"Yeter ki umudun olsun, o ışık elbet doğar hayatına"
Bir elimde arabası dururken diğer elimde kazağı vardı ateşim'in.
Başım yastığına gömülmüş kokusunu soluyordum, lakin gözyaşlarım kokusunu benden uzaklaştırıyordu.
Yüreğim sıkışıyor ağlamaktan başka bir şey yapamıyordum, oğlum yoktu.
Eve geleli saatler olmuştu ama hala haber yoktu, Azad ile hastaneden çıkışta ayrılmıştık.
Hemen yola koyulmuştu ve onunla birlikte bütün aşiretler ama hala haber yoktu.
Ağlamam gittikçe şidettlenirken hıçkırarak küçükken söylediğim niniyi söylüyor beni hissetmesi için dua ediyordum.
Agir bu ninniyi çok severdi hele ki ben söylediğimde, uykusu geldiğinde kafasını göğüsüme yaslar "anne nenni nenni" derdi, daha ilk satırlarında ise derin soluklarını duyardım.
Elim kalbime gittiğinde sanki bana sesleniyordu, gidemememek elimi kolumu kırıyordu ama Azad'a güveniyordum.
Oğlumu bana getirecekti, istese de gidemezdim çünkü dizlerim tutmuyordu artık.
Vücudumda dev bir uyuşukluk vardı, felç olmuş gibi sadece gözlerimden yaş akıyordu.
Yatakta küçüldükçe küçüldüm, ayaklarımı kendime çektim ve Gözlerimi kapatıp ninniye devam ettim.
Odamın kapısı çalınca ses vermedim ama açıldı, gelen yasemin ve Vanessa'ydı.
İkisi de benimle gibi harap olmuş ve sürekli ağlıyorlardı.
Vanessa arkamda oturup elini sırtıma uzattı ve sıvazladı, Yasemin ise ayaklarımın ucunda oturup elini ayaklarıma attı.
Hiç kimse konuşmadı, sessizlik bizimle bütün olmuştu artık.
Korkuyordum, herkes korkuyordu.
İçimde ki yangın ne yaparsam yapayım sönmüyordu, 1 haftadır oğlumu görmüyor kokusunu içime çekemiyordum.
Vanessa'nın elini saçlarımda oluşan aklara attığını hissetiğimde hıçkırıklarını duydum ama umurumda değildi.
Ne saçıma düşen aklar ne de yitip giden gücüm, tek istediğim oglumdu.
İçimden ona seslendim, "Agir'im bilirim beni yalnız bırakmazsın lakin çok uzadı bu ayrılık, daha çabuk gel oğlum zira annen ölüyor. Sensiz geçen her saniye ömrümü çürütüyor oğlum, ömür önemli değil lakin ölmeden göreyim ateş gözlerini, bir kere çekeyim o kokunu içime sonra rahat ölürüm"
Azad deponun kapısını şiddetle açarken omuzunda ve karnında sızı vardı lakin hiçbiri yüreğinde ki ağrı kadar şiddetli değildi.
Ali yanında dururken elleri ve ayakları zincirlenmiş adama doğru yürüdü, ayak sesleri her yeri inletirken adamın titrediğini hatta pantolonunun ıslandığını gördü ama bomboş gözlerle baktı.
İçeri koruma doluydu, Azad adama yaklaşıp tam karşısında dururken adamın boğuk boğuk çıkardığı sesler ile ağzında ki banti hızla çekti, dudağının etini de kaldırmıştı ama birazdan ona yapacaklarının yanında devede kulaktı.
"Ağam-" diyecek oldu adam ama yüzüne inen tokat ile sustu.
Yüzü kan içindeydi, kıyafetleri parçalanmıştı çünkü Azad'dan önce Asaf ve Muhammed onu ziyaret etmişti.
Azad adamin etrafında yavaş yavaş dönerken adamın ecel terleri döktüğünü görüyordu.
Demir masanın üzerine yürüyüp eline aldığı kör bir bıçak ile adamın karşısında durdu tekrar.
Sonra depoda buz gibi ama tehlike dolu sesi yankılandı.
"Tek bir cevap! Yanlış cevap ile kalbini söker alırım"
Adamın gözlerine baktığında karşısında ki adam gözyaşları içinde ağlıyordu, içinde yaprak kımıldamadı.
Aklı sadece oğlunun nerde ve ne halde olduğu ile meşguldü.
"Oğlum nerde?" Dediginde elinde ki bıçak ile oynuyordu.
"Ağam yemin ederim bilmiyorum, bana sadece gelen giden olur diye çiflikte durmami-" demesine kalmadan Azad zincirli eline bıçağı geçirdi.
Biliyordu ki her ne kadar tek şans dese de bu adamdan başkası yoktu elinde, zorla da olsa konuşturacaktı.
Gerekirse defalarca soracaktı.
Adamın haykırışı depoda yankılanırken bıçağı çıkarmadı, aksine bıçak ile parçalanan yerinin derisini soydu.
