinin üzerinde bulunan küçük defteri açıp bir numarayı kağıda yazdı. Kağıdı ön çantanın içine rastgele atmıştı.

Çıkış saati gelmişti telefonun kapatıp yatak odasındaki dolabın içine koydu. Evin tüm ışıkları söndü. Arkasına bile bakmadan arabaya binip yola çıktı. Ankara'dan ilk çıkışı değildi bu. Sokakları ona huzur o ise sokaklara acıydı.

 

 

 

 

 

*********

İstanbul trafiği karşısında öfke dolu küfürler yağdırdı. Ama beklerdi, hatta arkasına yaslanıp derin bir nefes verip bir sigara daha yaktı, arabada sigara içilmesi yasaktı ama yaktı. Umursamadı. Verdiği her duman bir ilerleyiş oluşturuyordu, trafikten nefret ediyor muydu? Bilmiyordu galiba nefret ediyordu çünkü ilk defa böyle bir trafik ile karşı karşıya gelmişti, yolları aşmak için arabadan değil kendi bedeninden yararlanırdı. Kendisi eski bir askerdi şimdi ise Ankara sokaklarında adı Kuzgun diye anılan bir dövüşçüydü. Nereye gittiğini de bilmiyordu. Bir bara gidecek sorusunu soracak ve o kadını bulacaktı. Amacı bu yöndeydi.

"Ne lan bu!" Demişti sessizce. Ağzındaki sigarayı bitirmiş arabada bulunan küllüğe basmıştı.

Trafikli yoldan çıkıp girmesi gereken yere girmişti. Sokağın sonuna vardığında sağ mı sol mu diye bekledi. Arkadan birisi kornaya basmıştı ama umursamadı, arabadan konumu açıp bekledi.

"Hadi kardeşim be!" Diye bağırdı bir adam. Umursamadı. Duymadı bile.

Sağa dönmesi gerektiğini duyunca sağa dönmüştü. Arkadaki arabaya ön aynadan bakıp kaşlarını çatarak ilerledi. Uğraşmak istemiyordu yorgundu. Yol onu yormuş ve öfkelendirmişti.

Sağa girip ilerledi. Sonra tekrardan sola döndü, işlek bir caddeye varmıştı. İnsanlar modern ve fazla neşeliydi, çatık kaşlarının arasından insanları süzüp derin bir nefes verdi. Arabayı durdurması gerekiyordu çünkü varmak istediği yere varmıştı. Arabadan heybetli bir şekilde inip iki yakasını düzeltip ilerdi. Bara girip etrafa tiksinerek baktı, sabah sabah içki kokusu hâlâ tazeydi. Yavaş hareketler ile dans eden bir kaç insan vardı, burası gece vakti daha coşkulu oluyordu bundan emindi. Bardakları silen barmenin yanına ilerleyip yaklaştı. Etrafa bakmamaya özen gösteriyordu Kuzgun.

"Selamün aleyküm." Dedi sert ve kalın çıkan sesi ile.

Barmen arkasını dönüp tezgaha yaklaşan Kuzgun'a bakıp süzdü. Kaşları çatık bir şekilde, "Ve aleyküm selam abi." dedi. Gözleri hâlâ Kuzgun'un dev cüssesinde dolaştı.

"Birini soracağım sana. Kısa ve net cevap ver uğraştırma beni."

Tedirgin bakışları Kuzgun'da gezindi dev gibi duruyordu kim korkmazdı ki. Sert bakan elanın en sarılarını almış olan gözleri ile bakıyordu, başının sağ tarafında derin kesik çenesinin altında derin bir kesik vardı dikiş izleri duruyordu.

Barmen, "Sor abi." Dedi en net şekilde.

"Elzem Yıldırım."

Barmen kaşlarını havaya kaldırıp, yarım ağız ile güldü. "Vala abi buraya her gün bin bir ton insan geliyor. Ben hepsinin ismini nereden bileyim ki?" Berman öğrenciye benziyordu. Saçları hafif dağınık gözlerinin altı hafif morlarla kaplıydı, esmer teni ile uyuşan kahverengi gözler ışıkta parlıyordu. Orta boylarda zayıf ama yapılı gibiydi.

Börü kaşları çatık bir şekilde çocuğun göz bebeklerine baktı. Derin bir nefes verip etrafa bakındı Kalabalık değildi oturup beklese tamamdı aslında ama oturmadı bir saniye dahi durmak istemiyordu bu insanların arasında, azmış ve kendilerinden geçmişlerdi, İnsanlar özünü unutuyor gibi geliyordu ona. Herkesten uzakta yaşamak huzurdu ona. Şuan bir görevin içinde ve bu göreve ayak uydurmak zorundaydı. İnsanlar onun gram umrunda değildi.

"Kaçta açılıyor burası?" Dedi yine kalım çıkan sesi ile.

"Abi her an açık olabiliyor, ama en yoğun saat yedi civarı." demişti genç.

Bir şey demeden arkasını dönüp ilerledi. Kapı çıkışına geldiğinde ise arkasını dönüp gence baktı. Genç ona hayranlıkla bakıyordu. Durmadı sigarası ile ilerleyip çıkmıştı bardan. Alkol kokusu midesini bozardı. Arabaya binip bir kaç dakika bekledi. Gözü kapıdan başka bir yere değmiyordu. Kimseye bakmıyor sadece hedefini izliyordu. Bir şeyler olacak gibiydi. Ya gelecek ya da gelecekti. Her türlü gelirdi buraya. Dosyada öyle yazıyordu.

Aradan yarım saat geçti kaç tane sigarayı yaktı bilmiyordu arabanın camını açıp içeriye hava girmesini sağladı.

Zaman dili o kadar hızlı akıyordu, bir iş yapmasına gerek yoktu, oturduğu yerden zaman ona ihanet edip hızlı akabiliyordu, zaman bir tek ona değil tüm insanlığa ihanet ediyordu, akışı bir şelale kadar hızlı ve duraksızdı.

İleride bulunan pastaneye takıldı gözleri iki gündür bir şey yemiyordu dayanırdı bedeni ama uğraştırıyordu beklemek onu. Arabadan inip pastaneye doğru ilerledi. İçeriye girip simitlerin bulunduğu yerde durdu. Bir simit alıp çıkmıştı karnını doyurmazdı bu simit ama yok tutardı. Arabaya binip simidini yemeye başladı sadece dört ısırıkta bitirmişti, dört lokma. Bekledi. Bekledi ve bekledi

Saatler geçti, kolundaki saate baktı, saat altıyı geçiyordu ve gece çökmüştü. Zaman yine acımadı, herkesi ezip geçti. Gece insanları gündüz insanlarından daha tuhaftı. Ellerinde bir kutu boyutu olan çantalara baktı, ne koyuyorlar bunun içine çakmak mi? Kısa eteklerin altında uzun kış botları, mevsimler birbirine mi karıştı? Börü kaşları çatık yarım ağız ile başını iki yana sallamakla yetindi. Yine bildiğini yaptı ve umursamadı.

"Gel be kadın." Sessizce isyan edip derin bir nefes verdi.

Yüzünü ezbere biliyordu çoğu kez fotoğrafına bakmış her detayı incelemiş. Bir karede bulunan bir kadının dudağının altındaki bir kum tanesi kadar küçük bene kadar. Yüzde elli görevi olan bir kadını iyi tanımalıydı.