Adamın kulak tırmalayan bağırışı ile "Oğlum nerde?" Diye sordu tekrar ama adam haykırmaktan başka bir şey yapmadı.
Azad diğer elini de uzatıp kolunu sabit tuttu ve dediğini yaparak bıçağı iyice derinin altından geçirdi.
Portakal soyar gibi bileğinin derisinin bir kısmını kopartıp yere attı.
Dediğini yapacaktı, oğlunun canının yanmasında kimin parmağı varsa derisini yüzecekti.
Şimdilik bu adam tekti ama biliyordu daha yuzeceği bir çok deri vardı.
Ali'nin midesi bulanırken adamın derisiz kalan ve kan döken eline bakmıyordu.
Silahlarla oynuyor olabilirdi ama midesi hassastı.
"Ağam etme!" Diye bağıran adam acı ile dizlerini büktü ama düşmedi.
Azad bu sefer üzerinde ki gömleği elleri ile parçalayıp önünü açtı.
Bıçak bu sefer tam kalbinin üzerinde derisini soyabilecek kadar bir yara açmıştı.
Üzerinde ki soğukluk korumaları bile korkuturken karşısında ki adam bayılmak üzereydi.
Göğüsünden de bir parça deri alıp yere atınca adamın bayıldığını gördü, başı ile korumalara işaret verince yan tarafta ki kazana ilerleyişlerini izledi.
Kazan'ın üzerinden öyle bir buhar yükseliyordu ki arkası görünmüyordu, o kazan saatlerdir kaynıyordu.
Adamlar kazanı kaldırıp ellerinin yanmalarını umursamadan adamın üstüne döktüler.
Adam acı ile uyanıp öyle bir haykirdi ki karanlık gökyüzü sesi ile inledi.
Korumalar geriye çekilince Azad tekrar adamın karşısında durdu, "Sana saatlerce aynı şeyi yaparım! Oğlum nerde?" Diye sordu tekrar.
Adamın ağlaması üzerine gözlerinde yanan alevler belirgin hale geldi.
Adamın bütün derisinin anında şişip balon olduğunu hatta bazı yerlerin soyulduğunu gördü.
"Tuz getirin" diye seslendiğinde korumalar hızla tuz dolu çuvalı önüne bıraktılar.
Adam yanan yüzü ile ona dehşetle bakmış çektiği acıyı bir an unutmuştu
Azad avucuna aldığı tuzu birden hem yaraladığı hem de yaktığı göğüsüne bastırınca Adam daha çok haykırdı.
"Agir nerde?! Benim oğlum nerde?!" Diye kükredi Azad.
Hızla avuçlarında ki tuzları adamın yanan ve soyulan vücuduna bastırırken baloncuk olan yerlerde elinin temassıyla soyuluyor ve kanıyordu.
En son bıçağı eline alıp yüzüne yaklaştı, yüzü yanmış durumdaydı ama durmadı balon olan ve soyulan sağ yanağından bir deri daha kopardı.
Adam hala acı ile bağırıyordu ama konuşmuyordu, arkasını dönüp "Getirin!" Diye seslendi.
Adam daha ne yapabilir diye düşünüp ağlarken içeriye giren köpek ile korku ile çırpınmaya başladı.
Ali köpeğin zincirini sıkı sıkıya tutuyor ama zaptedemiyordu.
Azad adama tekrar döndüğünde konuşmak üzere olduğunu anladı.
"Hala cevap yok Ali bırak" dediğinde Ali'nin köpeği bırakması ile köpek hızla zincirlenen ve her yeri kanlanan adama koştu.
Siyah bir Dobermandı, ilk ısırığını bacağına geçirip büyük bir parça kopardı, o anlarda Azad korumaların getirdiği sandalye ye oturup izliyordu.
Adam hem çırpınıyor hemde ağlıyordu ama hareket edemiyordu, köpek bacağının yarısını koparmıştı bile.
Köpek ellerini göğüsüne yerlestirip yüzüne yaklaştı ve hırladı, bir diğer ısırığı yanağına olunca adam acı ve korku ile "Tamam anlatacağım!" Diye bağırdı ama artık bir yanağı yoktu.
Ali koşup köpeği köşeye çekerken zorlandığı için birkaç koruma da ona eşlik etmişti.
Azad hala elinde ki bıçak ile oynarken gözleri acıdan ölmek üzere olan adamdaydı ama elinde ki bıçağı sıkarken aklı sadece başlarında olan kişiye yapacaklarındaydı.
Onun derisini yüzmekten daha fazlasını yapacaktı.
"Konuş! Tek bir yalan dahi hissedersem kemiklerine kadar onun ziyafeti olsun" diyerek gözleri ile köpeği gösterdi.
Adamın üzerinde hem yandığı için oluşan baloncuklar dan akan sıvı, hem tuz taneleri hem de kanlar vardı.
"Ormanda bir kulübe de tutuluyor, büyük dağın arkasında ki kulübe. Başlarında kim var bilmiyorum, sadece konuşurken gidecekleri yeri duydum" deyip soluklandi ama acı dayanılmazdı.
"Ağam başka bişey bilmiyorum" dedi gözlerinden akan yaşlar yüzünde ki kanlara ve ısırık yüzünden oluşan boşluğa düşerken.
Azad ayağı kalktığında Ali coktan kulübenin yerini öğrenmişti.
Azad arkasını döndü, bir adım atmıştı ki yüreğinden kopup zihninde çınlayan "Baba" sesi ile durdu.
Hızlı adımlar ile arkasını dönüp adamın boğazını sıktı, öyle gücünü boğazına veriyordu ki adamın damarları şişerken ağzından akan tükürükler vardı.
Kulağına yaklaştı Azad, yutkundu ama içini kemiren soruyu kısık bir sesle sordu.
"Dokundu mu? Oğluma zarar verdi mi?"
Adam nefes alamazken Azad elini biraz gevşetti, adamın öksürük krizinden çıkmasını sabırla bekledi.
"İyi duruyordu, bir şeyi yoktu" aldığı cevap ile derin bir nefes almayı ihmal etmeden deponun çıkışına yürüdü.
Son adımı attığında depoda sesi yankılandı, "Kemikleri dahi ziyan olmasın, bırakın ve dışarıya çıkın!"
Korumalar hızla köpeği bırakıp dışarıya çıktığında demir kapı kapandı, Azad arabasina binerken gökyüzü adamın acılı haykırışı ve köpeğin sesleri ile inliyordu.
Kapıyı kapattığı da Ali gazı kökleyip bulduğu konuma sürdü, uzak değildi.
Her kimse yakında tutmayı seçmişti Agir'i, Azad derin nefesler alırken kaşları çatıktı ama dilinde yalvaran dualar vardı.
Oğluna bir kere geç kalmıştı, şimdi bilse ki yer yarılmış oğlunu içine çekmiş o yeri böler oğlunu söker alırdı.
Bilmiyordu ama oğlunun derdi de buydu, o da kıyamet kopsa Azad ağaya varmak için susuzluğunu ve açlığını aklına getirmeden koşuyordu.
Gece karanlığı üstüne çökmüş küçük bedenini gölgesinde saklıyordu, bu gece gökyüzü bile Agir'i kendi evladı bellemiş onu kötülüklerden saklamak için karanlığını serbest bırakmıştı.
Zalimler dahi gozlerinin önünü görmüyor Agir'i bulmak için karanlıkta dolanıyorlardı.
Agir soluk soluğa sırtını bir ağaca yaslayıp durdu, soğuk rüzgar yüzüne vururken ağzı o kadar kurmuştu ki dudaklarını dahi ıslatamıyordu.
Bakışları tekrar gökyüzüne kaydı, dudaklarında bir tebessüm oluşurken yıldızların dahi kaybolduğunu Ayın kendini bulutların arkasına sakladığını görmüştü.
Agir mucizevi olaylara inanırdı, gökyüzü karanlığında onu saklıyordu.
Koşacak takati kalmamış, karnının gurultusu dahi coşmuştu.
Şuan Azad Ağa'nın onu tıka basa yedirmesine dahi razıydı.
Kaybolduğunun farkındaydı zira saatlerdir koşuyordu ama hala bir yol görmemişti.
"Nereye getirdilerse tek bir yol yok" diye homurdanıp o ağacın önünde oturmayı seçti çünkü artık tek adım atamayacak durumdaydı.
"Valla benden bu kadar ağa, gerisi sana kalmış. İster gel ister gelme, ben elimden geleni yaptım" diye homurdanmaya devam etti ve kollarını göğsünde bağladı.
Allah'tan evden çıkmadan Azad ağa zorla üstüne mont giydirmişti, her ne kadar "Takım elbisenin üstüne bu olmaz!" Diye huysuzluk yapsa da "Sana gelecek yelin dahi düşmanı olurum Küçük Ağa, beni rüzgara düşman etme" diye diye zorla giydirmişti ve önünü de kapatmıştı Azad.
Üstü kirliydi ama idare edecekti artık ama üzüldüğü tek şey yeni yeni eski haline dönen saçlarının berbat halde olmasıydı.
Ellerini saçlarından geçirip arkaya doğru taradı, Azad Ağa onu görse bile perişan halde görmemeliydi.
Düşündü Agir, Azad Ağa babasına benzediğini söylemişti, üstelik herkes ondan sanki Azad Ağa'nın oğluymuş gibi bahsetmişti.
Keza kendisi de öyle, sahi ne demişti televizyondaki Azad Ağa'nın sesi.
"Oğlumun saçının teline zarar geldiyse, senin derini kör bıçak ile yüzerim! Senin parçanı doğunun bir yerinde bile barındırmam, köpeklere yem ederim!"
Agir'in düşüncelerinin kesilmesine ayak sesleri sebep oldu, kaşları çatılırken ağacın arkasına biraz daha sindi.
Küçüldükçe küçüldü, eli ile ağzını örterek nefes sesini dahi kesmeye çalıştı.