Aklı bir şeye daha gidiyordu barmene. Ve şuan barmen çıkmış telefonu ile görüşüyordu. Hızlı adımları etrafı inceleyerek ilerliyordu. Gencin göz bebekleri bir şeyler demişti Kuzgun'a. Kaşları çatık ilerleyen gence baktı. Düşünmedi arabadan inip peşine takıldı. Bir şey anlatmıyordu genç çocuk ona, biliyor ama bilmezden geliyor gibi gelmeye başladı artık. Sokağı döndüğünde adımları daha da hızlandı, omzu birine çarpmıştı, "Yavaş lan!" diye bağıran adamı önemsemeyerek yola devam etti. Oda sokağı dönüp gözleri ile çocuğu aradı, ilerliyordu. Adımları daha da hızlandı, bakışları ifadesizdi. İnsanlar arasında dev kalıyordu, boyunun uzunluğu onu ispiyonluyordu. Genç barmen ilerledi en sonunda bir sokağa daha girdi yine işlek bir caddeydi. Kebap kokuları gelmişti burnuna. Barmen durmuştu. Adımları yavaşladı, barmen bir kadın ile konuşuyordu. Kadın dikçe durmuş onu dinliyordu. Uzun kumral saçları ve sert bakan bakışları ile çocuğu dinlemeye devam ediyordu. Börü kaşlarını çatıp yavaşça ilerledi. Barmen eli ile bir yerleri tarif ediyordu, büyük ihtimalle barı. Adımları hızlandı kadın barmenin saçlarını geriye atıp şakağına parmağı ile dokundu. Börü çocukla ne tür bir irtibatı olduğunu bilmiyordu.

Genç barmen başını Kuzgun'un bulunduğu konuma çevirip etrafa bakındı. Gözleri birden fal taşı gibi açıldı.

"Elzam abla orada." Dedi çocuk.

Elzem bakışlarını Börü'ye çevirip baktı, çatık kaşları ve dev bedeni onlara doğru ilerledi. Yutkundu Elzem. Bakışları hâlâ Kuzgun'dayken bir elini çocuğun omzuna atıp, "Bunca yıl en iyi yaptığın işi yap." Dedi gözleri duyguyla bakıyordu.

"Abla başlama yine şifreli konuşmaya!" Yüksek bir sesle konuşuyordu çünkü etraf kalabalık ve konuşan insan sayısı çoktu.

"Kaç lan kaç." Tabana kuvvet diyerek hiç beklemeden arkasını dönüp koşmaya başladı Elzem. Genç çocuk "Ha." Diyip Elzem'e bakındı koşuyordu. Hiç düşünmedi oda insanların arasından Elzem'le koşuşturuyordu.

"Lan." Dedi kendi kendine Kuzgun. Kaşları daha da çatılmış bunu beklemiyordu, şaşkınca koşmaya başladı. Ama kalabalık insanların omzuna değdiği için bu oldukça zordu. Elzem ve çocuk sokağı dönmüştü tabana kuvvet koşmaya devam ediyorlardı.

"Abla bu kim?" Dedi koşar bir şekilde bağırarak.

"Ne bilim ben. Davalardan birinin belası koş işte!" Nefes nefese konuşulardı.

"Araba nerede?!" Çocuk Elzem'i geçmişti Elzem yüzüne değen saçlarını geriye atıp arkasına bile bakmadan koşuyordu.

"Arabayla gelmedim! Tamirde ya! Hani kızları almıştın arabaya!" Daha da öfke dolu koşmaya başladı Elzem.

"Ben mi? Yalan!" dedi genç barmen.

"Kes lan. Sağa sağa!"

Kuzgun koşsa bile zordu insanlar ona değip küfürler yağdırıyordu. Bir kadına değince duraksayıp ona baktı ama geri koşarak ilerlemeye başladı. Sağ ve sol sokaklara baktı, birde önüdeki sokağa baktı.

"Siktirler olsun!" Dedi sessiz bir öfkenin ardından. "Lan mal mısın kızım sen ne koşuyon!" Nefesini düzene sokup sokaklara tekrar baktı görünürde kimse yoktu.

Öylece kalabalığın içinde durup dört bir yana baktı. Derin bir nefes verip geldiği yerleri tekrardan aşıp bara gitti. Ne diye kaçıyordu? Ya da kimden kaçıyordu? Başımı beladaydı, Kuzgun'un düşünceli zihni onu rahat bırakmıyordu. Kuzgun eline gelen fırsatı kaçırmıştı, Elzem'in neden kaçtığını düşünerek ilerliyordu Kuzgun. Barın sokağına girip dikçe ilerledi. Barın içine girip kimseye aldanmadan tezgahın başında duran adama ilerledi, boynunda dövme bulunuyordu yıldızlar ve güneşin karşımı olarak gözüken bir dövmeydi.