"Baba" diye seslendi içinden, Azad Ağa gibi yüce bir insan ona oğlum diyorsa Kendisi de baba diye ona seslenebilirdi.
Zira kimse onun gibi babalık yapmazdı kendisine bunu biliyordu.
Bir silahın emniyet sesini duydu, kaskatı kesildi.
Sonra ise şu bir hafta da nefretine nefret ekleyen adamın sesini duydu.
"Agir oğlum" diyordu Selim, sesinde alay vardı.
Agir'in boşta ki eli yumruk olurken ona gücünün yetmesini ne kadar isterdi anlatamazdı.
"Nerdesin Agir Ağa! Hadi gel babana" dedi Selim, gözleri karanlığı delip geçerken etrafına bakiyor Agir'e dair en ufak bir ses ve iz arıyordu.
Acımayacaktı, adamları kaçtığını sonradan ona bildirdiği an soluğu burda almıştı.
"Agir anneni görmek istemiyor musun?
Hadi gel annene gidelim" dediğinde Agir "Karşında çocuk mu var?" Dememek icin kendini zor tuttu.
Onu aptal yerine mi koyuyordu , O halde asıl aptal kim ona gosterecekti.
İki elinin üzerinde yavaşça emeklemeye başladı, özellikle dal parçalarını önünden çekip öyle ilerliyordu.
Selim ise hala "Azad ağaya inanma oğlum! O seni benden alan kişi!" Diyordu.
Agir zorla az önce oturduğu ağaçtan uzaklaşıp büyük bir ağacın arkasına saklandı.
Sırtını ağaca yaslarken "Ağa benden intikam mı alıyorsun da geç geliyorsun bilmiyorum ama beni biraz daha bu adamın karşısında tek bırakırsan var ya-" diyecek oldu ama Selim'in öfke ile haykırdığını duyduğunda susmuştu.
Agir'in kaşları son hızla çatılırken gözlerinde anında belirdi bir ateş.
Yerden aldığı taşı avucunda sıktı önce sonra da hızla az önce oturduğu ağacın gövdesine fırlattı.
Ayak seslerinin oraya ilerlediğini duyduğunda ise tek bir adımda olduğu ağacın arkasına geçti.
Selim umutla ağacın arkasına vardığında gördüğü boşluk ile küçük bir çocuğun oyununa geldiği için elinde ki silah ile havaya ateş etti.
"Seni bulduğumda bana yalvaracaksın!" Diye bağırdı Selim.
Agir alayla gülerken şimdi onların arkasındaydı o yüzden tekrar yere çöküp aksi istikametine emekledi.
"Bulursan yaparsın papucumun ağası" diye homurdanmayı ihmal etmemişti. Araya biraz mesafe kattığı gibi ayağı kalkıp koşmaya başladı.
Boğazından hırıltılı bir ses çıkınca hızlandı, bazen kolunu ağaca çarptı, bazen bir taşa takılıp yüz üstü yere düştü ama durmadı.
Biraz ilerledikten sonra tekrar düşünce bir daha kalkamadı, ellerini üzerinde durduğu an kalkmak istedi ama arkadan kafasına yaşlanan soğuk namlu ile durdu.
Vücudundan bir ürperti geçince adamın "Buldum ağam!" Diyen bağırışını duydu.
Hayır yakalanamazdı, Azad ağa gelmeden yakalanamazdı.
Azad ağa gelecekti biliyordu, geldiğinde onu bulmazsa vazgeçer diye korkuyordu.
Adamın omzuna inen tekmesi ile kendi etrafına yuvarlandı, dudakları arasından bir inilti kopunca gözlerini ona silah doğrultan adam çevirdi.
Sırt üstü yatiyordu, sırtına küçük odun parçaları bile batıyordu ama şuan eli kolu bağlıydı.
"Nereye kadar kaçacaktın ha?!" Diye bağırdı adam ayağını göğüsüne bastırıp, bütün gücüne yüklenip kemiklerini kırmak ister gibi yüklendi bastığı küçük göğüsüne.
Agir'in canı o kadar yandı ki , dudakları arasından kopan haykırış her yerde yankılandı.
Ellerini ayaklara sarıp çekmek istese de adam daha çok bastırıp daha çok yaktı canını.
"Bırak...beni" diyebildi zorla.
Adam gülerek daha da yüklendi, Agir'in dudaklarından bir haykırış daha koptu, gözlerinden şakaklarına süzülen gözyaşları adamın içini dahi kıpratmıyordu.
Adam silahını alnına yaklaştırıp emniyetini indirdi, Agir'in gözleri istemsizce kapanırken içinden "Anne" diye seslendi.
O anda gökyüzünü delip geçen kurşun ormanda Agir'i ariyan adamları dahi durdurmuş ugursuzca gökyüzüne uçan kuşların sesi ile heryer inlemişti.
Agir kurşun sesini duydu ama acısını hissetmedi, canı acımalıydı ama en ufak bir acı hissetmiyor aksine nefesini kesen ayağın ondan uzaklaşması ile derin bir nefes almıştı ama üstüne birden düşen adam ile nefesi daha çok kesildi sanki.
Gözlerini aniden açtığında adamın bütün vücudu üzerinde duruyor onun alnından akan kan yüzüne damlıyordu.
Agir herseyi bir an unutup haykırdı ve "Bu şey beni kirletiyor!" Diye bağırdı.
Sonuçta saçlarına şuan damlayan kanlar vardı ve bu hiç hoş değildi.
Şu Mardin'e geldiğinden beri kan görmek dışında bir şey olmadığı için artık kan kokusuna dahi alışmıştı zira saatler önce ondan akan kanlar da vardı.
Allah'tan adamın alnında ki deliği görmüyor sadece o delikten akan kanları hissediyordu.
Adamın altında çırpınırken biden duyduğu ses ile gözleri tekrar doldu.
"Agir!" Diye kükreyip ona doğru koşuyordu artık şükrettiği ses.
Başını çevirdiğinde ona doğru koşan adamı gördü, çırpınmayı bıraktı çünkü artık beklediği kişi gelmişti.
Azad'ın ormanın içine gelmesi ile 2 saat geçmişti, herkes bir yere ayrılırken onun adımları ondan bağımsız onu yönlendirmiş ve buraya getirmişti.
Gökyüzü sanki oğlunu bulsun diye sadece onun yolunu aydınlatmış ve yönünü kendi karanlığında göstermişti.
En son o ışığı kaybetti Azad ama o anda öyle bir haykırış kulağına ilişti ki bu sefer kendisi sesin geldiği yöne koştu.
Vardığı son durakta ise oğlunun göğüsüne acımasızca basan bir adamı ve çaresizce çırpınan oğlunu bulmuştu.
Adımları donup kalırken sinirden titremeye başlamıştı, kendini o kadar kasmış ve o kadar yumruklarını sıkmıştı ki omuzunda ki yaranın kanadığını hissetmişti.
Son nokta ise oğlunun alnına dayan silah oldu, bir Saniye bile beklemeden silahını ateşlemişti.
Gönül isterdi ki o adamı da işkenceleri ile tanıştırabilseydi ama vakti yoktu, Azad adamın sırtından tutup oğlunun üstünden söküp aldı ve hemen arkaya savurdu.
Gözleri oğluna döndüğünde ise gönlü kara kıştan bahara döndü, çiçeklerini doğaya saldı.
Ona titreyen gözlerle bakan oğluna atıldı, kollarından tutup incitmeden ayağı kaldırınca dermanı bitmiş gibi dizlerinin üzerine çöktü.
Yüzüne damlayan kanlar dahi Agir'in buruk gülümsemesini kapatamamıştı, Azad "Oğlum" dediğinde boynuna dolanan kollar ile derin bir nefes aldı.
Bütün vücudu gevşeyince kolları arasına sakladı Agir'i.
"Geldin ağa" diyen titreyen sesle saçlarında ki kanları umursamadan üst üste öptü, kokusunu içine çekerken "Şükürler olsun" dedi.
Agir'i göğüsüne iyiyce yasladı, karnında ki dikişler acıdı ama umursamadı çünkü şuan içinde ki ferahlık hiçbiri kadar önemli değildi.
Agir'den ayrılıp ellerini yüzüne yerleştirdi, gözleri hızla üzerinde dolanırken en son dudaklarında ki yarayı gördü ve yüzünde ki morluğu.
Agir'in yüzünde ki elleri titreyince göz bebekleri de ona eşlik etti, "Acıyor mu?" Diye sordu kısık bir sesle.
Agir de ellerini onun yüzüne yerleştirip "Artık acımıyor" diye cevap verdi, Azad onun alnına da bir öpücük kondurup onu kucağına alarak ayağı kalktı, omuzunda ki ısı daha çok arttı.
"Ağa indir beni yürürüm" dedi Agir yaraları var diye ama Azad onu sımsıkı göğüsüne bastırıp "Ömürüm ayaklarının altına paspas olsun sesim çıkar mı oğul?" Dedi, elinde olsa içine saklardı oğlunu.
Ama o anda bir kurşun sesi daha yükseldi, Azad kolunda ki sızı ile nefes bile almadan hemen bir ağacın arkasına saklandı.
Agir'in titremeye başladığını hissettiğinde daha çok sarmaladı, yere indirip önüne sakladı.
Silahını belinden çıkarıp eline hapsettiğinde telefonunu çıkarıp Agir'e uzattı.
"Ali'yi ara Agir" dedi, Agir hemen son aramalara girip Ali'yi bulunca kulağına yasladı.
O anda silah sesleri yükseldi, Azad'ın kolundan akan kan parmak uçlarına yetişirken uyuşmaya başladığını hissedip dişlerini sıktı.
Ağacın arkasından kafasını uzatıp silah seslerinin geldiği yöne birkaç el ateş etti, o anda Ali telefonu açmış "Nerdesin Azad" diye bağırıyordu.
Agir fırsat kaybetmeden "Ali amca, yardım et! Buldular bizi. Azad ağa vuruldu yardım et!" Diye bağırdı.