"Elzem Yıldırım?" dedi tek bir nefeste.

Adam oldukça zayıftı. "Nasıl?" Dedi tek kaşı hava da bir şekilde.

"Elzem Yıldırım diyorum lan nereden bulurum onu?" Sesi sert ve acımasız çıkmıştı.

Adam kaşlarını havaya kaldırıp Kuzgun'u süzdü.

"Konuş lan!" Dedi dişlerinin arasından.

Adam başını sallayıp, "Abi vala ben Berat'in ablası olduğunu biliyorum. Buraya sık sık gelmez aslında, sadece kardeşini kontrol etmeye geliyor arada."

Kaşları çatıldı kardeşi yok ki Elzem'in. Yalan mı söylüyordu bu adam yoksa doğruları mı?


"Evi nerede?" Sesi gayet net ve sertti.

"Abi ben-"

"Başlarım abine lan evi nerede dedim sana." Kuzgun sert ve öfkeli yüz hatları ile adama bakıyordu. Beklemekten nefret ederdi ve bu kadın onu yeteri kadar bekletmiş gibiydi.

"Abi evini bilmem ama çalıştığı avukatlık bürosunu bilirim." Eğilip çekmeceyi açıp kağıt ve kalem çıkardı, bir şeyler yazarken Kuzgun etrafa bakındı, ona doğru yaklaşan kadını durdurma amaçlı elini doğrulup, "Yaklaşma lan!" Diye kükredi. Kadının yüzü düşmüştü salına salına geldiği yere giderken Kuzgun önüne dönüp adama baktı.
"Bu abi, çalıştı yer." Börü ona uzatılan kağıdı alıp inceledi. Cebine atıp adama baktı. "Bu çocuk kardeşi mi?"

"Evet abi ablam der hep." demişti barmen olarak takılan adam.

Arkasını dönüp ilerledi bu mekan mide bulandırıcı geliyordu ona. Zaten çok fazla ses vardı. Beynin içi hata veriyordu artık.

Bulunduğu konumdan uzaklaşıp ona verilen eve gitmişti. Tenha bir sokağa girip siyah demir kapıyı açıp içeri girdi. Bugün gitmiş artık yarına bakacaktı. Bulmuş ama alamamıştı. Yarın bulduğu şeyi alacak ve ona dosyaları verecekti. Kadın onu uğraştırmaya şimdiden başlamıştı bile. Ve bu oldukça can sıkıcıydı.

 

 

 

 

 

*********

​​​​​​Geçmiş gizli bir kitap gibidir anahtar ile kilitli, açılması zordur. Geçmişin izlerini takip etmekte bir o kadar acı verici ve zordu. Geçmiş can yakardı, gizli kalması ne kadar iyi bir yöntem gibi gözükse de geçmiş derinliklerde bir yerde gömülüydü, elbet bir gün oradan çıkacak ve kendini gösterecekti.

Geçmişimin ne olduğunu bilmiyordum, tek bildiğim şey bilmeme gereğiydi.

"Kaldır şunları. Evi ahıra çevirmişsin." İki elimi yana açıp öğrenci evine baktım. Cidden bu çocuğa bir çeki düzen vermem lazımdı çok boşta bırakıyordum.

Cips poşetini ve su şişelerini kolları arasına alıp mutfağa ilerledi. Koltuklar temizdi dün temizlikçi yollamıştım toplamıştı etrafı, ama yalan yok aklımın bir tarafı telefondaydı kesin arayacak ve ben bu ahır yığının toplayamam demesini beklerdim sağ olsun öyle bir şey yapmadı kadıncağın.

"Sen." Elindeki kitabın içine giren bilgisayar mühendisine seslendim. Mırıltılı bir şekilde yanıt vermişti bana. "Kalk kahve yapta içelim."

Ağzı yarım açık bir şekilde kitabın içine düşüyordu.

"Bu adamın derdi ne be!" dedim sessizce. Ayak ayak üstüne atıp ona baktım. Elindeki kitabı bir köşeye bırakıp bana döndü.