Ali Agir'in sesini duyması ile derin bir nefes alıp Azad'ın telefonununa yerleştirdikleri uygulama sayesinde hemen konumu bulmuş ve oraya doğru koşmaya başlamışlardı.
Agir telefonu kapatıp ellerini Azad'ın beline sardı, yetişmiyordu boyuna ama onun sıcaklığına sokuldu, Azad bir elini onun ensesine yerleştirip kendine çekerken diğer eliyle ateş ediyordu.
Gittikçe kalabalık oluyorlardı ama kötü haber Azad'ın kurşunu bitmişti, çenesini sıkıp silahı beline yerleştirdi.
Sonra hafif eğilip tekrar Agir'in yüzünü ellerinin arasina hapsetti, önce alnından öptü sonra yanaklarından.
Agir'in titreşen kirpiklerine baktı, dudağında ki yarayı parmağı ile okşayıp "Onları oyalarım Agir, arkana bakmadan koş" dedi.
Agir kafasini sallayıp onu reddetti hemen "Olmaz, birdaha olmaz" dedi Agir korku ile.
Azad ağacın arkasına bakıp yaklaşan adamları gördü, sakinleşmek için ne kadar nefes alsa da olmuyordu.
Kolu uyuşmaya başlamıştı ve oğlunu korumak zorundaydı.
Agir'im, izin vermem sana yaklaşmalarına git ve Ali amcani bul" dedi Azad tekrar ama Agir yüzünde ki eli tutup sımsıkı sardı.
Azad onu arkasina aldı hemen çünkü Adamlar gelmiş ve onlara silahlarını doğrultmuşlardı.
Azad Agir'i her kötülükten saklamak için arkasına saklarken adamların onlara doğrultuğu silahlara bakıyordu.
6 kişi vardı ama şimdilik bu kadar olduklarını biliyordu.
Aralarından biri öne çıkıp "Çocuktan ayrıl!" Diye bağırdı, Azad ağaç ile arkasına sakladi oğlunu.
"Yiyorsa ayır! Oğluma bir daha dokunamayı bırak bakarsanız dahi o gözlerinizi ellerim ile oyarım!" Dediği cümle adamları korkutuyordu, bunu gözlerinde görüyordu ama para ile satın alınmış adamlardı bunu da biliyordu.
Para için kendi evlatlarını dahi harcayan adamlar.
"Azad ağa! Çocuktan ayrıl, ikinizde diz çökün" diyen adamla Azad'ın da Agir'in de kaşları aynı anda çatıldı.
"Ulan sen kimsin de oğluma diz çöktüreceksin! Senin o dilini kopartır götü-" diyecek oldu ama oğlu için bunu da yuttu.
Küfür yok diye uyardı kendini, evet bu halde bunu düşünmüştü!
Adamlardan biri onlara doğru adım attığında ise yere yığılması bir oldu, tekrar silah sesleri yükseldi.
Azad hızlı bir hareket arkasını dönüp sırtını oğluna siper etti, Agir'i arkasında ki ağaca yaslayıp iki kolu ile ağaca tutundu.
Tek bir kurşun bile oğluna denk gelmesin diye.
"Ağa korkuyorum" dedi Agir titreyerek.
Azad'ın genzi sızladı, su yaşında yaşadıkları hep onun yüzünden oğlunun başına gelmişti.
Ne baba olabilmiş ve oğluna gerçeği söylemişti, ne de saçının telini koruyabilmişti.
Bu oğluna yapılanlar içten içe onu öldürüyordu ama oda oğlu gibi mucizelere inanıyor, onu hep koruyacağını, ne olursa olsun ona birgün baba diyeceğini ümit ediyordu.
Silah sesleri kesildiğinde havaya "Agir!" Diye bağıran Bawer Ağa'nın sesi karşıtı.
Azad arkasına baktığında onlara doğru gelen Bawer Ağa ile derin bir nefes aldı, hemen arkalarından ise Ali geldi.
Bawer Ağa torununu ayakta gördüğü an göğüsünü şişirecek kadar derin bir nefes aldı, hızla onlara yürürken Agir de Azad'dan ayrılmış dedesine koşarak ona sarılmıştı.
İkisi ayrıldığında Bawer Ağa torununun saçına bir öpücük kondurup saçlarından içine hayat çekti sanki.
"İyisin ya?" Diye sordu gülerek, Agir ise aynı gülüş ile karşılık verip "İyiyim dede" diye cevap verdi.
Herkes bir araya toplandığında Ali de Agir'i kendine çekip sımsıkı sarıldı.
Onun durumuna bakıp iyi olduğundan emin olduktan sonra Azad'ın yanına ilerledi, önce kanayan koluna baktı, sonra da dikişlerine.
"Gidelim! Yaralanmışsın ustelik dikişlerin açılmış" dedi, Agir'in gözleri Azadı bulunca ona baktığını görmüştü.
Azad ise oğlunun dedesinin yanında ki gülüşüne bakıyordu, gerçek yüzüne bir kere daha şiddetli bir tokat attı.
Onun yanında hep sinirli ve ağlıyordu Agir hep kanıyor ve haykırıyordu.
Ama ne zaman dedesini görse gülüyor, annesi ile tek olsa mutlu oluyordu.
İçi acıdı yine, hiçbir zaman onun gülüşlerinin sebebi olamamıştı.
Ona en son güldüğü zaman hayalinde ki babasına kavuşacağına inanıyordu Agir, o bile kendi için değil hayalinde ki kişi içindi.
Agir Azad'ın yüzünde ki soğukluğa bakarken gülüşü soldu, yüzünde hüzün vardı Azad'ın.
Agir Azad'a gitmek istedi ama Bawer Ağa hemen kolunu tutup onu durdurdu, Agir'in kaşları çatılırken dedesine baktı.
"Benimle geleceksin Agir, gidip anneni de alacağız sonra da Diyarbakır'a dönüyoruz" dediğinde bütün gözler anında onu buldu.
Agir Azad'a bakarken birşey söylemesini yine izin vermeyeceğini düşünerek bakmıştı ama Azad Bawer ağaya bakmaktan başka bir şey yapmadı.
"Dede, annemle o evli" dedi Agir bir umut, aslında bu sözün Azadı kendine getirmek için söylemişti çünkü Azad Ağa bu gerçek ile şimdi öne çıkıp "Onları benden alamazsınız" diyecekti ama Azad ağzını bile açmadı.
"Boşanacaklar! Size felaketten başka bir şey getirmeyen bir adamın yanında ne Kızımı ne de torunumu bir saniye daha bırakmam!" Diye bağırdı Bawer Ağa.
"Dede!" Diye bağırıp karşılık verdi Agir bir saniye bile beklemeden.
"Gideceğiz dedim Agir!" Diyen Bawer Ağa ile Azad hemen öne atilip oğlunu arkasına çekti, bencillikti belki ama yemini vardı.
Sevdası ve oğlu ile mutlu bir hayat kuracak, her şeye yeniden başlayacaktı.
Bawer Ağa kaşlarını çatıp ona bakarken Agir'in yüzünde ki gülümsemeden haberi yoktu.
"Yerini bil Bawer Ağa! Canımı istersen çekip al lakin ölsem bile oğlumu alamazsın!" Diye kükredi Azad.
Bawer bu gerçeği Agir'in yanında birden söylemesini beklemiyordu ama Azad artık dolmuş ve taşıyordu, gerçek ağırdı ama Sabri kalmamıştı.
"Azad-" diyecek oldu Bawer Ağa onu uyarmak için ama "Yetti gayrı! Ne oğlum ne de karım benden bir santim dahi uzağa gidemez! Oldu ki onları benden almak için kolun uzarsa andım olsun! O kolu söker alı
rım!" Dediği son cümle olmuştu.
Sonra hızla arkasını dönüp Agir'i tektar kucakladı ve herkesi geride şaşkınca bırakıp arabasına gitti.
Agir'e bakmadı bile, şimdi herşeyi ona söyleyecek ve omuzlarında onu ezen yükten kurtulacaktı.
Agir'i arabanın arkasına yerleştirip önünde durdu, gözlerine derince bakıp "İster nefret et benden ister uzak dur lakin gerçek değişmez Agir" diye başladı söze, Agir ona bakarken dudaklarında bir gülümseme vardı.
Yine onu bırakmamış, kendine ait kılmıştı.
Azad Agir'in yüzünü ellerini arasına alıp tek nefeste gerçeği yüzüne söyledi.
Ölmemek için söyledi, altında ezilmemek için gerçeği söyledi, nefesi daha da uzaklaşmasın diye gerçeği söyledi.
"Benim! Baban benim! Ölsem dahi bu gerçek değişmez ama bil baban benim evlat! Sen ister beni sev ister sevme ama baban benim! İster kız ister senin gibi baba olmaz olsun de ama gerçek bu baban benim! Ne başkası ne de hayalinde ki kişi baban benim! Sen birazdan yüzüme bu gerçekten nefret ettiğini söylesen dahi ben bu gerçek için kurban olurum! Anla Agir artık, çocukluğuna benzediğin kişi benim! Senden sonra kendini seven kişi de benim! Yıllarca yüreğinde hasret diye büyütüp gözyaşı döktüğün ve hayallerinde düşlediğin kişi benim! Baban benim oğul!"
Defalarca dile getirdi bu gerçeği, söylemek için hayal ettiği gerçek biraz sitem biraz da özlemle döküldü dilinden.
Üst üste söyledi çünkü artık dayanamıyordu, günlerce onu kötü etkilemesin diye nasıl söyleyeceğini düşündüğü gerçeği çatışmadan çıktığı gibi söylemişti.
Agir'in yüzüne baktı, üzüldü mü diye, nefret etti mi diye, hayal kırıklığına uğradı mı diye ama hiçbir kötü tepki ile karşılaşmamak onu afallatmıştı.