"Bazen insanları anlamak zor," Arkasına yaslanıp gözlüğünü düzeltip, "Ne istediklerini bilmiyorlar, her geçen gün daha çok şey istiyorlar. Net bir istek olmuyor. Bizzat on yedi ile yirminin sonlarına doğru giden yaşlar, aslında insan oğlu hayata ilk geldiği günden beri belli bir isteği yoktur." Tek kaşım havada bir şekilde başımı sallayıp onaylar şekilde mırıltı verdim.

"Kahve lütfen." dedim düz sesimle.

İçeriye giren Berat'a gözlerimi çevirdim elinde üç tane kapağı açılmış soda bulunuyordu.

"Soda getirdim kahve makinası bozuk."

"Üçü bir arada yok mu?" dedim tersler gibi.

"Elimizdeki ile yetinmeyi sen öğrettin." Başımı sallayıp derin bir nefes aldım.

Elindeki sodayı alıp dudaklarıma götürdüm. Bugünün stresi hâlâ bedenimdeydi. Kesin Hakan denilen o adam bunu tutmuş ve üzerime salmıştı. Eşi ile onu boşadık ve üstüne üstlük mirasının yarısını eşine verdirdik diyedir. Adam dev gibi gözlerinden alev çıkıyordu resmen. Davası ile ben değil Nevra ilgileniyordu ben sadece yardımcı olmuştum. Yalan yok o ara korkmuştum. Herkesin içinde bir öcü gibi duruyordu. Hiç bir şeyden korkmam ama bir anlığına olanlar küçük bir korkuydu.

"O adam çok sertti abla." Dedi içimi okumuş gibi. "Ses tonu yüzünden sıçabilirdim afbuyur."

"Ne dedi sana tam olarak." dedim sorar gözlerle Berat'ı inceleyerek.

Sodayı dudaklarına götürüp bir yudum aldı.

"Olay ne tam olarak." Dedi Yiğit.

"Şimdi abla, içeri girdi bana seni sordu buraya mı ne geliyorsun dedi."

"Adını söyledi mi?"

"Abla gözünü seveyim adama adını sormaktan korktum o an. Aklıma bile gelmedi." Ellerini saçlarına daldırıp geriye doğru ittirdi.

Yiğit, "Sen tanıdın mı abla adamı?"

Derin bir nefes verdim. Hayır tabii nereden tanıyacağım yüzünü ilk defa görmüştüm oda o andı.

"Hayır, görmedim." Parmaklarım kulağımda ki küpelere gitmişti.

Kim o adam? Cidden müvekkilin eski eşi mi gönderdi. Çıkışta adama çok salladım. Görürsün sen demişti bende olur beklerim diye tahrik etmiştim. Ama bunun içinde dev gibi adamı tutup üzerime salamazdı. Ne kadar tehdit etse de adamda bir kıç korkusu vardı.

"Yarın benim işim var erken çıkarım evden." Yiğit ayağa kalkıp elindeki sodanın son yudumunu içti.

"Nereye lan?" dedi Berat.

"Bilgisayar kafelerinde bilgisayarların internetini kurucam. Uzun sürebilir."

"Örnek al biraz." Diyerek elim ile Yiğit'in gösterdim.

"Alıyorum ve veriyorum ablam." Berat'ta ayağa kalkıp ilerledi. "Sana hayırlı geceler benim dersim var yarın."

İkisi de odalarına dağılırken çantamı elime alıp içinden telefonumu çıkardım. Saat gece yarısı olmuştu arabam tamirdeydi yarın erken saatlerde alıp avukatlık bürosuna gidecektim. Uzatmadan kendi odama gidip kendime ayırmış olduğum pijamaları giyip yatağa girmiştim. Burası onların eviydi ama arada burada kalıyordum.

 

 

 

 

 

*********

 

 

 

 

 

Hüsrana karşı, ilk bölümü ile karşınızda.

 

 

 

 

 

Oy ve yorumlarınızı eksik etmeyin:)

 

 

 

 

 

🍁⚓🔥

Bölüm : 07.09.2024 20:29 tarihinde eklendi
Okur Yorumları Yorum Ekle
Hikayeyi Paylaş
Loading...