Agir ne nefretle baktı ona, ne de hayalinde ki kişinin gerçek olmayışının hayal kırıklığı ile.
Agir yüzüne tam olarak şükreder gibi baktı, sevinçle baktı, hayranlık ile baktı, umut ile baktı.
Beklemediği şey ise Agir'in birden elleri ile yüzüne tutunması ve "senden daha kudretli, senden daha güvenli, senden daha huzurlu düş mü olur baba" demesiydi.
Azadın o an omuzları öyle bir dikleşti ki,omuzlarında ki sır uçmuş gizli kamburundan kurtulmuştu, yüzünde ki gülümseme ise görülmüş değildi.
Gözlerinden akan gözyaşı izini bıraktığı yeri yaktı ama ilk defa acıdan değil sevinçten akmıştı.
Oğlu yüzüne karşı baba demişti, şimdi ölse rahat ölürdü.
"Oğlum" dedi sesinde ki mutluluk ile, oğlunu öyle bir kucakladı ki dünya bir araya gelse söküp alamazdı.
Öptü, sıkılmadan, yılmadan üst üste öpüp kokusunu içine çekti.
İlk defa korkmadan evlat kokusunu aldı içine, ilk defa korkmadan anlar mı diye düşünmeden sıkıca bağrına bastı.
"Mucizemsin evlat! Benim mucizemsin" dedi Azad yüzüne bakarken.
Agir ise içten gülümsedi "Mucizesin baba, benim mucizem benim babamsın" dedi.
Anladığı ve hissettiği gerçeği artık babasını dilinden duymuştu, Agir hissetse de önce öfkesi kör etmişti gözlerini sonra annesine guvenmis ve elemişti bu ihtimali, sonra da babasına gidecegini öğrendiğinde.
Akıllı bir çocuktu ama kimse emin olmasına izin vermemişti.
Şimdi ise düşlerinde yaşattığı adam yani babası tüm gerçekliği ile gözlerine bakiyor, tek bir lafı için dünyayı yakar gibi gülüyordu.
Ali hızla onlara gelirken ikisinin yüzünde ki gülüşü gördü, "Azad kimse yok ormanda, kalan adamları topladik ama başlarında ki kişi yok" dedi
Azad arkasını dönüp ona baktığında "Kim olduğunu bulun Ali! O herifi bana sağ getirin!" Diye yükseldi.
Ali Agir'e dönüp "Agir gördün mü kim olduğunu yani görsen tanır mısın?" Diye sordu, Agir babasına baktı önce sonra da "Tanırım, sesini bile tanırım" diye cevap verdi.
O adamın her bir tekmesinin izi vücudunda duruyordu, söylemedi.
Görüyordu, babasının onun yüzünde ki ize bile baktığında nasıl acı ile baktığını görüyordu o yüzden yuttu söyleyeceğini.
Ali ile Azad bakışınca Ali Agir'in saçlarından öpüp "Agir iyi düşün, bir isim duydun mu? Bana bir isim ver ki onun dünyasını ona zindan edeyim" dedi, sesinde öfke vardı, nefret vardı.
Kardeşinin ve yeğeninin çektiği acıyı Azad'dan fırsat kaldığınca ona çektirecekti!
Agir düşündü, onun yanında kimse ismi ile seslenmemişti ta ki Azad Ağa'nın televizyon konuşmasından sonra adamların bağırışlarına kadar.
"Adam oğlunu alacak! Kimse onu durduramaz, Selim Ağa onun oğlunu alarak hepimizin ölüm fermanını imzaladı!"
Agir babasına bakıp "Selim dediler baba" dedi.
Azad'ın öfkeli bakışlarında ki ateş harlandı, içinde ki nefret ve öfke de ona eşlik etti.
"Ali" dedi sadece, Ali ise "Merak etme, gidin siz" deyip geriye çekildi.
Azad hızla arabanın kapısını kapatıp sürücü koltuğuna geçti, kolunda ki sızıyı da vücudunda ki yaraları da umursamadı.
Gazı kökledi, oğlunu annesine teslim edip hasretlerine son verdikten sonra tek işi Selimdi artık.
Hiçbir dağ onu Azad'ın öfkesinden saklayamazdı artık, Azad elleri onun nefesini kesmediği sürece ne rahat uyurdu ne de rahat oğlu ile karısının yüzüne bakardı.
İçinden ettiği yemin ise öfkesinin ve nefretinin yeminiydi.
"Sen benim oğluma dokunup sevdamın gözyaşlarını heba ettin ya! Sen benim yüreğime dokundun ya! Sen benim dokunmaya kıyamadığım saçlara ak düşürdün ya Selim! Andım olsun gözlerinden akan yaş değil kan olacak! Yüreğine dokunmayacağım, onu senden söküp alacağım! Senin soyunu sopunu kurutmak boynumun borcudur! Benim oğluma ve sevdama eziyet etmeye kalktın! Gayrı ömrünü ayaklarım altına sen serdin! Bundan sonra alacağın nefes dahi bana aittir!"
Okur Yorumları | Yorum Ekle |